logo

49. VEDA

Views 4165 Comments 269

TUGAY DEMİR ÇEVİKER KULLANDIĞI UÇAĞI DÜŞÜREREK İNTİHAR ETTİ!

26 Ocak 2029 tarihinde eski deneyimli pilot ve adını birçok suça kazıyan Tugay Demir Çeviker, son uçuşunu trajik bir şekilde tamamladı. 32 yaşındaki Çeviker, özel bir uçakla yaptığı uçuş sırasında, uçağı bilerek düşürerek hayatına son verdi.

Edinilen bilgilere göre Tugay Demir Çeviker uçuş öncesinde herhangi bir yardım çağrısında bulunmadı ve rutin bir uçuş gibi hazırlıklarını tamamladı. Uçak kalkışından kısa bir süre sonra, rotadan çıkarak kontrollü bir şekilde irtifa kaybetti. Olay yerine ulaşan ekipler uçağın enkazına ulaştıklarında Tugay Demir Çeviker’in hayatını kaybettiğini doğrulandı.

Herkes bu intiharın sebebinin eşi Eftalya Atalar’ı kaybetmesi olduğunu konuşurken yakınlarından herhangi bir haber alınamadı.

Kariyeri boyunca sayısız başarılı uçuşa imza atmış, ondan bahseden eski meslektaşları disiplinli birisi olarak tanımladıklarını söylüyorlar. Ardından cevaplanması zor sorular bırakan Tugay Demir Çeviker’in uçağının kara kutusundan eşi Eftalya Atalar’a ait diye düşünülen bir avukat cübbesi çıktığı söylentiler arasında.

Bunun dışında yine eşine ait bir yüzük, iki adet deniz kabuklarından yapılmış kolye ve iki adet CD ulaşıldığı bilgisine erişildi.

Kendisiyle alakalı ise hiçbir eşyaya rastlanmadı.

Ülkede derin bir acıya neden olan bu ölüm, sevenlerinin sokaklara dökülmesine ve duvarlara cümlelerinin yazılmasına neden oldu. Mahkemesinin ardından tek istediğinin son bir kez uçak kullanmak olduğu da eriştiğimiz bilgiler arasındadır.

Giray oturduğu yerden ona ulaştırılan ellerindeki o iki CD’ye bakıyordu ve gözlerinden yaşlar ardı arkası kesilmeden dökülüyordu. Bütün bunların olacağını en başından beri biliyordu ve bunu bilmek en çok canını yakandı. Oturduğu koltukta hemen yanında Nida vardı, neler olduğundan bihaberdi ama abisinin gözyaşlarından Tugay’ın artık gelmeyeceğini anlayabiliyordu.

Tugay Demir Çeviker, Eftalya Atalar’dan sonra zafer kazanmış ve intikamını aldıktan sonra son bir kez uçağa binerek hayalini gerçekleştirmeyi tercih etmişti. Kendisini adalete teslim ederken de uçağı kullanmaya karar verirken de kimseye haber vermemişti. Bu planları Eftalya’yı kaybettiği günün gecesi ayarlamış, geçirdiği o kırk dokuz günü sadece bunları düşünerek ilerletmişti.

CD’ler birbirinden farklıydı ve birisinde aileme yazıyordu, diğerinde ise halka. Birisini herkes izlesin istiyordu, birisini sadece ailesi.

Saatlerdir çöktüğü yerde öylece ağlayan Giray ve hemen karşısında diğerleri vardı. Tek bir kişinin bile gözündeki yaş durmuyordu ama evin içinde öyle bir sessizlik hâkimdi ki her anlamda bunu bekledikleri açıktı. “Biliyordum,” cümlesi döküldü Giray’ın dudaklarından. “Biliyordum, her şeyi biliyordum, sonunun böyle olacağını biliyordum.”

Nida yutkunduğunda ve Giray’ın elinde tuttuğu habere baktığında Tugay’ın pilot üniformasıyla olan fotoğrafını gördü, hemen yanında düşmüş bir uçağın fotoğrafı vardı. Hemen altında ise Eftalya Atalar’ın avukat cübbesiyle olan fotoğrafı savaşın galiplerini göstermek istiyormuş gibi apaçık ortadaydı. Elbet anlaşılıyordu ama Nida anlamak istemiyordu. Giray o kara kutudan çıkan eşyalardan deniz kabuklu kolyeleri de eline aldığında daha fazla ağlamaya başladı. Nida’ya söz verdiği o kolye buradaydı ve aynısından Eftalya’ya da yapmıştı. Bir tanesi rengârenk, bir tanesi bembeyaz. Şimdi o kolyeler Giray’ın ellerindeydi.

