logo

4. PLANLAR VE MASKELER

Views 913 Comments 11

Herkesin hayallerinde, derinlerde yaşattığı bir yaşamı olurdu ama benim yaşamım, başkalarının iki dudağının arasında kaldığından beri kendi yaşamım uğruna hayaller kuramıyordum.

Nasıl bir hayat istediğimin, nasıl bir yaşam süreceğimin artık benim için bir önemi yoktu ama baktığımda başkaları için önemi olmasını ilk defa istediğimi fark ettim.

Anne ya da baba değildi istediğim çünkü onların varlığını tek bir an bile tatmamıştım. Bir arkadaş olabilirdi, bir dost ya da bir sırdaş. Bu düşüncemin Sokak Nöbetçileri'ne dahil olduğumdan beri aklımda döndüğünü biliyordum ama bunu kendime itiraf etmek istemiyordum.

İç sesim, benim bunların hiçbirini hak etmediğimi söylüyordu ve haklıydı da. Ben bir dost isteyebilirdim, bir arkadaş ve belki de bir sırdaş isteyebilirdim ama asla aynısı olamazdım.

Ben bir kukla değildim; ben elleriyle kuklaları yöneten kişilerin gölgesiydim.

Gözlerim masadaki bütün gözlerle kesişiyordu ama hâlâ Yankı'yı es geçiyordum ve o, önündeki kâğıda bir şeyler yazıyor, çiziyor ve bazen de bana baktığını anlayabiliyordum. Önümdeki kahve çoktan soğumuş gibi görünüyordu. Kimseden çıt çıkmıyordu, herkes Yankı'nın kâğıda yazdıklarını bitirmesini bekliyordu.

Bir süre sonra dayanamayarak, “Bana ne iş yaptığınızı söyleyecek misiniz yoksa planı mı anlatacaksınız direkt?" diye sordum. Kısık sesim kaşlarımı çatmama neden oldu ve boğazımı temizledim çünkü hala yanıyordu.

Işık sözü devraldığında hiç olmadığı kadar sakin ve temkinli konuşuyordu. "Bizim tek bir işimiz olmaz." Bunu zaten biliyordum. "Önümüze gelen bütün işleri değerlendiririz ve hangisi uygunsa onu alırız."

Evet, bunları biliyordum ama aklımdan geçen iş olması için dua ediyordum çünkü Sokak Nöbetçileri'nin peşine takılmama neden olan o iş, benim anahtarım demekti.

Anahtarın adı Koza’ydı.

"Yönetilen misiniz, yöneten misiniz?" Sorduğum soru hepsinin başının bana dönmesine neden oldu.

"Bizi kimse yönetemez," dedi Bartu ters bir sesle ama o da bana bakarken dikkatini vermemeye çalışıyordu. Lâl hariç herkes masada bana karşı temkinliydi, az önce yaşananları Yankı anlatmış mıydı yoksa yüzümden mi anlaşılıyordu, bilmiyordum. "Biz isteriz ve alırız."

Bir şekilde üzerine giderek, “Bana bu işleri yapmak istemezseniz kolayca bırakabileceğinizi söyleyebilir misiniz?" dedim. Uzun bir sessizlik oldu ve hepsi birbirine baktı, soruyu Bartu'ya sormuştum ama hepsi düşünmek zorunda kalmıştı.

"Bırakmak istesek," diye cümleye başlayan Bartu'yu Yankı'nın cümlesi kesti.

"Bulaştık bir kere, bıraksak bile geri döneceğimiz yol burası olacak." Göz ucuyla Lâl'e baktı ve onun da Yankı'ya baktığını gördüm. Zihnime nedense Yankı'nın bu işi bir süre bırakmış olabileceği ya da bırakmak istediği düşüncesi girdi. Sesindeki keskinliğin nedeni bu işlerden mutlu olmaması olabilir miydi?

"Ben isteyerek yapıyorum," dedi Mutlu ve ellerini ensesine koyarak yayvan bir şekilde oturdu. "Bana yaşadığımı ya da bir işe yaradığımı hissettiriyor."

Işık güldü ama ilk defa gülüşünden kırgınlığın geçtiğini hissettim. "Hepimiz bir işe yaradığımızı düşünmek için bu yola çıkmadık mı?" Mutlu'nun gözlerinin içine baktı. "İsteyerek ya da istemeyerek."

Konuyu değiştirip, “Para için yapmıyorsunuz," diyerek rastgele bir varsayımda bulunuyormuş gibi davrandım. "Öyle olsa böyle bir evde yaşıyor olmazdınız, değil mi?"

Bartu güldü, Mutlu ise kahkaha attı. "Sen İBAK'ı görmedin mi?" dedi Mutlu yapay bir şekilde gözlerini devirerek.

"İBAK mı?" dedim sorgulayan bir sesle. "İlk defa duyuyorum, o ne?"

"İri Bebek Araba Koleksiyoncusu. Bizim Bartu'ya ait." Elini kaldırdı ve sanki birinin kalçasına vuruyormuş gibi hareket yaptı. "Kırbaçgillerden Grey bizim Bartu'dan araba kiralıyor."

Bartu gülerek masanın üzerinden eğildi ve Mutlu'nun ensesine yavaşça vurdu. "Kızları koleksiyonumun olduğu garaja götürüyorum ve 'Hepsi benim' diyerek değil, 'Hepsi senin' diyerek hava atıyorum, öyle bir koleksiyon."

"Oha!" dedi Mutlu bağırıp. "Bu çok iyiydi ama sen o repliği nereden biliyorsun?" Tereddütle baktı. "Sakın bana günlüğümü karıştırdığını söyleme."

Işık dudaklarını büktü ve kardeşine sarıldı. "Kızma ama bunu ona ben söyledim. Günlüğüne hayalinin bu olduğunu yazman çok masumdu."

"Seni lanet olası," dedi Mutlu ve Işık'ı omuzlarından iteklemeye çalıştı. "Sana bir daha güvenmeyeceğim."

"Sadece bu kadarı olsaydı neyse." Bartu eliyle yüzünü kapatıp başını iki yana salladı. "Grey gibi biriyle hayalinin olması daha kötü."

"Seninle neden uğraşıyorum sanıyorsun?" dedi Mutlu alayla ve Bartu'nun kendini kötü hissetmesine neden olacak bir tınıyla. "Bana sert davranman hoşuma gidiyor."

"Mutlu!" dedi Bartu ve bu sefer çok sert bir şekilde ensesine vurdu. "Yine çok konuştun!"

Kendimi tutamayarak güldüm ve elimle ağzımı kapatarak kıkırdayışımın dışarı çıkmasını engellemeye çalıştım. Yankı'nın gözleri odaklandığı kâğıttan kalktı ve bana baktı; gözleri ilk olarak gözlerimi buldu ve sonra dudaklarımda kalan tebessüme baktı. Hiç ummadığım anda o da hafifçe tebessümüme karşılık verdiğinde yutkunmak zorunda kaldım. İçten gülümsüyordu, turkuaz gözlerine ulaşan o sıcaklıktan bunu anlayabiliyordum.

Benim gülüşüm, onun hoşuna gitmişti.

"Plan odasına gitmeyecek miyiz?" Lâl ellerini kaldırarak bir şeyler söyledi ve büyük ihtimal Işık ona katılıp devam ettirdi. Yankı'nın bana olan bakışları Lâl yüzünden dağıldığında gözlerini o tarafa doğru çevirdi. Yüzümdeki gülümseme silindi çünkü Yankı'nın o sıcak gülümsemesi de çoktan silinmişti.

"Çok önemli bir iş değil," diyerek masadan kalktı. "Bizim için çok basit olacak, bu yüzden burada devam edebiliriz."

Masanın üzerindeki bilgisayarını aldı ve televizyona bağladı. Tek bir düğmeyle televizyonu açtığında ekranda gördüğüm görüntü hiç beklemediğim şekilde canımın acımasına neden oldu.

Bilgisayarının ekranında birisinin küçükken onları çektiği bir fotoğraf vardı. Lâl ve Yankı kaldırımda oturmuştu ve Yankı elini Lâl'in omzuna atmıştı; yüzleri değişmemiş gibiydi onları tanıyabiliyordum. Arkalarında Mutlu Bartu'nun sırtına çıkmıştı ve Işık tek bacağını kaldırarak Lâl'in üzerine basıyormuş gibiydi. Hepsi gülümsüyordu ve o kadar içten görünüyorlardı bakışlarımı kaçırmak zorunda kalmıştım.

Lâl'in çektiği fotoğraflara hiçbir zaman dikkatli şekilde bakmamıştım ve nedenini şimdi anlayabiliyordum; canımı yakıyordu. Onların bağlılıkları, birlikleri ve gerçek sevgileri canımı yakıyordu.

Onlar bir aileydi ve ben onların arasında evlatlık bir çocuk bile değildim.

"Plan şu," Yankı konuşmaya başladığında göz ucuyla televizyona baktım ve bir krokiyle karşılaştım. Fotoğraf karesi gitmişti.

"İlk önce," dedi Bartu ciddi bir sesle. "Bizim amacımız ne olacak?"

"Yetimhane ihalesi için belgelerini bilgisayarlarından almak, kaybetmelerini sağlamak," Bartu'ya güldü ve hınzır bir gülüştü, "paralarını tüketmek."

"İşte sevdiğim konular," dedi Bartu da gülerek ve ellerini birbirine sürterek.

"Yankı," dedim düz bir sesle. "En baştan anlatabilir misin? Konuya tam dahil olmak istiyorum."

Yankı, başını olumlu anlamda salladı ve anlatmaya başladı. "Bir yetimhane projesi var ve ihale üç kişiye kaldı. Bizim işimiz Tarlılar Holding ile çünkü uyuşturucu baronu olan Rasim Tarlılar yetimhaneyi bir nevi kendi şirketi gibi yönetecek ve çocukları amaçları uğruna kullanacak; bütün çocuklar uyuşturucu işine girecek kısacası. Satışlar uzun zamandır engelleniyor ve Rasim bunu çocuklar üzerinden yapmak istiyor." Duraksadı ve devam etti. "Bizi iyilik meleği olarak düşünme ve sakın işini engelleyecek vicdanlara girme." İşaret parmağını kaldırıp hepimizi gösterdi. "İşimiz ihale belgelerine ulaşmak ve ayaklarını kaydırmak."

Anlattıklarını tek tek kafamın içinde ayırdım ve ayırırken en ince detayına kadar düşündüm. Gerçekten onlar için çok basit bir işti, bunu biliyordum ama nedense gerilmiştim ve gerginliğimi Yankı hissetti. Fark ettirmemek istermiş gibi, "Adamların adı biraz tanıdık geldi de," dedim. "Onları alt etmek isteyen, dosyalarına ulaşmak isteyen birçok kişi vardır, biz bunu nasıl başaracağız?"

Yankı tekrardan bilgisayarına döndü ve ekrana bir adamın yüzü yansıdı. "Bu Rasim Tarlılar," sesinde tiksinti vardı. "İki buçuk aydır onunla yüz yüze gelmek için Önder'le çaba sarf ettik ve sonunda bir şekilde onun güvenini kazandık." Durdu, yüzümüze baktı. "Ya da kazandığımızı sandık, bilemeyiz, cevabını akşam alacağız."

