Zaaf hiç iyileşmeyecek bir yara gibidir, bir kere gösterdiğinizde gizlemesi imkânsızdır ve düşmanınızın ilk hamlesi daima o yarayı daha fazla derinleştirmektir.
Ya o yarayı yok etmek gerekir ya da o yarayı gizlemek. Yok etmek için o zaaftan vazgeçilmelidir, gizlemek için ise o yaranın kanamasına izin verilmelidir.
Yaranın iyileşmesi ise bağlılıktan vazgeçtiğinde gerçekleşir.
Anlamıştım, ben Tugay Demir Çeviker'in zaafı olmuştum, en başından beri üstelik. Bundan olmalı ki herkes ona silah doğrultmadan önce o silahın namlusunu benim şakağıma dayıyordu.
Tugay benden vazgeçerse yok olurdum, zaafı olmadığımı söylerse canımı yakarlardı, benden vazgeçerse aramızdaki o bağ kopardı.
Belki bu yolda ben olmasaydım işi daha kolay olacaktı lakin beni seçen de oydu, zaafına dönüşeceğimi bilmediğini sanmıyordum. En başından beri, ben ondan bihaberken bile onun avukatıydım kafasının içinde.
Asıl önemli ve zor olan ise zaafını ne olursa olsun, her şeye rağmen koruyabilmekti.
Enseme dayalı soğuk namlu ölüm demekti, Tugay'ın ela gözlerindeki ifadede ise koruyucu bir adam vardı. Ne olursa olsun, her şeye rağmen seni koruyacağım der gibi bakıyordu.
Fakat bir gün, o namlunun ucundaki kurşunun beni öldürebileceğini ve bunun Tugay'ın gözlerinin önünde olma ihtimalini düşünmeden edemiyordum. O zaman zaaf yok olurdu, zaaf vazgeçilmeden yok olursa o zaafa sahip kişi de ölürdü.
Benim ölümüm, ikimizin ölümü demekti. Her anlamda.
“Tugay Demir Çeviker,” dedi X, enseme daha fazla silahı dayarken. Sonrasında güldü ama gülüşü eskisi kadar rahat değildi. “Elim tetikte, namlu sevgilinin o güzel başına yaslıyken fazla cesur konuşmuyor musun sence de?”
Tugay gözlerini benim gözlerimden ayırdığında yüzündeki gülümseme ürpertici bir hal aldı. Geriye doğru bir adım attı, ardından bir adım daha ve sonrasında rahat bir şekilde kendisini odadaki ahşap sandalyeye bıraktığında bir ayağının bileğini dizine yasladı, sırtı rahat bir hal aldı. Cebinden sigarasını çıkarıp yaktığında gülümsemesi bir an bile silinmedi. Bütün bunlar olurken de benim ensemdeki o namlu daha fazla yaslanıyordu.
“Ben,” dedi Tugay, sigarasından bir duman çektikten sonra. “Cesur bir adam olmasaydım bu yola çıkar mıydım sence?” Gözlerini kıstı, duman yüzünü örtüyordu. “Beni tam anlamıyla tanımadığını düşünmüyorum, biliyorsun beni ama bilmediğin başka bir şey var.” Dişlerini göstererek güldü, sigara dudaklarının arasındayken diliyle hareket ettirdi. Parmaklarının arasına izmariti yeniden sıkıştırdı. “Senin kafanın içinde dönen tilkileri ben besleyip sana gönderdim, bu yüzden nasıl bir yol izleyeceklerini en iyi bilirim.”
X hareketlendi, hemen yanıma geçtiğinde silah da onunla aynı hizada ilerledi, bu kez namlu şakağıma dayandığında yutkundum ve çenemi havaya kaldırmaya çalıştım fakat X'in parmağı tetikte hareketlendiğinde ölümün aslında nasıl yakınımda olduğunu gördüm. Tek bir hamleye bakardı, eğer Tugay'ın bir planı olmasaydı ben şu an ölüydüm. Hayatım bir bıçak sırtında ya da ince bir ipte değildi, ben artık kurşunların ortasında yaşayan bir kadındım.
“Kafamdan neler geçtiğini hiçbir zaman bilemezsin,” dedi X.
Tugay güldüğünde sigaranın külünü yere attı ve botuyla iteledi. “Bu daveti verdin,” dedi Tugay. “Çünkü iki şeyi kanıtlamaya çalıştın. Birincisi yeni hükümdarın sen olduğunu, ikincisi beni yenebileceğini.” Tugay yerde olan bakışlarını X'e çevirdi. “Buraya davet ettin, Nida'yı konuşturduğun yer burasıydı.” Kaşlarım havalandı. “Burada olduğunu düşünmemi istedin, ardından ben de katılayım diye davet verdin.”
X nefesini verdiğinde, “Gerçekten bunu planladığımı mı düşünüyorsun?” diye sordu.
“Evet,” dedi Tugay hiç düşünmeden. “Hem de kendine fazlasıyla inanarak.” Tugay güldüğünde kahkahası odanın içini doldurdu. “Eh,” dedi keyifle. “Ben de davetine icabet ettim, üşenmedim geldim işte. Harika bir geceydi, uzun zaman sonra kendimizi ilk defa bu kadar özgür hissettik.” X'in kasıldığını hissettim. “Ama bundan sonraki daveti ben gerçekleştireyim mi? Kibar adamımdır, ayıp olmasın sana. Alkollerde de senin gibi ucuza kaçmam.”
X de güldüğünde Tugay kadar rahat değildi. “Benim inimdesin, Tugay Demir, benim odamda kilitlisin ve silahımın ucunda âşık olduğun kadın var.” Âşık olduğun kadın... “Senin de aptallığın burada başlıyor işte. Bu kadar savaşın ortasında bir kadına âşık oldun. Zor rakiptin, kolaya dönüştün.”
Tugay kaşlarını kaldırdığında bakışlarını bana çevirdi. Düşündüğümden daha uzun süre sessiz kaldığında yutkundum. “Aksine,” dedi en sonunda gözlerini benden ayırmazken. “Avukatım olmasaydı, ben çoktan ölmüştüm ve siz kazanmıştınız. Güçlüydüm ama silahı doğrulttuğun kadına sırtımı dayamasam çoktan düşmüştüm. Kısacası onu bir kadın diye aşağılamadan önce dikkat et de seni çoktan bıçaklamış olmasın.” X korkarak geriye çekildiğinde gözleri aşağıya kaydı. Kendimi tutamayıp güldüğümde Tugay da bana katıldı. Halbuki hareket edecek bir durumda bile değildim ama Tugay âdeta dalga geçiyordu.
X dişlerini sıktığında bu kez öfkesini gizlemiyordu. “Yine de bu onu öldürmeyeceğim anlamına gelmiyor.”
“Silahı biraz yumuşak tut.” Tugay çok rahattı. “Canı acımasın güzeller güzeli avukatımın.”
X'in bakışları kapıya doğru döndüğünde ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı. Hâlâ müzik sesi geliyordu, aşağıda parti devam ediyor olmalıydı, kimsenin hiçbir şeyden haberi yoktu. Giraylar neredeydi? Tugay'ın planı her ne ise fazlasıyla merak ediyordum.
“Şimdi,” dedi X silahı inadına daha fazla bastırırken. “Buraya kaç kişiyi çağırıp sizi yok edeceğimin farkında mısın peki?”
“Elbette,” dedi Tugay sigarasından son dumanı çekerken. “Ama bunun için kilitli olduğun odadan çıkman gerekiyor öyle değil mi?” Dudaklarını mutsuzmuş gibi büktü ve bir anda ayağa kalktığında gözüme daha uzun geldi. “Dene bakalım, çıkabiliyor musun?”
X'in gözleri irileşti, bir anda beni kolumdan tutup geriye doğru yürüttüğünde dudaklarımın arasından tiz bir çığlık koptu. Kapının yanındaki düğmeye parmağını okuttuğunda kırmızı ışık yandı, ardından şifre kısmı devreye girdi. X hızlı bir şekilde altı haneli şifreyi girdi fakat yine kırmızı ışıkla karşı karşıya kaldı. “Seni,” dedi X dişlerini sıkarak. “Seni orospu çocuğu.” Bakışları sertçe Tugay'a döndüğünde beni de aynı hızda kolunun altına alıp boynuma sarıldı, sırtımı göğüs kafesine yasladı ve silahı daha fazla şakağıma bastırdı. “Her ne yapacaksan ona veda etsen iyi olur.”
Tugay, X'in bana dolanan koluna baktı ve çenesi kasıldığında, “Eğer onun üzerinden kollarını çekmezsen yapacağımın on katıyla karşılaşırsın,” dedi. “Ve ben asla boş konuşmam. Şimdi, hemen, benim avukatımın üzerinden kollarını çek.”
X'e hiçbir kuvvet beni bıraktıramazdı fakat Tugay öyle bir bakıyor, sesinde öyle bir tehdit vardı ki, beni sertçe iteklemesine ve kollarının benden uzaklaşmasına neden oldu. Yine de şakağıma dayalı silah bir an bile olsun benden uzaklaşmadı.
Odanın içini sessizlik kapladığında Tugay derin bir nefes verdi. Ardından, “Davete girdiğimiz ilk an zaten bizi gördün,” dedi. “Ve nasıl bir yol izleyeceğimi bekledin. Burayı patlatabilirdim, kavga çıkarabilirdim, basına bir şov düzenleyebilirdim çünkü bunların hepsine hazırlıklıydın.” Tugay bulunduğumuz odayı gösterdi. “Bu odaya girmeme bile hazırlıklıydın, tanıyordun çünkü beni. Bu odaya girecektim, Nida'yı arayacaktım değil mi?” Tugay gülümseyerek gözlerini kıstı. “Tanıdığını sandın, şimdi biraz da gerçekleri konuşalım.”
“Buraya Nida için gelmediğini mi iddia edeceksin?”
“Hayır,” dedi Tugay. “Elbette onun için geldim ama senin kafandakiyle benim kafamdaki birbirinden apayrı şeyler.”
“Ne?”
Tugay burnunu çekti ve elini saçlarına geçirdiğinde birazcık dağıttı. Üzerine giydiği siyah takım elbisesiyle ne kadar nefes kesici göründüğünü düşündüm. Evet, şakağımda bir namlu dayalıyken üstelik.
“Burası bir kapandı, biz de farelerdik,” dedi Tugay. “Sen de bizi o kapana kilitledin.” Nefesini verdi. “Kilitleyeceğini sandın,” diye düzeltti. “Ama ne oldu biliyor musun?” Ellerini birbirine çarptığında X irkildi. “Kendi kapanına kendin kilitlendin çünkü bir süre burada kilitli kalman gerekecek. Kapının önünde ikizim bekliyor, tek bir lafımla o kapıyı açacak, merak etme. Kapalı alan fobin yoktur umarım?”
X öfkeli bir hırlamanın ardından, “Orospu çocuğu!” diyerek bağırdı. “Asıl olana gel, neyi uzatıyorsun?”
Tugay, “Sakin olsana ya,” dedi keyifle. “Ne diyordun az önce? Öldürüyordun avukatımı, köşeye sıkışmıştık filan.” Tugay bir kez daha dudaklarını büktü. “Hatırım kalır, ilk önce beni vur.” Öyle bir eğleniyordu ki sanki şakağıma dayalı olan silah oyuncakmış gibi hissetmeye başlamıştım.
“Bu odadan elbet bir gün çıkacağımı biliyorsun değil mi?” dedi dişlerinin arasından X. “İşte o gün...”
“Elbette çıkacağız beraber,” dedi Tugay. “Çünkü seni öldüremem, kardeşim elinde.” Gözlerini kıstı, nefretle X'e baktı. “Ama sence de karşılık vermek için senden bir şey almam gerekmez mi babasının küçük, şımarık oğlu?” Tugay aşağılayıcı bir bakış attı. “Babanın senden utandığı için adını bile gizlediği doğru mu? Senden neden utandığını anlamamıştım, şimdi bakıyorum da sen babandan da daha aptalmışsın çünkü o beni hiçbir zaman küçümsememesi gerektiğini bilirdi.”
