logo

41. ÇOCUK KALBİ

Views 406 Comments 2

Üç sene öncesi…

Bazı çocuklar hayatı boyunca mutlu bir ailenin ne demek olduğunu bilmeyerek büyürlerdi.

Bazı çocuklar hayatı boyunca çocukluğun ne demek olduğunu bilmeyerek yaşayabilirlerdi.

Bazı çocuklar hayatı boyunca sevgiyi arayarak nefes almaya devam ederlerdi.

Ve bu çocuklar bir gün büyüdüklerinde çocukluk yaraları hiçbir zaman geçmezdi; yaşadıkları ise aslında kim olmak istediklerine ve kim olmak istemediklerine göre şekillenirdi.

Tugay Demir Çeviker ve Giray Pusat Çeviker mutlu bir aileye sahip değillerdi, çocuk olamamışlardı ve erken büyümek zorunda kalmışlardı, sevginin ise ne olduğunu belli bir yaşlarına kadar annelerinden görmüşlerdi ama sevgisizlik onlara o kadar ağır bir tokat atmıştı ki aslında sevgiyi de unutmuşlardı.

İki yolları vardı: İyi bir insan ya da kötü bir insan olmak.

Ve kendilerinde olmayanı küçük bir kız çocuğuna hediye etmek.

Nida Çeviker, Hâkim Ali’nin ikinci eşinden olan çocuğuydu ve Hâkim Ali o çocuğu hiçbir zaman kabullenmemişti. Tugay ise doğduğu ilk günden itibaren o çocuğun kaderi kendileri gibi olmasın diye çaba sarf etmişti.

Masallarla büyümeyen ikizler, Nida’yı masallarla büyütmeye çalışmışlardı. Bağırışların arasında büyüyen ikizler, Nida’yı en yüksek sesten bile korumuşlardı. Şiddeti ezbere bilen ikizler, Nida’ya şiddetin ne olduğunu hiçbir zaman öğretmemişlerdi. Nida o kadar temizdi ki belki de bir gün büyüdüğünde bu kadar temiz olmak canını yakacaktı çünkü kalbi artık kırılmaya daha müsait olacaktı, ikizler bunu unutmuştu.

Çocukken kötülükle tanışmış çocuklar, büyüdüklerinde zırhlarını kuşanırlardı ama güzellikle büyümüş çocuklar için aynı şey geçerli değildi; onlar ilk kılıç darbesine yıkılabilirlerdi.

“Ondan geriye sayıyorum!” diye bağırdı Nida, başını duvara yaslayıp elleriyle gözlerini kapatırken. “Saklanın hemen!”

Üçü beraber evin içinde saklambaç oynuyorlardı, hatta bu kaçıncı turdu sayamamışlardı. Tugay ve Giray nefes nefese birbirlerine baktılar ve Giray giysi dolabına saklanırken Tugay koltuğun arkasına saklanmıştı. Az önce de körebe oynamışlardı, ondan önce de ip atlamışlardı ve Nida’nın enerjisine yetişmeleri artık mümkün değilmiş gibi görünüyordu.

“On, dokuz, sekiz, beş…”

“Yedi,” diye seslendi Giray dolaptan.

“Of,” dedi Nida. “On, sekiz, yedi…”

“Dokuz!” Bu kez uyaran Tugay’dı.

“Üç!” dedi Nida kaşlarını çatarak. Tugay ve Giray kendi kendilerine güldüler. “İki, bir!” Nida kıkırdadı. “Sağım, solum, önüm, arkam sobe, saklanmayan ebe!”

Nida bir anda arkasını döndü ve ellerini açarak etrafına baktı. Duvar kenarından pek de uzaklaşmayarak perdenin arkasına doğru ilerledi ve oranın boş olduğunu gördüğünde hızlı adımlarla mutfağa doğru gitti. O kadar uzağa gitmişti ki Tugay öksürerek yerini belli etmeye çalıştı. Nida kaşlarını kaldırarak arkasına döndü ve “Baba,” diye seslendi koltuğun o tarafa doğru yürürken. Bu kez Giray, hapşırma taklidi yaptığında Nida’nın adımları dolaba doğru ilerledi. Yüzünde yaramaz bir gülümseme oluşurken, “Neredesiniz?” diye seslendi ve dolabın önüne gidip hızlı bir şekilde kapaklarını açtı. Tam karşısında Giray’ı iki büklüm olmuş şekilde gördüğünde, “Sobe!” diye bağırıp duvara doğru koştu. Giray istese tek bir adımla onu geçerdi ama o kadar yavaş bir şekilde dolaptan çıktı ve yürüdü ki Nida çoktan duvara vurmaya başlamıştı.

