4 sene önce...
Tugay Demir Çeviker'in son özgür günleriydi ve onun için özgürlük, canından daha kıymetliydi.
Acı bir kahve, kahvenin içine birkaç damla votka, o zamanlar sağlam olan sol elinde bir sigara ve önünde kitap.
Victor Hugo, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü.
Cümlelerin altını çizmekten hoşlanmazdı çünkü eskiyen hayatın yanında kitapların eskimesine tahammül edemezdi fakat sevdiği cümlelerin sayfaları, satırlarıyla beraber daima ilk sayfada yer alırdı. Bu kitabın da sevdiği cümleleri ilk sayfasına tek tek yazılmıştı.
Kahvesinden bir yudum aldı, ardından kütüphanenin açık alanındaki insanların yüzüne tek tek bakarken üzerine giydiği siyah kazağını düzeltti. Hava soğuktu, kış gelmek üzereydi ve genelde insanlar bu soğuk havalarda içeride çalışmayı uygun görürdü ama kendisi gibi soğuktan veya gökyüzünden hoşlanan insanlar açık alanda oturmayı daha çok seviyordu.
Yanındaki sandalye yavaşça çekildiğinde bakışları karşısına döndü. Kimin geldiğini biliyordu, bu yüzden o kişiye bakma zahmetine girmedi. Gözleri karşısından çaprazına kaydığında yüzünde tebessüm oluştu, ardından bir kâğıt alıp onunla oynamaya başladı.
"Son günlerde bu kütüphaneye çok sık geliyorsun," dedi Giray yorgun bir sesle. "Bekleseydin de bir sabah olsaydı."
Hava yeni yeni aydınlanmaya başlıyordu, Tugay o an bunu fark etmiş olacak ki bakışları gökyüzüne kaydı. Yüzünde henüz pek yara izi yoktu fakat çocukluk izleri elbette yerindeydi.
"Benim için sabah oldu," dedi Tugay yarı alaylı yarı ciddi Giray'a dönüp bakarak. "Yine mi çok içtin sen?"
Giray gözlerini kocaman açtı. "Sadece birkaç şişe." Tugay güldü ve yeniden kâğıda döndü. "Derya seni sordu." Tugay'ın gülüşü anında bıçak gibi kesildi. "Sana ulaşamıyor, günlerdir sorup duruyor. Bir şekilde dönüş yapsan."
Tugay gözlerini kıstı, kâğıda bakmaya devam etti. "Hayır," cevabını verdi net bir şekilde.
"Başımın etini yiyor," dedi Giray öfkeyle. "Durmadan tepemde dikiliyor, sürekli arıyor, haber gönderiyor. O kadar sıkıldım ki..."
"Hayır." Tugay sertçe Giray'ın sözünü kestiğinde bakışları da ona döndü. "Kendisiyle hiçbir şekilde iletişim kurmayacağımı artık anlaması gerekiyor."
"Neden?" Giray öne doğru eğilirken kaşlarını çattı. "Biliyorum, ona âşık değilsin ama aylardır hayatındaydı ve iyi anlaşıyor gibiydiniz. Her ne yaptıysa bunun affedilmeyecek bir şey olduğunu düşünmüyorum."
"Giray," dedi Tugay. "Benim bu hayatta affetmeyeceğim ikinci şey nedir?"
Giray başını omzuna doğru yatırdı, ardından şaşkınlıkla nefesini verdi. "Yok artık."
"Beni aldattı," dedi Tugay kendinden emin bir sesle. "Ve bunu anlamadığımı sanıyor. Hayatımdaki kimseye hata yapmam ama güvenimi zedeleyen herkesi hayatımdan çıkarırım. Söyle ona, benden uzak dursun yoksa cümlelerimin altında kalır." Giray daha fazla şaşırdı. "Ve evet, eminim. Sakın bunu sorgulama."
"Tamam," dedi Giray kekeleyerek. "Tamam ama bunu..."
"Seni bunu konuşmak için çağırmadım," dedi Tugay kâğıtla oynamaya devam ederken. Yeniden çaprazına baktı ve derin bir nefes aldı. "Artık başlıyoruz, tamamen."
Giray yutkundu, az öncenin yarattığı şaşkınlığı bünyesinden attı, ardından dik bir duruşa geçerek boynunu çıtlattı. Bir yandan da Tugay'ın elindeki kâğıda bakıyordu ve ne yaptığını çok iyi biliyordu.
Kâğıttan uçak.
"Planın nedir?" diye sordu Giray.
Tugay yeniden çaprazına baktı, yüzünde yine belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Yaptığı uçağı masanın köşesine koyup kahvesindeki son yudumlarını içti, sigarasından bir duman daha çekti ve Giray'ın önüne mavi bir dosya itti. Giray dosyayı açma zahmetine girmeden ikizinin yüzüne bakmaya devam etti.
"Hâkim Ali'yi," dedi baskın bir sesle. "Adnan Atalar'ın davasına atamalarını sağlayacağız." Bakışları yeniden çaprazına döndü. "Ve bunun karşılığını vereceğimi söyleyeceğiz."
Giray boğuk bir nefes verdi, ardından öksürmeye başladı. Uzun bir süre üzerindeki şaşkınlığı atabilecek gibi değildi. "Bunu…" dedi kekeleyerek, "…neden yapacağız?"
"Çünkü Hâkim Ali'nin ölmesini istiyorum," diye yanıt verdi Tugay. "Ve bunu biz yapmayacağız."
Giray bir kez daha şaşırdı ama bu kez şaşkınlığı ikizinin gözlerindeki çaresizlik ve savaşın ilk ateşi yüzündendi.
"Kim öldürecek?" diye fısıldadı. Tugay yeniden çaprazına bu kez daha uzun baktı. Orada oturan bir kadın vardı, Eftalya Atalar. Uzun saçları, üzerine giydiği V yaka beyaz kazağı, beyaz kazağından görünen beyaz lekeleri, altındaki bol kotu, siyah postalları.
Herkesin aksine o da Tugay gibi soğuktaydı, nadiren sigara içiyordu, kahve bardağı önündeydi ama birkaç kez onu kahve bardağına şarap doldururken görmüştü. Önüne gömüldüğü kitaplar bir hukuk öğrencisine göre normal görünebilirdi ama Tugay farkındaydı, o kadın babasını kurtarmak için çaba gösteriyordu.
"Bizden biri öldürecek," dedi Tugay hafifçe gülümseyerek. "Ama henüz bizden olduğunu bilmiyor."
"Ne?" Giray’ın kafası karışmıştı. "Neyin peşindesin?"
"Senelerin," diye hızlı bir yanıt verdi Tugay. Eftalya önüne gelen saçını arkaya attı, derin bir nefes verdi ve önündeki kitapta bir yerin altını öyle çizdi ki Tugay neyin altını çizdiğini çok merak etti. "Çünkü bu davanın karşılığında senelerimden vazgeçeceğim."
"Ne demek istiyorsun?" Giray'ın içini korku sardı çünkü ikizini tanıyordu, bu kadar emin konuşuyorsa ya kendi hayatlarını cehenneme çevirecekti ya da başkalarının hayatını. Bunun farkındaydı. Giray öne doğru eğilip fısıldadı. "Hükümet kendine Krallık demeye hazırlanıyor," dedi. "Ve yeni yasalar geliyor. Bizi mahvederler." Tugay umursamaz bir şekilde güldü. "Gülme," dedi Giray sert bir sesle. "Ne için çabaladığını anlıyorum ama bu dünya için değer mi? Gidelim, bu ülkeyi terk edelim, neden çabalıyoruz?"
Tugay göz ucuyla Giray'a baktı. "Benden her şeyimi aldılar," dedi net bir cümleyle. "Çocukluğumu, hayallerimi, varlığımı, annemi." Dişlerini sıktı, çenesini havaya kaldırdı. "Kaçmak korkakların işidir, gerekirse tek başıma duracağım ama onlarla savaşacağım."
"Konu yeniden pilot olamaman ise..."
"Giray," dedi Tugay onun sözünü keserek. "Benimle misin, değil misin?"
"Bize gülerler," dedi bu kez Giray. "Nasıl karşı koyacağız? Çok kalabalıklar, bize kimse inanmaz. Kaç grup engellemeye çalıştı ama başarısız oldu. Bütün bunlar olurken..."
"Giray," dedi Tugay, ardından öne doğru eğilip Giray'ı ensesinden tuttu. "Binlerce kişinin elinde tuttuğu silah, benim inancımdan daha büyük bir kurşuna sahip olamaz."
Giray gözlerini kıstı, bakışlarını önünde duran dosyaya çevirdi. Ardından yeniden ikizine baktığında, "Kimse bir direnişçiyi yaşatmak istemez," diye cevap verdi.
"Zaten kurtuluşun ardından yaşamak isteyen kim? Sessizlikten, bu kaçışlardan ve korkulardan sıkıldım. Gün gelecek, ölümüm bütün gazetelerin ilk sayfasında yer alacak ama herkes alt başlıkta kurtuluşu konuşuyor olacak. Ben bunu başaracağım."
Başını iki yana salladı. "Peki ya geride kalanlar?"
"Geride kim kalacak?" diye sordu Tugay. "Küçük kız kardeşime güzel bir dünya bırakmadıktan sonra yaşamamın ne anlamı var?" Giray yutkundu. "Geride kalanları düşüneceğim duygularım artık yok, tek çabam özgürlük için."
Giray alayla güldü. "Seni öldürmeseler bile hapse atacaklar."
Tugay da aynı şekilde güldü. "Zaten amacım bu."
"Ne?"
Tugay yine çaprazındaki kadına baktı, sonra dosyayı bir kez daha işaret etti. "Onlar Hâkim Ali'yi Adnan Atalar'ın davasına atayacaklar, ben kendimi satıp içeriye gireceğim."
Giray'ın ağzı kocaman açıldığında, "Ne saçmalıyorsun?" diye sordu.
"Dışarıda nefes almak, içeride nefes almaktan daha zor olacağı için gökyüzünden vazgeçiyorum." Derin bir nefes aldı, bakışları aydınlanmaya başlayan gökyüzüne kaydı. Gözlerini kapattı ve tekrar açtığında içindeki hüznü yok etti. "Bu şekilde beni alt etmeleri daha zor olacak."
