Ada Hapishanesi
Tugay Demir Çeviker'i defalarca dizlerinin üzerine çöktürmüşlerdi. Gerek işkenceler için, gerek aşağılamak için, gerek itaat ettirmek için, gerek annesi adına yalvarması için, gerekse sadece dalga geçmek için. Bu yüzden dizlerinin üzerine çöktürülmeye alışıktı, hatta bu ona güç verirdi çünkü yeniden doğrulduğunda dizlerinin üzerine çöktüreceği insanların sayısı çoğalıyordu.
Fakat bu kez yeniden biri yüzünden dizlerinin üzerine çöktürülmüştü, hatta kesiklerle dolu sırtına ayakla basılıyordu.
Bu kişi, Tugay Demir Çeviker'in senelerdir yanında olmasını istediği Eftalya Atalar'dı.
İşkence izlerini silmek için getirildiği revirde yere yatırmışlardı onu ve gardiyanlardan bir tanesi sırtına sertçe, acı çektirmek istermiş gibi basıyordu. Acı geçerdi, aşağılanma geçerdi fakat kurtuluş sadece bir kez gerçekleşirdi.
Gardiyan topuğunu daha fazla bastırdı Tugay'ın sırtına ve az önce doktorun ilaç sürdüğü yerler iyileşmek bir yana dursun daha fazla kanadı ama Tugay'ın hiçbir zaman amacı iyileşmek değildi.
Tugay'ın amacı işkenceleri sonlandırmak da değildi.
Tugay'ın tek amacı bugün bu revire gelebilmekti. Revirden istediği ilacı çalabilmişti; bu da görevini gerçekleştirdiğini gösteriyordu.
Eftalya Atalar onu hiç yanıltmamıştı, hayatında gördüğü en merhametli ama gerektiğinde de en acımasız avukat sadece Tugay Demir Çeviker'e ait olabilirdi.
"Tugay Demir Çeviker," dedi doktor tepesinden ona bakarken. Beyaz terliklerine bulaşan toza bakan Tugay hissettiği acıyı görmezden geliyordu. "Ne zamandan beri yasalara göre hareket edip iyileşmeye çalışıyorsun?"
Ada Hapishanesinin en nefret edilen, en öldürülmek istenen, en tehlikeli görünen mahkûmu Tugay Demir Çeviker'di ve maalesef ki onu alt edemiyorlardı, alt edemedikleri için de hayatta kalmasına yetecek seviye işkence ediyorlardı.
O revire girerken Tugay, Eftalya gittikten sonra yeniden işkence göreceğinin farkındaydı fakat farkında olmadığı bir durum yaşanmıştı. Eftalya o merhametli tarafına yenik düşmüş, Krallık'a karşı gelip bağırmış ve kendisine itiraf edemese de bulunduğu tarafı ifşa etmişti.
Revirde çıkardığı olay yayılırsa ve kanıtlanırsa ilk önce avukatlığına son verilirdi. Ardından yargılanırdı, yargılanırsa hapse girerdi, hapse girerse işkence görürdü ve Eftalya işkenceleri onun gibi kaldıramazdı.
Tugay bütün planlarını Eftalya için yok sayıp zorlukla konuşarak, "Avukatımı ifşa etmemek için ne istiyorsun?" diye sordu doktora.
Doktor alayla güldü. Ardından Tugay'ın sırtına basan gardiyana bir baş hareketi yaptı, gardiyan Tugay'ı saçlarından kavrayıp başını kaldırdı. Kurbanlık bir koyun gibi doktora bakmasını sağladıklarında bu da Tugay'ın gururunu kırmıyordu.
Alışıktı, aşağılanmaya alışmak onu Tugay Demir Çeviker'e dönüştürmüştü.
Saçlarından kavrayıp onu kurbanlık koyun gibi yere yatırıyorlarsa, günün birinde onları aynı şekilde kendi karşısında tutabileceğinden emindi.
"Avukatın birkaç saat içinde Krallık tarafından fişlenecek," dedi doktor kaşlarını kaldırarak. "Çünkü Krallık'ın kurallarına karşı geldi, başkaldırdı, gardiyanlara saldırdı."
Çünkü o babası, demek istedi Tugay. Arkadaki sedyede baygın yatan kişi Adnan Atalar'dı. Tugay'ın koğuştan tanıdığı, gizlice okuduğu mektuplar sayesinde Eftalya’nın serasını öğrendiği, engelli diğer kızı hakkında bilgiler edindiği o adamdı. Tugay onu tanıyordu lakin bir kez bile sohbet etmemişti. Aynı tarafta olmaları, aynı düşünceleri paylaşabilecekleri anlamına gelmiyordu.
Fakat Tugay o an kendi içinden Eftalya'ya babasının canını koruyacağına dair bir söz vermişti. Adnan Atalar artık onun gözetimi altındaydı.
Eftalya'yı bu şekilde darmadağın eden her duygunun karşısında durmaya hazırdı.
"Avukatımı ifşa etmemek için ne istiyorsun?" diye sordu bir kez daha Tugay Demir.
"O başarılı bir avukat olduğu için mi böyle bir soru soruyorsun?" dedi doktor. "Öyleyse hiçbir avukat seni kurtaramaz, boşa savaş verme Tugay Demir."
Tugay dişlerini sıktı, gözleri doktorun gözlerine kilitlendi. Sol elindeki kelepçe takılı değildi, istese o an tepesindeki gardiyanlardan bir tanesinin boynunu kırabilir, doktoru köşedeki neşterle kesebilir ve ortalığı kan gölüne çevirebilirdi ama bütün bunlar Eftalya Atalar'ı kurtarmazdı.
Tugay'ın o an tek düşündüğü Eftalya Atalar'dı.
Tugay'ın uzun zamandır düşündüğü tek kişi Eftalya Atalar'dı.
Özgürlükten sonra.
"Ne istersen verebilirim," dedi Tugay. "Onu ifşa etmemen için ne istersen sunabilirim sana."
Doktor şaşkınlığını gizleyemedi, gardiyanlar da öyle çünkü ilk defa Tugay Demir Krallık’tan birine işbirliği teklif ediyordu ve bu kendisi için değil, Eftalya içindi.
"Yalvaracak mısın?" diye sordu doktor şaşkınlıkla. Bu gerçek bir soruydu. "Çünkü öyle bakıyorsun."
"Yalvarmamı mı isteyeceksin?" dedi Tugay. Gardiyan ayakkabısıyla sırtına daha sert bastı, yaralar kanadı, acı çoğaldı. "Sana yalvarmam mı gerekecek onu ifşa etmemen için?" Hiçbir zaman gururunu çiğnememişti. Kolu kesilirken bile yalvarmamıştı, her zaman çenesi dik bir şekilde Krallık’ın karşısında durmuştu.
Doktor çok kısa bir süre düşündü, ardından arkasındaki sandalyeyi çekip Tugay'ın karşısına oturdu. Gardiyanlar ise Tugay'ı dizlerinin üzerine oturtup ona itaat eder gibi görünmesini sağladılar.
"Yalvar desem yalvaracak mısın?" Doktor hâlâ şaşkındı.
Tugay hiçbir şey söylemeden doktorun yüzüne baktı. Krallık mensupları o an Tugay'ı gözleriyle görseler bile yalvardığına inanmazlardı ama Tugay sadece sessizliğiyle bile avukatı için yalvarma ihtimali olduğunu haykırıyordu; dizlerinin üzerinde duruşu bile bunu kanıtlar nitelikteydi.
"Sanırım seninle anlaşacağım," dedi doktor. Tugay Demir şaşırmamıştı çünkü Krallık tutkunu herkes Krallık'ı çok çabuk satardı.
"Ne istiyorsun?" diye sordu Tugay.
"Seni yalvartabilirim," dedi doktor aşağılayıcı bir ses tonuyla. "Ama bundan çok daha fazlasını düşündüm Tugay Demir."
Boğuk bir nefes verdiğinde arkasındaki gardiyan, Tugay'ın dik duruşundan rahatsız olup sırtına tekme attı. Tugay sarsılsa bile düşmedi. Dizlerinin üzerindeyken bile Krallık’a korku verebiliyordu.
"İki milyon istiyorum," dedi doktor. "Yarın sabaha kadar hesabımda olacak."
Tugay hemen, "Sabah hesabında olacak," diye onayladı ve iç sesi alayla güldü çünkü doktora vereceği para, Krallık’tan çaldığı paraydı. Onların cebinden aldığını doktorun cebine koyacaktı.
"Ve," dedi doktor, ardından sırıttı. Asıl korkutucu olan geliyordu. "Krallık'ın simgesiyle damgalanacaksın Tugay Demir Çeviker," diye mırıldandı. "Bir kez daha fakat bu kez o damgayı kazımayacaksın. Krallık'a ait olan yarım ay simgesini vücuduna damgalayacağız."
Diz çökebilirdi, itaat ediyormuş gibi görünebilirdi, hatta yalvarabilirdi fakat Krallık'a ait bir damgayla yaşamaya devam edemezdi; bu onun kurallarına tamamen aykırıydı. Daha önce defalarca bunu tekrar etmişlerdi, her seferinde o damgayı vücudundan kazıyarak çıkarmıştı fakat bu kez bunu yapmaması gerekecekti, etinden o damgayı kazıyamayacaktı.
Tugay Demir Çeviker'den Eftalya Atalar için gururunu çiğnemesi isteniyordu.
Tugay'ın çenesi kasıldı, doktor ise keyifle gülümsedi. "Kabul etmezsen kamera görüntüleri birazdan Krallık'a iletilecek ve gereken yapılacak ama kabul edersen gözlerinin önünde o görüntüleri sileceğim. Gardiyanlar konuşsa bile kanıtsız olduğu için avukatın çok çabuk sıyrılabilir." Doktor gözlerini kıstı. "Seç: Gururun mu yoksa avukatının hayatı mı?"
Tugay Demir Çeviker için gururu önemliydi, öyle ki kolu kesilirken bile bir an gururundan vazgeçmemişti. Şu an o damgayı vücuduna kazımamaları için diğer kolundan bile vazgeçebilirdi fakat bunu dile getirirse daha aciz bir konuma düşecekti.
Hayatındaki bütün kötülükleri bir tür simge haline getirebilirdi ama bu damgayı getiremezdi. Saniyeler dakikaya dönüşürken revire ölüm sessizliği hâkimdi.
Tugay Demir Çeviker çenesini kaldırdığında elleri yumruk halini aldı. Zehir içiyormuş gibi hissetti fakat yine de, "Kabul ediyorum," dedi. "Beni damgala doktor."
Gardiyanlar ve doktor öyle büyük bir şaşkınlıkla Tugay'a baktılar ki hepsi neye uğradığını şaşırdı. "Sen…" dedi doktor gözlerini büyüterek. "BL örgütü kurucusu, Tugay Demir Çeviker damgalanmayı kendi rızanla kabul mu ediyorsun?"
"Ediyorum," dedi Tugay baskın bir sesle. "Sil o görüntüleri, ardından damgayı bas. Çabuk ol."
"Bir avukat uğruna…" Doktor başını iki yana salladı. "Görünür bir yerini damgalayacağım Tugay Demir."
Tugay dişlerini sıkıp, "O siktiğimin çenesini kapat artık," dedi hırsla. "Ve şu işi hallet şerefini siktiğim yoksa ellerimdeki kelepçeleri umursamadan o boynunu kıracağım."
Gardiyanlar kasılıp Tugay'ın ellerine baktılar ve her şeye rağmen yine de onu tuttular.
Doktor gülerek oturduğu yerden kalktığında bilgisayarının başına gitti, ardından ekranı Tugay'a çevirip kamera görüntülerine girdi. Geçmiş görüntülerden o günü tamamen silen tuşa basmadan Tugay'a baktı. "Sıkı tutun," dedi gardiyanlara. "Ona güvenmiyorum."
