Ada Hapishanesi
Bütün duyguların bir sınırı vardı fakat Tugay Demir Çeviker için sadece iki duygunun sınırı olmazdı: sevgi ve intikam. Bu iki duygu yanında başka duyguları da getirirdi. Sevgi şefkati, şefkat merhameti, merhamet ilgiyi, ilgi bağlılığı, bağlılık mahkûmiyeti, mahkûmiyet mutlak aşkı.
İntikam ise hırsı, hırs savaşı, savaş kazancı, kazanç kayıpları, kayıplar nefreti, nefret ise öfkeyi doğururdu. Aslında sınırları olmayan bu iki duyguyla yaşayan Tugay Demir için diğer duygular da tam kalbinin ortasındaydı.
Birini sevdiğinde ondan kopmak olanaksızdı, birinden intikam aldığında da öyle. Bir başkasına göre birbirinden farklı bu iki duygu, Tugay Demir için iç içe geçmiş vaziyetteydi. Çünkü sevgileri intikamlarını doğuruyordu.
Kolları yine arkadan bağlanmıştı, bacakları da, hatta bu kez gövdesi de. Ağır demir sandalyeye mıhlanmıştı ama neyse ki her şeyi görebiliyordu.
"Anlamıyorum," dedi hemen karşısında oturan Kerem Karaman sandalyesine yayılırken. Kolları bacakları ne kadar bağlı olursa olsun altı gardiyan vardı başında ve Tugay’la aralarına iki metre mesafe koymuşlardı. "Bu kadar işkenceyle nasıl yaşamaya devam edebiliyorsun sen?"
Verilen ağır sakinleştiricinin etkisi geçerken vücudundaki ağrıları da hissetmeye başlamıştı Tugay ama bunu yansıtmak yerine alayla güldü. "Merak ediyorum," dedi karşılık olarak. "Baban öldükten sonra altına don giyebiliyor musun sen? Onu bile sana baban giydiriyordu da."
Kerem kasıldı, dişlerini sıktı. Ardından gardiyanlardan birine başıyla işaret verdiğinde Tugay'ı ensesinden bastırdılar ve önündeki soğuk suyun içine kafasını soktular. Tugay çırpınmadan bekledi, yüzünün soğuk suyla beşinci buluşmasıydı bu. Hepsinde kırk saniye bekletilmişti ama bu kez kırk saniyeyi geçiyordu ve artık Tugay'ın nefesi yetmiyordu.
Gardiyan en sonunda ensesinden tutup çektiğinde Tugay öksürdü, ardından yere tükürdü. Kerem, "Diğer kolunu kesmek için yanıp tutuştuğumu biliyor musun?" diye sordu acımasız bir sesle. Tugay düz gözlerle ona bakarken nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. "Ama bunu yapamıyorum çünkü herkesin gözü artık senin üzerinde olacak. Yüzüne verilecek en ufak zarar bile halkın gözetiminde olacak. Mahkemen, hayatın…" Kaşları çatıldı. "Hepsi artık göz önünde tutulacak çünkü kendini gösterdin. Bilerek yaptın değil mi?" Tugay kaşlarını kaldırdı, bu onaylayan bir ifadeydi. "Kendini çok mu zeki sanıyorsun Tugay Demir? Her fiziksel işkence iz bırakmak zorunda değildir, ciğerlerine su dolana kadar boğarım seni."
Tugay burnundan derin bir nefes alıp boğazını temizleyerek çenesini havaya kaldırdı. "Baban ölmeden önce pencereden kaçıyormuş neredeyse," diyerek güldü. "Gün gelecek, senin pencerelerine demir takacağım, kaçmayı bile düşünemeyeceksin."
Kerem gülmeye başladı, hiçbir zaman Tugay'ın tehditlerini ciddiye almıyordu. "Konuş," dedi belki onuncu kez. "Eftalya Atalar'ın senin yanında ne işi vardı?"
Tugay kaşlarını çattı. "O kim?" diye sordu yarı alaylı yarı ciddi.
"Şu lekeli avukat," dedi Kerem imalı imalı. "Hani damgayı yaptırmayı göze alan. Konuş piç kurusu, ne karşılığında bunu yaptı?"
Tugay'ın çenesi kasıldı, dikkatli bir şekilde Kerem'i incelerken, "Lekeli avukattan başka bir tanım yok muydu?" diye sordu. "Yoksa Krallık kendi arasında böyle şifreler mi koyuyor?"
"Konuş!" diye haykırdı Kerem, ardından gardiyana bir işaret daha verdi. Gardiyan bu kez Tugay'ın ensesine öyle güçlü bastırıp kafasını suyun içine gömdü ki Tugay nefesini bile tutamadı. Geri çıkardıklarında daha şiddetli öksürmeye başladı. “Ona ne vaat ettin? Ne vaat ettin de damgalanmayı göze aldı?”
Tugay öksürürken bir anda duraksadı, başını kaldırıp Kerem'in yüzüne baktı. "Sen mi emri verdin?" diye sordu ve bu tek soru Tugay'ın kulaklarının çınlamasına neden oldu. "Damgalanma emrini sen mi verdin?"
Bütün mahkûmlar damgalanmıştı, onlar alışıktı ama Murat telefonda konuştuktan sonra Eftalya'nın damgalanma emrini vermişti. Murat’a bu emri veren kişi Kerem'den başka hiç kimse değildi.
"Bütün emirler babam öldükten sonra benden geçiyor," dedi Kerem gözlerini kısarak. "Hayatının en büyük hatası babamı öldürmekti, bana güç kazandırdın."
Tugay dişlerini sıktı. "Ve tuvalete artık tek başına gidebileceksin baban öldüğüne göre, ne mutlu sana."
Kerem öfkeyle ayağa kalktı, ardından Tugay'ın arkasına geçip bu kez kafasını suya o soktu. Büyük bir nefretle yapıyordu bunu, bir yandan da boynunu sıkıyordu. Geri çıkardı, sonra yeniden suya soktu ve bunu birkaç kez tekrar etti. En sonunda geri çıkardığında sertçe Tugay'ın çenesinden tuttu ve nefes almasına bile fırsat tanımadan, "Çevremdeki herkesten uzak duracaksın piç kurusu," dedi Kerem. "Yoksa..."
"Çevrendeki mi?" diye sordu Tugay. Yeniden kulaklarına çınlamalar doldu fakat bu kez çok daha farklıydı. Bir yapboz dağıldı ve tekrar birleşirken Tugay'ın gözleri kısıldı. "Tek öldürdüğüm kişi baban. Sakinleş Kerem." Ağzını arıyordu.
"Çevremdeki," dedi Kerem dişlerini sıkarak. "Herkesten uzak duracaksın, buna Eftalya da dahil. Aklından ne geçtiğini biliyorum..."
"Sende birini sevecek kalp mi var?" diye sordu Tugay yine ağzını aramak için. Başı dönüyordu, yaşananların yanında yaşatacakları yüzündendi bu baş dönmesi. "Bir avukata mı âşık oldun yoksa Kerem Karaman?"
"Aşk mı?" diye sordu Kerem. "Yatağımı her gece ısıtan bir kadına âşık olacağımı sana düşündüren nedir piç kurusu? Ben aşkla ya da bana âşık olanlarla ilgilenmiyorum, ayrıca o aptal duyguya da saygım yok."
Tugay'ın arkasındaki elleri yumruk halini aldığında yapboz yeniden dağıldı fakat bu yapbozu dağıtan Tugay'dan başka kimse değildi. Birleştirmek istemiyordu, birleştirirse çıkacak sonuçlardan hoşlanmayacaktı. Eftalya'nın çenesindeki o kesik izi, göğüskafesindeki lekedeki morluk, damga...
Tugay titremeye başladığında bu Kerem'in gözünden kaçmadı. "Korkuyor musun?" diye sordu aşağılayarak. "Titriyorsun, kıyamam. Yoksa üşüdün mü? Keşke annenin sıcak kolları olsaydı, öyle değil mi?"
Bana âşık olanlarla ilgilenmiyorum, demişti Kerem. Tugay'ın bir yandan da aklında bu cümle dönüyordu. Her konuda aklı zirvede olan adam, bu konuda duraksadı. Acabalar yanında büyük itirafları getirirdi. Mektup yazmıştı, nişanlı bir kadın olduğumu unutma demişti, nedeni korkular mıydı? Yoksa düşündüğünden daha mı derindi?
"O avukat korkusundan öyle davrandı," dedi Kerem'in yüzüne bakarak. "Çünkü tehdit ettim, onu zorladım." Tek düşündüğü sonrasında soru işaretleriyle Kerem'in Eftalya'ya zarar vermemesiydi.
Kerem sertçe Tugay'ın başını iteklediğinde yeniden sandalyesine ilerledi ve köşedeki havluyu alıp tiksiniyormuş gibi ellerini sildi. "Çevremdeki herkesten uzak dur," dedi üçüncü kez. "Yoksa canını öyle bir yakarım ki Tugay Demir, kızgın demirlere özlem duyarsın." Havluyu Tugay'ın yüzüne çarptı. "Az önce dediğim gibi, işkence sadece iz bırakmaz, zaaflarını yok ederim senin."
Tugay'ın ilk kez Kerem'e bakışlarında endişe vardı. "Benim zaafım yok."
Kerem gülmeye başladı. "Üzerine kayıtlı kız çocuğunun ölmediğini, senin kızın değil de kız kardeşin olduğunu biliyorum piç kurusu." Tugay'ın ensesinden aşağıya bir ürperti indi. Bunu bilen kişi sayısı o kadar azdı ki Kerem’in bunu nasıl öğrenmiş olabileceğini bilmiyordu. Bilen tüm isimleri aklında sıraladı, son sıraya Eftalya Atalar'ı koydu, onu yerleştirirken başını iki yana salladı.
"Seni öyle bir öldüreceğim ki," dedi Tugay derinden gelen bir sesle. "Bütün ölümler yanında diz çökecek."
Kerem kahkaha attı, ardından sandalyeye attığı ceketini üzerine geçirdi. "İlk suçu kuru ekmek çalmak olan fakir bir çocuğa göre fazla uçuk hayallerin var piç kurusu. Olsun, hayaller senin gibiler için var zaten."
Tugay kaskatı olmuş ona bakarken Kerem sakin ve rahat tavırlarla işkence odasından çıktı ve o çıkar çıkmaz Tugay başını öne eğip gözlerini kapattı. Bir tarafı karşı çıkarken diğer tarafı o yapboz parçalarını birleştirmekte diretiyordu. Bir tarafı güveni seçiyordu, diğer tarafı sorguluyordu. Sorgulayan tarafını susturan büyük bir ses vardı. O sesin ne olduğunu bilmiyordu.