Nida uzanıp kolyeyi Giray’ın elinden aldığında, “Benim için yapmış,” dedi sesi titrerken. “Söz vermişti çünkü.”

“Evet,” dedi Giray sadece. “Evet, sözünü tutmuş.” Dağılmışlardı, parçalanmışlardı, yok olmuşlardı ama bunun olacağını da çok iyi biliyorlardı, kendilerini hazırlamışlardı çünkü Tugay, Eftalya’dan sonra bir kez daha ayağa kalkamamış, kendisi gibi olamamıştı.

“Son kez o mezarlığa gittiğini biliyordum,” diyen Sinan başını iki yana salladı. “Eftal’in mezarına iki dalı solmuş orkide dikmiş ve…” Sinan başını önüne eğdiğinde ellerini saçlarına geçirdi, “ve o dallar canlanmış, yeniden çiçek açmışlar. İkisi artık yok ama ektiği çiçeği o mezarlık canlandırmış, üstelik bunu biliyor gibi ekmiş.”

Tugay, Eftalya’yla ilk tanıştığında tek dalı solmuş orkide göndermişti ve onu canlandırmasını istemişti; mezarına ise ikisini temsilen iki dalı solmuş orkide dikmişti ve Eftalya’nın mezarı o orkideleri de canlandırmıştı ama artık ne Tugay Demir Çeviker yaşıyordu ne de Eftalya Atalar. Geriye sadece ikisinin gazetelerdeki adı, duvarlarda isimleri ve hiç silinmeyecek hafızalarda yerleri kalmıştı.

Nida ağlamamak için kendini durduruyordu çünkü ağlarsa onlar susardı, susarlarsa babasından artık hiçbir haber alamazdı. Abisinden. Ailesinden.

“Bana bir keresinde ölümüm bütün gazetelerde yazacak ve ben o zaman birisi olacağım demişti.” Giray nefes almakta zorlandığında elini boynuna götürdü. “Şimdi bütün gazeteler onları yazıyor, bütün dünya bir tek onları konuşuyor.”

“O CD’leri bizim için bıraktı,” diyen Marco dik durmaya çalışıyordu ama başarısızdı. “Son görev belki de halka o CD’yi izlettirmektir, bunu yapmamız gerekiyor.”

Giray yeniden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında bir an bile susmuyordu. Dağılmıştı, bir parçası yok olmuştu ve onu terk etmişti. Kendini artık durduramıyor, yenik bir şekilde yere çöktüğü yerde ağlamaya devam ediyordu. “Kardeşim o benim,” dedi hıçkırıklarının arasından. “Nasıl dayanacağım ben?” Bakışlarını diğerlerine çevirdi, Gamze’ye, Sinan’a, Marco’ya, Javier’e, Lena’ya, Helen’e, Red’e… Aslında onlar da son kez bu evde toplanmışlardı ve yollarını ayıracaklardı. Sinan ve Gamze, Gamze’nin annesi için birlikte Almanya’ya gideceklerdi. Marco ve Javier’in ne yapacakları belirsizdi ama bütün bu işlerden ellerini ayaklarını çekeceklerdi, Helen de onlarla beraber olacaktı. Red, Amsterdam için bir bilet almıştı, Lena ise İzmir’e, memleketine geri dönecekti. Giray’la Lena’nın yolları belirsizdi ama artık Giray öylesine acıya batmış, öylesine yarımdı ki bu kadar kayıptan sonra nasıl doğrulabilirdi, nasıl yeniden kalbinin sesini duyabilirdi bilmiyordu. Belki de hayat onları daha acısız bir zamanda yeniden bir araya getirecekti. “Söylesenize, insan bu kadar şeye nasıl dayanır?”

Nida daha fazla kendini tutamayıp ağlamaya başladığında ve Giray’ın boynuna sarıldığında, “Ben varım,” diye hıçkırdı. “Ben buradayım, yanındayım.” Giray da kardeşine sarıldığında küçücük bir çocuğun omzunda ağlıyor, ona sığınıyordu. İkisi de kardeşini kaybetmişti ama Nida babasını da kaybetmişti, bunu artık biliyordu. Hıçkırıklar sessiz iç çekişlere dönüştüğünde Giray kollarını Nida’dan uzaklaştırdı ve kardeşinin yanaklarını silerken Nida, “Bir daha o gelmeyecek değil mi?” diye sordu. “Bir daha onları göremeyeceğim değil mi? Öldüler onlar.”