Kelepçelere, dört gardiyana rağmen ondan delicesine korkuyorlardı.
Gardiyanlar Tugay'ı ayağa kaldırdılar ve ikisi kollarından tutarken biri önüne geçti, diğeri arkasında kaldı. Tugay'la beraber gelen gardiyan ise köşede kaldı. BL örgütünün tarafındaydı fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu, muhbirler daima sessiz kalırdı.
Doktor emin olduğunda silme düğmesine bastı, ardından çöp kutusundan da temizlediğinde Tugay doktorun o görüntüleri kopyalayacak zekâya sahip olmadığından emindi.
İçinin rahatlaması gerekiyordu fakat gardiyanlar Tugay'ı zorla sedyeye yatırdığında kendi kaderinin en kötü zamanını yaşadığının farkındaydı. Sırtı, bacakları ve sağlam kolu acıyordu ama hiçbir duygu, gururun incinmesinin önüne geçemezdi.
"Yüzüstü yatırın," dedi doktor çekmeceden uzun bir demir çıkarırken. Ucunda yarım ay simgesi vardı, buradaki mahkûmları ilk önce o demirle damgalıyorlardı. O simgeyi ateşle alevlendirerek.
Gardiyanlar Tugay'ı yüzüstü yatırdıklarında bakışları Adnan Atalar'ın olduğu tarafa döndü. Adam hâlâ yarı baygındı, gözleri bir açılıp bir kapanıyordu, yüzü tanınmaz haldeydi. Gardiyanlar Tugay'ın kollarından sıkıca tutmuştu, diğer gardiyanlar ise bacaklarından fakat Tugay zaten karşı koymuyordu.
Artık kendini tamamen kurbanlık koyun gibi hissediyordu.
Çakmağın sesini duyduğunda doktorun o demirin ucunu yakmaya başladığını anladı. Isıtıp bırakmamıştı, uzun süre yakmıştı demirin ucunu, canını hem daha çok yaksın hem de damga tamamen belli olsun diye.
Doktorun adım seslerini işittiğinde gözlerini Adnan Atalar'ın yüzünden ayırmadı. Adnan Atalar ise baygın gözlerle ona bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Ensesini açın," dedi doktor. Tugay gözlerini kapattı, dişlerini sıktı. Öyle bir sıktı ki neredeyse dişleri kırılacaktı. Gardiyanlardan biri Tugay'ın hafif uzayan saçlarını çektiğinde ensesi tamamen açığa çıktı.
"Şuna bakın," dedi doktor. "Daha önce de aynı noktadan damgalamışlar ama kazıyarak çıkarmış."
Tugay gözlerini daha sıkı kapattı ve olacakları bekledi.
Birkaç saniye sonra ilk hissettiği o yakıcı sıcaklık oldu. Ardından etin yanma sesi geldi, cızırtı ve sıcaklık artık en derinine işlemişti. Öyle bir acıydı ki bu, doktor demiri bastırdıkça Tugay haykırmamak için çenesini daha fazla sıktı fakat hafif bir inleme çıkmasını engelleyemedi. Bu yüzden bile kendisine öfkeli hissedeceğini bildiğinden ellerini sıkı bir yumruk yaptı, sol eli de dahil.
Hafifçe çırpındığında gardiyanlar kollarına ve bacaklarına daha fazla bastırdılar ama Tugay'ın bu çırpınışı acıdan geliyordu.
Baskı arttı, burnuna gelen yanık kokusu kendi tenindendi, ardından demirin uzaklaştığını hissetti ama acı aynı yerinde duruyordu. Ensesinde artık Krallık'ın simgesi olan yarım ay damgası vardı ve bu, eldiveninin üzerindeki timsah simgesine bir hakaretti.
"Tek kişilik hücreye götürmeden önce saçlarını kısacık kesin," dedi doktor fakat Tugay öyle bir acı çekiyordu ki boynunu kesseler bu kadar acıyıp acımayacağını sorgulamadan edemedi. "Kesin ki herkes BL örgütü kurucusunun ensesindeki o damgayı görsün."
Tugay Demir dişlerini sıkarken, "Numan Birkoç," dedi. Doktorun adıydı. Kendisine bir nottu. Doktor hiçbir cevap vermedi ama Tugay ölüm listesindeki doktorun ismini elbette ezbere biliyordu. On sekizinci kişi, Numan Birkoç'tu.
"Adımı ezberlemen iyi olmuş," dedi doktor alayla. Tugay ise Adnan Atalar'la göz göze geldi. Eski milletvekili onu izliyordu, birazdan yeniden bayılacaktı fakat bayılmadan önce gördüğü son şey Tugay'ın damgalandığı andı.
Tugay Demir gardiyanları ve doktoru umursamadan, "Adnan Atalar," dedi ensesindeki acı yüzünden kısık bir sesle. "Artık benim gözetimimdesin, canın bana emanet. Kızın için."
Adnan Atalar bu anın hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemezken ilk defa Tugay’la iletişime geçtiğini fark ediyordu. "Kızım için," dedi Adnan Atalar zorlukla konuşarak. Ağzındaki kan kurumuştu. "Onu nereden..." Devam edemedi, öksürmeye başladı.
"Hakkınızdaki her şeyi biliyorum," dedi Tugay hiç çekinmeden. "Fakat bir şeyi bilmiyorum, bana onu söylemelisin." Adnan Atalar gardiyanlara baktı, ardından onları dinleyen doktora ve Tugay'ın bu kadar korkusuz olmasına şaşırdı.
"Kızının nişanlısı kim?" diye sordu Tugay büyük bir kinle. O an, Adnan Atalar tam karşısındayken ve ağızlığı yokken sorabileceği tek soru buydu, bu sorunun cevabı sadece Adnan Atalar'da gizliydi.
Ayrıca bu sorunun cevabı, birçok kapının anahtarı olacaktı ama her şeyden önce Eftalya'nın çenesinde yeni oluşan izin de nedenini gösterecekti. Tugay’a göre Eftalya ona şiddet uygulayan biriyle olmazdı ama kaçırdığı gözleri, çenesinden bahsederken elindeki yüzükle oynaması ve güzel bir duygunun yüzüne uğramaması Tugay'ı ikileme düşürüyordu.
Her şeyi biliyordu ama nişanlısının kim olduğunu bir türlü bulamıyordu.
"Konuşturmayın," dedi doktor gardiyanlara. "Tugay'ın ağızlığını getir."
Tugay başını hareket ettirmek istedi fakat ensesindeki acı öyle büyük bir yanmaya dönüştü ki dişlerinin arasından inleme dökülürken, "O kişi kim?" diye sordu. "Bana sadece bunu söyle."
Eftalya’nın o kişiyi sevmesiyle, ona âşık olmasıyla ya da onunla hayatını birleştirme ihtimaliyle ilgilenmiyordu. Tek düşündüğü o kişinin yüzüğü nasıl Eftalya’nın parmağına taktırdığı ve Eftalya'ya şiddet uygulayıp uygulamadığıydı.
Adnan Atalar gözlerini kıstı, ardından daha fazla direnemeyerek yeniden bayıldı. Tugay'ın ağızlığını taktılar ve onu sedyeden kaldırmadan saçlarını üç numaraya vurdular.
Tugay Demir Çeviker'in Eftalya Atalar için ilk fedakârlığı değildi bu ama onun uğruna ilk kez gururunu hiçe saymıştı ve bunun bir kereyle sınırlı kalmayacağına emindi.
Eftalya Atalar
Hayatımın hiçbir döneminde taraf tutan biri olmamıştım. Siyasi olarak desteklediğim bir parti hiçbir zaman olmamıştı, desteklediğim bir ideoloji de yoktu. Babamın aksine körü körüne inandığım ve uğruna direndiğim bir fanatizm bana uygun değildi.
Sokak ortasında Krallık yanlıları tarafından sadece bir kadın olduğum için dövüldüğümde bir taraf tutabilirdim çünkü Krallık’a göre kadınların söz hakkı belirli bir yere kadar ellerinden alınmalıydı. Krallık tıpkı annem gibi bir kadının sadece doğurmasını, çocuğuna bakmasını, hatta çalışmaması gerektiğini savunuyordu. Bir kadının tek görevi anne olmaktı, o da belli bir yaşa kadardı. Belli bir yaştan sonra çocuğun izinleri bile babandan geçiyordu.
Krallık’ın koyduğu bu kurallar zamanla tarikatların diline dolandı ve o tarikatlar sokaklara dökülüp kadınları dövmeye, tecavüz etmeye hatta öldürmeye başladılar.
Krallık bunu engellemedi, hapse girenler serbest bırakıldı. Hatta bazıları Krallık’ın belirli mevkilerine getirildi.
Bir sokak ortasında orta yaşlı, yarım ay kolyeli insanlar tarafından sadece mini eteğimle sokakta yürüdüğüm için tekmelenerek dövüldüğümde bir taraf tutabilirdim ama o an bile herhangi bir tarafı seçmemiştim; tek istediğim tekmelerin bir an önce son bulmasıydı. Avukatların dokunulmazlıkları vardı ama kadın avukatların yoktu, bu yüzden o sokakta beni döven insanlar yargılanmadı bile.
Öfkemi içimde yaşamıştım fakat unutamadığım bir şey vardı. Tekmelendiğim o sokakta yerde yatarken duvarda bir cümle görmüştüm. Üzeri karalanmaya çalışılmıştı ama yine de okunuyordu. BL'nin bir cümlesiydi:
“Biz kadınları susturamayacaksınız! Çünkü siz sesimizi bile duymadan çığlık atacağız, çığlıklarımızdan kim olduğumuzu bilemeyeceksiniz, tek hissettiğiniz korku olacak; bizden korkacaksınız.”
BL
Bu cümle aklıma kazınmıştı çünkü yerde iki büklüm yatarken o cümlenin verdiği güç bambaşkaydı.
Bugüne kadar aslında kendimi kandırıyordum. BL'nin birçok cümlesi zihnime kazınmıştı, sesli dile getirmesem de her gördüğüm cümleyi aklıma kazımayı ihmal etmiyordum.
Birisi bir kadına tecavüz ettiğinde hapse girip birkaç sene yatıyordu ama Krallık'a karşı gelenler idama kadar götürülüyordu. Bunlar gerçekleşirken tek yapabildiğim o tecavüzcülerin yasalar gereğince daha fazla ceza almalarını sağlamaya çalışmaktı ama yine BL'nin bir cümlesi, arabamın camına yapıştırılmış bir kâğıtla bana gerçeği fısıldamıştı.
"Bıçak sana saplanmadan acıyı hissetmeyecek misin? Unutma, acıyı hissetmiyor ve ses çıkarmıyorsan elinde bıçak tutan sensindir."
BL
O tecavüz davasının ardından arabamın camında bu cümleyi görmek bana kendimi tamamen suçlu hissettirmişti, her şeyin sorumlusu sanki bendim.
Fakat yine de yasalardan vazgeçmemiştim.
Bir çocuğu sırf Krallık’a karşı geldiği için hapse atmışlardı. Çocuk daha on üç yaşındaydı ve tek yaptığı duvardaki Krallık yazısına çarpı atmaktı. O çocuk hapishanede açlıktan öldü.
Bu ilk başta büyük olay oldu, Krallık yanlısı halk bile tepki gösterdi, vicdanlarıyla ayakta durdular fakat zamanla tecavüzler, çocuk ölümleri ve açlık öyle bir arttı ki halk bütün bunlara bile alıştı. İlk seferde verilen hiçbir tepki aynı kalmadı, öyle ki insanlar artık yolda ölü yatan kimsesizleri bile görmezden gelmeye başladı.
Bu insanlara ben de dahildim.
Alıştırmışlardı, susturmuşlardı, korkutmuşlardı.
Ve bütün bunların ortasında atılan tek çığlık BL'ye aitti.
