logo

53. BAŞKA BİR HAYAT

Views 190 Comments 0

Yankı Sarca'nın güncesinden...

08.04.2020

İnsan yeniden de doğabiliyormuş; bunu bugün yeniden doğduğumda fark ettim.

Bir de...

:)

"Yedinci Sokak Nöbetçisi, Yankı"

"Sonuncu Sokak Nöbetçisi, Yankı"

Sokak Nöbetçileri'yle tanışmadan önceki hayatımı artık mutsuz sonlu bir film veya kötü biten bir kitap gibi anımsıyordum hatta bazen öylesine uzak geliyordu ki, sanki kulağıma birisi o anıları fısıldıyor ve ben de onları fısıldayan kişiye içten içe üzülüyordum.

Hâlâ bazı geceler, o günlerin kâbuslarıma girdiği oluyordu. Küçük Helin'in. Küçük Saye'nin. Yetiştirme yurdunda büyüyen Helin'in. Sonrasında kumarhanede zorla çalıştırılan Helin'in. Ekip'in elinde şiddetle kendini korumayı öğrenen Helin'in.

Hatta bazı geceler Sokak Nöbetçileri'yle ilk tanıştığım günleri de görüyordum; eskiden olsa rüya derdim ama şu an kâbus olduğunun farkına varıyordum çünkü onların iyisini bilmeden, bana yaptıkları kötülüğü bile iyi kabul etmeye çalışmıştım. Belki de bana yapılan en hafif kötülükler olduğu ya da ben en hafifleri olarak kabul etmek istediğim içindi.

Dün gece ise bir rüya görmüştüm. Bozcaada'da yaşarken tek güzel anım, deniz kenarına giderek banklardan birine oturup denizi değil, insanları izlemekti. Küçük çocuklar mutluydu, çiftler eğleniyordu. Yaşlılar huzur buluyordu.

Ben onları izleyip hayal kuruyordum.

Dün gece rüyamda bu anının içindeydim ama tek bir farkla: Sokak Nöbetçileri de vardı ve onları uzaktan izliyordum. Tıpkı onları ilk gördüğümde karşımda bisikletleriyle durdukları gibi deniz kenarında duruyorlardı. Altısı da. Koza da vardı. Rüyamda büyük ihtimalle onlarla beraber büyümüştü.

Sahiden, Koza Sokak Nöbetçileri'yle büyüseydi belki de onları hiç tanımayacaktım ve uzaktan gördüğüm yabancılar olarak kalacaklardı. Belki başka bir Helin olacaktı, Yankı'ya âşık olacaktı. O Helin Bartu'yla şakalaşacaktı, Mutlu'yla gülecekti, Işık'tan güç alacak, Lâl'e sığınmak isteyecekti. Belki de Koza bu kadar acıya ve kine batmış bir adam olmayacaktı; onların arasına, benim yerime o kızı getiren kişi olacaktı ama iyilikle.

Başka bir kader ve başka bir evren.

Rüyamda altısı da mutluydu. Ben bir yabancıydım.

Kâbus muydu, rüya mıydı, tam bir tanımı yoktu; ta ki yanımda oturan küçük Helin'i görene kadar. Bana büyük bir mutsuzlukla bakıyordu, hep anımsadığım gibiydi. Hüzünlü bakışları, kirli kıyafetleri ve her an ölmeyi dileyen hisleriyle yanımda oturuyordu.

"Gitsene onların yanına," demişti rüyamda bana.

"Gidemem ki."

"Neden?"

"Çünkü bisiklet kullanmayı bilmiyorum ben, kimse de öğretmedi."

Çocukluğum bana dönüp bakmış, ardından, "Özür dilerim," demişti. "Öğrenemediğim için."

Uyandığımda kalbimde hem acı vardı hem huzur. Acının nedeni, başka bir evrende onlara yabancı olmamdı. Huzurun nedeni, gözlerimi açmamdı. Çünkü o hayatın içindeydim.

"Daldın," dedi tek eliyle mavi bisikleti tutan Yankı. Rüyamda hüzün ya da acı ona uğramamış gibiydi. Galiba güzel bir hayatı vardı. Hiçbir zaman Sokak Nöbetçisi olmayan Yankı Sarca nasıl olurdu acaba?

Aslında o Yankı Sarca bile olamazdı.

"Bir şey soracağım," dedim kendimi tutamayıp. Yankı merakla kaşlarını kaldırdı. "Başka bir hayatta çok mutlu olsaydın, çocukluğun yara almasaydı hatta mükemmel bir yaşantın olsaydı o evrende bulunmak ister miydin?" Turkuaz gözleri kısıldı. "Ailen yanında, hiç terk edilmemişsin, bu adam olmamışsın. Yankı olmamışsın mesela. Gerçek adınla var olmuşsun."

"Hep gerçeğimle var olmak istedim zaten," dediğinde yutkundum. "İsterdim," dedi bir an bile düşünmeden. "Şu an olduğum adam için değil ama küçüklüğüm için. Çünkü o da bir çocuktu."

Gözlerimi gözlerinden kaçırıp, "Anladım," diye mırıldandım.

Bana yaklaştı, parmakları çenemi kavradı ve yüzümü yüzüne çevirdi. "Ne oldu?" dedi hüznümü hissederek. "Canını sıkan ne?"

Onu özellikle doğum gününden önce hiçbir şekilde üzmek istemiyordum, kendimi de öyle. Bundan olmalı ki bütün acıların üzerini bir çarşafla kapatmıştım ama artık içimde de tutmak istemiyordum. "Peki, o hayatın içinde ben olmasaydım yine de ister miydin?" diye sordum.

Gözleri hafifçe açıldı, şaşkınlık mıydı ya da ne diyeceğini bilememek miydi anlamadım fakat sonrasında gülümsedi. Eli çenemden uzaklaştı, parmaklarının tersi yanağımı okşadı. "Senin olmadığın hiçbir kaderi istemiyorum," dedi net bir sesle. "Bütün acılarımın yok olacağını bilsem bile."

"Gerçekten mi?" dedim bütün o kalbimdeki kasvet uzaklaştığında. "Emin misin?"

"Bütün kalbimle hem de," dediğinde yanağımda olan parmakları saçlarımı okşadı. "Çocukluğum bile sana minnettarken o da bunu isterdi."

"Ah," dedim, duruşumu dikleştirip boğazımı temizledim. "Şimdi sen bana sor."

Gülümseyerek geriye çekildi. "Peki ya sen?"

"Hımm," dedim alayla. "Bana başka bir hayatta bir jet vereceklerse seni bile tanımazdım."

Eliyle çenesini sıvazladı, kaşlarını çattı. "Öyle mi?" dedi dudaklarını büzerek. "Mecbur Bartu'ya bir de jet çalmasını söyleyeceğim desene."

Kahkaha attığımda, "Buna asla hayır demezdi," dedim. "Sakın şakayla bile söyleme çünkü..."

"Çalar," dedik aynı anda ve güldük. Sonradan Yankı, "Madem jet istiyorsun," dedi. "Bu külüstürü de ne yapayım, elden çıkarayım o halde." Bisikleti gösterdiğinde dehşetle gözlerimi açtım. "Açık artırmayla ne kadara gider acaba bu? Kıymetli sonuçta."

"Jetim hakkında düzgün konuş, polisi ararım," dedim bisikleti kendime çekerek. "Daha onu sürmeyi öğreneceğim."

Bisikletin koltuğuna otururken beni engelledi. "Tek bir şartla öğretirim."

"Ne?" diye inledim. "Ne şartı?"

"Bin bakalım önüme, kısmına bir çare bulmamız gerek." Sırıttı.

"Nasıl bulacağız?"

"Benim çarem var," dedi sırıtmaya devam ederek. "Kabul edersen öğretirim."

Gözlerimi kıstığımda, "O çare, seni benim önüme mi bindirmem?" diye sordum.

Beklemediğim anda gür bir kahkaha attığında, "Çok komik şeyler canlandı gözümde," dedi gülmeye devam ederek. "Ama ona da tamam."

"Yankı, sen delirdin mi?" diye sordum ciddiyetle. "Ben seni nasıl taşıyayım?"

Kahkahası sırıtmaya dönüştü, sonra o bilindik haylaz bakışlarıyla bakmaya devam etti. Neredeyse yarım dakika baktıktan sonra her ne düşündüyse boğazını temizledi, bisikleti işaret edip, "Otur," dedi. "Otur lütfen. Otur artık..."