Gardiyanlar onu hücresine götürürken titremeleri hiçbir şekilde geçmedi. Hisler mutlak gerçeklikti, Tugay hislerine inanırdı. O hisler güvenmesini söylemişti Tugay’a.
Hücrenin önüne geldiklerinde bir gardiyan hızla Tugay'ın eline bir kâğıt sıkıştırdı ve bu bütün dikkatinin dağılmasına neden oldu. Ardından sertçe hücrenin içine itildi ve kapı kapandı. Ağır demir kapı keskin kilitlerle örtüldüğünde Tugay üstteki açıklıktan vuran ışığın altında gelen kâğıda baktı.
Küçük kâğıt örgüte aitti. Giray'dan gelmişti.
Çenesini havaya kaldırıp kâğıdı hızla açtı ve o kısa notla yüzleşmek, Tugay'ın o bir avuç suda değil de sanki koca bir okyanusta boğulmasına neden oldu.
"Avukatın Eftalya Atalar'ın bu akşam basının da olacağı gizli bir köşkte nişan töreni var. Nişanlısı ise Kerem Karaman. Bunu kendi ağzıyla itiraf etti. Güvenip güvenmemek sana kalmış, tek bildiğim avukatının biri tarafından şiddete uğradığı ve onun yanında olmam gerektiği. Sözleşme maddelerini gerçekleştirmemiz mi gerekiyor yoksa başka bir planın var mı?
Seni bekliyorum kardeşim.
Özgürlüğüne.
GPÇ"
***
Eftalya Atalar
Bu benim nişan törenimdi.
Gökyüzünde havai fişekler vardı, bir aydınlanıp bir parlıyorlardı. Çok ses vardı, kalabalık dört bir yanıma dağılmıştı.
Bu benim nişan törenimdi.
Büyük bir yangın vardı, havai fişekler patlıyordu. Çıkan yüksek sesler insanların çığlıklarıydı, herkes ateşten kaçıyordu. Kocaman bir BL pankartı tam ortadaydı.
Bu benim nişan törenimdi.
Elimde bir şarap bardağıyla gülümseyerek yangını izliyordum ve farkındaydım; hikâye asıl şimdi başlıyordu.
8 saat önce...
Aynada gördüğüm yüz bana yabancı geliyordu. Çevremdeki herkes bir koşuşturma içindeydi. Elime kahve tutuşturuyorlardı. Annemin yardımcılarından biri yüzümde uykusuzluktan oluşan ödemi alması için buz kalıbı tutuyordu. Makyöz sol tarafımdan yüzüme bakarak hakkımda yorumlarda bulunuyordu, hemen arkamdaki kuaför saçlarımı havaya kaldırıp sokacağı şekil hakkında fikir danışıyordu.
Hemen arkamda, bir nefes kadar uzağımda annem vardı. Hepsine tek tek cevap veriyordu; mavi, uzun ve özellikle göğüskafesimdeki lekeyi kapatacak o elbiseye uygun makyajın koyu tonlar olduğunu söylüyordu. Saçlarımı yarım toplamalılardı çünkü yüzüm kemikliydi, annem kuaföre hortlak gibi göründüğümü, bu yüzden saçlarımı toplarsak kötü görüneceğimi dile getiriyordu. Elbisenin kapalı olması için diretmişti, insanlar o korkunç lekeyi görmemeliydi. Derdi damga değil, o lekeydi.
Kimse benim fikrimi sormuyordu, bir bez bebek gibi hareket ettiriliyordum. Gerçi fikirlerimin pek de önemi yoktu, düz gözlerle aynada kendimi izlerken aklımdan geçen tek düşünce evimin penceresinden kendimi aşağıya atsam ölüp ölmeyeceğimdi. İkinci kattan kendimi aşağıya atsam değil ölmek bacağım bile kırılmazdı, sadece incinirdi ve o incinmeyle bile beni nişanıma götürürlerdi.
Annem üzerimdeki elbisenin boğaz tarafını çekiştirirken göğsümdeki damga öyle bir sızladı ki acıyla inledim ama annem bunu görmezden gelerek biraz daha çekiştirdi. Bana öfkeli olduğunu biliyordum, Kerem her ne anlattıysa hareketleriyle bana öfkesini belli ediyordu.
"Şu elbisenin altına bir kat mı çeksek?" diye sordu annem aynadaki aksime bakarken. "Zayıflamışsın, bir kadına yakışmayan fiziki ölçülere sahipsin." Üzerimdeki elbise balık modelindeydi, adım atarken bile zorlanıyordum ve annem içime bir kat daha dikmekten söz ediyordu. "Kolların çok zayıf, acaba kollarını da mı örtseydik?" Kuaföre baktı. "Saçlarını özellikle kollarına denk getirelim."
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım; annemin yardımcısı yüzüme buzu tutmayı bırakıp çekildi ve elime su tutuşturdu.
Çığlık atmak istiyordum, kaçmak istiyordum fakat öylece durmaktan başka yaptığım hiçbir şey yoktu.
"Eftalya Hanım," dedi makyöz yüzüme bakarak. "Siyah tonları mı tercih edersiniz yoksa lacivert mi?" Elindeki far paletini gözlerime sokuyordu.
"En matem havasını hangisi veriyorsa onu uygulayalım," dedim. Makyöz şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında bakışları arkamdaki anneme kaydı, kuaför ise gülüşünü gizlemek için başını önüne eğdi.
Annem boğazını temizledi, uzun sarı saçlarını arkaya attığında aynadan yüzüme öfkeyle baktı. "Herkes birkaç saniyeliğine dışarıya çıkabilir mi?" diye sordu. "Kızımla baş başa kalmak istiyorum."
Ah, işte şimdi o cehennem yaklaşıyordu.
Odadaki herkes annemin emrine uyup odadan çıktığında annem omuzlarımda duran saçlarımı arkaya atıp ellerini kollarıma yerleştirdi ve aynadan yüzüme baktı. "Neyin var senin? Bu yüzünün hali ne? Akşam büyük bir eğlenceyle içinde basının da olduğu bir nişan törenin olacak ama sen cenazeye katılacak gibisin."
Gözlerinin içine baktığımda alayla güldüm, aslında her şeyin farkında olduğunu biliyordum ama özellikle soruyordu ki karşılığında daha ağır cümleleri bana sarf edebilsin. "Bu nişanı artık istemiyorum," dedim dürüst bir şekilde. "Çünkü Kerem'i sevmiyorum."
"Hayır, seviyorsun," dedi annem karşılık olarak.
Dudaklarım aralandı. "Hiçbir zaman beni anlamaya çalışmayacak mısın?" Sırtımı aynaya döndüm ve yüzüne dikkatle baktım. "Kızının halini görmüyor musun? Bütün bunları istemiyorum, o nişanı artık istemiyorum çünkü hiçbir zaman bir aşk uğruna nişanlanmadım sadece babam için kendimi feda etmiştim."
Annem emin olduğu her şeyi dinlerken kaşlarını kaldırdı. "Ne yapmak istiyorsun peki?"
Güzel bir soruydu, birçok yanıtım vardı ama şu an bunları anneme söyleyecek değildim. "Bir kez olsun yanımda durmanı ve bu nişanı engellemeni." Annem kaşlarını çattı. "İtibarı mı düşünüyorsun anne? Yarından sonra hiçbirimizin itibarı kalmayacak, beni duydun mu?"
"Bu da ne demek?"
"İstemiyorum," dedim dişlerimi sıkarak ve sesim titredi. "Kerem'i istemiyorum, bu nişanı istemiyorum." Acıyla ona baktım. "Bir kez olsun yanımda dur, beni anla."
Annem öfkesinin son damlalarına ulaştığında sertçe kolumdan tutup beni kendine çekti ve kısık bir sesle, "Bu nişan atıldıktan sonra ne şekilde anılacağının farkında değil misin sen?" diye sordu. "Kimse seni istemeyecek, işlerin son bulacak, Krallık ellerini üzerinden çekecek, herkes karşında duracak, itibarın yerle bir olacak, zamanla bir fahişe olarak anılacaksın." Yeşil gözlerinde öyle büyük bir öfke vardı ki bir kez daha benden nefret ettiğini düşündüm. "Hayatında verdiğin en doğru karar bu nişandı, hepimiz için ve şimdi bundan vazgeçeceğini mi söylüyorsun?" Kolumu daha sıkı kavrayınca acıyla inledim. "Babanın yolundan mı gitmek istiyorsun?" diye sordu, bakışları göğüskafesime indi. "Neyin peşinde olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?"
"Kolum acıyor," dedim fısıldayarak. "Çok acıyor, bırak lütfen."
"Umurumda değil." Gözlerim doldu. "Şu an hayatımdaki adama âşık olduğumu mu sanıyorsun sen?" diye sordu, fısıldıyordu. "Hayatımızı kurtarmak için bunu yapmak zorundaydım. Sen de bunu yapacaksın çünkü dünyamız bu halde. Bir adamı sevmesen bile onu memnun edeceksin, edeceksin ki kendini koruyabilesin."
Başımı acıyla iki yana salladım. "Âşık olmadığım halde bunları yapamam," diye fısıldadım. "Artık yapamam, gerçekleri gördüm. Bundan birkaç ay önce aşk umurumda değildi ama şimdi umurumda. Kendime saygım var."
Annem alayla güldü. "Bütün o okuduğun aptal aşk romanlarından mı öğreniyorsun bunları?" diye sordu. "Aşk diye bir şey yok."
"Anne," diye inledim. "Lütfen." Sesim yalvarır gibi çıkıyordu. "Lütfen bana yardımcı ol, lütfen. Onu istemiyorum, hiç istemedim. Kerem bir sinir hastası, bana zarar veriyor, yarın ne yapacağını kestiremiyorum. Onunla nişanlanırsam sonrasında olacakları..."
"Yanındaki erkeği sakinleştirmek senin elinde." Annem kolumu iterek bıraktığında elim koluma tutundu, moraracağından emindim. "Yüzüne yapay gülümsemeni yerleştir, başını kaldır ve günün yıldızı ol. Herkes seni ve şansını konuşacak, kaç tane kadının hayalini yaşıyorsun sen."
Başımı iki yana salladığımda gözümden yaşlar döküldü. Küçüklüğümden beri bir kez olsun beni anlamamıştı, bir kez olsun şefkat göstermemişti, hatta bir kez olsun saçlarımı insanlara nispet yapmak dışında okşamamıştı fakat ilk kez ona ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Bir annenin sıcaklığından öte beni anlayan bir kadının sıcaklığına ihtiyacım vardı.