Cümleleri bir kurşundan daha acı vericiydi, X sanki bin tane kurşun darbesi almış gibi titriyordu ama nedeni öfkeydi, anlayabiliyordum. “Beni aşağılıyorsun...” diye konuşmaya başladı X ama Tugay lafını kesti.
“Hayır,” dedi. “Sen acımasız bir adamsın ve acımasız adamların aşağılanmaması gerektiğini biliyorum çünkü ne yapacağını kestiremeyiz ama ne var biliyor musun? Ben de istediğim zaman acımasız bir adam olabiliyorum, aklın şaşar. Sana benden nasıl bahsettiler bilmiyorum ama ülkenin yarısını karşısına alan adamın delirdiğinde neler yapabileceğini hiç mi düşünemedin?” Bakışları bana kaydı. “Sen,” dedi. “Her şey bir yana, benim avukatımı ağlattın. Hiç mi öğretmediler sana, Tugay Demir Çeviker'in Sevgili Avukat’ının, Tugay Demir Çeviker'den daha kıymetli olduğunu?”
“Peki ya sen,” dedi X, onun da gülümsediğini hissettim. “Beni Kerem Karaman mı sandın? Hani şu avukatının eski aşkı? Ne diyordu Kerem? Bildiğim kadarıyla sen gelene kadar onun yatağını sıcak tutuyordu.” Tugay gözlerini bile kırpmadan X'e bakıyordu fakat bakışlarında öyle bir değişim vardı ki az önce bile bu kadar korkutucu bakmıyordu. X hassas noktasını bulduğunu fark edip devam etti. “Bilmediğin çok şey olduğuna eminim ya da avukatının senden gizlediği birçok şey olduğuna. Sizin o büyük aşkınız ne zaman başladı bilmiyorum ama senle beraberken Kerem'in evine hâlâ gittiğini biliyorum mesela.” X güldü. “Sanırım haklısın, Avukat’ı küçük görmemem gerekiyor çünkü ikinizi de parmağında oynattığı kesin.”
Kerem Karaman konusunun Tugay'ı neden bu kadar gerdiğini biliyordum çünkü biz tanıştığımızda parmağımda bir nişan yüzüğü vardı, hayatımda ise Kerem. Hiçbir zaman sormamış, sorgulamamıştı onunla ne yaptığımı ama şimdi X, onu tanıdıktan sonra da Kerem'le görüştüğümü söyleyerek damarına basıyordu.
“Kerem Karaman ölürken yalvarmıştı,” dedi Tugay sadece. “Senin yalvarmana izin bile vermeden keseceğim o dilini.”
X durmadı, devam etti. “İtibarı için yaşayan adam, itibarını çiğneyip nişanlı bir kadına âşık oldu demek?” Kahkaha attı. “Bir de onu paylaştın öyle mi?” Bana baktı X. “Bu kadar rahatsan benimle de paylaşmak ister misin?” Bakışları yüzümde gezindiğinde tiksintiyle nefesimi verdim. “Senden daha fazla zevk...”
X'in benden uzaklaşmasıyla duvara yapıştırılması ve Tugay'ın onun boğazına sarılması aynı anda oldu. Elindeki silah kayıp yere düştüğünde hızlı adımlarla yürüyüp silahı yerden aldım ve ona doğrulttum. Tugay bütün gücüyle X'in boğazını sıkarken onu geriye çekip sertçe bir kez daha duvara çarptı, ardından yüzüne protez eliyle öyle bir yumruk geçirdi ki X yere yığıldı. Tugay tutup yeniden kaldırdığında bu kez yakalarından kavrayıp duvara yasladı, X'in burnundan kan geliyordu. “Nida benim yanıma geldiği an,” dedi Tugay dişlerinin arasından. “Senin ilk önce dilini koparacağım, ardından kafanı ezip cayır cayır yakacağım.”
X güldüğünde ağzının içinde de kan vardı. “İşte dostum,” dedi alayla. “Kastettiğim tam olarak buydu, bir kadını zaafın yapmak, özellikle savaşın ortasında, seni aptallaştırır. Nasıl da delirdin ama kıskançlıkla?”
“Tugay,” dedim geriden. “Bilerek yapıyor.”
“Hayır,” dedi X bana bakarak. “Neden ona Kerem'le geçen harika gecelerinden...” Tugay bir kez daha yüzüne yumruğu indirdiğinde yakasından tuttuğu gibi diğer tarafa fırlattı. X gülerek tutunduğunda eli burnuna doğru gitti, avcunun içine kan doluyordu. “Çok iyi,” dedi gülüşünün arasından. “Gerçekten keyif aldım.”
Tugay onu ensesinden tuttuğu gibi kalktığı sandalyeye oturttuğunda omuzlarına bastırdı. Yüzüne yaklaşıp, “Şimdi sana asıl keyfi yaşatayım mı?” diye sordu. “Sıra bana geldi, davetime icabet et piç kurusu!”
X gülerek Tugay'a baktığında bir yandan da korktuğunu anlayabiliyordum. “Benim zaafım yok,” dedi X.
Tugay alayla güldüğünde, “Herkesin bir zaafı vardır,” dedi, geriye doğru bir adım attı ve cebinden telefonunu çıkardı. “Bazen bir insan, bazen bir his, bazen bir yer, bazen de insanın zaafı kendisidir.” Çenesiyle X'i gösterdi. “Kendine olan aşkını bitirme vakti.”
Merakla Tugay'a baktığımda cebinden çıkardığı telefonundan birkaç tuşa bastı, telefonu hoparlöre aldığında yüzüne yeniden o korkutucu gülümseme oturdu. Üçüncü çalışta telefon açıldığında Sinan'ın sesini işittim. “Evet,” dedi rahat bir sesle.
Tugay çenesini havaya kaldırdığında, “Neredesin?” diye sordu.
“Dosyadaki yerdeyim,” dedi Sinan, nefesini verdiğini işittim. “X'e ait bütün silah, bomba, ölüm makineleri... Teçhizatları burada, ayrıca Krallık'ın gizli belgelerinin de burada olduğuna eminim.” X'in gözleri irice açıldığında benim de dudaklarım aralandı. “Aracı bekliyorum, taşıma için.” Tugay, X'i buraya kilitlemiş, insanlara haber vermesini engellemişti. Aldığı dosyalar ise Nida için değildi, X'e ait gizli belgelerdi. Şimdi onun elindeki bütün silahlarını alacak, onu savunmasız bırakacaktı. X dişlerinin arasından hırladığında Tugay kahkaha attı.
“Tamam,” dedi Tugay, Sinan'a. “İşe yarar başka bir şeyler var mı oralarda?”
Sinan da güldü. “Başkan'ın fotoğrafı asılı duvarda, ister misin?”
“Yok,” dedi Tugay. “Üzerine işeyebilirsin, keyifli olur.” Sinan kahkaha attığında Tugay telefonu kapattı.
“Seni orospu çocuğu, seni...” Tugay dilini damağına üç kez vurup onu susturdu.
“Çok ayıp,” dedi. “Baban sana bu şekilde öğretmiş olamaz, öyle değil mi? Kibar ol biraz, karşında Tugay Demir Çeviker var.”
Silahı daha sıkı bir şekilde kavradığımda Tugay telefonundan başka bir tuşa bastı ve bu kez daha uzun çaldı, ardından ağzı dolu bir şekilde, “Alo,” diyen Marco'nun sesini işittim. “İnanmazsın ama burası bir harika.”
Tugay gülümsediğinde, “Neredesin?” dedi X'in gözlerinin içine bakarak. “Daha açık ol.”
Marco anladığında gülerek, “X'e ait askeri birliğin önündeyim,” dedi. “Bizimkileri bekliyorum. İçeride sanırım beş yüzden daha fazla adam var, tek başıma onları hizaya getirmemi beklemiyorsun herhalde. Eh, zaten yarısı X'i sevmiyor.”
Tugay güldüğünde X kulaklarına kadar kızarmıştı. “Tamam,” dedi Tugay. “Konuştuğumuz gibi. Seninle gelmek isteyen herkesi al, seninle gelmek istemeyenleri direkt öldürün, çocukları ise bizim yanımıza çek. Kız çocuklarını da al.” X'in gözlerine hiddetle baktı, “Onlara köleliği değil, savaşmayı öğretelim çünkü bu dünya kız çocukları için bu kadar zorken boyun eğmek yerine çenelerini kaldırmayı ve kendilerini korumayı öğretmek gerekir.” Tugay'ın bakışları bana döndüğünde gözlerim heyecanla ona bakıyordu. “Bunun için harika bir öğretmenim var.”
Tebessüm ettiğimde, “Peki ya X'in kardeşi?” dedi Marco. X bunun bilinmesinin verdiği öfkeyle ayağa kalkmak istediğinde Tugay onu omzundan itekleyip öyle bir oturttu ki neye uğradığımı şaşırdım.
“Elbette onu da al,” dedi, rahat bir sesle. “X kendisini sevmez ama bize vereceği birçok sırrı olduğuna eminim.”
“Tamam,” dedi Marco. “Bir de çok önemli iki şey söyleyeceğim.”
“Nedir?”
“Birincisi, X'in yüzüne sağlam bir yumruk geçir,” dedi. “İkincisi de eve gelirken mandalina al, bitti çünkü.”
Gülmeye başladığımda Tugay da güldü, ardından telefonu kapattı.
Tugay, X'in yüzüne bakarken, “Ne diyordun?” dedi. “Burada kilitli kalmıştık öyle değil mi? Bakıyorum da fare kapanında olan sensin, yardım çığlığı bile atamıyorsun ve ben elinden her şeyini alıyorum. Kaçsan kaçamazsın, bağırsan kimse duymaz, silahı kullansan sen de ölürsün. Hadi ama, gülmeyi severdin sen. Neden öyle bakıyorsun? Altı üstü yüzlerce silah ve yüzlerce adamın. Kaç senedir hazırlıyordun? Dört mü?”
X burnundan kinle nefesini verdiğinde Tugay'ın yüzüne doğru yaklaştı ve ağzının kenarından kan akarken, “Dinle beni,” dedi. “En sevdiklerini elinden almadan ölmeyeceğim.” Ürperdiğimi hissettim, birçok kişi Tugay'ı gözümün önünde tehdit etmişti ama neden X'in cümleleri bu kadar ürpertmişti bilmiyordum. “Gözlerinin önünde öldüreceğim hepsini, terk edecekler ve sen de bana ölmek için yalvaracaksın.”
Tugay ciddiyetle X'in yüzüne baktıktan sonra, “Cesaretini bana değil, etrafımdaki insanlara gösterecek kadar korkak bir adamsın,” dediğinde oldukça haklıydı. “Ama merak ediyorsan söyleyeyim, çoğu da sana yenilmeyecek kadar zekidir.”
X gülümsediğinde gözleri öfkeden dolmuştu. Bir insanı bu hale getirmek oldukça zordu ve Tugay bunu başarabiliyordu.
Yine durmadı, telefonuyla birkaç tuşa daha bastı ve ekrana yüzünü çevirdi. Üçüncü çalışta görüntü geldiğinde Javier ile karşılaştım, karanlık bir yerdeydi, ağzından soğuktan dolayı duman çıkıyordu, burnu ise kıpkırmızıydı. Tugay kamerayı X'e doğru çevirdiğinde, “Javier,” dedi keyifle. “Neredesin?”
X çoktan anlamıştı. “Onların yanındayım,” dedi Javier ardından kamera iki kişiye döndüğünde birisi kadın, birisi erkekti. X gördüğü anda haykırdı ve ayağa kalkmak istedi ama Tugay geriye çekildiğinde telefonu havaya kaldırdı ve X'i yerine geri oturttu.
“Birisi onu büyüten ve Krallık'ın gizli işbirlikçisi, X'in manevi babası,” dedi Tugay, daha çok bana açıklıyormuş gibi. “Diğeri ise,” X başını iki yana salladı, “herkesten gizlediği annesi.” X dişlerinin arasından hırladığında vücudu titriyordu, tıpkı benim o gün sinir krizi geçirdiğim gibi. Aynısıydı hatta daha kötüsüydü, annemi gözüne kırpmadan öldürmüştü. Tugay, çenesini havaya kaldırdı, X'in yüzüne sakince baktı. “Kimse zaafın değil ya,” dedi aşağılayıcı bir ses tonuyla. “O halde seç bakalım, manevi baban mı yoksa annen mi?”