"Ay," dedim heyecanla ve üzerimdeki uzun, koyu yeşil elbiseyi baldırlarıma kadar sıyırdım. "Nasıl oturacağım? Böyle oturayım, değil mi?"

Yankı'nın dudakları aralandı, gözleri bacaklarıma kaydı, sonra bana baktı, ardından bacaklarıma bakmaya devam etti. Bakışları arkamızda kalan Sokak Nöbetçileri'nin evine yöneldi ve yeniden bana baktığında, "Helin," dedi. "Ciddi misin? Burada mı?"

"Ne?" Kaşlarımı kaldırdım. "Elbisenin etekleri tekerleklere dolanmaz mı?"

"Ha," deyip gözlerini açtı. "Ha, evet." Başını salladı, ellerini saçlarına geçirip yüzünü ovuşturdu. "Evet," dedi bir kez daha. "Dolanır. En iyisi koltuğa otur artık."

Gülümseyerek koltuğa oturduğumda elbise biraz daha yukarı sıyrıldı. Ellerimle bisikletin gidonunu kavradım ve hafifçe öne eğildim. Yankı beni izlerken, "Şimdi ne yapacağım?" diye sordum.

Boğazını temizledi, bakışlarını üzerimden çekip, "Şimdi ayaklarını pedallara koy," dedi. "Ben bisikleti tutacağım." Kalçamdan kalan boşluktaki koltuğa tutundu. Diğer elini ise sağ elimin tutuğu gidonun koluna koydu. Çekinerek ayaklarımı kaldırıp pedallara koyduğumda bisikletin dengesini sağladığı için dümdüz durmaya devam ettik. Yankı bir süre beni izledi, genişçe gülümsedim. "Şimdi," dedi en sonunda. "Pedalları çevir, düşmekten korkma, ben dengeni sağlamak için tutacağım seni."

Başımı salladım. "Beni tutuyorsun," dedim derin bir nefes vererek. İlk önce sol ayağımı, ardından sağ ayağımı hareket ettirdiğimde bisiklet yavaşça ilerledi, biraz daha baskı yaptığımda daha da hızlandı. "Yankı," dedim dönüp ona bakarak. "Şu an," gülmeye başladım, "sürüyorum galiba."

"Bana bakma," dedi yolu göstererek. "Tam karşına bak. Karşıya odaklan ve dik dur. Dengeni ben sağlıyorum ama seni bıraktığımda tek başına süreceksin ve düşebilirsin."

Başımı salladım ve gülümseyerek karşıya baktım. Pedalları biraz daha hızlı çevirdiğimde saçlarım yavaşça uçuştu ve elbise de öyle ama umursamadım. Sırıttığımda, "Sürüyorum," dedim kısık sesle.

Rüyamı anımsadım bir kez daha. Yanımda oturan küçük Helin'i. Bozcaada'yı. İzlediğim o insanları. Bisiklet sürmeyi hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi. Dayımın evinde pencere kenarında oturup o çocukları seyrettiğimi ve imkânsızı hissettiğimi.

Hayallerimde bile umutsuzluğu hissettiğimi.

Sonra Sokak Nöbetçileri'ni ilk gördüğüm günü düşündüm. Karşımda bisikletleriyle duruyorlardı. Kendime yeni itiraf ediyordum, onlara ait hissetmeme nedenlerimden biri de buydu. Çok tuhaftı, saçmaydı belki ama onların yanında bile bisikletimi süremezdim.

Bir hayalim gerçeklemişti, umutsuzluk yoktu, umut vardı.

"Yankı," dedim içten bir sesle. "Sürüyorum Yankı." Başımı istemsizce çevirdiğimde yanımda olmadığını gördüm, tek başıma sürüyordum. Dehşetle arkama baktığımda kollarını bağlamış, gülümseyerek beni izlediğini gördüm. "Yankı!" dedim şaşkınlıkla ve gülerek fakat tam o anda dengem sarsıldı. Birkaç saniye içerisinde kendimi yerde bulduğumda bisiklet başka bir tarafa, ben bir tarafa savruldum.

"Helin!" dedi Yankı yanıma koşup gelerek; bense gülmeye başladım, hem de bütün kuvvetimle. Yankı hemen eğildi ve beni düştüğüm yerden kaldırmaya çalıştı ama uzanıp gülmeye devam ettim. "Helin, bebeğim, iyi misin?" Yüzü görüş alanıma girdi. Bacaklarıma bakıp, "Dizin kanıyor," dedi.

"Bisiklet sürdüm," dedim gülmeye devam ederek. "Sonra bisikletten düşüp dizimi yaraladım. Çok güzel. Çok mutluyum."

Yankı yüzünü buruşturdu, sonra başını iki yana sallayıp o da güldü. Beni uzandığım yerde oturmamı sağlayacak şekilde kaldırdığında dizimi büktü. Hafifçe kanıyordu ve aşınmıştı, ayrıca dirseklerim de acıyordu.

Eğilip dizime üflediğinde gülüşüm tebessüme dönüştü. "Çok acıyor mu?" diye sordu. "Sert düştün." Bir kez daha üfledi. "İz kalacak gibi görünüyor."

Eğer hayatta olursak bundan belki on sene sonra Yankı'nın yanında otururken bir anda dizimi açıp güzel hatırlayacağım bir yara izim olacaktı. Böyle anılar çocukluğa dayanıyordu, biliyordum ama biz çocukluğumuzda tanışsak da o çocukluğu güzelliklerle süsleyememiştik. Vücudumdaki bütün izler, kötü anıların esaretindeydi ama bu yara izi, benim için ödüldü.

Bir tarafım, bundan on sene sonra hayatta olsam bile o yara izine baktığımda hüzünle hatırlama ihtimalimin olduğunu da bana fısıldadı. Belki de yanımda olmayacaktı ve ben bu yara izine baktığımda, onun üflediği anı düşünecektim. Belki de o...

Bu düşünceyi direkt zihnimden kovdum. Bugün kötü olan hiçbir düşünceye izin yoktu.

"Emin ol, en sevdiğim yara izim olacak," dediğimde bakışları gözlerime kaydı. "Bir daha deneyeceğim, kaldır beni." İlk önce karşı gelmek istedi fakat sonra ayağa kalkıp elini uzattı ve ben de elini tutup ayağa kalktım.

Bir kez daha bisiklete bindim, bu kez yine tuttu ve yine aynı şekilde sürdüm. Sonra, "Bırakıyorum," dedi. "Sakın arkana bakma, bana bakma." Bırakıyorum dediği için daha sarsak bir şekilde, güvensizce sürdüm ama sürebildim ve sonunda yine düştüm, bu kez çenemi yere çarptım. Çizildiğinde umursamadım ve yeniden ayağa kalktım, Yankı'nın bütün durdurmak istemelerine rağmen. Yine beni tuttu, yine sürdüm ve yine bıraktı. Bu kez daha dengeli sürüyordum.

Beşinci ya da altıncı denememizde son kez tuttu beni. Bu kez işi o da makaraya aldı; eli koltuğun kenarını tutarken yavaşça kalçamı da kavradı. Kayık yaka elbiseden açıkta kalan omzuma öpücük kondurduğunda, "Şimdi seni hiç tutmayacağım," dedi ve çenesini omzuma yasladı. "Ama hayatım boyunca hep arkanda olacağım. Güven bana."

Bu an için, bütün zamanlarımız için bu cümleyi kurduğunu biliyordum. Başımı çevirdim ve aşağıdan bana bakan turkuaz gözleriyle buluştu bakışlarım. Dudaklarımı saçlarına yasladığımda, "Önümde beni korumak amacıyla değil, arkamda bana destek olmak amacıyla durduğun için teşekkür ederim," dedim. "Bu bana daha güçlü hissettiriyor."

Gülümsedi, gülümsedim. Bütün huzuruyla. Ardından uzaklaştı ve beni tek başıma bıraktı. Derin bir nefes alıp karşımızdaki Sokak Nöbetçileri'nin evine baktım. Hepsi kapının önündeydi, bu beni şaşırtmıştı. Ne zamandan beri bizi izliyorlardı? Bartu ne zaman Lâl'i alıp gelmişti? Beşi de oradaydı.

Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden yeniden Yankı'ya baktım. Destek olarak başını salladı.

