Helin Aktan'ın güncesinden...
25.10.2019
Okuduğum bütün kitaplar, izlediğim bütün filmler, gittiğim bütün şehirler, tanıdığım bütün insanlar... Hepsinin bana öğrettiği çok şey var.
On iki yaşındayken okuduğum bir kitapta huzur, gökyüzünde diyordu. Yetimhanenin penceresinden gökyüzüne bakmıştım, uzun uzun izlemiştim ama o huzuru görememiştim. On beş yaşındayken izlediğim bir filmde huzur, geriye dönüp bakmadığındadır, diyordu. Bir süre geriye dönüp bakmadım ama huzuru yine hissetmedim. On yedi yaşımdan sonra değiştirdiğim bütün şehirlerde huzuru aradım ama şehirlerin siyahlığı beni daha fazla huzursuz hissettirdi.
Tanıdığım bütün insanlar, onlar huzuru benden söküp aldılar.
Bunların hiçbirisi bana huzuru öğretemedi, huzuru göstermedi; huzursuzluğu daha fazla tatmama neden oldular.
Sonra bir şey oldu. Ben bir adım attım, bir yola çıktım; o yolu sokak lambaları aydınlattı ve yürüdüm. Yürürken karşımdaki beş gölge, benden kaçmak istedi ama üzerlerine gittim ve onlar gibi gölge olamasam da onlarla beraber yürümeye başladım.
Her adım attığımda ellerimde okuduğum kitaplarda bir sayfa eksildi, filmlerinden birini unuttum, şehirlerden birisi fethedildi, tanıdığım insanlar zihnimde öldü. Ben öğrendiğim her şeyi unutmaya başladım; asıl olanın hissetmek olduğunu gördüm.
Sokak Nöbetçileri.
Onlar benim kitaplarım, filmlerim, şehirlerim, insanlarım olmaya başladılar.
Ben ise şu an en çok huzuru hissediyorum.
Sen bu değilsin, diyor iç sesim defalarca bana. Başımı çevirip ona bakıyorum; o ise gözlerini aydınlanmak üzere olan gökyüzünden ayırmıyor, ışıklar turkuaz gözlerini daha fazla parlatıyor. Ben onun gözlerine bakarken, kim olduğumu sorguluyorum. Bakışları bana dönüyor.
Kim olduğumu unutmama neden oluyor. O benim hafızama hükmedebiliyor. O bana kendimi sevmemi için umut aşılıyor, o bana, beni kurtaracakmış gibi bakıyor.
Bunu istemiyorum.
Bunu istemiyorum.
Ben hayatın üvey evladıyken, kendimi öz evlat gibi hissetmek istemiyorum.
Ben kim olduğumu unutmak istemiyorum.
"Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin"
Üzerini karaladım.
"Sadece Helin"
O Yankı Sarca'ydı.
Kendime durmadan tekrar ettiğim cümle şu an buydu. O Yankı Sarca'ydı. Bu cümle, geriye kalan bütün problemleri çözermiş gibi geliyordu. Ben nasıl düşünüyorsam diğerleri de öyle düşünüyor olmalıydı ki hepimiz onun gözlerinin içine bakıyor, bir şeyler yapmasını bekliyorduk.
Dümenin başında durmuş, bize gerçekten çaresiz gözlerle bakarken ilk defa Yankı karşı taraftan bir şeyler bekliyordu. Başını omzuna doğru yatırdı ve yüzünü buruşturarak, “Gerçekten bana şöyle bakmayı bırakacak mısınız?" diye sordu. "Ne yapayım, araba gibi gemiyi mi itekleyeyim?" Ona aynı şekilde bakmaya devam ettik ve buna bile inanmaya hazırdık. "Ciddi misiniz ya?" dedi homurdanarak. "Kendinize gelin."
Mutlu, eliyle ağzını kapattı, diğer eliyle de karnını tuttu. "Şu an tek tek üzerinize yediğim patatesleri kusmamam için bir neden söyleyin," dedi hepimize bakarak. Yankı'ya döndü. "Ölüyorum, anlasana. Gözlerimin önünde deniz beşik gibi sallanıyor. Dayanamıyorum." Bihter Ziyagil tınlaması, hepimizi dehşete düşürdü.
Bartu, elini saçlarına geçirip, “Gerçekten yapabileceğin hiçbir şey yok mu?" diye sordu, göz ucuyla Lâl'e baktı. "Hayır, gemiyi kaldır, kıyıya fırlat diyorsan yaparım yani."
Yankı, gülerek kafasını iki yana salladı. Mutlu ise Bartu'ya dönüp, “Ben nasıl dayanacağım Bartu?" diye sordu ona. Çöktüğü yerde dizlerinin üzerinde yürüdü ve Bartu'nun bacaklarına sarıldı. "Patateslerimden nasıl ayrılacağım, Bartukıç? Lütfen bir şeyler yap."
Bartu, kendini Mutlu'dan kurtarmaya çalıştı ama Mutlu onu bırakmadı, bacaklarına sarılmaya devam etti. Işık, dehşet içinde Yankı'ya dönüp, “Şaka yapmıyorsun, değil mi?" diye sordu. "Ne olacak şimdi?"
Yankı, dümenin başından ayrıldı, küçük adımlar atarak önündeki basamaktan indi. Denizin ortasındaydık, kıyı fazlasıyla uzak duruyordu ve kendi nefes seslerimizden, gemiye çarpan dalgalardan başka hiçbir ses yoktu. Kıyıdan vuran İstanbul'un ışıkları, yüzlerimizi aydınlatıyordu fakat yeterli değildi. Ayın ışığı ise arada sırada bulutların arkasına gizleniyordu.
"Hava gitgide soğumaya başladı," dedim ellerimle kollarımı sararak. Yankı, bana baktı ve gözlerimiz kesişti. Üşüdüğümü anladığında kaşlarının hafifçe çatıldığını fark ettim fakat bu çok kısa sürdü. Omzumu indirip kaldırarak, “Ama sen Yankı Sarca'sın," dedim tebessümle. "Bir planın vardır. Daha fazla üşümemizi istemezsin."
Söylediğim hoşuna mı gitmişti yoksa tuhaf mı karşılamıştı bilmiyorum ama tek kaşı havaya doğru kalkarken, sıcak bir şekilde gülümsedi. Yüzüme bakmaya devam etti. Bu bakışlarında bir şeyler vardı ama ben yine ne olduğunu anlayamıyor, kilitli kapılarının arkasını göremiyordum.
“Maalesef Helin,” dedi Yankı. “Hava olaylarına da bir etkim yok. Ben dümdüz insanım.”
Mutlu, Bihter Ziyagil gibi ağlama taklidi yaparken Bartu, onu kendinden uzaklaştırmak için adım attı fakat Mutlu onun adımıyla beraber koala gibi ilerledi. "Mutlu," dedi Bartu kızgınlıkla. "Bacağımı bırakacak mısın yoksa seni silkeleyeyim mi?"
"Silkele ne olur!" Hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş gibi davrandı. "Çevir beni, baş aşağı tut, bayılana kadar, sabahlar olmasın. Deniz değil, sen yak canımı. Sen kustur..." Duraksadı, kaşları çatıldı, ağlaması durdu. "Bu çok iğrenç bir fantazi gibi oldu ama yine de Grey'im olarak seni hayal etmeme engel değil."
Bartu, Mutlu'nun tek kolunu tuttu ve onu yerden kaldırırken, “Gerçekten miden bulanıyor mu yoksa şov mu yapıyorsun?" diye sordu.
"Şov mu?" Mutlu'nun gözleri irice açıldı, rengi bembeyaz olmuştu ve midesinin gerçekten bulandığı her halinden belliydi. "Sen Grey Bartukıç Sarcaios," işaret parmağını salladı, "sen beni denizin tuttuğunu bilmiyor musun ya? Sen ya? Benim koca bebeğim..."
Bartu gözlerini devirip, “Sarhoş gibi davranmaktan vazgeçsene," dedi ve yüzünü buruşturdu ardından Lâl’e ters bir şekilde baktı. “Ve bana o Grey’den bahsetme artık.”
Mutlu, elini Bartu'nun omzuna koydu ve sıktı. "Vay be Bartukıç," dediğinde ona doğru yaklaştı ve Lâl'in duymayacağı şekilde fısıldadı. "Lâl de Jamie fanı olmuş, gördün mü? Saniyede üç kırbaç atma gücüne sahip ve kıçı da çok sıkı. Ayrıca şaplak kralı." Bartu'nun omzundan elini çekti, başını eğdi ve Bartu'nun kalçalarına baktı. "Ve benim senin kıçını anlamam için dokunmam gerek..."
Eli arkaya doğru uzanacağı sırada Bartu, hızlıca Mutlu'nun elini tuttu. "Mutlu," dedi dişlerini sıkarak. "Yine çok konuştun. Öyle böyle değil, bu sefer çok konuştun. Seni silkelememi istemiyorsan sus."
Mutlu gülmeye başladı. "Bundan daha kötü olamaz ya? Şu an bok gibi hissediyorum adamım."
"Arkadaşlar, asıl problemimize dönsek ya?" Işık, ikisinin arasına girmeye çalıştı ama başarılı olmadı. "Bartu, onun gerçekten midesi bulanıyor. Zararlı sen çıkarsın..."
"Bartukıç," dedi Mutlu ı harfini uzatarak. "Hadi bana o güzel, sıkı kıçını göster!" Ellerini birbirine çarptı ve geriye doğru adım attı. "Yoksa dayanamam senin Lâl'i kıska..." Bartu, öne doğru atılıp Mutlu'nun ağzını kapattı.
"Seni çok fena silkeleyeceğim oğlum," dedi Bartu Mutlu'ya. "Bu sefer yapma diye yalvaracaksın."
"Bartu!" diye bağırdı Işık fakat Bartu, çoktan Mutlu'yu ağzını kapatarak teknenin köşesine doğru yürütmeye başladı. "Yankı!" Işık, onların peşinden koşarken Yankı'ya seslendi. "Bir şeyler yapsana! Mahvedecek çocuğumu ya!"
Gözlerim Yankı'ya döndü ve elleri ceplerinde rahat bir şekilde onları izlediğini gördüm. Işık'a doğru "Mutlu yine kaşındı ama," dedi keyifle. "Bunun olacağını biliyordu."
Işık'ın kaşları çatıldı ve onlarla beraber teknenin köşesine gittiğinde biz de onları takip ettik. Lâl hemen yanımdaydı ve yüzünde eğleniyormuş gibi bir ifade vardı; Nadir ise ne kadar yorgun olursa olsun merakla onları izliyordu.
Bartu, teknenin köşesindeki demirin ucuna çıktı ve Mutlu'yu da önüne aldı. Yüzleri birbirine çok yakın dururken, Mutlu kocaman gözlerle, “Ne?" diye sordu. "Titanik mi? Rose ve Jack mi olacağız?" Eliyle ağzını kapattı. "Hayır! Ben izlerken bile mide fesadı geçirdim, istediğin kadar Grey ol, buna katlanamam. Bana dayamak istiyorsan başka bahaneler bul."
Bartu gülerek, “Jack ve Rose olacağız," dedi ve göz kırptı. "Ama ters." Sonra bir anda Mutlu'yu omuzlarından bastırarak aşağı indirdi ve tek bacağını tuttu.
"Hayır!" diye bağırdı Mutlu, sesi geceyi doldurdu. "Hayır, sakın aklımdan geçeni yapma hayır!" Bartu, Mutlu'nun diğer bacağını da tuttu ve onu havaya kaldırırken bakışları bize döndü. "Lan!" diye haykıran Mutlu'nun gözleri dehşetle bize döndü. "Kurtarın beni, ters Titanik ne? Lâl! Sen nasıl gülersin Lâl? Işık, kardeşin ölüyor Işık!" Işık geriye doğru gitmişti, eliyle ağzını kapatmıştı ve gülmemek için kendini tutuyordu ama bir yandan da Bartu'ya söyleniyordu. "Yankıtu!" dedi Mutlu son ihtimal. "Benim güzel beybeğim, kurtar beni ne olur! Sen bana kıyamazsın!"
Yankı gülerek, “Al sana Grey," dedi. "Bu da bir fantazi sonuçta. Kayıtlara geçsin, ters Titanik bir fantazi türüdür."
Mutlu onu dinlemeyerek, “Helinski!" diye haykırdı. "Seninle yoldaş olduk, yetmedi sırdaş olduk o da yetmedi akıllar verdim! Eğer beni kurtarmazsan Yankı seni öperken kıçınızda dinamit patlatırım!"
Gözlerim açıldığında Yankı'ya doğru baktım ve onun yüzündeki gülümseme silinirken kaçamak bakışlar atıp Bartu'nun yanına doğru yürüdü ama Bartu bütün bunları dinlemedi, Mutlu'yu bacaklarından kaldırdı ve demirin arkasından onu denize doğru silkelemeye başladı.
