Helin Aktan'ın güncesinden...
27.10.2019, Pazar
Rüya değildi, hayâl değildi, kâbus hiç değildi.
Romantik komedi filmine iki bilet.
Yankı Sarca kabul etti.
"Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin"
Üzerini karaladım.
"Sadece Helin"
***
Yankı Sarca'nın güncesinden...
27.10.2019, Pazar
Açıklayacak cümle yok.
Hamburgerler.
Patatesler.
Romantik komedi filmleri.
Gerçekten romantik komedi filmleri mi?
Ben ne yaptım?
"Beşinci Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca"
"Sonuncu Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca"
Hayatım boyunca gördüğüm bütün rüyaları toplasam bile hiçbirisi şu anki gerçeklikten daha eşsiz ve daha farklı olamazdı. Anlayamıyordum, yetişemiyordum, rüyamda herkesi çift görüyordum. İki tanelerdi, karşılarında aynalar var gibiydi. Güzeldi, kalbimi sıkıştıracak kadar hem de. Fakat bir o kadar da saçmaydı. Neredeydik? Kimleydik? Ayaklarım yere sağlam basıyor muydu yoksa uçuyor muydum?
Jack Smith de kimdi?
Yankı Sarca'ya ne yapmıştı?
Yüzümü buruşturdum. Ona bakarken başım daha şiddetli dönüyordu, duyduğum kuş sesleri kesinlikle üzerindeki gömlekten geliyor olmalıydı. Dudaklarımı büktüm, kaşlarımı havaya kaldırdım. Altındaki şortunda zincir mi vardı? Ayağındaki kırmızı converseleri?
Yüzüme bakarak bir şeyler söyledi, kolumu birisi tutuyordu. Gözlerimi ağır ağır beni tutan ele çevirdim, yaralı eldi. Bu Yankı'nın eliydi. Bakışlarım tekrardan ona döndü, üç kişiye dönüştü sanki ve yüzüme doğru yaklaştı.
Rüya olabilir miydi?
Üç Yankı Sarca... Hayır, üç Jack Smith.
"Üç kişisin Jack Smith," diye mırıldandığımda uzanıp ona dokunmak istedim ve elime tutuşturduğu kağıtları hissettim. Parmaklarım havada kaldığında bakışlarım yine kâğıda döndü. Kelimeleri okumaya çalışırken, “Jack," dedim nefesimi vererek. "Bu..." sustum, bana söylediklerini düşünmeye başladım ve o an ışıklar bile olduğundan daha parlak görünmeye başladı. Midemde karıncalanma oldu, yıldızları göremesem bile hissettim; o üç kişi de benim kalbimi sıkıştırdı.
Yeni vizyona girmiş yabancı bir filmdi, daha önce adını duymuştum ve romantik komedi filmi olduğunu biliyordum. Tarih yarını gösteriyordu, saat yirmi otuzu.
Yarın Jack Smith ile sinemada saat sekiz otuzda randevum vardı.
"Bu bir randevu," diye mırıldandığımda bakışlarım onun gözlerine çevrildi. Jack Smith'in turkuaz gözleri altı taneydi ve böyle daha da etkileyici görünüyordu.
Romantik komedi filmine iki bilet. Yirmi Yedi Ekim, Pazar. O tuhaf teklifini kabul ettim.
"Jack," dedim kafamı iki yana sallayarak. "Bu bir randevu." Derin bir nefes verdiğimde herkesin bahsettiği o kelebekler şimdi midemin içindeydi ama güzel bir his değildi aksine midemi bulandırıyordu; alkolün içinde yüzen kelebeği kurtarmak istiyordum. "Fakat üçünüzle de mi?"
Bir şeyler söylüyordu ama duyamıyordum; kalbimin gürültüsü kulaklarıma dolmuştu ve heyecandan dolayı başımın dönmesi, uğultulara dönmüştü. Çevrede yüksek bir ses vardı, insanların bağırışlarını işitebiliyordum. Zaman çok yavaş ilerliyordu, insanlar çok yavaştı, bir tek o normâldi. Böyle sahneler sadece o romantik komedi filmlerinde olur sanıyordum ama şimdi o anın içindeydim. Savaş çıkmıştı belki de silahlar patlıyordu; insanlar kaçışıyordu ama benim zamanımı yavaşlatan adamın adı Yankı Sarca'ydı.
Belki de Jack Smith?
"Helin," dediğinde kolumu daha sıkı tuttu. "Bana kulaklarının duyduğunu, gözlerinin gördüğünü söyle." Polisler mi gelecekti yanlış mı duyuyordum? Hem polislerden kurtulsak bile kapıdaki iri yarı adamları durdurabilmek neredeyse imkânsız görünüyordu. Midemin daha fazla bulandığını hissettim; karnım ateş içinde kaynıyordu, kelebekler boğulmayı bırakmış, yanıyorlardı.
"Jack," dedim kısık bir sesle. "Siz benim teklifimi..." Yutkundum. "Jack, inanamıyorum."
"Lanet olsun," dedi ve yüzünü buruşturdu. "Bana Jack demekten vazgeç ayrıca siz kim?"
Parmağımı kaldırdım, onu işaret ettim. "Sen Jack Smith..." Diğer tarafını gösterdim. "Sen Yankı Sarca." Üçüncü olana döndüğümde dudaklarımı büktüm. "Sen kimsin bilmiyorum ama çok sert bakıyorsun. Bu üç kişi arasında teklifimi kabul eden Jack Smith, biliyorum."
Yankı, kafasını iki yana salladı, onun arkasından yanındaki iki kişi de aynısını onunla beraber tekrar etti. "Sadece bana bak," dediğinde gözlerimin döndüğünü hissedebiliyordum. "Sadece bana. Jack Smith yok, üç kişi de yok."
Sanki ayağım kaydı ya da benim dengem yerindeydi, dünya sarsılmak istedi bilmiyorum, yere düşecek gibi oldum fakat Yankı, bir anda belimden tuttu, beni kendine yaklaştırdı. Gözlerimi kocaman açıp ona bakarken, bir elim gömleğinin yakasını tuttu. "Başım," dedim zorlukla. "Dönüyor Jack. Kulaklarım uğulduyor. Zaman çok yavaş. Aynı romantik komedi filminde olduğu gibi. Senin sayende."
Yüzü yüzüme yakındı ve eli belimi sımsıkı tutarken bir yandan da bakışları etrafta geziniyordu. İlerideki birine seslendiğinde ondan gözlerimi ayıramıyordum. "Benim sayemde mi, alkol sayesinde mi?" dedi bana baktığında. "Eğer benim sayemdeyse hayatım boyunca hiç tekila şişesi olmamıştım, bunu yaşattın."
"Ha?" Yanımıza doğru koşan Işık'ı fark ettiğimde saçı, başı dağılmıştı. "Işık," dedim ona doğru. "Bak bu Jack. Jack Smith. Kendisi bir gezgin. Ve benim teklifimi..."
"Işık." Yankı, lafımı hızlıca kesti. "Helin'i tut, güvenlikler daha fazla duramayacak, polis daha fazla oyalanamayacak. Kaçmamız gerek." Işık, bana doğru uzandığında yüzümü ekşitip Yankı'nın göğüs kafesine daha fazla sokuldum, onun yanında kalmak istedim. "Hey," dedi bana bakarak. "Eğer beni bırakmazsan birazdan mahvolacağız."
"Mahvolalım," dedim çekinmeden.
Yankı, beni sımsıkı tutarken, yürütmeye başladı ve adımlarımı bile onun sayesinde attığımı fark ettim. "Helin," dedi Işık bana doğru. "Şu an sırası değil." Işık Yankı'ya öfkeli bakışlar atıyordu. "Ona odaklanma."
"Odaklanacağım, mahvolalım!" diye direttiğimde gömleğine öyle çok asılıyordum ki düğmelerinden birkaçı koptu. "Jack! Nasılsın?" Onu bırakmadım, geriye doğru çekilmek istedi ama öyle sıkı tuttum ki gömleği avucumun içine toplandı.
"Helin iyiyim," diye mırıldandığında beni kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu, koala gibiydim. "Mahvolacağız Helin, gerçekten mahvolacağız."
"Jack Smith!" diye karşılık verdim. "Ben de bunu istiyorum!"
Işık beni omuzlarımdan tuttuğunda sakinleştirmek istermiş gibi kulağıma, “Hepimiz mahvolacağız," diye fısıldadı. "Şu an gerçekten sırası değil, lütfen otur." Yankı'nın yüzüne bakmaya devam ettim, kaşlarım daha fazla çatıldı ama dikkatim dağıldığında Yankı kendisini benden kurtardı.
Bir sandalyeye oturtulduğumu hissettiğimde hemen yan sandalyede Lâl'in oturduğunu fark ettim. Işık, omuzlarımı tutmuştu, beni oturmaya zorluyordu. Lâl ile göz göze geldik, uzun uzun bana baktı ardından elindeki bitmiş şampanya şişesini uzattı. Elinden çekip aldığımda ve kafama diktiğimde birkaç damla dilimin üzerine düştü. Şişeyi masaya yine bıraktığımda aynı anda Lâl ile gülmeye başladık.
"Belgintos seni sikintos," diye haykıran sesi tanıyordum, o Mutlu'ydu. "Belgintos Mutluga Sarcaios, seni mahvediyos!"
Bakışlarım tam karşıma döndüğünde çift gördüğüm Bartu'yu zihnim bile kaldıramayacak durumdaydı. O kadar kocaman görünüyordu ki karşımda bir çizgi film karakteri gibiydi. Boynundaki papyonu çıkarmış, önünde oturttuğu esmer adamın ağzına bağlamıştı. Adamın ağzı fiyonk gibi dururken tepesinde, “Lan hediye paketi," diye bağırıyordu. "Seni düğünüme hediye olarak getirteceğim, pastanın üstüne dikeceğim."
Sarışın adam ise Bartu'nun bir kolunun altındaydı, arada sırada onun kafasını esmer olanın kafasına vuruyor sonra tehlikeli bir kahkaha atarak gülüyordu. Yanına yaklaşan Yankı'yı gördüğümde bakışlarımız kesişti ve elimi sallayıp, “Jack!" diye bağırdım. "Buradayım, buradayım! Bak bana!"
"Sırtımdan insene!" Murat Can'ın sırtına binmiş olan Mutlu'nun eteği arka tarafından derin bir şekilde yırtılmıştı. Ellerine geçirdiği topuklu ayakkabılarla Murat Can'ın kafasına sert bir şekilde geçiriyor, arada sırada dişlerini Murat'ın omzuna geçiriyordu. "Kardeşine yanlış hiçbir şey yapmadım!"
"Belgintos seni öldürecek," diye haykırdı Mutlu. "Kardeşimin elini öptün!" Murat Can'ın kafasına tükürdü. "Ben senin bildiğin Belgintoslara benzemem aslanım!"
Lâl, ellerini çenesine yaslamış, olanları izliyordu ve ben de aynı şekildeydim. "Lâl," dedim ona bakarak. "Görüyor musun orada üç kişi var. Yankı Sarca, Jack Smith ve Bay Anonim." Gözlerim kocaman açıldı. "Jack Smith hiç gitmesin çünkü bana muhteşem sürprizler yaptı."
Lâl, bakışlarını bana çevirdiğinde ne demek istediğimi anlamamıştı ama yine de kafasını sallayıp bana katıldı.
"Konuşarak anlaşabiliriz!" Murat Can'ın sesi inliyordu. "Sizinle kavga etmek istemiyorum."
"Konuşarak mı?" Papyonu, adamın boğazına sokmaya çalışan Bartu kaşlarını çattı. "Benim lügatımda konuşmak yok. Sen bir kum torbasısın mesela. Yumruklanmak için dünyaya gelmişsin."
Yankı'yı gördüm, Bartu'nun kafasını sıkıştırdığı sarışın adamı, Bartu'nun elinden çekiyordu. Beni anlayan tek kişiydi. "Jack!" diye haykırıp ayağa kalktığımda ellerimi çırptım. "Biliyor musun, o adam bana teklif konusunda katıldı, haklı olduğumu düşünüyordu!"
Yankı'nın bakışları bana döndü, kaşları öyle bir çatıldı, öyle bir ters baktı ki Lâl'in kolumdan tutup beni geri yerime oturtması bir oldu.
Yankı Sarca kolay kolay kavga etmezdi, biliyordum. Bartu gibi keyfine göre birini yumruklamazdı, sıkıştırmazdı. İlk önce zekâsını konuştururdu, zekâsıyla karşısındaki alt ederdi; onun için şiddet son ihtimaller arasında olmalıydı.
"Bak şimdi," dedim Lâl'e doğru. "Yankı'yı görüyor musun? Her şeyi konuşarak halledecek."
Işık, Mutlu'yu Murat Can'ın sırtından almaya çalışırken bize doğru bağırdı. "Sizi mahvedeceğim! Şu halinize bakın! Beni yalnız bıraktınız!"
"Hey," dememle yüzümü buruşturmam bir oldu. "Murat Can gördün mü? Zengin mekanlardan Işık hiç etkilenmiyor, onu kandıramadın!"