İlk önce bir ayağımı havaya kaldırıp pedala koydum ve derin bir nefes verdim. Koza kollarını önünde bağlamış, çenesi havada, âdeta bir öğretmen edasıyla beni izliyordu. Bartu, Lâl'in hemen yanındaydı ve o da gülümsüyordu. Yanındaki Lâl, eli ameliyat yerinde, yorgun ama mutlu gözlerle bendeydi; boynuna uzun zaman sonra fotoğraf makinesini takmıştı ya da bunu Bartu yapmıştı, bilemiyordum. Işık, Mutlu'nun omzuna eline atmış, başını başına yaslamış, eliyle beni onaylıyordu. Mutlu ise hüzünle gülümsüyordu.

"Hadi," dedi Yankı. "Yapabilirsin."

Heyecanlansam da bunu göstermemeye çalıştım ama gidonu tutan ellerim çoktan terlemişti hatta heyecandan titriyorlardı. Ellerim titriyordu. "Yapabilirim," dedim fısıldayarak ve dik durdum, diğer ayağımı da pedala koyup çevirmeye başladım. İlk önce gidon titredi hatta dengem sarsıldı ama sonra kontrolümü sağladığımda gülerek sürmeye başladım.

Hızlıca Sokak Nöbetçileri'nin bulunduğu yere doğru sürerken ilk seslendiğim kişiyi ben de beklemiyordum. "Koza!" dedim gülerek. "Bisiklet sürmeyi öğrendim ben! Koza, baksana! Sürüyorum!"

Bisiklet daha da hızlandı; onların üzerine sürdüğümü fark ettiğimde bunu umursamadılar ya da bana güvendiler. "Helin," dedi Koza sadece, gözlerini açarak. Devamını getiremedi.

"Yankı!" diye bağırdım hızım artarken. "Bana bunu nasıl durdurmam gerektiğini söylemedin! Ne yapacağım? Çekilin!" Bunu söylememle Sokak Nöbetçileri'nin karıncalar gibi etrafa dağılması, gidonun yanındaki frenlere basmaya çalışmam ve benim Koza'ya çarpıp ikimizin de yere düşmesi bir oldu.

Sokakta gür bir kahkaha koptuğunda ben bir tarafa, Koza bir tarafa, bisiklet başka bir tarafa savrulmuştu. Koza tamamen yere uzanmış vaziyetteyken gözlerini kocaman açmış, bana bakıyordu. Dayanamayıp ben de güldüğümde, "Özür…" dedim kahkahamın arasından. "Özür dilerim. İyi misin?"

Yankı koşarak yanımıza geldiğinde o da gülüyor, Koza'ya alayla bakıyordu. Bütün çizilen karizmasıyla yerde uzanmaya devam eden Koza, öfkeyle nefesini verdikten sonra Yankı'ya bakarak, "Bu yavşak suratlı herifin öğrettiği bisikletten ne bekliyorduk ki?" dedi ve üzerini temizleyip ayağa kalktı.

"Harikasın Helin," dedi Bartu; sadece alkışlamıyor, ıslık da çalıyordu. "Hem bisiklet sürmeyi öğrendin hem de bir kelebeği vurdun. Muhteşem bir başarı! Harikasın!"

"Ya," dedim ben de ayağa kalkarken. "Yankı nasıl durdurmam gerektiğini söylemedi ki."

"Bu bana hazırlanmış bir komplo muydu?" diye sordu Koza, Yankı'ya dönerek.

"Hayır," dedi Yankı. "Ama Helin'in muhteşem sürüşünü engelleyen sendin. Hayatımda Helin kadar iyi bisiklet sürebilen başka kimseyi görmedim." Beni belimden kendine çekti ve düştüğüm için bir daha kollarıma baktı.

"Helin kadar iyi bisiklet sürebilen başka kimseyi görmedim," diyerek yüzünü buruşturup Yankı'yı taklit etti Koza, ardından bana döndü. "Bisiklet sürmeyi bile öğretemeyen bu beceriksiz mi ya sahiden?" diye sordu. "Bak, bir daha düşün, sahiden mi?"

Mutlu bıkkın bir sesle, "Bu hep böyle ağlayacak mı?" dediğinde konuya dahil olması beni mutlu etti. "Bir çarptı sana, uzaya uçtun. Şimdi özür dile Helin'den karşısında durduğun için ve onun bisiklet yarışlarına katılmasına bile engel olacak travmalar yarattığın için."

Lâl gülerek bana baktı ve ellerini hareket ettirerek, "Harikaydın," dedi.

Koza, Mutlu'ya gözlerini devirdikten sonra, "Bisikletten daha fazla ilgi odağı olamadığıma inanamıyorum şu an," dedi ve ardından Yankı'ya döndü. "Ben de bilmiyorum bisiklet sürmeyi, bana niye öğretmedin?" Mutsuz bir ifadeyle dudaklarını büktü. "Hep hayalimdi, biliyordun bunu ve beni hep erteledin. ‘Sen kimsin ki, göt,’ dedin ama şimdi Helin'e şov yapıyorsun."

Kaşlarımı kaldırıp mutsuz bir sesle, "Ya," dedim. "Bilmiyor musun sahiden?"

Yankı gözlerini devirip, "Koza, salak salak konuşup kızı da üzmesene," dedi. "Bana bisiklet sürmeyi sen öğrettin."

Bu kez şaşkınlıkla ona dönüp, "Ne?" dedim. "Gerçekten mi?"

"Evet," dedi. "Ve o da bana öğretirken nasıl durduracağımı söylememişti." Arkasını dönüp üzerindeki koyu mavi tişörtünü hafifçe yukarı sıyırdı. Bel boşluğunu gösterdiğinde, hafif çizik izi dikkatli bakınca anlaşılıyordu. "Öyle bir düştüm ki kırık şişenin camı battı buraya. On dikiş atıldı."

"Keşke o şişe daha aşağıya denk gelseydi de kıçın bir daha bisiklet selesi göremeseydi, Sonuncu," dedi Koza. "O zaman şov yapmayı görürdün."

"Hani bilmiyordun bisiklet sürmeyi?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Velev ki düşerken hafızamı kaybettim ve bisiklet sürmeyi unuttum," dediğinde eli başına gitti. "Ah, başım. Galiba hafıza kaybı yaşıyorum."

"Bu herife uyuz oluyorum," dedi Mutlu. "Yokluğumda rol çalmaktan başka hiçbir şey yaptığı yok."

Işık, Koza'yı tamamen görmezlikten gelerek, "Helin çok çabuk öğrendin," dedi mutlulukla. "Ben iki günde öğrenmiştim."

"Çünkü sana öğreten ben değildim," diye karşı çıktı Koza. Işık ona dönüp baktı, kaşları çatıldı.

"Başka öğrettiklerine say, Koza. Onlar daha fazla hayatımı etkiledi."

Kaşlarımı kaldırdım, Yankı'yla bakıştık. Mutlu, "Vay canına," dedi hiçbir şeyden haberi olmadığını göstererek. Işık ona hiçbir şeyden bahsetmemiş olmalıydı. "Yokluğumda ikizim, sağlı sollu bu kelebeğe saplamaya başlamış."

Sessizlik oldu. Bartu, Işık ile Koza'nın arasındaki bu çekişmenin nedenini büyük ihtimalle bilmiyordu ama hissettiğine emindim çünkü direkt bana bakmıştı. Omzumu kaldırdım, ardından Lâl'in yanına ilerledim. Zayıflamıştı, yorgun görünüyordu ama günler sonra ilk defa böylesine huzurlu duruyordu.

"Lâl," dedim, ardından içimdeki o çekingenliğin geçmediğini fark ettim. "Hoş geldin."

Bir an bile düşünmeden tek eliyle beni kendine çekip sarıldı, hem de sımsıkı. Gözlerim açıldığında, bu kez omzunu kaldıran Bartu'ydu. Geriye çekilince, "Hoş bulduk," dedi. "Seni özledim ama odada hep varlığını hissettim."

Bir an şaşırdığımda, "Beni hiç duydun mu? Hep seninle konuştum," diye sordum ve bu sorumla beraber Koza bakışlarını direkt bize çevirdi. Lâl de dönüp Koza'ya baktığında ilk önce sessiz kaldı, ardından bir kez başını salladı ama sanki bakışları başka bir şey söylüyordu.

"Hoş geldin," dedi arkamdan Yankı, Lâl'e. Dönüp baktığımda ona doğru bir adım atmadı hatta bakışlarını yavaşça kaçırdı. Aralarındaki problemlerden ziyade Yankı'nın Lâl'e karşı böyle geri durmasının nedeni neydi? İçimden bir ses, bir yerlerde kendini suçlayacak bir şeyler bulduğunu söylüyordu.