Nida kahkaha atmaya başladığında Giray mutsuz bir şekilde kendisini yere atıp elleriyle yüzünü kapattı. “Sürekli kaybetmekten çok yoruldum ufaklık, sen çok iyisin.”

“Sen de hep dolaba saklanıyorsun,” diye mırıldandı Nida kaşlarını çatarak.

“Çünkü bir tek oraya sığıyorum.”

“Buzdolabına da sığabilirsin.”

Giray gülmeye başladı. “Nasıl sığayım Nida?”

“Çekmecelerini ve raflarını çıkararak?”

Tugay durduğu yerde gülmeye başladığında Giray afallamış bir şekilde baktı. “Haklısın,” dedi duraksayarak. “Bunu sahiden de düşünmemiştim.”

Nida üstün bir şekilde gülümseyip kollarını önünde bağladı ve odanın içine baktı. Giray ise el kol hareketi yaparak koltuğun olduğu yeri gösterdi, Nida ise hevesle, yavaş adımlarla koltuğa yürüdü. Üçüncü adımının ardından ikili koltuğun üzerine çıkıp zıpladı ve arkasındaki kocaman adamın minicik bir şekilde kıvrılmış halini görerek, “Sobe!” diye bağırdı. “Sobe, sobe, sobe!”

Hızlı adımlarla duvara doğru koşarken Tugay tek hamleyle koltuğun arkasından çıktığı gibi Nida’nın beline sarıldı ve onu durdurdu. “Ya!” diye gülerek bağırdı Nida. “Bırak, sobe!” Çırpınarak kurtulmaya çalıştı, Tugay ise gücü yetmiyormuş gibi yere düştü ve o şekilde Nida’yı tutmaya devam etti.

“Gücüm yetmiyor,” dedi Tugay zorlukla yerde sürüklenirken. “Nida, yavaş biraz!”

Nida, ayak bileğini Tugay’ın elinden kurtardıktan sonra zıplaya zıplaya duvara gitti fakat Tugay hemen arkasındaydı; eliyle duvara sertçe vurup, “Sobe!” diye bağırdığı anda Tugay çevik bir hareketle ayağa kalkıp Nida’yı belinden yakaladı. Havaya kaldırırken Nida’nın kıkırtıları odanın içini dolduruyordu. İki kez havaya atıp tuttu ve sonrasında onu döndürmeye başladı. Uzun saçları dalga dalga uçarken altındaki eteğin pileleri de havalanıyordu. “Baba,” dedi gülüşünün arasından. “İndir beni!”

Tugay bu kez Nida’yı yan bir şekilde yatırıp, “Evet,” dedi heyecanlı bir sesle. “Uçağımız birazdan kalkışa hazırdır, kuleden haber bekliyoruz!”

“Ne?” dedi Nida gözlerini kocaman açarak.

Giray yere yattığı yerden bir elini kulağına yerleştirdi. “TDÇ uçağı, TDÇ uçağı,” dedi boğuk bir sesle. “Ben Kule GPÇ. Uçuşa hazırız!”

“Hazır mısınız hanımefendi?” diye sordu Tugay babacan bir ses tonuyla. “Eğer hazırsanız…” Nida’nın cevabını bile beklemeden ağzından motor sesi çıkardı ve Nida’yı havaya kaldırıp odanın içinde koşmaya başladı. Nida ellerini iki yana açtığında gülmekten artık nefesi kesiliyordu. “Uçak yükseliyor ve alçalıyor,” dedi Tugay onunla oynarken. “Evet, uçak resmen son hızda ilerliyor!”

“TDÇ uçağı!” dedi kule heyecanla. “Biraz yavaş olun, düşeceksiniz!”

“Benim sürdüğüm uçak ben istemediğim sürece düşmez, GPÇ,” dedi Tugay bilmiş bir sesle. “Değil mi Nida?”

“Evet,” dedi nefes nefese. “Uçak düşerse ne olur?”

Tugay havada uçurduğu Nida’yı kucağına doğru çekti. Nida nefes nefese Tugay’a bakarken Tugay, Nida’nın önüne gelen saçlarını geriye doğru itekledi ve alnından öptü. “Bu çok trajik olur.”

“Trajik ne demek?”

“Üzücü olur,” diye düzeltti Tugay.

Nida elleriyle Tugay’ın üzerindeki pilot üniformasıyla oynamaya başladı. Tugay işten geldiği gibi Nida onu oyun oynamaya ikna etmişti, üzerini bile değiştirememişti. “Baba,” dedi Nida.

“Abi,” diye düzeltti Tugay.