"Anne," dedim en sonunda dayanamayarak. "Beni hiç mi sevmiyorsun?"
Annem yüzüme bakarken gözümden akan yaşları izledi fakat tam o esnada odamın kapısı çalındı, onaylamam bile beklenmeden kapı açıldığında Kerem'in girdiğini gördüm. Üzerinde lacivert bir takım elbise vardı, saçları taranmıştı, yüzündeki gülümseme öyle keyif yüklüydü ki midemin bulandığını hissettim. Birkaç ay önce olsa bu yaşananlara boyun eğeceğimi bilmek, kendime kocaman bir yumruk geçirmek istememe neden oldu.
Kerem anneme, ardından bana ve gözümden akan yaşlara baktı. "Ah," dedi kaşlarını kaldırarak. "Duygusal bir anda mı yakaladım?" Anneme yaklaştı, elinin tersini zarif bir şekilde öptü. "Yasemin Hanım, nasılsınız?"
Annem yüzündeki öfkeyi hemen yok etti, oyunculuğu karşısında şaşkına döndüm. "İyiyim Kerem, sen nasılsın?"
"Çok iyiyim."
Kerem'in bakışları bana kaydığında annem geriye doğru gitti, ardından bizden izin isteyerek ikimizi baş başa bıraktı. Çıkarken o uyarıcı bakışlarını göndermeyi de ihmal etmedi. Birkaç saniye sonra yeniden Kerem'e baktım, elini kaldırıp yüzümdeki yaşları silmek istedi fakat çevik bir hareketle elini ittiğimde şaşkınlıkla bana baktı.
"İyi misin?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.
"Pişman olacaksın." Gözlerine anlamsız bir ifade oturdu. "Bugün nişanımızı herkese duyurduğun için pişman olacaksın Kerem. Sana son iyiliğim bu uyarım olacak, aklın varsa bu nişandan vazgeçersin."
Kerem kaşlarını sorgulayan bir ifadeyle kaldırdı. "Nasıl pişman edeceksin Eftalya?" diye sordu. "Tam nişan takılırken bayılma taklidi mi yapacaksın yoksa nişandan birkaç saat önce kaçacak mısın?" Kahkaha attı, midem daha fazla bulandı. "Bunları yapman daha fazla konuşulmamıza neden olur ki bu da hoşuma gider."
Tiksinerek nefesimi verdiğimde, "Gurursuz bir adamsın," diye mırıldandım. "Seni istemeyen, yanında durmaktan bile utanan, hatta yüzüne her baktığında midesi bulanan bir kadını zorluyorsun." Kerem'in yüzündeki gülümseme yavaş yavaş soldu. "Hatta sadece gurursuz değil, kalpsizsin de. Baban öleli bir hafta bile geçmedi fakat sen hırsların için bir nişan töreni düzenliyorsun. Acını bile yaşamayacak kadar iğrenç bir adamsın."
Kerem burnundan nefes verdiğinde ellerinin titremeye başladığını gördüm. "Çok cesur konuşuyorsun bebeğim, heyecanına veriyorum bütün bunları."
"Heyecanı sikeyim," dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı, Krallık tarafındaki hiçbir kadın küfredemezdi. "Bütün bu saçmalıkları, yüzükleri, töreni, her şeyi sikeyim." Dudaklarımı büktüm. "Tüh, küfrettim, çok ayıp oldu."
Tugay Demir, Tugay Demir, Tugay Demir.
Ne yapıyordu? O mektubumun ardından bütün uyarılarımı hiçe sayarak nasıl da baş kaldırmıştı bana bile. İnanmıyor muydu yoksa inanmak mı istemiyordu? Belki de hissettiklerimi fark etmişti, bilmiyordum ama onunla bir dahaki konuşmamızın epey zor geçeceğinden emindim.
"Eftalya!" dedi Kerem dişlerini sıkarak, ardından geriye doğru bir adım attı ve adım attığı yerde ayağına komodinim takıldı. Başını çevirdiğinde komodinin üzerindeki kardeleni gördü. Dikkatle çiçeğe baktıktan sonra bakışları bana döndü, öfkeli bir nefes verdi ve bir anda çenemden tutup beni sertçe duvara yapıştırdığında başım duvara çarptı. "Başka biri var, değil mi?" diye sordu hırsla. "Sana bu cesareti o veriyor."
"Bırak beni," diyerek çırpınmaya başladığımda daha fazla baskı uyguladı. "Bırak beni!" diye bağırdım bu kez. Bir faydası dokunacakmış gibi kapıya doğru, "Anne!" diye seslendim, bu hayatımın en acınası anıydı. "Anne, kapının önünde olduğunu biliyorum, gel!"
Kimse gelmedi, annem duysa bile beni kurtarmak istemedi.
Kerem eliyle ağzımı kapattığında gözlerimi kocaman açarak ona baktım. "Bugün bu nişan olacak," dedi çenemde parmak izlerini bırakırken. "Ve sen yanımda bana yakışır şekilde duracaksın, bunları yapmazsan sonucunda neler olacağını söylememi ister misin? O babanın boynuna geçirilen urganı hiçbir bıçak kesmez Eftalya."
Acıyla yutkunduğumda ağzımdaki elini sertçe çektim ve öfkeyle, "Beni artık korkuyla yönetemezsin," diye bağırdım. "Elinden geleni ardına koyma, senden korkmuyorum şerefsiz herif." Yine dudaklarımı büktüm. "Bak görüyor musun, tüh, yine küfrettim."
"Korkmuyorsun, öyle mi?" diye sordu Kerem korkutucu bir şekilde gülümseyerek. "Göğsüne damgayı yerken öyle görünmüyordun ama Eftalya." Gözlerimin içine baktı. "Yapabileceklerimin sınırları yok."
Dudaklarım aralandı, bu kadarını beklemediğim için şaşkınlıkla, "Bunu sen yaptırdın," diye fısıldadım. "Damga emrini sen verdin."
"Bütün kararlar benden geçiyor," dedi otoriter bir sesle. "Ya elimde kukla olacaksın ya da nişanlım. Seç."
Nefret ilk defa bu kadar kanlı canlı bir şekilde kalbimde yer bulduğunda göğsümdeki o damganın bulunduğu yer acıyla sızladı. Herkesten her şeyi beklemelisin, derdi babam ben küçükken. Çünkü insanoğlu can yakmayı sever Eftalya. Kerem'den bunu neden beklemediğimi bilmiyordum ama sınırlarının olmamasıyla ilk kez yüzleşiyordum, bana yapabileceklerinin ucu bucağı yoktu.
İki seçeneğim vardı: Ya karşı gelecek, direnip çenemi havaya kaldıracaktım ya da korkup sinecek, bir bez bebeği oynamaya devam edecektim. Ben yine birinci yolu seçerek dizimi havaya kaldırdım ve sertçe Kerem'in kasıklarına vurdum.
Çevik bir hareketle benden kurtuldu fakat dizim bacağına denk geldiğinde acıyla inleyerek eğildi. Duvar kenarında ona bakarken, "Bunların ikisi de olacağıma ölmeyi yeğlerim," dedim hiddetle. "Defol git hayatımdan."
Kerem eğdiği başını kaldırdı, öfkeyle bağırdı. Ardından yüzüme öyle sert bir tokat geçirdi ki başım arkamdaki duvara bir kez daha sertçe çarptı ve gözümün karardığını hissettim.
Daha önce defalarca annemden tokat yediğimi biliyordum ama bu tokat benim gururuma, geleceğime, hatta direnişime atılmış bir tokattı. Çenemde ağrı hissettiğimde ağzıma kan tadı geldi, kulağım çınlıyordu. Elim yanağıma giderken bakışlarım pencereye dönüktü, gözlerim acıdan veya incinen gururumdan doldu. Hangisi yüzünden dolduğunu bilmiyordum ama titremeye başladığımda, Hayır, dedi iç sesim. Bu kez dizlerinin üzerine çökmeyeceksin Eftalya. Bu kez boyun eğmeyeceksin.
Odaya sessizlik hâkimdi, kulağımdaki çınlamadan başka hiçbir ses duymuyordum. Bakışlarımı ona çevirmiyordum, bu kez diğerlerinden çok daha farklıydı. Bu kez en acısıydı, bu kez en ağırıydı, bu kez en tahammül edemediğimdi. Önüme gelen saçlarımı geriye atarken gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim, ardından daha dik bir şekilde durmaya çalıştım ama başım dönüyor, gözüm kararıyordu. Hayır Eftalya, sakın güçsüz görünme, bakma yüzüne, gizli gözyaşını, çevirme başını.
Hiçbir şey söylemedi, tek kelime etmedi. Birkaç saniye sonra odanın kapısının çarpma sesi geldiğinde dik durmaya çalıştım ama korkudan mı, öfkeden mi yoksa bambaşka bir duygudan mı bilmiyordum yere, dizlerimin üzerine çöktüm. Elimi yüzümden çekmezken gözümden akan sessiz yaşları silmeye çalıştım ama engellemek mümkün değildi.
En acısı da çığlık çığlığa haykırıp ağlayamamak, sessizce ağladığındaysa bunu kendine yakıştıramamaktı. Bir duvarın köşesine sinip ağlayışını susturmaya çalışmak, bunu engelleyememek en aciz olanıydı. Ağlamak istemiyordum ama durduramıyordum. Canım acımamalıydı ama ağzımın içinde kanın tadı vardı, bağıra çağıra kaçmak istiyordum ama yapamıyordum.
Tek yapabildiğim sindiğim duvarın köşesinde kendimle savaşmak oldu. Kendimle savaşırken onlarca yüzümle karşılaştım ama en çok canımı acıtan, Kerem Karaman'la nişanlanan ve kendini bu şekilde ona satan Eftalya Atalar'dı. Bu tokat önce benim gururuma, ardından kadınlığıma atılmıştı. Hiçbir acı bu tokadın önüne geçmez gibi geliyordu.
Birkaç dakika sonra odamın kapısı açıldı. İçeri giren kişi ilk önce sakin adımlarla, ardından hiddetle bana yaklaştı. "Eftal," diyen Sinan'ın sesini duydum. Tam karşıma çöktüğünde elleriyle yüzümü kavradı, yanağımda her ne gördüyse ya da artık her ne haldeysem acıyla inledi. "Eftal," dedi âdeta kükreyerek. "Onun sülalesini sikeceğim, onu mahvedeceğim, onu öldüreceğim." Eliyle yanaklarımı sildi ama gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Eftal beni duyuyorsun değil mi? İyi misin?" Eliyle dudağımı sildiğinde parmağına bulaşan kanı gördüm. "Eftal, bir şey söyle. İyi misin?"