Lâl yavaşça Bartu'nun yanından ayrılıp Yankı'ya yaklaştı. Ona da hiç düşünmeden sarıldığında hepimiz birbirimize baktık. Geriye çekildiğinde Yankı'nın gözlerinin içine baktı, hiçbir şey söylemedi, belki de o anlar sandı. Yankı ise yüzüne bakarken büyük bir suçluluk içindeydi.

"Her neyse," dedi Işık ellerini birbirine çarparak. "Bizim sevgili Helin'le işlerimiz var, şimdi herkes dağılsın."

"Ah," dedim başımı sallayıp. "Evet." Gözlerim Bartu'ya kaydı ama o Lâl'i izliyordu. Dikkatini çekmek için ellerimi hareket ettirdim ama görmedi. Boğazımı temizledim, yine dikkatini çekemedim. "Bartu," diye fısıldadım Yankı duymasın diye ama yine duymadı.

Hızlı adımlarla yanına gidip karnını sertçe sıktığımda acıyla inledi ve gözlerini bana çevirdi. "İğne mi soktun?" dedi acıyla. "Çok acıdı."

"Planımıza uysana," dedim tam Yankı eve giderken.

"Plan mı?"

Koza'yla beraber doğum günü alışverişlerini yapmıştık fakat düne kadar Sokak Nöbetçileri'ne hiçbir şey söylememiştik. Kendi içimde birisinin bana gelip doğum gününü hatırlatmasını beklemiştim ama bu olmamıştı. Hepsinin kendine göre dertleri olduğunun elbette farkındaydım ama tarih tekerrür etmişti.

Sokak Nöbetçileri, Yankı'nın doğum gününü hatırlamamıştı.

Sadece onlar değil, Yankı da hatırlayamamıştı, bunu görebiliyordum.

Kızgın gözlerle ona baktığımda, "Plan!" deyip Yankı'ya döndü. "Yankı!" Tam eve girmek üzere olan Yankı, omzunun üzerinden Bartu'ya baktı. "Seninle çok önemli bir işimiz var ve tek başıma gidemem."

"Ne?" dedi Yankı kaşlarını kaldırarak. "Nereye gideceğiz?"

"Şeye gideceğiz biz seninle…" dedi Bartu ağzının içinde geveleyerek.

"Keşke artık bir pavyona gitseniz de keyiflensem," diye atladı lafa Koza. Ona ters ters baktığımda, beraber doğum gününü planlarken beni daha fazla öfkelendirdiği için şu an hiçbir şey gibi geliyordu.

Bütün planı ben yapmıştım ve hiçbir fikrimi beğenmemişti. “Kamp yapmaya gidelim,” demiştim. “Ormanda kurtlar vardır, beni yerler, sizinle yatacaksam olur,” diye karşılık vermişti. “Ekstrem sporlar yapıp heyecanımızı yükseltelim,” demiştim. “Düşer o paraşütler,” diye karşılık vermişti. “Korku evine gidelim,” demiştim. “Hayatımız olmuş korku evi, koyar mı bize,” diye karşılık vermişti.

Hepsini ama hepsini tepetaklak edecek yorumları vardı. En sonunda onu konsere ikna edebilmiştim ve aslında zor da olmamıştı. Yirmi7 grubunun konseri yarındı ve yedi kişilik bileti Koza almıştı. Ondan önce de zorla olsa bile lunapark fikrini sevdirmiştim. İlk başta kaçmıştı fakat, “Korkuyor musun?” diye sorduğumda, “Ben kim, korkmak kim,” diye karşılık vermişti.

Bütün bunların dışında birbirimizle doğru düzgün bir şeyler paylaşmamıştık ama sessiz olduğumuz zamanlarda ikimizin de aklında aynı kişi vardı: annem. Annemiz.

Sadece bana dönüp, "Onunla konuştun mu?" diye sormuştu.

"Evet." Sessizce devamını getirmemi beklemişti ama Koza'yı konuşmaya alıştırmak için hiçbir şey söylememiştim.

"Seni hatırladı mı?" diye sormuştu bu kez de.

"Beni değil, kolyemi," düzeltmiştim, "kolyemizi hatırladı."

"Kolyemi gösterirsem beni de hatırlar mı yani?"

"Seni hiç unuttuğunu düşünmüyorum ki."

Derin bir nefes vermiş, hediye kutusunu ardiyeye taşırken, “Beni hatırlamak ona acı verir,” demişti. “Sen aşk çocuğusun, ben nefret. Farkımız bu.”

Uzun bir süre kurduğu bu cümleyi düşünmüştüm. Aşk çocuğu. Sadık Orhan anneme âşıktı. Onu ilk gördüğünde hissettikleri, kalbimi hâlâ sızlatıyordu.

Annem onu unutmuştu, tamamen hem de. Bir yabancı gibi Sadık Orhan’a bakarken, kendini hatırlatmak için gösterdiği çaba, benim hiçbir zaman gösteremeyeceğim bir çabaydı. Annemin hayatının belki en güzel zamanları, o aşkı yaşadığı zamanlarıydı ve onları da unutmuştu. Hatırlamaya çalışmak canını daha fazla yakmaz mıydı?

Ben olsaydım hatırlamak istemezdim, sadece kötülüğü kabullenirdim çünkü insanın onu ayağa kaldıran iyilikleri unutup yeniden hatırlamaya çalışması daha fazla yıpratırdı. Annem de hatırlasaydı eğer bu zamana kadar unuttuğu için ilk önce kendini, sonra hayatını suçlardı, belki de kaderi.

Harun Aktan’ın ellerindeydi, annemi kurtarmak için onu alt etmek gerekiyordu fakat şu an hiçbirimiz buna hazır değildik ama biliyordum, bana ilk gelen kişi Sadık Orhan olacaktı.

Karanlığa gömüldüğümü hissettiğimde başımı iki yana salladım ve içimden, şu anda başka bir hayat, dedim. Sadece tek bir gün nefes al. Tek bir gün toparla etrafı Helin. Tek bir gün hisset. Tek bir gün yaşa. Bugünden sonrası zaten büyük bir kaosa dönüşecek.

“Nereye gideceğiz oğlum?” dedi Yankı kaşlarını çatarak.

“Çok özel ve çok önemli,” dedi Bartu kısık sesle. “Öyle özel ki senden başkasıyla asla yapamam bunu.”

Yanımda duran Mutlu, "Sanki seninkini sevişmeye çağırıyor bu koca herif," dedi gülümseyerek. Ona bakıp güldüğümde, elimi saçlarına geçirip dağıttım.

Mutlu bir süre sakinleştiricilerle ayakta durabilmişti ve sonrasında da neredeyse hiç yanımıza uğramamıştı. Elbette Işık hep onun yanındaydı ama sessizleşmişti ve kendisinden başka kimseyle konuşmuyor gibiydi. Ta ki doğum günü sürprizini Sokak Nöbetçileri'ne söylediğim ana kadar.

Gözlerine neşe, kalbine heyecan gelmiş gibiydi. Belki de bizim kasvetimiz onu mutsuzluğa sürüklemişti ama kendi kendine planlara dahil olmaya çalışmış hatta bana yardımcı olmak için elinden geleni yapmıştı.

Tek söylemediğim kişi Lâl'di fakat şu anki tavırlarından anladığım kadarıyla Bartu ona da söylemiş olmalıydı.

Yankı dönüp bize baktıktan sonra, "Tamam," dedi Bartu'ya. "Gidelim madem."

"Gidin madem," dedim gülümseyerek.

"Sen de gel," dedi Yankı bana.

Bartu'yla aynı anda, "Olmaz!" diye bağırdığımızda birbirimize baktık. Bartu "Olmaz," dedi bir kez daha. "Onun yanında çok utanırım. İnanılmaz utanırım."

"Bu iş iyice bok yoluna gidiyor," diyen Mutlu parmaklarıyla şakaklarını ovaladı.

Bartu, Yankı'yı kolundan çekip kulağına bir şeyler fısıldadı. Yankı'nın gözleri ilk önce büyüdü, ardından kısıldı, sonra dudakları aralandı. Bartu konuşmaya devam ederken, "Ne anlattın bu kadar amına koyayım?" dedi Koza.

En sonunda Bartu çekildiğinde, Yankı bize dönüp, "Gitsek iyi olur," dedi beklemeden. "Biz," Bartu'ya baktı, "ne zaman geliriz, bilmiyorum ama geliriz."