Rasim Tarlılar düşündüğümün aksine genç bir adamdı. Simsiyah saçları ensesinde toplanmıştı ve gözleri baygın bakıyordu. Kilolu yüzü sakalsızdı, yanağında bıçak izi vardı. "Bir de bunun sevgilisi var," dedi Yankı. "O da Tankut diye bir adam. Yani erkeklerle birlikte oluyor. Özellikle erkek çocuklarından hoşlanan bir şerefsizden bahsediyorum."

Yüzümü ekşittim ve Bartu hiç beklemeden, “Orospu çocukluğunun en şerefsiz tarafında götlük yapıyor yani?" dedi uzunca bir küfür ederek. "Onu dövecek miyim, bana bunu söyle."

Yankı sabırsızlıkla onu dinleyenler için ekrana yetimhane görüntüsü yansıttı ve o yetimhaneyi tanıdım. "Bizimle görüşmeyi bu yetimhanede istiyor, aldığı başka bir ihalenin yetimhanesi bu ve yönetimi onda. Burada görüşmeyi istemesinin en büyük nedeni de iyi adam profili çizmek ve çocuklara bağlılığını göstermek." Devlete bağlı olmayan ve sokakta kalan çocuklar için zenginlerin açtığı bir derneğe ait yetimhaneydi, ihaleyle alınan yetimhane de büyük ihtimal öyle olacaktı. "Daha önce gidip gördüm, otuz yedi tane odası, beş tane tuvaleti, her birinde on tane kabini var. Banyo odaları yedi tane ama hepsi büyük yani olası bir durumda tuvalet yerine banyoya saklanın. Üçüncü katta banyodaki pencerenin vidasını söktüm, orayı çok çabuk açıp havalandırmaya çıkabiliyorsunuz. Diğer pencereler boşluğa bakmıyor."

Anlatırken nefesim kesilmiş bir şekilde onu dinliyordum ve ince ayrıntılarına kadar dikkat etmesi, bu ince ayrıntıları da moleküllerine ayırması kaşlarımı kaldırmama neden olmuştu. "Ona ters köşe yapacağımızdan habersiz ve bize bütün iyi kalbini göstermeye çalışacak. Bizi yetimhanenin çatı katında karşılamak istiyor çünkü yetimhanenin yemekhanesi orada. Söylediği bizimle yemek yemek istemesi ama gerçeği, olası bir durumda kaçışımızın zor olması."

"Doğru," dedi Bartu çenesini sıvazlayarak. "Nasıl kaçacağız?"

"Kaçma gibi bir durum olursa çok büyük kargaşa çıkacaktır ve kapılar kapanacaktır. İçeriden iki tane çocuğu tanıyorum. Yemekhanenin köşesine, kahve makinesinin arkasına bir halat koydurdum. O halatla yemekhanenin penceresinden, dördüncü katın penceresine yetişebilirsiniz." Gözleri Lâl'e döndü. "İçeriye girdiğinde o odanın sağında, tablonun arkasında yangın alarmına basacaksın çünkü hepiniz halatla aşağıya inemezsiniz. Eğer böyle bir durum olursa bu görev senin çünkü en hızlı olanımız sensin, aşağı inip alarma basmalısın."

"Alarma basınca ne olacak?" diye sordu Işık. "Kaçacaklar mı?"

"Hayır," dedi Yankı ve krokiyi açtı. "Bu yetimhanenin mimarı alarmla elektrikleri birbirine bağlamış. Alarma basar basmaz yetimhanenin elektrikleri kesilecek ve otuz saniye sonra tekrardan elektrikler yerine gelecek. O otuz saniyede bir kişi daha halatla aşağı inecek, Bartu o karanlıkta adamları halledecek."

"Adamlar?" diye sordum merakla. "Kaç kişi olacaklar?"

"Tahminlerime göre beş. Bir de Rasim, sevgilisi Tankut ve Tankut'un eşi Güzide." Eşi mi?

"Çüş amına koyayım," dedi Mutlu. "Toplu sekse mi gidiyoruz yoksa işe mi?" Elini alnına vurdu. "Doğru söyle, porno mu çekeceğiz?"

"Evet Mutlu," dedi Yankı bıkkın bir sesle. "Sen Güzide'yle öpüşürken Tankut ve Rasim de senin götünü öpecek."

"Sus!" diye haykırdı Mutlu. "Sus, midem bulandı."

"Devam et," dedi Bartu Mutlu'ya ters bir bakış atarak.

"Bir iyi bir kötü haberim var," dedi Yankı ve gülümsedi. "Kötü haber, içeriye silahlarla giremeyeceğiz." Gerildim ve masada tek gerilen bendim; herkes iyi haberi merakla bekliyordu. "İyi haber, bunu da hallettim."

"Hep aynı şeyi yapıyorsun ama," dedi Mutlu. "İlk önce kalbime hançeri saplıyorsun sonra kalbimin yerine çiçekler koyuyorsun zekâsını öptüğüm."

Yankı, Mutlu'ya göz kırptı. "Dün restorana silahları sokmaya çalıştım Bartu ve benim için fakat iki silahın bizim için kötü olacağını düşündüm çünkü Bartu'nun son yaşadığımız olaydan sonra silah kullanmasını istemiyorum." Sesi kızgın çıkmıştı ve Bartu'ya baktığımda tepki vermesini bekledim fakat o düşündüğümün aksine bakışlarını kaçırdı.

"Neden Bartu ve sen?" Soruyu soran bendim ama hiçbiri beni dikkate bile almamıştı. "Ben de silah kullanabiliyorum."

Yankı, turkuaz gözlerini bana çevirdiğinde kısa bir süre yüzüme baktı ve omzunu indirip kaldırdı. "Eline silah verecek kadar sana güvendiğimi de nereden çıkardın?"

"Adamları vuracağımdan mı korkuyorsun?" diyerek gözlerimi devirdim. Vicdanımın sesini bu kadar dinleyeceğimi düşünmesi beni şaşırtmıştı.

"Adamları değil." Düz sesiyle beraber temkinli duruşu dudaklarımı aralamama neden oldu. "Güvenmediğim insanların eline savaş meydanının ortasında silah vermem."

Aralanan dudaklarımın arasından alaylı bir nefes verdim. "Ne saçmalıyorsun?" diyerek öfkeli bir tınıyla ona baktım. "Öyle bir amacım olsa seni dün vuramaz mıydım? Şu an belimden bir silah çıkarıp vuramaz mıyım?"

"Dün mü?" Işık ikimize baktı ve neler olduğunu çözmeye çalıştı.

"Bazen kafanın içindekini kullanamıyor olabilirsin ama akıllı kızsın," dedi Yankı üstten bir bakış atarak. "Bizi beklediğimiz anda değil, hiç ummadığımız anda vuracağını bilecek kadar tecrübelisindir."

Kafamı hayal kırıklığıyla iki yana salladım ve nedense bu cümleleri Yankı söylediği için derinlerde kırıldığımı hissettim. Diğerleri böyle cümleler kurabilirdi, umursamazdım ama Yankı'nın kurması beni kırmıştı ve bu çok saçmaydı.

Gözlerim Lâl'e takıldı ve gülerek baktığını gördüm. Elini çenesine koydu ve başını dikleştirerek bana 'Sen kimsin?' bakışı attı. Ben ise ona bakarken, az önce odada yaşadıklarımın öfkesini bakışlarımla hissettirmemeye çalışıyordum.

"Madem öyle," dedim Lâl'den bakışlarımı ayırıp Yankı'ya bakarak. "Beni işe neden dahil ediyorsun? Güvenmediğin biriysem her şeyi de mahvederim."

Yankı gülümsedi, başını omzuna doğru indirdi. Gözleri kısıldığında bana avıymış gibi baktı ve bakışları rahatsız edici bir boyut kazandı. "Risk alıyorum," diye mırıldandığında sesi geriden geliyordu. "Riske atmayacağım tek şey ise canlarımız, gerisi pek de önemli değil."

Kendi içimde inatlaştım ve bu inadım, Yankı'nın güvenini kazanacağım gün için oldu. Bunu başaracaktım, ne uğruna olursa olsun bunu başaracaktım ve Yankı Sarca'nın gözlerinden bana güvenen o adamı görecektim.

"Uçak kalkmadan önce düşersek neler yapmamız gerektiğini anlatırlar," dedim gözlerimi devirerek. "Sen de öylesin. Olumsuz bir durumda neler yapacağımızı anlattın. Şimdi bize uçaktaki keyfimizi de anlatacak mısın?"

Hepsinin gözleri bana döndü ve Yankı'ya karşı bu ters çıkışım Bartu da dahil, gözlerini açmasına neden oldu. "Bu kızın ağzı iyi laf yapıyor Yankı'ya," dedi Mutlu kısık bir sesle.

Yankı, yüzüme dikkatli bir şekilde baktı ve onu öfkelendirmek istediğimi fark ettim fakat o öfkelenmek yerine alaylı gülüşünü yine yüzüne kondurup, “Uçakta istediğin kadar keyif yap," dedi. "Sonunda düşeceksen keyiften eser kalmaz. Ben her zaman olumsuz sonuçlardan başlarım ve her zaman olumlu bir sonuca erişirim."

Dik dik ona baktım.

"Her neyse, silahlardan birini restoranda bir sandalyenin altına koydurdum." Bartu'ya odaklandı. "Ama hangi sandalye olduğunu söylemeyeceğim çünkü bana ait. Onu kullanmak zorunda kalırsam," derin bir nefes aldı, "ki bu son ihtimalim. Kullanmak zorunda kalırsam Lâl dışında hepimiz orada kapana kısılmışız demektir çünkü Lâl çoktan gitmiş olacak. Bu son ihtimal olduğu için silah patladığı an siz de arkanıza bakmadan kaçacaksınız."

"Sen?" dedi Işık ve elleriyle saçlarını düzeltti. "Orada seni öylece bırakamayacağımızı biliyorsun."

"Elimde bir silah olacak, Işık." Yankı içlerini rahatlatmak istiyormuş gibiydi ama kendisi de olası sonuçlardan habersizdi. Herkes için olumsuz sonuçları düşünmüştü ama eminim ki kendisi için bunu yapmamıştı. “Bana bir şey olmaz.”

"Neden sadece sen?" dedi Bartu kaşlarını çatarak. "O adamların hepsinde silahlar olacak, bizi çok rahat alt edebilirler. Tamam, bana silah vermeyeceksin ama Işık da silah kullanmayı biliyor. Mutlu..." sustu ve devam etti. "Tamam onun bıçaklarla arası iyi ama silahı da kullanabilir."

"Saçmalama." Işık ters bir tepki vermişti ve ilk defa benim dışımda birine terslendiğini görmüştüm. "Mutlu arasında bir adım olmadığı sürece silahla kimseyi vuramaz ve ıskalar. Onun canını tehlikeye atmam, aklından bile geçirme."

"Bunları konuşmaya gerek yok." Yankı kafasını olumsuz anlamda iki yana sallayıp Bartu'ya baktı. "Neden sadece ben, bunu sen benden daha iyi biliyorsun."