O an Sinan'ın da gözleri doldu ve korkuyla başını iki yana salladı. Acımı tam kalbinde hissetmişti, o daima beni hissederdi.
Gözlerimi kırpıştırdım, açık olan kapıya baktım ve kapının önünde acıyarak beni izleyen annemi gördüm. İçeriye girmemiş, Kerem'e karşı gelmemişti, az önce çığlığımı duyduğu halde hiçbir tepki vermemişti. Öylece bana baktı, sonra göz hapsimden kaçarak kapının önünden uzaklaştı.
Yaşlar sessiz sessiz yanaklarımdan süzülmeye devam etti, bunun adı neydi bilmiyordum ama anne sevgisini bile hissetmeyen bir kız çocuğu olarak büyümek mi beni bu kadına dönüştürmüştü?
Hayır, aslında ben gitgide anneme benzemiştim ve bununla yüzleşmek en acı olanıydı.
Yeniden Sinan'a baktığımda dudaklarımı ıslattım, ağzıma daha fazla kan tadı doldu. "Ufuk'a haber ver," dedim kısık bir sesle. "Örgütün yanına gideceğim."
***
On bir yaşındaydım. Okulda Yerli Malı Haftası vardı ve bütün veliler de sınıftaydı. Genelde bu tarz etkinliklere babam gelirdi ama o gün iş seyahatinde olduğu için annem gelmek durumunda kalmıştı. Herkesin gözü annemin üzerindeydi çünkü milletvekilinin eşi olmanın yarattığı havayı sonuna kadar kullanıyordu.
Masalar üzerinde onlarca yiyecek, içecek vardı fakat hiçbirini yememe izin yoktu çünkü küçükken normal yaşıtlarımdan biraz daha kiloluydum. Biraz daha değil, epey kiloluydum, bu yüzden insanlar benimle acımasızca dalga geçebiliyordu. Zihnim bu anıları çok güzel temizlemişti. O fotoğraflarıma baktığımda gördüğüm kızın şu ankiyle hiçbir alakası yoktu fakat dalga sesleri kulaklarımdaydı.
Bizi de yiyecek misin Eftalya?
Yer açın, Ayı geliyor.
Deprem mi oluyor? Haa, Eftalya yürüyormuş.
Öğretmenim ben Eftalya'yla oturmak istemiyorum, o çok yer kaplıyor.
Sen bir de benden mi hoşlandın? Kilona bakmadan?
Bütün öğrenciler pastalardan, kurabiyelerden, böreklerden yerken ben köşede oturmuş onları izliyordum çünkü annemin gözü üzerimdeydi. Tek lokma yersem sonrasında olacakları kestiremiyordum çünkü anneme göre çirkin bir çocuktum, bir çocuk bu denli kilolu olamazdı. Beni gizli gizli bir şeyler yerken gördüğünde ellerime, çoğu zaman ise ağzıma vuruyordu, hatta bazen odama kilitliyordu. Bir aynanın karşısına geçirip, "İzle kendini, bu halinden memnun musun?" diye soruyordu.
Öyle büyük baskılar uygulamıştı ki anoreksiya olmama neden olmuştu, kırklı kilolara kadar düştüğümde ise normal bir kadın fiziğinde olmadığımı dile getiriyordu.
Hiçbir zaman annemi memnun edememiştim, üstelik kendimden son derece memnunken. Kiloluyken de zayıfken de; uzunken de kısayken de. Fakat şu an az yemek yemem ya da bazı günler midemi bulandırana kadar yemek yememin bir nedeni de bunlardı. Bazen uyanıyor ve kilo alma korkusuyla günlerce ağzıma yemek koymuyordum, bu günlerde durumum buydu. Bazı günler ise anneme karşı çıkmak ister gibi önüme gelen her şeyi yiyor, mide rahatsızlığından hastaneye gidiyordum.
O gün bütün öğrenciler gözlerimin içine bakıp yemek yiyor, benimle dalga geçiyorlardı. Annemin arkası dönük olduğu bir anda sadece bir parça elmalı kurabiyeyi elime alıp ısırmıştım fakat bir veli dönüp anneme bunu gösterdiğinde annemin üzerime atılıp elmalı kurabiyeyi elimden alması bir olmuştu.
Sadece bu kadarla da sınırlı değildi, o ağzına doladığı itibarını zedelediğimi düşünmüş olacak ki bütün sınıf arkadaşlarımın ortasında yüzüme bir tokat indirmişti. Daha önceki bütün tokatlarından çok daha ağırdı o tokat çünkü gururum incinmişti. Öyle gururum incinmişti ki ağlamadan yüzüne bakmış, dik durup inatla kurabiyeden yemeye çalışmıştım.
Çocuksu inadım zamanla anoreksiyaya dönmüş, babamın beni kimbilir kaç kez hastaneye taşımasına sebep olmuştu. O tokadın bıraktığı his hiçbir zaman benden uzaklaşmadı, ayrıca elmalı kurabiyelerden bir kez daha ağzıma süremedim.
Ve yine aynı hissediyordum.
Arabaya büyük bir sessizlik hâkimdi, sürücü koltuğunda Ufuk vardı, onun yanındaki koltukta Sinan ve arka koltukta ben. Sessizce ağlamaya devam ederken artık bu yaşlardan da nefret ediyordum çünkü durmaları gerekiyordu. Durmalılardı, kurabiye yemek isteyen kız çocuğu gibi davranmayı bırakmalıydım.
Gözlerim ayaklarıma kaydığında ev terlikleriyle olduğumu gördüm, üzerimde nişan elbisem vardı, saçımın yarısı maşalıydı, dudağım kan içindeydi. Sinan'ın üzerinde büyük bir ölüm sessizliği vardı ve sabretmek değildi bu. Ne yapacağımı görmek istiyor, öfkesini soğutmayacak bir durum olduğu görürse kendi elleriyle Kerem'in canını almak istiyordu, bunu biliyordum.
"Geldik Eftalya Hanım," dedi Ufuk, ağır demir kapının önünde durduğunda. Bir araç bizi bekliyordu, BL örgütüne aitti.
Hiçbir şey söylemeden arabadan indim, ayaklarıma yerdeki kar birikintileri bulaştı ama bunu umursamadan diğer büyük araca yöneldim ve kimsenin kapımı açmasını beklemeden arkaya oturup aracın hareket etmesini bekledim.
"Selam," dedi neşeli bir ses, Red'in arabanın sürücü koltuğunda oturduğunu gördüm. "N'aber Avukat?" Başını çevirip bana baktığında yüzündeki gülümseme şaşkınlığa dönüştü ve gözleri büyüdü. "Hımm," dedi yutkunarak. "Görüyorum ki iyi değilsin."
Ufuk'la Sinan da arabaya bindiğinde Ufuk, Red'e arabayı kullanmasını söyledi. Birkaç dakika sonra o büyük köşke geldiğimizde Red'in kapıdaki numaraları tuşlaması ve ağır demir kapıların iki yana açılması şu an için dikkatimi vereceğim unsurlar değildi.
Araba tam kapının önünde durduğunda yine kimseyi beklemeden indim, arkamdan Sinan geldiğinde Ufuk koşar adımlarla kilidi açmak için numaraları tuşladı. Red arabayı park ediyordu.
020817. Şifre buydu. Aklımın bir yerine not ettim, sonrasında ne işime yarayacağı pek de önemli değildi.
Kapı açıldı ve içeriye girdiğimizde dışarıdaki soğuk görüntünün aksini kanıtlayan güzel bir yemek kokusu burnuma doldu. Belki tavuk, belki makarna, bilemiyordum ama sıcacık ev hissi veren bu köşk şaşırmama neden oldu.
Ufuk eliyle bizi büyük salona yönlendirdiğinde sakin adımlarla ilerledim ve daha öncekinin aksine odayı çok daha huzurlu buldum. Gamze üçlü koltuğa uzanmış, elindeki telefonla uğraşıyordu. Televizyonda bir oyun açıktı, büyük ihtimalle Red’le oynarken bizi alma haberi ulaşmıştı ve oyunları yarım kalmıştı.
"Sonunda!" dedi Gamze telefonu diğer tarafa atarak. "Red öyle bir gittin ki hiç gelmeyeceksin sandım." Bakışları bize döndü, ilk önce beni inceledi, ardından Sinan'ı, sonra yeniden beni ve bir kez daha beni. Uzandığı yerden doğrulduğunda dağınık topladığı saçlarını şöyle düzeltti, altındaki bol kot pantolonu çekiştirip ayağa kalktı. "Merhaba," dedi yüzüme bakarak sonra gülümsemeye çalıştı. "Buraya gelmek için bu kadar şık giyinmene gerek yoktu bence." Asla güleceğimi düşünmezdim fakat yüzümde bir tebessüm oluştu. Bunu fark eden Gamze de kıkırdadı. Patlayan dudağıma dikkatle bakmayan tek kişiydi. "Yani bu kadar saygıyı hak ettiğimizi düşünmüyorum."
"Kendi adına konuş," dedi Red arka tarafımdan çıkarak. "Benim tüm kız arkadaşlarım yanıma böyle şık kıyafetlerle gelir."
"Senin hiç kız arkadaşın olmadı Red," dedi Gamze gözlerini devirerek, ardından Sinan'ı süzmeye başladı. "Merhaba," dedi elini sallayıp. "Görmeyeli daha da yakışıklı olmuşsun bence."
"Merhaba," diye geveledi ağzının içinde Sinan. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerini de kaçırdığını fark ettim.
"Masaya geçin," diye işaret veren Ufuk'un ardından içeriye Defne'nin ve Giray'ın girdiğini gördüm. Ve lanet olsun ki Giray'ı görmek bir anda Tugay'ı görmüşüm gibi kalbimin atmasına neden oldu.
Defne'nin üzerinde rahat siyah bir eşofman takımı vardı, elinde ise kahve. Aynı şekilde Giray'ın altında da belinden düşecek gibi duran gri eşofmanla siyah kazak vardı. Saçları dağınıktı, gözleri uykulu görünüyordu, belki de onu uykusundan uyandırmıştım.
Sandalyeyi çekip oturduğumda Giray başıyla Sinan'a selam verdi, Sinan da karşılık verdiğinde aralarındaki o askeri saygıyı hissettim.
Giray'ın bakışları bana döndüğünde kıyafetlerimi şöyle bir inceledi ama yüzüme odaklandığında kaşları çatıldı, aklıma sözleşmenin maddeleri geldi. Bana bir şey olursa kurucu bunu canıyla ödeyecekti. Bakışları hemen Ufuk'a döndü. "Seni oraya ne için gönderdim?" diye sordu.