"Helin!" diye haykıran Işık'ın sesini Mutlu'nun çığlığı kesti.
"Sen!" dediğinde Murat Can'ın sırtından indi. Arkasından önüne doğru yürüdüğünde ellerindeki topuklu ayakkabıları da yere düştü. "Benim kardeşimi kandırabileceğini sandın bir de öyle mi? Benim kardeşimi zengin, görgüsüz, loca erkeği olarak kandıracağını düşündün öyle mi?"
Yankı, sarışın adamı Bartu'nun kolundan kurtarmıştı. Oturduğum yerden zorlukla kalkıp yalpalaya yalpalaya onların yanına doğru yürüdüğümde sandalyelerden ve tanımadığım insanlardan destek alıyordum, insanlar benden zararlı bir maddeymişim gibi kaçıyorlardı. Hayır, insanlar bizden kaçıyorlardı; çevremizdeki birçok masa dağılmıştı, tabaklar yerdeydi, büyük ihtimâl bunları yapan Bartu'ydu.
Sarışın adamla gözlerimiz kesişti. "Hey," dedim ona gülümseyerek ve Yankı'ya baktım. "Biliyor musun, çıkma teklifi konusunda beni haklı bulan tek kişi bu adamdı. Neydi adın?"
"Siz..." Sarışın adam, Bartu'ya ve Mutlu'ya baktı. "Onlar kafayı yemişler." Yankı'ya döndü. "Aklı başında sadece sen görünüyorsun." Kaşlarını çattı. "Bir saniye, ben seni okuldan tanıyorum."
Yankı dinlemeye devam etti ve gözlerini sarışın adamdan ayırmadı. "Evet," dediğimde dirseğimi Yankı'nın omzuna attım. "O her zaman ortalığı toplar, yumruk atmak ve dövmek hep son seçeneği olmuştur." Gülümsedim. "Öyle değil mi? Jack de öyle düşünüyordur..."
"Jack mi?" Sarışın adam gözlerini açtı. "Sen Türk değil miydin?"
"Türk," dediğimde sırıttım. "Jack Smith başka bir kişiliği olmalı. Benim teklifimi kabul eden kişiliği."
"Ha?" Sarışın adam bakışlarını bana çevirdiğinde kaşları çatıldı. "Teklif mi? Ne teklifi?"
"Hamburger patates," diyerek omzuna hafif bir yumruk attım fakat Yankı, sertçe beni arkasına çektiğinde bakışları yüzüme döndü. Kısık sesle, “Romantik komedi filmleri," dedim. "Jack, neden öyle bakıyorsun?"
"Bana Jack demekten vazgeç," dediğinde kaşları çatılmıştı.
"Bir saniye," sarışın adam ellerini kaldırdı. "Siz yani, ikiniz..." Kafasını salladı. "Dostum, bilmiyordum, ben onu sandım ki... Yalnız yani... Ya da ne bileyim… Çıkma teklifi falan dediğinde ben bana ışık yakıyor sandım…"
Yankı'nın bakışları benim üzerimden sarışın adama döndüğünde yüzünü göremiyordum. Bir adım attı, sonra başka bir adım daha. "Şimdi her şeyi konuşarak halledecek," dediğimde Yankı'nın beni tutan eli uzaklaştı. "Ortamı sakinleştirecek... Öyle değil mi Jack?"
"Konuşarak halletmek mi?" dedi bu sefer daha baskın bir sesle ama gözleri karşısındaki sarışın adamdan ayrılmıyordu. "Jack Smith konuşarak mı anlaşır?"
"Kabul etti!" dediğimde sarışın adamın üzerine yürümeye devam ediyordu. "Gördün mü, o Jack Smith'miş!"
"Dostum, dinle," diyen sarışın adam gözlerini kocaman açmıştı. "Bana senden hiç söz etmedi, ben bilseydim..."
"Korkma korkma," diyerek onu sakinleştirmek istedim. "O hep zekâsını konuşturur, biriyle kavga etmesi için çok önemli bir şey olması gerek. Kuralları var."
Sarışın adam bana inanmak istiyormuş gibi baktığında gözlerini Yankı'ya çevirmiyordu. "Evet," dedi Yankı. "Biriyle kavga etmem için çok önemli bir şey olması gerek, benim birini yumruklamak istemem için canımın çok sıkılması gerek."
İkisi de durdu, birbirlerine çok kısa bir süre baktılar. Yüzümdeki gülümseme nasıl görünüyordu bilmiyordum ama ortamın sakinleşmeye başlayacağına adım kadar emindim.
"Ve sen benim canımı sıktın." Bir anda, o yavaş ilerleyen zamanda bile hızlı bir yumruk sarışın adamın yüzünde patladığında gülümsemem dondu kaldı, gözlerim kocaman açıldı. Geri geri sendeledi, eli burnunu tuttu sonra yere düştüğünde Yankı "İyi dinle," diye mırıldandı. "O yalnız değil, ben varım ve benim yanımda. Bir daha ona yaklaşmayacaksın, senin nasıl bir şerefsiz olduğunu ve amacını biliyorum, seni ben de tanıyorum."
Adamın burnunun kırıldığını fark ettiğimde o tarafa doğru ilerlemek istedim ama Yankı, yine kolumdan tutup beni diğer tarafa doğru yürüttü. "Jack Smith," dediğimde bakışlarım onun sırtındaydı. "Sen birine canın sıkıldı diye yumruk mu attın? Neden? Kurallar!"
“Sikeyim kuralları,” dedi dişlerinin arasından.
"Lâl!" Bartu, esmer olanın boynundaki kravatı tasma gibi tutmuş, başını geriye doğru yatıyordu, adam ise dizlerinin üzerindeydi. "O sana bu ağzıyla yürümüştü değil mi? Bak, ağzını bir daha açamayacak." Masanın üzerindeki patateslerden ağzına birkaç tane attı sonra gülümsedi. "Düşmedim deme bana, düştün değil mi bu hareketime?"
"Sen benim kardeşimi kandırmaya çalışmak demek..." Mutlu, yere düşen topuklu ayakkabılarını zorlukla giydi sonra Murat Can'a doğru yürüdü. Saçını geriye doğru attığında, “Sen," dedi ve sonra Mutlu'dan beklemeyeceğim şekilde Murat Can'ın yüzüne ağır bir yumruk indirdi. Murat Can bunu beklemediği için şaşkınlıkla çenesini tuttuğunda Mutlu yine saçını arkaya attı. "Bu kardeşimi kandırdığın içindi." Başka bir yumruğu daha geçirdiğinde gülümsedi. "Bu da diğer kandırdığın kadınlar için. Hem de bir kadın olarak attım yumruğu!"
Murat, öfkeyle nefesini verdiğinde dişlerini sıkarak Mutlu'nun üzerine doğru yürüdü fakat Işık, “Murat!" diye bağırdı. "Sakın!"
"Tekin!" Mutlu'nun ağlamaklı ince kadınsı sesini duydum. "Kocacığım! Bu beni dövecek! Gel beni kurtar aşkitom! Ah! Yüzüme vurdu, burnum kırıldı, düştü burnum! Artık yok nefes alamıyorum!"
Etraftaki kalabalık dağılmaya başlamıştı ve güvenlikler, polislerle beraber kapının girişinden içeriye dalmışlardı.
Islık sesi yükseldi, ıslığı çalan yanımdaki Yankı'ydı. Bartu'nun ve Mutlu'nun gözleri bize doğru döndüğünde, “Bartu," dedi Yankı. "Adamı bırak, başımız yanmadan kaçalım." Masada oturmuş, patatesleri yemeye devam eden Lâl'i gösterdi. "Onu al, ayakta duramıyor."
"Lâl!" deyip ona el salladım, gülmeye başladım. "Jack Smith az önce tek yumrukla o adamı devirdi. Görmen lazımdı! Gördün mü?" Lâl, patatesleri yemeye devam etti. "Pat dedi, bir vurdu. Burnunu kırdı! Niye yaptı ki? Adam suçsuzdu."
"Adam suçsuz değildi," dedi Yankı bir anda. "Görmedin mi? O şerefsiz seni yemek istiyormuş gibi sana bakıyordu." Diğer tarafa koşan sarışın adamı izledi. "Sana bu şekilde bakamaz."
"Bakamaz mı Jack?" diye sordum. "Neden?"
Başını yana doğru yatırdı, dudaklarından bir küfür kaçtı sonra gözlerini kapattı. "Liderin olarak lan liderin olarak!" dedi kendisi de buna inanamıyormuş gibi. "Kimse sana yiyecekmiş gibi bakamaz, liderin olarak izin vermem."
İçimde söz geçiremediğim cesur tarafım "Ama sen de bazen bana öyle bakıyorsun," dedi ve kurduğum cümle kaşlarımı kaldırmama neden oldu. "Yani liderler böyle mi bakar?"
Yankı da bunu beklemiyordu. "Alkol," dediğinde kolumu sıkıca tuttu. "Seni fazla cesur yaptı."
"Soruma cevap vermedin," diye yineledim. Alkolden dolayı yanaklarımın kızardığına neredeyse emindim, bir de şimdi bu konuşma çıkmıştı.
"Sana yiyecekmiş gibi bakmıyorum," dedi net bir sesle. "Öyle bir şey yok."
"Var."
"Yok."
"Var."
"Yok."
"Yok."
"Var." Yankı durdu, gözlerini kıstı sonra at kuyruğumu tutup çektiğinde yüzüme doğru yaklaştı. "Aklımı durduruyorsun, anladın mı? Şu aklımı durduruyorsun. Sana öyle bakıyorsam korkması gereken kişi yine sensin çünkü ben çok sabredersem sonu çok fena biter."
Saçımı bıraktı, yüzümü buruşturup, “Saçımı çekip durmasana," diye homurdandım. "Yankı bitti, Jack başladı."
"Jack kadar başına..." Kendi kendine söylenerek ve beni çekiştirerek yine yürümeye başladı.
Mutlu, Işık'ı oradan uzaklaştırmaya çalışırken Murat Can çenesini tutmaya devam ediyordu. Bartu, Lâl'i sandalyesinden kaldırıp omzuna atmadan önce, “Koyduğum," dedi Murat'a doğru. "Daha tur atman bitmedi, kardeşimden uzak duracaksın."
"Sizinle bir derdim yok," diyen Murat dehşetle bizi izliyordu. "Ben Işık'tan..."
"Sus," diye bağıran Mutlu'nun her adımda topuklu ayakkabılarından dolayı ayağı burkuluyordu. "Türk filmi çektirme bana burada kıl yumağı!" Masanın üzerindeki patatesleri Murat'a doğru attı. "Seni bunlar gibi yağda kızartır sonra kocamın midesine atarım! Asıl cehennem orası!"
"Mutlu, yürü..." dedi Yankı ve onları iteklediğini fark ettim. Başı Bartu'nun omzundan aşağıya doğru sarkan Lâl'in eliyle ağzını tuttuğunu gördüm.
Bardaki adamla göz göze geldiğimizde, “Harry! Evet, onu öp yerime!" diye bağırdım. "Jack Smith beni bugün büyüledi, bunu da söyle!" Yankı'ya adamı gösterdim. "Bak, o adam tam bir Dumbledore!"
Adam, olanları izlerken dehşete düşmeyen tek kişiydi. Gülerek o da bana elini salladığında merdivenlere doğru yürüdüğümüzü fark ettim. Birkaç kere ayaklarım birbirine dolandığında kolumdan çeken Yankı'ya bakıp, “Doğum pastamdan yemedim ki," dedim. "Ondan yemek istiyorum, Jack."
Sabit bir şekilde durdum, bir anda kolumu ondan kurtardım ve diğer tarafa yürümek istedim ama Yankı'nın eli yine kolumu kavradı. "Helin," dedi merdivenleri göstererek. "Birazdan polisleri daha fazla oyalanamayacak ve mahvolacağız, başımıza bir sürü iş açılacak. Sadece yürü!"
Omzumu silktim, kollarımı önünde bağlamaya çalıştım. "Lâl!" diye bağırdım merdivenden çıkan Bartu'nun omzundaki Lâl'e bakarak. "Gel pasta yiyelim!"
Lâl, hevesle baş parmağını havaya kaldırdı, bana onay verdi. "Işık!" dediğimde önümüzde Mutlu'nun zoruyla yürüyordu. "Pasta yiyelim mi?"
"Helin!" dedi bana dönerek. "Sus!"
"Pasta," dediğimde ayaklarımı yere çarpmak istedim ama yine dengem sarsıldı, dizlerimin üzerine düştüm. Yankı, hızlı bir şekilde omuzlarımı tuttuğunda bakışlarımız kesişti. "Yeniden doğduğum pastam," dedim dudağımı bükerek. "Ondan yiyelim mi? Lütfen..."
Yankı, etrafına baktı sonra kaşlarını çattı. "Böyle olmayacak," dediğinde bir anda beni doğrulttuğunu hissettim. Dünya tersine döndüğünde onun da Bartu'nun Lâl'i omzuna attığı gibi beni omzuna attığını fark ettim. Ellerim aşağıya doğru sarkarken, karnım, omzuna denk geldi. Başım belindeydi ve o kalçası mıydı?