Fakat yine de onların tarafını tutmamıştım çünkü direnişlerine inancım yoktu.
Tugay Demir Çeviker'i tanıyana kadar.
Senelerdir cümlelerini duvarlarda, kâğıtlarda okumuş, hatta bazen korkusuzca yayın yapan televizyon ve radyolardaki insanların dudaklarından duymuştum. Tugay Demir'i görene kadar onun kim olduğunu merak etmediğimi fark etmiştim fakat BL’nin seneler önce kanıma karışmaya başladığını yeni yeni anlıyordum. Şimdi de Tugay Demir Çeviker kanıma giriyordu.
Gücünü hissedebiliyordum, kolu kesilmesine rağmen; başkaldırışına şahit olabiliyordum, işkence çekmesine rağmen; umutlanabiliyordum, mahkûm olmasına rağmen. Çünkü bütün o cümlelerin sahibi oydu ve öyle büyük bir tepki gösteriyordu ki Krallık’a, artık kalbimdeki hayranlığı da yok sayamıyordum.
BL aç insanlara Krallık'tan çaldığı paralarla yardım ediyor, yemek dağıtıyordu. Çocuklara el uzatıyor, kadınları koruyordu. Bunların dışında örgütü destekleyenlere gizli gizli silah temin ediyorlardı, bir anda sokak ortasında öldürülmemeleri ve kendilerini korumaları için.
Bu bir iç savaş demekti fakat Tugay Demir savaşın ta kendisiydi.
"Eftalya," dedi Sinan omzumu dürterek. "Kendine gel." Sesi endişeli, hatta öfkeli geliyordu. "BL’nin tarafına mı geçiyorsun? Krallık’a ihanet mi edeceksin?” Sorular acımasızdı, can yakıyordu. “Bu ortaya çıkarsa başına gelebilecekleri düşünebiliyor musun?”
Parmaklarımı şakaklarıma bastırdım ve ovuştururken, "Bu bir taraf seçmek değil," dedim kendimden emin bir sesle. "Sadece Feridun'un yok olmasını istiyorum."
Sinan gözlerini büyüterek ciddiyetle bana baktı. "Bahsettiğin adam, o parmağındaki aptal yüzüğün muhatabının babası; ayrıca Krallık'ın baş adamı. Onu öylece bitirmeyeceksin, BL ile bitireceksin. Bu bir suça ortak olmaktan çok daha fazlası. Ortaya çıkarsa hayatını karartırlar."
"Benim hayatım zaten karardı," dedim kendimi tutamayarak. "İdam yasası geldi, babamı idam edecekler. Ayrıca şu an zaten bir bok çukurunun içindeyim, Tugay Demir'in avukatıyım. Bu ortaya çıktığında zaten beni mahvedecekler, bari gitmeden önce ben de onlardan birinin ipini çekeyim."
Sinan ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme bakarken gözlerini kıstı, ardından yan taraftaki sandalyeyi çekip oturdu. "Baban içeriye girdiğinde bile böyle keskin kararlar vermedin," dedi tane tane. "O adam mı seni bir şeylere zorluyor?" Kastettiği Tugay'dı. "Tehditle mi yaptırıyor bunu?"
"Hayır," dedim rahat bir sesle.
"Yalan söylüyorsun." Endişeyle nefesini verdi. "O herifin avukatı olman sıkıntıysa ortaya çıktığında onun seni zorla tuttuğunu söyleriz, cinayeti ifşa ederse de..." Derin bir nefes verdi, gözlerini kapattı. Tekrar açtığında gözlerindeki endişe artmıştı. "Değişiyorsun Eftal," dedi. "Ve bu değişim gerçekten hayatını karartacak."
Başımı omzuma doğru yatırdığımda uzanıp masadaki elini tuttum, kasıldı. "Hayatımızın ne kadar kötü olduğunu bilmiyormuş gibi konuşma," dedim sakin bir sesle fakat az önce izlediğim görüntülerden ötürü hâlâ kalbim sızlıyordu. "Bu şekilde devam ederse yaşayacağımız süre beş sene, benim bir kadın olarak yaşayacak sürem ise belki iki sene." Sinan daha fazla kasıldı, parmaklarını daha sıkı tuttum. "Bir direnişe destek olmuyorum, kendi savaşıma onları da ortak ediyorum çünkü Feridun idam yasasını onaylamış, babamı düşünmeden." Sinan öfkeyle nefesini verdi. "Duvarlara BL için yazı yazacak değilim, bu öyle bir şey değil." İçimdeki ses aksini söylüyordu sanki ama kendimi o kadar kaptıramazdım. "İsteğim, içimdeki öfkenin dinmesi."
Ve isteğim, Tugay Demir'in kolunu kesenlerden birinin ölmesi.
"İlk cinayetini işlediğinde ellerin titriyordu," dedi Sinan fısıldayarak ve gözleri ellerimize kaydı, avuçiçlerinin buz kestiğini fark ettim. "Fakat şimdi daha korkusuzsun Eftal. Zaman bizi yaşatır mı, bilmiyorum ama seni bambaşka bir kadına dönüştürecek, orası kesin."
Hâkim Ali'yi benim öldürdüğümü Krallık'a söyleseydi Tugay Demir'in elini hiçbir zaman kaybetmeyeceğini söylemeyi düşündüm Sinan’a. Benim için büyük bir fedakârlık yaptığını, bir noktada bunun karşılığını vermem gerektiğini. Ama kendi içimde bile kaybettiği eline hiçbir karşılık bulamıyordum.
"Eftalya." Başka bir ses aramıza katıldığında Sinan hemen elini çekti ve bakışlarım kapıya döndüğünde onu gördüm.
Kerem gelmişti.
Bakışları sertti. O öfkeyle bize bakarken Sinan çevik bir hareketle önümdeki notu alıp ellerini arkada birleştirdi. Karanlıkta Kerem bunu fark etmemişti ama mor lavantaları saklamaya zamanımız yoktu.
Ellerim buz keserken, "Kerem," dedim ve yutkunarak ellerimi saçlarıma geçirdim. "Burada ne işin var?"
Birkaç adımla yanımıza ulaştığında gözleri benim değil, Sinan'ın üzerindeydi. Her ne düşünüyorsa kasılan çenesi öfkesini gizleyemiyordu. "Nişanlımı görmeye geldim," dedi Sinan'a bakmaya devam ederken. "Ama onun hadsiz korumasıyla karşılaşmayı beklemiyordum."
Sinan da öfkeyle Kerem'e baktığında birkaç saniye gözlerimi kapatıp derin nefesler aldım, ardından sandalyeyi işaret edip, "Otur," dedim. "Sinan da gidiyordu."
İkisinin arasındaki gerilim tırmanırken kulaklarımı Sinan'ın defalarca söylediği bir cümle doldurdu, Kerem'in kafasını anahtarlık yapmak istediğini söylemişti defalarca. İzin ver Eftalya onun kafasını koparıp anahtarlık yapayım, diyordu. Sallanıp dursun kapının üstünde, güzel olmaz mı? Bunu söylediği an çok gülmüştüm ama şu an gülebilmek imkânsızdı.
Kerem de Sinan'dan hoşlanmıyordu. Aslında Kerem, çevremdeki hiçbir erkekten hoşlanmıyordu.
Söylediğimi dinleyip sandalyeye oturdu. Önce bana, ardından göğüskafesime baktı. Üzerimde V yaka bir kazak vardı ve göğsümdeki beyaz lekenin gitgide boynuma doğru tırmandığı açıkça ortadaydı. Kerem bakarken şaşkınlığını gizleyemedi ve belki de tiksinmeyi çünkü burnunu kırıştırmıştı.
Hızlı bir şekilde sandalyedeki şalı üzerime alıp önümü kapattığımda Kerem'in bakışları masaya, ardından mor lavantalara kaydı. Alınmadım, hediye olarak geldim diye haykıran çiçeğe bakarken kaşları çatıldı. "Bunu kim aldı?"
Sessizlik ve korkuyu göğüskafesimde hissetmeye başladım. Elbet bir gün Tugay'ın avukatı olduğumu öğrenecekti ama o zamana kadar yüzleşmekten kaçacaktım.
"Eftalya," dedi Kerem kızgın bir sesle. "Bu çiçeği kim aldı?"
"Ben aldım." Sinan'ın sesi keskindi. "Gördüm, beğendim, aldım."
Kerem bakışlarını ona çevirdi ve aşağılayıcı bir tavırla onu süzdü. "Yerini bilmen gerektiğini kaç kez daha söyleyeceğim," dedi bir böcekle konuşur gibi. "Sen bu evde sadece bir korumasın, daha fazlası değilsin. Hangi hakla bu çiçeği alabiliyorsun?"
Parmaklarımla burnumun kemerini sıkarken Sinan, "Doğru, Eftalya'nın korumasıyım," diye karşılık verdi. "Ama senin canını kimse benim yanımda korumuyor, buna dikkat et Kerem Karaman."
Kerem elini masaya vurup ayağa kalktığında, "Sinan," diye inledim. "Dışarı çık."
"Eftal..."
"Sinan," dedim ona bakıp ve ben de ayağa kalktım. "Dışarıya çık ve beni Kerem'le yalnız bırak."
Birkaç saniye yüzüme baktı, ardından daha önce yaptığı gibi yine öfkeli adımlarla seradan çıktı. O dışarı çıkar çıkmaz Kerem bana dönüp, "Bu veledi mahvetmememin tek nedeni sensin," dedi, dişlerini sıkıyordu. "Fakat sabrımı zorluyor. O kim ki sana çiçek alıyor?" Sinan'ın çiçek almasına böyle tepki veriyorsa çiçeklerin aslında Tugay'dan geldiğini bilse ne yapardı diye düşünmeden edemedim.
"Kerem," dedim söylediklerini duymazdan gelerek. "Neden geldin?"
"Neden mi geldim?" dedi hiddetle. "Bugün babamın yanına gitmişsin ve beni sormuşsun, sonra da hediye alacağını söylemişsin." Kaşları çatıldı. "Özür dileyeceğini düşünmüştüm ama görüyorum ki hâlâ aynı şekilde davranıyorsun."
"Özür mü?" Gülmeye başladım. "Senden neden özür dileyeceğim ki?"
Kerem gerçekten benden özür bekliyormuş gibi şaşkınlıkla yüzüme baktı. "Geçen gün söylediklerinin ne kadar ağır olduğunu unuttun mu?"
"Geçen gün sana aslında içimden geçen hiçbir şeyi söylemedim," derken çenemi havaya kaldırdım. "Ayrıca bir süre yüzünü görmek istemiyorum, evime habersiz gelmezsen çok iyi olur."
Bu zamana kadar hiç Kerem'le bu şekilde konuşmamıştım, daha doğrusu konuşamamıştım çünkü beni sindiriyordu fakat artık beni sindirebilmesi için nedeni kalmadığını görüyordum. İdam yasası gelmişti.
Kerem dişlerini sıktı, bir şey söyleyecek gibi oldu. Ardından sustuğunda gözlerini kapatıp kendine sakinleşme payı verdi. Uzun bir süre sinir hastalığından ötürü tedavi görmüştü, bir torba ilaç kullanıyordu ve defalarca o sinir harbine şahit olmuştum fakat geçen gün ilk kez o sinir harbinde fiziksel bir zarar almıştım.
Tekrarı olmamalıydı.