Ufuk açıklama yapacağı sırada, "Onunla alakalı bir durum değil," diye karşılık verdim. "Oturursanız anlatacağım."
Giray tam karşımda yüzümü incelerken Defne sakince masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu, ardından elindeki kahveyi bana uzattı. Kibarca reddettiğimde gülümsemeye çalıştı ama onun da yüzünde endişe vardı.
Bu kadar tedirgin olmalarının nedeni neydi? Tugay onlara beni korumaları için ne söylemişti?
Birkaç saniye sonra Giray hemen yanımdaki sandalyeye oturduğunda bir şey söylememi beklemeden Red'e, "Pansuman için gerekli ilaçları getir," diye emir verdi. Ardından çeneme uzandı, başımı kaldırdı. İncelerken, "Üç sorum var," dedi. "Ve hepsine dolandırmadan yanıtlar bekliyorum Avukat." Parmağını çenemden çekti, çatık kaşlarla yüzüme baktı. "Birincisi, bunu sana kim yaptı? İkincisi, bu olurken Ufuk neredeydi?" Nefes aldı. "Üçüncüsü, kimse sana kendini nasıl savunman gerektiğini öğretmedi mi?"
Gözlerimi sıkıca kapattığımda içimden birkaç saniye saydım ve tekrar açtığımda gözlerimin dolduğunu fark ettim. Yine sadece iki seçeneğim vardı: Ya onlara her şeyi söyleyip maskemi düşürecektim ya da yalanlara sığınacaktım. Ama benim buraya gelme nedenim zaten belliydi.
"Bunu bana nişanlım yaptı," dedim birinci sorusuna yanıt vererek. "Ufuk benim yanımda olamazdı çünkü özel alanımdı." Gözlerinin içine baktığımda yanağımdan bir yaş daha süzüldü. "Ve kendimi savunmayı bildiğimi düşünüyordum ama bazı anlarda elini bile hareket ettiremezsin. Bu tokat da o anlardan birinde gerçekleşti."
Sessizlik oldu, Giray'ın çenesi kasıldı. O sırada Red masaya pansuman çantasını bıraktı. Defne, "Umarım bu gözyaşları o aptal nişanlın için değildir," diye mırıldandı. "Çünkü aksi takdirde..."
"Nişanlın kim?" Giray'ın tek sorusu başımı sertçe ona çevirmeme neden oldu ve o sırada arkamdaki Sinan'ın boğuk bir nefes verdiğini işittim. Evet, farkındaydım, her şey asıl şimdi başlayacaktı.
Dudaklarımı ıslattım, başımı önüme eğdim, parmaklarımın ucundaki kan lekelerine baktım ve onlara bakarken Kerem'in babasının asılma emrini verdiğim ve bunu yaparken Giray'ın yanımda olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Avuçlarımı açıp kapattım, birkaç kez. İç sesim, Söyle gitsin! diye haykırıyordu ama dudaklarımın arasından dökülecek gerçekler en çok beni yakacaktı çünkü nasıl görüneceğimi bilmiyordum.
Saniyeler dakikaya dönüşürken herkesin sabırla beni beklediğini biliyordum.
Derin bir nefes aldım, başımı kaldırıp Giray'ın gözlerinin içine baktım. "Kerem Karaman'la nişanlıyım."
Giray'ın yüzündeki ifade değişirken eli pansuman çantasında donakaldı. Defne nefesini verdi ve Gamze, "Siktir oradan," diye inledi. "Şaşkınlıktan kalp krizi geçireceğim şimdi."
"Şu bizim bildiğimiz sik beyinli Kerem Karaman'dan mı söz ediyoruz?" diye sordu Red anlamamış gibi. "Hani şu babasını astığımız, kolunu kestiğimiz, senin de bize ortak olduğun..." Red'in jetonu geç düşmüştü. "Vay sikeyim be," dedi. "Ben bunu yazayım, tutar bu." Gamze dirseğiyle Red'in karnına vurdu.
Giray boğazını temizledi, ardından Ufuk'a baktı. Ufuk başını iki yana sallayarak bilmediğini gösterdi. Sinan'a döndüğünde ise karşılık bulamadı. Giray bir kez daha boğazını temizledi, sandalyesini bana yaklaştırdı, pansuman çantasını açarken kaşları hâlâ havadaydı. Bir şeyler söylemesini bekledim ama zihnini toplaması zor gibi görünüyordu.
"Buraya pansuman için gelmedim," dedim Giray'ın koluna dokunup onu engelleyerek. "Buraya hem yüzleşmek hem de bir kez daha sizinle ortak olmak için geldim."
Giray söylediğime aldırış etmeden pansuman çantasından bir pamuk çıkardı ve üzerine ilaç dökerken yüzünde şaşkın bir gülümseme oluştu, bakışları sadece birkaç saniye Defne'ye döndüğünde Defne'nin yüzünde aynı şaşkınlıktan yoktu; daha çok beni anlamaya çalışıyor gibiydi.
Giray yeniden bana döndü ve gözlerimin içine öyle bir baktı ki sanki bir kez daha Tugay'ı gördüm. Onu görmüş gibi olmak bile kendimi daha güvende hissetmeme ama bir yandan da gözümden başka yaşların da dökülmesine neden oldu.
Giray yaşlara bakarken, "Sana üç soru daha soracağım Avukat," dedi net bir sesle. "Ve yine net yanıtlar bekliyorum." Parmaklarıyla nazikçe çenemi tuttu ve pamuğu dudağıma yaklaştırdı. Yavaşça silmeye başladığında acıyla inledim. Tam o esnada Sinan eğilip acıyan yerime üflediğinde daha fazla gözyaşı akıtmaya başladım.
"Sor," dedim titreyen bir sesle.
Giray omuzlarını kaldırıp indirdi. "Birincisi, onunla neden nişanlısın?” diye sordu. “İkincisi, bize ihanet ettin mi?" Bakışları gözlerime döndü, pamuk duraksadı. "Üçüncüsü, neden ağlıyorsun? Bu evde ağlamak yasak, lütfen ağlamayı bırak yoksa gerçekten sinirleneceğim."
Yaşlar gözlerimden akmaya devam ederken, "Onunla bir amaç uğruna nişanlandım," diye açıkladım. "Kendisi ipin babamın boynuna geçirilmesini engelleyecekti, ben de onunla nişanlanarak, hatta evlenerek ona teşekkür edecektim." Giray kaşlarını kaldırdı, gözlerinde acıma vardı. "Hayır, size hiç ihanet etmedim, hatta aksine sizinle bir olup ona ihanet ettim, buna şahitsiniz."
Giray pamuğu dudaklarımdan uzaklaştırdığında başımı eğdim. "Ağlıyorum çünkü gözlerinde acıma var, kendimi düşürdüğüm hal canımı acıtıyor. Resmen bir amaç uğruna kendimi ona sattım." Ellerime bakıyordum. Artık sessiz gözyaşları yoktu, durduramıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda Sinan yanımda çöküp ellerini bacaklarıma yerleştirdi. "Defalarca gururumu ayaklar altına aldım, defalarca şiddete uğradım, defalarca onun isteklerini yerine getirdim ve son birkaç haftadır kendimle her yüzleştiğimde bunun güçsüzlük olduğunu fark ettim."
Normalde onların karşısında böyle güçsüz görünmem asla yapabileceğim bir şey değildi ama artık aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. "Ve anneme benzediğim gerçeğiyle yüzleştim, en acı olanı da buydu."
Salondaki tek ses benim hıçkırıklarımdı. Başka hiçbir ses yoktu ya da ben kendi sesimden duyamıyordum. Bir sandalyenin hareket ettiğini duydum, ardından başımı kaldırdığımda Defne'nin de Sinan'ın yanına çöktüğünü gördüm, diğerleri de tam karşımda Giray'ın arkasında duruyordu.
Giray yutkundu, ilk defa ne yapacağını bilmiyormuş gibiydi. İlk sorduğu soru, "Tugay bunu biliyor mu?" oldu.
"Hayır," dedim. "Ama zaten yarınki mahkemeden sonra öğrenecek, her ikisi de."
Giray kaşlarını kaldırdı. "Ona neden söylemedin?"
"Beni yanlış tanımasını istemedim." Verebileceğim tek yanıt buydu. "Kerem'e boyun eğmektense ona âşık olarak görünmek daha mantıklı geliyordu bana." Başımı iki yana salladım. "Hâlâ acıyarak bakıyorsun, o kadar kötü bir halde miyim?"
Giray bakışlarını düzeltmeye çalıştı ama bu imkânsızdı. En sonunda ağzından nefes verdiğinde yeniden pansuman çantasına yöneldi. Eline bir krem alırken, "Acıyorum çünkü yanımıza gelirken dolabından çekip çıkardığın elbisenin bu olması içler acısı," dedi, sonra gülümseyerek yeniden bana döndü. "Başka bir elbise mi yoktu Avukat?" Gözyaşlarımın arasında gülmeye başladım. Çok geçmeden yeniden ağlamaya başlayınca Red’le Gamze de güldü.
"Bugün nişan törenim var," dedim başımı sallayarak. Giray bir kez daha çenemi kaldırdı ve o anda çenemdeki kızarıklıkları da gördü. Kasıldığını fark ettim. "Normalde nişanımızı gizliyorduk ama Kerem duyurmak istedi, bu yüzden nişan törenine basın gelecek. Ayrıca gizli bir köşkte yapılacak." Dudağımın köşesindeki yaraya kremi pamukla sürerken oldukça dikkatliydi. "Bugün onu istemediğimi söyledim ama karşılığı korkunçtu."
Giray elindeki pamuğu masanın üzerine bırakıp sırtını sandalyeye yasladı, ardından kollarını göğsünde birleştirdi. "Yani bu senin nişan elbisen," dedi akmaya devam eden gözyaşlarıma bakarak. Sonrasında terliklerime baktı. "Ve bu şekilde yanımıza geldin." Dudakları seğirdi, gülümsüyordu ya da beni güldürmeye çalışıyordu. "Hangi romantik komedi filminin içindeyiz?" Herkes gülmeye başladı, Sinan bile gülümsüyordu.
"Tek söyleyeceğin bu mu?" diye sordum.
"Başka ne söyleyebilirim? Elbisenin rengini mi eleştireyim bir de?"
Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Sorguya çekmeyecek misin? Güvenden söz etmeyecek misin? Bu zamana kadar neden gizlediğimi sormayacak mısın?"