“Baba,” dedi bir kez daha Nida kaşlarını çatarak. “Ben bir tek senin kullandığın uçağa binerim çünkü sen beni hiç düşürmezsin, biliyorum.”

Tugay gülümsediğinde bu kez Nida’yı kendine çekip sıkıca sarıldı ve saçlarına öpücük kondurdu. “Görüyor musun, kule GPÇ?” dedi Tugay nispet yaparak. “Nida bana çok güveniyor.”

“Neyse ki at olarak da sadece bana biner.” Giray gözlerini devirdi. “En karizmatik olan sensin, ben neden hep at oluyorum?”

Nida gülerek Giray’a baktı. “Çünkü sen de çok güzel bir atsın.”

“Teşekkürler, hayatımda aldığım en güzel iltifattı.”

Tugay, Nida kucağındayken kendisini koltuğa attığında onu da omzuna yasladı. Giray da oturduğu yerden kalkıp onların yanlarına oturduğunda masanın üzerindeki cips kâsesini alıp cipsi ağzına attı. O anda Tugay ve Giray’ın bakışları birbiriyle kavuştu. İkisi de aslında bugünün en mutsuz günleri olduğu biliyorlardı ama Nida’nın bundan haberi yoktu.

Tugay yarın gidecekti ve Nida onu çok uzun bir zaman göremeyecekti; döndüğünde ise aynı adamı görüp görmeyeceklerinden, hatta onu görüp görmeyeceklerinden emin bile değildi çünkü Tugay Demir Çeviker planını artık devreye sokuyordu, o mahkûm olma yolunda ilerlerken Nida’yı kendinden tamamen uzaklaştıracaktı.

Bugün üçünün son günleriydi, aslında bir vedaydı.

“Baba,” dedi Nida bir kez daha. “Bir gün beni gerçekten uçağına bindirebilir misin?”

“Bu da nereden çıktı?” Tugay şaşırmıştı çünkü Nida’nın pek de böyle istekleri olmazdı.

“Çünkü karları daha yakından görmek istiyorum.” Eli, üzerindeki elbisesinin yakasına doğru gitti ve boynundaki beyaz lekelere dokundu. “Hem belki gökyüzünde kar prensesi de vardır.”

Tugay bu isteğine ne cevap vereceğini bilemeyerek Giray’a baktı. Giray ise ucu açık bir yanıt vererek, “Trenler de eğlencelidir,” dedi. “Yarın binelim mi?”

“Olur!” Nida’nın gözleri kocaman açıldı ve Tugay’a döndü. “Sen de gelecek misin?”

Bu kez bakışları üzüntüyle birbirini buldu. Tugay’ın dudakları aralandı fakat uygun kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. “Ben yarın gelemem,” dedi ağzının içinde geveleyerek.

“Biz de başka bir gün gideriz o zaman.”

“Nida.” Tugay ciddiyetle boğazını temizledi ve Nida’yı dizine oturtup dik bir duruşa geçti. “Abiciğim, ben bir süre yanınızda olamayacağım.”

Nida’nın bakışları değişti ve ellerini dört şeklinde kaldırarak, “Bu kadar gün değil mi?” diye sordu çünkü Tugay hep dört günlüğüne bir yerlere giderdi. “Çünkü bu aralar hep gidiyorsun.”

“Hayır,” dedi Tugay, ardından Nida’nın saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Çok daha uzun.” Nida bu kez elini beş yaptı. “Daha uzun.” Nida’nın kaşları çatıldı. “Parmakla sayılamayacak kadar uzun bir süre olamayacağım ama abin elinden geldiği kadar senin yanında olacak.”

Nida dudaklarını büktü ve uzun bir süre sessiz kaldı. Yine üniformasının yakalarıyla oynamaya başladığında, “Ne zaman geleceksin peki?” diye sordu.

Bu sorunun cevabını Tugay’ın kendisi bile bilmiyordu, bu yüzden sessiz kalma sırası ondaydı. Giray, “Henüz belli değil,” diyerek atıldı ve başını koltuğa yaslayıp Nida’ya şirinlik yaptı. “Ama ben buradayım, bir yere gitmeyeceğim. Beni sevmiyor musun yoksa?”

“İkinizi de seviyorum,” dedi Nida mutsuz bir sesle fakat hâlâ aklı Tugay’da bir şekilde ona döndü. “Nereye gidiyorsun peki?”

Tugay bu hayatta yalanları en çok Nida’ya söylerdi, onun iyiliği için. “İş için gitmem gerekiyor.”

“Uçak mı kullanacaksın?”

Tugay yutkundu. “Evet.”

“Peki kar yağan bir yere mi gideceksin?”