"Sen aklını kaçırmışsın." Giray elini masaya vurdu, dikkati dağılmayan tek kişi Eftalya Atalar'dı. "Oradan nasıl kurtulacaksın sonra? Seni mahvedecekler, işkence göreceksin, yasalar çok ağır. Ya idam edilirsen?" Elini saçlarına geçirdi, dişlerini sıktı. "Bütün bunları nasıl göze alabileceksin?"
Tugay bu kez Eftalya'ya daha uzun bir süre baktı. Eftalya önüne gelen saçını kulağının arkasına sıkıştırdı, kaşları çatıktı, kulaklıklar takmıştı. "Kurtulacağım," dedi Eftalya'ya bakarak. "Çünkü yanımda benim gibi inanan biri daha olacak."
Giray öfkeyle ayağa kalktığında sandalye geriye doğru düştü, dışarıdaki gözlerden bazıları onlara döndü ama elbette Eftalya'nın dikkati yine dağılmadı. "Sen sıyırmışsın," dedi Tugay'a sert bir sesle. "Ve ben buna ortak olmayacağım."
Cevap vermesini bile beklemeden Tugay'ın yanından ayrıldı. Tugay o an bile emindi Giray’ın onunla bu yola çıkacağından çünkü ikizini tanıyordu, paylaştıkları kan en büyük şahitleriydi.
Tugay derin bir nefes verdi, parmaklarını çıtlattı, ardından oturduğu masadan kalkarken eşyalarını topladı. Sakin adımlarla masadan ayrılırken bakışları çaprazda oturan kadına kaydı yeniden ve kütüphanenin köşesine doğru ilerlerken elinde tuttuğu uçağı sol eline aldı.
Bir adım attı, ardından bir adım daha ve köşeyi dönmeden önce uçağı birkaç adım ötesindeki Eftalya'nın masasına doğru attı. Kâğıttan uçak havada süzülüp masanın üzerine değil, Eftalya'nın ayaklarının ucuna düştüğünde Eftalya'nın o an dikkati dağıldı.
Kulaklıklarını çıkarıp etrafına baktı fakat hemen arka tarafına bakmayı akıl edememişti. Eğilip kâğıttan uçağı eline aldığında kaşları çatıldı ve yeniden etrafına baktı. Tugay'ın yüzünde gülümseme oluştu. "Sevgili Avukat," diye mırıldandı Tugay ona bakarken. "Gelecekte görüşmek üzere."
Eftalya bunu duymadı ve kâğıttan uçağa yeniden baktığında üzerindeki cümleyle karşılaştı:
Elli beşinci sayfa, birinci paragraf.
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü'ne yönelikti bu not fakat Eftalya bunu hiçbir zaman bilmeyecekti.
Bir gün Tugay onunla bunu paylaşana dek.
Eftalya Atalar
İnsanın içinde yanan ateşi fark etmesi için daha fazla mı tutuşması gerekiyordu? Daha mı fazla ateşe yaklaşması gerekirdi? Elini korkusuzca ateşe mi uzatmalıydı? Gerçekten insanın içinde yanan ateşi anlayabilmesi için ihtiyacı olan çok daha büyük bir yangındı.
Elbette bu, o ateşi söndürmek istemeyen insanlar için geçerliydi.
Kalbimde yanan büyük bir ateş olduğunu Tugay Demir Çeviker'le tanıştığımda fark etmiştim; söndürmek istemediğimi ise onun yolunda yürümekten keyif almaya başladığımda.
İçinde kıvılcım olmayan bir insan benim yaptıklarımı yapamazdı ama benim içimdeki kıvılcım, o yangına daha fazla yaklaştığımda ortaya çıkmıştı. Korkusuzluğum bu yangının en büyük örneğiydi.
Her şey Tugay'ın beni tehdit ederek avukatı yapmasıyla başlamıştı. Ben katildim, Hâkim Ali'yi öldürmüştüm ve bunun kanıtlı belgeleri elindeydi. Yollarımızın kesişmesi, yapmak zorunda olduklarım bu şekilde başlamıştı ama diğer hiçbir şeyi bana Tugay yaptırmamıştı.
İçimdeki kıvılcımı ateşe çeviren Kerem Karaman'ın babasının asılmasına karar vermem olmuştu, yangına çeviren ise dün Kerem'den aldığım intikam.
Babam için çaresizce boyun eğdiğim her şeyden vazgeçmiş, asıl olanı ortaya koymuştum çünkü bu bendim; içimdeki o kıvılcımla, ateşle, hatta yangınla başkaldırmak isteyen aslında bendim.
Ve nasıl oldu da, Tugay Demir seneler önce bu içimdeki ateşi görüp benimle yollarının kesişmesini istedi, anlayamıyordum. Benim bile göremediğimi onun görmüş olması oldukça tuhaftı. Onunla tanışmasaydım hâlâ Kerem’le nişanlı, babamı kurtarması için ona yaranmaya çalışıyor, hatta ve hatta Krallık için çalışıyor olurdum.
Krallık yanlısı Eftalya Atalar, Tugay Demir'in avukatı olarak vatan hainine dönüşmüştü, bunun da farkındaydım.
Eskiden olsa bunun farkında olmak korkmama neden olabilirdi ya da geri adım atmama. Savaşmaktan korktuğumdan değil, savaşmak istemediğimden daima görmezden gelirdim fakat artık Tugay'ın yanında dimdik duruyor, Kerem'in gözlerinin içine bakıyordum.
Cehennem mi gelecekti? Evet, gelebilirdi, korkmuyordum çünkü kalbimde yaşattığım o cehennemle ben de başkalarını yakabileceğimin farkındaydım.
Savaşacak mıydık? Kılıcı ilk ben çekmeyecektim ama en önde, kılıcı çeken kişinin tam karşısında duracak, o kılıcı çekmeden aklından geçenleri okuyacaktım.
"Nasıl?" diye fısıldadı Kerem bir kez daha. Düşündükleri gözlerine yansıdı. Acı, çaresizlik, öfke, ihanet, intikam, nefret, hepsi gözlerindeydi. Öyle büyük bir acı içindeydi ki gözleri bile dolmuştu. Bakışları benden Tugay'a kaydı, sonra dün Tugay'ın kestirdiği yüzük parmağına. Yeniden bize döndüğünde acıyla bağırdı, ardından üzerimize doğru koştu.
Tam o anda Tugay yarım adım attı, hafifçe önüme geçti. Üç gardiyan Kerem'i tutarken mahkeme salonundaki herkes ayaklandı ve o an ne kadar kalabalık olduğunu bir kez daha gördüm. Tanıdığım yüzler vardı: davayı merak eden Krallık yanlısı avukatlar, savcılar, izlemeye gelen siviller, BL örgütünden insanlar.
Gamze ve Defne de buradaydı, hemen sol tarafta oturuyorlardı. Arkalarında Red vardı. BL burunlarının dibine kadar girmişti ama kimsenin haberi yoktu.
"Bu nasıl olabilir?" diye bağırdı Kerem üç gardiyanın arkasından bana. "Bu mümkün olamaz!" Bakışları hâkime döndü, başını iki yana salladı. "Bir yanlışlık olmalı, dosyada nişanlımın adı mı yazıyor?" O an bir aptal gibi hiçbir şekilde dosyaya bakmadığıyla yüzleşti. "Hayır," diye inledi gardiyanları iterek ama neyse ki onlar geçmesine izin vermedi. "Onu zorla tutuyor, biliyorum. Nişanlımı zorla yanında tutuyor o piç kurusu!" Gözleri Tugay'a döndü. "Onu neyle tehdit ediyorsan sana bin mislini yapacağım! Beni duydun mu?" Yeniden bana baktı. "Eftalya, korkma, itiraf et, o sana hiçbir şey yapamaz bebeğim."
Yutkunurken elim enseme gitti ve yeniden seyircilere baktım. Ardından Tugay'a yöneldim ve ela gözlerinin üzerimde olduğunu gördüm. Sadece birkaç saniye bana baktı, tehditle değil, öfkeyle değil, nefretle değil, gülümseyerek. O an Tugay'ın gözlerinde gördüğüm tam olarak ne istersem onu yapabileceğimdi. İstesem beni tehdit ettiğini söyleyebilir, paçayı kurtarabilirdim. O daha fazla zarar görürdü, bana da hiçbir şey olmazdı. Ama bana zaten çok şey olmuştu. Tugay gözlerimin içine baktığında o şey kalbimle birlikte atıyordu.
"Tehdit ediyor!" diye bağırdı Kerem bir kez daha. Mahkeme salonu karıştı, mırıldanmalar birbiri ardına sıralanıyordu, hâkimler bile kendi arasında konuşuyordu. "Daha dün öptüğüm nişanlım bana bunu yapmış olamaz."
Tugay burnundan derin bir nefes verdi. Öfkeliydi.
"Savcı Kerem Karaman," dedi hâkim baskın bir sesle. "Yerinize geçin yoksa mahkemeye ara vermek durumunda kalacağız."
"Anlamıyor musunuz?" diye haykırdı Kerem. "Zorla tutuluyor, benim nişanlımı zorla tutuyor, Eftalya çok korkuyor. Bunu bakışlarından bile anlayabilirim."
“Sikimi anlarsın,” dedi Tugay ağzının içinde geveleyerek ve bunu yalnızca ben duyduğumda bakışlarımı yeniden ona çevirdim. Gözlerini açtı, ardından, “Tüh,” dedi dudaklarını oynatarak. “Küfrettim.”
Hâlâ neye şaşırdığımı bilmiyordum ama rahatlığı ona kocaman gözlerle bakmama neden oldu. Tugay ise harika bir sinema filmine gelmiş de keyifle izliyormuş gibi yeniden Kerem'e döndü.
Hâkimler yine kendi arasında konuştu, ardından en baştaki hâkim bana döndü. "Avukat Eftalya Atalar," dedi sesindeki şaşkınlığı gizleyemeyerek. "Bir vatan haini olan Tugay Demir Çeviker tarafından zorla mı tutuluyorsunuz?"
Mahkeme salonunu derin bir sessizlik kapladı, herkes nefesini tutmuş cevabımı bekliyordu; tek ses Kerem'e aitti. Öfkeli nefesleri birkaç adım ötemizdeydi.