"Özel hayatın seni ilgilendirir Avukat," dedi Giray omzunu indirip kaldırarak ama farkındaydım, ağladığım için üzerime gelmiyordu. "Ben bizi ilgilendiren tarafına bakarım. İhanet etmediğini mi söylüyorsun?" Derin bir nefes aldı. "Peki, öyle olsun."
Bakışlarım Sinan'a kaydı, ardından yeniden Giray'a döndüm. "Yani," diye mırıldandım. "Bu kadar mı?"
"İşte o kısımla Tugay ilgilenecek," diye karşılık verdi Giray. "Çünkü bu ikinizin arasında." Çenesiyle beni işaret etti. "Ayrıca," dedi üstüne basa basa. "O babasını siktiğimin evladını ne kadar öldürmek istesem de bu da yine Tugay'dan geçiyor." Bir anda doğruldu, gözlerimin içine baktı. Yüzüne ciddiyet oturdu. "Ve sana gelince Avukat, kendine acımaktan vazgeç. Seni o gün tanıdım, hiçbir zaman güçsüz bir kadın değildin. Karşımıza geçip bunu itiraf etmek bile cesaret isterdi ama sen geldin. Gülümsediğinde bile gözlerindeki direnişi görüyorum, gerisi umurumda bile değil."
Omuzlarıma, hatta ellerime bile güç geldiğini hissederken birkaç saniye daha Giray'ın gözlerinin içine baktım. Son kez gözümden akan yaşları sildiğimde, "Bunun adı güç mü bilmiyorum ama intikamı hissediyorum," diye mırıldandım. "Buraya gelme sebebim sadece bu itiraf değil. Nişan törenimde basın olacak ve Kerem'in gerçek yüzünü herkese göstermek istiyorum."
Giray başını omzuna doğru eğerken heyecanla bana baktı. "İki dakika on yedi saniye süren, Tugay'ın kolunun kesildiği videoyu bütün halk izleyecek ve herkes onların acımasızlıklarını görecek. Halk kahramanı gibi görünen Kerem Karaman, bir anda halkın korktuğu o adama dönüşsün istiyorum. Ayrıca bu şekilde Tugay'a karşı sempati de artacak. Bir taşla iki kuş."
Giray'ın dudakları aralandı. Yüzündeki gülümseme heyecandan hayranlığa dönüştü. "Güç, bir tokatla yok olmaz Avukat," dedi net bir sesle. "Unutma, bazen insanın içindeki gücün harlanmasına neden olan gerçek bir acıdır."
Çenemi kaldırdım. "Güç, bir tokatla yok olmaz," diye tekrarladım. "Güç bir baltayla yok olmaz, ayrıca güç gözyaşıyla da yok olmaz. Asıl güç, bütün bunlara rağmen ayakta kalabilmektir. Bunu da az önce sen bana öğrettin."
Giray gülümsemeye devam etti. "Görüyorum ki sana öğreteceğim daha birçok şey var," dedi kendinden emin bir sesle. "Ama önceliğim sana kendini savunmayı öğretmek çünkü canın bana emanet Avukat."
Başımı sallarken Giray ayağa kalktı, ardından diğerlerine baktı. "Herkesi toplayın, akşam operasyona gidiyoruz."
***
Nişanımızın yapılacağı köşkün içi capcanlı renklerle donatılmıştı, ortalıkta rengârenk çiçekler vardı, merdivenler kırmızı halılarla döşenmişti. O kadar kalabalıktı ki iğne atılsa yere düşmezdi. Bütün Krallık yanlısı insanlar buradaydı. Sadece Başkan eksikti, o da kurdelemizi keseceği için birazdan gelecekti.
"Eftalya!" Bir kadın arkamdan seslendiğinde başımı çevirip baktım. Krallık yanlısı, tanınan bir avukattı. "Harika görünüyorsun!"
"Sevil Hanım!" dedim neşeyle. "Nişan heyecanı ve mutluluğu yüzüme yansımış olmalı!" Sıkıca ona sarıldım, hemen arkasındaki Kerem yanımıza gelirken gülümsemem genişledi.
Ah Eftalya, makyajla ne de güzel kapattın yüzündeki yarayı. Saçını, kıyafetini, makyajını nasıl da annenin istediği gibi yaptın. Nasıl da mutlusun, tıpkı annenin istediği gibi. Bir kuklasın şu anda, nasıl da gerçek olmayan kahkahalar atıyorsun.
"Hanımlar," dedi Kerem yanımıza yaklaşıp şakağıma öpücük kondurduktan sonra. Eli belime sarıldı, daha içten gülümserken bakışlarımı ona çevirdim. "İkiniz de harika görünüyorsunuz."
"Çok yakışıyorsunuz," dedi Sevil Hanım. "Umarım hiç ayrılmazsınız!"
"Umarım," dedim keyifle. "Umarım hiç ayrılmayız." Bakışlarım Kerem'e döndü, başımı omzuna yasladım. Basın içerideydi, nişandan görüntüler alıyordu.
Sevil Hanım birkaç gereksiz iltifatın ardından yanımızdan ayrıldığında başka Krallık yanlısı insanlar geldi. Herkesin tebriklerine oldukça kibarca karşılık verirken annem uzaktan keyifle beni izliyordu. Buraya gelmeden önce ne tokat hakkında konuşmuştu ne de yaşadıklarım hakkında. Hatta hazırlanmam için beni yalnız bırakmıştı. Kimse birkaç saatliğine ortadan kaybolduğumu fark etmemişti.
Kerem'le baş başa kaldığımızda dayanamayarak, "Özür dilerim," dedi net bir sesle. "Birkaç saat önce yaşananlar için." Yutkundu, lacivert takımına yakışır bir şekilde yakasına bir karanfil takmıştı. Saçları taranmıştı, gözleri neşeyle parlıyordu. "Bunu yapmak istemezdim Eftalya ama beni zorladın."
Derin bir nefes aldım, ardından ellerimi yakalarına yerleştirip düzelttim. "Haklısın," dedim mutsuz bir sesle. "Üzerine çok geldim, hakaret ettim, kendime yakışmayan şekilde davrandım." Ellerimi bu kez yüzüne yerleştirdim, içten bir şekilde gülümsemeye çalıştım. "Yaptığın bütün iyilikleri görmezden geldim, üstelik acını da görmezden geldim. Zaten berbat bir haldeydin, nasıl o kadar ağır konuşabildim seninle?"
Ah Eftalya. Bu kadını ne de güzel oynuyorsun, nereden öğrendin? Boyun eğen annenden mi, sessiz kalan kadınlardan mı, her şeye rağmen direnemeyen o insanlardan mı? Eftalya, üzerinde bu kadar yapay durmasına rağmen Kerem nasıl da inanıyor sana görüyor musun? Çünkü seni güçsüz biliyor, hep öyle bildi.
"Bir anda düşüncelerinin değişmesi çok tuhaf," dedi Kerem kaşlarını kaldırarak, ardından önüme gelen saçımı arkaya attı. Ama atmamalıydı. O saçlar ince kollarımı örtüyordu, annem kızacaktı. "Benden nefret ettiğine neredeyse inanacaktım."
Mutsuz bir nefes verdim. "Sanırım seni kaybedebileceğimle yüzleştim," diye fısıldadım ona yaklaşıp. "Bu bana gerçekleri gösterdi."
"Gerçekler?" dedi Kerem sorgulayan bir tınıyla.
"Gerçekler Kerem," dedim elimi yanağına yerleştirerek. "Seni seviyor olduğum gerçeği." Kerem'in bakışlarındaki ifade öyle değişti ki aptallığına kahkahalarla gülmek istedim.
Gerçekler Kerem, dedi iç sesim. Şimdi herkese seni bu şekilde gösterirken yarın mahkemenin ardından bir ahmak gibi görüneceğin gerçeği. Kollarında Krallık karşıtı birini tuttuğunu herkesin bileceği gerçeği. Dalga konusu olacağın gerçeği. Acınacak hale düşeceğin gerçeği. Hatta belki de şüpheleri kendi üzerine çekeceğin gerçeği.
"Sen," dedi Kerem yutkunarak. "İlk defa..."
"Evet," dedim içten bir sesle. "Çünkü yüzleştim Kerem, seninle, kaybedeceklerimle, bana hiçbir hata yapmamanla." Sen hatalardan ibaretsin Kerem Karaman, hadi ama, gözlerimin içine bakıp yakın kız arkadaşım Ceyda'yla yatmıyormuş gibi mi davranacaksın? Neden Ceyda gelmedi Kerem? Çünkü kaldıramıyor, öyle değil mi?
"Bebeğim," dedi Kerem gülümseyerek, ardından alnıma bir öpücük kondurdu. Bütün kameralar o an bizi çekiyordu. Yarın manşetlerde bu nişan olacaktı, Kerem'in uğradığı ihanet bu fotoğraflarla anlatılacaktı. "Senin için her şeyi yaparım, bunu biliyorsun."
"Biliyorum," dedim heyecanla. "Hatta yarın babamın mahkemesini bile erteleteceğini, bize zaman kazandıracağını biliyorum Kerem." Ellerim yakalarından beline indi, ardından sıkıca ona sarılıp başımı göğüskafesine yasladım, kameralar bir kez daha çekti. "Yarın idam emri çıkarsa kahrolurum Kerem. Bu mutlu günümüz mahvolmasın ne olur..."
Kerem yüzümü avuçlarımın arasına aldı. "Halledeceğim," diye fısıldadı. "Halledeceğim Eftalya. Bulacağım bir yolunu, üzülme lütfen."
Başımı sallarken müziğin sesi kesildi, ardından kürsüdeki adamın sesi bize ulaştı. "Sevgili konuklar, bugün Savcı Kerem Karaman ve Avukat Eftalya Atalar'ın nişan töreni için toplandık." Herkes alkışlamaya başladı, annemin neredeyse avuçlarının içi alev alacaktı. Sinan köşede durmuş olanları izliyordu, alkışlamıyordu, bakışları bir an bile olsun benden ayrılmıyordu. Göz göze geldiğimizde tebessüm ederek göz kırptı, aynı şekilde karşılık verdim.
Meryem evdeydi, annem zaten onu basının olduğu bir yere sokmaktan utanıyordu. Bu benim de işime gelmişti çünkü nişan töreninin alacağı hal, Meryem'in kaldırabileceğinden daha ağır olacaktı.
"Şimdi onları ve Sayın Başkan’ımızı kurdeleyi kesmesi için sahneye bekliyoruz!" Kerem elimi sıkıca tuttuğunda gülümsedim ve konukların arasından sakin adımlarla sahneye doğru yürüdük. Bu an bana ilk cinayetimi işlediğimi günü hatırlatmıştı. Arkamda bir cinayet yoktu şu an ama birazdan bir itibarın cinayeti büyük bir şekilde lanse edilecekti.