"Lanet olsun." Bartu ayağa kalktı ve masanın titrediğini hissettim. "Yine sadece ve sadece kendini ateşe atacaksın, değil mi? Çünkü neden? Yankı her şeyi halleder, her şeyi kurtarır, değil mi? Dört ay önce adamların elinde üç gün kaldın Yankı, üç gün! Biz sana ulaşamadık." Lâl de Bartu’ya katılıyormuş gibi başını olumlu anlamda salladı.

"Onları en iyi ben tanıyorum, onların nasıl bir yol izleyeceğini de en iyi ben biliyorum." Bunlar sadece bir bahaneydi, anlamıştım. Yankı hiçbirinin canını tehlikeye atmak istemiyordu, kendisi bile isteye ateşe sürüklenebilirdi.

Hep mi böyle oluyordu?

Lâl, eliyle beni işaret etti ve bir şeyler söyledi; her ne söylediyse Yankı'nın kaşları çatıldı ve gözlerini kısa bir an kapatıp açtı. Bartu'nun gözleri de bana döndüğünde, “Lâl," dedi kısık bir sesle. "O kadar da değil."

"Öyle bir şey olmayacak," dedi Yankı olabildiğince sert bir sesle. Gözleri Lâl'in üzerinde geziniyordu ve gardını indirmesini bekliyordu fakat Lâl düşüncelerinde inatlaşmakta kararlıydı ve bir şeyler söylemeye devam ediyordu. "O benim kuklam değil," dedi Yankı kısık bir sesle. "O bizim ateşe atacağımız kuklamız değil."

"Işık," dedim ona doğru eğilerek. "Lâl ne söylüyor?"

Cevabını vereceğini biliyordum çünkü canımı sıkan bir şeyi Işık hiçbir zaman söylemekten çekinmezdi ve bu da o anlardan biriydi. Işık Yankı'ya baktı ve onun bize bakmadığını gördüğünde bana doğru eğilip, “Lâl senin kullanılman gerektiğini söylüyor," dedi. "Silahı sen kullanmalıymışsın ve bir şey olursa sana olmalıymış. Bir nevi ateşe atılacak kişi sen olmalıymışsın."

Gülümsedim ve başımı çevirip, “Lâl," dedim düz bir sesle. "Benim canımı hiçe sayacak kadar mı benden nefret ediyorsun?" Hepsinin yüzü bana döndü ve Yankı, Işık'a dönüp baktığında Işık kafasını iki yana salladı. "Ben bir kukla değilim," dediğimde Yankı'ya bakıyordum. "Ama sizin için ateşe atacağınız önemsiz birisi olabilirim. Merak etmeyin, kendimi kurtarabilirim ve güven testinden de böyle geçebilirim."

Sesimde korku yoktu, sesimde endişe yoktu, sesimde his yoktu. Sesimde belirgin bir hırs, kin ve güç vardı. Lâl'in gözlerinin içine aydınlanma geldi ve aynı istekle dönüp Yankı'ya baktı. Onu önemsiyordu, onu çok önemsiyordu, beni bir piyon gibi kullanacak kadar önemsiyordu ama farkında değildi; kendi kalbini de önemsedikleri uğruna mahvediyordu.

Yankı yüzüme bakarken ne düşündüğünü kestiremiyordum ama beni ateşe atmasını öylesine çok istiyordum ki "Lütfen," diye mırıldandım. "Boş ver gitsin, sizin için önemsiz bir iş ve kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. Beni kullanabilirsin."

Çenesini sıktı. "Hayır," dedi sert bir sesle. İlk defa bu kadar ürkütücü ve öfkeli görünüyordu; sakin bir öfkeydi fakat konu biraz daha uzarsa alevleneceği belliydi. "Her yolun başlangıcı ve sonu benim, başkası olamaz." Cümlesi bana kendimi anımsattı, gerçekleri anımsattı, geçmişimi, geleceğimi ve şimdiyi anımsattı.

Yankı'nın cümlesi bana hayatımı anımsattı.

"Helin bu evde sadece misafir," dedi Bartu da Yankı'ya katılarak. "Bize birini ateşe atmak yakışmaz." Lâl'e baktı ve başıyla sandalyeyi işaret etti. "Otursana Lâl, kafan karışık görünüyor."

Lâl yerine otururken bana özellikle bakmıyordu çünkü kendini yenilmiş hissediyordu ama farkında değildi, yenilen sadece hırsları yüzünden kaybettiği kalbiydi. "Her neyse, devam edeyim," dedi Yankı fakat eskisi kadar hevesli anlatmıyordu. "Silahları kullanmak onlar için de son ihtimâl olur çünkü biz çok önemli, akıllı insanlarız ve ne kadar silahsız olsak da temkinli olduğumuzu bilecekler. Rasim düşündüğünüzün aksine çok yumuşak biridir. Adamlarından tekinin bile canı yansın istemez, özellikle sevgilisinin asla. Bu yüzden silah kullanmak onun için de risk olur." Parmaklarıyla şakaklarını sıktı. "Ama dediğim gibi olası bir şekilde bizim tarafımızdan tek bir silah patlarsa arkanıza bakmadan kaçacaksınız çünkü bu her şeyin mahvolduğunun sinyalidir."

Hepsi sustu ve televizyon ekranına doğru bakarken bir şeyler düşündüler. Benim aklımdan geçen, planın neresinde olduğumdu ama artık soru sormayacak sadece dinleyici olacaktım.

"Şimdi gelelim bizim kim olduğumuza," dedi Yankı ve elindeki kâğıdı masaya atarak ellerini de masaya yasladı. Üzerimize doğru eğildi. "Rasim Tarlılar ile onlarla ortak olmak isteyen başka bir holdingmiş gibi iletişim kurduk ve uzun süre sonra görüşme talebini alabildik." Bartu'ya baktı ve kâğıttaki adını gösterdi. "Bartu sen, Denizler Holding'in genel müdürüsün. İsmin Görkem, soyadın Canlı. Otoriter ve dikkatlisin ama bir o kadar da aptalsın. Yani seni çok çabuk kandırabileceklermiş gibi davranacaksın, bazı şeyleri görsen de görmemezlikten geleceksin."

Bartu'nun yüzü düştü ve Yankı'ya ters bir şekilde baktı. "Böyle bir rolü neden Mutlu'ya vermedin, onun normal karakteri de bu."

"Ha ha ha." Mutlu alındı ve Bartu'ya hareket çekti. "İnsanları yumruklamaktan ve on sekiz tane haşlanmış yumurta yemekten mahvolmuşsun sen."

"Mutlu'nun rolü başka," dedi Yankı ve ona döndü. "Senin adın Berk Boşal."

"Boşal mı?" Mutlu hayal kırıklığıyla bağırdı. "Boşalmak mı? Beni sonucunda bu adamla seviştirmeyeceksin, değil mi?"

Yankı, Mutlu'nun saçlarını karıştırdı. "Hayır," dedi ama düşünceli bir tınıdaydı. "Senin görevin çok önemli çünkü benim taşıyıcı olarak kullandığım uyuşturucu bağımlısı olacaksın, onların dikkatini çekecektir bu. Bizi iyi adamlar sanacaklar ve biz onları aslında zaaflarından vuracağız, ihale için daha çabuk dökülmelerini sağlayacağız." Mutlu'ya küçük kardeşiymiş gibi baktı. "Bir süreden sonra uyuşturucu krizi geçirmeye başlayacaksın, Rasim'in adamlarından birisinin sana yardımcı olmasını sağlayacağım. Arabaya indikten sonra Bartu'yu senin yanına göndereceğim. Bartu adamı hallederken sen ikinci kattaki Rasim Tarlılar'ın kasasını o hünerli ellerinle halledeceksin ve paraları alacaksın."

"Duydun mu?" dedi Bartu'ya göz kırparak. "Ben yoksam sen bir hiçsin yavru ceylan."

"Işık sen," dedi Yankı, Mutlu ve Bartu'nun atışmasını görmezden gelerek. "Benimle beraber sekreterim olacaksın. Bizim işimiz en zoru." Gözleri Lâl'e döndü ve yine o, kestiremediğim anlamlandıramadığım bakışlarını gördüm. "Sen Görkem Canlı'nın sekreteri ve yazıcısı olacaksın. Sürekli kulaklığın takılı olacak ve işlerle iletişim halindeymiş gibi davranacaksın. En önemli görev senin, biliyorsun."

Durdu, bana bir daha dönüp bakmadan kendi görevini anlatmaya başladı. "Ben holdingin gereksiz sahibi Uras Denizler. Eşim çok zengin ve onun sayesinde holdingin başına gelmişim. Sonradan görmeyim ve şımarığım. Ayrıca uyuşturucu bağımlısı zengin züppesi olarak işimi yapmıyor, keyfime bakıyorum." Masanın üzerinden biraz daha eğildi. "Ben en son devreye gireceğim. Onların bilgisayarlarından, kendi bilgisayarımıza belgeleri iletme görevi bende. Öncesini nasıl oluşturacağımızı kulaklıklardan sizlere söyleyeceğim. Belgeleri aldıktan sonra Lâl ilk masayı terk eden kişi olacak ve arkasına bakmadan her zaman olduğu gibi koşacak. Işık benim yazıcım olarak belgeleri ileten kişi olacak."

Sakin bir şekilde benim görevimi anlatmasını beklerken Bartu "Neden içeriye dalıp hepsini dövüp bilgisayarı çalmıyoruz?" diye sordu. "Neden bu adamı köşede sıkıştırıp bütün çocukların acısını alacak kadar belasını sikip onu mahvetmiyoruz?"

Yankı bunları çoktan düşünmüştü biliyordum ama sakin bir şekilde Bartu'ya döndüğünde, “Çünkü Rasim Tarlılar öyle basit bir adam değil," dedi. "Ayrıca yetimhaneye öyle giremeyiz." Hepimizin gözlerinin içine baktı ve belki de hepimizin korktuğu o cümleyi kurdu. "Yetimhanenin içi çocuklarla dolu olacak, onları korkutamayız. Bu yüzden Bartu," kaşlarını kaldırdı, "sana silah veremem çünkü sen neyi ne zaman yapman gerektiğini bilmiyorsun, neyin en son ihtimal olduğunu kestiremiyorsun."

Bartu'nun gardı düştü ve bakışları Yankı'dan ayrılıp boşluğa doğru daldı; onunla beraber hepimizin de gözleri bir noktaya odaklandığında geçmişimizin karşımızda dik bir şekilde durduğunu anladım. "Çocuklar mı?" diye sordu Bartu kısık bir sesle. "O çocukların hepsi bağımlı mı?"

Yankı tereddütle nefesini verdi. "Hepsi değil," dedi. "On altı yaşından büyükler bağımlı ve satış için kullanıyor, on altı yaşından küçükleri," sustu, ilk defa Yankı ne diyeceğini bilemedi ve sustu.

"Orospu çocuğu," dedi Bartu dişlerini sıkarak. "Ben onu öldürmeden o yerden nasıl çıkacağım?"

"Bartu, sakın," dedi Yankı ve ellerini Bartu'nun omzuna koydu. "O belgeleri aldıktan sonra zaten bitmiş olacak çünkü devamını biz değil, Önder halledecek."