Mutlu çığlıklar atarak ve eliyle ağzını tutarak, “Düşeceğim!" diye haykırdı, kendini kurtarmaya çalıştı. "Ölüyorum. Tanrım, ne olur öldürme! Lan!" Denize baktı. "Azrail denizin içinde yüzerek bana geliyor resmen! Lan!" Yukarı tırmanmaya çalıştı. "Azrail abi ne olur abi, ölmek istemiyorum abi!"
Bartu keyifli bir sesle, “Ee şimdi bu denizde köpek balığı da var mıdır?" diye sordu Mutlu'ya. "Düşünsene, köpek balığı seni yiyor ve ölüyorsun. Hiç havalı değil be Mutlu."
Mutlu'yu hıçkırık tuttu ve gözlerini sıkıca kapatıp, “Köpek balığı sensin koca götlü Bartukıç!" dedi. "Ne olur indir beni, midem bulanıyor."
"Bartu," Işık gülüşünün arasından Bartu'nun omzunu tuttu. "Tamam, bak gerçekten dersini almıştır."
"Konuşma sahte mafya," dedi Mutlu Işık'a. "İkizlerin yüz karası. Biz seninle ayrı yumurtalarda yaşarken de seni sevmezdim zaten. Açlıktan o yumurtanın içinde beynini yiyordun, komşun olarak görüyordum."
Işık'ın gözleri irice açıldı. "Bartu," dedi yapay bir kahkahayla. "Bu yumurtası kırık çocuğu mahvet yoksa ben daha fazla kıracağım."
Bir anda yine dengeler değişmişti, az önce elimizde silahlarla büyük bir çatışmanın içindeyken şimdi yine kendi halimize dönmüştük. Bu duyguların hızına yetişmekte başlarda zorlansam da şimdi hiç de öyle gelmiyordu. Sokak Nöbetçileri o anı yaşamaktan keyif alıyorlardı, yarın yoktu, dün yoktu, şu an vardı ve onlar şu anın tadını çıkarmayı seviyorlardı. Ben de artık onlara ayak uydurmaya başlamıştım.
"Efendim," dedi Nadir Bartu'ya doğru. Eğleniyordu ama bir yandan da Mutlu'ya üzülmüştü. "İşinize karışmak istemem ama yetmez mi?"
Bartu'nun gözleri Nadir'e doğru döndü ve sanki onun sözü bir emirmiş gibi Mutlu'yu sallamayı bıraktı. Baş aşağı duran Mutlu, kapalı gözlerini açıp Nadir'e büyük bir minnetle bakarken, “Sen söylemesen sabaha kadar silkelerdim," dedi Bartu. "Ama madem sen istiyorsun..." Mutlu'yu yavaşça yere doğru bıraktı ve Mutlu, sırt üstü uzandığında gözlerini gökyüzüne doğru dikti.
Hepimiz ona doğru yaklaştığımızda tepeden ona baktık. "Mutlu," dedi Yankı ona doğru. "İyi misin?"
Mutlu, boş boş gökyüzüne doğru bakarken bizim onun görüş açısını kapattığımızın farkında bile değildi. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı sonra, “Siz kimsin?" diye sordu bize. Bakışları Yankı'ya döndü ve bu sefer gerçekten baktı. "Sen kimsiniz? Hiçbir şey hatırlamıyorum çünkü beynim denize düştü ve midem..." Ellerini midesine koydu. "Birisi beni kaldırabilir mi?"
Bartu, öne doğru elini uzattığında, “Beni hatırlarsın artık," dedi keyifle. "Çünkü sana asla unutamayacağın ve artık hep uslu duracağın bir anı bıraktım."
"Hep uslu duracağım, emin olabilirsin." Mutlu, başını salladı ve özür diliyormuş gibi Bartu'ya baktığında uzattığı elini tutup ayağa kalktı. Söylediklerinde samimi miydi bilmiyorum ama bakışları şeytaniydi ve bir planı varmış gibiydi. Bir eliyle Bartu'nun elinden destek alırken, diğer elini onun omzuna koydu ve yüzüne bakmaya başladı.
Bartu, elini çekmeye çalıştı ama Mutlu izin vermedi; aynı ifadeyle yüzüne bakmaya devam ederken başı öne doğru gitti. "Bıraksana," dedi Mutlu'ya doğru. Mutlu'nun başı bir daha öne doğru gitti ve dudakları titremeye başladı. O an kusacağını anladım ve Bartu da anlamış bir şekilde, “Sakın!" diye bağırdığında Mutlu büyük bir öğürmeyle beraber Bartu'nun üzerine kustu ve hepimiz geriye doğru kaçtık.
Birkaç saniye hepimiz donup kaldık ve Mutlu kusmaya devam etti. Bartu, ilk başta kaçamadığı Mutlu'nun kusmasından artık kaçmaya çalışmıyor, dehşetle Mutlu'yu izliyordu. Benim de böyle bir görüntü karşısında midemin bulanmasını bekledim ama öyle bir hissim yoktu.
Bartu'nun üzerindeki tişört boydan boya Mutlu'nun çıkardıklarına bulandığında ve Mutlu'nun kusması bittiğinde gözlerimi irice açarak Bartu'nun yüzüne baktım. Öylesine şaşırmış, öylesine afallamıştı ki bir Mutlu'ya, bir de üzerine çıkardıklarına bakıyordu.
Mutlu, elinin tersini ağzına doğru götürüp, “Patateslerim gitti," dedi ve zorlukla güldü. "Ama kendimi daha iyi hissettim şimdi. Hep bir Grey'in üzerine kusmak istemiştim."
Işık, Mutlu'nun omuzlarını tutup kendine doğru çevirdi ve elini alnına koyup ateşi var mı diye baktı, bir yandan da dudaklarını birbirine bastırmış gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Başın dönüyor mu?" diye sordu Mutlu'ya. "Bayılacak gibi misin? Uslu dur artık Mutlu, uslu." Sonra Bartu’ya döndü. “Sen kaşındın, söylemiştim.”
Mutlu elini karnına doğru götürüp, “Hamile miyim?" diye sordu. "Ters Titanik'le hamile kalan ilk kişi ben miyim doktor?"
Ben hâlâ Bartu'ya bakmaya devam ederken kendimi gülmemek için zor tutuyor, çenemi kasıyordum. Yankı, Bartu'ya doğru ilerledi ve kısık bir sesle, “Yani sonucunda bu olacağı belli değil miydi?" diye sordu. "Zaten midesi bulanıyordu, silkelediğinde soda gibi patladı."
Bartu, tişörtüne uzun uzun baktı, hepimiz birbirimize baktık ve tepkisini bekledik. "Ulan Mutlu," dedi Bartu en sonunda ve onun da gülmemek için kendini tuttuğunu anladım. "Ulan kimse sana çiğnemeyi öğretmedi mi?"
Daha fazla dayanamayıp kahkahayı bastığımda Lâl de bu anı bekliyormuş gibi benim arkamdan gülmeye başladı ve Işık da bize eşlik etti. "İğrençsin Bartu," dedi Işık yüzünü buruşturup. "Lütfen şu üzerini değiştir."
Mutlu, teknenin iç tarafına doğru bakarken, “Bartukıç," diyerek zafer kazanmış bir nefes verdi. "Senin yumrukların varsa benim de kusmuğum var. Haddini bil. Ayrıca," göz ucuyla benle Yankı'ya baktı. "Flört patatesiymiş gibi düşünsene."
Gülüşüm yavaş yavaş soldu, Yankı'nın da gülümsemesi silindi ve aynı anda, “Flört patatesi mi?" diyerek sorduk sonra birbirimize baktık. Yankı, Mutlu'ya anlattığımı anladı mı bilmiyordum ama bana bakarken utandığımdan ötürü bakışlarımı kaçırmak zorunda kalmıştım.
"Evet." Mutlu, teknenin içine doğru yürürken, Işık da onu takip etti. "Hani flört edersin, dışarı çıkarsın. Patates hamburger yersin." İmalı bakışları Yankı'ya döndü. "Karşındaki kişiyi yemek istersin de tüm tüm patatesleri yutarsın ya. Öyle işte. Hiç mi yaşamadın Yankıtu?"
Kulaklarımın kızarmaya başladığını hissettiğimde Yankı'nın kaşları çatıldı ve gözlerini kısarak, “Patates yemiyorum bu aralar," dedi. Mutlu'nun amacını anlamıştı ve bu, daha fazla utanmama neden olmuştu.
"Ha anladım." Mutlu yürümeye başladı. "Sen diyorsun ki patatesi değil, direkt karşımdaki kişiyi tüm tüm yerim." Tekneden içeriye girerken, elini sallayıp ikimize baktı. "Patatesi sonraya saklarsın o zaman."
Başımı iki yana salladığımda bunu neden yaptığını biliyordum çünkü az önce onu kurtarmamış aksine keyifle izlemiştim. Bu konunun beni utandırdığını bilerek üzerime gelmişti. Sırıtarak teknenin içindeki banyoya doğru yürüdü ve başımı çevirdiğimde direkt olarak Yankı'yla göz göze geldim. Turkuaz gözleri, sorgulayarak bana bakarken afallamış bir şekilde gülüp, “Flört patatesiymiş," diye mırıldandım. "Sonraya saklamakmış. Hiçbir şey anlamadım."
"Anlamadın mı?" Tek kaşını havaya kaldırdı, yüzüme bakarken kızardığımı görebiliyordu ve bu beni rahatsız etti. "Anlatmamı ister misin?" Elimi enseme doğru götürdüm, gözlerimi ondan kaçırarak Lâl ile Bartu'ya baktım; Lâl ona bakıp gülüyor, Bartu kaşları çatık bir şekilde onu izliyordu. "Çünkü Mutlu tam olarak beni anlattı."
Bakışlarım dondu, dudaklarım aralandı. Yutkunduğumda, “Hım," diye bir ses çıkardım ve kaşlarım çatıldı. "Yani şimdi şey mi demeye çalışıyorsun?"
"Ne mi demeye çalışıyorum?" dedi hızlıca ve sesinden keyiflendiğini anladım.
"Şey yani." Yere doğru baktım ve ayaklarımı izledim. Devamını getiremediğimi anladığında bana doğru yaklaştı ve parmakları çenemi tuttu; yavaşça başımı kaldırdığında gözlerime baktı. "Şey," dedim yüzüne bakarak. "İşte patatesten önce karşındaki kişiyi yemek."
"Yani şey mi demeye çalışıyorum," dedi ve başını omzuna düşürdü. "Ben senin çıkma teklifini kabul ederim, flört patatesini de yerim ama ondan önce seni yerim mi demek istiyorum? Bunu mu sormaya çalışıyorsun?"
Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırdığımda utanarak, “Sanırım o şeyi demeyi çalıştım," dedim. "Beni yemek derken? Yani ben patates kadar lezzetli değilimdir ki." Şaka yapıyormuş gibi güldüm ama Yankı gülmedi; espri yeteneğim vardı ama utandığım zamanlar iğrenç bir hal alıyordu.
"Hım," dedi derin bir nefes vererek ve yüzümü inceledi. "Bunu, tadına bakmadan bilemem değil mi?"
Başımı salladım ve daha fazla saçmalayıp, “Ama ben yaralıyım," dedim yüzümü göstererek. "Elma gibi düşün. Yaralı elma." Neler söylüyordum? Mutlu'nun saçlarını tek tek kökünden koparmak istediğimi hissediyordum, ağzımdan çıkanlar o kadar tuhaftı ki.
"Yaralı elma," dedi ve sonra hiç ummadığım anda gülmeye başladı ve bu, bu zamana kadar bana gösterdiği nadir içten olan gülüşlerindendi. "Kırmızı yaralı elma. Şu an ne kadar lezzetli göründüğünü bilemezsin."
Daha fazla utandım, daha fazla kızardım. "Lezzetli mi?" diye sordum şaşkınlıkla. "Yani sen beni yiyecek misin?" Saf birisi değildim, hayır, kesinlikle değildim ama bazen Yankı'nın karşısında tamamen saf birine dönüşüyordum ve nedeni de böyle duyguları daha önce yaşamamış olmamdan kaynaklanıyordu.
"Liderler, kırmızı yaralı elmaları çok sever," dedi. "Bunu biliyor muydun?"
"Ve sen bir lidersin."
"Ve ben bir liderim." Gözleri güldüğünde kısılıyordu, dudağının kenarındaki çizgiler belirginleşiyordu ve ciddiyeti tamamen kaybolduğunda bambaşka bir insana dönüşüyordu. “Senin liderinim.” O karşımda gülümserken, elimi yüzüne yerleştirmek, parmaklarımı dudaklarının kenarındaki çizgilerde gezdirmek istedim ama bunu yapamayacağımı da biliyordum.
"Benimle dalga geçiyorsun," deyip kaşlarımı çattım. "Liderin olarak seni yerim de, tam olsun."