Mutlu gülmeye başladığında Yankı ile Bartu çoktan bisikletlere doğru ilerlemeye başlamışlardı, Bartu son kez arkasına dönüp baktığında ona elimle “sakın içmeyin” hareketi yaptım. Doğum gününde kimse sarhoş olsun istemiyordum, herkes bugünü net hatırlamalıydı. Bartu da karşılık olarak “bana güven” hareketi yaptı fakat Koza'nın hafifçe tebessüm ettiğini gördüm.

Onların arkasından gülmeye devam eden Mutlu'ya Işık, "Ne oluyor?" diye sordu. "Neye gülüyorsun?"

Beşimiz eve doğru ilerlediğimizde Lâl'in koluna girme görevini ben üstlendim. Yürüyebiliyordu fakat bir şey olmasından çekiniyordum.

"Sanırım," dedi Mutlu gülmeye devam ederken. "Koca mal herifin ne yalan uydurduğunu anladım."

"Ne?" dedim merakla. "Lütfen söyle."

"Beni ciddiye alacağını bilmiyordum ama ona eğer bir şey söylemesi gerekirse," gülmeye devam etti, "kıçında kıl dönmesi olduğunu, üzerine oturamadığını ve bunun tedavisinden korktuğu için yanında birisinin onun elini tutması gerektiğini söylemesini istemiştim ama ciddi değildim." Eli karnına gitti. "Yankı büyük ihtimalle şu an Bartu'nun elini tutarak kıl dönmesi operasyonuna destek olacağını sanıyor."

Gülmeye başladığımızda, "İnanmıyorum," diye inledim. "Ama bu yalan. Şu an nereye gidecekler?" Mutlu daha fazla gülmeye başladı. "İnanmıyorum!" diye haykırdım. "Bu yalan, değil mi? Yalan olsun!"

Koza, "Gece tam on ikide, doğum gününe girdiğinde Sonuncu'nun gördüğü tek şey umarım Bartu'nun kıçı olur," dedi. "İşte şimdi bu koca adama daha fazla ısındım."

"Hayır," dedim gülmeye devam ederken. "Bartu'm yapmaz." Koza gözlerini devirip odaya ilerledi. "Hey!" dedim arkasından. "Süsleri siz halledeceksiniz, Mutlu'yla!" İkisi birbirine yüzünü buruşturarak baktı. "Koza," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Anlaşmıştık, hatırla."

Işık omzunu silkerek mutfağa ilerlediğinde, Lâl de onu takip etti.

Koza, "Of," deyip merdivenlere yöneldi. Mutlu da göz kırpıp onun peşinden gittiğinde, içimden kavga etmesinler diye dualar sıraladım ve kızların arkasından mutfağa girdim.

"Evet," dedi Işık kollarını iki yana açarak. "Emrinizdeyiz, hanımefendi."

"Ya," dedim gülerek. "Öyle demeyin." Lâl'e baktım. "Sen sadece otur, zaten fazla ayakta durmamalısın." Lâl başını salladı ve üzerindeki Bartu'ya ait olan bol siyah kazağın kollarını sıvadı. "Pekâlâ," dedim başımı sallayıp. "Pasta yapacağım ama pasta gibi değil." İkisi de kaşlarını kaldırdı. "Yani kremadan değil." Yine anlamadılar. "Ya," dedim. "Hamburgerlerden."

"Ne?" dedi Işık gülerek. "Neden?"

"Anısı var," dedim sırıtarak.

"Anıya bak," dediğinde gülmeye devam etti. "Pekâlâ, hamburgerler bende. Başka?"

Mutlu köşeye gizlediğimiz kutuyu almak için mutfağa girdi fakat oyalanarak muhabbetimizi dinlemeye çalıştı. "Kek, poğaça ve Yankı'nın en sevdiği yemek olan mantı açacağım."

Hepsi aynı anda, "Mantı mı açacaksın?" diye bağırdı.

"Evet! Başarırım!" Genişçe gülümsedim. "Minik minik, tatlı tatlı çikolatalar da yapacağım, şekerler de." Dolabı heyecanla açıp Koza'yla aldıklarımızı gösterdim. "Bak, mavi boyalar aldım, gıda boyası. Onun en sevdiği renk mavi. Boyayıp yüzler çizeceğim. Ha, bir de minyatür Sokak Nöbetçileri kurabiyeleri yapmak istiyorum. Mutlu için kıvırcık saç, senin için sapsarı saç, Lâl için bir fotoğraf makinesi, Bartu için kocaman bir yumruk, Koza için kahverengi ve mavi gözler, Yankı için de direkt onun yüzü olan kocaman bir kurabiye. Ee sonuçta onun doğum günü." Üçü de şaşkınlıkla beni dinliyordu. "Bir de…" dedim heyecanla. "Ben böyle pastayı tutup üfletirken çocuk gibi kutlama şarkıları söyler miyiz? Pastayı da ben tutabilir miyim?" Işık dolaptan açık olan şarabını alıp kafasına dikti, ardından Mutlu'ya uzattı, Mutlu da içtiğinde Lâl'e verdi. "O ilaç kullanıyor," dedim Lâl'in elinden alarak. "Kısır da yapar mıyız? Salatalıklara da şekil verir miyiz? İnternette gördüm, çok tatlı salatalıklar vardı. Belki portakal bulursak onları da mini etekli yaparız." Güldüm ama kimse bana gülmedi.

Sessizlik devam etti. Hepsi beş karış açık ağızla bana bakarken kaşlarımı kaldırdım. "Tamam," dedim kısık sesle. "Salatalıklara şekil vermeyelim ama kısır yapsak güzel olur bence."

"Helin," dedi Mutlu bana doğru eğilerek, dayanamamıştı. "Sen ileride evlenirsen çay bardaklarına etek de giydirir misin?"

"Ne?"

"Dondurmayı da tabağa koyar mısın acaba?"

"Ne alakası var?"

"Peki ya kurabiyelerle kocişkom da yazar mısın?"

"Kıvırcık!" diye bağırdı Koza yukarıdan. "Gel buraya, asılı kaldım lan!"

"Neye asılı kaldı o?" diye sordum.

"Sizin odanızda," dedi. "Kilitli kapıyı açmaya çalışıyordu, tırmandı galiba."

"Ne işi var orada?"

"Tablo falan bir şeyler dedi." Mutlu omzunu silkti. "Anlamadım ama galiba o tabloya takık durumda. Siz takık olduğunuz için olabilir."

Gözlerim kocaman açıldı; "Koza!" diye bağırdım. "O odadan uzak dur! Bize ait! Senin işin orada değil!" Mutlu'ya döndüm. "Lütfen onu oradan uzaklaştırır mısın?"

Mutlu asker selamı verip, "Tamamdır, gelinlerin tatlı telaşı," dedi ve koşarak uzaklaştı.

"Ne dedi şimdi bana ya?" dedim Işık'a dönüp. "Her neyse, bunların hepsini yapabilir miyiz sizce?" Işık şaraptan biraz daha içtiğinde, onun elinden şişeyi aldım. "Ve kimsenin yarını sarhoş geçirmesini istemiyorum, herkes ayık olacak. Lütfen şimdiden başlamayın."

Işık buzdolabına baktıktan sonra bana döndü. "Yani yaparız," dedi umursamaz bir sesle. "Ama sence de biraz abartmıyor musun?"

Hevesimin kırılmasına izin vermeyip, "Daha önce hiç doğum günü kutlamamış Yankı ve ben de daha önce kimseye doğru düzgün doğum günü sürprizi yapmadım," dedim. "Ama elimden gelenin en iyisi olsun ve bugün çok güzel geçsin istiyorum." Işık gözlerini devirdi. "Bunu yapma," diye mırıldandım ve uzanıp elini tuttum. "Ne düşündüğünü biliyorum ama sadece bir gün hiçbir şeyi düşünmeden güzel bir gün geçiremez miyiz?"

"Geçiremeyiz," dedi; elimi bırakıp buzdolabına yöneldi ve yiyecekleri çıkarmaya başladı. "Ama senin için öyle davranmaya çalışacağım ve yardımcı olacağım."

Lâl yanıma geldi ve sırtımı sıvazlayıp bana destek olmaya çalıştı.

Hayır, hevesimin kırılmasına da üzülmeye de izin vermeyecektim.

"Teşekkür ederim," dedim kısık sesle. Merdivenlerden inen Mutlu ile Koza bir konuda atışıyordu; odayı süslemek için hazırlık içindelerdi. "O halde nereden başlayalım?"