Tugay Demir Çeviker'in intikamı bazen öyle acımasız oluyordu ki düşmana bile üzülebiliyordum.
“Yapma,” dedi X fısıldayarak.
“Saniye mi saymalıyım?” dedi Tugay. “Senin gibi.” Tugay'ın bakışları bana döndüğünde gülümsedi. “Sen saymak ister misin, güzelim?”
“Yapma,” dedi bir kez daha X, sesi yalvarıyormuş gibiydi. “Şu an sen de sadece benimle savaşmıyorsun.”
“Sen bana nasıl gelirsen aynı şekilde karşılığını bulursun.” Tugay'ın sesinde nefret vardı. “Benim kardeşimin canını yaktın, o ufacık bir kız çocuğu, adım atarken bile benim elime ihtiyacı olduğu zamanlar sen onu benden aldın, elimi de yok ettiniz üstelik. Yetmedi, benim avukatımın canını yaktın, hiçbir suçu yokken. Gün gelir de intikam seni bulmaz mı sanıyorsun?”
X dudaklarını ıslattı, kameradaki görüntüye yeniden baktı ve görüntüdeki iki kişinin de korkuyla ekrana baktığını gördüm. Öfkeden mi hüzünden mi bilinmez gözünden bir damla yaş aktığında, “Ba...” dedi zorlukla. “Babam. Onu öldürün.” Tercih etmesi bu kadar kolay ise annesine bağlılığını tarif bile edemiyordum.
Tugay kaşlarını kaldırdı, dik bir duruşa geçti. Dudaklarından iki kelime çıktı, hissiz ve acımasız bir şekilde. Gözleri ise X'ten ayrılmadı. “İkisini de öldür, tercih yok.”
Javier beklemedi, iki kurşun sesi duyuldu. Sadece iki kurşun. Ardından X'in haykırışı o kurşun sesiyle beraber odanın içini doldurdu, sonrasında yere dizlerinin üzerine çöktüğünde elleri yumruk halinde avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Tıpkı benim gibi.
Tugay ona baktı, ayaklarının ucundaydı. Burnunu çekti, paçasını temizledi ve sonrasında kapıya doğru yürümeden önce, “Nida'nın kılına zarar gelirse bu saatten sonra,” dedi. “Seni nasıl bitireceğimi çok iyi biliyorsun çünkü artık avcumun içindesin. Ya bitir savaşı, siktir git ya da kal ve meydan oku bana. Tercih senin.”
“Sana,” dedi X elleri titrerken. “Bedelini öyle bir ödeteceğim ki bana yalvarmak zorunda kalacaksın.”
Tugay kaşlarını kaldırdı. “Seninle oturup konuşmak isterdim ama harika bir randevuya davetliyim, vakit kaybetmemem gerekiyor.” Bana baktı, yanıma yaklaştı, sol elimi kaldırıp tersini öptü. “İyisin ya,” dedi gülümseyerek. “Sıkılmadın umarım.”
Yutkunduğumda bakışlarım X'in bulunduğu yere döndü, üzülmeli miydim hiçbir fikrim yoktu ama hissettiğim sadece nefretti. Annemi gözünü kırpmadan öldürmüştü, Meryem neredeyse ölecek durumdayken onu kurtarmıştık, Nida'nın ise ne durumda olduğunu bilmiyorduk. O da bana baktığında gözlerinde öyle korkunç bir ifade vardı ki bakışlarımı kaçırdım.
Tugay bir kez kapıya vurduğunda birkaç saniye sonra kapının açılma sesi geldi. Kapının önündeki Giray ve Defne'yle karşılaştım. Giray keyifle bakarken Defne de tıpkı benim gibi şaşkındı. Giray'ın bakışları yerdeki X'le kesiştiğinde, “Ne oldu lan?” dedi tiksinerek. “Kalk ayağa, dik dur, baban bile böyle eğilip bükülmüyordu.”
Tugay elimi sıkıca tuttu, kapıdan çıkmadan önce son kez X'e bakıp, “Gözlerinden öpüyorum,” dedi alayla. “Aman ayrılık getirmesin.”
Kapıdan çıktığımızda geride sadece X'in öfkeli haykırışı vardı. Her adımda Tugay'ın elini daha sıkı tuttum. Koridoru dönüp merdivenden indiğimizde ikinci kattaydık, bütün o sevişme sesleri bir an bile kesilmemişti. Benim ise kanım donmuştu. Nida, X'in elindeydi, biz ona muhtaçtık fakat şimdi o da bize muhtaç kalmıştı çünkü hem sırları hem adamları hem de erkek kardeşi bizimle beraberdi. Savaşmadan, bombalar patlatmadan, yüzlerce kişiyi öldürmeden kıvrak bir zekâyla X'i avcunun içine almıştı Tugay.
Ana salona inmeden önce Tugay maskesini yeniden taktı, önümüzde Giray ve Defne vardı, biz ise arkalarındaydık. Salondan içeriye girdiğimizde herkes olması gerektiği gibiydi, kimsenin yaşananları ruhu bile duymamıştı fakat Tugay çoktan X'in dört yıllık planını yerle bir etmiş, sunduğu tercihle aynı hisleri yaşatmıştı.
Salonun ortasına geldiğimizde, “Ne oldu?” diye sordu Giray. “Planda bir sıkıntı yok değil mi?”
“Hayır,” dedi Tugay rahat bir sesle. “Her şey olması gerektiği gibi. Kardeşi artık elimizde, şimdi karar sırası onda. Ya Nida'yı bize verecek ya da aptal oyunlarına devam edecek.”
Yutkunduğumda bunu asla yapmamam gerektiğini bilsem de, “Annesi,” dedim solgun bir sesle. “O masum bir kadın mıydı?”
Tugay'ın bakışları bana döndüğünde düşündüğümden daha uzun bir süre bana baktı. “Masumdu,” dedi başını sallayarak. “Sadece bir anne, Krallık'la hiçbir alakası yok.”
Burnumdan nefesimi verdiğimde gözlerimi kapattım, biliyordum bu bir savaştı ve bazen masumlar da ölürdü ama nedense kalbime bir ağırlık çökmüştü. “Anladım,” dedim zorlukla, ardından gözlerimi açtım. “Bunun olması gerekiyordu ve...”
“Ölmedi.” Kurduğu tek kelimeyle hızlı bir şekilde ona baktım, o ise çıkış kapısına doğru bakıyordu. “Sadece benim de acımasızlaştığımı göstermek istediğim bir oyundu, ölen sadece manevi babası. Annesini biz yanımıza alacağız.” Sanki bu histen nefret ediyormuş gibi yüzünde tiksinen bir ifade oluştu. “Bunu yapmamam gerektiğini biliyorum,” dedi kısık bir sesle, sanki utanıyormuş gibi. “Hatta bu savaşta kimsenin gözünün yaşına bile bakmamam gerekir ama...” Sessizleştiğinde ne düşündüğünü anlayabiliyordum. Başkaları merhametini dinlediği için kendisini iyi bir insan olarak görebilirdi ama Tugay için iyi bir insan olmak daima kayıp demekti.
Elini sıktıktan sonra çenemi omzuna koydum ve kulağına doğru, “Eğer o kadın ölseydi,” dedim fısıldayarak. “Benim tanıdığım Tugay Demir Çeviker olmazdın sen.”
Başını bana çevirdiğinde gülümsedi, dudağının kenarında minicik bir gamze oluştu. “Senin tanıdığın Tugay Demir Çeviker belki de senden sonra böyle olmuştur Sevgili Avukat, kimbilir?”
Önümüzde yürüyen Giray arkaya doğru, “Ee,” dedi Tugay'a. “Şu bizden büyük hanımefendilere bi’ veda etmeye gitmeyelim mi? Keyiflendim ben.”
Burnumdan nefesimi verdiğimde Tugay etrafa bakıyormuş gibi davranıp, “Neredeler?” diye sordu. “Sarışın olan tam benlik gibi görünüyordu.” Omzumla omzunu iteklediğimde şaşkınlıkla bana baktı. Defne de aynı şekilde Giray'ın kulağına doğru bir şeyler söyledi.
“Öyle mi?” dedim kaşlarımı kaldırarak ama maskeden göremiyordu. “O halde benim de Mete'yi bulmam gerekecek, bir alkol borcu var bana.”
“Mete kim amına koyayım?” diye sordu bir anda. Ardından, “Tüh,” dedi. “Tüh ama kim amına koyayım?”
“Az önce kafasını bar tezgâhına yasladığın şu çıtır adam,” dedim gülümseyerek. “Tam zamanında gelmeseydin...”
“Avukat,” dedi lafı ağzıma tıkayarak. “Düşündüğünden daha kıskanç bir adamım ben.”
“Beni kıskanıyorsun yani?” diye sordum alayla.
“Hayır,” dedi. “Sana sarkıntılık yapan herkesi öldürmek istiyorum sadece, o kadar.” Güldüğümde o gülmüyordu, kahkaha attım ama hiçbir tepkisi yoktu.
“Pekâlâ,” dedim çekimser bir şekilde. “Bunu bir lise kantininde söyleseydin tatlı bir kıskançlık cümlesi olabilirdi ama Tugay Demir Çeviker söylediğinde ciddi olma ihtimali var.”
“Güzel,” dedi ve tebessümüyle beraber omzuma minik bir öpücük kondurdu. “Ayrıca bugün sadece bana alkol borcun var, sarhoşluğunu istiyorum.”
Yanaklarım kızardığında bu utançtan değil, heyecandandı. “Biz seninle,” dedim az önce söylediklerinin ciddiyetini kavrayarak. “Gerçekten normal bir gece geçireceğiz öyle mi? Piyano, şarap...”
“Sen, ben…” dedi kulağıma doğru, nefesi tenimi okşadı, “…biz, güzelim. Bu gece bize ait, diğer geceler gibi.”
Heyecanımı dizginleyemezken salonun çıkış kapısından çıkmış, soğuk havayla yeniden tanışmıştık. Az önce bir adama cehennemi yaşatmış olan Tugay Demir Çeviker, şimdi bana cenneti vadetmenin sözünü veriyordu. Bu zıtlığa alışmıştım ama bu kadar çabuk beklemiyordum.
Gözlerim sokağı dolduran ışıklara kaydı, yürüyen insanların topuk seslerine, geçen araçlara... Şehrin bu canlı görüntüsünü ne olursa olsun sevmiştim. Burası sadece Krallık'ın bir reklam panosu bile olsa sanki geçmişteydim, Tugay ile oldukça normal bir zamanda tanışmıştık, bir partiden çıkıyorduk.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu biz arabaya ilerlerken. Defne ve Giray diğer tarafa doğru ilerliyorlardı, sorgulamadım, büyük ihtimal baş başa vakit geçireceklerdi.
“Özgürlüğü,” dedim derin bir nefes vererek. “Bugün bir maskenin ardında bile olsak iyi hissettim. İnsanlar, müzikler, ışıklar... Sanki her şey normal gibiydi.” Gözlerimi gökyüzünden ayırdım ve ona baktım, beni izliyordu. “Sen de öyle hissetmedin mi?”
Yutkunduğunda, “Belki bir gün mahkûm olmadan önceki Tugay Demir Çeviker'e ulaşırsam ben de senin gibi hissedebilirim,” dedi içten bir sesle.
“Bugün o adam ol.” Dehşetle gözlerini açtığında yolun ortasında geri geri yürüdüm, kornalar bize basıyordu, trafiği kilitlemiştim. “Bugün seneler önceki adam olsana. Benimle partide çarpışan, taksiye bindiren, yanımdan yürüyüp geçen...” Uzanıp elini tuttum ve onu da yürüttüm, kornalar daha fazla arttı ama umursamadım. “Bugün nasıl davranalım biliyor musun? O partiden beraber ayrıldık, ben senin kollarında. İkimiz de o güne aitmişiz gibi.”