Yankı gülerek bana bakmaya devam etti ve kollarını önünde bağladı; bu hallerimin onu keyiflendiriyor olmasının nedenini merak etmiştim. "Bunu söylememi mi isterdin?" dediğinde sırıtmaya devam etti. "Ben ne yapıyorsam her şeyi liderin olarak yapıyorum, Helin. Onu da liderin olarak yapabilirim. Başka türlüsü var mı ki?"
Ben de kollarımı önümde bağladım ve kızarmayı, utanmayı boş verip, “O halde çıkma teklifimi kabul mu ediyorsun?" diye sordum. Gülümsemesi devam etti ama bu konu açıldığında yine anlık olarak gözlerini kaçırmıştı. "Liderler sorulan sorulara cevap verir. Hâlâ cevap vermedin."
Yankı, arkama doğru bakarken yine utanacağını düşündüm ama utanmadı. Cevap vermesini bekledim ama o yanıtsız bıraktığında, “Bilerek yapıyorsun," diye mırıldandım. "Ya benimle çıkmak istemiyorsun, zaman kazanıyorsun ya da sinemaya gitmek, patates ve hamburger yemek sana göre değil."
"Hamburgerler ve patatesler aşkına," dedi Yankı ve gözleri yine yüzüme döndüğünde ellerini havaya doğru kaldırdı. "Senin yüzünden kafamın içinde hamburgerler ve patatesler konuşuyor artık. Onları rahat mı bıraksan?"
Hayal ettiğimde komik bir görüntü oluşuyordu ve bunu düşündüğümde güldüm fakat tam o sırada teknenin içinden yüksek ses bir müzik duyuldu ardından az önce girdiği yerden çıkan Mutlu, elindeki içki şişesini havaya kaldırıp dans ederek yanımıza doğru geldi; hemen yanındaki Işık kafasını sallayarak bize 'Ona aldırış etmeyin' bakışı atıyordu.
"Mutlu!" diye bağırdım. "Bu müzik sesi de nereden çıktı?"
Mutlu, kollarını sallayarak dans etmeye devam etti ve yüzünü yıkadığını, kıvırcık saçlarından damlayan sulardan anladım. "Yankıtu!" diye bağırdı. "Sabaha kadar buradayız değil mi?"
Yankı, yüzünü buruşturarak, “Evet," diye karşılık verdi. "Sabah Önder geri dönmediğimizi anladığında gelip bizi kurtaracaktır, o zamana kadar buradayız. Bir planın mı var?"
"Sence planımın olmaması mümkün mü?" Bartu'nun yanına yürüdü ve üzerindeki tişörte bakarken sırıttı sonra Lâl'i kolundan çekti, kendi etrafında döndürdü. "Sabaha kadar buradaysak, sabaha kadar boş boş durmak yerine eğleneceğiz. Bir tane içki şişesi, güzel şarkılar ve Sokak Nöbetçileri. Bundan daha güzel üç şey var mı?"
"Var," dedi Bartu hiddetle. "Ben, yumruğum ve öfkem."
"Doğru var," diyen Mutlu Lâl'i bıraktı ve onun karşısına geçip dans etti. "Grey, Grey'in kırbacı," göz kırptı, "ve senin kasların. Jamie'nin kasları değil, senin kasların. Sence de o kusmuklu tişörtten kurtulmanın vakti gelmedi mi?"
Işık, diğer taraftan, “Bence de Bartu," dedi. "Gerçekten çok kötü kokuyorsun. Çıkar o tişörtü, içeride temiz havlular var. Onları üzerine alırsın."
"Asla." Bartu'nun elleri tişörtün eteklerine gitti ve yüzünü buruşturdu. "O şerefsizlerin elleri o havluya değmiştir."
"Soyunuyor!" diye bağıran Mutlu, içki şişesinin kapağını açtı ve kafasına diktikten sonra kalçasını dönüp Bartu'ya doğru salladı. "Her seferinde çok heyecanlanıyorum, Kas Adam."
Nadir, Yankı'ya doğru uyumak istediğini söylediğinde, Yankı onunla beraber tekneden içeriye girdi. Büyük ihtimal yatacağı yeri gösterecekti.
Lâl, çekingen bir şekilde Bartu'nun yanından ayrıldı ve bizim yanımıza doğru geldi. Bartu, üzerindeki tişörtü yavaşça, dikkatli bir şekilde çıkarırken, Mutlu'ya doğru baktım sonra Bartu'ya baktım… Ve Bartu'ya tamamen odaklandım, dudaklarım aralandı.
Kocamandı, onu ilk gördüğüm zamandan beri hep kocaman olduğunu düşünüyordum ama şimdi gözümde daha fazla büyümüştü. O kadar iri kolları vardı ki benim gövdemle aynı olabilirdi hatta daha fazlası. Omuzları çok genişti. Tamamen kas yığınıydı, böyle bir vücuda sahip olmak için saatlerini spor salonunda harcadığına neredeyse emindim. "Sanırım yine âşık oldum Bartukıç Grey'ime," diyen Mutlu Bartu'ya hayranlıkla bakıyordu. "Şu baklavalara, şu ince bele, şu kaslara bakın sayın seyirciler. Benim kıro Hulk'ım."
"Gerçekten ama," dedi Işık ve göz kırptı Bartu'ya doğru. "Gün geçtikçe daha fazla şişiyorsun kardeşim. Utanmasam ben bile sana âşık olacağım. Kas fetişim var da."
Mutlu, Işık'a bakıp kaşlarını çattı. "Sen bir dursana yerinde," dediğinde abi sesi, beni şaşırtmıştı. "Sen aseksüelsin.”
"Aseksüel miyim?" Işık da kaşlarını çattı. "Acaba benim neden bundan haberim yok ya?"
Mutlu, güldü. "Senin haberin olmayabilir ama son konuştuğun Orçun var ya," dediğinde gözleri tekrardan yanımıza gelen Yankı'ya döndü. "Onun haberi var. Ayrıca Orçun senin bir ayak fetişi olduğunu da biliyor olabilir. Yani ayaklarını öpmekten yalamaktan zevk alır filan dedim. Ha bir de seks yapmadan önce karşındaki kişiye çamaşır suyunu içirdiğini de biliyor."
"Çamaşır suyu mu?" diye sorduğumda Işık'ın öfkeli yüzünden bakışlarımı Mutlu'ya çevirdim. "O niye?"
"Sevişmeden önce temiz olsun diye." Mutlu Işık'a göz kırptı. "Işık daha güzel anlatır, sonuçta bu fetişin sahibi o."
"Mutlu!" diye haykıran Işık, Mutlu'nun sırtına zıpladı ve saçlarını çekmeye başladı. "Orçun numarasını değiştirdi ve beni gördüğü her yerde 'Işık, ben artık erkeklerden hoşlanıyorum' deyip duruyordu. Nedeni bu muydu?" Saçlarını daha fazla çekti. "Benim hakkımda böyle yalanlar nasıl söylersin?"
Yankı, Işık'ı Mutlu'nun sırtından aldı ve belinden tutup kucaklayarak Mutlu'dan uzaklaştırmaya çalıştı ama Işık, Mutlu'ya tekmelerini sallamaya devam etti. "Yankı, bırak!" diye bağıran Işık tırnaklarını Mutlu'ya geçirmek istiyordu, Mutlu ise dans etmeye devam ediyordu. "Onu mahvedeceğim, onun saçını başını yolacağım!"
"Orçun sana göre değildi," diyen Yankı kaşlarını kaldırarak Mutlu'ya bakıyordu. "Mutlu bunları söyledi ama biz herifi araştırdık. Kızlarla yaşadıklarını videoya çekmekten zevk alıyormuş şerefsiz."
Işık ve Mutlu'nun kavgası, tam olarak iki kardeş kavgası gibiydi ve Yankı da onların babası gibi ayırmaya çalışıyordu. Bartu, ileriden bizim yanımıza doğru gelirken, Lâl'in gözleri arada sırada Bartu'nun çıplak gövdesine dönüyor sonra görmemezlikten geliyordu.
Lâl'in yanında durdu, onlara baktığımda Lâl'in Bartu'nun yanındayken özellikle bu şekilde kaybolduğunu ve ufacık kaldığını fark ettim. İlk defa o an Bartu ve Lâl'i yakıştırdım, birbirlerini tamamlayan iki parça gibilerdi. Bartu'nun gözleri Lâl'e döndü, Mutlu ve Işık'ın bağırışlarını, müzik sesini umursamadan dirseğiyle Lâl'in koluna vurdu. "Şimdi araya kaynamasın," dediğinde gülümsedi. "Bakmalara doyamıyorsun değil mi bana? Fotoğraflarına baktığın elin adamından daha iyiyim, değil mi?" Lâl göz ucuyla ona baktı. "Düştün değil mi? Düştün düştün."
Lâl, omzunu indirip kaldırdı ve bana baktığında yanaklarının kızardığını ama bunu Bartu'dan gizlediğini fark ettim. Ona karşı bir şeyler hissediyor muydu, bilmiyordum ama ondan kaçtığını görebiliyordum. Nedenini anlayamasam da Lâl belki de bu yaşına kadar Bartu'dan hep kaçmıştı. Belki de onu korkutan, Bartu'ya karşı bir şeyler hissetme ihtimaliydi.
Lâl'i anlıyordum.
Bartu diğer tarafa doğru yürüdü, köşedeki çantaya ilerledi ardından elinde fotoğraf makinesiyle geldiğinde o fotoğraf makinesinin Lâl'in fotoğraf makinesi olduğunu fark ettim. "Çantanda buldum," dedi Lâl'e uzatarak. "Fotoğrafımı şöyle bir çıplak çek de görelim. Jamie götüne bu fotoğrafları postalayacağım."
Lâl fotoğraf makinesini kaşları çatık bir şekilde aldı ve Bartu'nun fotoğraflarını çekmeye başladı. Bunu Bartu'nun bilerek yaptığını biliyordum, Lâl ona daha fazla baksın istiyordu.
Mutlu, diğer taraftan fotoğrafa atladı ve sonra Bartu'nun karnına doğru dişlerini göstererek ısırıyormuş gibi poz verdi. Lâl o anı yakaladığında Bartu kaşlarını çattı ama Mutlu sırıtıp bu sefer de onun omzuna atladı ve başka bir fotoğraf daha çıktı. Sonra ileride Yankı'yla duran ve sakinleşmiş olan Işık'ı çağırdı ve onlar da geldiğinde başka başka fotoğraflar da çekildiler.
Mutlu, "Kendini de çek," dedi Lâl'e doğru. "Döndür kamerayı bebek!" Lâl, fotoğraf makinesini çevirdi ve beşini beraber art arda çekmeye başladı. Her fotoğrafta Mutlu farklı farklı pozlar verirken, en fazla somurtan Bartu'ydu.
O an nasıl göründüğümü bilmiyordum ama boğazıma bir yumru oturdu ve o yumru canımı yaktı. Beni üzmemeliydi, canımı yakmamalıydı, onlardan birisi olmamak beni bu kadar kırmamalıydı ama kendimi kötü hissetmemin tek nedeni, onların arasından birisi olmamakla yüzleşmekti.
Ben Sokak Nöbetçileri'ne imrenerek bakan ve sokak lambasının altında oturup onları izleyen küçük bir çocuktum. Bazen beni oyunlarına dahil etseler de dönüp dolaşıp gideceğim yer yine o sokak lambasının altı olacaktı.
Onların benimle oynaması, onlar gibi olduğum anlamına gelmezdi.
Sokak Nöbetçileri'yle büyüyemediğim, Sokak Nöbetçileri gibi olamadığım, Sokak Nöbetçileri gibi sevilmediğim için kendime öfke duydum. Onlarla daha erken kesişmeyen yollarıma lanetler ettim, çocukluğumdan bir kez daha nefret ettim.
"Helin." Onun sesini duydum, başımı eğdiğim yerden kaldırdım ve Yankı'yla göz göze geldim. Nasıl bakıyordum bilmiyorum ama dudakları çizgi halini aldı ve elini bana doğru uzatıp, “Gelsene," dedi tek nefeste. "Bu fotoğraflar sensiz eksik olur."
Şaşkınlıkla ona baktığımda, “Ben de mi?" diye sordum. Kalbinin iyiliği miydi yoksa beni gerçekten yanında mı istiyordu? "Sahiden mi?" Bana acımış mıydı?
"Helinski!" diye haykırdı Mutlu. "Gel buraya seksi. Öyle uzakta kalamazsın."
"Evet Helin." Işık, Mutlu'nun saçını çekip başını aşağı doğru indirdi. "Bu efsane fotoğraf karesinde sen olmazsan seneler sonra baktığımızda senin kaçtığını düşünürüz."
Seneler sonra.
Onlar seneler içinde birbirlerini hiç bırakmamışlardı, seneler içinde çekildikleri her fotoğraflara başka bir anı bırakmışlardı ve şimdi benim de seneler sonra o anılara bakıp gülümseyeceğimi düşünüyorlardı.
Yankı, bir anda kolumu tuttu ve beni kendi aralarına doğru çektiğinde Lâl, eliyle bir iki üç diye saydı, fotoğraf çekmeye devam etti. İlk başta fotoğraf karelerine nasıl yansıdım bilmiyorum ama daha sonrasında rahat görünmek için gülümsedim ve başımı çevirip Yankı'ya baktım, o da bana bakıyordu.