Lâl, ellerini kaldırdı ve bütün planı yapıp bizi de yönlendirdi. Işık hamburgerleri yapacaktı, bana mantı yapma işini bıraktı, kendisi de kurabiyelere geçti. Birkaç dakika içinde hepimiz işe koyulduğumuzda böyle hayal etmemiştim ama bunu düşünmemeye çalışacaktım. Gülümsediğimde, mantının hamurunu açmak için bütün gerekli malzemeleri Lâl önüme koyuyordu. Sevgimi de katmak için en büyük çabayı sarf edecektim. Hamurun malzemelerini dökerken Işık'la konuşmaya çalıştım fakat o sessiz kalmaya devam etmek istiyor gibiydi.

Yenilen ben oldum. Sessizliğin içine yuvarlandım ve bir süre üçümüz de sessiz kaldık. Bu sırada ise Işık içmeyi bırakmadı. Acaba Lâl de sessizlikten rahatsız oluyor muydu? Ona baktığımda gözleri Işık'a dönüyor, ardından yeniden kurabiyelerine yöneliyordu. Elleri dolu olmasaydı benimle konuşabilirdi, bunu hissetmiştim.

Işık şarap şişesini bitirip tezgâha bıraktı ve kek malzemelerini çıkarırken, "Seni kırdım mı?" diye sordu bana.

"Hayır," dedim kısık sesle. "Sadece üzüldüm ve üzüldüğüm konu sensin."

"Bana acıyor musun?"

Şaşkınlıkla gözlerimi ona çevirdim. "Onu kastetmediğimi biliyorsun Işık." Sertçe dolapları açıp tezgâha bir şeyler koydu. "Ben sizin aranıza geldiğimde en büyük felaketlerden sonra bile hep beraber gülebiliyorduk Işık. Bana bunu siz öğrettiniz."

Işık alayla güldü ve önündeki büyük kâseye malzemeleri koyarken, "Çünkü o zaman bu kadar dağılmamıştık," dedi keskin bir sesle. "Sadece durup bir düşün; başımıza gelenleri, şu anı düşün." Bakışlarını bana çevirdi, ardından Lâl'e döndü. "Lâl çıplak bir şekilde sokak ortasına bırakıldı ve onu vuran kendisiydi. Lâl intihar etti."

Bu yüzleşmenin gerçekleşeceğini bilsem de şu an olmasını istemiyordum fakat Işık'ın içinde tutamadığı o nefreti, öfkeyi ve taşan lavları da görebiliyordum.

"Yapma," dedim fakat Lâl, bıçak hareketini kesmiş, çekingen bir ifadeyle Işık'a bakıyordu.

"Sorumlusu kim? Hepimiziz." Lâl başını iki yana salladı. "Bir sır daha. Bunu kim biliyor?"

"Yankı biliyor," dedim Lâl'e dönerek. Şaşırmadı. "Aslında sadece tahmin yürüttü ve ben sessiz kalınca anladı çünkü doktor da bunu ima etmiş aslında."

"Ve bizim saf Bartu'muz bunu anlamadı, değil mi?" Işık yeniden malzemelerine yöneldi. "Bartu," dedi gözlerini açarak. "Paramparça oldu ve bunu duyduğu anda bir daha parçalanacak."

"Duyması gerekmiyor..."

"Hayır, gerekiyor. Sır saklamayacağım. Benden kim ne saklarsa saklasın, ben kimseden artık sır saklamayacağım." Yukarıyı işaret edip, "Kardeşim," dedi. "Mutlu. Geçirdiği dönemin farkında değil misin? Daha önce günlerce hastanede yattı ve o zamandan bile daha kötü. Onun hemen toparlanacağına mı inanıyorsun?"

"Işık," dedim acıyla. "Neden bu kadar umutsuzsun?"

"Umut mu?" dedi alayla gülerek. "Bana mucizelere inan da demeyeceksin, değil mi?" Beni işaret etti. "Kendine bak, yaşadıklarına bak. Anneni gördün, babanı öğrendin, o adam seni alt etti. Güçlüyüm mü diyeceksin?" Başını iki yana salladı. "Yankı'ya bak. Sence o iyi mi? Önder'in onu bulmasının bir rastlantı olmadığını hatta Mahir'in Önder'e onu sattığını biliyor muydun?" Gözlerimi açtım. "Ah," dedi. "Yankı da bunu bilmiyor. Harun Aktan'ın bana fısıldadıkları sadece bunlarla da sınırlı değildi."

"Işık..."

"Peki ya senin biricik abin?"

"Işık," dedim ellerimi kaldırarak.

"Onun emriyle bu hale geldim," diye âdeta inledi.

"Bilemezsin," diye savunmak istedim.

"Biliyorum," dedi sert bir sesle. "Eminim. Harun Aktan bana bunu kanıtladı."

Dudaklarım aralandı fakat bir süre hiçbir şey söyleyemedim. Zihnimde Koza'yı savunabileceğim onlarca kelime döndü, hepsinin kökü de içten içe ona inanmama dayanıyordu. "Işık," dedim en sonunda dayanamayıp. "Koza bir tek sana zarar vermek istemiyordu, bunu biliyorum. Beni kardeşi olarak görüyorsun ama elinin tersiyle ittiği kişi hep bendim ve seni gerçekten koruyordu. Eğer emri o verdiyse bile hedef sen değilsin, benimdir. Benden kurtulmak istemiştir."

Işık acıyla gülüp, "Saçmalama," dedi başını iki yana sallayarak. "Onun sana ne kadar değer verdiğini biliyorum, rehabilitasyon merkezinde gülümseyerek anlattığı tek kişi, kız kardeşiydi."

"Benim," dedim yutkunarak. "Onun kardeşi olduğumu..."

"En başından beri," dedi net bir sesle, çenesini havaya kaldırarak. "Senin onun kardeşi olduğunu hep biliyordum ve amacını bildiğim için seni bizden uzak tutmak istiyordum. Bu seni korumak değildi bu arada çünkü senin de onun kardeşi olduğunu bilmediğini bilmiyordum." Işık kurduğu cümleye güldü. "Yankı'dan bile önce biliyordum kısacası ama sakladım. Saklamamın nedeni de Koza'nın ellerinde tuttuğu sırrımdı. O sırla beni yönetmeye çalıştı. Sonra ne mi oldu? Sırrımın son kullanma tarihi doldu ve o benden korkmaya başladı, bütün planlarını bozacağım için. İşte tam o zamanlarda ben vuruldum." Başını iki yana salladı. "Bunu yapmaz mı diyeceksin? Bizi bombalarla dolu bir odaya da koymuştu. Onun gözünü kin ve öfke bürüdüğünde kimseyi görmez." Gözleri doldu, öfkeden ve hüzünden.

Sessizlik oldu. Tezgâha bakıp toparlayacak cümleler düşündüm ama yoktu. "Hepimizin canı yandı," dedim oldukça kısık sesle. "Hepimiz yara aldık."

"İşte bu yüzden," dedi. "Sanıyor musun ki Sokak Nöbetçileri artık aile olarak kalmaya devam edebilecek?" Bakışlarımı sertçe ona çevirdim. "Bugün gülebiliriz Helin hatta senin için alkolle kendimi uyuşturacak, hiçbir şey yokmuş gibi davranacağım ama yarın? Ondan sonraki gün? Biz zaten gideceğiz," dedi. Lâl şaşırmış görünmüyordu ama gözlerini kapattı. "Peki ya siz kaldığınızda ayakta durabilecek misiniz?"

"Işık..." dedim korkuyla ve sertçe. "Ben size ailem dedim ve öyle geç buldum ki koptuğu yerden bağlarım, gerekirse kendimi de size sımsıkı düğümlerim ama yok olmamıza izin vermem. Halledeceğim, her şeyin üstesinden geleceğiz, biz..."

"Ne tuhaf, değil mi?" diyerek sözümü kesti. "Bizi dağıtmak ve mahvetmek için gelen sen, şimdi toparlamak için çabalıyorsun." Eli karnına gitti. "Kendimi kandırdığımı, gerçeklerden kaçtığımda fark ettim. Benim için artık mucizeler yok Helin."

"Yuh!" Mutlu'nun sesi aramıza girdi. "Çene çalacağınıza işe yönelseniz. Ne yapıyorsunuz?"

"Hayır," diye fısıldadım. "O masaya hep beraber oturacağız." Hayalimdi, hayalimdeydi.

Koza'nın da sesi geldi. "Mutlu," dedi Işık gözlerimin içine bakarak. "Benim için eczaneye gidip ağrı kesici alır mısın? Ağrı kesicim bitmiş de."