Tugay gülmeye başladığında bir anda belimden tuttuğu gibi havaya kaldırdı ve omzuna attığında çığlık atmaya başladım. Herkes bize bakarken, “O Tugay Demir Çeviker,” dedi keyifle. “Bu heyecanını görseydi bir an önce eve gidebilmek için seni böyle omzuna atardı.”
“Tugay,” dedim kahkaha atarak. “İndir beni aşağıya!” Daha fazla güldüm ama o taşımaya devam etti. “Tugay!” dedim kıkırtıyla. “Rezil olduk!”
“Sevgili Avukat,” dedi Tugay da gülerek. “Başkan'ın asılmasına sebep olduktan sonra sokak ortasında omzuma atılmaya mı çekiniyorsun sen?”
“E sen de küfür ettiğinde özür diliyorsun,” dedim bağırarak. “Ama bunu yaparken üç kişiyi aynı anda öldürüyorsun, aynı şey!”
“Küfür ayıp bir şey,” dediğinde bacaklarıma daha sıkı dolandı, üst bacağımdan hafifçe ısırdı, acıyla karışık kahkaha attım. “Ben terbiyeli ve beyefendi bir katilim.” Bacaklarımı sallamaya başladığımda beni yere indirdi, ayaklarım yerle buluştuğunda acıyla inledim.
“Bu ayakkabılar canımı yakmaya başladı,” dediğimde Tugay yolcu koltuğunun kapısını açtı, beni belimden tutup koltuğa oturttuğunda gözlerim açık bir şekilde ona baktım. Bir an bile çekinmeden yere, dizlerinin üzerine çöktü, ayakkabımın kemerini açtı ve topuklu ayakkabımı çıkardıktan sonra diğeri için de aynı şeyi yaptı. Sonrasında bacaklarımı içeriye doğru itekledi, ayakkabıları da boşluğa koydu. “Bu,” dedim. “Gerçekten çok beyefendi bir hareketti.”
“Söylemiştim,” dedi Tugay sırıtarak. “Ben beyefendi bir katilim, bir insanı öldürmekten nasıl çekinmiyorsam topuklu ayakkabılarından kurtulmanı sağlamandan da çekinmem.” Yüzüne şaşkın şaşkın baktım. “Tamam,” dedi gülerek. “İkisi bambaşka şeyler ama avukatlığı bırakıp harika bir savunmaymış gibi yaklaşsana bana. Katil adam da kendini bu şekilde savunuyor işte.”
“Vay canına,” dedim dublaj gibi. “Sen harika bir katilsin, adamım!” Gülmeye başladığında kapımı kapattı ve sürücü koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırdığında baş başaydık, bizden başka kimse yoktu.
Arabayı durdurduğu yerden çıkardığında ve u dönüşüyle geldiğimiz yola döndüğünde maskeyi de yüzünden söker gibi çıkardı ve arkaya doğru attı. Ben de aynısını yaptığımda yüzüme bakmadan torpido gözünü açtı ve kucağıma ıslak mendil kutusunu bıraktı. “Sil,” dedi. Kaşlarım havalandı. “Sil, lekelerini kapatmanı istemiyorum.”
“Ben,” dedim şaşkınlıkla. “Sanmıştım ki...”
“Sanma, Avukat,” dediğinde bakışları bana döndü. “Senin kusursuz güzelliğin lekelerinden geliyor, temizle lütfen.”
Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra zaten makyaj ağır geldiğinden ötürü ıslak mendili yüzüme sürdüm ve kocaman bir fondöten tabakası mendile bulaştı. “Ben küçükken bunu yapmıştım, biliyor musun?” dedim konuşmaya başlayarak. “Bütün lekelerimi kapatmak için fondöteni resmen her yerime sürdüm, dudaklarıma kadar. Annem beni görüp çok kızdı, hatta ellerime defalarca cetvelle vurdu. Kızardı ellerim, babama söyledim, babam da anneme bir daha bunu yapmaması gerektiğini söyledi ama ben ondan sonra makyaj malzemelerinden hep uzak durdum. Sonra yeniden üniversite zamanı sürmeye başladım.” Islak mendili alnıma sürtmeye başladım. “Bir balo vardı, kızların hepsi şık ve kusursuz olacaktı, ben de öyle olmak istedim ve makyaj yaptım. O gün güzel olmuştum sahiden ama ne oldu biliyor musun? Yağmur yağdı! Ve bütün makyajım dağıldı! O gün eve ağlaya ağlaya dönüp patlamış mısırla beraber Titanik izledim. Sen Titanik izledin mi? Bir gün beraber izleyelim mi? Sonunda ağlar mısın acaba? Filmlere hiç ağlıyor musun? Ben çok ağlarım, hatta bazen ağlamak için açarım.” Nefesimi verdiğimde ıslak mendili boynuma sürtmeye başladım. “Hep filmlerdeki gibi bir aşk yaşamak istedim, o adamlar çok havalı oluyorlardı ama benim çevremdeki herkes aptaldı. Sonra seninle tanıştım tabii. İlk gördüğümde aşırı havalı gelmiştin gözüme, bir yandan da deli bu demiştim.” Kıkırdadım. “Aşırı yakışıklısın bu arada, mahkûmiyet bile yakışıklılığını bozmamış. Bu adam filmlerdeki adamlara benziyor ama kesin katildir, dedim. E katilsin de ama bir yandan da filmlerdeki o adamlar gibisin. Ben de o başrol kadınlardan olursam biz harika bir aşk yaşar ve harika bir sevişme yaşadıktan sonra...” Gözlerim açıldığında dehşetle ona baktım, Tugay gülüyordu. “Şey,” dedim yutkunarak. “Ben kaç dakikadır konuşuyorum?”
Tugay gülüşünün arasından, “Yaklaşık on dakikadır,” dedi. “Lütfen devam et, harika gidiyordun, özellikle son kısımda kalmıştın. Biz seninle sevişiyorduk ve...”
“Ne?” dedim iri gözlerle ona bakıp. “Uyduruyorsun. Nelerden söz ettim ben? Çok mu saçmaladım?”
“Hayır elbette,” dedi Tugay yolun diğer tarafına dönerken. “Aşırı önemli ve hayatımızı etkileyecek detaylar verdin, mesela onları bilmeden önce hayata nasıl devam ediyormuşum bilmiyorum.” Utançla ellerimi yüzüme yerleştirdim. “Yapma,” dedi Tugay uzanıp ellerimi yüzümden çekerek. “Hayatımın son beş dakikası olduğunu bile bilsem yine seni dinlemek isterim ben.”
“Bu çok saçma ama,” dedim başımı iki yana sallayarak. “Neden beni dinlemek isteyesin ki?”
“Hoşuma gidiyor,” dedi. “Seninle alakalı her şey.”
Yüzümü buruşturduğumda, “Acaba sen de bir gün benim kadar konuşur musun?” diye sordum. “Pervasızca konuştuğun anları görebilmek için ömrümden bir beş sene verirdim galiba.”
Tugay dudaklarını büktü. “Sanırım hiç öyle bir şey yaşamadım.”
“Derya'yla da mı yaşamadın?”
“Avukat,” dedi bakışlarını bana çevirerek. “Derya neden aklından çıkmıyor senin?”
Omzumu silktiğimde ıslak mendille vücudumdaki fondöteni de temizlemeye başladım. “Çünkü,” dedim utançla yutkunduğumda, “onu kıskanıyorum çünkü o senin özgürlüğünde yanındaydı.” Islak mendili daha fazla sürttüm. “Ben ise mahkûmiyetinde tanıştım. Kimbilir ne güzel anılarınız olmuştur...”
Sessizlik oluştu. “Bana mahkûmiyetimin ortasında özgürlüğü tattıran o kadınsın sen,” dedi ve uzanıp çenemi tuttuğunda başımı kaldırıp ona baktım. “Ben mahkûmken güneşi görmek için seninle geçirdiğim o beş dakika bütün hayatımdaki özgürlüklere bedeldi. Asma yüzünü, sana değil, bize geç kaldım işte hepsi bu.”
“Belki de,” dedim yutkunarak. “Ben sana geç kalmışımdır.” Sustu, biliyordum, geç kalan aslında bendim çünkü onu hiçbir zaman görememiştim. “Sana sadece tek bir şey soracağım,” dedim. “Ve sonra bu konuyu kapatacağım.”
Sanki sorunun içeriğini biliyormuş gibi umutsuz bir sesle, “Sor,” dedi.
“O seni aldatmasaydı devam eder miydiniz?” Bir tarafım delicesine onu sevmediğini söylemesini istiyordu ama diğer tarafım Tugay'ın böyle olmadığına son derece emindi.
“Hayır,” dedi rahat bir sesle. “Devam etmezdi, edemezmişim, o da benimle edemezmiş ki aldattı, bir yandan da daima beni eleştirirdi, onun istediği gibi bir adam değildim çünkü. Kendine laf söyleyip duruyorsun ya ben de normal bir adam değilim, Avukat. Kabullenilmesi zor biriyim. Herhangi bir kadın benimle sadece bir saat geçirse benden nefret edeceğine neredeyse eminim.”
“Saçmaladın şu an,” dedim gözlerimi devirerek. “Eğer konu katil bir adam olmanla ilgiliyse...”
“Sadece o değil,” dedi. “Ama o da var elbette.”
“O halde hiçbir kadın sana hayır demez.” Burnumdan nefesimi verdim. “Maalesef.”
Tugay başını iki yana sallayarak, “Senin bakış açından elbette böyledir,” dediğinde gözlerini kıstı. “Mesela örgütteki diğer kadınlara sorsan hiçbirisi benim gibi birisiyle olmak istemez. Söylesene mesela bir kadın beni neden istesin?”
Rahat bir şekilde sırtımı yasladığımda kollarımı önümde bağladım. “Nazik bir adamsın,” dedim madde madde ayırıyormuş gibi. “Yakışıklısın ve seksisin.”
“Bunu biraz daha söylersen arabayı köşeye çekip...” Sustu, sırıttı, gözlerim açıldı. “Devam et lütfen.”
“Bir kere güven veren bir adamsın, çağın adamları gibi değilsin, cümlelerin çok etkileyici. Bazen öyle bir konuşuyorsun ki insan ne diyeceğini bilemiyor ve...”
“Tamam,” dedi lafımı bölerek. “Peki ya o cümleler sadece sana özelse?”
Yutkunduğumda, “Bu,” dedim kendimi tutamayıp gülümseyerek. “Farklı hissettirdi.”
“Hisset,” dediğinde başını salladı. “Çünkü bir tek sana böyleyim, insan kendisini bazen başka bir insanın gözlerinde gördüğünde tanır. Ben senin gözlerinde gördüğüm kişiyle tanıdım Tugay Demir'i. Ben söylemiyorum, bana sen söyletiyorsun bu cümleleri ve bunu sadece öyle durup bakarak ve gülümseyerek başarabiliyorsun.”
Alayla güldüğümde, “Hemen bir sosyal medya hesabı açıp senin hayranlarına beraber fotoğrafımızı atacağım ve diyeceğim ki, o bir Suç Kralı olabilir ama onun kraliçesi de benim,” dediğimde kahkaha attım. “Çok komik, rezalet. Bayılacağım şimdi.”
“Yine de sen hayranlarımı çok üzme,” dediğinde kahkaham ağzıma dizildi. “Bir gün yolda karşılaşırsak benden korkmalarını istemem.”
“Ne?” dedim aptal aptal yüzüne bakarak. “Sen hiç adını aratıp baktın mı yazılanlara?”
“Hayır.”
“Neden?”
“Niye bakayım?”
Parmaklarımla burnumun kemerine bastırdım. “Tüm dünya seni tanıyordur ama sen, günaydın mesajında bile kaç n olursa tatlı göründüğünü bilmiyorsundur. Belki de haklısın, ben senin bu yüzünü bildiğim için farklı bir bakış açısına sahibim.”