Flaşlar patlarken, “Teşekkür ederim," diye mırıldandım.
"Neden?" diye sordu ve Mutlu'nun acı dolu çığlığı bile gözlerimi ondan ayırmama neden olmadı.
Birçok cümleyi düşündüm, birçok açıklamaya göz gezdirdim, birçok yollara saptım ama hiçbirine dokunmadan, “Yalnız hissetmeme engel olduğun için," dedim bir anda. "Yankı Sarca olduğun için."
Gülümsedi, gözlerim gülümsemesine kaydı. "Sana bir kere yalnız olmadığını söyledim." Omzunu indirip kaldırdı. "Ben yalan söylemem, Helin. Bu söylediğimin arkasında durmak zorundayım."
"Tek neden bu mu yani?" Kafamı iki yana salladım.
"Başka nedenim de var," dediğinde gözleri daha başka bakmaya başladı ve gülümsemesi daha farklı bir boyut kazandı. "Ve ben de sana teşekkür ederim."
“Ne için?” diye sordum.
“Gerçek olan Helin Aktan’ı bazen bana gösterdiğin için.”
Kalbim, beni şaşırtacak derecede hızlı atmaya başladığında nedenini anlayamadığım bir şekilde gözlerimi ondan ayıramıyordum. Eğer teknenin içinde müzik sesi olmasaydı, gecenin bu kör karanlığında ve sessizliğinde kalbimin atışlarını duyardı, biliyordum. "Yankı," dediğimde mantığımın yine benden koşarak uzaklaşmaya başladığını görebiliyordum. Başka hiçbir şey diyemedim.
Gözleri kısıldı, cevap vermedi. Uzun kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine dokunurken, o gölgeyi saatlerce izleyebilirmişim gibi geldi. Birkaç saniye geçti sonra Yankı'nın kaşları çatıldı ve başını çevirdi, ben de baktığı tarafa doğru baktım. Tam o anda başka bir flaş daha patladığında Sokak Nöbetçileri'nin hepsinin tam karşımızda durduğunu ve Işık'ın bizim fotoğraflarımızı çektiğini gördüm.
Mutlu, tırnaklarını yiyerek bizi izlerken, “Yemin ederim, kalbim götümde atıyor şu an heyecandan," dedi ve tırnağını tükürdü. "Devam edin, biz yokmuşuz gibi. Öpüşün. Öp onu. Şimdi tam ağzından. Yala. Evet lütfen."
"Gerçekten," diyen Bartu'nun kaşları çatılmıştı. "Ne zamandan beri bu kadar dikkatsizsin Yankı?"
"Sus lan Bartu götü," dedi Mutlu öfkeyle. "Bozdun bütün ambiyansı ya! Gözlerimin önünde öpüşeceklerdi, birbirlerini yalayacaklardı."
Yankı geriye doğru çekildi ve kaşları çatıldığında, “Mutlu," deyip nefesini verdi. "Unut bunu. Gözlerinin önünde öpüşme filan olmayacak."
Mutlu, ellerini ceplerine yerleştirdi. "Ha yani diyorsun ki gözlerinin önünde değil, yalnızken öperim. Ona da tamam ama video çekin yalvarırım. Gözlerimin önünde büyüdünüz, öpüşmenizi göremeyeceksem nasıl yaşarım ki ben?"
Onların yanımızda olmadığını, karşımıza geçtiklerini hiçbir şekilde fark etmemiştim ve Yankı da fark etmemişti. İkimiz de bu kadar dikkatsiz değilken, nasıl oluyordu da bir anda bütün dengemiz alt üst olabiliyordu?
Yankı, Mutlu'ya cevap vermedi ve teknenin sağ tarafında kalan masaya doğru ilerledi. Sokak Nöbetçileri'nin gözleri benim üzerime dikildiğinde ben de bakışlarımı onlardan kaçırdım, Yankı'nın peşinden ilerledim.
Birkaç dakika sonra hepimiz masaya oturduğumuzda yüksek ses müzik geriden çalıyordu. Bir yanımda Yankı diğer yanımda Mutlu vardı. Bartu'nun üzeri hala çıplaktı. Işık da aynı şeyi düşünmüş olacak ki "Bartu," dedi homurdanarak. "Üzerine bir şeyler mi giysen? Hava gerçekten soğuk, bu kadar şov yeter bence."
Burnunu kırıştırdı ve sırtını koltuğa yaslayarak kollarını da iki yana açıp gerildi. "Üşümüyorum." Lâl'e döndü. "Hem insanların bakıp ben baktıktan sonra bakışlarını kaçırması hoşuma gidiyor."
"Benden bahsediyor." Mutlu gülerek beni dürttü. "Bahsettiği benim. Onun hoşuna gidiyorum."
"Kendimi şu kadar kandırsam yeter herhalde," dedi Işık dilini uzatarak. "Hayatının sonuna kadar Grey diye ağlayacaksın, kırık yumurta. Hayatının sonuna kadar da hep böyle yalnız kalacaksın."
Mutlu dudaklarını büktü, orta parmağıyla hareket çekti. "En azından ben Grey için ağlayabileceğim, sen onu da yapamayacaksın çünkü hayatının sonuna kadar ben yanında olacağım ikizlerin yüz karası. Ayrıca Bartu kardeşim olmasaydı o zaman görürdün Grey'i de aşkı da."
"Mutlu." Bartu, burnunun kemerini sıktı. "Biliyorsun ki ben sadece kadınlardan hoşlanıyorum, bu nasıl olacaktı?"
Mutlu, dudaklarını büktü ama bu yapaydı. "Kadınlardan ve Mutlu'dan hoşlanıyor olurdun," dediğinde kendini işaret etti. "Çünkü benim cazibeme hayır diyebilecek tek bir insan bile düşünemiyorum. Şu güzelliğime bakın, şu muhteşemliğime. Kim bana hayır diyebilir ki? Kızlar? Yankı?" Hepimiz ona bakarken, istediği cevabı vermedik ama Mutlu aldırış etmedi. "İşte tam olarak bu. Hepiniz hayran gibi bakıyorsunuz."
"Başlama yine." Yankı, Mutlu'nun önündeki içki şişesini aldı ve birkaç yudum içtikten sonra geri masaya bıraktı. "Ayrıca Bartu, artistlik yapmayı bırak, donuyorsun şu anda."
Lâl, Yankı'nın söylediğinden sonra kafasını salladı fakat Bartu, Lâl'in saçlarını karıştırarak yine ona bir abi gibi yaklaştı. Gözlerimiz kesiştiğinde kaşlarımı kaldırarak onu engellemeye çalıştım, o ise ne ima ettiğimi anladı ve Lâl ile uğraşmayı bıraktı. "Üşümüyorum," dedi Bartu bir kez daha. "Şu an buz gibi denize bile atlayabilirim."
Yankı alayla güldü. "Atla."
"Ha?"
"Atla, dedim."
Bartu, böyle bir karşılık beklemediği için duraksadı ve hepimizin yüzüne bakmaya devam etti. "Atlarım," dedi ağız ucuyla.
"Tamam atla." Mutlu, kollarını önünde bağladı, başıyla denizi gösterdi. "Kimse tutmuyor. Atlasana, Grey."
Birimizden birimizin bir şeyler söylemesini bekledi ama hiçbirimizden çıt çıkmadı. "Atlarım ama öyle sebepsiz olmaz yani." Bartu aklına bir fikir gelmiş gibi şişeye uzandı ve birkaç yudum içtikten sonra gözlerini Yankı'ya çevirdi. "Suya atlamam için bir neden olmalı." Yankı, inanmıyormuş gibi kafasını sallamaya başladığında Bartu "Uzun zaman sonra dikkatin benim üzerimde kardeşim," diye mırıldandı. "Sol tarafına bakma, bakarsan dikkatin kalmaz."
Sol tarafında ben oturuyordum. "Oha," dedi Mutlu sessizce. "Güzel laf soktu, sapladı resmen." Yankı Bartu'nun bu söylediğinden sonra kaşlarını çattı ama cevap vermedi.
Masada sessizlik oluştu, o sessizlikte hepsini inceleme fırsatı buldum. Mutlu, sırıtıp Bartu'ya bakıyor, bir yandan da onunla uğraşmaya çalışıyordu. Işık, Lâl ile göz teması kurmuştu, derin bir sohbetin içinde gibiydiler. Bartu'nun üşüdüğü her halinden belli olsa da kendine toz kondurmuyor, iyiymiş gibi davranıyordu. Yankı ise masada bir noktaya odaklanmış şekilde düşünceliydi.
Onları, onların gösterdiği kadarıyla tanıyordum ama daha fazlası yoktu. Örneğin, acılarını bilmiyordum, izlerini ya da en güzel mutluluklarını, sevinçlerini. Ailelerini, yaşantılarını, nasıl bu hale geldiklerini. Korkularını, sustuklarını, çığlıklarını. Hiçbirini bilmiyordum. Onları tanıyordum ama onları gerçekten göremiyordum.
"Aslında benim aklıma bir fikir geldi," dedim birkaç dakika sonra. Hepsinin gözleri bana döndü. "Birbirimize sorular soralım, herhangi bir soruya cevap vermek istemeyen denize atlasın ve oyun dışı kalsın. Kim bu içkiden bir yudum içerse istediği kişiye sorusu sorsun."
Düşündüler, düşünürken hepsinin yüzü değişti. "İyi de bizim birbirimize soracak sorularımız yok ki," dedi Bartu rahatça. "Hepimiz, birbirimizin her şeyini biliyoruz."
"Bilemezsin." Karşılığım onu şaşırtmıştı. "Belki de bilmediğin şeyler vardır ya da bilip de soramadığın şeyler. Sormak isteyip de çekindiğin şeyler. Birbirinizi çok iyi tanıyor olabilirsiniz ama birbirinizin her şeyini bilmeniz imkânsız."
Bartu, düşüncelerime karşı çıkmak istedi ama Işık, “Helin, doğru söylüyor," diye mırıldandı. "Hem bu oyun, birbirimizi biraz daha tanımamıza neden olur. Benim hoşuma gitti, varım."
"Ben her türlü varım zaten." Mutlu ellerini kaldırdı. "Gerçeklerim açığa çıkmak için hazırlar, denize de atlarsam ölürüm zaten."
Lâl'e baktık. İlk başta çekingen davrandı ama sonra başını sallayıp oyuna dahil olacağını gösterdi. Bartu, "Ben de varım o zaman," dedi. "Zaten denize atlamak için neden arıyordum."
Elimi çeneme koydum, Yankı'ya baktım. "Sen?" diye sordum. "Oynamayacak mısın?"
Bir yandan istiyor, bir yandan da istemiyormuş gibiydi. Neden istemediğini anlayamıyordum, Nöbetçilerin bilmesini istemediği hayatında bazı noktalar mı vardı? Yankı'nın gözleri Lâl'e döndü ve Lâl de ona tedirginlikle bakarken ikisinin arasındaki bir sırrın açık resmini gördüm. "Olur," dedi en sonunda Yankı. "Beni denize atacak soruyu merakla bekliyorum."
Saat gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı, ayın ışığı gökyüzünde yerini daha fazla almıştı ve ışığı hepimizin yüzünü aydınlatıyordu. Denizin tuzlu kokusu, beni artık rahatsız etmemeye başlamıştı hatta alışmıştım. İstanbul'un ışıkları yavaş yavaş solmaya başlamıştı.
Şişeyi ilk eline alan Işık oldu. Gözleri bana döndü, büyük yudumlar içti sonra şişeyi geri bıraktı ve bana soru soracağını anladım. "Hım," dedi nefes vererek. "Bir kardeşin olsaydı, onun için her şeyi göze alır mıydın? Ya da şöyle sorayım, aşk ve kardeşin arasında kalsaydın, hangisini seçerdin?" Sesinde neden ima vardı? Bakışları birkaç saniye Yankı’ya takıldı.
Çok ani bir soru olduğundan dolayı kaşlarımı kaldırdım ve içki şişesini önünden aldım. Kime soru soruluyorsa o kişi soru sorma hakkı kazanıyordu. Gülümsedim ve gözlerimi içki şişesine çevirdim, yalan söylemek istemiyordum bu yüzden en doğru yanıtları vermeye çalışacaktım. "Bir ailenin sevgisine muhtaç kalarak büyüdüm,” dedim dürüstçe. “Kardeşim benim için herkesten daha üstte olurdu. Aşktan vazgeçebilirim ama kardeşimden asla.”
Yankı’nın bakışları yavaşça bana döndü.
"Ne olursa olsun mu kardeşlik senin için önemli olur?" Bartu'nun sorduğu soruyla gözlerimi ona çevirdim, dikkatli bir şekilde beni inceliyordu ve incelerken yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu.