Tugay en büyük söz hakkı bendeymiş gibi önümden çekilerek bütün ilginin üzerime yönelmesine neden oldu. Her zamanki gibi önümde iki yol vardı. Birincisi, kendi isteğimle Tugay'ın avukatı olduğumu söylemekti. İkincisi ise gerçekleri anlatıp tehditle beni yanında tuttuğunu dile getirmekti.
"Ben Avukat Eftalya Atalar." Çenemi havaya kaldırdım, omzumu Tugay'ın omzuna dokundurdum ve bakışlarımı Kerem'e çevirdim. "Kendi isteğim ve rızamla sevgili Tugay Demir Çeviker'in avukatlığını yapıyorum." Gözlerimi yeniden Tugay'a çevirdim, ela gözlerinde öyle şimşekler çaktı ki gülümsemesi kalbimi titretti. "Hiçbir tehdit ya da zorlama altında değilim, onu savunmak onurumdan hiçbir şey kaybettirmeyecek."
Bu kez olan ölüm sessizliğiydi ve bu sessizliği bölen Tugay'ın kahkahası oldu. Ona yöneltilen tüm suçlara ve nefrete rağmen mahkeme salonunu dolduran kahkahasına, tuhaf hareketlerine alışmış biri olarak gülümsedim. "Sevgili Tugay Demir Çeviker mi?" diye sordu eğilip, bizi dinleyenleri umursamadan. "Bu mahkeme salonunda adımın önüne kötü kelime getirmeyen tek kişi sensin. Bu bile harika bir savunmaydı ve bana yeterdi."
Bir mahkeme salonunda değilmişiz gibi gülümsemesine karşılık verdiğimde bana göz kırptı. Her koşulda, yer, mekân, kişiler fark etmeksizin Tugay yine bana gülümserdi.
Mahkeme salonunu dolduran haykırışın ardından Kerem yeniden üzerimize atıldı ve masayı itti. Arkamızdaki gardiyanlar bizi çektiğinde bu kez dört gardiyan Kerem'in önüne geçti ve o sırada Kerem sinir krizi geçirmeye başladı. Vücudu titrerken gardiyanlara, salondakilere, herkese küfürler savurmaya başladı. Ayakta durmakta zorlanırken gözlerinden çıkan ateşle âdeta beni yakacaktı.
Onun haykırışlarını bastıran ise Tugay'ın kahkahalarıydı.
"Duruşmaya yarım saat ara!" diye bağırdı hâkim ve herkes ayaklandı. Gardiyanlar bizi çıkarmak için yaklaştıklarında Tugay hâlâ gülüyordu.
"Bu doğru olamaz!" diye haykırdı bir kez daha Kerem. "Bu imkânsız!"
Tugay dik ve sakin dururken gardiyanların koluna girmesine izin verdi. Ardından Kerem'e dönüp, "Böyle bağırıp çağıracak mısın tüm gün?" diye sordu. Dilini damağına vurup başını iki yana salladı. "Yoksa yatağının aslında hep soğuk olduğuyla mı yüzleştin Kerem Karaman?" Başıyla beni işaret etti. "Tanıştırayım, kendisi benim avukatım olur, senin ise hiçbir şeyin."
"Piç kurusu!" diye bağırdı Kerem. Tugay’ın üzerine atlamak istedi ama gardiyanlar engellemeye devam etti. "Seni yatağında diri diri yakacağım!"
Gardiyanlar bizi dışarıya çıkarırken Tugay gülerek, "Kendi yatağını ıslatmamayı öğren önce," dedi. "Her gece benim korkumdan altına işiyorsun."
Gardiyanlar bizi dışarıya çıkardığında kapıdaki büyük kalabalığı gördüm ve aralarında yine tanıdık simalarla karşılaştım. Kerem'le yattığına emin olduğum Ceyda da aralarındaydı. Ağzı şaşkınlıkla açılmış bir halde bana bakıyordu diğerleri gibi. Mahkeme salonundaki Kerem'in küfürleri koridoru dolduruyordu.
Gardiyanlar hızla bizi yönlendirirken Tugay karşı gelmeden yürümeye devam etti, hemen yanında da ben vardım ve bu kadar insanın gözünde ben de artık bir vatan hainiydim.
Gardiyanlar bizi hemen bekleme odasına aldıklarında Kerem'in sesi hâlâ kulaklarımdaydı. Kapı sıkıca kapandı, bizimle iki gardiyan içeriye girdi, kapının önüne ise kolluk kuvvetleri yerleştirildi.
İki deri sandalye, bir masa ve Krallık simgesiyle Başkan'ın fotoğrafı vardı odada. Pencere kesinlikle yoktu ve oldukça havasız bir yerdi. Tugay, Başkan'ın fotoğrafına baktıktan sonra ağzının içinde bir şeyler geveleyerek kendini sandalyeye bıraktı. Ayakta, hemen karşısında dikildiğimde gardiyanlar kapının önünde duruyordu. Tugay'ın yüzündeki gülümseme silinmişti, kaşları çatıktı ve bakışları elindeki kelepçelerdeydi. Gergin olduğunu her halinden anlayabiliyordum.
Bakışlarımı gardiyanlara çevirip, "Müvekkilimle birkaç dakika yalnız kalmak istiyorum," diye mırıldandım.
"Yasak," dedi hemen gardiyanlardan biri.
"Yasak ama buna hakkım var. Cezası neyse," diye karşılık verdim. "Ve o cezaları göze alıyorum." Kollarımı göğsümde bağladım. "Gidip istediğiniz her yere şikâyet edebilirsiniz, beni müvekkilimle yalnız bırakın."
Gardiyanlar birbirine baktı, ardından bir tanesi nefretle nefesini verip kapıyı açıp çıktı. Onun ardından diğer gardiyan başıyla selam verip sakince ayrıldı odadan. Hareketlerinden bile kimin kimi desteklediğini anlayabiliyorduk.
Yeniden Tugay'a dönmeden önce diğer sandalyeyi karşısına çektim ve otururken ellerini yumruk yapıp geri açtığını gördüm. "Tugay," dedim sakin bir sesle fakat ne yazık ki benim de sesime tedirginlik bulaşıyordu. "Şu an endişeli olduğunu görebiliyorum, Kerem'in nefreti daha fazla arttı ama bu duruşmadan en azından idam cezası çıkmadan kurtulman için elimden gelen her şeyi yapacağım." Başı öndeydi, yere bakıyordu, tek yaptığı nefes almaktı. "Bir sonraki duruşmada işlerimiz daha da zorlaşacak fakat bu saatten sonra uslu durman gerekiyor, hiçbir şeye bulaşmaman bir de. Bak bunu avukatın olarak ve yasalara güvenerek söylüyorum..."
"İnandığın yasaların gelmişini geçmişini siktiler," dedi Tugay başını eğdiği yerden kaldırıp yüzüme bakarak. "Şu an bu duruşma umurumda mı sanıyorsun?" Söyleyeceklerim boğazıma dizilirken kaşlarım havalandı. Ela gözleri yüzümde gezindi, kaşları çatıldı sonrasında göğüskafesime baktı ve dişlerini sıktı. Üzerine giydiği siyah üniformasında yer yer kan lekeleri vardı, eldivenlerinin bir kısmı parçalanmıştı ama yüzü... Yüzü her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyordu ya da benim gözlerim onu bu şekilde görmeyi yeğliyordu.
"O halde problem nedir?" Mahkeme salonunda başkalarına yansıtmak istemediklerini bana yansıtıyordu: gerginliğini, tedirginliğini, gözlerindeki endişeyi, hatta öfkesini.
"Problem mi nedir?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. "Sana son yazdığım mektupta yüz yüze konuşmamız gerekenleri sana söylemiştim Sevgili Avukat."
Tek kaşı havalandı. Dişlerini sıktığını ortaya çıkan elmacıkkemiklerinden anlayabiliyordum. "Tugay," dedim kısık bir sesle. "Şimdi bunun sırası değil, yani..."
"Bir mahkûma mektup yazıyorsan onun o mektubu açarken hangi hisler içinde olacağını tahmin etmen gerekiyor," dedi düz bir sesle, lafımı bölerek. Tam gözlerimin içine bakıyordu. "Hevesle okunan her satır hayal kırıklığına dönüşürse bunun önünü alamazsın."
Yutkunduğumda öne doğru eğildi, yüzüyle yüzüm aynı hizaya denk geldi. Siyah eldivenleri ellerime dokunuyor ama tutmuyordu. "Bir mahkûmun yanında duruyorsan demir parmaklıklar ardındaki o adamı senin canın için endişelendirmemelisin." Gözlerim büyüdü. "Her şeyden önce, benimleysen ne arkamda ne de önümde durman gerekir, tam yanımda, solumda olmalısın." Başını omzuna doğru yatırdı, dudaklarını ıslattı. "Tane tane anlatacak zamanım olsa sana oturup anlatırdım ama bir mahkûmun o kadar da vakti olmadığını bilmen gerekiyor çünkü avukatsın. Avukatsın ve beni anlaman gerekiyor, öyle değil mi?"
Boğazımı temizlediğimde ensemde aşağıya bir ürpertinin geçtiğini hissettim. Öyle ciddiydi ki kalbini mi kırdım yoksa bambaşka bir hayal kırıklığına mı sürükledim, anlayamıyordum. "Bence bunu konuşmak için doğru zaman değil," diye fısıldadım.
"Benim doğru zamanım mı var Sevgili Avukat?" diye sordu baskın bir sesle. "İlk önce sözümü dinlemeden kendini benim gözlerimin önünde damgalattırıyorsun, sonra zaten seni merak ediyorken bana bir mektup gönderiyorsun. O mektuplarının buradaki kitaplarım olduğunu bilmeden üstelik." Dişlerini sıktı, öfkeden değil de söylediklerine pişman olmamak için bir engel gibiydi bu hareketi. "Kim bir hapishanede mutsuz satırlar okumak ister? Sen ise kalkmış bana mektubunda mutsuz sonlu bir kitap yazıyorsun." Bakışları elime kaydı, derin bir nefes aldı. "Nişanlı olduğunu söylüyorsun bilmiyormuşum gibi."
"Tugay," dedim sözünü keserek.
"Nişanlını seviyormuşsun gibi," dedi o da sözümü keserek.