"Hey!" dediğimde sertçe kalçasına yumruk attım. "İndir beni, dünya ters döndü!"
Merdivenleri çıkmaya başladı, her adımında biraz daha sarsıldım. Başka bir yumruğu daha kalçasına indirdiğimde çırpındım. "Bir daha vurursan aynısının karşılığını alırsın," dedi bacaklarımı sıkıca tutarak. "Uslu dur."
"Karşılık vermezsin ki," dedim bağırarak. "Çünkü sen kendini hep tutarsın, hep kural koyarsın, hep mesafelerin vardır! Bu sana ağır gelir!"
"Emin misin?" diye sorduğunda başka bir yumruğu daha sert bir şekilde kalçasına indirdim. Sonra başka bir yumruğu daha ardından başka bir yumruğu daha.
"Dünya ters döndü diyorum sana!" Merdivenleri çıkmaya devam etti. "Başım! Midem!"
Son basamağa geldiğinde, “Kurallar mı?" diye sorduğunu işittim sonra sert bir tokadı kalçama indirdi. "Senin şu Jack Smith'in kuralları yok anlaşılan."
Acıyla inlediğimde karanlığın içine girmiştik ve yüksek ses bir müzik vardı. Etrafta sigara, alkol kokusu hakimdi, spot ışıkları gözlerimi daha fazla alıyordu hem de başım dönüyorken ve dünya tersken.
İnsanlar yolumuzu mu açıyorlardı anlamıyordum ama o kadar alkole rağmen şaşkınlıklarını fark etmiştim. Bir anda Yankı beni doğrulttuğunda ve ayaklarım yere sabit bir şekilde bastığında dengem artık tamamen yok olmuştu, ellerim sıkıca onun omuzlarına tutundu.
"Bartu," diye bağırdı yüksek ses müzikte Yankı. "Arka çıkış merdivenleri sağda. Birazdan polisler buraya gelir. Yeterince dikkat çekiyoruz. Normâl davran."
"Lanet olsun." Işık, Yankı'nın karşısına geçti. "Rezil olduk, rezil olduğumuz yetmezmiş gibi polisler peşimizde! Siz kafayı mı yediniz? Sen kafayı mı yedin Yankı? Onlara nasıl izin verirsin?"
Mutlu, öne doğru çıktı. "Gerçekten, ciddi ciddi sizin öylece çıkıp gitmenize izin vereceğimizi mi sandın?" Işık'a öfkeliydi. "O kıl yumağıyla buluşacağını zaten biliyorduk!"
"O kıl yumağının daha benden çekeceği var." Bartu Lâl'i omzundan indirmişti, Lâl ise başını Bartu'nun koluna yaslamış hepimizi izliyordu. "Bak bak, bana diyor ki iki arada bir derede 'Işık'a zararım dokunmaz' bak bana diyor bunu." Kendini işaret etti. "Erkeklerin DNA'sını çözmüş, Bartu Sarca'ya söylüyor."
"Erkeklerin DNA'sını çözmüş Bartu Sarca mı?" Mutlu kaşlarını çattı. "Sen Bartu Sarca değilsin, Tekin Gemicioğlu'sun! Benim kocamsın! Çözdüğün de sadece eteğimin düğmeleri olabilir! Başka erkeklerden sana ne!"
"Şu halde bile böyle konuşabiliyorsun," diyen Işık Mutlu'nun onu tutan kolundan kurtulmaya çalışıyordu. "Sizin üçünüzle de artık konuşmayacağım, çok ciddiyim. Beni rezil ettiniz."
"Laflara bak," dedi Mutlu. "Rezil olmuş. Sevgili beyni gelişirken kırmızı ışığa takılmış olan ikizim. İyi dinle, bu üç erkekten başka hiçbir erkek hayatına giremez."
"Neden?" dediğinde geriye doğru bir adım attı. "Bu ne kadar saçma bir kıskançlık?"
"O koyduğumun turcusu seni üzer," dedi Bartu sertçe. "Onu araştırdık. Kızları koleksiyon haline getirmiş sapığın teki. Aklını mı kaçırdın? Ondan etkilendin mi?"
"Ne önemi var?" Işık Yankı'ya baktı. "Hadi bunlar düşüncesiz, sen niye her seferinde bunu yapıyorsun? Biliyorum, sen olmasaydın, bugün bu ikisi buraya bile giremezdi."
Yankı omuzlarını indirip kaldırdı, hafifçe gülümsedi fakat cevap vermedi. O anlarda Lâl ile yine göz göze geldik. Yüksek müziğin sesi, olduğum yerde kıpırdanmama neden olduğunda Lâl ne demek istediğimi bakışlarımdan anladı, bana doğru bir adım attı. Bir anda çığlık atıp onun ellerini tuttuğumda ve olduğum yerde zıplamaya başladığımda, “Bence bunları boş verin," diye bağırdım. "Dans edelim!"
"Şu kadar umursamaz olsam yeter aslında," dedi Mutlu hırsla. "Yaşamak istediğim kafa bu."
Lâl, bana eşlik edip zıplarken, Işık, “Gerçekten bu lanet gece bitmeli," dedi. "İkisi de zil zurna sarhoş."
"Lâl'i ilk defa böyle görüyorum," diyen Bartu onu engellemeye çalışıyordu. "O normalde kontrol delisidir." Lâl, bu cümleden sonra orta parmağını kaldırıp Bartu'ya gösterdi ve zıplamaya devam etti. Bartu'nun sert tepki vermesini, bozulmasını beklesem de o düşündüğümden zıt bir şekilde gülümseyip Lâl'i kendine doğru çevirdi. "Ve ben bu hallerini daha çok sevdim."
"Polisler," dedi Yankı. "Yürüyün."
Ben ve Lâl zıplamaya devam ederken ayaklarımın havalandığını hissettim ve ona da aynısı oldu. Arkamdan belimi kavrayan ve o şekilde beni taşıyan Yankı'ya dönüp bakamıyordum fakat nefesimi kesecek kadar sıkı tutuyordu.
O şekilde barın arka tarafındaki demir, ağır kapıya doğru ilerledik. Mutlu kapıyı açtığında ayaklarım yine yerle buluştu, omzumun üzerinden arkaya doğru baktığımda bir polis memuruyla göz göze geldik. Karanlığa, spot ışıklarına rağmen dikkatli bir şekilde bana bakarken, “Memur Bey!" diye bağırdım kendimi tutamayarak. "Doğum günü pastamı yemek istiyorum, çaldılar!""
"Siktir," diye hırlayan Bartu'nun sesine eşlik eden Yankı'nın inlemesiydi. Bir anda ayaklarım yerden kesildiğinde yine omzuna attığını anlamıştım. Merdivenlerin basamaklarından inmeye başladıklarında yüksek ses müziğe rağmen onların telaşlı adım seslerini işitebiliyordum.
"Pasta," diye bağırdım. Yangın merdiveni olmalıydı, soğuktu ve vücuduma soğuk çarpıyordu. "Pastamı çaldılar, polise söylemekte ne var?"
"Şu Helin'i sustur," diyen Bartu dehşet içindeydi. "Bu kız kafayı mı yedi? Neden böyle oldu?"
"Çünkü sarhoş," diye açıklama yaptı Yankı.
"Hayır," dedi bu sefer Mutlu. "Başka bir şey var. Doğru söyle, öptün mü onu iki arada bir derede ben Murat Can'ın kulaklarına topuklu ayakkabımı sokarken?"
"Hayır!" Sesim merdiven boşluğunda çınladı. "Jack Smith bana biletler verdi ve dedi ki..."
"Durun!" Arkamızdaki polis memurunun sesi de boşlukta yankılandı. "Sakin olun, bekleyin! Kaçarsanız başınız daha çok yanar!"
"Hep aynı şey," diye sessizce soludu Bartu. "Sicilimi görseler, insan içine çıkarmazlar."
"Çok karanlık," diye mırıldandım. "Işıkları kim kapattı?"
"Helinski..." Mutlu'nun da sesi dehşet içinde geliyordu. "Çünkü gözlerin kapalı..."
Birbirine sıkıca bastırdığım göz kapaklarımı araladığımda o yüksek sesli mekandan çıktığımızı fark etmiştim. Önümüzde bir yol vardı, girdiğimiz yerin arkası olduğunu yere atılan boş alkol şişelerinden ya da atık yemeklerden anlayabiliyordum. "Açtım gözlerimi," dedim Mutlu'ya bakarak. "Ama hâlâ karanlık..."
Mutlu, başını çevirip etrafa baktı, Yankı'ya baktı, Bartu'ya baktı, Işık'a baktı hatta Lâl'e baktı sonra nefesini verip omuzlarımı tuttu. "Çünkü gece," dedi tane tane. "Bak, gün yirmi dört saattir. Öğle ve akşam olur. Güneş gider, güneş kim mi? Kocamın çüklediği kocaman ateş topu."
"Çüklediği mi?" Dudaklarımı büktüm. "Yani kocan seni aldattı mı?"
Mutlu da bana katılıp başını önüne eğdi. "Aldattı," dedi ama sesinde alay mı vardı? "Sen tut, güneşi çük. Sonra bütün gezegenleri elinden geçir. Neymiş efendim, Venüs beyler bana bakmış." Arkasını döndüğünde yırtmacının kalçasına kadar tırmandığını gördüm, Pembe Panter'li baksırı görünüyordu. "Kim buna bakar ki?"
Onu hem anlıyor hem anlayamıyordum. O birkaç saniyede benim kafamı daha fazla karıştırmıştı. "Mutlu," dedi Yankı önüme geçerek ve bileğimi tutarak. "Onu daha fazla delirtme."
Yürümeye başladığımızda duvarın kenarından ilerledik, gözleri merdivene dönüyordu. Polis memurunun adım seslerini duyabiliyorduk. "Bartu," diyen Yankı temkinliydi. "Lâl ve Helin arabaya kadar koşamazlar. Bir yerde saklanalım."
"Saklanmak mı?" Hâlâ taşıdığı Lâl'i gösterdi, Lâl ise taşındığı yerde ellerini hareket ettirerek dans etmeye devam ediyordu. "O kafayı yemiş gibi omzumda dans ediyor." Kaşları kalktı. "Evet, omuzlarım üç oda bir salon genişliğinde olabilir ama bunu ben bile kaldıramam."
"Niye kaçıyoruz ki?" Işık en önde yürüyordu. "Sizi polislerin eline vermek gerekir. Umarım yerine geçtiğiniz kişiler sizden şikayetçi olur. Murat Can ve arkadaşlarının sizden şikayetçi olacağı gibi." Bakışları sertçe Mutlu'ya döndü. "Sahi, yerine geçtiğiniz kişileri bağlayıp nereye sakladınız?"
"Biz evlendik," dedi Mutlu çenesini kaldırarak. "Ben Belgin oldum, o Tekin." Sonra bakışları Yankı'ya döndü. "O ise..." yüzünü buruşturdu, "sanırım lider rolünü üstlenen saçma bir porno yıldızı. Gerçekten sen ne oldun? Bu gömlekle kuşçu porno yıldızı mı?"
"Jack," dedim hızlıca dahil olarak. "Onun adı Jack. Öyle söyledi."
Mutlu gülmeye başladı. "Sen de Rose," diyerek beni gösterdi. "Belli ki gecenin devamını teknede geçireceksiniz. Liderinle teknede Titanik filmini oynarsınız."
Onu anlamadığımda belimi sıkıca tutup beni yürüten Yankı Mutlu'ya ters bir bakış attı. "Bir gezginin yerine geçmek zorunda kaldım, bilmiyor musun kıvırcık?"
"Bilmez miyim," diyen Mutlu hâlâ gülüyordu. "Ee ters Titanik pozisyonu için özellikle mi bu ismi arayıp buldun? Hoşuna gittiğini fark etmemiştim Tekin’le ben yaparken."
Jack Yankı'dan önce Bartu uzanıp Mutlu'nun ensesine vurduğunda duvarın kenarından sağa doğru yönelmiştik. Adımlarımızı atarken bir anda Yankı durdu ve hepimizi elleriyle durdurdu. İşaret parmağı dudağına doğru gittiğinde susmamız gerektiğini bize belli etti. Başıyla duvarın arka tarafını gösterdi.
Duvarın kenarında sokulduğumuz yerde bize doğru yaklaşan gölgeye bakıyorduk; Lâl dışında. O hâlâ durduğu yerde bardan gelen şarkıyla beraber ellerini kollarını oynatarak dans etmeye çalışıyordu. Bartu onu bacaklarından sıkıca tutsa da zor zapt ediyor gibiydi.
"Hey," dedi Mutlu sessizce. "Filmlerde böyle sahnelerde hep hapşıran olur." Bakışları bana döndü. "Hapşıracak mısın Helinski?"
"Hayır," dediğimde Mutlu'nun aksine fısıldamıyordum. "Hem şu an bir film mi çekiyoruz?" Ellerimi birleştirip Yankı'ya baktım. "Romantik komedi filmi bu mu?"
Yankı elini alnına götürdü, sıvazladı sonra derin bir nefes vererek bir anda arkama doğru geçti. Eli, ağzımın üzerine gittiğinde sıkıca kapattı, nefes almamı bile zorlaştırdı.