Sahneye çıktığımızda alkışlar arttı, ışıklar üzerimize yöneldi ve hemen arkamızdaki ekranda birkaç fotoğrafımız dönmeye başladı. Zaten üç ya da dört fotoğrafımız vardı ve onların durmadan dönüp durması fazlasıyla komikti.
Başkan sarsak adımlarla bize doğru yürürken yüzünde yine o yapmacık gülümsemesi vardı. Gitgide kamburu çıktığından boyu eskisi gibi uzun değildi, dökülen saçları ise kırlaşmıştı. Üzerine giydiği takım elbise ütüsüzdü. Yaşlanıyordu, yaşlandıkça daha da kötü bir insana dönüşüyordu. Çoğu zaman kameralar onu çekerken uykuya daldığı bile oluyordu.
Sahneye çıkıp hemen arkamıza geçtiğinde ben sol taraftaydım, Kerem ise sağ taraftaydı. Başkan ortamızda yer aldığında alkışlar öyle bir yükseldi ki Başkan yalakası herkes ayaklanmaya başladı. O sırada basın karşımızda yerini aldı, ardından canlı yayın başladı. Bazı kanallarda görüntülerimiz dönmeye başladığında yüzüme fazlasıyla gerçek bir gülümseme gerçekleştirip Kerem'in gözlerinin içine baktım.
"Sevgili Kerem Karaman oğlum gibidir," dedi Başkan zorlukla konuşarak. Yine alkol almıştı, üstelik alkolü yasakladığı halde. Buradaki herkes şarap bardaklarında vişne suyu içiyormuş gibi davranıyordu halbuki el altından dolaşan şarap şişelerini görebiliyordum.
Krallık böyle bir sistemdi, herkes yasaları çiğnerdi ama açıkça o yasaların üzerine basanlar idam edilirdi.
Kerem gururla gülümsedi.
"Ve sevgili eşin Eftalya'ya gönlünü kaptırdığını uzun zamandır biliyordum." Bana bakarak gülümsediğinde sırıttım. Ah Başkan, birazdan kaçacak delik arayacaksın çünkü rezil olacaksın. "Bu iki gencin nişan yüzüklerini takmak ve bu kurdeleyi kesmek üzerime vazife oldu." İkimize birden baktı. "Darısı evliliğinize, çocuklarınıza ve Krallık'a yaraşır evlatlar yetiştirmenize." Midem bulanıyordu. "Çok yaşayın."
Başkan Krallık Selamı’nı verdi, yavaşça yukarıda çarpı işareti yaptığında bütün konuklar da bunu tekrar etti, Kerem de dahil. Fakat ben yapmadan Başkan'ın yüzüne bakmaya devam ettim. Başkan elindeki yüzüklerle bana bakarken, "Sen," diye mırıldandı. "Sen selamını vermedin kızım."
Gülümsedim. "Ben selamımı sonda vereceğim," derken çenemi havaya kaldırdım. "O şekilde daha etkileyici olduğunu düşünüyorum."
Başkan kaşlarını kaldırdı ama karşı gelmeden başını salladığında yüzükleri havaya kaldırıp kameralara doğru tuttu. "Sonsuz bağlılığa," dedi yüksek bir sesle. "Hayırlısı olsun."
Altın yüzük ilk Kerem'in parmağına girdi ve tam benim yüzük parmağıma yaklaşırken tepemizdeki ışıklardan sesler gelmeye başladı. Salon büyük bir karanlığa gömüldüğünde herkes söylenmeye başladı. Televizyon bir anda kapandığında kalan tek ışık da yok oldu.
İşte başlıyoruz.
Gülümsedim. Güç ve intikam iç içe geçmiş vaziyette kalbimde atıyordu. Bu güzel gösteri asıl selamım olacaktı.
"Ne oluyor?" diye mırıldandı Başkan. Bir yerlere tutunma ihtiyacıyla yanıp tutuştuğunu fark ettim.
Tam o esnada hemen arkasındaki televizyona izlediğim, hatta ezberlediğim görüntüler yansıtıldı. Tugay Demir Çeviker bir sandalyede oturuyordu. Hemen camın arkasında Krallık yanlıları vardı: Başkan, Kerem Karaman, Kerem'in babası ve sözcü; hepsi Tugay'ı izliyordu.
Bir anda gazetecilerin olduğu yerde hareketlenme oldu. Sinan üzerine düşeni yapıyor, canlı yayın yapan basın mensubunu etkisiz hale getiriyordu ki o yayın yarıda kesilmesin. Plan tam da istediğimiz gibi ilerliyordu.
Salonu derin bir sessizlik kapladı. Yansıyan ışıklar sayesinde Başkan'ın ve Kerem'in yüzündeki dehşeti gördüm. Başkan bir anda, "Kapatın şunu!" diye bağırdı arkasına bakarak. Gülümsedim, hem de kimin gördüğünü umursamadan. Başkan ekrana koştu ve önünü kapatmak istedi ama ekran öyle büyüktü ki şu an halk sadece onun bu aptal çırpınışlarını izliyordu. "Kapatın!" dedi ellerini iki yana açarak. "Kapatın şu görüntüleri!"
Salonda çıt çıkmıyordu, herkes hipnoz olmuş gibi ekrana bakıyordu; ben yeniden o görüntüleri izlemek istemediğim için bakışlarımı Kerem'den ayıramıyordum ama Tugay'ın acı çektiğini göstermek istemeyen sesi kulaklarımdaydı. Kendinden öylesine emindi ki… Gözlerimi kapattım ve sadece onun sesine dikkat kesildim. Başkan'ın haykırışları bile onun sesini bastırmıyordu.
Balta kelimesi geçerken kalbim sızladı. Annesinin ölümünden söz edildiğinde gözlerimi daha sıkı yumdum. Ardından Kerem'in aşağılayan sesi duyuldu, bütün halkın gözleri önündeydi tüm o yaşananlar.
İçeriye biri girdi videoda, adım seslerini işitebiliyordum. Balta havalandı ve Tugay'ın canlı canlı kolunu kestiklerini salondaki çığlık seslerinden anladım. Başkan haykırmaya başladığında gözlerimi yavaşça açtım ve salonda hareketlenme olduğunu fark ettim. Işıkların yeniden açılmasını bekledim fakat öyle olmadı.
Bir anda gazetecilerin olduğu alanda daha büyük bir arbede çıktığında ve salondaki çığlıkların yanında camların patlama sesi duyulduğunda gözlerim büyüdü. Etrafıma bakındığım sırada ekrandan yansıyan ışıkta BL örgütünün içeriye daldığını gördüm. Tam tamına yirmi yedi kişi üzerindeki siyah üniformalarla, siyah eldivenleriyle ve yüzlerindeki maskelerle salona dalıp ortalığı dağıtmaya başladı.
Hayır, sadece video izletilecekti, bu kadarını konuşmuştuk. Bu da nereden çıkmıştı?
Bir silah sesi duyuldu, çığlıklar arttı, insanlar kaçışmaya başladı; Örgüt çıkışı kapatmıştı, silahlarıyla insanların çıkmasını engelliyorlardı.
Başkan kaçacak delik ararken güvenlikler onun çevresine doluştu. O esnada Kerem'in geriye doğru adımlar attığını görüp kaçmaya yelteneceğini anladım. Bakışları bana döndü, etrafına baktı, korkuyla nefesini verdi. Geriye doğru bir adım daha attı, ardından bir adım daha atıp arkasını döndüğünde bir vücuda çarptı.
Bu vücut, Giray Pusat Çeviker'e aitti, duruşundan tanıyabilmiştim.
"İyi akşamlar Kerem Karaman," dedi Giray, ardından bir anda öyle çevik bir hareketle Kerem'i çevirip başını kürsüye dayadı ki geriye doğru kaçmak zorunda kaldım. "Tugay Demir Çeviker sana selamlarını iletmemi ve her şeyin bir karşılığı olabileceğini söylememi istedi."
"Bırak!" diye bağırdı Kerem, ardından kocaman gözlerle bana baktı. O sırada köşkün arka tarafından bir patlama sesi geldi. Bir cam daha patlarken Gamze'nin kahkahasını duyduğuma neredeyse yemin edebilirdim. "Bırak! Sizi mahvedeceğim, bırak!"
Giray ensesinden bastırırken yüzük olan elini kürsünün sağ tarafına dayadı. Hemen arkasından Red'in geldiğini gördüm. Red, Kerem'in elini tutarken elimle ağzımı kapatıp geriye doğru bir adım attım. Bir patlama daha gerçekleşti, kapılar kapalıydı, insanlar çığlık çığlığa çırpınıyordu. Annemi gördüm, kapının önünde haykırıyordu, dönüp bir kez bile olsun bana bakmıyordu, tek düşündüğü kendi canıydı.
"Her şeyin bir karşılığı varmış," dedi Giray, Kerem'in kulağına. "Fakat senin karşılık olarak çekeceğin ceza bir kol yüzünden değil, saygı duymadığın aşk yüzünden olacakmış." Red, Kerem'in eline daha fazla bastırırken Giray cebinden keskin bir bıçak çıkardı. Bakışlarım ekrana döndü, Tugay'ın son görüntüsü hâlâ ekrandaydı. Kesilen kolunun acısıyla dolu bakışları orada duruyordu.
Giray nefes bile almadı, acımadı ya da tiksinmedi; tek hamleyle Kerem'in yüzük parmağını kesip kopardığında Kerem acıyla haykırdı ve ağlamaya başladı. Ellerimi saçlarıma geçirip geriye doğru birkaç adım daha attım. Giray bakışlarını bana çevirdi, Kerem'i ensesinden tutup kaldırdı, ardından bir kez daha kürsüye çarptı. Acıyla ağlayan Kerem ayakta durmakta zorlanıyordu. Parmağından oluk oluk kan akarken Red gülmeye başladı.
Bu acımasızlık, iki dakika on yedi saniyeden çok daha kısa sürmüştü Giray için. Kerem'in artık yüzük parmağı yoktu, bu hem benim için hem de Tugay'ın kesilen kolu için bir intikamdı.
Giray, "İşkencenin tadı çıkar Kerem Karaman," dedi Kerem'in kulağına kinle. "Sana saygı duymayı öğreteceğiz. BL örgütünün önünde dizlerinin üzerine çöktüğünde ise ölümün gerçekleşecek." Bir kez daha kaldırdı Kerem’i ve yeniden yüzünü kürsüye çarptı. "Tugay Demir'in yeniden sana selamları var."