"Tugay," dedim bir kez daha.
"Nişanlına âşıkmışsın gibi," dediğinde biraz daha yaklaştı, burnu neredeyse burnuma çarpacaktı. Geriye gitmem ve belki de şu an onunla burada bu şekilde olmamam gerekiyordu ama hareket bile edemeyeceğim kadar bataklığa battığımı hissediyordum; kalp atışlarım kulaklarıma doluyordu. "Beni vazgeçirmek çok zordur inandıklarımdan ama bir kez vazgeçersem dönüşüm olmaz." Ela gözleri âdeta meydan okuyordu ve bir anda ilk tanıştığımız zamanda olduğu gibi sandalyemi sertçe kendisine doğru çektiğinde bacaklarım, iki bacağının arasına yerleşti. "Şimdi gözlerimin içine bakıp o mektupta yazanları yeniden söyle de vazgeçmek nasıl olurmuş sana göstereyim."
Başım dönüyordu, öyle bir etkisi vardı ki sanki oda dönüyordu. Bu karmaşanın ortasında sadece ikimiz kalmışız gibi hissediyordum. Bir kez daha yutkundum, boğazıma bir yumru oturmuştu. "Kalbin kırılmış gibi davranıyorsun," dedim kendimi tutamayarak. "Kalbini sadece özgür olmamak kırarmış gibi geliyordu, bu kadar büyük bir tepki beklemiyordum."
Tugay nefes verdi, kaşlarını çattı. Yüzü, kendisi de bir şeyleri anlamıyormuş gibi bir hal aldığında elleri havalandı. Kelepçeli bilekleri havaya kalkarken kalbim son kez atıyor gibiydi.
Sol elinin tersi yanağımda, Kerem'in tokat attığı yerde dolaştı. Makyajla kapatmıştım aslında fakat hafif dokunuşuyla bile sızladığını hissedebiliyordum. Belki de sızlatan o dokunuş değil, hissettiklerimdi. Buz gibi protez elinin verdiği his, bütün sıcak ellerden daha fazla kalbimi ısıtıyordu.
Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı, ardından yüzüme yaklaştığında nefesi yanağıma çarptı. Yeni çıkmaya başlayan sakalları tenime değiyordu. Dudakları kulağımın hizasına geldiğinde, "Özgür olmamak kalbimi kırar elbette," dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Ve sen de benim özgürlüğümsün Sevgili Avukat."
Bakışlarım arkasındaki duvara kilitlendi. Yanağı hâlâ hafifçe yanağıma sürtünüyordu, nefesi boynumdaydı. "Niyetim seni kırmak değildi," derken konuşmakta zorlanıyordum. "Sadece yaşananların ağırlığı..." Sustum, gözlerimi kapattım ve tekrar açarken nefes verdim. "O mektubu hevesle açabileceğini bile düşünmedim."
"Merak ediyorsan, benim de bir kalbim var." Hiç beklemediğim anda sol elimi tuttu, göğsüne yasladı ve kalp atışlarını hissetmemi sağladı. Dudaklarım aralandığında geriye çekildi, yüzüyle yüzüm arasında mesafe kalmazken elimi kalbine daha fazla bastırdı. "Başkalarının beni bir Suç Kralı, vatan haini ya da piç kurusu gibi görmesi inan hiç umurumda değil ama senin de bu şekilde görüyor gibi davranman şu an hiç de tahammül edilebilir görünmüyor."
Kalp atışları düzensizdi, bir başkası hızlı attığını söyleyebilirdi ama bu kendimi kandırmak gibi bir şey olurdu. "Tugay," dedim kısık bir sesle. "Neden bunu yapıyorsun?" Belki de sorulabilecek en mantıklı soru buydu.
"Korkuyorsun çünkü," diye karşılık verdi. "O mektup sadece korkulardan ibaretti çünkü yapabileceklerini gördün. Kendini damgalatacak kadar gözünün kararabileceğini gördün ve bu histen korktun. İçindeki o kadından korktun ve benden kaçmak istedin." Göğsünde duran elim titremeye başladı. "Aksi şekildeyse bunu şimdi bana söyle. O zaman değil kalbimi sana göstermek, avukat ve müvekkil ilişkisinin dışına çıkmayacağıma şerefim üzerine yemin ederim." Elimi bıraktı fakat ben kalbine dokunmaya devam ettim. "Ben gurursuz bir adam değilim, sadece zor vazgeçerim inandıklarımdan. İstediğin sınırlar ise o sınırları senden daha keskin çizerim, ikimiz de aşamayız." Gözleri dudaklarıma kaydı. "İstediğini söyle bana."
Dışarıda Kerem sinir krizleri geçiriyordu, herkes bu duruşmayı bekliyordu ve biz bunları konuşabiliyorduk. Kendimi tutamayarak, "Anlamıyorum," dedim. "Bir yandan damgalandım diye bana öfkelenirken öte yandan beni avukatın yapman nasıl bir çelişki? Tugay Demir Çeviker'in avukatı olmak damgadan daha mı az acı verir sanıyorsun?" Kaşları havalandı. "Ben zaten en başında cehenneme kucak açtım, bir damga mı canımı sıkacak? Bu duruşma bittikten sonra insan içine çıktığımda nasıl taşlanacağımın farkında mısın sen? Bütün haber kanalları beni konuşacak, Krallık düşmanı olarak görüleceğim. Krallık yanlısı halk bulduğu ilk tenhada beni sıkıştıracak. Benden nefret edecekler. Senin yüzünden nefret edecekler ve sen bir mektuptan söz ediyorsun. Konu canımın yanması ise en başında avukatın yaparken bunu düşünmüyor muydun?"
Büyük bir nefes verdim. “Zaten savaştıklarım bu kadar ağırken bir de içimdekilerle savaşmak istemiyorum, içeride olmak dışarıda olmaktan daha zor görünebilir ama dört duvar bazen daha güvenlidir.” Onu işaret ettim. “Ben kimseyi yarı yolda bırakmam, o gün senin tarafından zorla tutulduğumu söyleseydim bu benim yıkımım olurdu. Damgalandım, canım yandı, hâlâ yanıyor ama bir kez daha olsa yine aynısını yaparım. Kendin beni seninle aynı yola sokup o yolda sözünü dinlememi isteyemezsin, ben buyum, her şeyi abartırım ve canım ne isterse onu yaparım.” Hafifçe gülümsediğinde kaşlarımı çattım. “Çok konuştum, değil mi? Bıktım.”
Gözleri kısıldı, yanağında küçük gamzesi yine kendini gösterdi. "Keşke sabaha kadar konuşsan, ne güzel olurdu."
"Sen delirmişsin."
"Sayılır."
"Ve beni de delirteceksin."
"Hoşuma gider çünkü hoşuma gidiyorsun."
Geriye çekilip aramıza mesafe koyduğunda göğsündeki elim düştü. Kaşlarımı çattım. "Bu kadar konuştum, hiçbirini ciddiye almayacak mısın?"
"Söylediğin her şeyi düşündüm, ona göre planlar yaptım zaten. Sıkıntı senin benim planlarımın dışına çıkman."
"Senin planların umurumda bile değil," dedim kaşlarımı iyice çatarak. "Ben ne istiyorsam onu yaparım, sen de bazen izleyici olursun. Örgüt lideriysen kendi örgütünün liderisin. Dur orada Tugay Demir." Öfkelenmesini bekledim ama daha fazla gülümsemeye başladı. "Ne gülüyorsun?"
"Hiçbir zaman yanlış tercih değildin Sevgili Avukat," dedi net bir sesle. "Hatta bu hayatta verdiğim en doğru kararlardan biri de sensin, beni hiç şaşırtmıyorsun. Lütfen devam et beni azarlamaya."
"Bir gün şaşırtırım, nefesin kesilir."
"Nefesimi kestiğin doğru," dedi bana takılarak.
"Of!"
"Fakat beni zaten şaşırttığın bir konu da var." Kaşları çatıldı, yüzüne soğuk bir ifade oturdu. "Parmağına bir kelepçe takıp o adamla nişanlanacak kadar aklın mı durdu senin?" Bir kez daha öne eğildi fakat bu öfkedendi. "Kerem'le kendim için savaşırken bir de sana yaşattıkları için savaşacağım, bu ne demek biliyor musun sen?"
"Nişanlandım ve bitti," diye karşılık verdim.
"Neden nişanlandın?" Hiçbir yanıt vermedim. "Neden nişanlandın?" diye sordu bir kez daha. "Baban için değil mi?"
Kendimi tutamayarak, "Ona âşık olma ihtimalimi neden düşünmüyorsun?" diye sordum. "Belki de âşıktım fakat sonra bazı şeyler yolunda gitmedi, öyle olamaz mı?" Ona babam yüzünden nişanlandığımı söylemek fazlasıyla güçsüz geliyordu.
Tugay kaşlarını kaldırdı. "O senin âşık olabileceğin bir adam değil," diye yanıt verdi fakat ilk kez onu tereddütlü görüyordum. Çok tuhaftı, mektup konusunda bile tereddüt etmiyorken Kerem konusunda tereddüt mü ediyordu yoksa kıskanıyor muydu? Hadi oradan, Tugay beni mi kıskanacaktı?
"Benim nasıl bir adama âşık olabileceğimi nereden biliyorsun?"
Tugay gözlerini kıstı. Soruma cevap vermeden, "Sana neler yaptı?" diye sordu. "Nelere göz yumdun?"
Buz gibi soğuk su döküldü sanki başımdan aşağıya. "Bunları konuşmak istemiyorum," diye mırıldandım gözlerimi kaçırarak. "Yaşandı ve bitti. Zaten bundan sonra..."
"Avukat," dedi Tugay yüksek bir sesle, ardından çenesini havaya kaldırdı. "Bütün ihtimalleri göz ardı edip sana güvenmeyi seçiyorsam bana net yanıtlar vermek zorundasın." Onu ilk defa bu kadar sert görüyordum. "Sana şiddet uyguluyordu, değil mi?"
"Bunları konuşmak istemiyorum," dedim bir kez daha.
Tugay dişlerini sıktı, ardından ellerini birkaç kez daha yumruk yapıp açtı. "Kerem son nefesini verirken kurduğu son cümle senden özür dilemek olacak."