Tugay afalladı ve sonrasında, “Evet, sanırım,” dedi ne diyeceğini bilemeyerek.

“Peki bana oradan kar getirir misin?”

Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve gülmeye başladı. “Güzelim bu imkânsız çünkü kar, ben sana getirene kadar erir.”

“O kadar uzağa gideceksin yani.” Tugay, Nida’nın zekâsı karşısında yeniden güldü. “Peki bana Kar Kraliçesi’ni getirir misin? Hani birini göstermiştin ya göğsüne karlar yağmıştı. Onu bulup getirebilir misin?”

“Nida,” dedi Tugay gülümseyerek. “Benden neden bunları istiyorsun?”

“Çünkü senden bir şey istersem beni hiç unutmazsın.” Elini Tugay’ın yüzüne koydu ve başını önüne doğru eğdi. “Siz benden bir şey istediğinizde ben bütün gün onu düşünüyorum.”

“Nida,” dedi Tugay ve Giray aynı anda. “Seni asla unutmam,” diye mırıldandı Tugay başını iki yana sallayarak. “Asla unutmam ve senin için kar getirebilirsem getireceğim, senin için Kar Kraliçesi’ni ikna edebilirsem onu da seninle tanıştıracağım, söz veriyorum.”

Nida mutsuz bir şekilde başını aşağı yukarı salladı ve sonra başını Tugay’ın göğüs kafesine yaslayıp yan tarafta oturan Giray’ın yüzüne doğru baktı. Gözünden bir damla yaş aktığında ağlarsa ikisinin de üzüleceğini biliyordu ama gizleyemiyordu çünkü ne olursa olsun o henüz bir çocuktu.

Giray gözyaşını gördü fakat Tugay’a bunu söylemedi, sadece dudaklarını birbirine bastırıp Nida’ya baktı.

“Peki ben senden bir şey isteyebilir miyim?” diye sordu Tugay.

“İste ama ben seni hiç unutmayacağım.”

Tugay gülümsediğinde kollarını Nida’ya sardı ve saçlarının tepesinden öptü. “Her ne olursa olsun beni değil ama bugünleri unutma, olur mu Nida? Beni hiç unutmamanı istiyorum evet ama unutmamanı istediğim kişi şu an sana sarılan adam. Bu anı ve bu zamana kadar geçirdiğimiz bütün anları unutma olur mu?”

Nida yüzünü buruşturdu. “Anlamadım.”

“Yani diyor ki,” dedi Giray boğuk bir sesle. “Geri döndüğümde seninle yeniden oyun oynayacak o adam olacağım, bunu aklından çıkarma.” Giray bu cümleleri kurarken sanki kendisini de ikna ediyor gibiydi.

İkisi de aslında farkındaydı, Tugay geri döndüğünde asla aynı adam olmayacaktı.

“Unutmam,” dedi Nida. “Söz.”

“Ben de söz veriyorum sana,” dedi Tugay tek nefeste. “Döndüğümde hiç değişmemiş olacağım.” Sonra ekledi. “Senin için.”

Nida gözlerini kapattı ve gözünden bir damla yaş daha aktı; Tugay ise göz ucuyla baktığında ağladığını gördü. O an belki de savaştan vazgeçmenin tam sırasıydı ama o anda da gelecekte de o savaştan vazgeçemeyecekti.

“Nida,” dedi Tugay kısık bir sesle çenesini saçlarına yaslayarak. “Sen çok daha güzel bir dünyada yaşa diye her şeyi yaparım, biliyorsun değil mi?”

“Anlamadım.”

Giray gülümsedi. “Yani diyor ki sana daha güzel bir hayat yaşatmak isterim. Daha mutlu olduğun.” Nida sustu ve gözünden bir damla yaş daha aktı, sonrasında iç çeke çeke ağlamaya başladığında başını kaldırıp sıkıca Tugay’ın boynuna sarıldı.

“Gittiğin yere bizi de götüremez misin?” dedi hıçkıra hıçkıra.

“Nida,” dedi Tugay acıyla. “Gittiğim yer sevebileceğin bir yer değil.”

“Nasıl bir yer ki?”

Tugay aklına gelen ilk kelimeleri söyledi. “Gece, sürekli gece, sürekli karanlık. Güneş pek doğmuyor. Soğuk. Bir de kalabalık. Orada çocuklar pek yok.” Düşünerek konuşuyordu ve daha yalın nasıl anlatılırdı, bilmiyordu.

Nida biraz düşündü ve sonrasında sarıldığı yerde, “Kötüymüş,” dedi iç çeke çeke.