"Hım," diye mırıldanan Mutlu kulağıma doğru eğildi. "İşte şimdi Yankı Jack Smith Sarca söylediğim rolü üstlendi. Papağan gömlekli porno yıldızı kadının ağzını kapatıyor." Sırtını döndü. "Biz çıkalım isterseniz?"
Gözlerim irice açıldığında Mutlu'nun bize arkasını dönen ama güldüğü için hareket eden omuzlarına baktım. Porno yıldızı mı? Kafam o kadar da uyuşmamıştı, Jack porno yıldızı değildi. O sadece Jack Smith'ti. Kafamı iki yana salladığımda Yankı onun elinden kurtulmak istediğimi sandı fakat amacım kafamın içindeki teoriyi reddetmekti.
Ağzımın içinde bir şeyler gevelediğimde diğer kolu belime doğru sarıldı, beni kendine doğru yasladı. Kulağıma doğru eğildiğinde, “Helin, sadece sus," dedi. "Ve..." sesi daha da kısıldı, ben çırpınırken nefesi boynuma doğru çarptı. "Bana sürtünmekten vazgeç, şu an değil."
Şu an değil mi?
Gölge yaklaştığı yerde durdu. "Hey," diye seslendiğinde Bartu'yla Yankı'nın göz göze geldiğini hissettim. İkisi ani bir kararla küçük adımlarla duvara sürtüne sürtüne diğer tarafa geçmek istediler.
"Genelde filmlerde böyle anlarda kovalayan kişi yakalayamaz," diyen Işık'ın sesi öylesine sitemliydi ki duraksamak zorunda kaldım. "Koşmak ister misiniz?"
Bartu, dişlerini sıkarak, “Sakın," dediği anda Işık, gülümsedi; geriye doğru bir adım attı ardından yüksek bir sesle ellerini birbirine çarptı.
Gölge, donuklaştı sonra bizim saklandığımız yere doğru hızlı adımlarla gelmeye başladığında, “Buradayız," diye bağırdı Işık yüksek bir sesle. "İki sarhoşumuz, bir liderimiz, bir öküzümüz, bir de kırık yumurtamız var! Bir de ben varım! Kalbi kırık, intikam duygusu yüksek kız!"
"Siktir," diye hırlayan Bartu, elini ağzımdan çekip kolumu kavrayan Yankı ve çığlık atan Mutlu birkaç saniye içerisinde koşmaya başladıklarında Işık en öndeydi. Yankı'nın arkasında sürüklenerek koşarken ayağımdaki ayakkabılarımdan bir tanesi çoktan çıkmıştı. Bartu, omzundaki Lâl ile hızını yavaşlatmak zorunda kalsa da arada sırada geriye doğru bakıyordu.
"Durun!" Arkamızda kalan polis memurunun sesiyle beraber Yankı'nın hızlı koşan adımları sanki daha fazla arttı, sendeleyerek beni nereye sürüklüyorsa oraya doğru ilerledim.
"Işık!" diye bağıran Mutlu, yanımızdan fişek gibi geçti. "Senin yumurtanı kırmadığım güne lanet olsun! Keşke sen annemden çıkarken tekme atsaydım da geri yerine dönseydin!"
Caddeye doğru çıktığımızda Yankı, ıslık çaldı ve herkesin ona bakmasına neden oldu. İlerideki hâlâ açık olan büyük süpermarketi gösterdiğinde herkesin adımları o tarafa doğru yöneldi. Bileğimi sımsıkı tutan eli, sıcacıktı fakat sabit bakışları bir an olsun bana dönmüyordu.
"Jack," dedim nefes nefese. "Dünya mı dönüyor, yoksa biz mi dönüyoruz?"
Kafasını iki yana sallarken süpermarketten ilk giren kişi Işık oldu. Sonra ben ve Yankı girdik, kasada oturan kadın kaşlarını kaldırıp bize baktı. Bizim arkamızdan Lâl ile Bartu giriş yaptı; kadın daha fazla şaşırdı, oturduğu sandalyeden kalktı. Son anda Mutlu tökezleyerek girdiğinde ve kasaya doğru çarptığında köşedeki parfüm şişeleri yere düştü, birkaç tanesi kırıldı. Ayağındaki topuklu ayakkabılarından bir tanesi çıkmıştı, eteğinin yırtmacı daha da derinleşmişti. Gömleğinin düğmeleri açılmıştı.
Kadın, "Hey," dediğinde Yankı, geri geri yürümeye başlamış, olanları izliyordu. "Siz de kimsiniz? Hırsız mısınız?"
Hepimiz birbirimize baktık, Bartu, Lâl'i gösterdi ve işaret parmağını dudağına götürerek kendi kafasında her ne düşündüyse Mutlu'ya göz kırptı.
"Hehe," diye güldü Mutlu yapmacık bir şekilde. "O kadar uzun bir hikaye ki. Biz Sokak Nöbetçileri'yiz, hırsızlık yaparız ama Robin Hood gibi düşün. Zenginden alır, fakire veririz." Yere düşmüş olan parfüm şişelerinden bir tanesini havaya kaldırdı, kırılmıştı. "Imm," dedi gözlerini kapatarak. "Bu koku." Yüzünü buruşturdu. "Eski flörtüm de aynı böyle iğrenç kokardı."
Kadının eli, cebine doğru gittiğinde, “Siz sarhoşsunuz," diye homurdandı. "Polisi çağırmamı istemiyorsanız hemen buradan çıkın."
Bartu, Lâl'in çırpınışlarını durdurmak ister gibi onu omzundan indirdiğinde, Lâl neredeyse dizlerinin üzerine çökecekti. Elimi uzatıp onu yanıma doğru çağırdım, göz kırptım.
"Şu iki kızı görüyor musunuz?" dedi Mutlu, ben ve Lâl'i göstererek. "Onların ikisi sarhoş." O sırada ben ve Lâl, köşede duran alışveriş arabalarından bir tanesini almış, raflardaki çikolataları dolduruyorduk. "Hem de öyle böyle sarhoş değiller ama biz..." Ellerini beline koydu, kapıya doğru baktı. "Turp gibiyiz. Lütfen polisi aramayın, daha fazlası olmaz."
"Bana polisi aramamam için mantıklı bir cümle kurar mısınız?" Sesi yüksek çıkıyordu. "Arkadaşınız şu an raftaki bütün sütleri kafasına dikiyor!" Ağzımdaki süt kutusuyla beraber o yöne döndüğümde Yankı, elimden sütü çekti.
"Hey, Jack!" dedim ona bakarak. "Sütümü bırak!"
"Jack mi?" Kadın daha fazla şaşırmıştı. "Bir da yabancı mı var aranızda?"
Mutlu artık yapabileceği hiçbir şeyi yokmuş gibi omuzlarını düşürdü. "Yetti artık bu dürüstlük," dediğinde kadına doğru yürüdü. "Evet, bir yabancımız var. Adı Jack ve porno yıldızı. Ona porno sektöründe Papağan Jack derler. Şu koca adamı görüyor musunuz?" Bartu'yu gösterdi. "Onunla sevişecekler, ben de sonradan dahil olan şu koca adamın karısıyım. Uzun konulu bir porno filmi!"
Kadın ilk başta kaşlarını çattı, sonra kaldırdı. Tekrardan sandalyesine oturduğunda hatta düştüğünde Mutlu'nun söylediklerini idrak etmeye çalışıyordu.
"Şu üç kız," dedi hepimizi göstererek. "Bana benzediğini sanan ama çirkin olanı görüyor musunuz? İşte o da benim özentim."
Lâl, yere oturmuş, çikolata yiyordu; bir yandan da bana diğer çikolataları veriyordu. Ben alışveriş arabasına çikolataları attıkça Yankı, o çikolataları tekrardan çıkarıyordu.
"Ve..." dedi Mutlu ardından kolundaki saate baktı. "Polise aramanıza gerek kalmayacak çünkü..." süpermarketin kapısı açıldı, iki polis memuru ve iri yarı iki güvenlik içeriye daldı. "Onlar bizi bulacaklar!"
Bu son kurduğu cümlesi oldu. Bizim olduğumuz tarafa doğru koştuğunda gözlerim polis memurlarıyla kesişti. Bir anda Yankı belimden tuttu, beni kendine doğru çekti sonra yine koşmaya başladık. Lâl, inatla oturduğu yerden kalkmazken ben de koşmamak için direndim.
"Helin," dedi Yankı. "Eğer şimdi yürümezsen..."
"Ne yaparsın?" dedim son gücümü kullanarak. "Sadece çikolata yemek istiyorum, pasta yiyemedim!"
Bartu'yla birkaç saniyede bakıştılar, başlarını salladılar ardından havalandığımı hissettim sonrasında ise alışveriş arabasının içindeydim. Bartu da Lâl'e aynısını yaptığında Yankı, son süratla sürüyordu. Bir anda değişen dengelere mi yoksa yüzüme vuran rüzgara mı şaşırmalıydım? Ellerimi iki yana açtığımda, Lâl de bana eşlik etti. Gözlerimi sıkıca kapattım, derin bir nefes verip çığlık attım. "Vay canına!" diye bağırdım. "Bunu küçüklüğümden beri hep yapmak istiyordum ama yapabilecek kimse yoktu!"
Lâl sırtını yaslayıp ayaklarını arabadan sarkıttığında bana bakıp gülümsedi; gülümsemesinde yine o anne sıcaklığını hissettim fakat sonrasında yüzüme doğru çikolata paketini attığında işaret parmağını kaldırıp bana gülmeye başladı.
"Durun," diye bağırdı arkamızdaki polis memuru. "Amacımız size kötü bir şey yapmak değil." Hızlı koşan adımlarını duydum. "Seni tanıyoruz, seni biliyoruz!"
Son cümlesi, kaşlarımı çatmama neden olsa da bu birkaç saniye sürdü.
"Ben de sarhoş olmak istiyorum lan," diye bağıran Mutlu hemen yanımızdaydı. "Şunlardaki keyfe bak!" Lâl ona doğru başka bir çikolata paketini attı. "Lâl," dedi Mutlu dehşet içinde. "Bu gerçekten sen misin yoksa Helinski'yle yeni bir yola mı girdiniz?" Bir anda durdu, elleriyle ağzını kapattı. "Yoksa siz ikiniz öpüştünüz mü?"
"Mutlu!" Bartu'nun sesi alışveriş merkezinde inledi. "Lâl'i kimse öpemez, Helin bile." Yüzü bana döndü. "Bunu bu kafayla yapmadınız değil mi?"
Lâl, konuşulanları duymuyormuş gibi alışveriş merkezindeki müziğe eşlik ediyor, yanından geçtiğimiz reyonlardan arabanın içine bir şeyler atıyordu. Bartu'ya dilimi uzatıp ona cevap vermediğimde daha fazla şüphelendiğini anladım.
"Lan," dedi Mutlu'ya bakarak. "Böyle bir şey yapmış olabilirler mi?"
"Bilemiyorum artık," dedi Mutlu reyondan çamaşır suyu alarak. "Lâl, Helinski'ye çok güzel bakıyor, Helinski desen Lâl'e aşık." Çamaşır suyunu benim arabama doğru attı. "Siz de Yankı'yla beraber birbirinizle öpüşün, tam olsun madem. Kime niyet, kime kısmet, vay canına. Sonumuz akıl hastanesi."
"Çamaşır suyu mu?" diye sordu Işık diğer reyondan çıkarak. "Ne alaka?"
"İhtiyacım var," dediğinde Işık'ın omzuna doğru çarptı. "Bu muhteşem ellerim, koyduğum Murat'a değdi. Birkaç gün ellerimi çamaşır suyunda bekleteceğim."
"Yankı," Bartu, yanımızda koşmaya başladı, Lâl'in bakışları yine bana döndü. "Mutlu yine dalga geçiyor değil mi? Öyle bir şey olamaz."
Yankı'nın yüzünü göremiyordum ama kısa bir sessizlik oldu. Birkaç saniye sonra, “Yok daha neler," dedi. "Mutlu yine dalga geçiyor." Durdu, nefesini verdiğini hissettim. "Dalgadır. Dalga yani." Sürdüğü araba yavaşladı. "Değil mi?" Bir anda durdu, Bartu da durdu. Eli çeneme doğru gitti, başımı çevirdi. "Helin, Lâl ile öpüştünüz mü?"
"Ha?" dediğimde ağzımın içinde bonibonlar vardı, birkaç tanesi yere düştü. "Nasıl yani?"
"Lâl diyorum," dedi eğilerek. "Düşündüğümüzden daha fazla yakınlaştınız mı? Birbirinize yani."
Çok kısa bir zaman diliminde Lâl ile birbirimize baktığımızda ikimizin yüzünden de aynı şefkatli gülümseme geçti. Tuvalette beraber paylaştıklarımızın bana hissettirdikleri ve ona hissettirdikleri bambaşkaydı, bunu biliyordum. Bana sarılmıştı, ben de ona ve beni yine anlamıştı. Sokak Nöbetçileri'nden ilk sırrımı paylaştığımı kişi Lâl'di.