“Tatlı mı?” dediğinde yüzünü buruşturdu. “Ben günaydın dediğimde tatlı mı oluyorum?” Yüzünü çocuk gibi buruşturduğunda kıkırdadım.
“Sen zaten çoğu zaman tatlı bir adamsın.” Tugay öyle bir kahkaha attı ki sanki çok komik bir şakaydı. “Ciddiyim,” dedim ve kolundan itekledim. “Ayrıca yanlış anlama ama madem Derya ile yürümeyeceğini biliyordunuz niye başladınız ki böyle bir yola? İkiniz için de saçmalık.”
“Benim adıma sorarsan,” gözlerini kıstı, “insan bazı duyguları bazen kabullenemiyor ya da çok sonra fark edebiliyor. Ben onunla aslında devam edemezmişim, olmazmış çünkü aklım, fikrim, kalbim onunla değilmiş, sonradan fark ettim.” Gülümsedi, gözlerimi kısıp ona baktım. “Yani,” dedi geçiştirerek. “Aklım, fikrim, kalbim şu aptal özgürlük savaşındaymış işte, aklım ermezmiş aşka meşke.”
“Senin bir şeyleri geç fark edebilmene şaşırdım,” dedim başımı omzuma yatırarak. “Halbuki zeki bir adamsın.”
“Zekâyla bile alt edemeyeceğim bir duyguydu belki de,” dedi. “Ama haklısın, geç kaldım, bu benim en büyük aptallığımdı.”
Sessizleştiğimde başımı cama yaslayıp Derya'nın güzelliğini düşündüm. Filmlerdeki başrol kadınlar kadar güzeldi, Tugay da o adamlar kadar yakışıklı. Ben ise Eftalya Atalar'dım, başrol erkeğin hayatından geçip gidecek o kadındım aslında.
Fakat kalbim, Tugay'ın beni hayatının başrolü yaptığını söylüyordu; bunu bana hissettirmesi bile hayatım boyunca ona minnettar kalmam için bir nedendi.
Araç Tugay'ın evinin önünde durduğunda evin içinde tek bir ışık bile yanmıyordu, ikimiz dışında kimse yoktu, bir de Meryem odasında uyuyor olmalıydı.
Tugay sürücü koltuğundan indikten sonra benim kapımı açtı ve yeni yağmaya başlayan karların birikintisine basmamam için beni kucağına aldı. Bir kolu omuzlarımın altından geçerken diğer kolu bacaklarımın altından geçti. Kollarımı boynuna doladığımda bakışlarımı onun yüzüne sabitledim, o ise hafif bir tebessümle kapıya doğru yürüyordu.
“Benim evim olacaktı ve sen pencereden benim evime girecektin,” dedim gülümseyerek. “Çok büyük bir çılgınlıktı, nasıl da kaçırdın ama bunu?”
“Henüz kaçırmış değilim, Sevgili Avukat,” dedi sırıtarak. “Elbet bir gün o ev bitecek ve ben pencereden içeriye gireceğim. Hem baksana,” anahtarla kapıyı açtı ve içeriye girdikten sonra ayağıyla geri kapattı fakat beni yere bırakmadı. “Yatak odamın her yerini, tavanına kadar ayna yapma fikrim de vardı, unuttun mu?”
“Saçmalama,” dedim gözlerimi açarak. Omzuna hafifçe vurduğumda beni aşağıya indirdi. “Elbette bunu yapmayacaksın, bin tane Eftalya görmeye hazır değilim.”
Yavaş adımlarla mutfağa doğru ilerlerken peşimden geldi. “Fakat ben hazırım,” dediğinde sesindeki çekicilik başımı döndürecek derecedeydi. “İstediğim zaten bin tane Efta...” Ona öyle bir baktım ki lafını yarıda kesti. “Beni korkutuyorsunuz efendim, lütfen öyle bakmayın.”
Gözlerimi devirdim ve buzdolabını açtığımda ağzıma bir tane zeytin attım. “Acıktın mı?” diye sordu, Tugay.
“Evet,” dedim dudaklarımı bükerek. “Maalesef.”
Beni nazik bir şekilde diğer tarafa itekledikten sonra buzdolabının önüne geçti. “Sana bir sandviç yapayım,” dedi. “Sadece beş dakika ver bana.”
“Vay,” dedikten sonra tezgâhın üzerine oturdum ve bacaklarımı sallamaya başladım. “Gerçekten her eve lazım bir Suç Kralı’sın sen.”
Tugay güldü ve üzerindeki ceketten kurtulup gömleğin bir düğmesini daha açtı, sonrasında eldivenlerinden kurtulup gömleğin kollarını yukarıya doğru sıyırdı. Yutkunduğumda elini saçlarına geçirip dağıttı ve buzdolabından malzemeleri çıkarmaya başladı. O sadece buzdolabının önünde sandviç malzemeleri çıkaran bir adamdı, benim kanım niye ateş gibi kaynıyordu?
Sandviç ekmeğini açtığında ve malzemeleri tek tek yerleştirecekken bir anda onu durdurup, “Hayır,” dedim peyniri itekleyerek. “Bunu istemiyorum.” Tugay başını kaldırıp bana baktı ve sonrasında pişman bir şekilde başını salladığında peyniri hızlı bir şekilde gözlerimin önünden kaldırdı. Peynirli makarnadan sonra olabildiğince peynirden uzak duruyordum.
Sandviçimi hazırladıktan sonra tabağa koydu ve önüme itekledi, ardından mutfağın köşesindeki alkol dolabını açıp bir şarap şişesi çıkardı. Şişenin kapağını açtıktan sonra iki şarap kadehi çıkardı ve ikimize de kırmızı şarabı doldurup bir tanesini yine önüme itekledi.
Sandviçten kocaman bir ısırık aldım, şarap bardağını kafama diktiğimde son damlasına kadar içtim. Elinde kadehle durup bana baktığında kaşları havadaydı. Kendi bardağına baktı ve aynısını yaptığında gülmeye başladım. Bir kadeh daha doldurdu ve onu da kafama diktim, ardından bir kadeh daha. Hızlı hızlı içerken gözlerindeki şaşkınlık bir an bile olsun uzaklaşmadı ama keyif aldığı çok açıktı.
Sandviçin son lokmasını yediğimde, “Harikaydı,” dedim keyifle ve kadehi öne doğru uzattım. “Lütfen bir bardak daha doldurur musunuz efendim?”
Tugay başını omzuna düşürüp kadehi doldurdu ve şişenin sonuna geldiğimizi anladım. “Sanırım,” dedi ağız ucuyla. “Ne yapmaya çalıştığının farkındayım güzelim.” Bir şişe daha çıkardı ve yeniden kadehimi doldurdu. “Beni sarhoş etmeye çalışıyorsun fakat inat ettiğin için benden daha önce sarhoş olacaksın.”
“Hayır!” dedim, bardağı havaya kaldırıp gülmeye başladım. “Seni sarhoş edene kadar durmak yok.”
Başını iki yana salladı, karşıma geçtiğinde sallanan ayaklarım onun bacaklarına çarptı. Bir an bile durmadan biraz daha yaklaştı, sol eliyle bacaklarımı ikiye ayırdıktan sonra arasına yerleşti ve beni sertçe belimden tutup çektiğinde vücudum vücuduna yapıştı. Gözleri gözlerimin hizasındayken elindeki kadehi kafasına dikti ve gülümseyerek yüzüme bakmaya devam etti. O an dünyanın daha hızlı dönmeye başladığını, yüzünü birazcık bulanık görmeye başladığımı ve cesaretin damarlarımda kol gezdiğini fark ettim. Kahkaha atmaya başladığımda alnımı omzuna yasladım, kokusu öyle güzeldi ki diğer elimle de omzuna tutundum. “Demek o gün partiden çıkıp beni evine getirseydin böyle sarhoş edecektin, öyle mi?”
Tugay belimdeki elini yukarı aşağı hareket ettirirken sırtı açık elbisede verdiği his kanımın daha fazla alevlenmesine neden oldu. “Sen zaten sarhoştun,” dedi, geriye çekildi ve başımı kaldırdığımda aşağıdan ona baktım. Önüme gelen saçlarımı geriye doğru attığında gözlerimi kırpıştırıyordum. “Ve yine böyle bakıyordun.”
“Nasıl bakıyordum?” dedim.
“Dünyanın en güzel kızı, sıradan bir erkeğe hayran hayran bakıyordu,” dediğinde gülümsedim, eli saçlarımdan enseme doğru kaydı. “O gecenin en sıradan adamı bendim ve sen öyle güzeldin ki eğer çarpışmasaydık bile seni fark ederdim.”
“O an beni tanıdın değil mi?” diye sordum ve anılar zihnime dolarken kollarımı iki yana açıp heyecanlı heyecanlı, “seni gördüğüm o anı hatırlıyorum,” dedim. “Birine çarptım ve kocamandı! Upuzun boyu vardı, kokusu çok çekiciydi ve bakışları derindi. Tamam, bu kadarını hatırlamıyorum yalan söyledim ama hatırladığım tek şey o seksiliğindi.” Duraksadım ve elimle ağzımı kapattım. “Bu çok hadsizceydi değil mi?” Gülmeye başladı. “Terbiyesizce, kendini bilmezce...” Başını iki yana salladı. “Ama gerçekten de öyleydi, mesela o gün kafam güzel olmasaydı seni öpebilirdim, niye öpmedim ki?” Yanaklarımın kızardığını hissediyordum, Tugay ise ensemdeki saçları yavaş yavaş okşuyordu. “Sana bir itirafta bulunayım mı?” diye sordum. “Ben aslında oraya bir erkek tarafından davetliydim.” Tugay kaşlarını kaldırdı. “Üniversiteden birisiydi ve beni yılbaşı partisine çağırdı, normalde gitmezdim ama yapayalnızdım. Annem hep kadınların yalnız dolaşmasının rezalet bir şey olduğunu söylediği için onunla gitmeye karar verdim. Her neyse o gün buluştuk ve o partiye geldik, annemle kavga ettiğim için canım çok sıkkındı, ben de içmeye başladım. O adam da ben içtikçe sürekli sokulmaya başladı, amacını anladım tabii. Belki hoşlanırım diye düşündüm ama hiçbir şey hissetmedim. Sonra tuvalete gitmek için kalktığımda peşimden gelip beni sıkıştırdı. Sonrasını tam hatırlamıyorum, tekmeyi geçirmiş olmalıyım, ondan kaçarken de senle çarpıştık işte.” Nefesimi verdiğimde ona baktım. “Beni o gün haberin olmadan yine kurtarmış oldun kısacası.”
Boğazını temizledi, başını omzuna düşürdü. “Bir sapığı bile hatırlayıp beni sonradan anımsamışsın ama,” dediğinde sesinde kırgınlık yoktu ama bu hissi biliyordum. Fark edilme arzusuydu. “Madem o gece senin için bu kadar değerliydi, ben neden bu kadar kolay silindim?”
Utançla başımı iki yana salladığımda şaraptan daha büyük yudumlar aldım ve zaman kazanmaya çalıştım ama gözlerini benden ayırmıyordu. “Bilmiyorum,” dedim en sonunda. “Belki pişmanlıkla hatırlayacağımı düşündüğüm için belki seni arayıp bulurum diye belki de tamamen sarhoşluk. Şu an düşündüğümde hâlâ kalbimin atışını hissediyorum. Aslında Tugay, seni hapishanede ilk gördüğüm gün de öyle tanıdık gelmiştin ki...” Çenemi göğüs kafesine yasladığımda o da çenesini saçımın tepesine yasladı. “Keşke o gün bana numaranı bıraksaydın.”
Gülümsedi, ensemdeki eli belimin hizasına doğru hareket ettiğinde, “Numara değil,” dedi. “Ama seni taksiye bıraktıktan sonra bir cümle kurdum, onu da hatırlamıyorsun öyle değil mi?”
Pişmanlıkla başımı iki yana salladığımda, “Lütfen söyler misin?” diye mırıldandım. “Lütfen bu yaşlı kadına yardımcı ol...”