"Tek soru," dedim göz kırparak ardından şişeden ben de içtim ve alkolün acı tadı boğazımı yaktığında yüzümü buruşturdum. Viskiydi, viski beni en fazla etkileyen alkoldü. Bartu'nun gözlerine bakarak, “Soru sırası benim," diye mırıldandım, ona soracağımı anladı. "Otuz bir yaşındasın ve yaşından daha büyük öfkelerin var. Neden böylesin?"
Hepsi cesur sorum karşısında şaşırdılar, Bartu dışında. Onun üzerine oynayacağımı biliyordu, ondan başka birinin can damarını yakalamaya çalışmazdım ama Bartu'yla aramızdaki sessiz savaşı sadece ikimiz biliyorduk.
Şişeyi önümden aldı, kısa bir süre düşündü. "Herkes beni terk edip giden aileme karşı öfkem olduğunu düşünüyor," diyerek açıklama yaptığında dudakları düz bir çizgi halini aldı. "İstenmedim, beni istemediler. Sen, seni istemeyen birine karşı öfke duyabilir misin? Ben duyamam." Gözlerini denize doğru çevirdi. "Benim en büyük öfkem bir türlü istenmeyen kendime. Çünkü olduğum kişi, herkesin korkup kaçtığı kişi oldu. Ben Sokak Nöbetçileri’nin en kötüsüyüm."
Ürperdiğimi hissettim. Bartu'nun kendini sevmediğini hiçbir zaman düşünemezdim ama şimdi ona baktığımda ve gözlerindeki öfkeyle tekrardan karşılaştığımda kendisine karşı olan öfkesini de görebiliyordum. "Bilemezsin," dedi Yankı bir anda. "Hepimiz kendi kötülüğümüzü içimizde barındırıyoruz. Çocukluğunun sorumlusu sen değilsin, Bartu. Bunu sana defalarca söyledim."
"Sen çocuk katil gördün mü hiç?" Yankı'yla konuşurken kendinden emindi ama nedense Yankı'nın onu ikna etmesine ihtiyacı varmış gibiydi. "Ben o çocuğum. Kaçabilirdim, sığınabilirdim, daha iyi birisi olabilirdim. Ben kötülüğü seçtim, hepinizin aksine. Özellikle senin aksine Yankı." Kendisini yine Yankı'yla kıyaslıyordu.
Yankı'nın çenesi kasıldı, bir şeyler söylemek istedi ama yine konuyu kendisine çevirip bencillik yapmak istemediğini anladım. Soğuk rüzgarları kesmek ister gibi "Sanırım bugün en fazla ben içeceğim," dedim ve viskiyi kafama diktim. Az önceye göre daha fazla içtim, oyunu boş verdim. Bugün en çok bana soru soracaklarını biliyordum çünkü hepsi beni merak ediyordu fakat sorguya çekmek istemedikleri için o sorularını bana yönlendirmiyorlardı. Gözlerim Lâl'e döndü. "Eğer konuşabilseydin," dedim ve bu cümlem hepsinin kulağına acımazsızca geldi, anladım. "İlk kuracağın cümle ne olurdu?"
Bartu, gerildi, duruşunu dikleştirdi ve yanında oturan Lâl'in gözlerinin içine baktı. Soruyu beklemeyen Lâl ilk defa çaresiz bir nefes verdi sonra hüzünlendi. Başını önüne doğru eğdi, bir süre düşündü ardından ellerini kaldırıp bana yanıt verdi; onun dilini artık öğrenmek istiyordum. Işık, yutkundu. "Lâl diyor ki," dedi tek nefeste. "Anne, ölmeyi değil yaşamayı seçtim, bu yüzden beni affedebilecek misin?"
Bu yanıt, kalbimin üzerine katran rengi bir acının dökülmesine neden oldu. Lâl, duyduklarından sonra içki şişesini kafasına dikti ve beklediğimden daha fazla içti. Tekrardan şişeyi bıraktığında tam gözlerimin içine bakarak o da bana bir soru sordu, Işık'a doğru baktım.
Onun yerine Yankı, "Çocukluğundan neden nefret ediyorsun, diye soruyor," dedi. Gözlerim ona döndü, bu sorusu bozguna uğrattı. Lâl, yüzümdeki şaşkınlığı gördüğünde nefesini verdi ve tam gözlerimin içine baktı.
"Bunu nereden biliyorsun?" diye sordum ona. Cevap verse bile anlamayacaktım ama o da zaten cevap vermedi. Yankı, bir şeyleri anlamış gibi Lâl'i izlerken, kaşları çatılmıştı.
"Cevap vermeyecek misin?" diye sordu Bartu bana. "Denize atlamak mı istersin?"
Yutkundum ve vereceğim bütün yanıtları düşündüm; denize atlamayı bile düşündüm ama Lâl'in gözleri benden bir an bile ayrılmazken, bunun hassas noktam olduğunu anlamasınlar istedim. "Çocukluğumdan nefret ediyorum, doğru," dedim zorlukla. "Çünkü çocuklar masum olur ve ben masum bir çocuk değildim, temiz bir çocuk değildim." İçkiyi kafama diktim, kendimi susturmak istiyormuş gibi o içkiyi dudaklarımdan ayırmadım ama Yankı, şişeyi benden zorlukla uzaklaştırdığında öksürmeye başladım.
"Hey," dedi Mutlu, eli sırtımı sıvazladı. "İyi misin Helinski?"
"İyiyim," dediğimde nefes zor alıyormuş gibiydim. "Sadece alkolden."
"Sadece alkolden," dedi Yankı da bana katılarak.
Yüzümü Işık'a doğru çevirdim, çekingen bir şekilde bana baktığını gördüm. "Geçmişindeki bir anı düşün. Neyi değiştirmek isterdin? Tek bir an."
Işık, Mutlu'ya doğru baktı; her ne söyleyecekse Mutlu'yu rahatsız edecek gibiydi. Başını denize doğru çevirdi, bir anlık denize atlamayı da düşündü ama sonra vazgeçti ve tekrardan bize baktı. "Mutlu'yu kucağıma alıp evimizden kaçmıştım, Mutlu'nun ilk defa o zaman ağladığını görmüştüm normalde asla ağlamazdı. Bana, benden nefret ettiğini, annemle kalmak istediğini söylemişti ama dinlememiştim çünkü ben artık o evde kalmak istemiyordum ve bencillik yaptım, yalnız kalmak istemediğim için onu da yanımda götürdüm. O ana gitseydim, tek başıma evden kaçar, Mutlu'yu o evde bırakırdım." Mutlu'nun gözlerinin içine baktı. "Onun aslında en büyük günahı benim. Bambaşka bir hayatı olabilirdi, kardeşimin kaderiyle oynadım."
Gözleri dolduğunda onu ilk defa bu kadar güçsüz, bu kadar labirentin içinde görüyordum. Mutlu acıyla Işık'a baktığında, “Hayır," diye mırıldandı. "Eğer sen beni o evden kaçırmasaydın, benim daha kötü bir hayatım olabilirdi. Sen beni kurtardın, Işık."
Omzunu silkti. "Günlerce annem için ağladın Mutlu," dediğinde gözünden bir damla yaş aktı, o yaşa bakarken, kalbimin acıyla kasıldığını hissettim. "Günlerce benden nefret ettin. Ben sadece bu yüzden kendimi affedemiyorum." Başını önüne eğdi. "Ama Mutlu, anla beni. Hiçbir zaman sevilmedim, annem bile beni sevmiyordu. Beni tek seven kişi sendin, yanımda beni seven birisi olsun istedim."
Mutlu'ya başımı çevirdiğimde gözlerinin dolduğunu gördüm. Uzanıp, Işık'ın gözünden damlayan yaşı sildi. "Sen ben her şeyimsin," dedi ikizine. "Sen olmasan yaşayamam ki."
Saniyeler dakikalara dönüştüğünde hepimiz, bu oyunun aslında ne kadar da bizi üzdüğünü fark etmiştik ve kendi içimizde son vermiştik.
Onları başka türlü tanıyabilirdim, onların canını yakmadan.
Mutlu, hüzünlü havayı dağıtmak istiyormuş gibi sırıttı ardından gözlerini kapatıp, “Burası ağlama duvarına döndü iyice," dedi titreyen bir sesle. İçki şişesini Işık'ın önünden aldı, kafasına dikti sonra, “Sıra bana geçmiş varsayıyorum," diyerek Yankı'ya baktı. "Biraz eğlenelim. Söyle bakalım Yankı, hiç birisiyle çıktın mı?"
Mutlu, çok güçlüydü; onun gücü, kalbinin temizliğinden geliyordu. Dimdik ayakta durduğunda onu kendinden başka kimse deviremezdi, birgün kendini devirse bile Işık onu ellerinden kaldırırdı, bunu görebiliyordum.
"Çıkmak mı?" Bartu yüzünü buruşturdu ve onun da hüzünlü havayı dağıtmaya çalıştığını anladım. "Çocuk muyuz lan biz? Çıkmak da ne demek? 'Benimle çıkar mısın?' Şu sorunun saçmalığına bakın."
"Çocuk mu?" Karşılık verdiğimde kaşlarım çatılmıştı. "Çocuklar mı sadece çıkar?"
"Evet." Bartu kafasını iki yana salladı. "Ergenlerin çıkardığı soru kalıbı. Umarım Yankı hiç bu hataya düşmemiştir ve bir ergenle karşı karşıya gelmemiştir."
"Hata mı?" Öfkelenmiştim ama göstermemeye çalışıyordum. "Biriyle çıkmak, o kişiyi tanımak değil midir?"
"Biriyle çıkmak, çocuk işidir," dedi Bartu alayla. "Tanımak isterken, çıkmak mı? Bu nasıl saçma bir düşünce."
Çeneme koyduğum elimle tırnaklarımı yüzüme geçirdiğimde Mutlu da Bartu da bu çıkma konusunda aynı tepkileri vermişlerdi. Bana göre en normal olan buydu, soru mu saçmaydı? Onu tanımak istiyorum diye çıkma teklifi etmemin nesi hataydı? Evet, belki çocukça bir soruydu ama başka ne söyleyebilirdim ki?
"Ee Yankıtu," dedi Mutlu alayla. "Cevap vermeyeceksen atla da denize görelim."
Yankı, şişeyi, Mutlu'nun önünden aldığında, “Bu yaşıma kadar kimseyle çıkmadım," dedi tek nefeste.
"Sallama!" Mutlu ayağa kalktı ve işaret parmağını ona doğru salladı. "Yeliz'e ne oldu, Ceyda'ya peki ya Melis'e? Arzu'ya? Sevgi'ye? Hatice'ye? Onlarla sevişen ebem miydi?"
Dirseğim masadan düştüğünde şaşkınlıkla, “Yeliz mi?" diye sordum. "Ceyda? Ha bir de Melis? Arzu? Sevgi? Hatice?"
"Ohooo ezberleyemezsin," diyen Mutlu gülüyordu. "İBAK'ımız yok sadece bizim, YAK'ımız da var. Yani Yankıtu'ya Âşık Kadınlar. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama hepsi Yankı'ya bir şekilde âşık oluyor."
"Berfin'i hatırlıyor musunuz?" diye sordu Işık. "Yankı'ya aşk mektupları yazardı, Lâl Berfin'e aşk mektuplarını zorla yedirmişti."
"Berfin de mi var?" Yankı hiçbir şey söylemiyordu ama kardeşlerine bakarken kaşları çatılmıştı. "YAK demek? Kaç kişiyle çıktın şimdiye kadar?"
"Kimseyle çıkmadım," dedi tekrardan. "Yani onlarla tanıştık, takıldık falan ama karşılıklı istekle oldu." Ona büyük bir şaşkınlıkla bakmaya devam ederken, yüzünü buruşturdu. "Yani hiçbir kadınla patates, hamburger yemedim," dedi anlayacağım şekilde. "Hiçbir kadınla sinemaya da gitmedim." Aynı şekilde bakmaya devam ettiğimde gözlerini devirdi. "Lan kimseyle flört etmedim, bana öyle bakmaktan vazgeç. Öyle değil işte." Gözlerimi kıstım. “Gerçekten değil, düşündüğün gibi değil. Patates hamburger değil.”
"Kıvır, babacığım, kıvır," dedi Mutlu sonra dilini uzattı. "Açtırma şimdi bana kafana külot geçirdiğin fotoğrafları."
"Ne!" diye bağırdığımda hepsi birden gülmeye başladılar ve Yankı hızlıca ayağa kalkıp, “Sakın! O ayrı, bu ayrı," diye bağırdı Mutlu'ya. "Eğer bunu yaparsan seni denize atarım, Mutlu!"
Mutlu, yanımdan kalktı ve diğer tarafa doğru koşarken bana açıklama yapmaya başladı. "Bir gün şu gördüğün kontrol manyağı Yankıtu kör olana kadar içti. O zamanlar en hızlı zamanları tabii, çapkın takılıyor." Yankı, olduğu yerden kalktı ve ona doğru ilerledi ama Mutlu daha hızlı koşmaya başladı. "Üniversiteden bir kızın ev partisine katıldık, hepimiz eğleniyoruz, deliriyoruz. Bir ara bir baktık Yankıtu yok."