Elimi saçlarıma geçirdim ve oturduğum sandalyeden kalkıp karşısında dikildim. "Ben senin avukatınım ve sen benim müvekkilimsin," dedim otoriter bir sesle. "Ve burada benim emirlerim geçer, beni duydun mu?" Gözleri karşısındaki boş sandalyede takılı kaldı. "Bugünden sonra tek bir olay, cinayet, karmaşa, direniş istemiyorum Tugay. Dur artık." Yeniden karşısına oturdum ve bu kez ben ona doğru eğildim. "Gerçekten canımı önemsiyorsan uslu duracaksın. Seni kurtarmak zaten bu kadar zorken idam ipini boynuna dolamaya çalışmayacaksın çünkü bu artık ikimizin savaşı."
Gözlerini boşluktan çekip yüzüme baktı. "Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu bıkkın bir sesle. "Koğuşumda tavla mı oynayayım?"
Kaşlarım çatıldı. "Bu sana yakışmaz," diye mırıldandım yarı alaylı yarı ciddi. "Ve evet koğuşunda, hücrende, nerede olursan ol, öylece duracak, nefes alacak, hiçbir şey yapmayacaksın. Ben de senin rahat etmen için elimden gelen her şeyi yapacağım. Zaten yeterince şey yaptın, ülkede adın biliniyor, örgütü destekleyenler iç savaş çıkarmaya hazırlanıyor. Sokakta yürürken bile eldivenli insanlar görebiliyoruz, bu seni simgeliyor. Artık duvarların hepsi BL örgütünün cümleleriyle dolu. Bu kadarla da sınırlı değil, hayranların da çoğalıyor. Kızlar sana âşık olmaya başladı." Gözlerimi devirdim, Tugay gülmeye başladı. "Gülme, adına fan hesapları açılıyor."
"Ne hesabı ne hesabı?" dedi gülerek. "Fan hesabı mı?" Gülmeye devam etti, üzerini düzeltti, çenesini kaldırdı. "O halde şöyle seksi bir fotoğrafımı çek de onlara gönder Sevgili Avukat. Hepsiyle tanışmayı dört gözle beklediğimi söyle."
Dudaklarım aralandı. "Bu hoşuna gitti bakıyorum da," dedim.
"Eh," dedi Tugay göz kırparak. "Mahkûm olmama rağmen böyle sevenlerim varsa sen bir de beni özgür olduğumda gör." Kaşları çatıldı, düşünüyormuş gibi davrandı. "Bekâr olduğumu biliyorlar, değil mi?"
Hafifçe omzuna vurup, "Ben çok ciddiyim," dedim. "Dalgaya alma beni."
"E ben de ciddiyim," dedi, sonra baştan aşağı beni süzdü. "Yok artık Sevgili Avukat, beni kıskanıyor musun sen?"
"Tugay!" dedim bağırarak, daha fazla güldü. "Birazdan hayatının duruşmasına çıkacaksın, konuştuğun şu şeylere bak."
Ellerini havaya kaldırdı, gülümsemesini engelledi. "Tamam," dedi net bir sesle. "Direniş yok, adam öldürmek yok, savaş yok, küfür yok; kibar olacak, hücremde öylece uzanacak ve sadece seni düşüneceğim."
Gözlerimi devirirken dayanamayıp güldüm. "İstersen sana kitap temin edebilirim el altından."
"Ah," dedi Tugay dramatik bir şekilde. "Bana mektup yazmaya devam et Sevgili Avukat. Mutlu sonla bitsinler ama. Onlar en güzel kitaplarım benim."
Saçımı arkaya attım. "Fanlar sevgilin olduğuna dair konuşuyor kendi aralarında," dedim yalana başvurarak ve umursamaz görünmeye çalıştım. "Mutsuzlar bu yüzden. Sevgilin mektup göndermiyor mu?"
"Hımm," dedi Tugay bir kez daha beni baştan aşağıya süzerken. "Kimmiş sevgilim?"
"Bilmiyorum ki." Kaşlarım çatıldı, sandalyeyi düzelttim. "Yani öyle bir şey varsa ortaya çıkabilir."
Tugay, "Sevgili Avukat," dedi başını iki yana sallayarak. "Birazdan hayatının duruşmasına çıkacaksın, konuştuğun şu şeylere bak."
Gözlerim kocaman açılmış bir halde ona bakarken kapı açıldı, içeriye iki gardiyan girdi ve hiçbir şey söylemeden yerlerine geçtiler. Cümlelerimi yutarken gözlerinin içine bakmaya devam ettim fakat öyle bir gülümsüyordu ki aklımı kaçırmama neden olabilirdi.
Ağzımdan derin bir nefes verdim, beni taklit etti; kaşlarımı çattım, o da çattı, başımı omzuma doğru yatırdım, karşılık verdi. Gardiyanlara baktım. "Yapma," diye fısıldadım ayağımla bacağına vurarak. Tugay ise karşılık olarak bacağını bacağıma yavaşça sürttüğünde dehşetle gözlerimi açıp ayağa kalktım. Kahkahası odayı doldurdu.
Gardiyanlar birbirine bakarken onlar da ilk zamanlar benim düşündüklerimi düşünüp bu rahatlığına şaşırdılar ama Tugay gülmeye devam etti.
Dakikalar birbirini kovalarken Tugay'la göz göze gelmemeye çalıştım. Neyse ki beşinci dakikada kapı çalındı ve duruşmaya yeniden hazır olunduğu söylendi. Gardiyanlar Tugay'ın yanına geçtiğinde ve kapıdan çıktığımızda kolluk kuvvetlerinin sayısının arttığını fark ettim. Hepsi Tugay'ın çıkaracağı arbede için buradaydı. Bu kadarla da sınırlı değildi. Kerem'in çığlıkları kesilmişti ancak dışarıdan başka sesler geliyordu. Halk, Tugay Demir Çeviker'in ve BL’nin adını haykırıyordu. Hepsinin dilinde aynı kelime vardı: "Özgürlük!"
Gözlerim kocaman açıldı ve Tugay'a baktığımda gülümseyerek beni izlediğini gördüm. Duruşmanın olduğu salona doğru ilerlerken önünde yürüyordum. Arkamdan eğilip, "Hayranlarım gelmiş," dedi. Nefesi ensemi yalayıp geçtiğinde ürpermeden edemedim. Gardiyan onu geriye çekti ama bir kez daha eğildi. "Çok merak ediyorlarsa söylersin Sevgili Avukat, hayatımda kimse yok." Omzumun üzerinden ona baktığımda gözlerini kıstı. "Şu an yok."
Konuşmak yasak,” dedi gardiyan daha sert bir şekilde Tugay’ı çekerken. Yeniden önüme döndüğümde gülümsemeden edemedim, Tugay görmedi ama gözleri üzerimde olan o avukatlar, kolluk kuvvetleri gördü. Onların görmesi, Tugay’ın görmesinden çok daha kötüydü.
Salonun önünde durduğumuzda derin bir nefes aldım. "Sanık Tugay Demir Çeviker," diye seslenildi. "Ve onun avukatı Eftalya Atalar."
"Avukatı," dedi Tugay mırıldanarak. "Benim avukatım."
Kapıdan içeriye girdiğimizde herkesin gözleri elbette bizim üzerimizdeydi, seyirci koltukları daha fazla dolmuştu ve burada, ilgi odağı Tugay’dan önce bendim, bunun farkındaydım.
Az önceki masamıza geçtiğimizde Tugay beni yine soluna aldı. Karşıma baktığımda Kerem'i gördüm, bakışlarında yine öfke vardı, elleri yine titriyordu. Sargı bezi kanın rengini almıştı ama en azından küfürler savurmadan ya da etrafı yıkmadan durabiliyordu. Titreyen elini saçlarına geçirdi ve hâkime baktı. Öyle yıkılmıştı ki bu yıkılışı, dün bana attığı tokattan çok daha ağırdı. Gülümsemeden edemedim.
Hâkim gerekli prosedürleri yerine getirdikten sonra herkesin oturması için izin verdi ve sandalyelerimize oturduğumuzda sözü Kerem'e bıraktı. Kerem Krallık'ın gelmiş geçmiş en iyi savcılarından biriydi, suçlu ilan ettiği insanların elinden kaçtığı görülmemişti ama benim gibi bir avukatla da hiç yüzleşmemişti. Üstelik bir süredir bu dava üzerinde çalıştığımı düşünürsek ondan bir adım daha önde olduğum açıktı.
Oturduğu sandalyeden kalkıp yeminlerini ettikten sonra önündeki dosyayı açtı. "Sanık Tugay Demir Çeviker'in bütün suç kayıtları önünüzdeki dosyada mevcuttur Sayın Hâkim," dedi çatallı bir sesle. Hâlâ sesi titriyordu. "Suç geçmişine bakacak olursak ilk suçunu on üç yaşında hırsızlık yaparak işlediğini görebiliyoruz."
"İtiraz ediyorum Sayın Hâkim," diyerek ayağa kalktım. "Yargıyı yanıltmaya çalışıyor. Müvekkilim o zaman işlediği düşünülen suçtan aklanmış, ekmek çaldığı fırıncı suç duyurusunu geri almıştır." Kerem hiddetle bakışlarını bana çevirdi fakat ben hâkime bakmaya devam ettim. "Ayrıca suç geçmişinin şu an yargılandığı davayla hiçbir ilgisi yoktur. Bir çocuğun aç kaldığı için çaldığı ekmeği tartışarak vakit kaybedemeyiz."
Kerem dişlerini sıkarak bana baktı. Hâkim önündeki kâğıtlara bakarken tarafsız durmaya çalıştı ama onun da Krallık yanlısı olduğunu biliyordum. Yine de yargı maskesini takmış birinin yasaları dinlemeden hareket etmesini bekleyemezdik.
"Tugay Demir Çeviker'in vatana karşı işlediği suç için buradayız," dedi hâkim de beni doğrulayarak. "Lütfen mahkemeye vakit kaybettirmeyin."
Gülümsedim, sandalyeye geri oturduğumda bakışlarım Tugay'a kaydı. Gülümseyerek bana bakıyordu.