“Nida’m,” dedi Giray gözyaşlarını silerken. Dudakları aralandı, verebilecek bir cevap düşündü ve sonrasında hiçbir cevap bulamadığında kardeşinin yanaklarını öptü.

“Bir daha onları göremeyeceğim,” diye ağlamaya başladı bu kez Nida ve başını yeniden Giray’ın omzuna gömdü. “Çünkü öldüler, biliyorum, kaybettim onları. Keşke onları son gördüğümde daha fazla sarılabilseydim, keşke daha fazla öpseydim onları.”

Hepsi tamamen acıya batmışlardı ve o an hepsi de farkındaydı, zamanla bir aile olmuşlardı. Bu savaş onları birbirine bağlamış, yollarını birleştirmişti. Sinan’ın gözlerinden akan yaşlar artık sadece Eftalya için değil, Tugay içindi de çünkü onu son gördüğünde bu kararı vereceğini biliyordu ama kimseye hiçbir şey söyleyememişti, hayatı boyunca bununla yaşamayı bilecekti.

Marco, Adnan Atalar’ın emaneti Eftalya’yı kaybettikten sonra zamanla kardeşi olan Tugay’ı da kaybetmişti. Bağlılığı oluşabileceğini düşünmezken ikisine de bağlanmıştı ve artık ikisi de bu dünya üzerinde yoktu.

Gamze bu savaşın ortasında kazandığı dostu Eftalya’yı ve sığındığı Tugay’ı kaybetmişti.

Ve Giray her şeyini kaybetmişti; kardeşini, ikizini, yol arkadaşını kaybetmişti.

“26 Ocak tarihinde öldü,” dedi Giray zorlukla konuşarak. “Ve yine zaman 26 Ocak 2005’i gösterdiği gün, biz çocukken pilot olmaya karar vermişti. Bu tarihi hatırlıyorum çünkü babam günlüğünde okumuştu. Sonrasında ise onu evden kovmuş, soğukta bekletmişti.”

Derin bir nefes aldığında ve çenesini havaya kaldırdığında yavaşça bilgisayara doğru yürüdü. Halk için servis edilecek olan o CD’yi taktığında sakince görüntünün gelmesini bekledi.

Tugay videoyu Eftalya için hazırlattığı o evde çekmişti, arkada piyano görünüyordu ve kendisi bir duvarın önündeydi. Gözleri tamamen acıya batmıştı ama halka hitap edeceği kaldırdığı çenesinden ve dik duruşundan belliydi.

Her şeye rağmen son kez halkın karşısında dimdik duracaktı, güçsüzlüğünü göstermeyecekti.

“Ben Tugay Demir Çeviker, bu ülkenin bir bireyi, sizin yol arkadaşınız olarak karşınızdayım. Bugün yalnızca benim, Sevgili Avukat’ımın ya da örgütümün değil, hepimizin tarih yazdığı bir gün. Yıllardır üzerimize çöken o karanlığın ve bu topraklardaki korku egemenliğinin son bulduğu gün. Artık baskıların ve idamların değil, cesaretin ve özgürlüğün hüküm süreceği zamanlar başlıyor.”

Cümleleri sağlam, duruşu dik ve kendinden emindi. Gözlerini kadrajdan ayırmıyordu ve öyle bir cesaretle konuşuyordu ki sanki ölmemiş gibiydi.

“Yıllardır susturulduk, sesimiz boğuldu, haklarımız çalındı, umutlarımız karanlığa gömüldü. Ama hiçbir güç, bir halkın yüreğinde taşıdığı adalet inancını sonsuza dek bastıramaz. Bugün bunu da tüm dünya gördü. Krallık yıkıldı, insanların korkularından ve acılarından diktikleri taht yerle bir oldu.