Güldüğünde, “Boş ver,” dedi ve geriye çekildi. “Belki bir gün hatırlarsın.” Dudaklarımı büktüğümde gözlerimin baygın baktığına emindim.
“Ama seni o hapishanede gördüğüm günü sayfa sayfa anlatabilirim,” dedim gönlünü almaya çalışarak. “Bir adam, gözlerini ayırmadan bana bakıyordu. İlk kelimeleri Sevgili Avukat, bakışları sert ama bir o kadar çekici. Mahkûm, canını yakmışlar ama o güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Sinir bozucu belli ama hayatımı hem kaydıracak hem de tamamen değiştirecek, o hayata dahil olduğumu hissettirecek.” Yutkunduğunda sağ eli çıplak bacağımın üstünde hafif hafif gezinmeye başladı. “Eğer seni kabul etmeseydim gerçekten o videoyu Krallık'a verecek miydin?”
“Kabul edeceğini biliyordum,” dedi işaretparmağımı iç bacağıma doğru hareket edip daireler çizerken. “Çünkü ilk an çok önemliydi, göz göze geldik ve sen beni dinledin. Biliyorsun değil mi, beni dinlemeyebilirdin.” Haklıydı, o gün etkisi altına almıştı.
“Peki,” dedim çekingen bir şekilde. “Diğer avukatların gibi mi olacaktım ben de?”
“Hmm,” dedi Tugay bacağımı hafifçe kaldırıp beline dolarken. Elbise yukarıya doğru sıyrıldı. “Diğerlerinden farklı olduğuna eminsin yani,” dedi alayla.
“Bilmem,” dediğimde kaşlarım çatıktı. “Bütün avukatların bacaklarını beline bu şekilde mi doluyordu?”
Tugay gülmeye başladı. “Genelde avukatlarımla bu mesafeden konuşmayı tercih ederim, özellikle erkek olanlarla.” Bacağımı okşamaya devam etti, ben ise sertçe omzuna vurdum, sarhoş oluyordum ve bunun farkındaydım. Gülmeye başladı.
“Diğer avukatlarından bir farkım olduğuna eminim,” dediğimde lafı değiştirmeye çalıştım. “Sonuçta örgütünü bile bana emanet ettin.”
“Zaten sana da aitti,” dediğinde başını salladı. “Sadece geç tanıştın.”
Başımı iki yana salladım. “Neden bekledin bu kadar?” diye sordum, solgun bir sesle. “Neden geç kaldın? Sen yokken ben...” Aklıma Kerem geldiğinde yutkundum, o da ne düşündüğümü anladı. “Neden Tugay? Neden daha erken değil?”
“Vardır bir nedeni, güzelim,” dediğinde diğer bacağımı okşamaya başladı, parmakları iç bacağımdan yukarıya doğru tırmandığında kasıklarım yanıyordu. “Vardır bir izi, vardır bir lekesi,” gözlerimin içine baktı, “vardır bir sözü.”
Başımı salladığımda şişedeki son damlaları kafama diktim, ardından yeni bir cesaretle, “Biliyor muydun?” diye sordum.
“Neyi?”
“Bizi.”
“Bizi,” diye tekrar etti.
“Bizi işte,” dedim utanarak. “Böyle olacağımızı.”
Gözlerini kıstığında diğer bacağımı da beline doladı ve kendini tamamen bana yasladı, elimdeki şarap bardağıyla onun boynuna dolandım. “Bizden kastın,” dedi yüzüme doğru yaklaşarak. “Senin benim,” kelimeleri tane tane tekrar etti, “sevgilim olman mı?”
Şu an sanki bir lise talebesi gibi heyecandan titreyemezsin Eftalya ama titremeye başladın. Utançla gülmeye başladığımda yanaklarım, kulaklarım her yerim kızarmıştı. Öyle bir güldüm ki o da bana katıldı. “Biz şimdi sevgili miyiz?” diye sordum yarı ciddi yarı alaylı. “Dünyanın en tuhaf çifti.”
O da güldüğünde, “Seninle tanıştığımda tek bir şey benim önümde engeldi,” dedi ve yüzüne ciddiyet bulaştı. “Parmağındaki o siktiğimin aptal yüzüğü. Seninle ne olacağımızı elbette bilemezdim ama bir süreden sonra sana baktığımda ne istediğimi biliyordum.” Üzerime doğru eğildiğinde dudakları neredeyse dudaklarıma dokunacaktı. “Seni istiyordum. Sadece seni. Mahkûmiyetime rağmen seni istiyordum ve parmağında o aptal yüzük vardı. İnsan bir yüzüğü kıskanabilir mi? Bir süreden sonra minik bir halka düşmanım oldu benim.” Nefesi yüzüme çarpıyordu. “Ama sen de bana öyle bir bakıyordun ki o yüzüğü parçalamam gerektiğini bana söylüyordun. İlk ne zaman emin oldum biliyor musun o yüzüğün anlamsız olduğuna?” Kulağıma doğru eğildi, fısıltısı beni cezbederken, “Revirde elimi tuttuğunda,” dedi. “İlk temastı ama birçok şey barındırıyordu, sonrasında hiçbir kuvvet beni durduramazdı, o yüzük bile. Durdurmadı da.”
Yutkunduğumda, “Ya gerçekten sevdiğim biriyle nişanlı olsaydım?” dedim sorgulayarak.
Tugay bu ihtimali yok etmek istiyormuş gibi, “O zaman mahkûm Tugay Demir Çeviker olurdum, senin mahkûmun olmazdım,” dedi. “O zaman sen de sadece avukat olurdun, Tugay Demir Çeviker'in gözünden bile sakındığı Sevgili Avukat’ı olmazdın.”
Dürüst bir itirafla, “Kerem'i sevmeye çalıştım,” dedim.
“Biliyorum.”
“Ve sevemedim.”
“Biliyorum.”
“Ve pişmanım.”
“Biliyorum.”
“Ve o aptal yüzüğü parçaladığın için sana sonsuza dek minnettar kalacağım.”
Tugay gülümsedi, gözlerinin içinde güneş açtı sanki. “Minnettar kalma sadece,” dedi kısık bir sesle. “Bu kez benim yüzüğümü tak parmağına, kelepçeden değil, hislerden gelsin, bizi birbirimize bağlasın.”
Dudaklarım aralandığında bir şey söyleyecek gibi oldum, ardından sustum ve bir kez daha dudaklarımı araladığımda sertçe omzuna vurup, “Bana şunu yapma!” diye bağırdım. “Heyecandan bayılacak gibi oluyorum!”
Tugay gülmeye başladığında, “Ben ciddiydim,” dedi ve sol elimi kaldırıp yüzükparmağımın üzerine bir öpücük kondurdu. “Bir yüzük değil, Tugay Demir Çeviker'in parmağına taktığı yüzük inanılmaz yakışmaz mı benim güzelime?”
Gülmeye başladığımda alayla, “Evet, evet, evet!” diye bağırdım ve boynuna atıldığımda o da kahkaha atmaya başladı. Hiç şüphe bile etmeden beni havaya kaldırdı ve bacaklarım beline tamamen dolandığında kucağındaydım. Sol kolu belime sarılıyken sağ eli bacağımı sıkıca kavradı ve yukarıya doğru çıkarken jartiyerimdeki çakıya dokundu, gülümsedi, onu çıkarmak yerine daha yukarıya tırmandı ve parmaklarını sürterek geri aşağıya indiğinde mutfaktan çıkmak için adımladı, ben de tezgâhın üzerindeki şarap şişesini aldım.
Merdivenleri ben kucağındayken çok rahat bir şekilde çıktı. Odasına girdiğimizde küçük adımlar attı, beni bir koltuğa bıraktığında gözlerim arkama doğru döndü ve piyanoyla karşılaştım. “Ne?” dedim gözlerim kocaman açık bir şekilde. “Buraya getirmişsin!”
Tugay gülümsediğinde bir yandan kasıldığını da hissedebiliyordum çünkü uzun zamandır piyano çalmadığına emindim. “Senin evindeki çatı katına gidene kadar benim odamda durması gerektiğini düşündüm,” dedi gülümseyerek. Üzerindeki çarşaf kaldırılmış, tozu alınmıştı. Siyah piyano öyle temiz görünüyordu ki sanki piyano çalmayı hiç bırakmamıştı. “Ama...” duraksadığında yutkunduğunu fark ettim. “Çok uzun zaman oldu çalmayalı. Unutmuş bile olabilirim ve...” Sol eline baktığında bir kez daha yutkundu. “Bu, yetersiz biraz, eksik kalacağıma eminim ve...”
Uzanıp sargılı sağ elini tuttum ve onu kendime çektiğimde ben oturuyordum, o ise ayakta önümdeydi, sanki dizlerimin üzerine çökmüşüm gibi görünüyordum. “Ben,” dedim dudaklarımı ıslatarak. “Buradayım, sana yardım edeceğim, söz veriyorum.”
Eli, çenemin altını tutunduğunda bana öyle çekici bir ifadeyle baktı ki dudaklarım aralanmak zorunda kaldı. “Biliyorum,” dedi fısıldayarak ve başparmağı altdudağıma sürtündü. “Bugün benim sol kolum sen olacaksın ve ben bu piyanoyu da sadece senin yanında çalacağım çünkü sensiz çalamam, sensiz hiçbir anlamı olmaz.”
Piyanonun üzerine bıraktığım şarap şişesini kafasına dikti ve büyük yudumlar içtikten sonra şişeyi geri bıraktı ve hemen yanıma oturdu. Gömleğinin kollarını biraz daha yukarıya çektiğinde kol kasları gömleği zorluyordu. Boynunu çıtlattı ve sonrasında bana baktığında büyük bir heyecanla ona bakıyordum, gözlerim de kocamandı biliyordum. Tugay piyanoya parmaklarını yaslamadan önce bacaklarımı tutup bacağının üzerine attı ve bu şekilde ona daha yakın olmamı sağladı. “Böyle,” dedi bacağımı okşarken. “Çok daha iyi.”
Bu heyecanım sarhoşluktan olmalıydı çünkü çok tuhaf bir heyecandı, hissettiğim bambaşka bir çekimdi. Sanki vücudundaki kan akışını bile görebiliyordum; boynundan, şakağından, dudaklarından, ellerinden... Bulduğum her noktadan öpme arzumu durduramıyordum. Ona dokunmalıydım, ona bu gece dokunmazsam nefes alamazmışım gibi geliyordu.
Bakışlarını piyanoya çevirdi, bir kez daha şişeden kocaman yudumlar içti, boynunu çıtlattığında elleri piyano tuşlarının üzerinde kaldı. Sabırla onu bekledim ama saniye dakikaya dönüştüğünde başımı omzuna yaslayıp sol elimi sol elinin üzerine götürdüm. “En son ne zaman çaldın?” diye sordum.
“Hapishaneye girmeden önceki gece,” dediğinde sesi kısık bir fısıltı gibiydi ama azap gibi de geliyordu kulağa. “Anneme bir veda gibiydi. Bir daha dokunmayacağımı biliyordum ama bunun nedeninin tek kollu bir adam olduğum için çaresizlikle çalamayacağımı düşünmemiştim.” Başımı iki yana salladığımda nefesini verdi. “Sanırım yapamayacağım,” dedi hem utançla hem de tedirginlikle. “Bence rezil olmama hiç gerek yok.”
“Rezil olmayacaksın,” dedim ve elimi sakince sol elinin altına yerleştirdim. “Farz et ki bana öğretiyorsun, Tugay. Hem insan tek eliyle de piyano çalabilir, ben de senin sol elin olayım, beraber çalalım, olmaz mı?” Çenemi yaslayıp ona baktığımda bakışları bana döndü, dudağıyla dudağım arasında bir nefes kadar bile boşluk yoktu. “Lütfen,” diye fısıldadığımda yutkundum. “Yapamazsan da olmadı der geçeriz, güzel bir anı olarak kalır. Hem bak ben de piyano çalamıyorum, sen de çalamamış olursun, beni yalnız bırakmazsın.”