Gözlerini açtığında korkutucu bir şekilde gülümseyip, "Senin için çabalıyorum," diye mırıldandı. "Babamı karşıma alıyorum, Krallık’ı karşıma alıyorum ama sen bana bu şekilde mi davranıyorsun?" Kollarımı göğsümde bağlayıp hissiz bir şekilde onu dinlemeye devam ettim. "Kabul ediyorum, benimle bir amaç uğruna nişanlandın ama arada sırada o amacı görmezden gelip benim sana olan aşkımla da ilgilenemez misin?" Konunun seyri değişirken rahatsız bir nefes verdim, Kerem ise bana doğru bir adım attı. "Seni hiçbir şeye zorlamadım," dedi gözleri dudaklarıma kayarken. "İstediğin gibi barodaki kimseye nişanlandığımızı bile söylemedim ama Eftalya, Sinan'a bile benden daha sıcak bakarken sana yardım etmemi bekleyemezsin. Üçüncü sınıf bir korumaya bile benden daha yakınsın."
Kaşlarım çatıldı. Sert bir sesle, "Benden ne bekliyorsun?" diye sordum. Kerem bana biraz daha yaklaştı, sınırları aştığında nefesimin daraldığını hissettim halbuki Tugay yaklaştığında böyle hissetmemiştim.
"Sadece beni, çabamı ve aşkımı görmeni istiyorum," derken elini kaldırıp yanağıma dokundu, hemen başımı çevirdiğimde eli havada kaldı. "Çünkü bu şekilde kendimi senin aptal âşığın gibi hissediyorum ve bu bana yakışmıyor."
Yutkundum, bir kez daha bana dokunmak istediğinde geriye doğru bir adım attım. "Sana aşk ya da sevgi gibi hisler beslemediğimi biliyorsun Kerem. En başından bunu söyledim."
"Ama, Bir umut var, dediğimde sustun.”
Susmuştum çünkü onu hiçbir zaman sevemeyeceğimi söylersem babama yardım etmeyeceğini düşünüyordum. Lafı değiştirerek, "Bana olan hislerin aşk değil, hırs," dedim. "Çünkü bu yaşına kadar uğruna çabaladığın her şeyi elde ettin ve beni de bir görev gibi görüyorsun." Çenemle onu işaret ettim. "Çoğu zaman tiksinerek baktığın bir kadına âşık olamazsın, öyle değil mi?"
"Sana âşığım," dedi ezberden. "Ve sen de bana âşık olacaksın." Kendisini işaret etti. "Farkında değil misin, biz birbirimiz için yaratılmışız. Benden başka birini yanına yakıştırabiliyor musun?"
Gözlerim masanın üzerindeki mor lavantalara kaydığında, "Bunları söylemek için mi geldin?" diye sordum. "Öyleyse sana öfkem geçmedi, söylediklerin hiçbir anlam ifade etmiyor."
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, "Çabalıyorum Eftal," dedi ve bir anda elleriyle yüzümü tuttuğunda irkilip ellerini itekledim. Duraksadı, öfkelendi ama yansıtmamaya çalışarak devam etti. "Babanın idamını geciktiriyorum, listenin sonlarına aldım ve Krallık'ı da ikna ettim. Baban af dilerse onu idam etmeyecekler."
Dudaklarım aralandığında babamın işkenceden sonraki görüntüsü gözlerimin önündeydi. O haline bile dayanamıyordum, idam edilseydi ben de canımdan olurdum.
"Sen de babanı ikna et, onunla konuş. Krallık'a boyun eğip af dilesin, canı bağışlansın."
Elim boynuma giderken, "Bunu yapmaz," diye fısıldadım. Kerem bazen çok kötü bir adama dönüşebiliyordu, bazen öfkesine yenik düşebiliyordu ama ne olursa olsun, sırlarıma sadıktı ve gerçekten de babam için çabalıyordu. "Başka bir çaresi olmalı."
"Başka bir çaresi yok bebeğim," dedi Kerem başını iki yana sallayarak. "Tek şartları babanın boyun eğmesi. Ve bunu hiç kimseye değil, benim için sadece senin babana yapacaklar. Onun dışındaki mahkûmların hepsi gözlerinin yaşına bakılmadan idam edilecek." Endişe katlanarak artarken beni alaşağı eden başka bir düşünce kalbimde can buldu.
Tugay'ı da idam edeceklerdi.
"Bütün mahkûmları mı?" diye sordum zorlukla konuşarak.
"Krallık karşıtı herkesi," dedi Kerem rahat bir sesle. "Hepsi idam sehpasına çıkacak ve altlarındaki sandalye itilecek." Gözlerini kıstı. "Ve inan, aralarından biri hariç diğerlerinin de bunu yaşamasını istemezdim." O kişi Tugay'dı, biliyordum; söylemesine bile gerek yoktu. Soramazdım da zaten ama ondan nefret ettiğini biliyordum. "O kişinin de sandalyesini özellikle ben iteceğim."
Ellerimi saçlarımdan geçirdiğimde yüzümü ondan gizlemek isteyerek arkamı döndüm ve karşıdaki ormanlık alana baktım. Karlar ağaçların üzerinde yer yapmıştı fakat rüzgârda o karlar savrulup ağaçları ortaya çıkaracaktı. Benim de üzerimde karlar vardı, gün gelecek rüzgâr esecekti ve Kerem her şeyi öğrenecekti.
Yüzüğü fırlat yüzüne, dedi bir tarafım ama biliyordum, babamı kurtaracak tek kişi şu an Kerem'di. BL onu koruyamazdı, Tugay ne kadar söz verirse versin idama karşı gelemezdi; karşı gelebiliyor olsaydı, kendi özgürlüğü bu denli kısıtlanmazdı.
Ve ben şu an bu yüzüğü fırlatırsam Kerem o hırsla babamın idamını bile hızlandırabilirdi.
Kapana kısılmıştım, nefes alamıyordum.
Ve bir anda Kerem'in kollarını belime sarıp bana sarıldığını hissettim, nefesi boynumdaydı. "Üzülme," dedi fısıldayarak. "Senin için çabalıyorum, bizim için çabalıyorum."
Kaskatı kesilirken parmağımdaki yüzüğün ağırlığının gitgide arttığını fark ettim. Nefesi boynumdaydı, kolları belimdeydi ve ben daha önce defalarca babam için hissiz kalabildiğim o anlara rağmen bu kez hissiz kalamıyordum.
Çünkü kendi içimdeki direnişim başlamıştı.
Hızla kollarından kurtulduğumda, "Yapma," diye inledim. "Benim iznim olmadan bir kez daha bana dokunma."
Kerem'in kaşları çatıldı, sesimdeki öfkeyi duymuştu. Midem bulanıyordu ve o bana dokundukça daha fazla katlanamayacağımı fark ediyordum. Daha öncesinde sessiz kaldığım her şeye artık tepki veriyordum. Bu da Kerem'in gözünden kaçmamıştı.
Kerem başını sallarken geriye doğru bir adım attı, ardından bir adım daha ve bir adım daha. Sonrasında bir anda masanın üzerindeki mor lavantaları elinin tersiyle itti. Saksı yere düştü, içindeki toprak etrafa dağıldı.
Acıyla inleyip geriye kaçtığımda, "Parmağındaki yüzüğe sadık kal Eftalya," dedi tehdit eder gibi. “Yoksa nişanlısını aldatan fahişe bir avukattan farkın kalmayacak.”
Cümlelerini umursamadan yere çöktüğümde ve ellerimle saksıya toprağı geri koymaya başladığımda birkaç saniye tepemde dikilip beni izlediğini biliyordum, ardından hiçbir şey söylemeden seradan çıkıp gitti.
Avuç avuç toprağı saksının içine boşaltırken lavantanın kırılan birkaç dalı yerdeydi ve canım öyle bir acıyordu ki ağlamamak için direnmek benim için çok zordu. Transa girmiş gibi toprağı saksıya yerleştirirken bir yandan da lavantanın yapraklarında parmaklarımı gezdiriyordum. "Özür dilerim," diye fısıldadım. "Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim."
Birkaç dakika sonra omzumun sarsıldığını hissettim ve Sinan'ın bana baktığını gördüm. Bir şeyler söyledi ama duymazdan gelerek, "Ufuk'a haber verdin mi?" diye sordum.
"Eftalya," dedi uyarır gibi.
"Ufuk'a haber ver," dedim titreyerek. Ellerim durmuyordu. Sinan ellerimi tuttu ama itekledim. "Derhal."
"Acele karar verme, bunu yaptığında..."
"Ufuk'a haber ver ve sadece yeri söylemeyeceğimi, Feridun ölüm şekline bile benim karar vereceğimi söyle!"
***
Sabaha karşıydı, ormandaki kurtların uluma seslerini duyabiliyordum. Hava buz gibiydi ama kalbimde kocaman bir ateş yanıyordu; ateşin adı intikamdı. Daha önce hissettiğim hiçbir duyguya benzemiyordu, avuçlarımda bir güç vardı, omuzlarımda hırs ve gözlerimde öfke.
Tam karşımızdaki Feridun'un gizli mabedine bakarken bize yaklaşan örgüt araçlarının ışıklarını görebiliyordum.
Bir adım arkamda Sinan ve Ufuk vardı. Ufuk'un ellerinde siyah eldivenler, üzerinde tıpkı örgüttekiler gibi siyah tulum. Sinan’la bense en rahat kıyafetlerimizi giymiştik fakat uzaktan gören biri onlardan ayrı olduğumuzu söyleyebilirdi.
Sinan'la tartışmıştık. Bir türlü neden böyle bir yola girdiğimi anlamıyordu, esasen ben de bu kararıma hazırlıksız yakalanmıştım fakat sevdiğim her şeyi abartma konusunda usta olduğum kadar diğer duygularımda da öyleydim. Öfkeyi de abartırdım, nefreti de, hatta kini de. Ve Feridun Karaman'a olan öfkem, Kerem'in mor lavantaları devirmesiyle ikiye katlanmıştı.
Örgütün araçları yine sırayla önümüzde durduğunda bu kez ilk seferinde olduğu gibi bir şaşkınlık yoktu ama içimde bir yerlerdeki o hayranlığı hissedebiliyordum.
Üç büyük siyah minibüs önümüzde durduğunda ilk inenler yaşça daha küçüktü fakat hepsinin üzerinde siyah tulumları, ellerinde siyah eldivenleri vardı. Onun arkasındaki minibüsten inenlerden ikisini hemen tanımıştım. Red ve Gamze.
Örgütteki tek uzun saçlı kızın Gamze olması yine gözümden kaçmamıştı. Bir çay bahçesinde karşılaşmışız gibi gülerek elini Sinan’a salladığında Sinan ağzının içinde bir şeyler geveledi. Red ise Ufuk'a öpücük attı ve Ufuk her ne yaptıysa Red kahkaha attı.
Son minibüsten en güçlü olanlar indiğinde sona Defne ve Giray Pusat kaldı. Onlara Feridun'un gizli mabedinin yerini veren ve buraya çağıran bendim ama hepsinin hazırlıksız olduğu konu, benim de onlara dahil olacağımdı.
Giray’la Defne otobüsten iner inmez bize doğru yürümeye başladı. Giray’ın iri vücudu gözle görülür bir şekilde ortadaydı. Hepsinin kafasında siyah bereler vardı fakat Giray bereyi elinde tutuyordu. Siyah botları yerdeki karlara her baskı yaptığında çamurlarını sıçratıyordu, bana yaklaştıkça gülümsüyordu.
Karşımda durduğunda, "Avukat," dedi selam vererek. "Her şeye hazırlıklıydım ama buna değildim, bizimle mi geleceksin?"
Hiçbir cevap vermediğimde ceplerinden eldivenlerini çıkardı ve ellerine geçirirken abisinin aksine onun ellerinin sapasağlam yerinde durduğunu fark ettim. Zihnimde bir şimşek çaktı, o videoyu hatırladım.
Sevdiğim herkesi kaybettim, demişti Tugay. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı. Bana da soyağacının silindiğini söylemişti, üzerine sadece küçük bir kız çocuğu kayıtlıydı, o da kardeşiydi.
Giray ise kayıtlarda yoktu.