Bu başlattığım savaş hiçbir zaman kolay değildi ve olmadı da. Buna ben de dahil olmak üzere birçoğumuz sevdiklerimizi kaybettik, kimimiz bu hayattan vazgeçme noktasına geldik, kimi çocuğunu bir savaş meydanında bıraktı, kimisi de umutlarını… Ama unutmayın, hiçbir kayıp, bizi kazandığımız bu savaştan döndüremedi. Ben değil, maalesef artık ben değil ama sizler çocuklarınıza bir gün büyüdüklerinde bu başkaldırıyı anlatacak ve yeniden bir Krallık inşa edilmeye çalışılırsa onların buna engel olmasını sağlayacaksınız, biliyorum.”

Her bir cümlesi zamanla akıllara kazınacaktı, onları kimse unutamayacaktı.

“Ben bir Suç Kralı değilim, ben bir cani değilim, ben sadece sizinle aynı rüyaya kavuşmak isteyen bir insandım ve birinin ateş yakması gerekiyordu, o ateşi ise ben yaktım. Hepsi bu kadar. O ateşi yakmadan önce tek arzum hiçbir çocuğun korkuyla büyümediği, hiçbir annenin gözyaşı dökmediği, hiçbir insanın boynunu bir Krallık uğruna bükmediği bir ülkeydi. Kalbinizdeki o adaleti hiçbir zaman bırakmayın, her ne olursa olsun ilk önce özgürlüğünüz için savaşmayı bilin ve sonrasında aynaya baktığınız zaman sessizliğin değil, büyük çığlıkların diktatörlüğü yıktığından emin olun.

Adil bir gelecek kurmak diktatörlükle değil, vicdanla ve merhametle mümkündür. Daima ama daima kalbinizi dinlemekten vazgeçmeyin, eğer bir yerlerde kalbinize yanlış gelen bir şeyler var ise orada özgürlük yoktur, bunu hiç unutmayın.

Gerçek güç, silahların, tahtların ve korkuların olduğu yerde değil; merhametin, vicdanın ve halkın gerçek iradesinin olduğu yerdedir.

Eğer sizin cesaretiniz olmasaydı, bugün bu savaşı kazanamazdık, bunu çok iyi biliyorum. İlk önce siz kazandınız, geleceğiniz kazandı. Ardından biz kazandık.

Bu ülke artık özgür ve özgür kalmaya da devam edecek çünkü siz, sizin çocuklarınız ve onların çocukları da yaşamaya devam edecek. Bu yaşadığınız dünya sadece size ait, başkalarına değil. Bu topraklara bir tek siz çiçekler ekebilir, onları kuraklıktan kurtarabilirsiniz.

Gökyüzüne bakın. Artık o gökyüzü sizin. Yere bakın. Artık o topraklar sizin ayak izlerinizle daha özgür. Ve aynaya bakın, orada gördüğünüz kişi, bu özgürlüğün gerçek sahibi.

Ve lütfen unutmayın, bu özgürlük için savaşırken yanımda adaletin sesi olan bir insan vardı, benim Sevgili Avukat’ım Eftalya Atalar… Onun cümleleri benim kılıcımdı, onun cesareti benim inancımı güçlendirdi. Onu bir avukat cübbesiyle hatırlamaya devam edin ve adalet için elinde bir meşaleyi nasıl tuttuğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın.

Biz bu adalet uğruna can verdik, ismimizi değil ama bu savaştaki amacımızı yaşatmaya devam edin, uğruna öldüğümüz bu yolda kazandığınız bu özgürlüğü kaybetmemek için elinizden geleni yapın.

Özgürlüğümüze değil, özgürlüğünüze değil,

Daima özgür kalmanıza!”

CD sona erdiğinde hepsinin bakışları ekrandan ayrılmıyordu. Marco ve Giray sakince bakıştı, ardından Giray birkaç hamleyle bu konuşmayı sosyal medyaya servis edip Tugay’ın isteğini açıkça gerçekleştirdi. Sadece birkaç dakika içinde insanlara ulaşmaya başladığında, “Son görevimi yerine getirdim,” dedi Giray boğuk bir sesle. Ardından eli diğer CD’ye doğru uzandı.

Aileme…

Giray derin bir nefes verdi ve sonrasında o CD’yi de taktı, birkaç saniye sonra Tugay yine o odanın içindeydi, bu kez piyanonun oradaki sandalyede oturuyordu. Omuzları düşüktü, yenikti, yenilmişti, mutsuzdu. Az önceki o dik duruşu artık yoktu.