Gülümsediğinde dudaklarını alnıma yasladı ve uzun bir süre öptü, sanki teşekkür ediyormuş gibi. Onun dudaklarının temasıyla bile sanki yeryüzüyle gökyüzü yerini değiştirdi. Piyano hemen pencerenin yanındaydı, kar taneleri gökyüzünden dökülüyordu ve o, harika bir tablo gibi bütün güzelliğiyle karşımdaydı. Bu hayatımın en güzel anlarından birisiydi, sarhoşluktan değildi, aklı başında halimle de ona bu denli hayrandım ama şimdi gizleyemiyordum da. Ve o sarhoş bile değildi, bir gün onu da delicesine sarhoş etmek için her şeyi yapacağımdan emindim.
Yeniden piyanoya döndüğünde sol elini elimin üzerine tamamen yerleştirdi, büyük bir nefes verdi, ardından sağ eliyle bir tuşa bastı. Bana ise, “İşaret,” dedi parmağımı belli ederek. Aynı şekilde işaretparmağımı tuşa bastığımda durmaksızın devam etti ve diğer eliyle tuşlara basmaya devam etti, bana ise parmaklarım için komutlar verdi. Onun kadar hızlı olmasam da bütün komutlara uydum ve ortaya yavaş yavaş bir melodi çıkmaya başladı. Odanın içine müziğin sesi dolduğunda sağ eli sargılı olmasına rağmen öyle hızlıydı ki her hareketinde aslında tek eliyle bile harika çaldığını fark edebiliyordum ama bana verdiği komutlarla müzik öyle bir tamamlanıyordu ki ben gerçekten onun sol eli olmuştum.
Parmaklarının her hareketinde kolundaki damarlar açığa çıkıyor, gözleri yoğunlaşıyor, vücudu kasılıyordu. Ben ise müzik yükseldikçe ona daha fazla hayran kalıyordum.
Müziğin sesi yükselirken sanki benim varlığımı bile unuttu ve kendisini müziğe öyle bir kaptırdı ki ben de farkında olmadan artık vermediği komutlarla ona ayak uydurmaya çalıştım. Öyle harika, öyle güzel çalıyordu ki gözlerimin dolduğunu hissettim, bakışlarım ona döndüğünde gözleri kapalıydı. Her tuşa basışı bana bakışı kadar narindi ama müzik aramızdaki çekim kadar da sertti. Müziğin ritmi yükselirken kendisinin tek başına çaldığının farkında bile değil gibiydi, benim tek yaptığım ayak uydurmaktı. Nemli dudakları aralandı, nefesini verdi ve başını eğdiğinde büyüleyici bir tablodan farksız değildi.
Boştaki elimle şarap şişesini aldım ve kafama diktiğimde gözleri açıldı. O kadar yoğun bir şekilde bana baktı ki şişeyi onun dudaklarına yasladım, büyük yudumlar içmesine neden oldum. Geriye çekildiğinde gülümsedi, ben de gülümsediğimde gözleri dudaklarıma kaydı, sağ eli hâlâ piyanonun üzerinde dans ederken bakışları dudaklarımda bana doğru yaklaştı, ardından ıslak dudaklarını dudağımın altında hissettim. Dili yukarıya tırmandı ve sonrasında dudağımın kenarını emdiğinde şarabı aldığını fark ettim. Karnıma heyecandan şiddetli bir ağrı girdiğinde burnu burnuma dokunurken, “Kucağıma gel,” diye fısıldadı. “Hemen, daha fazla yaklaş bana.”
Kalbim delicesine çarparken ikiletmeden bacaklarımı iki yana açtım ve kucağına oturduğumda ellerimi ensesinde birleştirdim. Gözlerimin içine bakarken tek eliyle çalmaya devam ediyordu ve hızlı nefesi yüzüme çarpıyordu. Elbisem yukarıya doğru çıkmıştı, göğüs kafesim ona yaslıydı ve bacaklarımın arasında onun her zerresini hissediyordum.
“Tugay,” diye fısıldadığımda dudakları dudaklarıma yaklaştı, çeneme dokundu ve sonrasında çene çizgimde dolaşıp boynuma doğru indiğinde nefesini boynumda, ıslak dudaklarını tenimde hissettim. Müzik devam ederken dudaklarını boynumdan omzuma doğru yavaş yavaş indirdi, her öpüşünde nefes alışım değişti ve yeniden yukarıya çıktığında ensesindeki ellerim saçlarını kavradı. Çalmayı bırakmadı, hem müzikle dans ediyordu hem de benim tenimle. Bu an hayatım boyunca bir daha denk gelemeyeceğim kadar güzel bir andı, masal gibiydi.
Nefes boşluğumdan öptü, yeniden boynuma çıktı ve dudaklarını diğer omzuma sürttü. Yukarıya doğru çıktığında dudakları yanağımdaydı, ardından şakağımdaydı ve burnumun ucundaydı. Alnı alnıma yaslandığında sol eli belime yerleşti, sağ eli ise zorlukla çalmaya devam etti ama artık tek bir eli olmasından ziyade hızlı nefeslerinden kontrol edemiyordu.
Alnını alnımdan çektiğinde göz göze geldik. O göz göze gelişimizde sanki ateşler yeniden yandı, ikimiz arasında daha önce belki bu kadarına denk gelmediğim bir çekim oluştu. Sol eli kalçama doğru indiğinde yutkundu, bacaklarımın arasında daha fazla sertleştiğini hissettim. Tırnaklarımı ensesine geçirdiğimde gözlerim dudaklarından bir an bile ayrılmadan elime şarap şişesini aldım ve onun dudaklarına yasladım, sarhoş değildi, görebiliyordum ama benim için dünya öyle hızlı dönüyordu ki hem heyecan hem onun kollarında arzuyla yanıp tutuşurken beni tarif edebilecek herhangi bir duygu yoktu.
Tugay gülümsedi, şarap şişesini kendi dudaklarıma götürdüğüm anda sol eliyle şarap şişesinin arkasını havaya kaldırdı ve şarap, çenemden göğüs kafesime doğru döküldüğünde soğukla ürperdim ve şaşkınlıkla ona baktım. “Tüh,” dedi fısıldayarak. “Bu kez de ben senin üzerine şarap döktüm.” Şarap çenemden göğüs kafesime, oradan da göğsümün arasına hareket ederken kendisinin gitmeden önce koyduğu gül de şaraba bulanmıştı.
Bulanmıştı bulanmasına ama bu hareketi hem çok daha fazla heyecanlandırdı hem de gerçek, hiç hatırlamadığım bir anının zihnime dolmasına sebep oldu. Beni taksiye bindirmeden hemen öncesiydi, sırtım araca yaslıydı, o hemen karşımdaydı ve şimdi bana kurduğu o cümleyi hatırlıyordum.
Ben hatırlıyordum.
“Hatırlıyorum,” diye fısıldadım müziğin son notalarına basarken. “Bana ne söylediğini.”
Gözleri parladı, nefesini verdi. “Söyle,” dedi baskın bir sesle. “Ne söyledim?”
“Ya öleceğim,” dedim onun söylediğini tekrar ederek. “Ya da sana âşık olacağım.” Yutkunduğumda heyecandan göğüs kafesim kalkıp iniyordu. “Ya beni öldür ya da sana âşık olup uğruna ölmeme izin ver.”
Müzik durdu, ellerim, vücudum, her yerim titrerken çok yoğun bir şekilde bana baktı, ardından dudakları dudaklarımın üzerine sertçe kapandığında sırtım piyanonun tuşlarına çarptı, odanın içini sert bir ses doldurdu.
Sağ eli çenemi tuttuğunda, sol kolu belime sıkıca dolandı. Dudakları dudaklarımın üzerinde bir süre o şekilde kaldı, şarabın tadı onun dudaklarında çok daha güzeldi. Hareket ettiğinde üstdudağımı dudaklarının arasına alıp işkence çektirecek kadar yavaş bir şekilde emdi ve sonrasında dilini emdiği yerin üzerinde gezdirdiğinde bu kez altdudağıma geçti.
Ensesindeki saçları sıkı bir şekilde kavradığımda derin nefesler verip alıyordum, tenimde şarap geziniyor, soğuğu ürpertiyor, onun sıcağı beni yakıp kavuruyordu. Sağ eliyle çenemi daha sert bir şekilde kavrarken dişlerini dudaklarıma geçirip çekiştirdi ve yeniden öptüğünde nefesini sesli bir şekilde verdi. Bacaklarım heyecandan titremeye başladığında dengemi sağlamakta zorlanıyordum, sırtımı yasladığım piyanodan yükselen sesler kanımın daha fazla alevlenmesine neden oluyordu.
Bir anda Tugay beni belimden kavrayıp kaldırdığında dudaklarını dudaklarımdan bir an bile olsun ayırmadı ve bacaklarım onun beline dolanmış bir şekildeyken beni piyanonun hemen yanındaki duvara yasladı.
Sırtım duvara çarptığında ensesindeki saçları sertçe kavradım, sağ eliyle elimi tutup duvara yasladı ve ağırlığını benim üzerime daha fazla verip dilini dudaklarımda gezdirdi. Nefes seslerim inleyişlere dönüştüğünde bileğimi daha sıkı kavradı, yüzünü geri çekti ve benimle göz göze geldi. Gecenin karanlığından, camdan vuran ayışığından başka hiçbir şey yoktu ama ben onun tutkudan parlayan gözlerini öyle net bir şekilde görüyordum ki daha fazlasını isteme arzusuyla bu kez ben onun dudaklarına yapıştım ve elim gömleğinin düğmelerine gitti. Heyecandan titreyen ellerimle düğmeleri açamadığımda daha fazla uğraşmadan ikiye doğru açtım ve birkaç düğme yere düştü. Tugay, dudakları dudaklarımın üzerindeyken güldüğünde bu kez ben onun dudaklarını ısırdım.
Cayır cayır yanıyordum ve sönebilmek mümkün bile değildi. Dudaklarımı dudaklarından ayırdığımda dişlerimi çenesine geçirdim ve Tugay, belimden tutup beni kendisine daha fazla yasladığında sağ eli bacağımda dolaştı. Dudaklarım boynunda izler bırakırken nefes sesim gitgide yükseliyordu ve bunu engelleyemiyordum.
Tugay, jartiyere takılı olan çakıyı çıkardığında lastik sertçe bacağıma çarptı, dudaklarımdan inleme döküldüğünde başımı geriye yatırdım, saçlarım omuzlarımdan onun omuzlarına döküldü. Sol kolu belimden sıkıca kavrarken, dudaklarını tenimden uzaklaştırdı ve gözlerim gözlerine dokunana kadar bana bakmaya devam etti. En sonunda göz göze geldiğimizde gülümsedi ve çakının kilidini açtıktan sonra sivri tarafını bana doğru yaklaştırdı. Ucunu hafifçe omzumda gezdirdi, boynumda ardından daha aşağıya indi. Verdiği his, kanımın daha fazla alevlenmesine neden oldu.
Ne yapacağını anlamadığımda bir anda çakıyla elbisenin ipini kesti ve sol taraf aşağıya düştü, elim heyecanla elbiseme gittiğinde elinde çakı olan eliyle elimi kavradı ve yeniden duvara yasladıktan sonra dudaklarını göğüs kafesime dokundurup dökülen şarabı emmeye başladı. Dilinin her darbesinde artık nefes değil, inlemeler dudaklarımdan dökülüyordu.
Şarabın bıraktığı izleri dudaklarıyla emdikten sonra diğer ipin askısını da çakıyla kesti ve elbiseyi üzerimde tutan tek şey onun bana yaslı vücuduydu.
Göğüslerim onun çıplak göğüs kafesine yaslıyken, “Tugay,” diye inledim, bu kez dudakları diğer şarap lekelerini emmeye başladı, çenemden dudaklarıma çıkarken ellerimle omuzlarından destek alarak tırnaklarımı geçirdim ve kendimi engelleyemeyerek kalçamı hareket ettirdim. Bu kez onun dudaklarından hırıltılı bir nefes döküldüğünde sertçe üzerindeki gömleği söker gibi çıkarıp yere fırlattı, tırnaklarım sırtındaki o darbe izlerine dokundu, acıyla değil, şehvetle. Tugay'ın dudakları ise dil darbeleriyle birlikte tenimde gezinirken köprücükkemiğimde dişlerinin izini bıraktı.