Dudaklarım hafifçe açılmış ona bakarken eldiveni giyen elleri duraksadı, örgütün diğer üyeleri ise o sırada arkamıza doluştu. Gamze insanları itekleyerek Sinan'ın yanına geçerken Red de Ufuk'un yanında yerini aldı.
"Demek bu bebek bizimle bir suça karışacak," dedi Gamze kısık bir sesle Sinan'a. "Senin elin silah tutabiliyor mu?"
Ufuk diğer taraftan lafa atladı. "Kendisi askeriyeden atılmış biri," dedi Sinan'ı savunuyormuş gibi. "Boş bir çocuk değil Gamze. Beni yenemez ama seni çok rahat yenebilir."
Sinan'ın öfkeli nefesini işittim.
"Hünerlerini göstermek ister misin?" dedi Gamze, Sinan'a. "Öyle bakma, örgütteki hayvanlardan sonra gözüme bebek gibi geliyorsun. Sadece takılıyorum."
"Alınıyorum," dedi Red hiddetle.
"Sen hariç."
Defne sağıma geçti, Giray ise solumdaydı. Solumda. Arkasına dönüp bakışlarıyla Gamze'yi susturduğunda Gamze kıkırdadı, ardından yeniden bana döndüğünde hâlâ büyük bir şaşkınlıkla Giray'a bakıyordum.
"Ne oldu avukat?" dedi tek kaşını kaldırarak. Abisinden daha yumuşak yüz hatlarına sahip olabilirdi, hatta çok daha içten gülümsüyor olabilirdi ama gözlerinde anlam veremediğim bir kurnazlık vardı. Belki de aynısı Tugay'da da vardı ama bunu ben fark edemiyordum.
"Ölüsün sen," dedim Giray'a net bir sesle. Örgütteki herkes sessizliğe gömüldü ve farkında olmadan sesim yüksek çıkmıştı. Yeniden, "Öldün," dememle bir anda herkesin bana silah doğrultması ve Sinan'ın önüme geçmesi bir oldu. Arkamdaki onlarca kişinin kurşunuyla taranmam an meselesiydi. Sadece Defne'yle Giray bana silah çekmemişti.
“Bu bir tuzak mı?” diye sordu Defne, ardından onun da elinin beline doğru gittiğini gördüm fakat Giray düz gözlerle bana bakmaya devam ediyordu.
Dudaklarım aralandı, silahlara baktım. Ardından, "Tehdit için söylemedim," dedim şaşkınlıkla. "Gerçekten ölüsün sen."
"Kırdı bu da kafayı," dedi Red silahı elinde sıkıca tutarken. Namlusu tam enseme denk geliyordu. "Sanırım Krallık'ın ortaya attığı, BL örgütünün kendi dışkılarını yediği yalanı gerçek. Masum tavuk sote tarifimi görseler gözyaşlarına boğulur götlekler.”
“Bunu ne zaman söylediler?” dedi Gamze şaşkınlıkla. Onun silahı omzuma denk geliyordu. “En son insanlara kanımızı içirdiğimizi söylüyorlardı.”
“Yavrum,” dedi Red gülerek. “Onu içirdik, sonra bir posta da ayinle işedik birbirimizin üzerine."
"Ben şimdi ne yapacağım?" diyen Ufuk silahı ne bana ne örgüte doğrultabilmişti. Silahı kendi şakağına çevirmişti. "Ne Eftalya Hanım’ı korumaktan vazgeçebiliyorum söz verdiğim için ne örgütten. Sanırım en doğrusu kafama sıkmak."
Derin bir nefes verip, "Silahları indirir misiniz?" dedim. Sinan öfkeyle silahını hepsinin yüzüne tek tek doğrultuyordu ama canlı çıkmayacağından da emindi. Gamze'ye doğrulttuğunda ise Gamze dil çıkardı. "Buraya iki kişi gelip Giray'ı öldürecek değiliz, kastettiğim başka bir şey."
"Kırılıyorum," dedi Ufuk, ardından silahı gökyüzüne çevirdi. "Biz buraya üç kişi geldik Eftalya Hanım."
"Üç kişi," diye düzelttiğimde Ufuk yeniden silahı şakağına dayadı.
Giray gözlerini kıstı, ardından elleriyle herkese silahlarını indirme emri verdi. Dikkatli bir şekilde beni incelerken başını omzuna doğru yatırdı.
"Ne zamandan beri ölüsün?" diye sordum Giray'a.
"Vampire bağladı bu kez de," dedi Red.
"Kayıtlarda," dedim Giray'ın gözlerinin içine bakarak ve en başından itibaren beni anladığına emin oldum, sadece açıkça sormamı bekliyordu. "Ne zamandan beri ölüsün? Tugay Demir Çeviker'in soyağacında yoksun fakat onun ikizisin. Krallık seni ölü biliyor, değil mi?"
Giray boynunu çıtlattı, bunu bilmem onu rahatsız etmişe benziyordu. "Tugay mı söyledi bunu?" diye sordu.
"Kimin söylediğinin pek önemi yok," diyerek ucu açık bir yanıt verdim. "Sadece ne zamandan beri bu şekilde bildiklerini merak ettim." Giray bakışlarını hızla Defne'ye çevirdi ve o an, BL hakkında bu kadar bilgi sahibi olmamdan rahatsız olduğunu fark ettim. Onlara bıçak çekeceğimi düşünüyor olabilir miydi?
"Tugay Demir hapse girdikten sonra evde ölü bulundum, beni öldüren kişi ise Defne Tufan'dı. Bir silahla beni göğsümden vurdu Tugay Demir babasını tehdit ettiği için. İlaçlarla kısa süreli kalbimi durdurmuştuk, o yüzden polisler eve geldiğinde öldüğüme şahit oldular. Defne Tufan'ın şahitliği ise en büyük kanıttı. Sonrası ise çok basit ilerledi." Defne gülümsedi, gözlerim kocaman açıldı.
"Evet," dedi Defne. "Ben hâlâ Krallık tarafında görünüyorum Eftalya Atalar ve kimse BL örgütünde olduğumu bilmiyor. Giray'ı öldürdüğüm için hapse girmedim, aksine ödüllendirildim." BL her gün beni biraz daha şaşırtmayı başarıyordu, bu kadarı çok fazlaydı.
Sessizlik oluştuğunda elim enseme doğru gitti. Ardından derin bir nefes verip, "O halde…" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Şu an BL örgütünün başında kimin olduğunu bilmiyorlar."
"Araştırıyorlar," dedi Defne nazik bir dille. "Fakat bir sonuca ulaşamıyorlar." Göz kırptı. "Tugay Demir ikiz kardeşinin mezarına gidip acı çekerken onlar bayram ediyordu ama o mezarın içinde gizli silahlarımızın olduğunu bilmiyorlardı." Dilini damağına değdirip bir ses çıkardı, ardından yeniden sağ tarafıma geçti. "Bu arada gerçekten Giray'ı vurdum, göğüskafesinde izim var."
"Güzel bir iz," dedi Giray başını eğip Defne'ye bakarken ve o da dik bir duruşa geçip solumda kaldı. "Senden bana hatıra kaldı."
Şaşkınlık vücudumdan uzaklaşmamıştı ve benimle aynı durumda olan tek kişi Sinan'dı. Bu zekice planın sahibi de büyük ihtimal Tugay Demir'di fakat arka planda Giray'ın omzundaki yük oldukça büyüktü.
"Zor olmalı," dedim yutkunarak. "Bir hayalet gibi yaşamak, insan içine karışamamak." Giray hafifçe gülümsediğinde yanağında gamze oluştu, güzel bir gamzeydi.
"Zaten," dedi donuk bir sesle. "Tugay Demir Çeviker'in ikizi olarak yaşamaya devam etseydim gerçekten ölürdüm," diye açıkladı. "En azından hâlâ nefes alabiliyorum avukat. Söylediğin gibi ölü bir adamım ben ve bu yüzden ölümün en uzak olduğu kişi de benim." Bakışları bana döndü, göz kırptı, kendimi tutamayıp gülümsedim. "Ve merak ediyorsan ölümü, ne cennet ne cehennem var buralarda. Savaştan ibaretim. Keşke bir yerlerde bal akan nehirler olsaydı."
Tugay Demir Çeviker.
Giray Pusat Çeviker.
İkisi farklı kişiler olsalar da aslında oldukça birlerdi, karakterleri farklı mıydı henüz tam anlayamıyordum ama cümleleri oldukça etkileyiciydi. O an nasıl bir kuyunun içinde olduğumu daha net fark ettim.
BL kanıma karışıyordu, Tugay Demir Çeviker kanıma karışıyordu fakat benim de düştüğüm bu çukurda aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlıyordum.
"BL örgütüne hoş geldin avukat," dedi Giray Pusat. "Uzun zamandır seni bekliyorduk."
"Örgütten değilim," diye açıkladım. "Hiçbir zaman da olmayacağım, bu düşünceyi aklından çıkar."
Giray sırıttı, gamzesi daha fazla açığa çıktı, ardından bir anda elindeki bereyi başına geçirdi. Bere sandığım şey kar maskesi çıkmıştı. Giray’ın ardından örgütteki herkes de kar maskelerini indirdiğinde tek maskesiz Sinan’la ben kalmıştık.
"Hep öyle söylerler, bizden olmadıklarını dile getirirler," dedi Giray belinden silahını çıkarıp şarjörünü doldururken. Bir yandan da dudaklarının arasına bir sigara yerleştirdi, Defne de sigarayı yaktı. "Ardından kanlarına karışırız ve sonra ne olur biliyor musun?" Şarjörünü doldurdu ve hızlı bir hareketle yerine taktı. Dudaklarında sigarasıyla bakışlarını bana çevirdi. "Kanlarının son damlalarına kadar BL için savaşırlar."
"Arkanda gördüğün herkes BL'den olmadığını söylüyordu," dedi Defne sağımdan. O da oldukça profesyonel bir şekilde şarjörünü dolduruyordu. "Ve şimdi hepsi BL için savaşıyor."
Korkmam mı gerekiyordu? Kaçmam ya da tepki vermem? Biri ölecekti, bu örgütten olduğum söyleniyordu, bir adım atıyordum. Peki ya ben neden heyecanlanıyordum? İlk cinayetimde korkudan ölecek gibiyken şu an, yirmi altı kar maskeli insana bakarken heyecanlanmam normal miydi?
Tugay Demir Çeviker'i bir gün kar maskesiyle gördüğümde kaçacak mıydım?
Defne hiç ummadığım anda bir kar maskesiyle eldiven uzattı. Eldiven. BL'ye ait olan timsah simgeli siyah eldivenler. Tugay'ın eli olmadığı için taktığı eldivenler.
"Maske zorunlu," dedi Defne açıklama olarak. "Fakat eldivenler kendi tercihin. Yüzünün tanınmasını istemezsin."
Arkamda duran Gamze de Sinan'a eldivenle maske verdi. "İnan çok üzgünüm o güzel yüzünü kapatacağın için," diye mırıldandı. "Fakat kamera görüntülerinde bütün ülke seni izlerse de çok kıskanırım."
"Birazdan götüne kurşun yiyeceksin belki," dedi Red omzunu itekleyerek. "Fakat sen hâlâ yavşaklık peşindesin."
Sinan gözlerimin içine öyle bir baktı ki gözlerimi hemen kaçırmak zorunda kaldım fakat benden önce kar maskesini yüzüne geçirdiğinde ve silahını hazırladığında onun da içten içe heyecanlı olduğunu anlayabiliyordum.
Sakin bir şekilde kar maskesini yüzüme geçirirken Defne'nin değil, Giray'ın kokusunun kar maskesine sindiğini fark ettim. Odunsu bir kokuydu ve güzeldi, hatta çok güzeldi.
Birkaç saniye eldivenlere baktım ve o an bunları giymenin BL örgütüne dahil olmakla eşdeğer olduğunu fark ettim.