“Siz bu videoyu izlediğinizde ben yanınızda değilim çünkü çoktan bindiğim o uçağı karanlığa doğru sürüklemiş ve bu hayata gözlerimi yummuş olmalıyım ama geride kalanların ne kadar acı çektiğini, ne kadar yarım kaldığını en iyi ben bilirim çünkü bütün kalbimle şu an bunu hissediyorum.”

Tugay’ın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. O gülümsemesini bir daha göremeyeceklerdi ama geride bıraktığı görüntüler seneler boyunca onlarla yaşamaya devam edecekti.

“Kardeşim, Giray. Bana öfkeli olduğunu, üzüldüğünü, hatta katlanamayacak kadar acıya batmış hissettiğini biliyorum. Biz seninle aynı hisleri paylaştık, birlikte doğduk ve çoğu zaman birlikte ilerledik fakat ben bu yola çıktığımda en başında bugünü görmüşsün gibi beni defalarca uyardığın o sesin kulaklarımdan gitmiyor. Henüz bir çocukken ve herkes benim üzerime gelirken bütün insanların karşısında dimdik dikildiğin gibi bu yolda da yine benim için dimdik dikildin ve herkese meydan okudun ama ben, bütün bu savaşın sonunda kendimi kaybolmuş hissediyorum. Ellerimde o kadar çok insanın kanı var ki ne kadar temizlersem temizleyeyim geçmiyor ama bütün bunların yanında sizlerden çaldığım hayatların yükünü de taşıyorum.

Hayatını, gülüşlerini, yola devam etme heyecanını senin ellerinden aldım ve şimdi bir de ben senden ayrılıyor, seni başka bir acıyla bırakıyorum farkındayım ama biliyorsun, bazen ne yaparsan yap o hayata artık devam edemezsin. Benim artık bu hayata devam etmek için hiçbir gayem kalmadı çünkü kalbimi hissedemiyorum. Sana bıraktığım bu görüntülerde senden tek bir isteğim var o da benim için, ruhum için, uğrunuza geride bıraktığım bu güzel hayat için ne olursun gülümsemeye devam et ve yaşa. O gitarı yeniden eline al, yeniden âşık ol, yeniden en yukarıdan denize atla ve yeniden delicesine dans et. Bir yol kenarında yorulduğunda ve dinlenmek için bir köşeye geçtiğinde işte o an beni hatırla ama gözyaşlarıyla değil, gülümsemelerle. Beni gülümsemelerinde sakla, eğer seni bir yerlerde izliyor olursam tek görmek istediğim hayat hevesin olsun istiyorum.”

Giray videoyu durdurdu ve yüzünü ellerinin arasına alıp sessizce ağlamaya devam etti. Tugay günler önceden çoktan o sözleşmeyi yok ettiğini söylemişti ve şimdi kardeşinin tek isteği yaşamasıydı. Yaşa diyordu, yaşa. Fakat Giray bu kadar yarım kalmışlıkla nasıl yaşardı, bunu bilemiyordu. Cümleler diken etkisindeydi, gelecekten söz eden Tugay Demir Çeviker artık o geleceğin içinde olmayacaktı.

“Çünkü biz seninle tek bir kalbe sahibiz Giray ve sen eğer mutlu olursan ben de bir yerlerde huzur içinde olacağım. Sen benim bu hayattaki tek sığınağım, güvendiğim tek dalsın. Öyle bir yaşa ki benim yaşayamadığım bütün hayat senin hayatının üzerinde bir mum gibi parlasın. En sonunda yaşlandığında ve huysuz bir adama dönüştüğünde bir sahil kasabasında benim için son bir bira daha iç ve sonrasında sadece birlikte geçirdiğimiz güzel zamanları hatırla çünkü ben bütün kalbimle sana minnet besliyor, senden bütün kalbimle özür diliyorum. Benim bir mezarlığım bile olmasın ama aksini iddia edersen, annem için diktiğim o ağacın yanına benim için de fidan dik, o ağaç büyüsün ve her sene benim yaptığım gibi o kovuğun içine bir mektup bırak. Güzel günlerini anlat bana, kötülüklerden söz etme.”

Tugay duraksadı ve sessiz kaldığında başını önüne doğru eğdi, ardından videoyu durdurdu. O an gözlerinin dolduğunu Giray görüyordu, bu bir vedaydı, acımasız bir vedaydı.

Video yeniden başladığında Tugay duruşunu düzeltmiş, yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirmişti.