Dudakları yeniden iki göğsümün arasına doğru ilerken kırmızı gülü gördü ve güldüğünde sağ eliyle elimi bırakıp çiçeği eline aldı. Gözlerimin içine bakarak, “Bu sanırım,” dedi derin bir sesle, sesi bile öyle çekici geliyordu ki çıldıracak gibiydim. “Tek saklayacağım çiçek olacak, bana ait. Çerçeveletip komodinime koymam gerekecek.”
Hafifçe geriye çekildiğinde ayaklarım aşağı doğru düştü, elbise vücudumdan kaydı ve sadece altımdaki iç çamaşırımla karşısında kaldım.
Gözleri gözlerimden ayrılmadı, sakince ayaklarımı yere indirdiğinde elleri beni keşfetmek istiyormuş gibi boynuma dokundu, hafifçe sonra göğüs kafesime, ardından karnıma. Tüy gibi hafif ama ateş gibi yakıcı.
Dudakları zamana meydan okuyacak kadar yavaş bir şekilde alnıma dokundu, ardından burnumun ucuna, dudaklarıma sürtündü, oradan çeneme. Her hamlesinde dizlerim titredi, dengemi sağlayan yine sadece oydu. Çenemden boynuma indi, boynumdan omzuma ve omzumdan göğüs kafesime doğru. Bakışları lekelerimin üzerinde dolaştığında şehvet dolu bakışlarına resmen hayranlık oturdu.
Dudaklarını iki göğsümün arasına yasladı, ardından dili sol göğsümün üzerinde dolaştığında ve ucunda daireler çizdiğinde, “Tugay!” diye inledim ve omzuna sıkıca tutundum. Diğer göğsüm için de aynısını yaptığında saçlarını sıkıca kavradım, öyle yavaş ve bazen öyle sert nemli dudaklarını hissediyordum ki aldığım nefes artık yarım çıkmaya başlamıştı.
Gökyüzündeki güneş ve mahkûmiyetindeki hücre... Şimdi ikisi de alev alev yanıyor gibiydi, biz ise ne kadar yanarsak yanalım sönmüyorduk.
Dudakları göğsümden aşağıya doğru indi, yavaşça dizlerinin üzerine çöktü, Tugay Demir Çeviker karşımda tutkuyla dizlerinin üzerine çöktü.
Karnımdan öptü, ardından dudaklarını uzaklaştırmadan daha aşağıdan... Kasıklarımın üzerine geldiğinde aşağıdan bana baktı, dizlerim öyle bir titriyordu ki nasıl ayakta durabiliyordum bilmiyordum, özellikle bana bakan ela harelerindeki o istek kasıklarımdaki kanın daha fazla kaynamasına neden oldu. Elleri bacaklarıma dokundu ve parmakları bacaklarımda dolaşmaya başladı.
Siyah iç çamaşırımın üzerinden kasığımdan öptü, daha aşağıya indiğinde nefesini verdi, dudaklarımın arasından çıkan inleme sesiyle kadınlığımdan ve sonra bacaklarımın içinden öptü. “Tugay,” dedim ağlamaklı bir sesle. “Delireceğim.”
Doğruldu, beni yeniden kucağına aldı. “Ben çoktan delirdim,” dedi dişlerinin arasından. “Ve bir tek senin için deliriyorum, geçmeyecek bu hiçbir zaman.” Bacaklarım beline dolandığında yatağa doğru döndü ve beni yatağın üzerine attığında bir süre çıplak vücudumu izledi. Sonrasında dizini yatağa yaslayıp o cüssesiyle üstten üstten bana baktı. Hayır, asıl nefes kesici görüntüsü tam olarak şu an beni izleyen yarı çıplak tutku dolu Tugay Demir Çeviker'di.
Birkaç titrek nefes verdikten sonra üzerime çıktı ve diziyle bacaklarımı iki yana doğru açtı.
Üzerime ağırlığını verdiğinde erkekliği tam kadınlığımın üzerindeydi ve verdiği his kalçamı hareket ettirmeme neden oldu. Tugay bu hareketimden sonra sol koluyla belimi kavradı ve beni kendisine daha fazla yasladı. Şimdi her parçası sanki benimle beraberdi ve onunla bütün olmak için çıldırıyordum.
Ben hayatım boyunca başka kimseyi bu kadar arzulayamaz, başka hiçbir adam için böyle deliremezdim. Dudaklarının her darbesi öyle bir baştan çıkarıcıydı ve her teması öyle bir tutku doluydu ki bir kez daha dokunsa parçalara ayrılacakmışım gibi hissediyordum.
Tırnaklarım ensesinde, sırtında gezindi ve sonrasında göğüs kafesine doğru indi, göğüs kafesinden karnına ve oradan...
Bir anda elimi tuttuğunda gülümseyerek başını iki yana salladı. “Sevgili Avukat,” dedi, öyle bir Sevgili Avukat’tı ki sanki daha önce hiç söylememiş gibiydi. “Sevgili Avukat,” dedi bu kez dişlerinin arasından ve bakışlarındaki ifade değiştiğinde yeniden dudaklarıma yapıştı, bu kez daha sert. Kalçası hareket etmeye başladığında dudakları öyle bir öpüyordu ki çok daha fazlasını istiyor gibiydi. Sağ eli sıkıca çeneme, boynuma ve oradan da göğüslerime doğru hareket ettiğinde inledim, o da benimle aynı anda inledi. Parmakları göğsümde dans ederken bazen acı verici şekilde parmaklarıyla beni tatmin ediyordu, bu acı hoşuma gitmişti, Tugay'ın sık nefesleri ise yüzümde geziniyordu.
Sağ eli aşağıya doğru karnımdan kasıklarıma indi ve parmağı iç çamaşırımın kenarını sıyırdığında belim kavislendi, elim sertçe saçlarını kavradı. İç çamaşırımı çıkarmadı, sağ elini iç çamaşırımın içine doğru itekledi ve parmakları kasıklarımda gezinip en hassas noktama doğru indiğinde geriye çekilip yüzüme baktı, dudaklarım aralıklı bir şekilde dudaklarına doğru, “Tugay,” diye inlediğimde dudağımdan öptü ve geri çekti, bir kez daha yaptı bunu ve bir kez daha. Yeniden öptüğünde parmağı en hassas noktamda yavaş yavaş daireler çizmeye başladı, her hareketinde daha fazla inledim, terliyordum ve kalbimin atışı artık kulaklarımdaydı.
Dudakları dudaklarımdan ayrıldı ve sonrasında lekelerimin olduğu yerlerden öptüğünde yeniden göğüslerime doğru yöneldi. Aldığı her nefes hırıltılı bir şekilde dudaklarından dökülürken, “Sikerim özgürlüğü,” dedi edepsiz bir şekilde. “Bu hayatta senden başka hiçbir şey istemiyorum ben. Bir tek sen, senden başka her şeyi yok ederim, sadece sen.”
Parmağının uyguladığı daireler hızlanmaya başladığında başını kaldırdı ve yüzümü görmek istiyormuş gibi bana baktı. Gözlerimi kapattığımda protez elini çeneme yerleştirdi, gözlerimi geri açtım ve ela gözleri beni öyle bir izliyordu ki bakışlarını görüp de dağılmamak zaten imkânsızdı.
“Tugay,” diye fısıldadığımda artık heyecandan sesim bile çıkmıyordu. Saçım dağılmıştı, ter içindeydim ve vücudum zevkten titriyordu. Beni öptüğünde bu kez sert değil, yumuşaktı ama daha fazla meydan okuyordu. Yavaşça dudaklarımı emerken daireler de bir o kadar hızlıydı. İnlemelerim düzenli bir hal aldığında o da nefesini ağzıma veriyordu.
Bir anda beni kaldırdığında kucağındaydım, eli hâlâ kadınlığımdaydı ve dudakları dudaklarımın üzerindeydi. Omuzlarına tutunduğumda ve alnımı omzuna yasladığımda saçlarım vücudumu örtüyordu. Artık onun elinden ziyade ben de onun için kalçamı hareket ettiriyordum.
İnlemeler minik çığlıklara dönüştüğünde omzuna dişlerimi geçirdim ve başımı yavaşça kaldırdığımda o görüntüyle karşılaştım.
Aynadaki halimizle.
Hasarlı ve geniş sırtı aynaya dönüktü, karanlıktı ve ben kucağında dağılmış bir vaziyetteydim, kahverengi saçlarım ikimizi örtüyordu. Kendimi gördüğüm an utanmam gerekirdi belki de ama ben kendime bakarken derin bir nefes verdim ve yeniden ona döndüğümde bunu bilerek yaptığını anladım, güzelliğimi göstermek için.
“Şu an,” dedi fısıldayarak. “Hiçbir kelime bu gördüğüm güzelliği tanımlayamaz ama aynalar gerçeği gösterebilir, benim güzelim.”
Gülümsedim, anladı ve bu kez ben dudaklarımı onun dudaklarının üzerine örttüğümde zirvede olduğumun farkındaydım, o da farkında olmalı ki hareketlerini yavaşlattı. Nefesimi dudaklarına verirken, “Tugay,” dedim heceleyerek. “Tugay.” Adını seviyordum. “Tugay.” Tenini seviyordum. “Tugay.” Kokusunu seviyordum. “Tugay!” diye sesim yükseldi ve tek bir darbesiyle daha düşeceğimi biliyordum.
Durdu, geriye çekildi, gözlerimin içine baktı ve bir kez daha hareket ettiğinde dağılarak, “Tugay!” diye inlediğim an dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve kollarım ona dolanırken kasılarak titremeye başladım. “Tugay,” dedim titremeye devam ederken ağzına doğru. “Tugay,” dedim bir kez daha. Adını seviyordum, tenini seviyordum, kokusunu seviyordum.
Vücudum bir çuval gibi kucağında dağıldığında Tugay, elini iç çamaşırımdan çıkardı ve ona dolanan omzuma bir öpücük kondurdu, ardından her zamanki gibi sol avcumun içinden öptü. Kasıklarımı, bacaklarımı, kollarımı, vücudumu hissedemiyordum.
Tek hissettiğim yer kalbimdi; delicesine, onun için atan kalbimdi.
Adını seviyordum, tenini seviyordum, kokusunu seviyordum. “Tugay,” diye fısıldadım omzundayken. Ve kendime bir kez daha itiraf ettim.
Ben Tugay'ı delirecek kadar çok seviyordum.
Hayır, ben delicesine Tugay'a âşıktım.
Kollarını belime sardığında yerde şarap lekeleri, elbisem ve yatağın üzerinde gül vardı... Bitmiş bir şarap şişesi. Hepsi bir fotoğraf karesi gibi gözlerimin önündeyken düşünebildiğim tek bir şey vardı, ona olan tarifsiz aşkım.
“Tugay,” dedim ama bu kez devamını getirdim. “Sana bir şey söyleyeceğim ve hiçbir cevap vermeni istemiyorum.” Sessizce bekledi ama onun da hızlı atan kalbi, benim kalbimin üzerindeydi. “Bu bir konser,” dedim elimi kalbinin üzerine yerleştirerek. Başımı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. “Bu bir kaçış,” dediğimde kastettiğim gözleriydi. Elim yüzünü okşadı. “Bu bir sanat,” dediğimde gülümsedim. “Duy,” dediğimde kastettiğim kalplerimizin atışıydı. “Bu bizim şarkımız.” Dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. Nefesimi verirken, “Bir avukat,” dediğimde neredeyse fısıldıyordum, “bir müvekkiline âşık oldu.” Yutkunduğumda kalbim daha da çok hızlandı. “Avukat Eftalya Atalar, Suç Kralı Tugay Demir Çeviker'e âşık oldu.” Başımı salladım, vücudum yanıyordu. “Ya sevecektim ya ölecektim,” dedim tane tane konuşarak ve gözlerimi gözlerinden ayırmayarak. “Her ikisini de göze aldım ve ben sana âşık oldum.”
Paragraf Yorumları