“Nida,” dedi Giray uyarıcı bir ses tonuyla. “İşleri zorlaştırıyorsun, elbet bir gün dönecek ve o zaman ikimiz de onunla,” elini üç yaptı, “bu kadar gün küseceğiz, tamam mı?”

Nida çocuklara uğrayan o masum hisle, “Baba,” dedi, “sen de söz verir misin?”

“Ne için?”

“Bir gün geri döneceğin için.”

Tugay afalladı; Giray ise derin bir nefes alıp oturduğu yerden kalkıp mutfağa doğru gitti. Mutfaktan bir şeylerin devrilme sesi geldi; Giray’ın öfkesi artık dışarıya taşıyordu.

Tugay çok uzun bir süre sessiz kaldı ve en sonunda hiç yapmaması gereken bir şeyi yaparak, “Söz,” dedi. “Söz veriyorum geri döneceğim Nida.” Sonrasında kollarını iki yana açtı ve Nida’nın sarılması için bekledi; Nida ise bir an bile şüpheye düşmeden Tugay’a kocaman sarıldı.

O gün, Nida’nın kötülükle hiç tanışmadığı ve Tugay’ın da kötülüğe en sağlam adımlarını attığı günlerden bir tanesiydi.

Eftalya Atalar

Kaç dakikadır o şekilde duruyorduk bilmiyordum. Tugay’ın gözleri kapıdan ayrılmıyordu, ben ise bakışlarımı ondan çekemiyordum. Kalbimde bir yerlerde Giray’ın gitme ihtimalini kabullenemiyordum ama sanki Tugay kabullenmiş gibiydi, öyle ki daha önceden bunu konuştukları çok belliydi. Sanki savaşın en kötü zamanında, belki de ölüm tam ensemizdeyken Nida’yı alıp gitmesini söylemişti ama şimdi, bu şekilde gidişi kalbimi paramparça ediyordu.

Bir gidişin ölümü ne demekti, biliyordum ama bir kardeşin yaşıyorken yarım kalmak nasıl atlatılırdı, buna bir çözümüm yoktu.

Aklımdan binlerce cümle geçiyordu ama hangisini söylersem söyleyeyim başka bir yarayı kaşıyacakmışım gibi geliyordu. Giray her şeyden vazgeçmemizi istiyordu fakat Tugay’ın vazgeçse bile her nereye giderse gitsin mutlu olmayacağını çok iyi biliyordum çünkü onu tanıyordum. Aslında Giray da onu tanıyordu.

“Tugay,” dedim solgun bir sesle. “Konuşmak ister misin?”

Tugay kurumuş dudaklarını ıslattı ve derin bir nefes verdikten sonra başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Aklından geçenleri duymak istiyordum fakat o sessizliğin içine gömülmüştü.

“Peki benim konuşmamı ister misin?”

“Lütfen,” dedi kapıya bakmaya devam ederken. “Lütfen bana bir şeyler söyle.”

Yaslandığım yerden doğrulup ağır adımlarla ona doğru yürüdüm ve tam karşısına geçip gözlerinin içine baktım, dakikalardır kapıda olan bakışlarını neyse ki bana çevirdiğinde düştüğü karanlığı hissedebiliyordum. “Dürüst cümlelerimi mi istersin yoksa seni iyileştirmek için yalanlara mı başvurayım?”

Tugay hiç düşünmeden, “İyileşmek artık cümlelerle gerçekleşmez, Sevgili Avukat,” dedi. “Bana dürüst ol.”

“O halde Nida’yla vedalaş.” Tugay’ın vücudu kaskatı kesildi ve geriye doğru yarım adım attı. İlerleyip yüzünü ellerimin arasına aldım ve yanağını okşadım. “Yarın nefes alacağının belirsiz olduğu bu savaşın ortasında Nida’ya son kez sarılma ihtimalini kaçırmamalısın, her ne olursa olsun.”

O kadar dürüsttüm ki bu dürüstlük onun canını yakıyordu, biliyordum.

“Korkuyorum,” diye fısıldadı yüzünü elime yaslarken.

“Neyden?”

“Benden korkmasından.”

“Senden korkup korkmadığını bilmiyorum,” dedim açıkça. “Bildiğim tek şey onunla vedalaşman gerektiği çünkü bunu yapmazsan sonrasında çok pişman olacaksın.” Yutkunduğumda aklımdan geçenleri okusun istedim, çok daha fazlası vardı ama dile getiremiyordum. “Kaç kurşun yedin devrilmedin, bu da devirmez seni, yeni bir yaran açılır sadece.” Ellerimi omuzlarına indirdim ve sıkıca tuttum. “Lütfen onunla vedalaş ve bunu onun da ellerinden alma.” Tugay bir süre yüzüme baktı ve sonrasında gözlerini kapatıp nefesini verdi. Geri açtığında hem acıyı hem de gücü gözlerinde görüyordum. Beni onaylayarak başını yavaşça salladığında yeniden kapıya dönüp baktı. “Lütfen,” diye fısıldadım. “Yap bunu.”