"Lan," dedi Bartu aramıza girerek. "Bakışmayı bırakın!"
"Lâl," dedim nefesimi vererek. "Onunla öyle güzel anlar paylaştık ki." Eğilip onu görmeye çalıştım. "Sıcaklığın," diye mırıldandım. "Yankı'dan sonra hissettiğim ilk sıcaklıktı. Çok güzeldi. Çok çok güzeldi. Bana sarıldın, benim saçlarımı okşadın ve sonra..."
"Anasını avradını sülalesini soyunu sopunu gelmişini geçmişini verdiğini vereceğini sevdiğini seveceğini çocukluğunu doğumunu güneşini ayını gecesini gündüzünü," diye sıralayan Bartu dehşetle ikimize bakıyordu. "Aşkını öpüşünü hislerini." Elleriyle gözlerini kapattı. "Düdük düdük düdükleyeyim."
Polis memurları arkamızdan görüş açımıza girdiğinde Bartu hâlâ dehşetle bize bakıyordu, Yankı ne yapıyordu onu bile bilmiyordum ama Işık ve Mutlu da ağızları beş karış açık bizi izliyordu.
İlk kendisine gelen Yankı oldu. "Devam edin," dediğinde arabayı sürmeye devam etti. "Bu konuyu konuşacağız sonra."
Bartu, durmaya devam ederken Mutlu onu sırtından itekleyerek çıkışa doğru yönlendirdi, Lâl'i ise Işık sürmeye devam etti.
Çıkış kapısına geldiğimizde açılır kapanır kapının kilitlendiğini fark ettik, kasadaki kız bize uzaktan bakmaya başladı. Büyük ihtimâl polis memurları böyle bir yöntem seçmişti.
"Hey," dedi Mutlu ellerini havaya kaldırarak. "Bak bu iki adamı görüyor musun?" Bartu ve Yankı'yı gösterdiğinde ben de onlara baktım ve ikisinin de adeta mahvolmuş bir şekilde durduklarını fark ettim. "Bu iki adam şu an öyle bir yıkılmış durumda ki..." Kafasını iki yana salladı. "Aşk hanımefendi aşk," dedi Yeşilçam tınlamasıyla. "İkisi de mahvoldu, onların aşkları engellenmeye çalışılıyor. Yüzlerine bakın, göreceksiniz."
"Öpmüş," dedi Bartu ağzının içinde. "Sarılmış. Sıcaklıkmış. Ben soğuk muyum?"
"Senin yine iyi," diyen Yankı'nın turkuaz gözleri bana döndü. "Benden sonra onun sıcaklığını seçti, benim daha ağır. Ne tarafından baksak bok gibiyim."
Kasiyer kadın bizi izlemeye devam etti. "Lütfen," dedi Mutlu nefesini vererek. "Bu aşkı engellemeyin, porno yıldızı Papağan Jack'i koca adam Bar'a kavuşturun. Hey Jack!" diye bağırdı. "What's up man? They will fuck us. Come on man! Come on!"
"Tamam tamam," dedi kasiyer kadın ardından bir düğmeye bastığında kilitlenen kapıdan bir ses yükseldi. "Filminiz çıktığında lütfen gelip bana haber verin! İzlemek istiyorum!"
Kapılar iki yana açıldığında ilk çıkan Işık oldu sonra Bartu'yla Yankı onu takip etti. "Lanet olsun," dedi Mutlu kapıdan çıkarken. "Üzgünüm Yankı, yalandan hoşlanmadığını biliyorum ama ben de hoşlanmam ve kıçımızı kurtarmak için yalanlar söyledim. Birkaç gün içerisinde Bar ve Papağan Jack'in pornosunu çekmem gerekecek."
Yankı bir cevap vermedi ve caddede ben ve Lâl arabaların içinde Yankı'yla Bartu arkamızda ilerlemeye devam ettik. İnsanlar gelip geçerken bizimle göz göze geliyordu, tuhaf bakışlarını atıyorlardı fakat hiçbirimizin umurunda olmadığına adım gibi emindim.
İlkti.
İnsanların rahatsız bakışlarıyla tek başıma karşılaşmamamın ilkiydi. Bakarlardı, korkarlardı, kaçarlardı; insanlar böyleydi.
İnsanların, parmakla gösterdiği ve kaçındığı o kız olmak artık rahatsız hissettirmiyordu; ben deliysem Sokak Nöbetçileri'de deliydi çünkü.
Biz deliysek, bütün dünyayı bile delirtebilirdik.
Biz akıllanırsak, dünyayı artık çekilmez kılardık.
Biz insanlara alışmayacaktık, insanlar bize alışacak, bizi seveceklerdi.
Yüzüme vuran rüzgâra rağmen gülümsemeyi hatta kahkaha atmayı bile bırakmadım. Çocuktum, büyüktüm, yaşlıydım, gençtim; hepsiydim. Bütün yaşlarımla bu gecenin içindeydim.
Bir arabanın önünde durduğumuzda Yankı, beni kucaklayıp alışveriş arabasından indirdi ve hızlıca arka kapıyı açarak beni oraya oturttu. Sonra yanıma Lâl, Mutlu ve Işık oturdu. Sürücü koltuğuna Bartu geçtiğinde Yankı yolcu koltuğuna yerleşti.
Birkaç saniye içerisinde araç hareket ettiğinde arkamı dönüp bizi takip eden var mı diye baktım ve polis memurlarıyla güvenliklerin çok geride kaldıklarını fark ettim; bize bakıyorlardı ama araçları yoktu.
"Çakmağı olan var mı?" diye sordu Mutlu. "Şu an bu ikisinin yanında çakmak yaksam hep beraber patlar mıyız, onu test edeceğim." Omzuyla beni itekledi. "Kokuya bak, leş. Eski flörtümden daha iğrenç kokuyorsun."
"Senin flörtün mü vardı?" diye sordu Işık diğer taraftan. "Kim? Oyuncağın Pembe Panter mi?"
Mutlu, Işık'a doğru hareket çekti. "Tabii ki vardı. İki yaz öncesinde İzmir'e tatile gitmiştik, hatırlıyor musun? Orada Berkcan Saffet diye biriyle tanışmıştım, beni boyoz yemeye çağırmıştı." Başını kaldırdı. "Ah Saffet'im, özledim seni."
"Berkcan Saffet mi?" Işık, parmağını ağzına doğru götürdü, kusuyormuş gibi hareket yaptı. "Bu nasıl karmaşık bir isim, hayal ürünü olabilir mi?"
Dudaklarını birbirine bastırdı Mutlu. "Berkcan'ı kulüplerde şişe açtırıp kızlara yürüsün diye koydu herhalde ailesi." Gülümsedi, ellerini birleştirdi. "Ama Saffet öyle mi? Mis gibi aile babası adı. Saffet. Bak söylerken bile hayran kalıyorum. Ben onun Saffet kişiliğiyle flört ettim."
"Ve?" dedi Işık gözlerini devirerek. "Sonra ne oldu?"
Mutlu gözlerini açtı. "Bir gün karşıma aldım, Saffet dedim, sen bana ne hissediyorsun, dedi ki sen çok iyi birisisin. Dedim iyiyim, meleğim, muhteşimim bunu geç, bana karşı ne hissediyorsun? Ne hissetmem gerekiyor, diye sordu." Başını önüne eğdi. "Meğersem beni sadece arkadaşı olarak görüyormuş, ben kendi kendime onunla flört etmişim. Ondan hoşlandığımı öğrenince kaçtı benden, pislik muamelesi yaptı."
Bu hikaye beni derinden üzerken, Işık'ın da dudaklarının büküldüğünü fark ettim. "Vay puşt," dedi Bartu ön taraftan. "Niye bana söylemedin? Onu seni üzdüğü kadar döverdim."
"Canım Grey'im," dedi Mutlu omuzlarını silkerek. "Benden hoşlanmak ya da beni kabullenmek zorunda değildi."
"Senin kabullenilmeyecek hiçbir tarafın yok." Yankı'nın bakışları Mutlu'ya doğru döndü. "Duyguların ve hislerin tarafı yoktur, cinsiyeti yoktur, kişiliği yoktur. Seni reddebilirdi ama seni üzemezdi."
Kolumu Mutlu'nun omzuna attım ve zorla başını omzuma yatırdım. "Bir gün hayatının aşkıyla tanışacaksın, Mutluga Prens," dedim hevesle. "İşte o zaman Romeo ve Juliet bile sizi kıskanacak."
"Ah Saffet, Saffet! Neden Saffet'sin sen?" Sonra güldü, gözlerine o ışık yansımadı fakat ortamdaki mutsuzluğu yine Mutlu dağıtmak istedi. "Peki sen Helinski? O hayatının aşkını buldun mu?"
Alt dudağımı dişlerimin arasına aldığımda Yankı'nın omzuna doğru baktım; o ise yolu izlemeye devam etti.
"Bulmaz mı?" dedi Bartu ve arabanın hızını arttırdığını hissettim. "Lâl ve Helin'e mutluluklar yazılı çiçeği hangimiz göndersek?"
"Flaş flaş flaş," diyen Mutlu gülüyordu. "Bartu Sarca ve Yankı Jack Smith Sarca'ya öpüşme şoku! İkisi de mal gibi ortada kaldılar, Lâl ve Helin hayatlarına mutlu mesut devam ettiler."
Lâl'e bakışlarım kaydı, o da benimle göz göze geldiğinde kendimizi tutamayarak gülmeye başladık. Bütün hepsinin bakışlarının bizim üzerimizde olduğunu biliyorduk fakat bu durum daha komik görünmelerine neden oluyordu.
"Hey," dedi Bartu dikiz aynasından bakarak. "Helin, Helin olmanı dinlemem gözlerini bilye yaparım. Ona öyle bakmaktan vazgeç." Bakışları Lâl'e döndü. "Neden o? Kaslı olan benim, o kassız. Neden onu öptün?"
"Hım," diye lafa atladı Mutlu. "Artık seninle kavuşmamamız için hiçbir neden kalmadı." Bacak bacak üstüne attığında yırtmacından açılan bacakları ortaya çıktı. "Bak bana, bacaklarıma. Kabul et, benden etkileniyorsun Tekintos. Ben sadece seni öperim."
"Ben öpüştüklerine hâlâ inanamıyorum." Işık'ın sesi düşünceliydi. "Gerçi ben tuvalete girmek istediğimde kapı kilitliydi ve ikisi de yerde oturmuş, sarhoştu..." Kaşları çatıldı. "Kapı neden kilitliydi? Yuh, gerçekten öpüşmüş olabilirler mi?"
"Tuvalet kapısı kilitli miydi?" Yankı gözlerini açarak bize doğru baktı. "Artık ben de tamamen inanmaya başlıyorum, öpüştünüz mü?"
"Sen Helinski'nin ağzını yemezsen böyle yerler," dedi Mutlu ve Yankı'nın omzuna doğru vurdu. "Kabul et Lider Yankı Jack Smith Sarca, kaybettin hem de bir altmış sekiz boyunda esmer bir kız Helin'i ellerinden çekip aldı. Tuhaf olan bu kız, senin kardeşindi."
"Jack Smith!" diye bağırdım yüksek bir sesle ve bakışlarımı ona çevirdim. "Lütfen hep Jack olarak kal!"
"O neden?" Mutlu merakla başını çevirdi. "Yankı'nın ne eksiği varmış?"
"Jack Smith bugün bana sürpriz yaptı," diye mırıldandım. "Bana hediyeler verdi. En son verdiği hediye..."
"Helin," dediğinde Yankı uzanıp eliyle ağzımı kapattı. "Bunu yapma. Mutlu'ya söylersen, şu an söylersen bir daha bizi asla rahat bırakmaz."
Kaşlarım çatıldı, onun elinden kurtulmaya çalıştım fakat o ön koltuktan daha fazla eğildi. "Hey," dedi Mutlu Yankı'nın elini iteklemeye çalışarak. "Ona ne hediye verdin? Yoksa..." Çığlık attı. "Benim görmediğim o birkaç saniyelik arada…"
Yankı, gözlerini açarak bana bakmaya devam ederken, Bartu, Yankı'dan dolayı arabayı zorlukla sürüyordu. Kafamı iki yana salladığımda ondan kurtulmaya çalışıyordum fakat izin vermiyordu. "Helin," dedi kısık bir sesle. "Bunu yapmak hayatının hatası olur, kurtulamayız bir daha."
"Kardeşim, bu kadar büyük ne yaptın sen?" dedi Bartu dönerek.
"Sahiden," diyen Işık da merak içerisindeydi. "Söylese ne olacak ki? Neden engelliyorsun? Ne yaptın?"
Kısa bir sessizlik oldu, herkes merakla Yankı'ya bakıyordu. "Bilmiyorum amına koyayım," dedi Yankı en sonunda. "Yaptım bir şey, nasıl oldu bilmiyorum ama yaptım. Oldu bitti yaptım."
"Ne yaptın?" dedi Mutlu kızgınlıkla. "Eğer söylemezsen turkuaz külot partisinin tarihini öne alırım."