Yankı, ona doğru koşmaya başladığında Mutlu, masanın arkasına geçti. "Biraz daha anlatırsan..." dediğinde dişlerini sıktı.
"Sen çekinmezdin böyle şeylerden? Ne oldu Yankıtu?" Yankı, onun yanına ilerledi, Mutlu diğer tarafa geçti. "Evin içinde aradık aradık yok. Kocaman evdi, her tarafta taş gibi kadınlar, taş gibi erkekler var." Bartu'yu gösterdi. "Bak nasıl da susuyor çünkü o gün bu koca adam da çapkınlık yaptı!"
Bartu da ayağa kalktı. "Mutlu, seni mahvederim," dedi göz ucuyla Lâl'e bakarak. "Ben Yankı gibi kendimi deli etmedim."
"Doğru, sen kadınları kendine hayran bırakıp Lâl'e dövdürüyordun," diyerek gülmeye başladı. "Dinle Helinski. Beni dinle."
Yankı ve Bartu beraber Mutlu'yu kovalarken ben de ayağa kalktım. "Sonra," diye sordum. İçimdeki hissin tarifi neydi bilmiyordum ama Yankı'nın yüzüne tırnaklarımı geçirmek istiyordum.
"Bir banyoya denk geldik. Kapıyı çalıyoruz açan yok. Yankı dedik, ses yok. Beyin diyoruz, yine ses yok. Lan göt Yankı diyoruz, yine ses yok. Bartu kapıyı kırdı, kıracak. Birkaç dakika sonra kapının kilidi açıldı ve içeriden taş gibi bir kadın çıktı, boyu upuzun, incecik bacaklar. Sonra başka bir kadın daha çıktı, iki kişilerdi. Bize 'Arkadaşınızı hediye paketi yaptık' dediler ve gittiler."
"Lan sussana!" Yankı, elini saçlarına geçirdi ve Bartu'ya döndü. "Tut şunu, sakın fotoğrafı göstermesine izin verme."
"Niye?" diye sordu Mutlu. "Helin'den mi çekiniyorsun yoksa?"
"Hadi ama Yankı," dedim sinirle. "Benden çekiniyor olamazsın, değil mi? Hem bu fotoğrafta ne var bu kadar?"
Işık, gülerek, “Ne yok ki," diye mırıldandı. "Yankı Sarca karizması o gün yerle bir oldu, toplayabilene aşk olsun."
"Eee," diyerek kahkaha attı Mutlu. "Bu hikâyenin en karizmatiği, en tatlısı, en muhteşemi sen olmak zorunda değilsin Yankı Sarca. Biraz gerçek yüzünü de gösterelim ama değil mi?"
Yankı, öne doğru zıpladı ama Mutlu yine arkama geçti ve elini cebine atıp telefonunu çıkardı. "İçeriyi girdik, Yankı'nın kafasına takılmış olan turkuaz rengi bir kadın iç çamaşırıyla yakaladık, üzerinde bornoz. Zil zurna sarhoş, önünü zor görüyor. Bu fotoğrafı işte o gün çektim." Telefonunu bana doğru uzattığında elinden telefonu aldım ve Yankı, bir anda arkamdan sarılıp telefonu elimden almaya çalıştı, ben ise öne doğru eğildim. Öyle sıkı sarıldı ki hem şaşkındım hem de kurtulmaya çalışıyordum.
"Yankı, bırak," diye bağırdım ve telefona bakmaya çalıştım ama beni bırakmadı. "Bıraksana, ne oluyor?"
"Bakma bakma," dedi nefes nefese. "Photoshop bu fotoğraf. Öyle bir şey yok. Yok yok olamaz. Turkuaz mı? Biliyorsun, siyah severim ben!" Mutlu'ya döndü. "Seni mahvedeceğim, seni denize gömeceğim."
İçimdeki öfkeyle, sinirle ve hırsla sertçe Yankı'nın bacağına tekme attığımda acıyla inledi ve geriye doğru bacağını tutarak çekildi. Ben de o arada koşarak diğer tarafa gittim ve telefonu kaldırıp ekrandaki fotoğrafa baktım. Dehşetle gözlerim açıldığında yüzüm Yankı'ya döndü sonra tekrardan fotoğrafa baktığımda gördüğüm görüntü daha fazla öfkelenmeme neden oldu. Yankı'nın kafasına turkuaz dantelli bir külot takılmıştı, üzerinde bornoz vardı; gözleri sarhoş bir edayla kadraja doğru bakıyordu. Yanağında ruj izi vardı. Ve boynunda.
"Yuh!" diye inledim.
Mutlu, çalan şarkıyla dans ediyor ve Yankı'ya gülüyordu. "Ne oldu Yankı Sarca karizmatikliğine?" diye sordu. "Puf oldu uçtu. Külot reis seni, sakinleş. Herkes birgün rezil olur."
Yankı, elini alnına vurdu, şakaklarını ovaladı ve açıklama yaparak, “Çok fazla içmiştim," dedi ardından teslim oluyormuş gibi ellerini kaldırdı. "Gerçekten çok fazla içmiştim, hiçbir şey hatırlamıyorum. Hem o kızlar bana başka şeyler de vermiş olmalı. Fotoğraf anını bile hatırlamıyorum."
Lâl, Bartu'ya doğru bir şeyler söylediğinde Bartu da ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırdı. "Oyuna devam mı ediyoruz da o gün sevişip sevişmediğimi soruyorsun?" diye homurdandı.
Yankı'ya doğru yürüdüm, ona hesap sormaya hakkım olmadığını biliyordum ama içimde daha önce denk gelmediğim bu duyguyla yüzleşmek, beni bozguna uğratmıştı. Kıskançlık mıydı? Kalbimi sıkıştırıyordu, Yankı'nın yüzüne yumruk atma isteğim artıyordu. "Kimseyle çıkmadım dedin." Fotoğrafı havaya kaldırdım. "Bu ne o halde?"
"Hamburger ya da patates görüyor musun?" dedi gülerek. Aklı sıra beni de güldürmeye çalışıyordu. "Bu çıkmak değil."
"Hamburger ve patatesine başlatma şimdi lan," dediğimde kendimi tutamıyordum. "Külot yemişsin resmen, hamburger patates sana yeter mi?" Bu söylediğimden sonra Mutlu'yla Işık, büyük bir kahkaha patlattılar.
Lâl, masanın üzerindeki içki şişesini kafasına dikti, büyük yudumlar aldı sonra tekrardan Bartu'ya dönüp soru sordu. Mutlu kahkaha atmaya ve dans etmeye devam ederken, “Hım," dedi Bartu, Yankı'ya baktı sonra Lâl'e baktı. "O gün birileriyle sevişip sevişmediğimi mi soruyorsun?" Başını gökyüzüne kaldırdı, düşünüyormuş gibi davrandı sonra sırıtarak geriye doğru adımlar attı. "Güzel soru." Başını önüne eğdi, yürümeye devam etti sonra teknenin ucuna geldiğinde denize doğru baktı. "Elveda kardeşlerim," dedi el sallayarak. "Deniz beni bekler." Sonra hızlıca sorudan kaçmak için kendini denize attı, su sesi geldi ardından Bartu'nun, “Çok soğuk amına koyayım," diyen bağırışını duyduk.
Lâl, elindeki içki şişesini elime tutuşturdu, koşarak teknenin köşesine gitti ve Bartu'ya baktı. Işık ile Mutlu da oraya gittiğinde, “İnanamıyorum," dedi Mutlu. "Bartukıç, kendini denize attı. Hem de bir an bile düşünmeden. İşte şimdi çok eğleniyorum."
Yankı, bir o tarafa bir bana bakarak gülümsemeye devam etti. Karizması yerle bir olmamıştı ama başka bir yüzüyle daha tanışmıştım, o da kadınlarla arasındaki ilişkinin boyutuydu. Başım dönüyordu, sarhoş olmuştum ve dudaklarımdan çıkan kelimelerin umurumda olmadığını hissediyordum. "Genelde seviştiğin kadınların külotlarını kafana mı geçirirsin?" diye sordum gülerek. Eğlenmiyordum ama gülmeye başlamıştım, tekrardan fotoğrafa baktım. "Bu bir fantazi türü mü?"
Yankı, elimden telefonu çekip aldı, masaya doğru attı. "Yani ben yapmadım, kadınlar yapmış," dedi bana hesap vererek. "Hem baksana, siyah bile değil. Siyah olsaydı, işler değişirdi." Dişlerini sıktı, başını başka tarafa doğru çevirdi. "Yani önceden olan bir fotoğraf. İki üç sene öncesi filan."
Mutlu "Yok, on sene, abartma," diye atladı lafa. "Yedi ay öncesinin fotoğrafı bu. Çapkın olmadığını Helin'e mi kanıtlamaya çalışıyorsun, Yankıtu? Hem bir saniye, sen Helin'e hesap mı veriyorsun? Vay be!"
"Hesap vermek mi?" Yüzünü buruşturdu, Mutlu'ya baktı sonra bana baktı. "Hesap mı veriyorum ben şu an?" Mutlu, kafasını salladı, Bartu'nun denizdeki bağırışları geceyi çınlattı. "Hım," dedi yüzünü bana çevirerek. "Liderin olarak hesap veriyorum yani. Her lider altındaki kişiye hesabını ve cevabını vermek zorundadır. Ben de bunu yapıyorum işte."
"Öyle mi?" diye sordum hiddetle sonra içki şişesini kafama diktim. Yudumlar, yanan vücuduma serinlik kattığında başım daha hızlı dönmeye başlamıştı. İçkiyi dudaklarımdan ayırdım, sertçe masanın üzerine bıraktım sonra Yankı'ya döndüm. "O halde cevap ver Lider Yankı bozuntusu," diye bağırdığımda sesimin beklediğimden daha yüksek çıktığını fark ettim. "Kafasına külot geçirilmesine bile izin veren Yankı Sarca, neden benim çıkma teklifime yanıt vermiyor?"
Bir sessizlik oldu, Bartu'nun bağırışları bile sustu sonra Işık, “Oha," diye inledi. Bartu "Soğuktan yanlış mı duydum?" diye haykırdı. "Ben biliyordum," diyen Mutlu keyifliydi. "Helin, resmen Yankı'ya 'Benimle evlenir misin? Hamileyim, beşiz çocuklarımız olacak' demiş."
Yankı, kardeşlerine baktı, kaşlarını kaldırdı sonra masanın üzerindeki içki şişesini aldı ve büyük yudumlarla içti. Tekrardan şişeyi bıraktığında elinin tersiyle ağzını sildi ardından kazağının eteklerini tuttu. Geri geri yürürken, kazağı üzerinden çekip çıkardı. Fit vücudu gözlerimin önüne serildiğinde ayaklarındaki ayakkabılarını da çıkardı ardından çoraplarını. Soyunurken onu izliyordum ve o da gözlerini benden ayırmıyordu. "Bartu," diye bağırdı denize doğru. "Yer aç, ben de geliyorum."
Diğerlerinin olduğu yere doğru gitti, Mutlu'nun hemen yanında durdu ve Mutlu'yla uzun bir süre bakıştıklarında, “Bak yapma," dedi ama Yankı sırıtarak onun kollarını tuttu. "Boğulurum," diye haykırdı Mutlu ama Yankı onu bırakmadı. "Sen bana kıyamazsın, Yankıtu Baba. Kıyamazsın değil mi?" Ondan kurtulmaya çalıştı. "Hey, ben Mutluga prensim. Bana bunu yapamazsın!"
"Görürsün şimdi Mutluga prensin Titanik gibi nasıl battığını," diyen Yankı, Mutlu'yu sırtından denize doğru itekledi. Mutlu denize düşerken attığı çığlık, kulaklarımızı tırmaladığında hemen arkasından Yankı da balıklama bir şekilde denize kendini attı.
Işık, “Mutlu!" diye bağırdı sonra o da Mutlu'nun peşinden denize girdi. Oraya doğru koşarken Lâl, büyük bir şaşkınlıkla bana doğru dönüp baktı. Köşeye geldiğimde suyun içinde çığlıklarla çırpınan Mutlu'yu, biraz ileride duran Bartu'yu ve Yankı'yı gördüm. Sonra Işık, suyun içinden çıktı ve Mutlu'yu kollarından tuttu. "Mutlu, çırpınmayı bırakacak mısın?" diye sordu Işık. "Sen yüzme biliyorsun zaten!"
"Ölüyorum!" diye haykırdı Mutlu. "Bacaklarımın altından birisi beni çekiyor, deniz beni yemeye çalışıyor. Lan, ayağıma köpek balığı dokundu!"
"O benim ayağım Mutlu..." Işık arada sırada batıp çıkıyordu fakat Mutlu'yu havada tutmaya çalışıyordu.
"Ne fark eder," dedi Mutlu. "Senin de ayakların köpek balıkları kadar kocaman zaten."