Kerem önündeki kâğıtları karıştırdı. "Yaş on altı," dedi bütün yargı dilini köşeye atarak. "İlk cinayetini o zaman işlediği görgü tanıkları tarafından onaylanmıştır. Kendisi kör bir bıçakla komşusunun boynunu kesmiştir. Önünüzdeki dosyalarda..."
"İtiraz ediyorum Sayın Hâkim," diye ayağa kalktım bir kez daha. "İddia edilen cinayette görgü tanıkları vardır fakat bu cinayet hiçbir zaman kanıtlanmamıştır. İsmi geçen görgü tanıkları da bir süre sonra emin olmadıklarını dile getirmiştir."
Bulunduğum yerden ayrılıp elimdeki dosyayı uzattım, gardiyan dosyayı alıp hâkime uzattı. Hâkim incelerken bakışlarımı Kerem'e çevirdim. "Ayrıca o zamanlar Sevgili Müvekkil'im suçlu bulunsa da bu suç kayıtlara yüksek oranda nefsi müdafaa olarak geçmiştir." Kerem'i işaret ettim. "Sayın Savcı yine asıl konunun dışına çıkarak yargıyı boş yere meşgul etmektedir."
Hâkim kâğıtları incelerken göz ucuyla Kerem'e baktım ve sargılı elinin yumruk halini aldığını gördüm. "Sayın Hâkim," dedi Kerem dişlerini sıkarak. "Tugay Demir Çeviker'in suç geçmişi çocukluğuna dayanıyor, elbette öncelikle bunu tartışmamız gerekiyor."
"Hayır, gerekmiyor," dedim elimi sertçe masaya vurarak. "Çünkü o zaman görülen bütün davalar kapandı. Yargıdan daha büyük olamazsınız. Şu an görülen davanın konusundan oldukça uzaksınız Sayın Savcı. Yozlaştınız mı yoksa benim gibi bir avukatla daha önce karşı karşıya gelmediniz mi?"
Mahkeme salonunda fısıltılar artarken Tugay'ın gülmeye başladığını işittim. Kerem dişlerini sıktı. "Mahvolacaksın," diye fısıldadı. "Bu davada yer aldığın için mahvolacaksın."
"Görüyorum ki siz zaten mahvolmuşsunuz," derken gülümsedim ve yeniden oturduğumda bacak bacak üstüne attım. "İşimizi düzgün yapalım Sayın Savcı, yasaları da mı unuttunuz yoksa? Güçlü bir tokat etkisi yaratmış olmalıyım üzerinizde."
Yan tarafımdan Tugay, "Yapma," diye fısıldadı. "Senin de en büyük hayranın ben olacağım yoksa."
"Sus," dedim ama Tugay bacağıyla bacağımı ittiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Sessizlik," dedi hâkim tokmakla vurarak, ardından Kerem'e döndü. "Avukat Eftalya Atalar haklı Sayın Savcı," dediğinde sırıttım. "Asıl olaya gelin ve yargıyı daha fazla meşgul etmeyin."
"Sanığın çocukluğundaki bütün suçları geleceğini belirledi," dedi Kerem inatla. "Cinayetler, hırsızlık, başkaldırı." Dosyayı biraz daha karıştırdı. "Beş okuldan kovulmuş. Her okulda kendi topluluğunu oluşturmuş ve bu topluluklarla..."
"Sınıf başkanı da oldum sekiz yaşındayken," dedi Tugay bir anda. "Hadi bunu da öne sür."
Mahkeme salonunda birkaç kişi gülmeye başladığında sertçe Tugay'ı dürttüm ve hâkim öfkeyle Tugay'a baktı.
Kerem büyük bir nefretle Tugay'a bakıp bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sonra nasıl olduysa kendini durdurdu. Gözlerini kapatıp birkaç saniye bekledi, yeniden açtığında dosyasını karıştırdı ve asıl olaya geldi.
"Tugay Demir Çeviker, yüce Krallık yanında, Başkan'ın pilotluğunu yapan bir askerdi." Tugay derin bir nefes aldı. "Senelerce Krallık adına çalıştı, her türlü bilgiye erişimi vardı, ardından Başkan'ın pilotu oldu. Bu süreçte hükümetin bütün güvenini kazandı, Başkan'ın canını emanet edebileceği duruma geldi fakat o elzem kazayı bu ülkede bilmeyen yoktur."
Duraksayıp Tugay'a baktı. "Kaza denilebilirse tabii. Tugay Demir Çeviker'in kullandığı uçak, Başkan içindeyken düştü. Uçağın arka tarafı parçalandı, kendisi de Başkan da ağır yaralı olarak çıkarıldı o uçaktan. Sonraki incelemelerde bütün ihmalin pilota ait olduğu, uçakta hiçbir arıza olmadığı ortaya çıktı."
Dişlerini sıktı. İkimize de üstten bakışlar gönderdi. "Bu olayın ardından Tugay'ın işine son verildi fakat yüce Krallık ona acıyarak serbest bıraktı. Bu aralıkta Tugay Demir'in küçük topluluklarla direniş gösterdiği, broşürler dağıttığı saptandı ve tam bu zamanlarda Hâkim Ali cinayeti işlendi. Bir tuvalette acılar içinde ölen adamın arkasından Tugay Demir birkaç gün sonra direniş gösterirken yakalandı ve hiçbir suçlamaya karşı gelmedi."
Gözlerini kıstı. "Asıl olaylar o içeriye girdikten sonra başladı çünkü BL örgütü büyüdü. Kendisi içeride olduğu için suçlanmayacaktı, bu yüzden örgütünü içeriden yürütmeye başladı. İlk önce gizli belgelerle tehdit edildik, sonrasında Krallık tarafındaki birkaç kişi daha öldürüldü. Baş Danışman Yusuf, İçişleri Bakanı Mehmet ve nicesi. Hepsi BL örgütü tarafından öldürüldü. Arkalarında bıraktığı imzalar da buna en büyük kanıttı."
Derin bir nefes verdi, heyecanla masasından ayrıldı ve volta atmaya başladı. "Ve son bir senedir BL örgütü Ada Hapishanesinde de yayılmaya başladı. Karşıt olan bazı gardiyanlar öldürüldü, küçük direnişler başladı ama en büyük direniş geçen günküydü. Herkesin bildiği gibi babam Feridun Karaman da BL örgütü tarafından asılarak öldürüldü, onun ardından hapishanede direniş başlatıldı ve en son benim nişanıma, yani özel hayatıma kadar ulaştı. Bütün bunların yanında Tugay Demir'in benimle kişisel problemleri olduğu elinizdeki dosyalarda ve videolarda da görünüyor. Kendisi babamı öldürmediğini de söylemedi, diğer suçları işlemediğini de. Kendisinin Krallık karşıtı olduğu kanıtlanmıştır, şu an bile gözlerindeki nefret bunu kanıtlar niteliktedir."
Çenesiyle beni işaret etti. "Nişanlımın şu an onun avukatı olması bile bu nefretin en büyük örneklerindendir." Masadaki bardaktan birkaç yudum su içip rahatça sandalyesine döndü ve korkutucu bir gülümsemeyle yüzüme baktı.
Hâkim bakışlarını bana çevirdiğinde boğazımı temizledim, ardından dönüp Tugay'a baktım. Öyle rahat görünüyordu ki bu kez rahatlığı bana da bulaştı.
"Müvekkilim uzun bir süre sadık bir şekilde hükümetin pilotluğunu yapmıştır ve o kaza, büyük bir suçlamadan başka hiçbir şey değildir." Ayağa kalkıp elimdeki dosyayı açtım. "Sayfa dörde bakarsanız neredeyse müvekkilimin de canından olduğunu göreceksiniz. Kendisi beş kırık ve iç kanamayla o kazadan çıkmış, günlerce yoğun bakımda kalmıştır. Evet, kayıtlarda bu kaza pilotun suçu olarak nitelendirebilir ama doktorlar müvekkilimin o an panik atak geçirdiğini de onaylamıştır. Yani bu kanıtlanmış bir suç değildir."
Bakışlarımı Kerem'e çevirdim. "Hâkim Ali konusuna gelecek olursak..." Gülümsedim, işte şimdi başlıyorduk. "Size bir CD gönderdim Sayın Hâkim, birkaç gün önce elime ulaşan bu kayıtlarda Hâkim Ali'yi Tugay'ın öldürmediği görülmektedir, yani bu suçlama tamamen asılsızdır. İzin verirseniz o CD'yi izletmek isterim."
Hâkim onayladığında Kerem'in yüzündeki gülümseme yavaşça silindi. CD takıldı ve görüntüler ekrana verildi. Hâkim Ali'nin ölüm görüntüleri karşımızdaydı. Videoda tabii ki ben vardım lakin videoyu Sinan’la öyle bir hale getirmiştik ki karıncalı görüntüde belli olan tek şey hâkimin bir kadın tarafından öldürüldüğüydü. Saçlarının uzun, fiziğinin ince olduğu belliydi ancak elbisesinin rengi bile anlaşılmıyordu. Birkaç saniyelik video Hâkim Ali'yi öldürenin bir erkek olmadığını kanıtlıyordu.
Mahkeme salonundaki sessizlik fısıltılara dönüştüğünde Kerem şaşkınlıkla ekrana baktı.
"Birkaç gün önce maskeli birkaç kişi tarafından bu görüntüler kapıma bırakıldı, o maskeli kişilerin de görüntüleri var ama yüzleri kesinlikle görünmüyor." Sinan ve Ufuk’tu o kişiler. "Kısacası Hâkim Ali davası tamamen Tugay Demir Çeviker'in dışında gelişmiş bir durumdur."
"Nasıl olur?" dedi Kerem hiddetle.
Kerem'i duymazdan geldim. "Diğer suçlamalara gelecek olursak, müvekkilimin Krallık'a karşı olduğu konusunda hemfikiriz lakin örgüt kurduğuna dair herhangi bir kanıt yoktur. Kendi başına broşür dağıtması bir suç olabilir lakin idam suçu değildir. Bunların dışında suçlandığı hiçbir cinayetin mesuliyetini üzerine alamaz çünkü kanıt yoktur."
Kerem'e baktım. "BL örgütüne sempati beslemediğini söyleyemem ama öyle bir örgütün kurucusu olabilmesi için dışarıda olması gerekirdi. Savcı Kerem Karaman bir kurgu oluşturmuştur. Müvekkilim içerideyken hiçbir örgütün liderliğini üstlenmemiştir."