"Turkuaz külot partisi mi?" Yankı'nın bakışları Mutlu'ya döndüğü o birkaç saniyede onun elinden kendimi kurtardım.
"Turkuaz külot partisi mi?" diye tekrar ettim.
"Evet," dedi Mutlu. "Ayrıca İzmirli Beril'i de çağırırım."
"Beril mi?" dediğimde kaşlarım daha fazla çatılmıştı. "O kız neden hep karşıma çıkıyor? Mutlu nereden biliyor?"
"Mutlu mu nereden biliyor?" Kollarını önünde bağladı. "İkisi öpüşürken kim onları ayırdı sanıyorsun Helinski? Ben bugünleri gördüm de ayırdım. 'Kardeşimin ağzını yiyorlar!' diye bağırdığımda bütün okula rezil olmuşlardı."
Yankı başını şiddetle iki yana sallayarak beni susturmak istedi. Bakışlarında utanç yoktu fakat kardeşlerinden çekindiğini görebiliyordum.
"Jack Smith," dedim bakışlarımı ondan ayırarak. "Bugün benim teklifimi kabul etti. Romantik komedi filmine iki bilet almış, randevu sözü verdi. Yarın saat sekiz buçukta sinemaya gideceğiz."
Arabanın içinde büyük bir sessizlik oldu, o sessizlikte hepsinin bakışları bana doğru döndü; Bartu dışında. Onun nefesini tuttuğunu anlayabiliyordum. Yankı, başını önüne eğerken gözlerini kapattı. Bartu, direksiyon hakimiyetini kaybettiğinde araba yavaşça kaldırıma doğru çıktı Işık, “Siktir," diye küfür savurdu ve Lâl, iri gözlerle bana baktı.
Hemen yan tarafımda oturan Mutlu'yla bakışlarımız kesiştiğinde iri gözleri gitgide daha fazla açılabilirmiş gibi beni kesiyordu. Fırtına öncesi sessizlik değildi, kıyamet sessizliğiydi, bunu anlayabiliyordum. Bütün baş dönmelerim, sarhoşluğum, keyfim onun bakışlarıyla toz bulutuna dönüştü çünkü bana öyle bir bakıyordu ki şaşkınlığı beni dehşete düşürmüştü.
"Siz," dedi Mutlu zorlukla. "İkiniz," gözleri yuvalarından çıktı, "çıkacaksınız. Beraber." Yankı'ya baktı. "Siktir, Yankı zorla tutuluyorsan, büyülendiysen ya da hamileysen bunu bize göster, şimdi göz kırp!"
"Anasını avradını sülalesini vay anasını," diyen Bartu arabayı durdurmuş, Yankı'ya bakıyordu. "Sen kimsin? Sen gerçekten Jack Smith misin?"
"İnanamıyorum, siktir," diyen Işık dehşetle nefesini verdi. "Siz şimdi flört mü edeceksiniz?"
"Flört mü?" Yankı eğdiği başını kaldırıp Işık'a baktı; gözlerinde saf korku vardı. "Nasıl yani?"
"Biriyle çıkmak," dedi ikimize bakarak. "Flört etmek demektir, sevgili olmanın önceki aşamasıdır. Sonrası sevgililiktir."
"Sevgililik mi?" Yankı'yla aynı anda soluduğumuzda birbirimize baktık.
"Sevgililik tabii, ne sandınız?" dedi Mutlu aramıza girerek. "Gerçekten hanginiz hamileyse söyleyin artık! Yankıtu," başı ona döndü, "sen hamile gibisin. Son zamanlarda yanakların al al olmuş, aşeriyorsun da. Bir alınganlığın da var üzerinde. Kız mı erkek mi, ne zaman belli olur?"
Yankı ellerini yüzüne koydu sonra saçlarını karıştırdı. "Şu konuyu kapatın. Ne sevgilisinden bahsediyorsunuz siz?"
"Oh my god Jack Smith!" diye inledi Mutlu. "Sen ne yaptığının farkında değil misin? Resmen ona gel flört edelim, sinemada elleşelim, dudaklarını yerim demişsin. Yetmemiş sevgili oluruz, sonra evleniriz, ikizleri doğurursun, biberonla beyin içiririm diye devam etmişsin. Bunlar da yetmemiş, çüküm kalkmasa da beni sevmeye devam edeceksin diye sonlandırmışsın. Yok artık bir de beraber yaşlanalım, el ele ölelim mi dedin? Çüş!"
Mutlu'nun cümlelerini dinlerken artık midemin kaynamaya başladığını hissedebiliyordum. Arabanın içi fazlasıyla havasızdı, alkol kokusunu artık ben de soluyabiliyordum ve az önceki arabanın sarsılmasından sonra sıcağa daha fazla tahammülüm kalmamıştı.
Yankı'yla göz göze geldik, Mutlu'nun söylediklerini kafasında ayırırken bakışlarından geçen korkuya bizzat şahit oldum ardından, “Sanırım kusacağım," deyip hızlıca arabadan indim. Sahil kenarında durduğumuz yerin köşesine doğru hızlı adımlarla ilerlerken elimle ağzımı da kapatıyordum.
Köşeye gittiğimde büyük bir öğürmeyle beraber kusmaya başladım. Yediklerim bir yana dursun, sadece alkolü çıkarırken arkamdan yaklaşan adım seslerini de işitebiliyordum.
Bir anda yanımda Lâl belirdiğinde onun da kusmaya başladığını fark ettim. Duraksadım, bakışlarımız kesişti sonra beraber kusmaya devam ettik. Ne halde göründüğümüz hakkında bilgim yoktu ama ikimizin de zaman geçtikçe iyileşmek yerine kötüleştiğimizi anlayabiliyordum.
Belimde parmaklar hissettim, sonra önüme düşen saçlarım çekildi. Başımı yavaşça çevirdiğimde benim arkamdakinin Yankı, Lâl'in arkasındakinin Bartu olduğunu gördüm. Başımı iki yana sallarken kendimi tutamadım, kusmaya devam ettim. Arkamızdan sesi gelen Mutlu oldukça uzakta gibiydi, büyük ihtimâl bizimle dalga geçiyordu.
Birkaç dakika sonra elimi önümdeki ağaca yaslayıp, başım önde öylece bekledim; başım daha da fazla dönüyordu. Sahil kenarında çimlerde oturmuş bizim yaşımızdaki gençler, ellerindeki gitarlarla şarkılar söylüyorlar, kimin ne yaptığını bir an bile umursamıyorlardı. Hava soğuktu, kustuktan sonra bunu daha net bir şekilde hissetmeye başlamıştım ve temiz hava bünyeme girdikçe kendime geliyordum. Soğuk, tokat etkisi yaratmıştı.
Titrediğimi fark edemesem de Yankı, arkamdan omzuma ceket attığında onun kokusunu hissettim. Gözlerimi kapattığımda az önce oluşan umursamaz, kendinden emin ve ne yaparsa yapsın gözü körleşmiş Helin uzaklaşmıştı. Yerine yeni gelen kadını tanıyordum, içinde sakladıklarını dışarıya vurmak için an kollamıştı ve o anda gelmişti. Kendime gelmek, şu an için hiç istemediğim bir duyguydu.
"İyi misin?" Yankı'nın sesi kulağıma ulaştığında eğildiğini anladım. Sadece başımı olumlu anlamda sallayıp vücudumu doğrulttum. Omzumdaki ceketin bir kolu düşerken, Yankı tekrardan düzeltti, beni arabaya doğru yürütmek için elini yavaşça belime doğru koydu. Ben ise onun kollarından kurtulup ağacın diğer tarafına doğru yürümeye başladım.
"Hey," dedi Bartu arkamdan. Başımı çevirdiğimde Lâl'in de beni takip ettiğini fark ettim. Gözlerimiz kesiştiğinde sanki aynı anda duygularımız yükselmiş, aynı anda düşmüştük. Unuttuğumuz kırgınlığı, unuttuğumuz yalanlarım, unuttuğumuz ihanetim tekrardan gün yüzüne çıkmıştı.
Başımı çevirdim, yan tarafımızda gitar çalan gençleri bir an bile umursamadan kendimi çimlere doğru bıraktım. Üzerimde elbise olması, insanların ne düşüneceği de zerre umurumda değildi. Sırt üstü uzandığımda gökyüzünde yıldızlar yoktu, yağmur saatlerce yağdığı için bulutların arkasına gizlenmiş olmalılardı.
Gökyüzüyle arama Yankı'nın yüzü girdi, kaşları havadaydı ve gökyüzüyle beraber o da dönüyormuş gibiydi. Benden bir açıklama beklediği açıktı. "Sadece," dedim soluk bir sesle. "Nefes almak, kendime gelmek istiyorum, birazdan gitsek olmaz mı?"
Lâl, yan tarafımda oturuyordu, elleri yerdeydi ve başını kaldırmış gökyüzünü o da izliyordu.
Yankı, etrafına baktı. Büyük ihtimâl kardeşlerinin düşüncelerini almak istedi ama sonra bundan vazgeçtiğinde o da benim yanıma yere oturdu. Omzumdan düşmüş olan ceketi alıp bacaklarımı örttüğünde başını aşağı yukarı salladı. "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. Elindeki su şişesini uzattı. "Arabanın içinde su vardı, iç iyi gelir."
Mutlu ve Işık bizden biraz daha uzağa oturdular, Bartu ise Lâl'in hemen omzunun dibindeydi. Onu kendine getirmek için bir şeyler söylüyordu, Lâl'in ise hiçbir tepki vermediğine neredeyse emindim. Suyu elinden aldığımda ve birazcık doğrulduğumda ılık suyu içmeye başladım.
"Artık eğlenmiyor gibisin," dedi düşünceli bir sesle şişeyi benden alarak. Daha fazla içmemi istememişti, midemin kötüleşmemesi gerekiyordu.
Yan tarafımızda çalan şarkıların bünyemde bıraktıkları etki sarsıcıydı fakat sessizliği de istemiyordum, sessizlik beni kafamın içine tekrardan yönlendirirdi. Bu şekilde en dibi göreceğime, en dibi bile kazıp kendi mezarımı yaratacağıma neredeyse emindim.
"Sadece nefes almak istedim," dedim yalana başvurarak. Yine yalan. Bu benim bir alışkanlığım mıydı? Yeniden doğmuştum, hayatımın ilk günüydü; bir bebek kadar masum olabilir miydim? Bir bebek kadar yalansız? "Aslında," dediğimde gözlerim kapandı. "Sadece kafamın içini dinlemek istemiyorum. Oraya dönersem yaşlı kadınla yüzleşeceğimden korkuyorum, o çok konuşuyor Yankı ve ben bunu istemiyorum."
Gözlerim gökyüzündeydi ama tepkilerini az çok tahmin edebiliyordum. Düz, sabit turkuaz gözleriyle beni izliyor olmalıydı, düşünceleri derindi. Kafamın içini merak ediyordu, bunun nedenini bilmeliydi. Yankı Sarca her şeyi ama her şeyi anlamalıydı.
"O halde onu susturmak için çocuğu konuştur," dedi bir anda. Ayaklarını uzattığında biraz daha geriye doğru yaslandı, dirseklerinin üzerinde sırtüstü durdu. "Gece uzun, bulutlar gökyüzünde ve ben seni dinlemek için buradayım. O kadını sadece sen susturabilirsin."
"Kafamın içinden neler geçtiğini merak ediyorsun, değil mi?" diye sorduğumda bakışlarım ona doğru döndü ama bana bakmaması kendimi iyi hissetmeme neden olmuştu. Bir süre gözlerini bile kırpmadı, yalan söylememek için sessizliğini koruduğunu anladım. "Aslında," dediğimde kelimeleri telaffuz edemediğimi fark etmiştim. "Sen o yaşlı kadını görüyorsun ama o yaşlı kadının neler yapabileceğini kestiremiyorsun. Bu seni rahatsız ediyor."
Yüzünde tuhaf bir gülümseme oluştu, bu gülümsemeye bir ad verebilseydim, gurur derdim. Bakışları ağır ağır bana döndüğünde, “Yankı Sarca," dedi. "Sen misin? Helin'in içinden çık."
Gülümseyerek, “Üzgünüm," diye mırıldandım. "Bu gece sen Jack Smith'sin ve bu hoşuma gidiyor."
"Vay." Bu düşünce onu rahatsız etmişe benziyordu. "Jack Smith'ten hoşlandın mı? Neden beni geceden beri o şekilde kabul ediyorsun?" Cevap verecek gibi oldum ama daha sonra dudaklarımı kapatıp alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Dinle," dedi ve bana biraz daha yaklaştı. "Ben Jack Smith'sem sen Yankı Sarca'sın. Biliyorsun, Yankı yalan söylemez. Ya sessizliğini koru ya da doğruları konuş."
Bu gece doğruları seçmek isteyen tarafım daha ağır basıyordu ama göreceğim karşılığın beni korkutup korkutmadığından bile emin değildim. O, turkuaz gözlerinin ardında daima kendini gizleyen bir adamı taşıyordu, o adamın bazen ne tepki verebileceğini kestiremiyordum.