Elini saçlarına geçirdi ve düzeltti, ardından çenesini havaya kaldırdı. Gülümsediğinde gözlerindeki acı silinmiyordu ama kararını verdiğini duruşunu değiştirmesinden anlayabiliyordum. Art arda başını aşağı yukarı salladı ve sol avcumun içini öptükten sonra benim yanımdan uzaklaşıp kapıya doğru yürüdü.

Hemen arkasından bakmak yerine peşinden ilerledim. Tugay kapıdan çıktığı an, bana gösterdiği bütün o zayıf yönlerini yok etti; duruşu dik, adımları sağlamdı. Nida’nın daima sevdiği o babası, abisiydi.

Tugay’ın annesinin odasının olduğu yerden Nida’nın ve Giray’ın sesi geliyordu. Tugay direkt o odaya yöneldiğinde ben de hemen bir adım arkasındaydım. Eli kapının koluna gitti, büyük bir nefes verdi, bakışlarını bana çevirdi. Gözlerimle onu onaylayıp gülümsediğimde Tugay kapıyı bir kez çalıp yavaşça kapının kolunu çevirip açtı.

Odanın içinde sarı, loş bir ışık yanıyordu, yerde büyük bir valiz vardı ve Giray, Nida’nın üç beş parça kıyafetini o valizin içine koyuyordu. Nida ise yatakta oturmuş, sakince Giray’ı izliyordu; gözyaşı yoktu, öfke yoktu, korkuyu da hissetmiyordum ama kapı açıldığı an Tugay içeriye girdiğinde bakışlarıyla beraber duruşu da değişti.

Giray da başını çevirip baktığında gözlerinde büyük bir şaşkınlık vardı, bunu beklemediği çok açıktı. Omzumu kapının pervazına yasladığımda Tugay odadan içeriye doğru yürüdü, Nida ise gözleriyle Tugay’ı takip etti.

Nida’nın bakışları Tugay’ın ellerine kaydığında ne aradığını anlayamamıştım ama Tugay sanki bir suç işlemiş gibi ellerini arkaya doğru sakladı ve Nida’nın hemen önüne gidip yere çöktü. İkisi birbirine bir süre baktıktan sonra Tugay ne yapacağını bilemeyerek sağ elini kaldırdı fakat Nida’ya dokunmak yerine geri indirdi. Nida ise gözlerini kaçırmadan Tugay’ı izliyordu.

“Giray’la kısa bir tatile çıkacaksınız,” dedi Tugay çöktüğü yerde. “Bu tatilde dilediğin her şeyi yapabilirsin çünkü benimleyken istediğin hiçbir şeyi yapamıyordun, biliyorsun.” Nida’nın yüzünde tek bir hareketlenme bile yoktu. “Ve gittiğin yer daima güneşli olacak, Giray’la öyle konuştuk, deniz de var. Kuşlar hep ötüyor, her yer yemyeşil, belki de hayatında göremeyeceğin kadar tonlarca güzellik var orada.” Nida hiçbir şey söylemediğinde Tugay çekingen bir şekilde, “Beni dinlemiyorsun değil mi?” diye sordu.

Nida tek bir cümle kurdu. “Ama sen yoksun.”

Tugay’ın bakışları değiştiğinde içim acıyordu. “Ben maalesef gelemiyorum çünkü…”

“Bana neden yalanlar söylüyorsun?” Nida da sanki ilk kez Tugay’a böylesine dürüsttü. “Beni neden kandırıyorsun?” Giray çöktüğü yerden doğrulduğunda geriye doğru bir adım attı. “Ben silahın ne demek olduğunu biliyorum, insanları öldürüyor. Ben bombaların ne demek olduğunu biliyorum, yangın çıkarıyor. Ben bıçakların ne olduğunu biliyorum, kanatıyor. Sen ise beni kandırıyorsun ama ben bütün bunları biliyorum.” Parmağını kaldırıp Tugay’ın sol kolunu gösterdi. “O kolunu baltayla kestiler senin, biliyorum, söylediler bana o kötü adamlar.”

“Nida,” dedi Giray arkadan. “Bütün bunları konuşmak için uygun zaman değil.”

“Hayır,” dedi Tugay ve Nida’ya bakmaya devam etti. “Devam et Nida.”