"Kendi ağzıyla itirafları var Sayın Hâkim!" diye bağırdı Kerem.
Derin bir nefes verdim. "Müvekkilimin bir süre ruh sağlığı yerinde değildi. Hiçbir zaman doğrudan kabul ettiği olmadı, sadece karşı tarafa öfkesini bu şekilde yönlendirebiliyordu. Krallık ne kadar istemese de bir dönem Tugay Demir'in ruh sağlığının yerinde olmadığı doktor raporlarıyla onaylanmıştır."
"Sikeyim!" diye bağırdı Kerem hiddetle ve oturduğu yerden kalkıp bana doğru yürüdü. O sırada Tugay'ın da ayağa kalktığını gördüm. Gardiyanlar Kerem’in önüne geçtiğinde geriye doğru adım attım. "Babamı öldürdü, BL örgütü babamı öldürdü."
"Evet, Feridun Karaman'ı BL örgütü öldürdü ama müvekkilimin bu olaya dahil olduğuna dair bir kanıt var mı?" diye sordum. Kerem hırlayarak bana baktı. "Yargı kanıtlarla konuşur Savcı Kerem Karaman, bana kanıt verin."
"Direniş," dedi Kerem bir anda.
"Ah," dedim ve öfkeyle nefes verdim. "Şu an müvekkilimin en büyük suçu direnişi ama bunun da elbette nedenleri var Sayın Hâkim." Başımı iki yana salladım, seyircilerin olduğu tarafa bakarak hepsiyle göz teması kurdum. "Ada Hapishanesindeki işkenceleri bilmeyen yoktur." Herkes donuk bir şekilde beni izliyordu. "Ve hepiniz geçen gün televizyonda o işkencelerden birine şahit oldunuz."
Ellerimi masaya vurup hâkime baktım. "Yasal olmadığı halde müvekkilimin, sevgili Tugay Demir Çeviker'in sol kolunu canlı canlı kestiler ve bu görüntüleri bilmeyen yok." Kerem'e öfkeyle baktım. "Kolunu timsahlara yedirmekle canice tehdit ettiler. Müvekkilimin…" dedim dişlerimi sıkarak ve sertçe bir kez daha masaya vurarak, "…canını yaktılar."
Mahkeme salonundaki sessizlik öyle ağırdı ki bakışlarımı Tugay'a çevirmek zorunda kaldım ve büyük bir hayranlıkla beni izlediğini gördüm. "Senelerce," dedim Tugay'ın yüzüne bakarak. "Senelerce işkence gördü. Sırtında kırbaç izi olmayan yer yok. Birkaç hafta önce ensesinden damgalandı." Yutkundum. Tugay, gözlerimin içine bakıyordu. "O hapishanede direniş göstermesinin nedeni, örgüt liderliğine soyunmaktan öte artık canının yanmasını istememesiydi çünkü işkenceleri kaldıramıyordu. Ve burada uygulanan işkencelerin hiçbirinin yasal olmadığının altını çizmek isterim."
Aslında yaşadıklarının ne kadar ağır olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyordum. Bütün o yaşattıklarını bir başkasına, hatta bana yaşatsalardı aynı şekilde devam edemezdim ama Tugay o kötülüklerden güç almış, yolunu aydınlatmıştı. Timsah simgesi, sol eline geçirdiği siyah eldiveni, cümleleri... Güç, Tugay Demir Çeviker demekti.
"Öldürülen gardiyanlar?" dedi Kerem kaşlarını kaldırarak.
"Hiçbiri kanıtlanmadı," dedim gözlerimi Tugay'dan ayırıp. "Ayrıca bu dava o gardiyanlar için açılmadı. Sevgili Müvekkil'imin örgüt lideri olup olmadığını tartışıyoruz." Yeniden hâkime baktım. "Kısacası, gördüğü işkencelerin sorumlusu Kerem Karaman iken müvekkilimin ona öfke kusmasından, onu alaya almasından, hatta BL örgütü kurucusu gibi konuşmasından daha olağan bir durum sözkonusu değildir. Şahit yasağı getirildiği için daha fazlasını sunamıyorum ama içerideki mahkûmlarla konuştuğunuzda asıl olanı göreceksiniz. Aç bırakılan bir insan ne kadar mantıklı düşünebilir? Müvekkilimi aç bırakıyor, hücrede yatırıyorlar. Doktor kontrolünden geçse birçok rahatsızlığı görülebilir."
Çenemi kaldırdım. "Şahit yasak olabilir ama Kerem Karaman’ın gözlerimin önünde Tugay Demir'e işkence ettiğine ben şahidim."
Kerem bir kez daha haykırdı ve sargılı elini sertçe masaya vurdu. "Onun fahişesi mi olacaksın?" diye haykırdığında mahkeme salonu yeniden karışmaya başladı. "Seni mahvedeceğim, hayatını karartacağım, babanı süründüreceğim!" Bulunduğu yerden ayrılmak istedi fakat yine onu tuttular. "Öyle bir mahvedeceğim ki seni, yanındakinden daha büyük acı çekeceksin Eftalya Atalar!"
“Sessizlik! Hakaretlere devam edilirse yine ara vereceğim,” diye bir uyarıda bulundu hâkim ancak bu, izleyici olduğundan zorunlu bir hareketti. İçten içe onun da bunları düşündüğüne emindim.
Tekrar yerime oturduğumda Tugay'ın hareketlendiğini hissettim. Tam o esnada alttan sol elini tutup hafif sarstığımda bakışları öfkeyle bana döndü. "Hayır," dedim. "Her şeyi mahvedersin, dur."
Gözleri ellerimize kaydı, duraksadı ve yeniden bana baktığında elinin protez olmasını umursamadan parmaklarımı parmaklarının arasına geçirip sıkıca tuttum. Bu yaşananı sadece biz görüyorduk ve neyse ki bu hareketim Tugay'ı durdurmaya yetti. Kerem küfürler savurmaya devam etti, haykırdı, mahkeme salonunu birbirine kattı ama Tugay ve ben sakince masada oturup birbirimize baktık.
Dışarıdaki özgürlük naraları, Tugay'ın ismi ve nicesi kulaklarımızdaydı. Mahkeme salonu karışmıştı, söylenecek ya da yapılacak başka bir şey kalmamıştı. Bir avukattan çok daha fazlasıymışım gibi Tugay'ın kesilen elini tutuyordum. Birkaç ay önce bana bu söylenseydi kâbus bile olamayacak kadar saçmalıktan ibaret olduğunu dile getirirdim fakat bunu gerçekleştiren benden başka kimse değildi.
Tugay'ın elini tutuyordum, protez olduğu için bunu hissedememesi canımı yakarken Tugay diğer elini elimin üzerine koydu ve okşadı. En büyük karşılık aslında buydu.
Kulağıma eğildiğinde Kerem'in bağırışlarını onun fısıltısı bastırdı. "Cansız olanı canlandıramayacağını mı sanıyorsun?" diye sordu elimi okşamaya devam ederken. "Canlandırdığın kalbim bunun aksini söylüyor Sevgili Avukat’ım."
"Tugay," diye mırıldandım bulunduğumuz yeri göstererek.
"Kurallar umurumda bile değil şu anda," dedi. "Şu an yapmak istediklerimi bilsen beni sen idam etmek isterdin."
"Tugay," diye fısıldadım. "Biz seninle bir avukat ve müvekkiliz." Ah Eftalya, bunu onun elini tutarken mi söylüyorsun?
"Ben bir mahkûmum ve sen de benim avukatımsın, kabul," dedi başını sallayarak. "Fakat bütün bu hengâmenin ortasında seninle dans etmeyi düşündüğüm, karşılıklı bir şarap içmeyi istediğim, çiçekli bir elbiseyle seni hayal ettiğim için kendimi yine kendi içimde delirmiş ilan ediyorum."
Kerem'in bağırışlarını artık duyamıyordum, yüzümü yüzüne çevirdim; işte şimdi sadece ikimiz vardık. "Bu hayatta hiçbir kuralı dinlemeyen bana, bunları yapmamam için ne karşı gelebilir? Sen mi durduracaksın beni? Durdur beni Avukat çünkü şu an düşüncelerimi durduramıyorum." Başını bir kez daha iki yana salladı. "Durdur beni çünkü sen nasıl her şeyi abartıyorsan benim de sınırlarım yoktur. Hatta o sınırları öyle bir yakarım ki bir daha oluşturamayız. Zamanım yok, hiçbir şeyim yok. O kadar zamanım yok ki az önce sen beni savunurken benim tek düşündüğüm senin kollarımın arasında olduğundu."
Nefesim kesildiğinde karnıma heyecandan ağrı girdi ve ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım. Onun gözleri ise öyle büyük bir ateşle bana bakıyordu ki yanacağımı, hem de onunla beraber yanacağımı hissettim. Karşı gelmem, durdurmam gerekiyordu; her şeyden önce şu an burada bir itibarım vardı ama onun gibi o kadar umurumda değildi ki kendime şaşırıyordum. "İlk söylediğin cümle her şeyi özetliyor," diyebildim sadece. Daha fazlası yoktu.
"Sevgili Avukat," dedi bana biraz daha yaklaşarak. "Birazdan idam cezasına çarptırılacak bir mahkûm kadar zamanım yok, beni anlıyor musun? Bu cümlenin ağırlığının farkında mısın?"
"Hayır, var zamanın," dedim karşı gelerek. "İdam cezasına çarptırılmayacaksın, biliyorum. Bunu avukatın olarak söylüyorum."
"Peki ya bu gerçekleşirse?"
"Ne yapacaksın?" Ben bu soruyu sorarken gözleri dudaklarıma kaydı, yutkundu ve okşadığı elime daha fazla baskı uyguladı.
"Ben bir mahkûmum, Suç Kralı’yım, vatan hainiyim, belki de birazdan idam cezası verilecek o kötü adamım ve sen benim Sevgili Avukat’ımsın," dedi. "Fakat bütün bunlar benim şu an seni nefesimiz kesilene kadar öpmeme engel mi?"