"Tamam," dediğimde ben de dirseklerimin üzerinde durdum. "O halde bu gece sadece doğrular olacak çünkü Yankı Sarca'nın hayatında yalanların yeri yoktur." Beni onaylamasını bekledim, katılmasını ya da gülümsemesini ama gözleri tam gözlerimin içine bakarken karşılık vermedi. Dakika geçti, yine beni onaylamadı. O an onun hayatında söylemek zorunda kaldığı bütün yalanları merak ettim.
"Jack Smith," dedim gülümseyerek. "Papağan gömlekli, şortlu, küpeli, kolyeli Jack Smith." Onu süzdüm, ben süzerken, ona biraz daha yaklaştım. "O bu gece bana muhteşem bir sürpriz hazırladı, bana yeniden doğduğum gün için mum üfletti." Elim havaya doğru kalktı, parmaklarım şortuna doğru uzandı ve elimi cebine yerleştirdim. Bunu yaptığım anda Yankı'nın kasıldığını, bakışlarının keskinleştiğini fark ettim. "O bana," dediğimde elim hâlâ cebindeydi. "Hayatım boyunca asla unutamayacağım ikinci hediyemi verdi."
Sinema biletlerini cebinden çıkardığımda bakıp gülümsedim, Yankı'nın kısık gözleri düzelmedi ama biraz daha rahatladığını fark ettim. "İlk hediyen bisikletti," dediğinde sesi kısıktı. "Hangisini daha çok sevdin?"
Bakışlarımı sinema biletlerinden ayırdığımda gözlerim tam gözlerinin içine kilitlendi. "Yankı Sarca küçük bir çocuğa o bisikleti hediye etti," dediğimde çaresizce omzumu indirip kaldırdım. "O bisiklet yedi yaşımaydı." Sinema biletlerini işaret ettim. "Bu biletleri," diye mırıldandığımda heyecanlandığımı hissediyordum. "Lise son sınıf öğrencisi, doğum gününe kimse gelmemiş genç kıza Jack Smith hediye etti. Bu biletler on sekiz yaşıma. İkisini birbirinden ayırabilir misin? Ben asla ayıramam."
Söylediklerimi dinlerken her kelimemden sonra turkuaz gözlerine şefkatin bulaştığını hissedebiliyordum, bakışları yumuşuyordu. "Yedi yaşındaki çocuğa," dediğinde sanki bana değil, çocukluğuma bakıyordu. "Bisiklet sürmeyi öğreteceğim. On sekiz yaşındaki o genç kıza ise doğum günlerini tekrardan sevdireceğim."
Ürperdim, bu ürpertiyi sadece ben hissettim sandım ama Yankı'nın gözlerindeki dikkat daha fazla arttı. "Sevemem," dediğimde gözlerimi ondan ayırdım. "Benim bütün doğum günlerim kötü bitti, bütün doğum günlerim kötü anılarla süslü. İlk doğduğum an, annem ölmüş. Beş yaşım," duraksadığımda gözlerimi kapattım, "doğum günlerinden nefret ediyorum."
"Doğum gününe kimse gelmedi mi?" Soruyu sorarken daha çok kendi içinde cevapları arıyor gibiydi.
"On sekiz yaşındaydım," diye anlatmaya başladım. "İnsanlar benden nefret ediyordu, insanlar benden hep nefret ediyordu ve suçlu onlar değildi, suçlu bendim. Bir kere olsun normal bir genç kız olmak istedim, kendi kendime doğum günü partisi düzenledim, okuldaki herkesi çağırdım." Acıyla güldüm. "Kimse gelmedi, çelenk gönderdiler ölmüşüm gibi. O doğum günümü yalnız başıma geçirdim, karşımda iğrenç bir videokasetle."
O videokaset, benim hayatımın filmiydi; geleceğimin çizgileriydi. O videokaset, her seferinde benim kim olduğumu dile getiren bir çığlıktı. Kurtulması imkânsızdı.
"Gerçek doğum günün ne zaman?" diye sorduğunda bunun cevabını bildiğini biliyordum ama yine de benden duymak istemişti.
"Beş aralık," diye mırıldandım. "Kötü günlerden hatırladığım tek tarih." Onu incelemeye başladım sonra kendimden nefret etmeme neden olacak bir şeyi fark ettim. Bencildim, bencil olmaya devam ediyordum, sadece kendime odaklıydım. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum, onu anlamaya çalışmıyordum, hep ben merkezdeydim ve onu çevremde istiyordum. "Senin doğum günün ne zaman?" diye sorduğumda meraklı gözlerimi fark etti. "Doğum günlerini sever misin?"
Bu soruyu beklemiyordu çünkü onu hiçbir zaman sorgulamıyor olmama alışmıştı. Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında, “Beni merak mı ediyorsun?" diye sordu. "Beni genelde kimse merak etmez."
"Evet," diye yanıt verdim. "Seni her zaman merak ediyorum, hep merak ettim."
Yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu, bakışlarını benden kaçırdığında denize doğru baktı. "Sekiz nisan," dediğinde bakışları dalgındı. "Doğum günlerini sever miyim?" Düşünceli gözleri artık bu zaman diliminde değil gibiydi. "Bunu hiç düşünmedim çünkü her zaman doğum günlerim unutuldu."
Afallayarak, “Nasıl?" diye sordum. "Hiç doğum günü kutlamadın mı?"
"Kutlamadım." Bakışları bana döndü. "Herkesin doğum gününü biliyorum ama kimse benim doğum günümü bilmiyor çünkü sormadılar. Ailem kutlamayı sevmezdi, babam genelde böyle günlerin önemsiz olduğunu savunurdu, annem unuturdu. Ablam hatırlardı sadece ama o da artık hayatta olmadığına göre..." Omzunu indirip kaldırdı. "Önemi yok, o yaşı çoktan geçtim."
Boğazıma oturan yumruya ve karnımdaki acılı sancıya sadece onun bakışları neden olmuştu. "Önemi var," dediğimde ona biraz daha yaklaştım. "Yankı sen büyümek zorunda kalmış, küçücük bir çocukmuşsun. Doğum gününü kutlamak hiçbir zaman hayalin olmadı mı?"
Karşı çıkmasını beklediğimde başını küçük bir erkek çocuğu gibi aşağı yukarı salladı. "Hepimizin kilitli hayalleri var çocukluğuna ait," dediğinde bakışları önüme düşen saçlarımdaydı. "Benim de var. Anahtarları nerede bilmiyorum ama o hayaller kilitli kalmaya devam edecek çünkü büyüdüm. Ben bu adamım Helin, bana hayaller kurmamam öğretildi, insanlar o hayalleri kilitledi."
Yavaşça, kendimden beklemediğim şekilde ona doğru yaklaşmaya başladığımda bakışları bir an olsun benden ayrılmıyordu. Sakin bir şekilde başımı dizine yasladığımda biraz daha doğruldu, yüzüme bakmaya devam etti. "O kilitleri açmama izin verir misin?" diye sorduğumda turkuaz gözleri koyu görünüyordu. "Senin hayallerini görebilir miyim?"
"Neden?" dediğinde sorusu fazlasıyla derindi. "Bunu neden istiyorsun?"
"Çünkü Yankı senin ellerinde benim hayallerimin anahtarları var," diye fısıldadım. "İzin almadın, düşünmedin, o anahtarlarla kilitleri açtın ve ben sadece seni izledim. Artık bunu istemiyorum." Tam gözlerinin içine baktım. "Ben seni gerçekten tanımak istiyorum."
Uzun bir süre düşündü, düşünürken bakışlarını bakışlarımdan ayırmadı. Eli havaya doğru kalktığında yüzüme doğru yaklaştı, kalbim düşündüğümden daha hızlı atmaya başladı. Önüme gelen bir tutam saçı arkaya doğru attığında, “Bir şartım var," dedi. "Bütün yaşlarını seveceksin, geçmişindeki ve geleceğindeki bütün yaşlarını. Eğer bunu yaparsan izin verebilirim."
Parmakları saçlarımda duraksadı, bakışları dudaklarıma doğru kaydı sonra eli yanağıma doğru ilerledi. Elinin tersi, yanağımda dolaşırken, “Sevemem," dedim kuru bir sesle. "O yaşlarımdan nefret ediyordum."
"Bu şekilde sıyrılamazsın," dediğinde yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Bir yol kötüyse o yoldan tekrardan yürümeyeceksin anlamına gelmez bu. Yedinci yaşını güzelleştirdim, on sekizinci yaşını da." Parmakları çenemi sıkıca tuttu, gözlerimin irileşmesine neden oldu. "Beşinci yaşını," dediğinde gözlerimin içinde her ne gördüyse çenesini sıktı. "O yaşını da güzelleştireceğim ve geçmişte kalmış bütün yaşlarını da. Kalbini ne kadar kırdılarsa o kadar onaracağım, insanların kirli ayak izlerini bütün yaşlarından sileceğim."
"Yankı," diye fısıldadığımda gözlerinden başka hiçbir noktaya bakamıyordum. "Bir gün sen benim çocukluğumun kalbini kırarsan onu nasıl onaracaksın? Çünkü artık insanlar umurumda değil, çünkü artık kimse umurumda değil, çünkü büyüyen Helin de umurumda değil. Ama o çocuk... Ben sadece sana inanıyorum, sana güveniyorum."
Beni kırmayacağını söylemesini bekledim, bunu asla yapmayacağını, benim kalbimi önemsediğini dile getirmesi için adeta içten içe yalvardım çünkü biliyordum ki o beni kırarsa ben bir daha toparlanamazdım.
"Ben o çocuğun kalbini kırabilirim," dediğinde eli çenemden aşağıya doğru indi, boynumdan kalbimin üzerine doğru parmakları hareket ettiğinde titredim. Elini kalbimin üzerine yasladığında ne kadar hızlı attığının o da farkındaydı. "Ben o çocuğun kalbini parçalayabilirim. Sana, seni hiçbir zaman kıramam diye söz veremem ama seni her zaman iyileştireceğim konusunda söz verebilirim."
"Bunu yaparsın," dediğimde sesim titriyordu. "İyileştirirsin."
"Yaparım," dedi. Biliyordum, Yankı benden daha çok o çocuğu umursuyordu, o çocuğun gözlerinin içine bakıyordu. Helin'den önce onu düşünüyordu. Farkındaydım, o çocuk, Yankı için çok önemliydi.
Ağlamak istemiyordum, kendime bunu yapmak istemiyordum, savaştım; Helin için değil, o an inançlı çocuk için savaştım çünkü o ağlamazdı, ağlarsa dayanamazdım. Hafif bir tebessümle, “Bunu Jack Smith mi söylüyor yoksa Yankı Sarca mı?" diye sordum. "Eğer Jack Smith ise memnun olurum."
Yüzü yüzümden uzaklaştığında kaşları çatıldı. "Jack Smith mi?" Başını çevirdiğinde iki yana salladı. "Şu adamın adını artık ağzına almasın mı? Her şeyi ben yaptım."
"Sen yani," dedim alayla. "Jack Smith."
"Yankı," dedi üzerine basarak. "Jack'i siktir etsene."
"Hayır," diye karşılık verdim. "O muhteşem birisi. En önemlisi benim teklifimi kabul etti."
Başı hızlı bir şekilde bana döndüğünde, “Jack Smith mi kabul etti?" diye sordu düz bir sesle.
Başımı aşağı yukarı salladım. "Evet, onunla sinemaya gideceğiz, hamburger patates yiyeceğiz." Gökyüzüne doğru baktım. "Eminim çok eğleneceğiz. İngilizcem fena değildir, anlaşabilirim."
Kısa bir sessizlik oldu, o sessizlikte yüzümdeki gülümseme daha fazla genişledi. Yankı da bunu fark etmiş olacak ki keskin bir nefes verdiğini işittim sonra eli sertçe bir daha çenemi tuttu, başımı ona doğru çevirdi. "Sinemaya Yankı Sarca'yla gideceksin," dedi baskın bir sesle. "O saçma hamburger patatesi de Yankı Sarca'yla yiyeceksin. Jack Smith kim ki seninle bunları yapacak?"
"Ama..." diye mırıldandığımda gözlerimi yapmacık bir şekilde irileştirdim. "Jack Smith değil miydi kabul eden?" İçten içe kendi ağzıyla kabul etmesini istiyordum, bir kez daha duymak istiyordum. "Sonuçta Yankı Sarca romantik komedi filmlerinden hoşlanmaz, hamburger patates de ona saçma gelir."
"Jack Smith'i sikeceğim artık," diye mırıldandığında çenemi daha sıkı tuttu.
"Yuh," dedim gülümseyerek. "Hani o sendin? Kendi kendini mi yapacaksın?"
"Helin," dediğinde çenesi kasılmıştı. "Bunları neden yaptığını biliyorum. Alkollüsün diye rol yapmayı bırak."
"Ben Yankı'ya o teklifi ettim," dediğimde gözlerime kırgınlığı ekledim. "Ama beni umursamadı bile. Hatta romantik komedi filmlerimi bile önemsemedi. Ayrıca..."