"Kaç tane çocuk varmış?" Işık soruyu sorarken ilk defa sesi titriyordu.

"Elli beş." Elli beş çocuk, elli beş küçük çocuk, elli beş muhtaç çocuk. "Çoğu erkek, Rasim öyle istiyor."

"Sikerim ama," dedi Bartu ve sandalyeye sert bir tekme vurdu, sandalye yere düştü. "O çocukları görmeyeyim ben Yankı, o çocukları bana gösterme."

Yankı, çoktan o çocukları görmüştü ve o gördüğü çocukların yüzleri zihnine çizilmişti, bunu biliyordum ama hâlâ sakin, kendinden emin ve yatıştırıcı duruyordu. "Bu akşam gittiğimiz saati uyku saatlerine göre ayarladım," dedi Yankı ve sesi kısık çıktı, yere baktı. "Çoğu odalarına çekilmiş olur, merak etme."

Sessizlik devam etti, öyle büyük bir sessizlikti ki birimiz çığlık atsak hepimiz çığlığı devam ettirecekmişiz gibiydi ve bu can sıkıcıydı. Önümdeki kahve kadar buz gibi olmuştum ve ellerim buz kesmişti. Bütün çocukları görmeden hissetmeye başlamıştım. Aslında bugün olacak olan iş hiçbirimiz için çok kolay bir iş olmayacaktı, kendi yetimhane günlerimi aklımdan kovmaya çalıştım çünkü sırtımda hala orada yediğim dayaklardan kalma izler vardı.

"Helin sen," dedi Yankı ve başımı kaldırdığımda göz göze geldik. "Benim eşimsin." Konuşmaya devam ederken gözlerini benim üzerimden ayırıp masaya koyduğu kâğıda baktı. "Ben yokken benim yerimi dolduran kişi olacaksın ama biblo gibi. Sadece bir taş bebek gibi düşün," beni süzdü ve konuşmaya devam etti. "Dış görünüşün bu role uyuyor." Şaşırdım ve şaşkınlıktan gözlerim açıldı. Beni mi övmüştü? Beni güzel bulduğunu mu söylemeye çalışmıştı?

"Herkes bir gün lafıma gelecek," dedi Mutlu ve bana göz kırptı. "Seksi olduğunu hep söylüyordum."

"Bu rol için Helin'i niye götürüyoruz?" dedi Bartu bıkkın bir sesle.

"Çünkü onun sayesinde zengin oldum ve o şirketin sahibi. Ayrıca," gülümsedi ve bana bakarken küçümsemeyi ihmal etmedi, "o da başka bir uyuşturucu baronu olacak. İsmin Hira. Beni uyuşturucuya alıştıran sensin ama sen de Rasim gibi uyuşturucu kullanmıyor, kullandırtıyorsun. Daima göğüslerinin arasında bir sigara taşıyorsun ve ben de o sigaradan içiyorum."

"Bu hikayeler nereden çıkıyor böyle?" Kaşlarım çatıldı ve tiksintiyle nefes verdim. "Neden göğüslerimin arasında?"

"Çünkü aslında bizler gerçek kişileriz," dedi Yankı bilgilendirerek. Bilgisayarından birkaç sayfayı açtı ve klavyenin tuşlarına hızlı hızlı basarak karşımıza bir internet sitesinin görüntüsünü getirdi. "Denizler Holding karşınızda." Hepsinin tek tek fotoğrafının olduğu görselleri açtı. "Bu sitede Mutlu ve Helin yok sadece. Çünkü Mutlu uyuşturucu bağımlısı olacak ve Helin de benim deliler gibi gizlediğim eşim." Başka bir siteye girdiğinde magazin sitesiydi ve Yankı'nın fotoğrafı vardı. Haberde eşini gizleyen ve dışarıya kafasını bile çıkarmayan Uras'dan bahsediliyordu ama hala göğüs detayı yoktu. "Birkaç tane magazin haberi katmak gerekiyordu çünkü duyulmuş kişileriz."

"Bu kadarını hangi ara yaptın?" Şaşırmıştım çünkü her şey yine en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü ve bu ayrıntılar da ufacık bir şey bile atlanmamış gibi görünüyordu. "Ayrıca göğüs, sigara ikilisiyle alakalı bir haber göremiyorum."

İki ay önceden çalışmalara başlamıştım ama senin aramıza katılacağını bile bilmeden senin yerini yapmışım." Gülümsedi, tedirgin edici ve ürpertici bir gülümsemeydi ama nedense karnımda bir sıcaklık hissettim. "O haber çok gerilerde kaldı, şu an açamam ama bizim böyle bir fantezimiz varmış."

Bakışlarımı ondan kaçırdım ve içimdeki sıcaklığı yok etmeye çalıştım; imkânsız görünüyordu çünkü Yankı'nın gözleri hala üzerimdeydi. "Yani," dedi Mutlu gülerek. "Sen zengin karısının parasını yiyen ve onu kıskanan acayip tipli bir adamsın. Bakayım bir tipine." Uzun uzun Yankı'nın yüzünü inceledi ve baş parmağını kaldırıp, “Tam isabet tip," dedi. "Kadın parası da yersin, onu da kıskanırsın. Tuttum bu rolünü."

"Mutlu," dedi Yankı yapay bir kızgınlıkla. "Benim silkelemelerim Bartu'nun silkelemesine benzemez, biliyorsun."

"Biliyorum zekâ küpüm," dedi Mutlu Bartu'ya bakarak. "Sen beni direkt üst kattaki pencereden aşağıya silkeliyorsun ama Bartu bana kıyamıyor."

"Kes," dedi Bartu. "Bir gün sinirlenip seni aşağı atarım diye silkelemiyorum orada, Yankı benden daha kontrollü."

İkisi atışırken kafamın içinden plan hakkında soracağım çok soru geçiyordu ama diğerleri sormayıp Yankı'ya bıraktığı için ben de aynı şekilde davranıyordum. İlk defa onlarla beraber, onlar gibi bir işe girecektim ve bu durum benim onlara bir adım daha yaklaşmama neden olacaktı.

Lâl masadan kalkıp hiçbir şey yapmadan odadan çıktığında toplantının bittiği ortadaydı. Aramızdaki en keyifsiz olanı Lâl'di ve onun da keyifsizliğinin tek ama tek nedeni bendim, bundan emindim.

Yankı cebinden bir sigara çıkardı ve ucunu ateşlendirdikten sonra, “Akşam uzun olacak," diye mırıldandı. "Herkes güzelce dinlensin." Bakışları bana döndü, uzun bir süre yüzüme baktıktan sonra nefesini verdi. "Işık'ın yatağına geçip birazcık uyu, gece boyu sen de ben de uyuyamadık. Dinlememiz gerek."

Başımı olumlu anlamda sallayıp çekingen bir yüzle Işık'a baktığımda onun hiç düşünmeden, “İkinci oda," dediğini duydum. Mutlu ise iri gözlerle bir bana bir Yankı'ya bakıyordu.

"Bir saniye," dedi ve ayağa kalkarak ikimizin arasında durdu. "Siz dün ikiniz de uyumadınız mı?" Başı bir ona bir bana dönerken yüzünde sorguya çeken bir öğretmen edası vardı. "Geceden bu saate kadar durmadan seviştiniz mi?" Gözleri Yankı'da durdu ve ıslak çaldı. "Dedikleri kadar varmışsın, hiç mi dinlenmedin be adam?"

"Mutlu!" diye inledim ellerimle yüzümü kapatıp. Böyle şakalar ve imalar beni geçmişimden ötürü rahatsız hissettirmiyordu. Bu yaşıma kadar her çeşit muameleyi görmüştüm ve her çeşit insanla aynı masaya oturmuştum; Mutlu'nun yaptığı benim için sadece komik bir şakadan ibaretti.

Bir gün söylediği gibi biriyle birlikte olursam neler olacaktı, onu kestiremiyordum çünkü geçmişimin sancıları, hiç ummadığım zamanlarda beni kıskıvrak yakalıyordu.

Yankı alnına vurdu. "Bartu," dedi düz bir sesle. "Sana Mutlu'nun boxerlarının içine kaşındırıcı koyduğunu söylemiş miydim?"

"Beni sattın!" diye bağırdı Mutlu Yankı'ya ve Bartu'ya gözlerini kocaman açarak baktı. "Yapmadım!" Bartu, ayağa kalktı ve Mutlu'ya doğru bir adım attı. "Yapmadım canım abim, yapmadım," dedi daha kısık bir sesle. Bartu, Mutlu'nun yakasından tuttu ve onu havaya kaldırırken, “Yaptım ulan!" dedi ve bir anda Bartu'yu alnından öptü. Bartu şaşkınlıkla Mutlu'yu bıraktığında eli alnına doğru gitti ve Mutlu o sırada hareket çekip odanın dışına doğru koştu. "Yankı eksik söyledi, bütün boxerlarını da pembeye boyadım ve üzerine Pembe Panter'in resmini yapıştırdım!"

Sessizlik. Kısa bir sessizlik. Ardından Bartu "Mutlu!" diye haykırdı ve o da peşinden koştu. "Şimdi seni pencereden değil atmak, o pencereye asacağım ki ibret olsun!"

İçeriden tepinme sesleri geldiğinde ben ve Işık birbirimize dönüp gülümsedik ve aslında Lâl'in olmadığı ortamda kendimi daha rahat hissettiğimi fark ettim; Lâl'in olmadığı ortamda Işık da bana daha sıcak bakıyordu.

"Şimdi mahvoldu," dedi Yankı kapıya doğru bakarak. "Bu sefer Bartu onu direkt Pembe Panter'e döndürecek."

***

Uyku ve uyanıklık arasındaki çizgide gidip geliyordum ve arada sırada gözlerimi aralasam da sonrasında tekrardan kendimi uykunun kollarına teslim ediyordum. Gecenin yorgunluğu bedenimden çıkarken zihnim tamamen berraktı ve kâbuslarım bana o kadar çok uğramıştı ki hepsi şimdilik sırtını dönmüştü.

Işık ve Mutlu'nun odasında iki tane yatak vardı ve ben Işık'ın yatağında yatıyordum. Yastıkta onun şekerli şampuanın kokusunu alabiliyordum ve kendimi biraz daha iyi hissetmeme neden oluyordu.

Odanın kapısının açıldığını duydum ve miskin bir ses çıkarıp yatakta döndüm. Adım sesleri kulaklarıma dolduğunda birinin bana doğru yaklaştığını anlamıştım. Planı konuştuktan sonra odaya çıkmış, uyumuştum ve kendimi günlerce uyumuş gibi hissediyordum.

Birkaç saniye geçti ardından Işık'ın sesini duydum. "Helin," dedi düz bir sesle. "Yarım saat sonra çıkacağız, hazırlanman gerekiyor."

Başıma kadar geçirdiğim battaniyeyi açtım ve kısık gözlerle dönerek Işık'a baktım. Üzerinde beyaz dar bir gömlek, altında siyah dar bir mini etek vardı. Siyah opak çorabı kıvrımlı bacaklarını ortaya çıkarmıştı ve ayaklarında yüksek topuklularla rahatsız görünüyordu. Saçlarını sıkı bir topuz yapmış, önlerine birkaç tutam indirmişti.