Işık, batıp çıktığı yerden, “Öyle mi?" dedi sitemle ardından, “Ne halin varsa gör," deyip Mutlu'yu öyle bıraktı.
Mutlu "Dur!" diye bağırsa da Işık Yankı'nın olduğu tarafa doğru gitti. "Boğuluyorum," dedi korkuyla. "Siz ne biçim kardeşsiniz."
"Yalan söylemeyi bırak." Yankı, kendinden emindi. "İlgi odağı olmaya çalışma, gayet güzel yüzebildiğini hepimiz biliyoruz."
Mutlu biraz daha çırpındı, bir yandan da kardeşlerine baktı ama hiçbirisinin ona yardımcı olmadığını gördüğünde, “İyi be," dedi sonra hiçbir şey yokmuş gibi yüzmeye başladı. "Boğularak değil de donarak ölürüm ben de."
Bartu, Mutlu'ya doğru yüzüp onu boğmak için hareketler yaptı ama Mutlu kaçtı; Yankı ise diğer taraftan Mutlu'yu kıstırdı. Işık bize seslenerek, “Orada duracak mısınız gerçekten?" diye sordu. "Atlasanıza, donacaksak da hep beraber donalım."
Lâl ile birbirimize baktık, sonra tekrardan denize döndük. "Çok soğuktur değil mi?" diye sordum Lâl'e. Kafasını olumlu anlamda salladı. "Ayrıca çok da derindir." Yine kafasını salladı. "Ama ikimiz de birilerinin donarak değil, boğularak ölmesini istiyoruz değil mi?" Lâl cevap vermedi ama aynı şeyi düşündüğüne neredeyse emindim. Uzanıp elini tuttum, bakışları elini tutan elime kaydı. "O halde," dedim son bir kez nefes alarak. "Atlayalım mı?" Soruma cevap vermesini beklemedim ve onu da kendimle beraber çekerek denize doğru atladım.
İlk başta yükseklikten dolayı denizin suyu bedenime camlar gibi battı sonra derinlere doğru düştüm ardından bu sefer soğukluğu hissettim ve camlar iğnelere dönüştü. Yüzeye doğru çıkarken, Lâl'in eli çoktan benim elimden uzaklaşmıştı. Nefesimi vererek yüzümü sudan çıkardığımda, “Çok soğuk!" diye bağırdım çünkü beklediğimden daha soğuktu. Bacaklarıma, karnıma, kollarıma iğneler batıyormuş gibiydi. Su öylesine derindi ki gecenin karanlığında daha ürkütücü duruyordu.
Dönen başım, sarhoşluğum sanki hepsi bir anda soğuk suyla beraber uçup gitti. Gözlerim Yankı'ya doğru döndüğünde bana baktığını fark ettim. Teknenin içindeki şarkı, hareketli halini bırakıp daha hafif bir şekilde çalmaya başlamıştı. Lâl, Mutlu'yu boğmaya çalışan Bartu'nun sırtına doğru ilerledi ve onun başını tutarak boğmaya çalıştı ama değil, başının eğilmesi, hareket bile ettiremedi. "Ayıyı boğmaya çalışmak mı?" diye sordu Mutlu nefes nefese. "Hem de tek başına. Bu imkânsız." Sonra sırıttı. "Ama iki kişi olursak neden olmasın?"
"Hatta üç?" dedi Işık ve o da Bartu'nun üzerine doğru zıpladı. Üçü beraber Bartu'yu boğmaya çalışırken, bende Yankı'ya doğru yüzmeye başladım ve o da teknenin diğer tarafına doğru benden kaçtı.
"Benden korkuyor musun?" diye sordum Yankı'ya. "Yoksa sorularımdan mı korkuyorsun?”
"Senden korkmuyorum," dedi. "Sadece..." Saçlarıma, yüzüme baktı. "Suyun içi fazla savunmasız görünüyor, ikimiz de kaçamayız."
"Yani?" dediğimde öne doğru atıldım ve ellerimi omzuna bastırarak onu boğmaya çalıştım ama Yankı da Bartu gibi hareket bile etmedi, benden kaçmaya devam etti. "Savunmasız olmak seni korkutuyor mu?"
"İkimizin de savunmasız olursak sonuçları fena olur," dediğinde bu sefer saçlarını kavradım ve geriye doğru yatırdığımda o da bir anda belimi tuttu ve beni kendine doğru çekti. Turkuaz gözleri ayın ışığıyla, yakamozun rengiyle grileşmiş gibiydi ve profiline vuran ışık, onu muhteşem gösteriyordu.
"Sonuçlar umurumda değil," dediğimde kaçabileceği hiçbir yer kalmamıştı. "Savunmasız olman hoşuma gitti."
"Bu hırs neden?" dediğinde saçlarını elimden kurtardı. Belimi sımsıkı tutarken, beni teknenin köşesine doğru yüzdürdü ve en sonunda sırtım, tekneye değdiğinde ayaklarım teknenin çıkıntısına tutundu. "Beni kıskandın mı yoksa?"
"Hayır," diye fısıldadığımda belimi daha sıkı kavradığını hissettim, onun da ayakları hemen ayaklarımın yanındaydı. Dağılmış olan ıslak saçları alnına düşmüştü ve ıslak kirpikleri, daha uzun görünüyordu. Soğuktan dolayı renk değiştirmiş, kırmızıya dönmüş dudaklarına baktığımı fark ettiğinde içeriye doğru kıvırdı ve dişlerini geçirdi. "Neden kıskanayım ki?"
"Bilmem," diye karşılık verdiğinde belimi tutmayan eliyle önüme gelen ıslak saçlarımı geriye doğru itekledi. "Belki sen de sadece liderin olduğum için beni kıskanıyorsundur, kim bilir?"
Sokak Nöbetçileri neredeydi, bilmiyordum, onları göremiyordum. İkimiz denizde, buz gibi suyun içinde birbirimizin gözlerine bakarken yalan söylemek neredeyse imkânsız gibi görünüyordu. "Hım," diye fısıldadığımda yine beni tesiri altına almaya başlamıştı. "Alttaki kişiler, üstteki kişileri kıskanabilir mi?"
Sorum Yankı'yı güldürdü, eli belimden aşağıya doğru indi ve bacağıma doğru ilerlediğinde kalbim, yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. "Alttaki kişiler, üstteki kişileri kıskanır bence," dedi alayla. "Söyle bakalım, liderini kıskandın mı?"
Onun savunmasız kalacağını düşünürken, aslında ben savunmasız kalmıştım ve Yankı'nın da asıl kastettiği tam olarak buydu, bana bunu gösteriyordu.
Bacağımı tuttu, havaya doğru kaldırdı ve beline doğru sardığında ben de diğer bacağımı kaldırdım. Bacaklarım onun beline dolandığında ellerim omuzlarına tutundu. "Kıskançlık mı, bilmiyorum," dediğimde gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. "Ama şaşırdım, öfkelendim. Hayatında şu an çok fazla kadın mı var?"
Beni tekneye daha fazla yasladı, vücudunu vücuduma bastırdı. Islak bedeni, bedenimle bütünleştiğinde kolu bir daha belime dolandı, diğer eli çenemi tuttu. "Beni kıskanıyorsun," dediğinde keyifle gülümsedi. "Hem de öyle böyle değil. Bu seni delirtiyor."
"O halde liderler kıskanılır," dedim onun gibi davranarak. "Öyle değil mi? Hem o fotoğrafta pek de bir şey yok aslında. Sonuçta benim de başıma boxer geçirilmiş bir fotoğrafım olabilir, değil mi?"
Yankı belimi daha sıkı kavradı, yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve kendini bana daha fazla bastırdı. Buz gibi suyu bile hissetmeme engel olan keskin bakışları, benim kim olduğumu bile unutturmuştu. "Olamaz." Net verdiği yanıtla gözlerim irice açıldı. "Öyle bir şey asla olamaz."
Tırnaklarımı omuzlarına geçirdiğimde gözlerim yine ıslak dudaklarına doğru kaydı. "Neden?" diye sordum merakla. "Yoksa liderler de mi kıskanır?"
Yankı, çenemi sıkıca kavradı, baş parmağı çenemde gezindi. "Senin o ağzın iyi laf yapmaya başladı bence," dediğinde her ne olduysa ikimiz de bir büyünün altında gibiydik. O an hiçbir ihanetin, hiçbir izin, hiçbir yaşanmışlığın önemi yok gibiydi. Bana karşı ördüğü bütün çitler, o an devrilmişti. Bir anlık, ben onun etkisinde nasıl kalıyorsam, onun da benim etkim altında kaldığını hissettim.
"Üzgünüm Yankı Sarca," dediğimde nefesim yüzüne çarptı. "Helin Aktan, sana sonsuza kadar baş kaldıracak."
Baş parmağı, çenemden yukarıya doğru çıktı, üst dudağımda gezdirdi sonra alt dudağıma geçti. Kalbim, daha hızlı attı, buz gibi su sanki iğnelerini batırmayı bıraktı ve nefesimi tutmuş bir şekilde gözlerinin içine baktım. Dudaklarımı araladığımda parmağı duraksadı, bedenim aşağıya doğru kaydı. "Buz gibi su, serin hava, vücuduma dokunan sıcak, rüzgar ve ne olursa olsun hızlanan bir kalp.” Bir elim, omzundan ensesine doğru kaydı, saçlarına dokundum. “Sen yine şu ana benziyorsun, Helin.”
Parmaklarımın arasına dolanan ıslak saçlarına hep dokunmak istiyordum ve şimdi bunu yapabilmiştim. İki bacağımın arasına çarpan sertliği, kasılmama neden oldu. Parmağı tekrardan dudaklarımın üzerinde gezindiğinde yutkundu, gözlerinde ilk defa en yalın şekilde şehvetin rengini gördüm. "Kulağa acı verici geliyor aslında,” dedim daha geniş gülümseyerek. “Ama dikkat çekici.”
"Acı verici olması şu an pek de umurumda değil," dediğinde o da gülümsedi. "Ben bu anı yaşamak istiyorum."
Bedenimin buz gibi suyun içinde bile cayır cayır yanması normal miydi? Sıcacıktım, sıcacıktı. Kalbim, onun kalbine yaslıyken, atışlarını hissettiğini biliyordum. Parmağını dudağımdan çekti, yüzüme biraz daha yaklaştı ve nefesi dudaklarıma çarptı. Burnu burnumun ucuna değdiğinde dudaklarını araladı, gözlerini kıstı. Saçlarını daha sıkı kavradığımda o da belime parmaklarını geçirdi.
Gözlerimi kapattım, nefesinin gitgide yaklaştığını hissettim ve titremeye başladım; öyle çok titriyordum ki kendime şaşırdım. "Ne olacak senin bu durmadan titreyen ellerin ve dizlerin?" diye sordu bana. "Öpsem çare olur mu?"
"Bu sefer korkudan değil," dedim hızlı bir şekilde. "Bu sefer yemin ederim korkudan değil. Ama yine de öpsen geçer mi?" Nefesi nefesime karıştı, dudaklarının sıcaklığını hisseder gibi oldum. Neredeyse bir saniye sonra beni öpecek olması, kalbimi bile durduracaktı. Bütün yaşadıklarımı düşündüm, bütün yaşanmışlıklarımın verdiği hisleri. Hiçbirisi, bu kadar kalbimi zorlamamıştı, hiçbir zaman bayılacak kadar heyecanlanmamıştım.
Tam o sırada, “Yankıtu!" diye bağıran Mutlu'nun sesini işittik sonra yüzerek yanımıza geldiğini. "Hadi tekneye çıkıyoruz gelseni…" Gözlerimi kocaman açtım ve Yankı da bana bakarken, başımızı sola doğru çevirdik. Bütün Sokak Nöbetçileri şaşkınlıkla bize bakarken Mutlu "Ne!" diye bağırdı. "Sakın bana öpüşmek üzere olduğunuzu ve o filmlerdeki çalan telefonun, geri zekâlı insanın benim olduğumu söylemeyin!" Başını gökyüzüne kaldırdı. "Tanrım, öldür beni, boğ şu an, kafamı kopar! Ben bu acıyla yaşayamam!"
Yankı, benden uzaklaştığında bacaklarım boşluğa doğru düştü, bir an afallamış bir şekilde bana baktı. "Yok," dedi Işık. "Sen geri zekâlı insan değilsin, sen salaksın da aynı zamanda."
"Bartu," dedi Mutlu. "Boğ beni. Yoksa kafamı tekneye vurup kan akıtacağım."
"Abartma Mutlu," diyen Yankı'nın sesi, geriden geliyordu. "Öyle değil. Yani öyle de değil işte. Yani evet ama hayır. Her neyse." Yanlarına doğru yüzdü sonra hiçbirinin yüzüne bakmadan teknenin merdivenlerine doğru ilerledi. Arkasından bakarken, kendini hemen toplayan Yankı ve hala dizleri titreyen ben, o şekilde kalmıştık.