“Beni hep kandırıyorsun,” dedi Nida. “Sana hep inanıyordum ama artık inanmıyorum çünkü gördüm.”

Gördüm. Gördü. Gördüğünü hepimiz biliyorduk ama asıl can acıtan Tugay’ın söylediklerinin yalan olduğunu, artık onun katil olduğunu bildikten sonra öğrenmişti.

“Nida,” dedi Tugay ve yeniden elini kaldırdı ama bir kez daha dokunamadı. Eli havada kalırken ne yapacağını bilemeyerek başını önüne eğdi. “Seni bu dünyada koruyabileceğimi sandım, özür dilerim.” Elleri iki yanına düştüğünde çaresizce başını iki yana salladı. “Sana güzel bir çocukluk yaşatamadığım için çok özür dilerim, sende kalıcı izler bıraktığım için çok özür dilerim, beni o şekilde gördüğün için çok özür dilerim. Her şey için çok özür dilerim ama ben kötü bir adam değilim.” Başını eğdiği yerden kaldırdı ve Nida’nın yüzüne baktı. “Ben o adamlar gibi değilim, sana bunu kanıtlayamam şu an ama ben hiçbir zaman onlar gibi olmadım. Hiçbir şeyi unutturamam sana biliyorum ama beni lütfen kötü hatırlama, bu beni mahveder.”

Nida’nın gözleri dolduğunda sol elini kaldırıp Tugay’ın yüzüne koydu. “Baba, ben senin iyi bir adam olduğunu biliyorum ki.”

Tugay acıyla nefesini verdi. “Ama korkuyorsun değil mi?”

“Evet korkuyorum,” dedi Nida. “Ama senden değil, senin de Yaşar amcalar gibi ölmenden korkuyorum.” Ölüm kelimesi Nida’nın ağzından çıkıyordu, aslında birçok şeyin farkındaydı ama o da kendi içinde bizden gizleniyordu, bunu görebiliyordum. “Daha önce gittiğinde de korkmuştum, şimdi de korkuyorum. Baba,” dedi ve gözünden yaşlar döküldü. “Öleceksin diye mi bizi gönderiyorsun?” İç çeke çeke ağlamaya başladı. “Ben güneş, deniz falan istemiyorum ki, ben sizinle olmak istiyorum. Eğer tatile gideceksem ben sizin de olmanızı istiyorum. Neden beni hep bırakıyorsun? Ben seni,” daha fazla iç çekti, “çok seviyorum. Ben senden hiç ama hiç korkmuyorum, yemin ederim korkmuyorum.”

Hiç düşünmeden Tugay’ın boynuna sarıldığında omzunda ağlamaya başladı. Öyle sıkı sarıldı ki onu hiç bırakmak istemediği her halinden belliydi. Tugay’ın dudaklarından acı dolu bir mırıldanma döküldü ve sonrasında Nida’ya sarıldığında protez olan eliyle Nida’nın saçlarını okşadı. Gözlerinin önünde bir adamı öldürmüştü, her ne olursa olsun bu Nida için silinmeyecekti ama her şeye rağmen Tugay’a olan sevgisinde birazcık bile olsa azalma olmamıştı, ona öyle bir güveniyordu ki bu her halinden belliydi.

“Lütfen sizden ayrılmama izin verme,” diye ağladı Nida. “Lütfen ölmeyin, çok korkuyorum.” Bu yaşadığı aslında bir çocuk için öylesine ağırdı ki kaldırabilmek çok zordu. “Ben hiç sesimi çıkarmam, hiçbir şey yapmam ama lütfen gitmeyeyim baba, kandırmak istiyorsan inanmış gibi yaparım.” Geriye çekildi ve bir anda gözlerini sildi. “Unuttum, görmedim hiçbir şey. Hiçbir şey olmadı.” Ama yaşlar durmaksızın akıyordu. “Unuturum.”

“Nida,” dedi Tugay bu kez yaşları elleriyle silerken. Protez olan eliyle çenesini kaldırdı. “Sana dürüst olmamı mı istersin yoksa yalanlar mı?”

“Yalan istemiyorum,” diye mırıldandı Nida.