Elinde tuttuğu kıyafetleri Mutlu'nun yatağına bırakıp, “Bunları giymen gerekiyor," dedi. "Banyodaki dolabın içinde birkaç makyaj malzemesi var. Seni idare eder mi bilmem ama ben de Lâl de fazla makyaj yapmayı sevmiyoruz."

Yatağın üzerine bıraktığı kıyafetlere bakarken olduğum yerde doğruldum ve başımı aşağı yukarı sallayarak, “Ben de fazla makyaj yapan biri değilim," dedim. "On beş dakikaya hazırım, aşağıda olacağım."

Işık, bir süre yüzüme baktı ve kendimi yataktan atıp banyoya doğru ilerleyeceğim sırada eli kolumu tuttu. "İyi misin?" Sorusuyla beraber gözlerim ona döndüğünde bakışlarındaki samimiyeti gördüm. "Sabah pek iyi görünmüyordun, Yankı neler olduğunu söylemedi."

Gerçekten iyi olup olmadığımı mı merak etmişti yoksa Lâl için ağzımı mı arıyordu bilmiyordum ama ona samimi bir şekilde tebessüm ederek, “İyiyim," dedim. "Sadece ruhsal sancılar filan. Bilirsin ya, patlama yaşadım."

Israrı seven birisi olmadığını tahmin ediyordum ve o da beni tahminlerimde yanıltmayıp, “Aşağıda bekliyoruz," dedi ardından benden önce odadan çıktı.

Banyoya girip işlerimi hallettikten sonra elimi yüzümü yıkadım ve benim için ayrılan yeni diş fırçasıyla dişlerimi fırçaladım. Aynadaki görüntümde gözlerim şişmiş görünüyordu fakat morluklar yok olmuştu ve şişlik uykumu aldığım içindi. Dağılmış saçlarımı geriye doğru ittim, Işık'ın bahsettiği dolabı açtım.

Gözümün altını rastgele bir kapatıcıyla kapattım ve rimel sürdüm. Rastgele bir ruj alıp dudaklarıma sürdüğümde onun bordo renk olduğunu fark ettim, bu renk rujları pek sevmezdim fakat silmeye üşendiğim için ruju yanıma alıp odaya tekrar döndüm.

Yatağın üzerindeki kıyafetlerle bakışırken üzerimdeki pantolonumu ve kazağımı çıkardım. Yurda gidip kıyafetlerimi almam gerekiyordu çünkü burada hiçbir kıyafetim yoktu ve bu beni rahatsız etmeye başlamıştı.

Elbiseyi yatağın üzerinden aldım ve giyerken tam da bedenime göre olduğunu fark ettim. Sutyeni çıkarmak zorunda kaldığımda kaşlarım çatıldı ve elbisenin düşündüğümden daha abartılı olduğuna kanaat getirdim.

Tamamen üzerime giydiğimde Işık'ın dolabına yapıştırılmış olan boy aynasına ilerledim ve bir yandan da bana bıraktığı siyah bantlı yüksek topukluları giydim. Olduğum yerde elbisenin kenarındaki fermuarını çekmeye çalışırken aynada kendimle göz göze geldim ve fermuarı yukarıya çektim.

Derin bir göğüs dekoltesi olan elbise dizlerime kadar dar bir şekilde iniyordu ve arkamı döndüğümde kalçamın az üstüne kadar dekolteli olduğunu gördüm, elbiseyi tek tutan incecik askılarıydı. Kendimi yarı çıplak değil de tamamen çıplak hissetmeme neden olan bu elbise kaşlarımı çatmama neden olmuştu çünkü bana uzun süre sonra kadınsı hatlarımın olduğunu fark ettiren bir elbiseydi.

Dudaklarıma sürdüğüm rujun rengi neredeyse elbiseyle aynı renkti ve bu daha fazla dikkat çekmeme neden olmuştu. Ruju silmeli miydim, diye düşünürken alt kattan adımı seslenen Mutlu'nun sesini duydum. "Geliyorum!" diye bağırdığımda saçlarımı Işık'a ait olduğunu düşündüğüm masanın üzerindeki tokayla sıkı bir at kuyruğu yaptım.

Odadan çıkmadan önce kendimle son kez yüz yüze geldim ve hafifçe yanaklarıma vurarak, “Gerçekleri yaşa," dedim defalarca kendime söylediğimi tekrar ederek. "Sen gerçeksin ve gerçeklere inan."

Odadan çıkıp merdivenlere doğru yöneldiğimde neyse ki topuklu ayakkabıya giymeye alışık olduğum için rahatsız hissetmiyordum ve düzgün bir şekilde yürüyebiliyordum. Ben ne kadar topuklu ayakkabıları sevmesem de bir dönem başkalarının algısında güzel görünmek için bu topuklu ayakkabıları giymiştim.

Merdivenlerden inerken Mutlu ve Bartu'nun atıştığını duydum. "Eğer her şeyi mahvedersen ben de seni mahvederim," diyordu Bartu Mutlu'ya. "Arabayı çalarken nasıl olur da alarmını kapatmazsın?"

Mutlu homurdandı ve hepsi görüş açıma girdiğinde, “Alarmı kapatmadık da ne oldu? Aksiyon yaşadık fena mı?" dedi ve bakışları bana döndü. Gözleri beni baştan aşağı süzdü, izledi ve sonra ağzıyla alarm sesi çıkararak ellerini yüzüne yerleştirdi. "İşte şimdi yangın çıkıyor, tam içimde! Alarmlar ötüyor, itfaiye!"

Son basamağa geldiğimde hepsinin gözleri bana döndü. Mutlu'nun üzerinde bol bir kot, bol bir tişört vardı ve gözlerinin içi kıpkırmızı, altı mosmordu. Saçları dağılmış, dudakları kurumuştu. Tam bir uyuşturucu bağımlısı gibi görünüyordu.

Lâl, Işık gibi giyinmişti fakat onun üzerindeki gömlek beyaz değil, siyahtı. Elinde bilgisayarını sıkıca tutuyordu, gözlerimiz kesiştiğinde bakışlarını kaçırdığını ve direkt olarak Yankı'ya baktığını gördüm.

Bartu, Yankı'nın yanındaydı. Siyah bir takım elbise giymişti ve içindeki gömlek beyaz, kravatı siyahtı. Kısa saçları bile düzgün görünüyordu, yüzüne renk gelmişti. Bileğinde pahalı bir saati olduğuna emindim. Bartu'ya ilk defa alıcı gözüyle bakabiliyordum ve aslında yakışıklı bir adam olduğunu görebiliyordum. Uzun boyu, iri bedeniyle bütün kadınların dikkatini çekebilecek yapıdaydı.

Son olarak Yankı'ya baktım, nedense onu sona bıraktım ve adeta nefesimin kesildiğini hissettim.

Üzerinde lacivert bir takım elbise vardı ve saçları düzgün bir şekilde taranmıştı. Bordo kravatını boynuna takarken elleri duraksamıştı ve turkuaz gözleri benim üzerimde takılı kalmıştı. Lacivert takım elbisesiyle turkuaz gözleri birbirine o kadar çok uyumlu görünüyordu ki yutkunmak zorunda kaldım hatta yakınlaşıp gözlerinin içine bakmak istedim. Koyulaşmıştı gözleri ve sakallarını düzeltmiş, kemikli yüzünü daha fazla açığa çıkarmıştı. İçine giydiği açık mavi gömleğinin manşetlerinde kol düğmeleri vardı, kol düğmelerinde U ve D harfleri vardı. Uras Denizler.

Yankı, kravatını yakalarını kaldırdığı gömleğine taktı ve yakalarını indirirken gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. Gözleri düşündüğümden daha uzun süre göğüs dekoltemde oyalandı ve bacaklarıma doğru inerken yüzünde belli belirsiz bir afallama oluştu.

"Çok iyi," dedi Mutlu. O olmasa neler olurdu, kestiremiyordum çünkü herkesin varlığını bir an olsun unutmuştum. "Bu kıza seksi derken yanılmıyormuşum değil mi? Ben kadından anlarım."

Bartu, Mutlu'nun kafasına sert bir şekilde vurup, “Kadınlardan bir malmış gibi bahsetme," dedi. "Hiçbiri sana bakmıyor diye boş çene çalıyorsun."

"Bakmıyorlar mı?" Mutlu bana doğru ilerledi ve elini uzatıp, “Hanımefendi," dedi kibar bir sesle. "Atım dışarıda sizi bekliyor, dilerseniz jetimi getireyim."

Gülümsedim ve uzattığı elini tutarak merdivenin son basamağından indim. "Mutlu, senin Grey gibi helikopterin olması gerekmiyor mu?"

Mutlu, düşünceli bir sesle, “Grey umurumda değil," dedi ve ciddi ciddi bana hayranmış gibi baktı. "Mutlu Sarca olarak seni atımla götürmek isterim."

"Mutlu," dedi Bartu ve eliyle yüzüne vurdu. "Yine çok konuştun."

Yankı ise birkaç adım attı ve Mutlu'nun omzuna dokunarak çekilmesini işaret etti. Mutlu düşük bir yüzle geriye doğru adım attığında hepsinin tam ortasında duruyordum. Bartu bile arada sırada dönüp bana bakıyor fakat bunu göstermemeye çalışıyordu.

Yankı bana doğru yaklaşırken, nefes almayı unuttuğumu fark ettim ve kesik nefesler alarak ona baktım. Tam karşımda durduğunda gözleri dudaklarıma doğru indi ve hiç beklemediğim şekilde uzun süre dudaklarıma baktı. O sırada yüzüme doğru yaklaştığında kalbimin teklediğini hissettim. Kahretsin, neler oluyordu?

Nefesi yüzüme çarptı, sakalları yanağıma değdi ve kulağımın içine bir şey yerleştirdiğini hissettim. Aslında bu yaptığı çok çok kısa bir an sürmüştü ama benim için düşündüğümden çok daha uzundu.

Geriye doğru çekildiğinde, “Bu kulaklıkla ben size bildirimler vereceğim," dedi. "Aranıza sonradan Mutlu ve Işık'la beraber dahil olacağım için ne dersem onu yapacaksınız."

Bartu'ya döndü, o sırada Yankı'nın kokusu burnuma geldi ve bu koku beni uyutan ninnilerimi anımsattı. Küçükken uyumak için kendimi zorladığım zamanlar, başımı yastığa gömer kendimi bir deniz kenarında hissetmeye çalışırdım. Denizin sesiyle ninnim birbirine karışırdı ve o yaşımda deniz kenarının kokusunu alırdım. Yankı, o deniz kenarı gibi kokuyordu, Yankı, beni iyileştirmeye çalışan ninnilerim gibi kokuyordu.

"Özellikle sen Bartu," dediğinde daldığım düşüncelerimden sıyrıldım. "Sakın öfkene yenik düşme. Sakın. O adamın ne olduğuyla değil, işimizle ilgileneceksin."

"Tamam," dedi Bartu öfkeli bir sesle. "Yüz defa aynı şeyi söyleme, ne dersen onu yapacağım." Durdu ve Lâl'e baktı. Tekrardan Yankı'ya baktığında, “Ama tek şartımı biliyorsun, o olursa beni kimse durduramaz," dedi.