Giray bıraktığında Kerem yere düştü, ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yerde cenin pozisyonunda yatarken kanlar içindeki elini tutuyor, acıyla haykırıyordu.
Giray bana yaklaşıp köşedeki şarap bardaklarından birini elime tutuşturdu. Gülümsediğini hissettim, avcumun içine bir not kâğıdı bıraktı. Diğer şarap bardağını bardağıma vurduğunda ve kafasına diktiğinde gözlerini kıstı. Bu bir kutlamaydı. Ortak yarattığımız o cehennemi kutluyordu lakin ben sadece bir kısmına hâkimdim ve şimdi her parça birleşiyordu.
Tugay Demir Çeviker kiminle nişanlı olduğumu öğrenmişti.
Giray’ın bakışları kapıya döndü, açılması için başıyla onay verdi. Ardından cebinden bir çakmak çıkardı ve sahneden inerek bütün alanı yavaş yavaş ateşe verdi. İlk önce sandalyeler, ardından masalar yanmaya başladı. Herkesin gizli gizli içtiği o sözde vişne sularındaki alkol yüzünden alevler harladı.
Tam o esnada bir kol belimden sarıldı, o kolun Başkan'ın güvenliklerinden birine ait olduğunu anladım. İçerisi yangın alanına dönerken herkes kaçışmaya başladı, o esnada patlama sesleri de arttı. Zorlukla yürüyen Başkan'ı bir sürü güvenlik koruyordu fakat onlar da farkındaydı, örgüttekiler istese Başkan’ın buradan sağ çıkmasına imkân yoktu.
Bu da sadece bir gösteriydi, güvenlik beni dışarıya çıkardığında kapının önünde bekleyen kameralardan anladım.
Krallık yanlısı ve havalı görünen bütün o insanlar birbirini ezerek koştururken arkamdan baygın olan Kerem'i çıkardıklarını gördüm fakat bakışlarım o alevler içindeki köşkten ayrılmıyordu.
Örgütten olduğuna emin olduğum dört kişi herkesin ortasında pankart açtı. O pankarttaki tek cümle baştan aşağı ürpermeme neden oldu.
"Güç bir tokatla, baltayla ya da gözyaşıyla yok olmaz. Asıl güç, bütün bunlara rağmen ayakta kalabilmektir."
BL
Bu benim nişan törenimdi.
Gökyüzünde havai fişekler vardı, bir aydınlanıp bir parlıyorlardı. Çok ses vardı, kalabalık dört bir yanıma dağılmıştı.
Bu benim nişan törenimdi.
Büyük bir yangın vardı, havai fişekler patlıyordu. Çıkan yüksek sesler insanların çığlıklarıydı, herkes ateşten kaçıyordu. Kocaman bir BL pankartı tam ortadaydı.
Bu benim nişan törenimdi.
Elimde bir şarap bardağıyla gülümseyerek yangını izliyordum ve farkındaydım; hikâye asıl şimdi başlıyordu.
Gözlerim elimde duran not kâğıdına kaydı. Bütün o çırpınışların ortasında hareketsiz bir şekilde dururken sakince dörde katlanan kâğıdı açtım ve ilk kez onun kısa ve öz mesajıyla yüzleştim.
"Kendi canını yakarak beni olduğumdan daha kötü bir insana dönüştürmemen gerektiğini söylemiştim Sevgili Avukat’ım.
Ayrıca her şeyi abartan tek insan sen değilsin, ben de bu gösteriyi abartmak istedim, çok mu?
Kurallar umurumda değil, senin kurallarını da umursamıyorum. Kesilmemesi gereken bir kola karşılık o parmak kesilmedi, saygısızlığın bedeli elbette vardı.
Keyifli akşamlar. Evine harika bir şarap gönderdim, zamanı geldiğinde beraber bugünü kutlamamız için.
Güzel yüzük parmağındaki kelepçeden artık kurtuldun.
Bu biraz da benim özgürlüğüm demek.
TDÇ"
***
Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum, tek bildiğim soluğumu tıkayan bir duygunun kalp atışlarıma etki ettiğiydi.
Heyecan? Korku? Nefret? Kin? Öfke?
Mahkeme salonunun kapısında beklerken ensemden soğuk soğuk terler boşalıyordu. Üzerimde siyah, dar, boğazlı bir elbise vardı fakat şimdiki aklım olsa bunu giymek yerine daha rahat hissettirecek bir şeyler giyerdim.
Dün gece yaşananların ardından ülkenin geldiği hal içler acısıydı. Her yerden BL sesleri yükselmeye başlamıştı. Sadece BL’yi değil, Tugay Demir'i bizzat destekleyen o kadar kişi vardı ki sabah haberlerine baktığımda şaşkınlığımı gizleyememiştim.
Kerem benimle alakalı hiçbir şeyden şüphelenmemişti, şüphelenmemek bir yana dursun, babamın mahkemesini de gerçekten erteletmişti. Dün oynadığım o tiyatro, sonrasında yaşanacaklar... Ben kime dönüşüyordum? Bunun adı sadece kurnazlık olamazdı, kafamın içinde bir tilki yaşıyordu sanki ve bu tilki acımasızdı, bu tilki korkusuzdu, bu tilki cesurdu.
Bu zamana kadar yaşanan her şey bir fragmandan ibaretti ve o fragmanda yaşadıklarım boyumu aşmışken bugünden sonra yaşanacakları aklım almıyordu.
Gözlerim koridorda gezinirken içeride herkesin yerini aldığını biliyordum, birkaç dakika önce Kerem içeriye girmişti. Her şeye rağmen, o sargılı parmağı ve acı çekişlerine rağmen Tugay Demir'in mahkemesine gideceğini söylemişti sabah. Ve ben, bütün rollerime devam etmiş, ona yapay gülümsemeler göndermiştim.
Birazdan çağrılacaktım, Kerem beni görecekti ve yaşadığı şaşkınlığın dışında dün olanların, babasının ölümünün, hatta kaybettiği parmağının sorumlusu olarak beni görecekti. Sadece o değil, bütün Krallık artık bana bıçak çekecek, beni terörist ilan edecekti.
Uzakta bir gölge belirdi, ardından yanındaki dört memurla bana doğru gelen Tugay Demir'i gördüm. Onu hapishaneden almaya gidememiştim, henüz yüzleşmeye hazır değildim; o kadar şeyle yüzleşecekken bir de Tugay'la yüzleşemezdim.
Sağlam adımları, kalkık çenesi, dik omuzları ve yüzündeki... Hayır, gülümsemiyordu, Tugay ilk defa beni gördüğü için gülümsemiyordu, aksine yüzünde oldukça ciddi bir ifade vardı.
Elim boynuma gitti, o bana yaklaşana kadar gözlerimi ondan ayıramadım ama tam karşımda durduğunda bakışlarımı kapalı olan mahkeme salonunun kapısına çevirdim. Saçları uzamaya başlamıştı, yüzündeki yara izleri geçmeye yüz tutmuştu. Önünde kelepçeledikleri ellerinin neden titrediğini anlayamamıştım.
"Sevgili Avukat," dedi. Sesini binlerce yıldır duymuyormuş gibi hissettim, kalp atışlarım hızlandı.
"Konuşmak yasak," diye uyardı polis memuru kesin bir dille ama elbette Tugay dinlemedi.
"Sevgili Avukat," dedi bir kez daha Tugay. "Sürprizimi beğendin mi?" Bakışlarımı yavaşça ona çevirdiğimde ciddi bir şekilde beni izlediğini gördüm, bakışları yüzümden elime doğru kaydığında başını omzuna düşürdü. "Bak," dedi baskın bir sesle. "Nişanlı bir kadın olduğunu unutmamışım, öyle değil mi? Sana havai fişek gösterileri bile hazırladım."
"Konuşmak yasak," dedi memur bir kez daha. "Yoksa ağızlığını takacağım."
Tugay yine dinlemedi. "Sevgili Avukat," dedi bir kez daha. Ardından bana yaklaştı, memurlar tutmak istedi ama karşı geldi. Yüzüyle yüzüm arasında birkaç karışlık mesafe kaldığında heyecandan nefes alamadım. "Gözlerimin içine bak, sana ne söylüyor?" Yutkunduğumda ela gözlerinde daha korkutucu ama bir yandan da daha merhametli bir adamı gördüm ya da bunu görmeyi istedim. "Bugünden sonra artık tamamen benimlesin, Tugay Demir Çeviker'in hayatına gerçekten hoş geldin. Bir daha tek parçana zarar gelirse değil köşkü, şehri alev altında bırakırım. Bir daha bunu bana asla yapma."
Dudaklarım aralandığında memur sertçe Tugay'ı itekledi, ardından mahkeme salonunun kapısı açıldı. Mübaşirle göz göze geldim, o bile bana büyük bir şaşkınlıkla bakarken kalbim kulaklarımda atmaya başladı.
"Avukat," dedi mübaşir donuk bir sesle. "Eftalya Atalar!" Boğuk bir nefes aldım, bakışlarım son kez Tugay'a döndü. Gözlerini kısan Tugay bana öyle cesaret vererek gülümsedi ki bütün o korkunun geçtiğini hissettim.
İçeriye doğru bir adım attım, ardından bir adım daha ve birkaç metrenin ardından Savcı Kerem Karaman'ı gördüm. Hemen karşımdaki masada ayakta duruyordu, yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı ve buz gibi bir soğuğun tam onun tarafından bana doğru estiğini hissettim.
"Sanık Tugay Demir Çeviker!" dedi mübaşir bu kez. Benim ardımdan Tugay da içeriye girdi, bakışları doğrudan Kerem'in üzerindeydi ve yüzündeki gülümseme öyle korkutucuydu ki soğukluk ateşe dönüşmeye başladı.
Tugay'ın sol tarafına geçtim. Kerem sargılı elini kalbine götürüp, "Siz…" diye mırıldandı. "Nasıl?" Zihninde birçok görüntünün döndüğüne emindim; bütün parçaları birleştiriyordu. Şaşkınlığı hüzne dönüştü, sonra öfkeye ve kine. Sargılı elinin acısını umursamadan yumruk yaptığında, "Nasıl?" diye fısıldadı bana doğru.
"İyi günler Kerem Karaman," dedi Tugay, konuşması yasak olduğu halde. "Sevgili Avukat’ıma saygıda kusur etmemeyi öğreneceksin."
Tik tak, tik tak, tik tak. Asıl kıyamet maskeler düştükten sonra dünyamıza uğrayacaktı. Bizim hikâyemiz işte şimdi başlıyordu.
Paragraf Yorumları