“Sevgili güzeller güzeli kız kardeşim, Nida. Şu an neler olduğunu bilemeyecek kadar küçüksün ve bütün bunlardan çok uzaksın ama bir gün büyüdüğünde benim kim olduğumla gerçekten yüzleşeceksin. İşte o gün beni anlayıp anlamamak sana kalmış ama şunu hiç unutma ki ben seni bütün kalbimle, çok seviyorum. Senin için bıraktığım bu dünyada en büyük hediyem Eftalya Bahçesi çünkü çiçekleri senin de sevdiğini biliyorum. O bahçe bir tek sana emanet çünkü o çocuk kalbinle bütün çiçeklere gözün gibi bakacağını biliyorum ve büyüdüğünde de neden o çiçeklere baktığını çok daha iyi anlayacaksın.”

“Ama ben sensiz o çiçekleri soldururum ki baba,” dedi Nida ağlayarak.

“Belki de büyürken sana benim kötü bir adam olduğumu söyleyecekler, hatta belki de beni herkesten gizlemek isteyeceksin. Sakın buna üzüleceğimi düşünme, gizlemek istiyorsan gizle beni, hak veririm sana ama ne olursun seni bütün kalbimle sevdiğimi, bu savaşı başlatmamda sana güzel bir dünya bırakma ümidinde olduğumu hiç unutma. Benden nefret etsen bile abinin bütün kalbiyle seni bütün dünyadan korumak istediğini aklından hiç çıkarma.

Bir gün genç bir kız olacaksın, ben senin o hallerini hiç göremeyeceğim ama büyüdükçe hayatın acımasızlıklarıyla daha çok yüzleşeceksin. Seni bütün kötülüklerden korumaya çalıştım ama zamanla çok daha beterini göreceksin. Kalbini kıracaklar, ilk başta çok acıyacak ama sonrasında bu kalp kırıklıklarına da alışacaksın. Düşeceksin, kalkacaksın ve bir kez daha düşeceksin ama sonrasında daha sağlam ayağa kalkmayı öğreneceksin. Abin, Giray, daima senin yanında olacak.

Söz verdiğim gibi senin kolyeni yaptım, tak onu boynuna ve hiç çıkarma. Uğur getirsin ve lütfen her aynaya baktığında o güzel lekelerini biraz daha sev, karlar daha fazla yağarsa üzerine, biraz daha gökyüzüne bak çünkü o karlar yağarken bile ben seni izliyor olacağım, sanatsın sen.”

Nida uzanıp ekrana dokunduğunda parmakları Tugay’ın yüzünde gezindi. Tugay sanki bunu hissetmiş gibi başını omzuna yatırdı.

“Özür dilerim, ben senin yanında kalamayacak kadar fazla acıya batmış bir adamım ve zarardan başka hiçbir şey değilim. Belki bir gün ne demek istediğimi anlayacaksın, belki de hiçbir zaman bana hak vermeyeceksin bilmiyorum ama beni hatırladığın son an sana sarıldığım o an olarak aklında kalsın. Ve bir gün bana ihtiyacın olursa şu cümlelerim kulaklarında çınlasın: Bir adam vardı, adı Tugay Demir Çeviker’di, senin abindi ve bütün kötülüklere rağmen senin yanında en masum tarafını gösterirdi. Her ne yaşarsan yaşa sen de masumiyetini kaybetme ve gücün sadece kalbinden geldiğini de unutma.

Gülümse Nida, daima gülümse.

Ve beni affet. Her şeyimle beni affet.”

Nida deniz kabuklarından kolyeyi eline aldığında ve avcunun içinde sıkıca tuttuğunda gözlerini kapatıp onu daima güzel hatırlayacağına dair kendi kendine söz verdi. Her ne olursa olsun, her ne duyarsa duysun hiçbir zaman abisini kötü hatırlamayacaktı.

“Sevgili ailem, dostlarım, arkadaşlarım… Zamanla kalbinizin üzerindeki bu ağırlığın kalkmasını ve hepinizin hayallerinizi gerçekleştirmesini istiyorum. Hayat, benim için yaşanamayacak kadar cehenneme dönüştü ama sizin için umarım artık bu andan sonra cennetten ibaret olur. Çünkü biz birlikte savaşırken sadece kötülükleri değil, her şeye rağmen bağ kurmayı da öğrendik.