Gözlerim kocaman açıldığında aramızdaki sınırlar Tugay'ın bu itirafıyla gerçekten yok oldu. Avukat ve mahkûm değil, avukatını öpmek isteyen o mahkûm. Tugay Demir Çeviker. Kalbim göğüskafesimi kıracak kadar hızlı atmaya başladı. Hiçbir şey söyleyemiyordum, konuşmayı unutmuştum. Sanki bütün kelimeler yok olmuş, uçup gitmişti.
"Ben bu dünyanın en net adamıyım Sevgili Avukat," dedi fısıldayarak. "Ve şu an sınırlarımızı kaldırdığımı sana söylüyorum. Durup düşünmeye vaktim yok, insanlar umurumda değil. Gerekirse mekânı ateş altında bırakırım, durdur beni. Kim beni istediklerimden vazgeçirebilir?"
Kalbim her atışında sanki onun adını haykırıyordu ve daha önce böyle bir şey hissetmemiştim. Her atış Tugay diyordu, her göz kırptığımda sanki o gözbebeklerime hapsoluyordu ve vücudum heyecandan tir tir titriyordu. Gözlerim dudaklarına kaydığında altdudağımı dişlerimin arasına aldım. İçimde öyle bir ateş vardı ki ortası hiçbir zaman olmayan, bütün direnişleriyle hisleri doruklarda yaşatan Tugay Demir, bu cümleleriyle de diğer günlerinden farklı değildi.
Net, kendinden emin, baskın ve bir o kadar da dürüst. Tam da söylediği gibi o bir mahkûmdu ve yarının ne getireceğini bilemezdi. Ne yaşaması gerekiyorsa hemen yaşamalıydı, ne hissediyorsa hemen söylemeliydi. Tugay için birçok şeyin sonu yoktu ama her şeyin sonu olabilecekmiş gibi yaşıyordu.
Hâkim sertçe tokmağını vurduğunda olduğum yerde irkildim ve elimi hemen Tugay'ın elinden çektim. O anda herkesin yerine geçmiş olduğunu, dünyayla bütün bağlantımın kesildiğini ve kaç dakikadır şu şekilde durduğumuzu merak ettim. Dakika? Hayır, kimsenin odağında değildik ama günler sürmüş gibi geliyordu.
Tugay Demir Çeviker'in az önce bana kurduğu cümlelerin etkisi günlerce sürebilirdi, belki de hissettiğim buydu.
Hâkime baktığımda Tugay'ın hâlâ bana baktığını biliyordum fakat o yöne dönmek yerine bakışlarımı hâkimden bir an bile olsun ayırmadım. Kerem oturduğu yerde derin nefesler alıyor, gözlerini üzerimizden çekmiyordu.
"Karar!" diye bağırdı hâkim ve hep beraber ayağa kalktığımızda heyecandan dengemi sağlamakta zorlandım. Mahkeme salonunda herkes ayağa kalkarken tek oturmaya devam eden kişi elbette Krallık'ın yargısına bile güvenmeyen Tugay'dı.
Hâkim boğazını temizlediğinde bakışlarını Kerem'e çevirdi. Kaşları çatıktı, bu hareketi bile Kerem’in bir şeyleri başaramadığını gösteriyordu.
"Sanık Tugay Demir Çeviker'in tutukluluk halinin devamına," dedi hâkim. "İdam kararı için duruşmasının iki hafta sonraya ertelenmesine..." Gözlerim heyecanla kocaman açıldığında ellerimi kalbime koydum. "Bu tutukluluk halinde can güvenliği için ayrı bir hücrede tutulmasına karar verilmiştir!" Bir kez daha tokmağı vurdu.
Normalde idam kararı çıkacak olan davada sayemde o karar çıkmamıştı. Bakışlarım hızla ona döndüğünde Tugay oturduğu yerden yavaşça kalktı. Gözleri büyümüştü, şaşkınlıkla bana bakarken gülmeye başladım. Mahkemedeki herkes büyük bir şaşkınlıkla bize bakıp konuşurken ben gözlerimi ondan ayıramıyordum.
"İdam kararı çıkmadı," dedi daha çok kendine hatırlatıyormuş gibi.
"Çıkmadı," dedim. Ellerim havalandı, bir an ona sarılmak istedim ama sadece ellerimi omzuna koydum ve olduğum yerde sevinç hareketleri yaptım. "Ve bundan sonra ne kadar uslu durursan o kadar iyi olacak senin için."
Gardiyanlar Tugay'ın arkasına geçtiğinde hemen omzumun arkasından Kerem'in sesini duydum. "Bu saatten sonra," dedi Kerem. Yüzünü görmüyordum ama nefretini hissetmiştim. "Sizin için iyi olacak bir durum sözkonusu olabilir mi?"
Tugay, Kerem’e şöyle bir baktı. Ardından yanıma geçerek, “İlerle şeref yoksunu,” dedi aşağılayıcı bir sesle. “Ve benim avukatıma bir metreden fazla yaklaşmayı artık aklından bile geçirme yoksa o bacaklarından tavana asar, sırtına baş harflerimi çıkartacak kadar kırbaçlatırım seni.”
Kerem alayla güldüğünde dakikalar sonra ilk kez korktum. “Sus,” diye fısıldadım Tugay’a. “Sus.”
Gardiyanlar Tugay'ın koluna girdi. Kerem kapıdan çıktıktan sonra biz de çıkmak için hareketlendik. Tugay hâlâ kafası karışık bir şekilde Kerem'in arkasından bakıyordu. "Bu saatten sonra daha fazla uğraşacak," dedim sol tarafına geçip. "Lütfen, senden tek istediğim uslu durman. Hiçbir olaya karışma Tugay."
Tugay derin bir nefes verdi. "Kendim için dururum," dedi. Koridorda yürürken bütün bakışları görmezden gelerek ona bakmaya devam ettim. Önümüzde de arkamızda da orduyla kolluk kuvvetleri vardı ve hepsi Tugay'dan korkuyordu.
"Bu da ne demek?"
“Bugünden sonra örgütle hareket edecek, onlarla kalacaksın. Yalnız başına kalmak yok, sana gereken her şeyi öğretecekler.” Baskın sesinde hâlâ şüphe vardı. “Evine bile tek başına girmeyeceksin, her adımında biri olacak.” Koridoru döndüğümüzde dışarıdaki sesler daha fazla kulaklarımıza doldu. Herkes özgürlük diye bağırıyordu, Tugay’ın adı da onların arasındaydı.
Cevap vermediğim için, "Beni duydun mu Sevgili Avukat?" diye sordu adımlarını yavaşlatarak.
"Bunu sonra konuşuruz."
"Bunu sonra konuşamayız," dedi adımları bıçak gibi kesilirken. Onu adliyenin arka kapısından çıkaracaklardı çünkü ön kapıdan çıktığı an büyük bir hayran kitlesiyle karşılaşacaktı. Peki ya ben bu saatten sonra ne yapacaktım? Artık herkes beni tanıyacaktı.
"Kendi başımın çaresine bakabilirim," dedim gülümsemeye çalışarak. "Sen şimdi bu sonucun tadını çıkar."
"Kendi başının çaresine bakabileceğini ben de biliyorum ama ben özgür değilken olmaz." Bir adım atarak yanıma geçti ve merdivenlerden inmeye başladık. "Daha önce de söyledim, yine söylüyorum, geçen günkü gibi bir olay yeniden gerçekleşirse değil nişanlandığın köşkü ateşe vermek, şehri ateş altında bırakır, bütün Krallık binalarını patlatırım Avukat."
Gardiyanların duymasını umursamadan bu şekilde konuşması kaşlarımı çatmama neden oldu. "Uslu durmamı mı istiyorsun? O halde içimi rahatlatacaksın."
Merdivenin son basamağından inerken dış kapıyı gördüm, neyse ki kimse yoktu. Tugay'ı Ada Hapishanesine götürmek için bir araç bekliyordu. Mutsuz bir nefes verdikten sonra, "Tamam," dedim konuyu kapatmaya çalışarak. "Orta yolda buluşacağız, tamam mı?" Kapıya doğru yürüdük, ardından bir anda yeniden ona döndüm. "Sana kitap getirmemi istemediğine emin misin?"
Tugay'ın yüzündeki ciddiyet yok oldu ve gülümsedi. Gardiyanlardan biri dış kapıyı açtığında buz gibi soğuk hava yüzüme çarptı. Tugay hemen gökyüzüne baktı ama çoktan hava kararmıştı, yine güneşi ve gökyüzünü görememişti.
"Ben sana bir kitap önersem Sevgili Avukat’ım?" dedi gözlerini kısarak. Gardiyanlar çekiştirdi ama Tugay dimdik durmaya devam etti.
"Nedir?"
"Bir İdam Mahkûmunun Son Günü," dedi Tugay hem gülümseyerek hem de hüzünle. "Benim için oku, beni gör."
"Tugay," dedim boğazıma bir yumru otururken. "Bunu yapma, idam edilmeyeceksin, seni kurtaracağım."
Tugay kelepçeli ellerini kaldırdı, gardiyanları umursamadan önüme gelen saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. "İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri, bir saç teliyle koparabileceğini sanır," diye mırıldandı. "Sayfa elli beş, birinci paragraf. Oku Sevgili Avukat’ım. Oku, ben o satırlardayım."
Kaşlarım çatıldı. Ardından bu sayfayı ve paragrafı nereden hatırladığımı düşünmeye başladım çünkü bir yerden tanıdık geliyordu ama ne kadar zorlarsam zorlayayım hiçbir anıya ulaşamadım. Başını omzuna doğru yatırdı, gözlerimin içine büyük bir saygıyla, hatta merhametle baktı ve zaman birkaç saniyeliğine durdu ya da ben durmasını istedim çünkü sonrası aslında beklediğim bir sondu.
Bir silah sesi geldi, kuşlar uçuştu. İşte o kurşun havadayken dursun istedim zaman ama böyle bir gücüm yoktu. O kurşun bir göğsü deldi. Tugay'ın gözlerindeki o sıcak ifade yerini acıya bırakırken saatler önce elimi yasladığım göğüskafesine isabet eden kurşun yüzünden kan akmaya başladı. Bir silah sesi daha geldiğinde bu kez kuşlar uçmadı ama o kurşun da Tugay'a isabet etti. Saçlarımdaki eli düştü, bakışları donuklaştı.
Üçüncü silah sesini bastıran benim çığlığımdı.
Paragraf Yorumları