“Şu an sana kim olduğumu, ne yaptığımı anlatmayacağım çünkü yaşın çok küçük ama bir gün büyüdüğünde nedenlerimi, yollarımı, hatta kim olduğumu bileceksin. O zaman beni ya anlayacaksın ya da öfkeleneceksin ama tek bir şeyden eminim; şu an senin gitmenin doğru karar olduğunu büyüdüğünde anlayacaksın. Çünkü sen varken ben kendimi güçsüz hissediyorum, güçsüz hissedersem yenilirim, yenilirsem…” Sustu ve Nida’nın gözlerinin içine baktı. “Benden korkmuyorsun değil mi?” Nida başını salladı. “Ama ben kendimden korkuyorum, senin göreceklerinden korkuyorum, sana vereceğim yaralardan korkuyorum. Beni anlıyor musun canımın içi?” Nida’nın saçlarını okşadı. “Gördüğün görüntüyü hafızandan silebilmek için her şeyi yaparım, lütfen beni öyle hatırlama, bilme.”

Nida burnunu çektikten sonra, “Neden sen de gelmiyorsun bizimle?” diye sordu. Neden vazgeçmiyorsun, diye soruyordu.

“Belki bunu da büyüdüğünde anlarsın, Nida. Ve belki de anlamazsın, kızarsın, bunun cevabını bir tek sen bileceksin.” Tugay gülümsemeye çalıştı. “Ve belki de ben bileceğim.”

Nida’nın bakışları Giray’a döndü ve yeniden Tugay’a baktığında, “Senin benim babam olmadığını da biliyorum,” dedi dürüstçe. “Ama bir keresinde küçükken bana anlattığın bir masalda babaların çocuklarını korumak için her şeyi yapacağını söylemiştin ve beni hep koruyordun. Şimdi de koruyorsun.” Tugay başını aşağı yukarı salladı. “Seni anlıyorum,” dedi bir çocuktan beklenmeyecek bir olgunlukla. “Ve bir gün seni daha çok anlayacağım çünkü sen iyi bir babasın.”

Tugay güldüğünde gözleri buğulanmıştı, Nida’ya yeniden sarıldığında onu kucağına çekti ve yere oturdu. Saçlarından, alnından ve yanaklarından öptü. “Sen hayatımda gördüğüm en güçlü ve en harika kız çocuğusun.” Yanaklarını okşadı. “Gittiğin yerden bana kar getirir misin diyemeyeceğim çünkü orada karlar hiç yağmıyor ama bana gittiğin yerden deniz kabukları toplayıp getirir misin?”

Nida, başını onaylayarak salladığında Giray sırtını onlara dönmüş, pencereden dışarıya bakıyordu. “Söz veriyorum, getireceğim. Peki sen de bana söz verebilir misin?”

“Ne için?”

Nida titreyen bir sesle, “Geri döndüğümde deniz kabuklarından bana kolye yapacaksın, söz ver,” dedi. Bu söz, aslında Tugay’a yaşamaya devam etmesi için aldığı bir sözdü.

Tugay’ın dudakları aralandığında bu sözü vermenin ne kadar zor olduğunu biliyordum. Her ne derse desin o sözü tutamamanın verdiği ağırlık da Nida için bir yara gibi kalırdı. Fakat Tugay duruşunu dikleştirdi, çenesini kaldırdı ve “Söz,” dedi bütün kalbiyle. “Söz veriyorum sana o deniz kabuklarından harika bir kolye yapacağım.”

“Teşekkür ederim.” Nida iç çektiğinde bakışlarını bana çevirdi ve Tugay’dan ayrılıp kollarını bana doğru açtı. “Sana da sarılabilir miyim? Daha önce babam Kar Kraliçesi’ni bana getireceğinin sözünü vermişti ve getirdi.”

Hiç düşünmeden kapının pervazından ayrıldım ve zorlukla yere çöküp Nida’ya sarıldım. Bana öyle sıkı sarıldı ki acımı bile unuttum, daha fazla acıtıyordu ama o acıyı unuttum. “Benim için de deniz kabukları topla, beyaz olanlar bizim için olsun,” dedim. Göz kırptığımda lekelerimi gösterdim.

Nida başını salladığında, “Bembeyaz deniz kabuklarını senin için toplayacağım,” dedi. “Ve babam bir kolye de senin için yapacak.”

Gülümsediğimde Giray, “Yeter bu kadar,” dedi yarı alaylı yarı ciddi bir sesle. “Ben sarılamıyorum diye kıskanıyorum artık.”

Geriye çekildiğimde yavaşça doğruldum, Tugay ise Nida’yı kucaklayıp ayağa kalktı, bakışlarını Giray’a çevirdi. Dudaklarını oynatarak sana emanet, dedi Giray’a. Giray ise sadece başını salladı.

Tugay yeniden Nida’ya döndüğünde parmaklarını üç yaptı. “Bu kadar gün sonra gelecek misin?”

Nida gözyaşlarının arasında kıkırdadı ve o da parmaklarını üç yaptı. “Bu kadar gün sonra gelmeye çalışacağım, baba.”