"Biliyorum," dedi Yankı ve eliyle Bartu'nun omzuna vurdu. "Öyle bir şey olmayacak, rahat ol."

"Çıkalım mı artık?" diye sordu Işık. "Bir tane daha araba alacağız."

Yankı, yere koyduğu siyah bir poşetin içinden hepimize kimliklerimizi uzattı. "Bunları çantalarınıza ve ceplerinize koyun," bana baktı ve kimliğimi Bartu'ya uzattı. "Senin kimliğin burada. Ve bir de..." Elini cebine atıp iki tane yüzük çıkardı. "Bunu tak." Kendisi fevri bir şekilde parmağına yüzüğü geçirdiğinde Lâl hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledi ve sertçe açarak kendisini dışarıya bıraktı. Ben de Yankı gibi yüzüğü parmağıma taktığımda tekrardan göz göze geldik.

"Benim sana karşı tavırlarım nasıl olacak?" Dudaklarım kurumuştu ve ıslatmak zorunda kalmıştım, Yankı'nın gözleri direkt olarak dudaklarıma kaydı.

"Ben nasıl davranırsam ona göre hareket et," durdu ve derin bir nefes aldı. "Ayrıca şunu yapmaktan vazgeç."

"Neyi?" dedim ve herkesin kapıdan çıktığını gördüm. İkimiz evin içinde kalmıştık.

"Dudaklarını ıslatmayı," dedi. "Dikkatimi dağıtıyor."

Bir daha dudağımı ıslattım ve arkamı dönüp dış kapıya doğru ilerledim. "Beni incelemekten vazgeç," dedim dün onun bana söylediklerini tekrar ederek. "Ben senin dikkatini dağıtabilirim ama sen dağıtamazsın."

Kapıdan dışarıya çıktım ve ona döndüğümde gülümseyerek bana yürüdüğünü fark ettim. Elindeki deri ceketimi bana uzatırken, “Dağıtamaz mıyım?" dedi alaylı bir sesle. "Çırılçıplak dışarı çıkarsın ve ateşler içinde kalırsın, ruhun duymaz."

Soğuk havayı o anda düşündüğümü fark ettim ve deri ceketi elinden alıp üzerime geçirdiğimde bakışlarımı ondan kaçırdım. Her seferinde vereceği bir cevabı vardı ve benim bazen ona verecek cevabım kalmıyordu, bu can sıkıcıydı.

"On dakika kadar üst üste tek arabayla gideceğiz," dedi Bartu ve bir arabanın kilidinin açıldığını duydum. Bakışlarım sesin olduğu yere doğru döndüğünde neredeyse iki yüz elli bin liralık bir arabayla göz göze geldim. Dudaklarım aralandığında Bartu bakışlarımı fark etti. "Bartu'nun elli tonu," dedi. "Yenisi de birazdan geliyor."

"Havalara bak." Mutlu homurdanarak Bartu'nun arkasında yürürken arabaya burun kıvırıyordu. "Bundan daha iyisi olamaz mıydı? Yapmaz benim Grey'im, yapmaz böyle şeyler."

Bartu, sürücü koltuğuna yerleşirken, “Mutlu sen gelmesene ya," dedi yapay bir sinirle. "Zaten rolün çok gereksiz. Figüran Mutlu."

Yankı yolcu koltuğuna doğru ilerledi ve Mutlu'yla Işık da arka koltuğa oturdu. Lâl ve ben birbirimize baktığımızda Işık, “Hadi!" diye bağırdı içeriden. "Binin de gidelim."

Lâl diğer kapıdan içeriye girdi ve ben de bindiğimde dördümüz arkaya sıkışmıştık. Lâl neyse ki diğer uçtaydı ve hemen yanımda Mutlu oturuyordu. "Yankı," dedi Mutlu. "Kucağına oturabilir miyim?"

"Hayır." Yankı'nın net cevabıyla beraber Bartu gazı alevlendirdi ve araba park edildiği yerden çıktığında koltuğa biraz daha yerleştim.

"Tabii, sen dün kucağına hemen yanımdaki seksi kızı oturttuğun için beni istemezsin," diyen Mutlu'ya gözlerim irice açılmış bir şekilde baktığımda Lâl öksürmeye başladı ve Yankı arkaya doğru dönüp Mutlu'nun kafasını tuttu, aşağıya doğru indirdi. "Ah!" diye bağırdı Mutlu. "Yapma, katlandım resmen, yapma!" Sesi derinden geliyordu.

Bartu gülmeye başladığında, “Keyifliymiş," dedi. "Benim için de katla Yankı."

"Doğru söyleyeni dokuz köyden vururlarmış!"

"Vururlarmış derken?" Yankı Mutlu'nun kafasını bıraktı ve Mutlu nefes nefese başını kaldırdı. "Kovarlarmış o."

"Siz beni vurursunuz!" diyerek kollarını önünde bağladı ve dudaklarını büktü. "Hep ben dayak yiyorum, bir gün sizi döveceğim."

"Kızdırmayın yakışıklı ikizimi!" Işık Mutlu'yu kendine doğru çekti. "Bak burada ne var," dedi ardından büyük bir viski şişesini ortaya çıkardı. "Beraber tüketelim mi bunu?"

"Işık!" Mutlu güldü ve şişeyi havaya kaldırarak, “İşte bu rutinimizi yapmayacağız diye ödüm kopuyordu," dedi. "Ama bu sefer size vermeyeceğim."

"Rutin mi?" dediğimde Işık'ın gözleri bana döndü.

"Her işe gitmeden önce hepimiz rahatlamak için birkaç yudum içer, eğleniriz. Hatta bir şarkımız var," dediğinde gözleri aynadan ona bakan Bartu'ya kaydı. "Açsana, dinleyelim."

Bartu cebinden telefonunu çıkardı ve birkaç düğmeyle beraber arabaya bağlayıp bir şarkı açtığında güldüm. Haydi Gel İçelim şarkısıydı ve rutinlerinin güzelliği gülümsememe neden olmuştu.

"Bugün!" diye bağırdı Mutlu ve şişenin kapağını açıp birkaç yudum içti sonra Işık'a uzattı. "Bugün çok yorulmuşsan, her yerde arayıp, yine de bulamamışsan!"

"O seni unutmuş!" dedi Işık ve o Mutlu'dan daha büyük yudumlar içti. "Sen unutamamışsan!" İçkiyi Lâl'e uzattı ve Lâl elini kaldırıp içkiyi reddetti. Işık şişeyi bana yönlendirdiğinde dikiz aynasından Yankı'yla göz göze geldim ve şişeyi elime aldığımda bakışlarımı ondan kaçırdım. Büyük yudumlar içtiğimde boğazım bu yanmaya tepki verdi ve hafifçe öksürerek şişeyi öne doğru uzattım.

"Alışık değilsin galiba?" Mutlu'nun sorgulayan gözleri üzerimdeydi.

"Sadece uzun zamandır içmiyordum." Ekşittiğim yüzümü hızlı bir şekilde düzelttiğimde Bartu elimden şişeyi aldı ve Yankı'ya doğru kaldırarak, “Haydi geç içelim," dedi ve şarkıya eşlik ederek içkisini yudumladı.

Hepimizden daha fazla içen Bartu'nun elinden zorlukla içkiyi alan Yankı "Yerlere düşmeyelim ama şimdi," dedi ve cama doğru dönerek o da içkisini içti. Söylediğine gülmeye başladığımda Işık da bana eşlik etti ve Mutlu yanımda oturduğu yerde dans etmeye başladı.

Lâl ise pencereden dışarıyı izliyor, hiçbirimizle iletişim kurmuyordu; gözleri caddedeki insanların üzerindeydi fakat düşündüklerinin daha başka olduğunu, aklının belirsiz yerlerde olduğunu anlayabiliyordum.

Birkaç dakika sonra Bartu arabanın sunroofunu açtı ve Mutlu hevesle kafasını yukarıdan çıkarıp bağırarak şarkıyı söylemeye başladı. "Yine çıldırtacaksın," dedi Yankı Bartu'ya yüksek sesle. "Çok gaza geliyor, yapma şu çocuğa böyle."

"Bu evrende bir tozsun, tarih seni unutsun, haydi gel içelim!" Mutlu'nun sesi geçtiğimiz caddede çınlıyordu ve yolda yürüyen herkesin bakışları ona dönüyordu. Bir teyze eliyle ağzını kapatıp Mutlu'ya bakarken yanındaki kız gülüyordu. Mutlu her ne hareket yaptıysa kız utançla yüzünü kapattı ve araba onların yanından geçerken, “Ara beni bebeğim!" diye bağırdı Mutlu. "Bu yüzü hiç unutma!"

Yankı gülerek, “Mutlu!" diye bağırdı. "İn aşağı, hava soğuk. Felç geçireceksin ve ciddi ciddi yüzün unutulmayacak." Şişeden içkiyi içmeye devam ediyordu, herkesin bir sınırı vardı ama onun yoktu.

Mutlu kendisini koltuğa bıraktığında elleriyle kollarını okşadı ve "Dondum!" diye bağırdı ardından Işık'ın kolları arasına girdi. "Çok üşüdüm."

Bartu, müziğin sesini kıstığında kendimi tutamayarak, “Öyle deme," dedim Mutlu'ya. "Senin yaptığını hep yapmak istemişimdir."

"Hiç yapmadın mı?" Işık'ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Biz bunu hep yaparız ve o kadar keyifli ki. Gözlerini kapattığında kendini uçuyormuşsun gibi hissediyorsun."

Dudaklarımı büktüm. "Maalesef," diye mırıldandım. "Yanımda beraber eğlenebileceğim kimse yoktu ve ilk defa böyle bir ortamdayım. Çok keyifli olduğuna eminim."

Yankı'nın yine bana aynadan baktığını hissettim fakat onunla bu sefer göz göze gelmedim. Birkaç saniye sonra araba yavaş yavaş durduğunda, “Şurası," dedi Bartu ilerideki bir galeriyi göstererek. "Adam yemeğini yemek için eve gitti, her gün aynı saatte gidiyor," saatine baktı, "on dakikamız var. Çalacağımız arabayı çeken sadece tek bir kamera var. Onu da hallederiz."

Yankı kafasını aşağı yukarı salladı ve arabadan indiğinde Bartu da ona eşlik etti. Biz de onların ardından arabadan indiğimizde Yankı bir sigara çıkardı ve dudaklarının arasına yerleştirmeden önce, “Lâl kamerayı halleder," dedi. "Mutlu'yla sen arabayı halledersiniz. Siz dördünüz çalınan arabaya binersiniz, biz buna bineriz."

"Tamamdır," dedi Bartu ve Lâl'i yanına çağırdı. "Gel buraya suratsız, halledelim şu işi."

"Sekiz dakika kaldı," dedi Yankı. "Acele edelim."

Hepimiz galeriye doğru ilerlerken gecenin karanlığı üzerimize örtülmüştü ve boş sokaktan tek bir insan bile geçmiyordu; galerinin bulunduğu yer kör noktaydı ve etrafında başka hiçbir şey yoktu. Çıkan tek ses Lâl, Işık ve benim ayaklarımızdaki topukluların sesiydi. Bartu, Mutlu ve Lâl önümüzde yürüyordu. Işık biraz geride kalmıştı, benimle Yankı ise yan yanaydık.