Ve sizden tek bir isteğim var. Benim adımı yaşatmanız umurumda bile değil, kim olduğum da ama ne olursunuz Eftalya Atalar’ın adını, gücünü ve kuvvetini hiçbir zaman unutmayın ve unutturmayın.

Ancak onun adı yaşarsa benim de adım yaşar. Eğer onun adı unutulursa boş verin, benim adım bir daha anılmasın, önemi yok. Çünkü benim kalbim, adım, her şeyim sadece onunla var olmaya devam edecek.

Gökyüzüne baktığınız her an orada olacağım, bir gün başka bir dünyada özgürlük için savaşmadığınız bir anın içinde yeniden kavuşmak ümidiyle. Çünkü biliyorum ki bizim bu yarım kalan hikâyemizin bir de güzelliklerle dolu başka bir tarafı da vardır.

Hayat karşınıza güzellikler çıkarsın, zaman acılarınızı dindirsin ve sadece yaşayın.

Yaşamaya devam edin.

Çünkü siz yaşarsanız, biz hiç ölmeyeceğiz.”

Bu video da sona erdiğinde bulundukları odanın içini derin bir sessizlik kapladı. Saniyeler dakikalara dönüşürken hepsi boşluğa izliyor, bir yanları öfkeliydi ama bir yanları da onu anlıyordu. “Marco,” dedi en sonunda Giray kıpkırmızı gözlerle ona dönüp. “Bedenini Eftalya’nın yanına, Ölüm Timi’nin mezarlığına gömebilir miyiz? Onları böylelikle hiç ayırmamış oluruz. Hem korunurlar da, ölülerine bile kimse dokunsun istemiyorum.”

Marco, Giray’ın omzunu sıktığında başını salladı. “Nasıl istiyorsan,” diye mırıldandı sesi titrerken.

Birkaç saat sonra o evden çıktıklarında ve Ölüm Timi’nin mezarlığına gittiklerinde Eftalya’nın mezarının üstü âdeta bir bahçe gibi olmuş, toprak bile görünmez hale gelmişti. İki dalı solmuş orkide filizlenmiş, yeni tomurcuklar çıkarmaya başlamıştı. Hemen yanında bir boşluk vardı, o boşluğa Tugay’ı gömeceklerdi.

Nida bir elinde kolyeyi hâlâ sıkıca tutarken yavaşça yere doğru eğildi ve diğer kolyeyi, Eftalya için yapılan kolyeyi mezarını hafifçe eşeleyerek içine bıraktı, ardından mezarın üzerini kapattı. “Büyüyünce senin gibi ben de güçlü bir avukat olacağım,” dedi ağlayarak. “Ve sizi hiç ama hiç unutmayacağım, söz veriyorum.”

Büyüdükçe onları daha iyi anlayacaktı ama şimdi bile bütün kalbinde onları hissediyordu.

“Eftal,” dedi Sinan titreyen bir sesle. “Çocukken bana hep bu hayatta bir iz bırakabileceğini söylerdin hatırlıyor musun? Sen bu hayata ve bize kocaman bir iz bıraktın. Uğruna çıktığın bu yolda boynuna geçirdiğin urgan ipten değil, senin cesaretindendi. Tugay’a ve babana emanetsin, onlar da sana. Bütün kalbimle seni yaşatacağım.”

Karlar yağmaya başladı ve mezarın üzeri bembeyaz bir renge boyanana kadar orada durmaya devam ettiler. Ardından her sene 9 Aralık ve 26 Ocak tarihlerinde o mezarların başında buluştular. Nida ise Eftalya Bahçesi’nden hiç vazgeçmedi ve her çiçeği yaşatmaya devam etti.

Özgürlük, kendi kalbini bir başkasının ellerine verdiğinde mahkûmiyete dönüşürdü ve gerçek ölüm o zaman gerçekleşirdi; Eftalya Atalar ve Tugay Demir Çeviker bile bile birbirlerine mahkûm olmuşlar ve aşk onları hem güzelliklerle yaşatmış hem de öldürmüştü. Bazıları aşk için yaşardı, bazıları aşk için ölürdü; onlar ise bu ikisini de gerçekleştirmişti.

Eftalya Atalar ve Tugay Demir Çeviker artık sonsuza kadar birlikte ve özgürlerdi.

ÖZGÜRLÜK İÇİN MÜCADELE EDENLERİN HİKÂYESİ

HİÇBİR ZAMAN “SON” BULMAZ.