Lâl bir süre yüzüme baktı, gözlerine anlayamadığım bir ifade oturduğunda Yankı'nın peşinden gitti; Bartu da onu takip etti. Bulunduğum yerden ayrıldığımda uyuşan bacaklarımla zorlukla yüzmeye başladım. "Helinski ne olur affet," dedi Mutlu bana yanından geçerken. "Böyle bir günahla ben nasıl yaşayacağım ya? Öldür beni. Boğ hemen. Kendimden nefret ediyorum."
"Mutlu tamam," dediğimde gülümsemeye çalıştım. "Konuyu kapatır mısın?"
"Kapatamam!" dese de yanından ayrılıp merdivenlere doğru yüzmeye devam ettim.
Birkaç dakika sonra hepimiz tekneye çıktığımızda ayın parlak ışığı solmaya başlamıştı ve gökyüzü yavaş yavaş aydınlanıyordu. Sabahın ışıklarıyla karşılaşmamıza çok az bir zaman kalmıştı.
"Ben kendimi öldürmeye gidiyorum," dedi Mutlu soğuktan titreyerek. "Kafamı dümene vurup parçalayacağım."
Bartu, kendisini teknenin zeminine doğru attı ve hemen yanına Lâl de oturdu. Işık ve Mutlu ise tekneden içeriye doğru girdiler, ikisi de çok üşüyordu. "Ben üşümeye alışığım," dedi Bartu Lâl'e. "Ama sen alışık değilsindir, bana sarılıp ısınmak ister misin?" Lâl, bir şeyler söyledi ve Bartu kaşlarını çatarak o zemine uzandı. Lâl de onun yanına uzandığında titrediğini görebiliyordum.
Yankı, içeriden getirdiği kalın polarlardan birisini Bartu'ya verdi, diğerini de Lâl'in üzerine örttüğünde Bartu, bunu düşünememiş olmanın verdiği öfkeyle dişlerini sıktı, bunu anladım.
"Üzgünüm," dedi Lâl'e doğru. "Bazen herkesi kendim gibi sanıyorum."
O alışıktı, soğuğa, yüzleşmeye, evsiz olmaya. Çözümleri genelde kendi bildiği yollar oluyordu, bu yüzden Yankı Lâl'i daha fazla düşünüyormuş gibi görünüyordu ama aslında öyle değildi. Bartu sadece herkesi kendisi gibi sanıyordu.
Yankı, ilk önce az önce çıkardığı kazağını bana doğru uzattı sonra da poları. Yanıma oturduğunda, omzuna attığı poların bir köşesi düşmüştü. Çıplak bedeninden ve saçlarından damlayan yaşlar, onu daha fazla nefes kesici gösteriyordu. Ellerini dizlerinin önünde birleştirdi ve ilerideki yok olmak üzere olan aya doğru baktı.
İlk önce polarla bedenimi kuruladım ardından onun kazağını üzerime geçirirken, bakışlarımız birbirimize döndü. Üzerime giydiğim kıyafetine baktığında her ne düşünüyorsa bu onun kaşlarını çatmasına neden oldu ve tekrardan ayın soluk ışığına döndü.
Bana ait olan sana yakışmış.
Dakikalar geçti. O dakikalarda ikimizin de ağzını bıçak açmadı. İleride uzanmış olan Bartu ve Lâl kalbimi sızlatıyordu. Lâl'in gözleri kapalıydı, eli kalbinin üzerindeydi ve kaşları çatıktı. Uyumak üzere olduğu belliydi fakat canını yakan bir şeyler olduğunu anlayabiliyordum. Bartu ise yan bir şekilde dönmüş, Lâl'i izliyordu. Yankı'nın ona verdiği poları da Lâl'in üzerine örtmüştü ve kendisi belli etmese de titriyordu.
Bartu Sarca, Lâl Sarca'yı öylesine masum bir aşkla seviyordu ki sanki Lâl'in acıyan canı için, Bartu Sarca kendi canını bile yok edebilirdi. Biliyordu, canı yanıyordu ama ona dokunmadan, izleyerek iyi etmeye çalışıyordu.
Bartu Sarca, kalbinde yıkılmış bir şehir taşıyordu; o şehri Lâl'den başka kimse tekrardan yaşatamaz, eski haline getiremezdi.
Yankı, eline aldığı içki şişesinden viskiyi yudumlarken, derin düşünceler içerisindeydi. Onu izlediğimi anlamıştı ama bana bakmıyordu. "Yüzüme bakmıyorsun," dedim en sonunda. "Konuşmuyorsun da. Az önce yaşananlardan dolayı pişmanlık mı duyuyorsun?" Bir cevap vermedi. Şişeden daha fazla içti, ona bu kadar içiren şeyin pişmanlık olduğunu düşündüm ve kendimi suçlu hissettim. "Belki de Mutlu'nun gelmesi iyi oldu," dediğimde ben de başımı İstanbul'un sönmüş ışıklarına doğru çevirdim.
"Konu bunlar değil aslında," diye mırıldandığında şişeyi yere koydu. "Konu sensin, konu sadece senden ibaret." Yüzünü yüzüme çevirdi, gözlerimiz dakikalar sonra kesişti. "Konu aklımı durduruyor olman, Helin. Konu aklımı durduracak şekilde bana bakıyor olman. Bunlar canımı sıkmaya başladı. Ben mantığıyla yaşayan bir adamım."
Omzumu indirip kaldırdığımda yere koyduğu içki şişesini aldım ve içtiğimde aklımın içinde dönen soruyu, ona nasıl soracağımı bilmiyordum. "Bunlar senin canını sıkıyor," dediğimde daha çok kendimle konuşuyor gibiydim. "Ben de canımı sıksın istiyorum ama en çok hangi duyguyu hissediyorum biliyor musun? Huzuru." İtiraf ediyor olmam, umurumda bile değildi; yine mantığım devre dışıydı. "Ben sizin yanınızdayken hissedemediğim huzuru hissediyorum. Öğrendiğim huzurun, huzur olmadığını görüyorum. Siz oradasınız, sıcacık kollarınız, sıcacık kalpleriniz var. Ben size sarılıyorum. Yankı ben size bağlanmaktan çok korkuyorum ama şimdi şu an hissettiğim huzuru bile günlüğüme yazmayı öyle çok isterdim ki. Seneler geçtikten sonra kitapları değil, kendi günlüğümü açar okurdum. Huzurun ne demek olduğunu hatırlardım.”
Yankı, elimdeki içki şişesini aldı. "O halde yaz," dedi bir anda. "Bugünü yaz. Ben sana kağıdı da kalemi de bulurum. Seneler sonra okuduğunda bile bu huzuru hissetmeni istiyorum çünkü seni ayakta dimdik tutacak güzel duygulara ihtiyacın olacak."
"Ya okuduğumda huzuru hissederken bir yandan da mutsuzluğu hissedersem?" diye sorduğumda bu da başka bir itiraftı. "Ya kendimden daha fazla nefret edersem? Ya keşke yazmasaydım dersem? Ya da pişmanlık beni mahvederse?"
Yankı, acıyla gülümsedi. "Biz, küçüklüğümüzden beri günlüklerimize nasıl acılar sığdırdık biliyor musun?" diye sordu bana. "Ve biz küçüklüğümüzden beri o acıları kaç defa okuduk ama bir kez olsun altına imzamızı Sokak Nöbetçisi olarak atmayı ihmal etmedik. Ben Beşinci Sokak Nöbetçisi Yankı Sarca, o yazdıklarımın hep arkasında durdum. Korkma, Helin. Sen korktukça o nefret ettiğin çocukluğun da senden korkar. Onun korkmasını istiyor musun?"
“Onun daha fazla korkmasını istiyor muyum?” diye düzelttim. Yutkunmakta zorlandığımda gözlerimi ondan kaçırdım. "Yankı," dediğimde o soruyu artık sormam gerektiğini biliyordum. "Tankut sana benim hakkımda ne söyledi?"
Bir rüzgar esti, ıslak saçlarımı uçurdu ve o rüzgarda gizlenen çocukluğumun korkusu, kalbimin içinde titredi. Ben titredim, ellerim titredi, dizlerim titredi. Korkularımın başı zaten çocukluğumdu, onu daha fazla korkutamazdım.
"Kırmızı ışıklar seni korkutuyor," dediğinde anılarım, bir fotoğraf karesinin içinde döndü durdu; o fotoğraf karesinde ağlayan benim çocukluğumdu. "Tankut, bir zamanlar senin evinde kaldığın o adamı tanıyormuş. Sırf sana işkence olsun diye kırmızı ışıklı bir odaya kapatıldığını ve bunun sana işkence verdiğini söyledi."
"Dayımı mı tanıyor?" dedim hızlıca.
"Dayını değil." Yüzüne bakmıyordum ama onun beni izlediğini anlayabiliyordum. "O oda senin için işkence miydi?"
"Başka bir şey anlattı mı?" Ödüm kopuyordu, benim hakkımda, geçmişim hakkında, çocukluğum hakkında bir şeyler öğrenecek diye ödüm kopuyordu. Cevap vermedi, korkularımı hissetti bunu biliyordum ama cevap vermedi. Yankı Sarca cevap vermediğinde, yalana başvurmak istemezdi bunu biliyordum. Gözlerimi ona doğru çevirdiğimde turkuaz gözlerine acının bulaştığını hissettim. "Lütfen anlatmadı, de." Başımı iki yana salladım. "Başka hiçbir şey bilmiyorum, de."
Ondan yalan söylemesini istiyordum ve bunun ne kadar büyük bir şey olduğunun da farkındaydım. "Hepimiz," dedi tek nefeste. "Geçmişe bağlı yaşıyoruz. Korkularımız, nefretlerimiz, öfkelerimiz, hepsi geçmişimizde." Titreyen ellerime baktı. "O geçmişin kuklalarıyız, bizi yönlendirmesine izin veriyoruz."
"Lütfen," diye fısıldadığımda sesim de artık titriyordu. "Bir kez olsun, yalan söyle. Benim için. Bunu yap."
Yankı, ilk önce sessizliğe gömüldü, sustu. Gözlerini benden kaçırdı. Benim ellerim titrerken, onun elleri yumruğa dönüştü ve çenesini sıkarken, “Başka hiçbir şey anlatmadı," dedi tek nefeste. "Hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey duymadım. Ama seni duyuyorum, seni görebiliyorum. Sana ne yaptılar Helin?"
Yalan söylemişti benim için bana, bunu asla unutmayacaktı ve ben de asla unutmayacaktım.
Titrek bir nefes verdiğimde, “İlk önce ellerimi tuttu," dedim titreyen ellerimi göstererek. "Sonra bacaklarımı." Gözleri dizlerime kaydı. "Sonra sesimi susturdu ardından nefesimi kesti. Benim çocukluğumu çaldı, masumluğumu aldı götürdü. Belki de bu yüzden bu kadar titriyorlardır? Belki de bu yüzden korkuyorlardır? Belki de ben bu elleri, bu bacakları kesmeliyim? Belki de gerçekten sesimi tamamen susturmalıyım? O zaman temizlenir miyim?"
Gözlerimin dolduğunu onu bulanık görmeye başladığımda anlamıştım. Uzanıp titreyen ellerimi tuttu, onun elleri buz gibiydi. Korkudan mıydı yoksa havanın soğukluğundan mıydı bilmiyordum ama ellerimi donduracak kadar soğuktu. Parmakları, parmaklarımın üzerinde gezindi. "İlk önce titreyen ellerine çare olacağım," dedi tek nefeste. "Sonra dizlerine. En sonunda da o sesine." Gözümden bir damla yaş düştüğünde beni bir anda kendine doğru çekti ve başımı göğüs kafesine yasladı. Çenesini başıma yasladığında ellerimi sıkıca tutmaya devam etti, beni göğüs kafesine saklasın istedim. "Korkma artık," dediğinde fısıldıyordu. "Ben buradayım."
"İmkânsız," dediğimde ağlamaya başladım. Hemen yanımda çocukluğum oturuyordu, yırtılmış kıyafetlerini izliyordu. "Ben o korkularla yaşamaya alıştım. Ben o çocuğa da alıştım. Ben kötülüğe alıştım, Yankı."
"İmkânsız diye bir şey yok," dedi net bir sesle. "Alışmak da yok. Bana güveniyorsun, değil mi?" Başımı hızlıca salladım. "Bu hayatta sadece bana güveneceksin. O halde dinle, ben senin acılarını geçireceğim."
"Nasıl?" diye sorduğumda gözümden damlayan yaş, çeneme doğru aktı ardından onun eline düştüğünde bir eliyle yanağımdaki yaşları sildi.
"Ben o kuklası olduğun geçmişin iplerini keseceğim," dedi ve ona kendimden bile daha fazla güvendiğimi bu cümlesine inandığımda anladım. "Ben o geçmişindeki bütün kötülükleri yok edeceğim. Kim olursan ol, ne yaparsan yap, ben seni kurtaracağım, Helin. Ben sizi kurtaracağım."
Paragraf Yorumları