Duvar kenarına doğru gittiğimizde hepimiz duvara sürtünerek geçiyorduk ve kameraların görüş açılarından kaçıyorduk. "Bartu," diye fısıldadı Yankı. "Not bırakmayı unutma."

"Of," dedi Bartu ve ellerini iki yana açtı. "Yanımda kâğıt kalem yok, ne yapayım?"

"Ne notu?" diye sorduğumda Yankı işaret parmağıyla beni susturdu ve Lâl'e doğru baktı. Lâl ise elindeki bilgisayar çantasının içinden bir kâğıt ve kalem çıkararak hızlıca bir şeyler yazdı ardından Bartu'ya verdi.

Biz galerinin köşesinde gizlenirken Mutlu, Bartu ve Lâl galerinin ön tarafına doğru çıktı. Köşedeki kameraya doğru ilerlerken çalacakları arabanın, az önce bindiğimiz arabadan daha pahalı olduğunu anlamıştım. Işık, “Dayanamayacağım, ben de gideceğim," dedi ve gülerek onların arkasına takıldı.

"Işık," dedi Yankı ama çoktan ilerlemeye başlamıştı. "Şimdi aksiyonun sırası değil, o kardeşine bunu söyle."

Kameranın aşağısında durdular ve Lâl, hiç çekinmeden bir bacağını duvardan geçen borunun üzerine koydu, diğer ayağını Mutlu'nun eline yerleştirdi. Eteği yukarıya doğru kıvrıldı.

Lâl biraz daha tırmandı ve Bartu, Mutlu'ya baktı; o an yaptığı hareket gülümsememe neden oldu çünkü eliyle Mutlu'nun gözlerini kapattı. "Ne yapıyorsun?" dedi Mutlu ve onun elinden kurtulmaya çalıştı ama Bartu izin vermedi.

"Kim olursa olsun," dedi Bartu ve kıskanç bir şekilde Lâl'e odaklandı. "Hadi kızım, çabuk ol."

Lâl duvardan destek aldı ve ayaklarını Bartu'nun omuzlarına koydu; Mutlu'nun elinde tuttuğu topuklu ayakkabılara o an dikkat etmiştim.

Karşımızda üç metreyi geçtiklerinde gölgeleri kocaman bir deve dönmüştü. Yankı büyük bir ciddiyetle izlerken, Mutlu hala kapalı gözlerinin arkasından homurdanıyordu. "Görürsün sen oğlum," dediğinde omzunu indirip kaldırdı. "Bak gör neler yapacağım sana."

Lâl, kameranın üzerinde birkaç oynama yaptı ve Yankı saatine bakarak, “Hadi Lâl, hadi Lâl," diye söylendi. "Hadi hızlı kızım, çabuk ol."

Lâl otuz saniye sonra baş parmağını kaldırıp bize doğru gösterdiğinde hallettiğini anladık ve Bartu, ellerini kaldırıp Lâl'i kucağına davet etti. Lâl yazdığı notu kameranın köşesine sıkıştırdıktan sonra ağır ağır aşağı doğru indi. Mutlu, arabaya doğru ilerledi ve onları arkasında bıraktı.

"Notta ne yazıyor?" diye sordum Yankı'ya. İkimiz de olanları izleyen bir kedi gibi köşeye tünemiştik.

"Arabayı geri getireceğimiz yazıyor," dediğinde gözleri bana döndü. "Galerinin sahibini değil ama güvenliğini düşünmemiz gerekiyor. Herkes evine ekmek götürmek için çalışıyor."

Başımı salladığımda yine hiç beklemediğim yerden merhameti beni karşılamıştı ve ben yine o merhametine çarpmıştım. "İBAK'ı şimdi daha iyi anlıyorum." Yankı hafifçe gülümsedi ve tekrardan dönerek arkadaşlarına baktı.

Mutlu ve Bartu arabanın önünde uğraşırlarken Lâl hemen arkalarındaydı ve gözleri bizim üzerimizdeydi. Işık ise gelen giden var mı diye yolu gözlüyordu. Mutlu homurdanarak bir şeyler söylemeye devam ederken Bartu "Alarmı unutma yine," dedi ve kaşları çatık Mutlu'ya baktı. "Mahvederim seni."

Mutlu cevap vermeyip uğraşmaya devam etti ve Bartu da kilidi açmak için çaba sarf etti. Tam o sırada Işık, koşarak onların yanına geldi. "Adam kilolu, kel ve kısa boylu mu?" diye sordu Bartu'ya. Bartu'nun gözleri açıldı. "Amına koyayım!" diye bağırdıktan sonra eğildi. "Eğilin!"

"Siktir!" dedi Yankı ve saatine bakıp, “İki dakika erken geldi," diye inledi. "Arkama geç ve sesini çıkarma."

Lâl, Bartu ve Mutlu sürücü koltuğunun orada eğilirken Işık açıkta kaldı ve bir anda ne yapacağını bilemeyerek ortalıkta koştu. Tam o sırada adam galerinin önüne geldi. Işık'la göz göze geldiğinde nefesimi tutmuş olanları izliyordum.

"Buyurun?" dedi adam Işık'a bakarak ve baştan aşağı süzerek. "Bir şey mi aradınız?"

Işık afallamış bir yüzle adama bir süre baktı sonrasında gülümseyip, “Şey aslında," dedi ve adamın koluna girip onu sürücü koltuğunun olduğu yerden uzaklaştırdı. "Ben araba kiralamak istiyordum ama kapalıymışsınız, çok üzüldüm."

Adam koluna girdiği eline bakıp gülümseyerek, “Maalesef kapattık ve patron yok," dedi. "Ama istersen sana bir kahve ısmarlayabilirim içeride."

Işık cilve yapıyor, o şekilde dikkatini dağıtmaya çalışıyor, adam da onun oyununa düşüyordu. "Hım," dedi Işık ve adam ona bakmazken eliyle Bartulara 'kaçın' hareketi yaptı. "Olabilir aslında fakat burada mı içeceğiz?"

Adamın yüzündeki ifade değişti ve daha geniş gülümseyip, “Nerede istersin?" diye sordu.

Işık adamın sırtını tamamen o arabaya doğru döndürdüğünde görüş açısında köşedeki ben ve Yankı vardık. "Daha sakin, daha yalnız kalabileceğimiz bir yer olabilir aslında..." Elini adamın omzuna koydu ve sıktı. "Hem belki bana bir tane de araba ödünç verirsiniz. Söz, sabah olmadan getiririm ve patronunuzun ruhu bile duymaz."

Işık planı tamamen değiştirmişti ve adamdan arabayı bu şekilde alacaktı. Ben ne kadar nefesimi tuttuysam, Yankı o kadar derin nefes alıyordu. "Öyle mi?" dedi adam ardından Işık'ın omzuna koyduğu elini tutup sıktı. "Karşılığında ne vereceksin?"

Bartu'yla Lâl arabanın köşesinden çıkıp boş sokağa doğru ilerlemeye başladıklarında Mutlu'yu eliyle çağırıyorlardı fakat Mutlu, olduğu yerde durmuş, hareket dahi etmiyordu.

Yankı "Hayır, Mutlu," dedi ve olduğu yerde kıpırdandı. "Şimdi değil, hayır. Şimdi değil."

Bartu, elini kaldırıp Mutlu'ya sakın hareketi yapacağı sırada Mutlu elindeki bir kabloyu sertçe çekti ve arabanın alarmı yüksek bir ses çıkararak ötmeye başladı. Arabanın kırmızı yanıp sönen ışıkları sokağı kapladığında öyle yüksek bir ses çıkararak ötüyordu ki ellerimle kulaklarımı kapatmak zorunda kalmıştım.

Adam, hızlı bir şekilde arkasını döndü ve Bartu ile Lâl'i gördü. "Sizler!" diye bağırdığı sırada Mutlu, eğildiği yerden kalkıp, “Sürpriz bebek!" diye bağırdı. "Karşılığında bunu alırsın!" Hareket çekti ve gülmeye başladı.

Adamın gözleri Işık'a döndüğünde, “Sürpriz!" diye haykırdı Işık ve bir anda adamın yüzüne sert bir yumruğu geçirdi. "Karşılığında bunu da alabilirsin!"

"Koş Işık!" Bartu sürücü koltuğuna oturduğunda Lâl hemen yanındaki yolcu koltuğuna oturdu. Işık sersemlemiş adamı itekleyip arabaya doğru koştu ve Mutlu'nun çoktan açtığı arka koltuğun kapısından içeriye daldı. Mutlu arabaya binmeden önce tek gözünü kapatan adama yine hareket çekti ve, “Haydi gel içelim!" diyerek onu tiye aldı. "Ama seninle yerlere düşmeyelim ulan sapık!"

Hepsi arabaya bindiklerinde Bartu oyalandı ve o sırada arabanın motorunu çalıştırmak için çaba sarf ettiğini anladım. Sonuçta çalıntı bir arabaydı ve anahtarları yoktu. Adam, arabaya doğru tek gözü kapalı bir şekilde koşmaya başladığında, “Üç dediğimde koşacağız," dedi Yankı ve bana dönüp baktı. "Ayakkabılarını çıkar."

Söylediğini ikiletmeden yaptım ve ayakkabılarımı çıkararak ellerime aldım. Adam arabanın penceresine sert bir şekilde vururken, “Sizi şikayet edeceğim!" diye bağırıyordu. Kapıyı açmaya çalışıyordu ama başarılı olamıyordu, gücü Lâl'e bile yetmiyordu. "Bittiniz siz!" Yumrukları cama çarpıyor, bir yandan da küfürler savuruyordu. Mutlu cama yapıştı ve dudaklarını öne çıkararak ona öpücükler attı.

"Dikkatini dağıtmamız gerek yoksa biz gitmeden polisi arayacak." Yankı'nın söylediğiyle beraber kendimi koşma pozisyonuna getirdim ve elbiseyi baldırlarıma doğru çektim. Yankı dönüp bana baktığında gözleri bacaklarıma kaydı ve kaşlarını çatarak kendi kendine bir şeyler söylendi. Her ortamda durmadan sakin kalabilmeyi nasıl başarıyordu? Benim kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

"Bir," dedi Yankı ve öne doğru eğildi. Adam camı yumruklarken elini cebini attı ve telefonunu çıkardı. "İki." Adam tuşlara bastı ve tam kulağına götüreceği sırada, “Üç!" diye bağırdı Yankı ardından koşmaya başladık. Adam seslerle beraber başını bize çevirdiğinde Yankı adama bakıp gülerek, “Bittin sen," dedi. "Karşılığını hiç böyle almamıştın, değil mi?"

Uzaktaki arabaya doğru koşarken adamın dikkati dağıldı ve bize doğru koşmaya başladığında kendimi tutamayarak adama hareket çekip, “Al sana karşılık!" dedim kinle. "Sapık herif!"

O sırada Bartuların bindiği arabanın gazının alevlendiğini duyduk. Adamın adımları duraksadı ve bu sefer de o arabaya doğru baktı. "Sizler kimsiniz lan!" dedi adam dişlerini sıkarak. "Sizi mahvedeceğim."