Ardından Tugay'ın kesilen kolu geldi aklıma. Çenemi havaya kaldırdığımda Sinan’ın da eldivenleri giymeyi reddetmediğini gördüm. O da benimle aynı düşünüyordu.
Bir, iki, üç. Çok hızlı düşünmemin ardından vardığım karar yüzümün gülümsemesine neden oldu.
Eldivenin tekini alıp hızla sol elime geçirdim, Giray'ın yüzünü göremiyordum ama gülümsediğini anlayabiliyordum. Diğer eldiven Defne'de kalırken, "Örgütten değilim," dedim sol elimi havaya kaldırarak. "Sadece Tugay Demir'i anladığımı göstermek istiyorum."
Defne'nin güldüğünü işittim, bakışlarımı ona çevirdiğimde aşağılama bekliyordum fakat aksine bu hoşuna gitmiş gibiydi. Giray ise diğer eldiveni cebine koyup, "Etkileyiciydi avukat," dedi başını sallayarak. "En az BL'nin duvarlara yazdığı cümleler kadar. Belki bir gün bizimle duvarlara yazı yazmaya da gelirsin."
Defne, "İşte bu etkileyici kişiliği yüzünden seçildi belki de," derken Giray'a baktı ve Giray da gülümseyip başını örgütüne doğru çevirdi.
"Operasyon çok kısa sürecek," dedi baskın bir sesle ve geriye doğru bir adım attı. Dik duruşu, kararlı sesine itaat eden birer asker gibi onu dinledi herkes. "Saat, beş otuz altı ve en geç altı on beşte Feridun'u indirmiş olacağız." Bakışları bana döndü, Ufuk'a ne söylediysem aynılarını örgütüne söylüyordu. "Altı otuzda eve hizmetçiler geliyor, onlar masum insanlar ve zarar görmelerini istemeyiz." Boynunu çıtlattı, bu onda tik gibiydi. "On üç tane koruması var; yedisi aşağı katta, üç tanesi koridorda, ikisi yatak odasının önünde. Dışarıdaki korumaları siz halledeceksiniz. Ben, Defne ve Avukat yatak odasına gireceğiz." Bakışları bana döndü ve kısık bir sesle devam etti. "Yanımdan bir an bile ayrılmayacaksın Avukat çünkü Tugay Demir Çeviker canını bize emanet etti ve sana bir şey olursa Tugay Demir de yok demektir."
Hiçbir şey söylemeden onu dinlemeye devam ettim, bakışları Sinan'la Ufuk'a kaydı. "Siz de Avukat’ın yanından ayrılmayacaksınız," dedi. "Ardından biz yatak odasındayken, yani Feridun'u hallederken kapıyı tutacaksınız." Sinan'ı imalı imalı süzdü. "Seni tanıyorum Sinan Yaman, sen beni hatırlamıyorsun ama askeriyede aynı dönemde ders gördük ve iyi olduğunu biliyorum."
Sinan'ın gözleri büyüdü fakat ifadesini tam göremiyordum.
"Herkes hazır mı?" dedi Giray herkese dikkatlice bakarken. "Tek yapmanız gereken," Öne doğru eğildi. "Öldürmek ve canınızı kurtarmak."
Örgüttekiler hazır ola geçerken silahlarını ellerine aldılar ve Giray'ın emrini beklediler.
Giray önüme, Ufuk'la Sinan yanıma geçti. Defne ise Giray'ın yanına. Giray başını kaldırdı, omuzları oynattı, gökyüzüne baktı ve boynundan bir kolye çıkarıp ucunu öptü. Bu hareketinin ardından Defne'yle göz göze geldi. Defne başını salladığında, "Şimdi," dedi yüksek bir sesle. "Gidiyoruz."
Sonrası hem çok hızlı hem de çok yavaş ilerledi.
Örgüttekiler son derece eğitimliydi, buna şaşırmamıştım fakat adımları, bahçeden süzülüşleri ve bir yılan gibi sürünerek geçmeleri bu durumu bir miktar garip karşılamama neden olmuştu. Sinan da onlar gibiydi, aralarında en çevik olmayan kişi bendim. Öyle ki çitlerden geçerken beni beklemek zorunda kalmışlardı. Bu bir film sahnesi olsaydı seyirci kahkaha atardı ama hepsi sabırla beni beklemişti.
Bahçeye girdiğimizde Giray başıyla bana, Defne'ye, Ufuk'a ve Sinan'a işaret verdikten sonra arka kapıya yöneldi. Parmağını kaldırıp üçten geriye doğru saydı örgüttekiler için. İşaretparmağını indirmeden önce başını salladı ve onu da indirdiğinde herkes bir anda evin önünde gizlendiği yerden çıkıp Feridun'un korumalarını indirmeye başladılar.
Susturucular sayesinde ses çıkmıyordu fakat insanları görmesem de öldüklerini biliyordum. Giray ölen insanları umursamadan ilerleyip duvara yaslandı ve arka kapıda bekleyen iki korumaya baktı.
Bir kez daha boynunu çıtlattı sonra. Duvardan ayrılıp iki kurşunla, hiç ıskalamadan ve karşılık vermelerine bile izin vermeden korumaları alınlarından vurdu. Yüzlerindeki şaşkınlıkla yere devrildiler, ikisinin de gözleri açıktı, dudakları da öyle ama Giray bir saniye dahi yüzlerine bakmadan cebinden bir tel çıkardı ve kapıyı açmaya girişti.
Gözlerim yerdeki adamlara kilitlenmişken yutkunmakta zorlandım ve kendimi sandığımdan daha cesur hissetsem de o an arkamı dönüp kaçmak istedim. Bunu hisseden Sinan elini belime yerleştirdi ve görüş açımı kapatıp beni yürütmeye başladı ama ben yerdeki ölü insanlara bakmaya devam ettim.
Giray'ın gözünden kaçmamıştı bu halim. "Zamanla ölü yüzlere alışıyorsun," dedi tıpkı Sinan gibi. "Bize böyle öğrettiler."
"Bize böyle öğrettiler," dedi Sinan da ezberden cümleyle.
Defne de öyle soğukkanlıydı ki Giray kapıyı açmaya çalışırken sabırla onu bekliyordu. Kan kokusunu sadece ben mi alıyordum?
Uzaktan bir kahkaha sesi geldi, Gamze olmalıydı. Giray dişlerini sıktığında Ufuk, "Gamze…" dedi bıkkın bir sesle. "Bir kez daha onun yüzünden boka batmayız umarım."
"Onun için bütün bunlar eğlenceden ibaret," dedi Defne. "Artık şaşırmıyorum."
"Neden?" Soruyu soran Sinan'dı, merak etmesi beni şaşırtmıştı.
"Çünkü hepimizden farklı," dedi Defne, Giray'ın ellerini izlerken. "Bu örgütteki çoğu insanı biz bulduk ama bizi bulan Gamze'ydi." Kısık bir sesle anlatmaya devam etti. "Akıl hastanesinden kaçmış. Yerimizi nasıl öğrendi bilmiyoruz ama köşkün kapısının önünde bulduk onu. Normalde hiçbirimiz onu istemedik ama Tugay kabul etti." Giray derin bir nefes aldı, istemeyenlerden biri de o olmalıydı. "Ailesi, hayatı, hiçbir şey hakkında bilgimiz yok. O da hatırlamadığını söylüyor." Bu yalan olabilirdi, hepimiz bunu düşünüyorduk ama kimse dile getirmiyordu. "Tek bildiğimiz, BL'ye son derece sadık olduğu."
Çıt sesi geldi, Giray kapıyı açmıştı. "Neden akıl hastanesine yatmış?" diye sordu Sinan.
"Nedenini sadece Tugay Demir biliyor," dedi Ufuk. "Ve bu yüzden Gamze evdeyken hiçbirimizin can güvenliği olmasa da ona alıştık. Düşünsene o bir sosyopat olabilir ama öğlen beraber puding yiyip çizgi film izledik."
"Eh," dedi Defne gözlerini kısarak. "En azından şimdiye kadar hiçbirimizi öldürmeye çalışmadı."
Sessizlik oluştu. Ufuk'la Giray onu onaylamamıştı, bu da aksinin gerçekleşme ihtimalini düşündürdü bana ama üzerine düşmedim. Giray'la içeriye girdiğimizde Sinan'ın yüzünde kafası karışmış bir ifade vardı. Üzgünlük? Merak? Hayır, bunların hiçbiri değildi, sadece kafası tamamen karışmıştı.
Girdiğimiz yer mutfaktı ve yemek kokusu duvarlara sinmişti. Ufuk, "Acıktım," diye söylendiğinde Sinan dirseğiyle karnına vurdu. Ufuk da karşılık olarak onu omzundan itti.
Giray mutfağın duvarına sırtını yasladığında gözünü kısıp kapıdan dışarıya baktı, ardından bana döndü. "Yatak odası nerede biliyor musun? Hangi oda?"
Başımı iki yana salladım. "Tek bildiğim üst katta olduğu. Kerem laf aralarında babasının üst katta, odasında olduğunu söylerdi."
Giray başını sertçe bana çevirdi. "Kerem Karaman'la aranız iyi mi?"
Evet, kendisi nişanlım olur.
"Sayılır," dediğimde bakışlarımı kapıya çevirdim. "Avukat olduğum ilk zamanlar çok yardımcı olmuştu."
Giray yüzüme bakıyordu fakat kapıya odaklanmaya devam ettim. O sırada Feridun'un bir koruması koridora girdi. Geçerken bakışları bir anlığına mutfağa döndü. Göz göze geldiğimizde elinde silah bulunmayan tek kişi olmama rağmen silahına sarılıp havaya kaldırdı.
Ölüm hiç bu kadar yakın olmamıştı, kaskatı kesilmiştim. Öylece korumaya bakarken bir silah sesi geldi; korumanın elindeki silahtan çıkmıştı. Silahta susturucu yoktu, ses bütün evi inletti.
Kurşun hemen yanımdan geçip arkamdaki cama çarptı Cam tuzla buz olurken içerideki bir odadan iki koruma daha çıktı. Ben hâlâ kaskatı kesilmiş bir vaziyette dururken çevremdekiler koşturmaya başladı.
Defne bir korumayı indirdi, Sinan ise bana silah doğrultan kişiyi. Ufuk önüme siper olduğunda Giray merdivenleri üçer üçer çıkmaya başladı. Merdivenin ortasında karşısına, muhtemelen Feridun'un odasının önünde duran korumalar çıktı. İlk koruma silahına davranamadan Giray onu alt etti ancak diğer koruma koluna bir tekme geçirdiğinde Giray’ın elindeki silah merdivenlerden yuvarlanıp önümüze sürüklendi. Ufuk'tan önce silahı sol elime alıp ilerledim. Sinan'la Defne arkamızdan gelirken koruma silahını Giray'ın alnına doğrultmuştu. Saniye değil, Giray'ın ölümüne saliseler kalmıştı.
Bir an bile düşünmeden tetiğe bastım, kurşun korumanın bacağına isabet etti.
Acıyla büküldüğünde Giray üzerine atıldı, elinden silahını aldı ve Ufuk da çevik bir hareketle adamı alnından vurdu. Beyni dağılırken etrafıma baktım ve Sinan'la göz göze geldik.
Sol elimdeki silaha baktı, yüzümdeki ifadeye ve yaptığıma. Aynı şaşkınlık bende de vardı. Yeniden ölü adama baktım, ardından Giray'a döndüm. Gülümsüyor gibiydi ama emin olamıyordum o an. Hemen ayağa kalkan Giray boynunu çıtlattı ve Feridun'un odasına gitmeden önce, "Sana borçlandım Avukat," dedi içten bir sesle. "Bunu asla unutmam, son nefesime kadar."