"Lâl'in ağrı kesicisini kullansana," dedi Mutlu fakat o gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

"Midemin hassas olduğunu biliyorsun," dedikten sonra zorlukla gözlerini gözlerimden ayırdı. "Lütfen. Beş dakikanı almaz."

Mutlu bir süre Işık'a baktıktan sonra, "Tamam," dedi ve elindeki eşyaları yere bırakıp dış kapıya doğru yürüdü. Koza ise masaya ilerledi ve bir sandalye çekip oturdu. Ortamdaki gerginliği hissetmişti fakat ne olduğunu pek çözemiyor gibiydi.

Mutlu çıkar çıkmaz Işık da duraksamadan mutfaktan ayrıldı; merdivenlerde adım seslerini duyduk, koşuyordu âdeta. Birkaç dakika sonra elinde bir kutuyla geldiğinde Koza'nın karşısında durdu ve sertçe kapağını açıp içindekileri yere dökmeye başladı.

Neşterler yere düşerken, Lâl kolumu sıkıca tuttu ve geriye bir adım attı.

Koza oturduğu sandalyeden doğrulup ayaklarının önüne düşen neşterlere baktı. "Hatırladın mı?" dedi Işık sert bir sesle. Koza neşterlere bakmaya devam etti. "Hatırladın mı?" diye haykırdı bu kez.

Yanlarına gitmek için hamle yaptım fakat Lâl beni daha sıkı tutup durdurdu.

Koza sakin bir tavırla, "Unutmadım ki," dedi. "Bunların hepsini ben sana verdim."

"Aptal," dedi Işık öfkeyle. "Gerçekten neşterleri mi kastettiğimi sanıyorsun?" Yeri işaret etti, ardından bir neşteri eline aldığında acıyla nefesimi verdim. "O günleri hatırladın mı? Hatırla Koza. Seninle bir odanın içinde saatlerce konuştuklarımızı hatırla. Hayallerimizi, umutlarımızı ve gerçeklerimizi." Ona doğru bir adım attım. "Hatırlasana Koza," dedi dişlerini sıkarak. "Paylaştıklarımızı hatırla. Benim sana anlattıklarımı hatırla, sonra o anlattıklarımı bana nasıl bir silah gibi doğrulttuğunu hatırla."

Koza'nın omuzları gerildi, yutkundu. "Şimdi," dedi sadece. "Sırası değil."

"Evet," dedi Işık. "Çünkü sen savaşmayı seven, kazanmaktan zevk alan ve arkanda bıraktığın harabeleri zerre önemsemeyen, aşağılık herifin tekisin." Bir eli karnına gittiğinde acıyla, "Seninle hayallerimi paylaştım!" diye bağırdı. "Hatırla Koza. İki katlı, bahçeli bir ev. İki çocuk; bir kız, bir oğlan. Bahçesinde salıncağı olan bir ev." Koza hiçbir cevap vermeden ona bakmaya devam etti. "Hatırladın, değil mi? Bunlar benim hayallerimdi. Sonra ne oldu?" Koza'nın bakışları yavaşça bana döndüğünde, Işık hızla önüne geçti. "Gözlerimin içine bak Koza. Kaçma. Sonra ne oldu?"

"Nil..."

"Bana Nil deme!" Elleri öfkeden titrediği için tuttuğu neşter de titremeye başladı. Korkuyla Lâl'e baktığımda, o da benden çok farklı değildi. "Benim adım Işık! Önder'in hiç istemediği ama senin zorunla aldığı çocuk, Işık. Bu da planlıydı, değil mi? Belki de Önder'in bütün işkenceleri..."

"Hayır," dedi Koza oturduğu sandalyeden ayağa kalkarak. Kaşları çatıldığında Işık'ın elinden neşteri almaya çalıştı ama başaramadı. "Hayır," dedi bir kez daha. "Önder'le böyle anlaşmamıştım ama evet, sana olan öfkesinin bir nedeni de bendim, bunu biliyorum."

"İnsanların hayatında değilken bile o hayatları nasıl da mahvediyorsun Poyraz," dedi Işık ve bu kez elleriyle beraber sesinin de titrediğini işittim. "O rehabilitasyon merkezinde hatta öncesinde o sokakta senin daima iyi bir adam olduğuna inanmak istedim. Buna inanmamam için çok neden çıktı karşıma ama kalbimde bir yerlerde hep iyi birisi olduğunu düşündüm. Hatta öylesine aptalım ki vurulduğumda bile senin yüzünden olmadığına o aptal kafamla inanmaya çalıştım." Omzunu kaldırıp ağlamaya başladı. "Çocuğum olmayacakmış benim, Poyraz. İmkânsızmış. Kesinmiş." Koza elini saçlarına geçirip bakışlarını kaçırdı fakat Işık çenesini kavrayıp yüzünü yüzüne çevirdi. "Korkaklığın lüzumu yok. Harun Aktan bana her şeyi anlattı, kanıtladı. Senin planın olduğunu biliyorum."

Koza, Işık'ın çenesini kavrayan bileğini tuttu ve onu kendine yaklaştırdı. Gözlerinin içine bakarak, "Senin hayallerin gerçekleşsin diye kendi hayallerimden bile vazgeçerim şu an," dedi net bir sesle hatta acıyla. "Hiçbir şey düşündüğün gibi değil. Evet suçluyum, evet her şey bir kumarla başladı ama herkese zarar verirdim, sana vermezdim. Bunu biliyordun."

"Bana," dedi Işık ağlayarak. "Yalan söyleme."

"Söylemiyorum," dedi keskin bir sesle. "Ekip'i gözlerimin önünde Sonuncu'yla beraber indirirken bile kılımı kıpırdatmadan intikamını almanı izledim ben. Arkamı döndüğümde koruyacak kimse kalmadı ama sesimi çıkarmadım çünkü sen yapmasan ben yapacaktım. Onların..."

"Yalan," dedi bu kez Işık dişlerini sıkarak, "söylüyorsun. Bunu hep yapıyorsun."

"Kötü bir adam olabilirim," dedi Koza. "Ama sana kötülük yapmamak için çok çabaladım."

"Yalan söylüyorsun!" diye haykırdı ve elindeki neşteri Koza'nın boynuna yasladı. Çığlık atarak onların yanına gittiğimde, Koza sakince Işık'a bakıyordu ve gözlerinde korku bile yoktu. "Şimdi şu neşteri aşağı kaydırmamak için neleri göze aldığımı biliyor musun sen?"

"Işık," dedim acıyla. "Lütfen."

"Bana istediğini yapabilirsin, Nil," dedi Koza korkusuzca.

"Çünkü bunu yapamayacağımı düşünüyorsun, değil mi?"

"Hayır, yapmayacağını biliyorum." Bir süre Işık öyle durdu fakat en sonunda Koza elinden neşteri aldığında Işık karşı çıkmadı. "Bir yerini kesmeden geriye bir adım at şimdi. Bu neşterleri sen kendine zarar ver diye değil, ben kendime bir şey yapmayayım diye vermiştim. Yine aynısı olacak, bu neşterler sana zarar vermeyecek." Neşteri sertçe yere attı. "Ama bunları bana geri vermenin anlamı, şimdi canını önemsemiyorum demek mi Nil?"

Işık başını iki yana salladı ve gözlerindeki o ifadeyi gördüm. Büyük bir nefret, belki de onda daha önce Önder'e bile bakarken görmediğim bir nefret ama yanında da aşk. Bu da artık açıkça görülüyordu.

Uzun bir süre sessizlik oldu. İkisinin bakışlarındaki anlamlar neredeyse aynıydı fakat tek fark, Işık gerçekten Koza'dan vazgeçmiş, onu yok etmişti.

"Kazanmak mı istiyordun?" diye sordu elinin tersiyle gözlerini silerek. "Kazandın. Benimle olan savaşında da kazandın. Yak zafer sigaranı. Kazandın."

Koza elindeki neşteri yere fırlatıp, "Ben herkese karşı kazandım," dedi. "Ama sana yenildim, Nil." Işık başını iki yana salladı; ikisinin arasındaki özel bir şey miydi anlayamadım ama sessizlik uçuruma dönüştü ve Işık geriye doğru adım attığında Koza gözlerini onun gözlerinden ayırmadı.