Bartu arabayı adamın üzerine doğru kırdığında adam geriye doğru kaçtı ve hemen önünden geçerken Mutlu arka camı açarak, “Sokak Nöbetçileri bebeğim," diye bağırdı. "Ünlü değiliz ama illa ki duymuşsundur."

Önümde koşan Yankı arabanın önüne geldiğimizde durup hızlıca sürücü koltuğunun kapısını açtı ve ben de yanındaki yolcu koltuğuna doğru ilerledim. Beraber bindiğimizde anahtar kısmından arabayı çalıştırmak için uğraştı. Adam bize doğru koşarken, “Geliyor," diye inledim. "Çabuk ol."

"Sakin ol." Yankı'nın sesi durağandı, elleri hızlı ve profesyoneldi. Nefes nefese arka camdan bize doğru gelen adama bakarken adrenalin patlaması yaşadığımı düşünüyordum. Uzun zamandan beri ilk defa böylesine bir aksiyon yaşamıştım ve uzun zamandan beri ilk defa bu kadar keyif almıştım.

Yankı arabanın motorunu çalıştırdığında ve arabayı hareket ettirdiğinde adam bize ulaşmadan çoktan onu geride bırakmıştık. Adama dil uzatıp el salladığımda gülmeye başladım ve önüme dönerek elimi kalbimin üzerine koydum, yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve avucumun içine atışlar çarptıkça gülüşüm artıyordu. Dikiz aynasından arkaya baktığımda adam çoktan nokta kadar kalmıştı.

Gülmeye devam ederken, “Uzun zamandır böyle eğlenmemiştim," dedim ve Yankı'ya baktım. Kaşları havadaydı ve direksiyonu sıkı bir şekilde kavramış ileriye doğru bakıyordu, dudağının kenarında kalmış olan tebessüm, gamzesini ortaya çıkarmıştı. "Hep mi böylesiniz?" Sorumla beraber bakışları bana döndü. "Ya da hep mi böyleydiniz?"

Yankı da keyifli bir sesle, “Bartu onu tanıdığımda on altı yaşındaydı," dedi. "On yedi yaşında araba tutkusu başladı ve ilk arabasını çaldığında yanında Mutlu da vardı. Ehliyeti yoktu, Önder'in öğrettikleri kadarıyla bir Şahin'i çalmıştı ve çalınan Şahin'e bindiklerinde birkaç dakika sonra duvara çarpmışlardı." Güldü, eğleniyormuş gibiydi. "Mutlu'nun kaşında o zamandan kalan dikiş izi var ve Bartu kolunu kırmıştı. Üstüne üstlük arabanın sahibinden de temiz bir dayak yemişlerdi. Eve geldiklerinde Önder'in suratını görmeliydin," bir anda Önder'in suratını taklit etti ve "Çocuklar! Savaştan mı çıktınız?" diye bağırdı.

"Kesin Mutlu, Bartu'yu fişeklemiştir." Yankı başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "O muhteşem birisi ve beni çok güldürüyor."

"Mutlu adının hakkını veren birisi." Ondan erkek kardeşi gibi şefkatle bahsediyordu. "Ama Işık ve onun yaşadıkları üzerlerinde kalıcı etkiler bıraktı. Bakma Mutlu'nun öyle olduğuna, Işık'ın tek bir gözyaşına etrafı yangın yerine çevirir ya da Lâl'in. Ona istediğini söyleyebilirsin ama sevdiklerine dokunursan bom! Patlarsın."

Lâl'in konusunu açıp açmamak konusunda kararsız kalmıştım fakat Yankı "Sor," dediğinde kendi kendime kıvrandığımı anladı. O sırada önümüzdeki Bartu'nun sürdüğü arabanın arka camından Mutlu kafasını çıkarıp, “Gel buraya adamım!" diyerek Yankı'ya bağırdı. "Az önce yaşattığım imdb puanı düşük aksiyon filmi için bana teşekkür et!"

Yankı kafasını iki yana salladı ve eliyle içeriye geç, hareketi yaptı. "Lâl peki?" dediğimde bakışlarımı ondan kaçırdım ve yanımdaki camdan dışarıya baktım. "O hep mi böyle? Hiç mi eğlenmez?"

Kısa bir sessizlik oldu ve Yankı'nın gözlerinin üzerimde gezindiğini hissettim. Ona bakmamı istiyordu ama bunu yapmadım. "Lâl," diyerek söze başladığında duruşunu değiştirmişti. "Hayata karşı en büyük nefreti olan o. Yaşadığımız hayatı sevdik, yaşadığımız hayatı sevmediğimiz zamanlarda bile kabullendik fakat o hiçbir zaman sevmeyi ya da kabullenmeyi tercih etmedi."

"Öyle mi?" dediğimde sesim iğneleyiciydi. "Neden hala sizinle beraber o halde? İnsan mutsuz olduğu yerde durmamalı."

Yankı, sert bir sesle, “Ya her yerde mutsuzsa?" diye sordu. "Onu mutlu eden hiçbir yer yok ve Lâl en çok bizim yanımızda güvende. Onun kılına zarar gelmesine izin vermeyiz."

Kendimi tutamayarak, “Hepiniz onu ayrı yere koyuyorsunuz," dedim ve gözlerimi devirdim. "Lâl düşündüğünüzün aksine daha güçlü biri bence. Bana karşı tavırlarından da bu çok belli. Bartu'nun korunmasına ihtiyacı yok, senin korunmana da ihtiyacı yok." İçten içe Lâl'in onların zaafını kullandığını düşünüyordum fakat bunu söyleyebilecek cesaretim yoktu.

Gözlerim Yankı'ya döndüğünde kaşları çatık bir şekilde bana baktığını gördüm, en çok Lâl konusunda onu sinirlendirebiliyordum ve bu canımı sıkmaya başlamıştı. "Onu ne kadar iyi tanıdın? Bizi ne kadar iyi tanıdın? Bilmediğin konular hakkında fazla yorum yapmaya başladın."

Susmam gerekiyordu ama bunu yapmayacaktım, karakterimde yoktu. "Siz benim hakkımda hiçbir şey bilmemenize rağmen birçok yorum yaptınız." Yankı'nın böyle bir şey yapmadığının farkındaydım ama onu da bu grubun içine dahil etmiştim. "Her neyse, Lâl benden hoşlanmıyor olsa bile ben ona karşı hiçbir his beslemiyorum."

Araba başka bir yola doğru döndüğünde hızının yavaşladığını hissettim ve gözlerimi Yankı'ya çevirdiğimde beni süzdüğünü fark ettim; gözlerinde sorgulayan bir ifade yoktu fakat ne söyleyeceğini ilk defa düşünüyormuş gibiydi. Dudakları aralandı, bir şeyler söyleyecek gibi oldu fakat sonra dudakları kapandı ve gözleri bacaklarıma doğru kaydı.

Elbise yukarıya kadar çıkmıştı ve koştuğum için yan taraftan yırtmaç izlenimi verecek kadar yırtılmıştı. Başını yola doğru çevirdi, gözleri kısıldı, arabayı durdurdu ve sonra tekrardan bacaklarıma bakarak, “Bence bunu yapmamalısın,” dedi.

"Neyi?” dediğimde elbiseyi aşağı doğru indirdim ve yanaklarımın kızardığını hissettim. Turkuaz gözleri bacaklarımdan gözlerime doğru tırmandığında bakışlarındaki ifade kendimi tedirgin hissetmeme neden olmuştu.

Elini cebine attığında gözlerim ilerideki yetimhaneye doğru kaydı ve geldiğimizi anladım. Hemen önümüzdeki arabada Bartular duruyordu ve araçtan inmiyor, bizi bekliyorlardı. Yankı sigara paketini açtı ve diğerlerinden farklı bir şekilde ters içine koyduğu sigarayı çıkardı. Aklımdan geçeni okumuş olacak ki gözleri tekrardan benim gözlerimin içine döndü.

Sigarayı öne doğru uzattı ve göğüs dekoltemin önüne doğru getirdiğinde, “Dikkatim dağılıyor," dedi. "Dikkati dağılmış Yankı’yla daha önce hiç tanışmadım." Sonra beni fazlasıyla şaşırtarak, “İzin verir misin?” dedi. “Yoksa sen mi yerleştirmek istersin?”

Bozguna uğradım. Normali bu olmalıydı, birine dokunmadan önce izin alınmalıydı ama daha önce kimse benden izin almamıştı. Ellerimin titrediğini hissettiğimde hiçbir şey söylemeden gözlerimle ona izin verdim.

Sigarayı iki göğsümün arasına yerleştirirken bana dokunmamak için ekstra çaba sarf ediyordu fakat parmakları tenime değseydi daha az titrerdim bunu biliyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım ve sigarayı iki göğsümün arasına yerleştirmesine izin verdim. "Bu sigarayı ben ortaya çıkarana kadar sakın ortaya çıkarma çünkü zamanı var."

"Senin dikkatin dağılmazdı, öyle söylüyordun," dediğimde gözlerimi hafifçe araladım ve sigarayı yerleştiren parmaklarının paketinden başka bir sigara çıkardığını gördüm. Ensem terlemeye başlamıştı ve kızardığımı hissetmiştim, bu rahatsız ediciydi. Bütün bu hisler çok rahatsız ediciydi.

Sigarayı dudaklarının arasında sabitlediğinde ve çakmakla ucunu alevlendirdiğinde turkuaz gözleri aydınlandı. Önümüzdeki arabadan arkadaşları indiğinde bizim de inme vaktimiz geldiğini anlamıştım daha doğrusu benim inme vaktim geldiğini anlamıştım. Yankı aramıza çok sonra katılacaktı.

"Benim canımın dikkati dağılmak istiyordur ve dağılıyordur," dedi. Lâl'in gözlerinin Yankı'nın üzerinde olduğunu fark ettim. Yankı ise gözlerini Lâl'den ayırdı ve bana baktığında yüzünde yaramaz bir gülümseme vardı. O an gözlerinin altındaki mor halkaları fark ettim ve hâlâ uykusuz olduğunu anladım. "Seninle bir konuda anlaşalım, Helin. Bana oynama, herkese oyun oyna ama bana oynama çünkü ben de oynarsam değil dikkatin bütün dengen dağılır." Beni az önce uygulayacağım görevim konusunda mı uyarıyordu yoksa genel bir uyarı mıydı?

Yankı'nın gülümsemesinin arkasında bana karşı duyduğu öfkesi mi vardı yoksa hırs mıydı anlayamamıştım ama bakışlarında tanıdığım bir ifade vardı: Onun beni rahatsız ettiği kadar ben de onu rahatsız ediyordum ve bunun sonunun nereye varacağı muammaydı. Tek bildiğim Yankı bana bakarken Işık ve Lâl'e baktığından daha farklıydı.

O benim dengemi hareketleriyle, zekâsıyla ve turkuaz gözleriyle iyi ya da kötü alt üst etmeye başlamıştı, bunu kabul edebilirdim ama ben onda deprem etkisi bile yaratamayacağımı düşünüyordum çünkü her şey bir tiyatrodan ibaretti.

Ve Yankı Sarca, belki de benden daha yetenekli bir oyuncuydu.