Bir cevap bile beklemeden Feridun'un odasının kapısını açtı. Silah sesleri susmuştu ve Feridun kapana kısılmıştı. Odaya ilk giren Giray oldu, ardından Defne'yle ben de girdiğimizde Sinan'la Ufuk kapıda kaldılar. Karşılaştığım görüntü, canımın acımasına değil, içimin rahatlamasına neden oldu.
Feridun'un altında bir şort vardı, üstü çıplaktı ve pencereden kaçmak için bir bacağını dışarıya çıkarmıştı. Gözleri üzerimizde gezindi; eldivenleri, kar maskelerini, timsah simgelerini gördü.
Bakışlarını pencereye çevirdiğinde Gamze'nin kahkahasını duydum. "Aptal herif, götünü mü izleyeceğiz böyle? Sok şu mide bulandırıcı bacağını içeriye!"
Feridun Karaman korkuyla yeniden bize döndüğünde Giray sakin bir sesle, "Tik tak," dedi eldivenli ellerini önünde bağlayarak. "Kapana kısıldın Feridun Karaman. BL bu kez seni güzellik uykundan uyandırmaya ve ebedi uykuna kavuşturmaya geldi."
Feridun Karaman'la göz göze geldiğimizde beni tanımadı. Yeniden Giray'a döndüğünde pencereden sarkıttığı bacağını içeriye aldı. "Birazdan buraya polisler doluşacak," dedi ezberden. "Ve hepiniz mahvolacaksınız ama şimdi çekip giderseniz yakalanmazsınız. Evim sinyal gönderiyor, birkaç dakika sonra burada olduklarında..."
"Ölüm dakikalarca sürmez Feridun Karaman," dedi Giray. "Sadece saniyeler sürer ve ben seni birkaç saniye içinde öldüreceğim, polisler ise sadece yerden ölünü kaldıracak. Merak ediyorsan ben de tam o zamanlarda güzellik uykuma yatmış olacağım."
Canım acımalıydı, elbette onunla bir gönül bağım yoktu fakat babamın idam yasasını onaylayana kadar iyi bir insan olduğunu düşünüyordum. Ne yazık ki hiç de iyi bir insan değildi. İdam yasasını onaylamıştı, bunu inandığı bir dava uğruna yapmış olabilirdi ancak Tugay'ın eli kesilirken de keyifle gülümsemeyi seçmişti.
Çocuklar ölmüştü, Krallık'ın yanında kalmıştı; kadınlara tecavüz edilmişti, Krallık'ın yasalarını dinlemişti; ne olursa olsun iyi bir insan değildi.
On üç yaşında hapse atılan ve açlıktan ölen o çocuğun sorumlusu Feridun Karaman'dı çünkü o çocuğu içeri attıran oydu.
Giray silahının kilidini açtı, büyük adımlarla Feridun Karaman'a doğru yürüdü. Namluyu alnına dayadığında kan yüzüne gelmesin diye avcuyla namlunun olduğu tarafı kapattı.
"Dur," diye mırıldandım. Defne şaşkınlıkla bana baktığında Feridun Karaman da bakışlarını bana çevirdi ve başını omzuna doğru yatırdı. Yalvarır gibi bakıyordu.
Sesimi tanıyıp tanımadığını bilmiyordum ama yüzümdeki maskeyi yavaşça çekip çıkardığımda Feridun Karaman'ın gözlerine anbean yerleşen dehşeti gördüm. Büyük bir şaşkınlıktı içindeydi, ölümle burun buruna gelmesinden bile daha büyük bir yıkım yaşadığının farkındaydım.
Senelerdir tanıdığı ve oğluyla nişanlı olan Krallık yanlısı Eftalya Atalar, BL ile onun karşısında duruyordu.
"Sen…" dedi bozguna uğrayarak. Giray omzunun üzerinden bana baktı.
Hepsinin vicdanıma yenik düşüp Giray’ı durduğumu düşündüğüne emindim fakat vicdanım artık Krallık için işlemiyordu.
"Onu asarak öldürün," dedim Feridun Karaman'ın gözlerinin içine bakarak. "Çünkü kendisi idamdan korkuyor olsaydı, bir gün o urganın boynuna geçirileceğinden de farkında olurdu." Giray gözlerime baktığında ben Feridun'a bakmaya devam ettim. "Ben idam ipini boynuna geçireceğin Adnan Atalar'ın kızıyım Feridun Karaman, unuttun mu? Gözlerimin içine bakarak babamı görmezden gelemezsin."
"Sen…" dedi Feridun zorlukla konuşarak. "Ne zamandan beri..."
"Astıktan sonra sol elini kesin. Tıpkı Tugay Demir Çeviker'in elini kestikleri gibi," dedim ve kalbimde yine bir ateşin yandığını hissettim. İntikam ateşi sandığım bu ateş intikamdan kaynaklanmıyordu, acıydı sebebi. "Ve elini eldivene geçirip Krallık'a gönderin. BL'yi tanımak istiyorlarsa bu güzel bir mesaj olacaktır."
"Seni aşağılık orospu!" diye haykırdı Feridun Karaman fakat yüzüne bakmadan başımı çevirdim ve asılmasını izleme zahmetine girmeden yürümeye başladığımda açık kapıdan bizi şaşkınlıkla izleyen Ufuk ve Sinan'la göz göze geldim. "Kahpe!" diye bağırmaya devam etti Feridun. "Nankör! Seni mahvedeceğim!"
Arkamdan çırpınış sesleri geldi fakat dönüp bakmadan merdivenlere ilerledim, Sinan'la Ufuk ise Feridun'u tutmak için içeriye girdi.
Merdivenlerden inerken parmaklarımın arasında sıkıca kar maskesini tutuyordum fakat henüz sol elimdeki eldiveni çıkarabilmiş değildim. Baktığımda eldivene bulaşan kanı fark ettim. Benim kanım değildi; hangi ara, ne zaman kan sıçramıştı, bilmiyordum ama merdivenin son basamağında donup kaldığımda koridordaki büyük aynayla yüzleştim. Üzerimde siyah boğazlı bir kazak vardı, altımda siyah pantolon ve siyah botlar. Aslında böyle bakıldığında da onlardan farklı giyinmişim gibi görünmüyordu ama saçlarım uzundu.
Gözlerimde ise korkusuz bir ifade vardı ve bu, Hâkim Ali'yi öldürdüğümde yüzümde oluşan o ifadeden farklıydı. O zaman dönüştüğüm kişinin farkında değildim ama şimdi aynadaki aksim bile bana meydan okuyordu.
Sen, diyordu. Krallık yanlısı Eftalya Atalar, az önce bir Krallık mensubunun idamına karar verdin. Üstelik bunu BL için, BL ile yaptın. Sol elindeki eldiven bile buna şahit.
Aynaya bir görüntü eklendiğinde Giray'ı gördüm. Kar maskesini çıkarmamıştı ama tam arkamda durmuş, aynaya bakıyordu. Yukarısı sessizliğe gömülmüştü, büyük ihtimalle söylediğimi yapacaklardı. Onu asacaklardı ve elini kesip Krallık'a göndereceklerdi.
"Artık eminim," dedi Giray aynadan yüzüme bakarken. "Abim seni seçmekle son derece doğru bir karar vermiş fakat bu kadarını ben bile beklemiyordum."
"Ne kadarını?" diye sorduğumda sanki elimdeki eldiven kime dönüştüğümü bir kez daha haykırıyordu.
"Akıllısın," dedi Giray hiç düşünmeden. "Fakat bir o kadar da acımasızsın. Seni bu acımasızlığa sürükleyen babanın mahkûmiyeti mi?"
Evet, babam senelerdir mahkûmdu ama ben böyle bir acımasızlığı daha önce hiç yapmadığımı söyleyemezdim. Giray'ın sorduğu soruya verecek cevabım olmadığını fark ettim o an çünkü bilmiyordum. Konu acımasızlık da değildi, cesaretti. Ben artık kendimi tamamen cesur hissediyordum.
Aynadan gözlerine bakmak yerine başımı çevirip doğrudan baktım. "Ben her şeyi abartırım," dedim kendimi açıklayarak. "Sevgiyi, şefkati, merhameti, bağlılığı." Gözlerimi kıstım.
"Ayrıca nefreti, öfkeyi, intikamı ve kini de." Giray dikkatlice beni dinliyordu. "Feridun Karaman o abarttığım bir hissime denk geldi. Sana göre zekiliktir, bana göre sadece kendi savaşımdır ama yanlış anlama, bu BL için değildi, daha çok kendi adımaydı."
Giray gülümsedi. "Bir gün BL'ye de bağlanacaksın," dedi büyük bir inançla. "O zaman bu bağlılığı abartmanı sabırsızlıkla bekleyeceğim."
"Hiçbir zaman BL'ye bağlanmayacağım," dedim kendimden emin bir sesle. "Bunu abine de söylemelisin. Dilediği buysa bilsin, hiçbir zaman size dahil olmayacağım."
"Abim bana senin hakkında pek bir şey söylemedi Avukat," dedi Giray. Yukarıdan bir ses geldiğinde Giray keyifle gülümsedi. Büyük ihtimalle Feridun'u asmışlardı. "Kim olduğunu biliyorum, suçunu ve aslında içinde sakladığın o kişiyi fakat bütün bunların dışında Tugay Demir'in sana bağlılığı ve inancı var." Hazırlıksız yakalanmıştım. "Bir mektupla bana senden bahsetmişti ve ilk cümlesinde senin ona güneşi göstereceğini söylüyordu." Başını iki yana salladı. "Mahkûm bir adama bu inancı nasıl aşıladığını bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla yansıttığından çok daha fazlasısın."
Bir gün o mektubu okumak istiyordum, hatta o kadar istiyordum ki bunun için birçok şeyden vazgeçebilirdim.
Giray boynunu çıtlattı, nefes verdi. Birazdan polisler gelecekti ve artık gitmemiz gerekiyordu fakat bir adım bile atamıyordum. "Tugay Demir," dedim ve adını söylerken gülümsediğimin çok geç farkına vardım. "Neden bu kadar gökyüzüne âşık?"
Giray da bu soruya hazırlıksız yakalanmıştı. Bunun BL'nin örgüt sırlarından biri olduğunu sanmıyordum, belki Tugay'a sorsam o da mantıklı bir yanıt verirdi ama Tugay'ı bir başkasından dinlemek en doğrusuymuş gibi gelmişti.
Hele de bu başkası ikiz kardeşiyse.
"Tugay'ın çocukluğundan beri en büyük hayali pilot olmaktı," dedi Giray. "İlk önce kâğıtlardan uçak koleksiyonu yaptı kendine, ardından oyuncak uçakları oldu, annem ona minik uçaklar almıştı. Zamanla bu bir hayal olmaktan çıktı ve Tugay pilot oldu. İlk önce havayolu şirketinde çalıştı, ardından askeriyenin pilotluğunu üstlendi ve en sonunda Krallık'ın. Savaş uçakları bile uçurdu ama onu en zorlayan Krallık'ın pilotu olmaktı."
Gözlerim büyürken, "Çocukluk hayaliydi ve sonra bu Krallık tarafından kirletildi mi?" diye sordum.
Giray'ın gözlerine hüzün oturdu. "Çocukluk hayalinden vazgeçmesini sağlayan onlara açtığı savaştı. Krallık'ın pilotu olmak bir plandan ibaret bile olsa pilotluktan zor vazgeçebildi. Bilinenin aksine o uçak kazası bir plan değildi Avukat. O uçak gerçekten düştü. Tugay bir pilot olarak onurlu bir şekilde ölmek istedi."
Dudaklarım şaşkınlıkla açıldı ve çocukken kâğıttan uçaklar yapan bir çocuğun dönüştüğü kişi canımın acımasına neden oldu.