"Senin bu yaşattıklarından ve senden kurtulmak için elimden geleni yapacağım," diye mırıldandı. "Ve sana artık inanmayacağım." Arkasını dönüp yürümeye başladığında hâlâ dimdik durmaya çalışıyordu ama yüzünü görmüştüm. Yıkılmıştı, mahvolmuştu ve Koza'yı seviyordu. Ne olursa olsun, onu seviyordu.

Lâl de onun arkasından çıktığında Koza kapıya baktı, ardından sandalyeye oturdu, cebinden sigara paketini çıkardı ve içinden bir tane alıp paketi masaya fırlattı. Çakmakla ucunu yakıp derin bir nefes çektiğinde şaşkınlıkla ve büyük bir öfkeyle ona baktım. Art arda nefeslerini çekerken, "Sahiden mi?" diye sordum sadece. "Sahiden mi Koza?"

"Koza değil, Poyraz," dedi sigarasından başka bir derin nefes çekerken. "O bile bana Poyraz dedi, kim olduğumu hatırlatmak istedi. Nil bile bana bunu yaptı."

"Sana inanmıyorum," dedim dehşetle. "Bir de onu mu suçluyorsun?" Yerdeki neşterleri gösterdim. "Yaşadığı yıkımı görmüyor musun? Mahvolduğunu? Onu mahvettiğini?" Sigarayı içmekten başka hiçbir şey yapmadı. "Çabalamayacak mısın Koza?" diye sordum. "Bir şeyler yapmayacak mısın?" Hiçbir şey söylemedi yine. "Her şey için geç olmadan..."

Bakışlarını direkt bana çevirdi. "Bu da ne demek?"

İki seçeneğim vardı. Ya ona söyleyecektim ya da Işık gittikten sonra geç olduğunda öğrenecekti. O ne yapardı, diye sormadım kendime. İlk önce onu düşündüm, pişmanlığın ağırlığı altına girmemesini istedim.

"O Mutlu'yu alıp gidecek bütün bunlar bittikten sonra," dedim gözlerinin içine bakarak. "Harun Aktan defteri kapandıktan sonra bizden uzaklaşacak çünkü sana zarar vermek ya da bir savaş başlatmak yerine gitmek istiyor. Eğer bir şeyler yapmazsan Koza, o gidecek. Beni duyuyor musun? Ve kararlı. Bir daha onu göremeyeceksin."

Gözlerinden acının ve şaşkınlığın geçtiğini gördüm. İnanmayıp, "O kardeşlerini bırakmaz," dedi.

"Bırakacak," dedim. "Çünkü o senin gibi değil. Kimseyi umursamadan bir savaş yaratıp o savaşın içinde insanları yok etmek istemiyor. En çok benim için yapıyor, bunu biliyorum, senin yapamadığını yapıyor ve beni düşünüyor Koza." Cümlelerimin canını yaktığını o an gördüm ama Koza bu dilden anlıyordu.

"Seninle ne alakası var?" dedi acımasız bir sesle.

"Çünkü sana zarar verirse benim canım yanar," dedim kendimi tutamayıp. Bu Koza'yı bozguna uğrattığında, "Öyle düşünüyor," diye düzeltmeye çalıştım ama bunun için çok geçti. "Gidecek ve kendine yeni bir hayat kuracak. Belki de biriyle tanışacak ve onunla olacak ya da birileriyle tanışıp onlarla olacak ama bizi bırakacak."

Çenesi kasıldı, sigarasından bir nefes daha çekti. Gözlerini gözlerimden ayırıp karşısındaki duvara baktı; sabit tuttuğu bacağı gerginlikten titremeye başladığında kendimi yine onda gördüm.

"Koza," dedim yere çöküp aşağıdan ona bakarak. "Eğer istersen sana yardımcı olurum." Elimi titreyen bacağına yerleştirdim, gözleri bana döndü bir kez daha. "Işık’ı yeniden kazanabilir misin, bilmiyorum ama çabalaman için yardımcı olurum çünkü onu kaybetmek istemiyorum." Sonra kendimi tutamayıp devam ettim. "Ve seni de böyle görmek istemiyorum."

"Ben iyiyim," dedi sigarasından son nefesi çekerek.

"Bu 'bak keyif sigarası bile içiyorum' demek mi?" Başımı iki yana salladım. "Neden bunu yapıyorsun?" Elimi bacağından kaldırdım ve sigarasını çekip aldım. "Bu dediğim senin için ne ifade eder bilmiyorum ama ona böyle bir kötülük yapmayacağın konusunda sana güveniyorum." Şaşırdı ama bunu bana belli etmemeye çalıştı. "Sen kötü bir adam değilsin, bu şekilde davranmana gerek yok."

"Bana akıl mı vereceksin?" dedi öfkeyle.

"Akılsız olduğunu düşünürsem seve seve," diye karşılık verdim. "Merak etme, sana yaklaşmaya çalışmıyorum, sadece yardımcı olmak amacım."

"İyiliğin can sıkıcı," dedi Koza burnundan nefesini sertçe vererek. "Keşke karşıma geçip Nil gibi bana hesap sorsaydın, o zaman böyle hissetmezdim."

Kaşlarımı çattım ve onun biri diğerinden farklı olan gözlerinin içine baktım. "Sevgi ile iyiliği hep karıştırıyorsun," dedim ucu açık bir cevap vererek. "Ve böyle devam edersen pişmanlık seni mahvedecek."

Koza oturduğu sandalyeden sertçe ayağa kalktı ve üzerindeki tişörtü düzeltti. "Keyif için değil, kaybettiğim için içtim ilk defa sigarayı," dedi, ardından yürümeye başladı. Çöktüğüm yerden doğrulduğumda kapının eşiğinde duraksadı ve bakışları bana döndü. "Zaten son sigaraydı. Bir daha ne kaybettiğim için ne kazandığım için yakacağım o sigarayı. Bu sondu."

"Belki bir gün," dedim başımı omzuma yatırarak. "Gerçekten kazanırsak beraber yakarız o sigarayı."

Ona karşı böyle yaklaştığım için bir yandan kendime öfkeleniyordum fakat bir yandan da ona baktığımda gördüğüm kişi, Sokak Nöbetçileri'nin arasına yeni katılan Helin'di. Ben sevgiyi yeni tanımıştım, o ise tanıdığı sevgiyi yok etmek için uğraşmıştı ama ikimiz de aynı noktadaydık, o sevgi yok olmamış hatta karanlık sandığımız kalbimiz güzelleşmişti.

Ümitsizce başını iki yana salladı ve dış kapıya doğru yürüdü, ardından yine durup, "Bu arada," dedi. "Ne olursa olsun, bugününü mahvetmeyeceğim." Kaşlarını çattı. "Yani çok çabaladığını biliyorum, merak etme. En güzel şekilde olacak. Üzmeyecek bugün hiçbir şey seni." Ardından bir cevap vermemi bile beklemeden kapıyı açıp dışarı çıktı.

Bir süre mutfağın ortasında durup etrafıma baktım. Yarım kalmış yemeklere, yerdeki neşterlere ve elimdeki sönmüş sigaraya. Annemi düşündüm; Sadık Orhan'ı, intihar eden Lâl'i, çocuğu asla olmayacak Işık'ı. Mahvolduğumuzu düşündüm. Sokak Nöbetçileri'ni düşündüm.

Bu aileye girdiğimde onları parçalayacaktım ve şu an ellerimden kayıp gidiyorlardı, bense onları toparlamaya çalışıyordum. Biz bir gün dağılacak mıydık Işık'ın söylediği gibi? Ben onları çok geç bulmuştum, hiç ummadığım zamanda bağlanmış ve bütün duyguları tatmıştım.

Hayır, dedim kendi kendime. Bugün değil. Yere çöktüm ve tek tek, dikkatlice neşterleri toparlamaya başladım. Her zaman başka bir yol vardır ki, dedim kendime yine ve kutuyu sakince çekip neşterleri yerleştirdim. Hiç olmayan zamanlarda bile. Bak kendine Helin, hiç yolun yoktu ve sana bir yol açıldı. Ölmek için çıktığın bu yolda aileni buldun. Koza’nın intikamında âşık oldun. Kardeşlerinle tanıştın. Ağladığımı neştere yaş düştüğünde fark ettim ve kendi yansımamı gördüm. Tamamen yere oturduğumda neşteri havaya kaldırdım ve yansımama baktım. Helin, dedim kendime. Ağlama bugün. Korkma. En umutsuz gecelerinde bile hatta sen de bir neşter bulup bileğini kesmek istediğinde yeniden doğrulmadın mı? Neşteri kutuya koydum. Bugün değil. Asla değil.