Giray başını iki yana salladı. "Sonrası ise bildiğin gibi. Kısacası, onun küçükken çizdiği resimlere baksan bulutları, bulutların arasında uçan uçakları görebilirsin. Ve artık Tugay mahkûm, en son gökyüzünü ne zaman gördüğü belirsiz ve sol kolunu kestiler." Son cümleyi söylerken sol elini yumruk yapmıştı.
"Kolunu kesmelerinin bir nedeni de pilotluğundan vazgeçirmek değil mi?" diye sorarken sesim titriyordu. "Çocukluk hayali olduğunu biliyorlardı."
Giray bakışlarını kaçırdı. "Tek elli kimseyi pilot yapmazlar Avukat. Onun elinden çocukluk hayalini aldılar ama bununla yüzleşmek, gökyüzünü görememesinden daha ağır değildir." Çenesiyle beni işaret etti. "Ve sen, bütün bunların ortasında Tugay Demir'i gökyüzüne kavuşacağına inandırmışsın."
Gözlerim dolmuştu ve bunu Giray'dan bir an bile olsun gizlemiyordum, uzaktan siren sesleri geliyordu. Ufuk'la Sinan'ın merdivenlerden indiğini duyduğumda, "Bence," dedim boğuk bir sesle. "Tek elli bir insan da pilot olabilir."
"Kurallara aykırı," dedi Giray.
"BL de her şeye aykırı," diye mırıldandım merdivenin basamağından inerken. "BL de bütün kuralları hiçe sayıyor. Ve Tugay Demir o BL örgütünün kurucusu." Omuzlarımı kaldırdım. "Hiçbir şey imkânsız değildir, savaşmak yeterli."
***
Arabanın içinde derin bir sessizlik vardı. Sürücü koltuğundaki Sinan'ın bakışları arada sırada bana dokunsa da ağzını bıçak açmıyordu ve hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Feridun'u asmışlardı, elini de kesmişlerdi ve belki de akşama kadar bütün haber kanalları Feridun'un ölümünden, BL'nin bir cinayetinden daha işlediğinden söz edecekti.
Krallık hediye paketiyle gelen eldivenli elle karışacaktı, bu haber kanallarına verilmeyecekti fakat ortalık kan gölüne dönecekti, bundan emindim.
Ve bu cinayete ben de dahildim, dahil olmakla kalmamış ölüm şekline bile ben karar vermiştim. Fakat şu an, bütün bunların dışında düşündüğüm başka bir şey vardı, çok daha doğru, çok daha gerçek, hatta çok daha iyi bir yol.
Çok daha imkânlı.
Bir anda elime telefonu alıp Ceyda'nın babasının numarasına tıkladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Ceyda'nın babası da Krallık yanlısı bir savcıydı fakat o Kerem ya da Feridun gibi değildi, kendi halindeydi. Hatta çoğu zaman Krallık'ın kararlarını sorguladığına emindim fakat bunu ne o dile getirirdi ne de ben. Bu yüzden başım sıkıştığında, bir sır saklanacağında ya da kendimi kurtarmak istediğimde ilk onu arardım.
"Alo?" dedi uykulu bir sesle. Gözüm arabanın ekranındaki saate kaydı, sabah altı kırk beşti.
"Alo," dedim şakaklarımı ovuştururken. "Kusura bakma Mehmet amca seni bu saatte rahatsız ediyorum ama çok acil bir soru sormam gerek."
Hareketlendiğini hissettim. Babamı severdi, hatta babamı birkaç kez ziyarete gittiğini de biliyordum fakat o konuda ne zaman yardım isteyecek olsam korkarak benden kaçmıştı, büyük ihtimalle yine öyle bir durum olduğunu sanıyordu. "Tabii," dedi isteksiz bir sesle. "Dinliyorum seni Eftalya. Ceyda'yla mı alakalı?"
"Hayır," dedim, ardından gözlerimi kapattım. "Sana Krallık hakkında bilmediğim bir şey soracağım." Daha fazla kasıldığına emindim. "Mehmet amca," dedim gözlerimi açarak. "Ada Hapishanesindekiler gökyüzünü sadece geceleri ve beş dakikalığına görebiliyor." Hiçbir şey söylemeden dinlemeye devam etti, elbette bu kuralı biliyordu. "Ben bir mahkûma güneşi göstermek istesem, yani öğlen vakti gökyüzüyle birkaç dakika da olsa buluşturmak istesem ne yapmam gerekir?"
Kafasının karıştığına o kadar emindim ki… "Neye bulaştın sen?" diye sorarken sesinde korku vardı. "Konu babansa..."
"Lütfen," diye fısıldadım, Sinan'ın gözleri bana döndü. "Sadece bunun nasıl gerçekleşeceğini söyle ve bana imkânsız olduğunu söyleme." Çünkü imkânsız demesinden korkuyordum, çünkü Tugay'ın sesi kulaklarımda çınlıyordu: Özgürlüğüm kadar imkânsız mıdır? Çünkü artık imkânsızlığa ben de inanmıyordum.
Mehmet amca homurdandı. "Bu izni sadece o mahkûmun dosyasına bakan savcı verebilir ya da onu içeriye attıran savcı," dedi net bir sesle. "Ve benden bunu isteyeceksen..."
Gerisini dinleyemedim çünkü Tugay Demir Çeviker'i içeriye attıran savcı, Kerem Karaman'dı ve onun bu izni kendi rızasıyla vermesi imkânsızdı.
Fakat benim kitabımda artık imkânsız değildi.
Gelişigüzel bir teşekkür geveledikten sonra telefonu kapattım. Sinan'a, "Kerem'in evine sür," dedim.
"Eftalya… Sikeyim," dedi Sinan en sonunda dayanamayarak. "Her ne bok yiyorsan dur artık çünkü abartıyorsun." Sol elimde hâlâ kanlı olan o eldiven vardı, çıkarmamıştım ve Sinan da bunun farkındaydı.
Başımı ona çevirdim, gözlerinin içine baktım. "Kerem'in evine sür," dedim baskın bir sesle. "Yoksa seni arabadan indirip bu yola tek başıma devam edeceğim."
Birazdan Feridun Karaman'ın ölüm haberi Kerem'e ulaşacaktı, hatta belki de ulaşmıştı. Bilmiyordum ama ne pahasına olursa olsun, Kerem'in evinden Tugay'ın dosyasını çalacak ve o onay kâğıdını çıkaracaktım.
Sonrasında bu olay ortaya çıktığında Kerem'in hayatımı tamamen yangına çevireceğini bilsem bile.
Ada Hapishanesi
Tugay Demir Çeviker tek kişilik hücreye alınmıştı ve hücrenin içinde bir ışık bile yoktu, işkence çığlıklarından ve yerde dolanan farelerden başka bir şey duymuyordu. Yemek vermiyorlardı, su sınırlıydı, nefes alması ise gücünün yettiği kadardı.
Fakat Tugay'ın canını yakan bunlar değildi, canını yakan saatler önce ensesine işledikleri damgaydı. Yangın geçmişti, sızı kalmıştı ama damganın bıraktığı o gurur kırıcı iz bir türlü geçecek gibi değildi.
Tavanın, başını yasladığı duvar tarafından su damlıyordu, Tugay her damlayı avcunun içinde tutmaya çalışıyordu. Kendi kendine havanın yağmurlu olma ihtimalini düşünüyordu, belki de karlıydı; avcunun içinde gökyüzünden gelen bir damlayı hissediyor olma ihtimali onu mutlu ediyordu.
İnsan bazen kavlayan küflü duvarlara bile minnet duyabiliyordu mevsimi hissettirdiği için, Tugay bunu da öğrenmişti.
Başını birkaç kez arkasındaki duvara vurdu. Saçlarını yamuk yumuk kesmişlerdi, bazı yerlerde derinlikler vardı ve kanatmışlardı ama görüntüsüne o an önem vermesinin tek nedeni, avukatının karşısına bu halde çıkmak istememesiydi.
Saçlarını zaten defalarca kesmişlerdi ama o zamanlar avukatı hayatında değildi.
Hücrenin dışında adım sesleri işitti, bakışları sertçe o tarafa döndüğünde düşük omuzlarını hemen düzeltti, çenesini havaya kaldırdı. Her şeyi gösterebilirdi ama yıkımı asla kimseye yansıtmazdı.
Hücrenin kapısının demirli küçük penceresi açıldığında dışarıdaki floresanın ışığı vurdu hücreye ve kendi tarafında olan o gardiyanın yüzünü gördü.
"Tugay Demir," dedi gardiyan korkuyla arkasına bakarken. "Avukatından mektup var, şunu al çabuk."
Tugay sırtındaki acıya rağmen öyle çevik bir hareketle kalkıp mektubu minik pencereden aldı ki neredeyse gardiyanın uzattığı diğer paketi unutuyordu. Gardiyan sağa bakarken, "Çabuk," diye fısıldadı. Tugay o paketi de aldığında gardiyan koşar adımlarla oradan uzaklaştı ve neyse ki floresan ışığını onunla bıraktı.
Tugay ilk önce hızlı bir şekilde paketi açtı. Paketin içinden timsah simgeli siyah eldiven düştüğünde Tugay yere çöküp eldiveni eline aldı, kendi kanının kokusu dışında bir kan kokusu aldığında eldiveni burnuna yaklaştırdı ve kanı kokladı.
Eftalya'nın kokusunu aldı.
Lavanta kokuyordu.
Ona gönderdiği lavantalar gibi.
Avukatın o eldiveni giydiğini fark ettiğinde hemen yere oturdu ve gülümseyerek zarfı açtı. Zarftan birkaç boş kâğıtla yazılı bir kâğıt çıktı.
Bir mektup. Avukatı Tugay'a mektup yazmıştı.
Tugay Demir seneler sonra kalbinin özgürlük dışında başka bir duyguyla attığını hissetti; bunun adı heyecandı.
Sevgili Müvekkilim,
Senin bana neden durmadan Sevgili Avukat dediğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. Bir kelimenin başına sevgili kelimesini koyduğunda havalı görünüyormuş. Sevgili müvekkilim, sevgili çiçeklerim, sevgili mahkûm.
Sevgili Tugay Demir Çeviker.
Gülümsedin mi? Ben yazarken güldüm.
Revirde yaşanan olayın üzerini ne karşılığında kapattılar bilmiyorum ama beni tehdit ederek başlattığın bu yolda fedakârlıklarınla karşılaşıyorum. Bir değil, birkaç tanesiyle hem de. Diğer birkaç taneden sen bahsetmeden bahsetmeyeceğim fakat karşılıksız fedakârlıklardan hoşlanmadığımı bilmelisin.
Karşılık olarak da kuru kuru teşekkür etmektense sana bu eldiveni gönderdim. Senin için o eldiveni saatler önce sol elime taktım. Listeden bir kişinin üzeri çizildi ve emin ol iki dakika on yedi saniyeden daha kısa sürdü.
Bunnu BL örgütüne ait olduğum için yapmadım, seni anladığımı göstermek için yaptım.
Bir de benim de artık sola değer verdiğimi bilmeni istiyorum.
Elime büyük gelen bu eldiven, senin sol eline tam gelecektir.
Zarfın içine koyduğum birkaç boş kâğıdı istediğin gibi şekillendirebilirsin. Belki onlardan bir uçak yaparsın ve o uçağı bulunduğun yerde uçurursun.
Yarın görüştüğümüzde bazı hayallerin imkânsız olmadığını göreceksin çünkü güneşi görmen için izin aldım, seninle beraber gökyüzünü göreceğiz. Nasıl olduğunu sorgulama, tıpkı benim senin yollarını sorgulamadığım gibi.
Umarım yarın kar yağmaz, güneş açar. Sen gökyüzüne kavuşacaksın, birkaç dakika da olsa. Ayrıca herkesin karşısında korkudan titrediği müvekkilimin çikolata sevdiğini de aklımdan çıkarmayacağım o gökyüzünün altındayken.
Özgürlüğüne...
"Sevgili Avukat"
Paragraf Yorumları