"Sus artık," dediğinde eliyle ağzımı kapattı ve gözlerimin kocaman açılmasına neden oldu. "Yankı Sarca o saçma romantik komedi filmlerini çok seviyor, hamburger patates ise vazgeçilmezi özellikle bu bir teklifse aşırı mantıklı. Özellikle seninle beraber olacaksa hiçbir şey önemli değil. Tamam mı?"
Bu bir itiraftı.
İstediğim bir itiraftı, beni gülümseten bir itiraftı, ona daha fazla hayran olmama neden olacak bir itiraftı.
Elimi, ağzımı kapattığı elinin üzerine yerleştirip çektiğimde, “Benimle beraber olacaksa hiçbir şey önemli değil mi?" dedim söylediğini tekrar ederek. "Sen benim teklifimi Yankı Sarca olarak kabul ettin. Sen bunu istedin. Neden?"
Elim elini tutmaya devam ederken, yağmur hafif hafif çiselemeye başlamıştı ve onun saçlarına damlıyordu. Gözlerimin içine bakarken söyledikleri aklımın içinde dönüyordu, kendi söylediklerini defalarca kendi içinde dinlediğine de emindim. "Yankı Sarca olarak," dedi gözlerini birkaç saniye kaçırarak. "Yani liderin olarak kabul ettim."
"Ne?" dediğimde işte bunu hiç beklemiyordum. "Sözlüğe yeni bir tanım mı yerleşti?"
"Evet." Yerdeki otlardan çekiştirdi; ne zaman söyleyecek bir şeyler bulamasa başka başka şeylerle ilgileniyordu. "Liderler, altlarındaki kişilerin tekliflerini asla reddetmezler." Kopardığı çimleri yere attı, bakışları bana döndü. "Seni reddemezdim, Helin." Gözleri daha derin bakmaya başladı. "Bunu yapamadım da zaten."
Gözlerimi devirip yan tarafıma doğru baktığımda Lâl'in başının Bartu'nun omzuna yaslı olduğunu fark ettim; gözleri denize odaklanmıştı, Bartu ise elini beline sarmış dudakları kenetli o nereye bakıyorsa orayı izliyordu.
Işık ve Mutlu hararetli bir tartışmanın içindelerdi, büyük ihtimâl az önce olanlardan dolayıydı; Işık'ın gözlerindeki öfke asla silinmiyordu Mutlu ise küçük bir çocuk gibi omuzlarını silkip duruyordu.
Gitar çalan gençler daha hafif şarkılara geçmişlerdi. Kalabalık bir gruptu ve yanlarındakiler dans ediyorlardı. Çiftler kendi aralarında dans ederken, tek olanlar şarkıya eşlik ediyordu.
Bakışlarım dans eden insanları bir süre izledi ve o an aklıma gelen fikir, bakışlarımın tekrardan Bartu'ya dönmesine neden oldu; Yankı bir şeyler düşündüğümü anlamıştı, tek kaşı havadaydı.
Düşünmeden ayağa kalkıp Yankı'nın başımı yasladığım dizinden ayrıldım, Bartu'ya doğru ilerledim. Hemen yanında durduğumda Lâl beni fark etmemişti bile müzik sesinden umarım ki beni duymazdı.
"Bartu," dedim onu daldığı yerden ayırarak. Bakışları hızlı bir şekilde bana döndüğünde onu korkuttuğumu fark etmiştim. "Aklıma bir fikir geldi," dediğimde biraz daha ona yaklaştım. "Lâl'e kardeşin gibi davranmak istemiyorsun değil mi?"
"Senin derdin ne?" dedi kaşlarını çatarak. "Onu öptün ve şimdi gelmiş benimle fikir mi paylaşacaksın?"
"Hayır," dediğimde elimle alnıma vurdum. "Biz Lâl ile öpüşmedik, öyle bir şey yok." Bartu'nun yüzüne bir rahatlama çökse de kaşlarının çatılması değişmedi. "Gerçekten," diye mırıldandım. "Evet, Lâl muhteşem bir kadın ama ben erkeklerden hoşlanıyorum."
"Mümkünse s takısı getirme," dediğinde çenesiyle Yankı'yı işaret etti. "Tek bir erkekten hoşlan, diğer erkekleri dövdürme."
"Tamam başkan," deyip elimi alnıma koydum. "Sakin ol. Erkekler umurumda değil." Gitar çalanlara baktım, gözlerimle işaret ettim. "Şimdi dinle beni. Neden Lâl'i dansa kaldırmıyorsun?" Gözleri irice açıldı, bunu dememi hiç beklemiyordu. "Hey, bana öyle bakma," dediğimde elimi salladım. "Biliyorum, dans edemiyorsun..."
"Ben gerçekten tango yapmayı biliyorum," dedi net bir sesle. "Hem de bu konuda çok iyiyim."
Ona asla inanmadım. "Her neyse," diyerek onu geçiştirdim. "Konu bu değil. Lâl'e abisi gibi davrandığın için o da seni öyle görüyor. Dans romantiktir ve duyguların karmaşasıdır. Onu 'kibar' bir şekilde dansa kaldır ama bak kibar bir şekilde. Önünde bir beyefendi gibi eğil, dansa davet et. Kendi çizginden çık."
Birkaç saniye söylediklerimi düşündüğünde başını çevirip dans eden çiftlere baktı. "İyi de benim çizgimde kibarlık yok ki, alırım, pat diye kucaklarım sonra dans ederim. Kibarlık nasıl oluyor?"
"Benimle dans eder misin..." düşündüm ve sonra omuzlarımı indirip kaldırdım, "güzel bir kelime daha. Bu soruyu sorarken gözlerinin içine bak, ona onu korumak istiyormuş gibi bakmaktan vazgeç, Bartu. Ona onu seviyormuş gibi bak." Bu söylediklerim onun duvara çarpmış gibi hissetmesine neden oldu ama bana yansıtmamaya çalıştı. "Korkma," dedim sonra elimle kolunu sıktım. "Cesur ol. Cesurların kaybedeceği hiçbir şey yoktur çünkü bir kere cesaret etmişlerdir. Sen de edebilirsin."
Yaklaşık bir dakika boyunca söylediklerimi düşündü ve o bir dakikada Mutlu'yla göz göze geldim; bakışları beni merakla dikizlerken artık yanında oturan Işık'ı dinlemek istemiyormuş gibiydi.
Bartu, başını hafifçe olumlu anlamda salladığında yanından aynı şekilde uzaklaştım ve Yankı'ya doğru ilerledim. "Neler oluyor?" diye sordu Yankı. "Bartu kireç gibi oldu."
"Sadece cesaret verdim," diye mırıldandım. "Lâl konusunda."
Yankı'nın buna sevinmesini beklerdim ama o beklediğimden zıt bir şekilde rahatsız olup, “Bartu'yu tanımıyorsun," dedi. "Lâl'i tanımıyorsun. İkisini de tanımıyorsun. Bartu düşündüğünden daha kırılgan bir adamdır. O aramızda kalbi en çabuk zedelenen kişidir."
"Evet onları senin kadar iyi tanımıyorum," dediğimde kaşlarım çatılmıştı. "Ama duyguları tanırım. Bartu Lâl'i seviyor, gerçekten seviyor ve bu şekilde artık dayanamıyor. Baksana, Lâl onu abisi görüyor ve Bartu sevdiğinden dolayı buna boyun eğiyor. Lâl'in gerçekleri görmesi gerek."
"O aptal bir kız değil." Yankı, savunmaya geçmişti. "Lâl Bartu'yu sevsin mi istiyorsun?" Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Bu hiçbir zaman olmayacak."
"Neden?" diye sordum hızlı bir şekilde ama sessiz kalıp beni yanıtsız bıraktı. "Neden Yankı?" Günlerdir aklımda tuttuğum soru işaretlerim vardı, merak ettiklerim, anlamak istediklerim ama bir o kadar da kaçtıklarım fakat şimdi bunu yapmayacaktım. "Lâl'in kalbinde başka biri mi var?"
Bu sorudan sonra Yankı başını çevirdiği yerden yine gözlerimin içine baktı ve öyle bir baktı ki kurduğum cümle, onu baştan aşağı rahatsız etti. Sarsılmadı ama soruya cevap vermek yerine o an orayı bile terk etmek isteyebilirdi, bunu hissediyordum.
Daha açık konuşmalı mıydım? Bunu bilmiyordum.
Lâl'in gruba ilk girdiğim zamanlar bana karşı davranışlarını hatırladım, Yankı'yı izlemesini ve bana karşı cephe almasını. Yankı'yla her yakın adımımızda bundan rahatsızlık duymasını bakışlarıyla direkt bana yansıtması. Evet, günlüğümü okuduktan sonra bütün bunlar değişmişti fakat bu benimle ilgiliydi, Yankı'yla aramdaki ilişkiye yine uzaktı. En önemlisi ikimizi ilgilendiren konularda sessizdi. Bir fotoğraf çekilecekse bile o bunu yapmıyordu, kardeşleri bizim için iyi hissettiğinde o tamamen uzaktı.
Lâl, Yankı'ya mı aşıktı?
Diğer tarafım bunun imkânsız olduğunu söylüyordu çünkü beni çoktan alt edebileceği bir kozu Lâl'in eline vermiştim. Yankı, Lâl'in anlattıklarından sonra benden nefret edebilirdi, ihanetimi öğrendikten sonra arkasını dönüp gidebilirdi ya da beni kovabilirdi; Lâl bunları biliyordu ama bunu yapmamıştı.
Fakat Yankı için yapmamıştı.
İçimdeki o yaşlı kötü kadın yine konuşmaya başlamıştı, zihni sadece en kötüsünü düşünüyordu.
"Yankı," dediğimde gözlerim tam gözlerinin içine baktı. "Lâl ile aranda daha farklı bir bağ var, değil mi?"
Kıskançlık değildi, öfke değildi, kin değildi, nefret hiç değildi; kırgınlıktı. Kendime olan kırgınlığımdı çünkü biliyordum ki Lâl benden çok daha iyiydi, çok daha güçlüydü, çok daha gerçekti. Onunla savaşsam bile Yankı'yı asla kazanamazdım. Savaşmak mı? Bunu asla yapmazdım.
"Aklından ne geçtiğini biliyorum. Dinle, bütün kardeşlerim benim için aynı," dediğinde gözleri Lâl'de ve cesaretini toplayan Bartu'daydı. "Ama Lâl ile daha fazlasını paylaştık. Bu aile oluştuğunda ilk onu tanıdım, onu gördüm. Öyle kötü bir haldeydi ki unutamıyorum. Küçüktü, korkaktı ama dik başlıydı. Lâl bana benziyordu, o benim öz kardeşim gibi." Çenesini havaya kaldırdı. "Ve beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmadı, hiçbir zaman arkasını dönmedi. En önemlisi Helin, Lâl bana hiçbir zaman yalan söylemedi." Bakışları yüzüme döndü. "Bu hayatta güvendiğim tek kişi kim biliyor musun? Lâl."
Yankı Sarca'nın ellerinden o inancı söküp alan kişi, bendim. Güvendiği tek kişiyi, güvenilmez kılan yine bendim.
"Ve," dedim derin bir nefes vererek. "Bu hayatta en güvenmediğin kişi de benim değil mi?" Alınmıyordum, gocunmuyordum; ben bile kendime güvenmezken onun bana güvenmesini sağlayamazdım. Bakışlarım Lâl ile Bartu'ya döndü. "Ona bu derece güvenirken bir gün mahvederse ne yaparsın?"
"Birine güvenmek, o kişinin bu güveni hiçbir zaman mahvetmeyeceğine de inanmaktır." Bartu, yavaşça ayağa kalktı, Lâl'in karşısına geçmeye hazırlandı. "Güvenmediğin insanların sana yaptıklarından ya da yapacaklarından korunabilirsin, Helin ama güvendiğin insanlardan korunamazsın."
"Bana güvenmiyorsun, değil mi?" diye sordum bu sefer açıkça.
Düşünmedi, nefes bile vermedi, direkt yanıt verdi. "Sana güvenmiyorum."
"Haklısın," dediğimde gözlerimi gözlerinden ayırdım. "Bana hiçbir zaman güvenmemelisin çünkü ben de kendime güvenmiyorum."
"Sana güvenmediğim için bana istediğini yapabilirsin," dediğinde sesi sertti. "Ama bir gün sana güvenirsem ve sen benim sırtımdan bıçaklarsan o zaman bu Yankı Sarca'yı asla göremezsin." Derin bir nefes verdi. "Lâl de göremez."
Onların arasında ince bir ip vardı, o ip ellerimdeydi ve tek bir makas darbesiyle o ipi kesebilirdim fakat Yankı'yı korunmasız kılmak, en son yapmak isteyeceğim şeydi.
Lâl Sarca'ya ise asla ihanet etmeyecektim, ömrümün sonuna kadar. Kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın. Beni sırtımdan defalarca o bıçaklasa bile geri geri yürüyecek, insanlara sırtımı göstermeyecektim çünkü o bana bunu yapmıştı.
Sessizlik aramıza girdi. Bana karşı korunmalar aldığını biliyordum, çizgiler çektiğini hatta bunu yaparken kardeşlerini de kendi yanına çektiğini. Onun için korunulması gereken biriydim, daima da öyle kalacağıma neredeyse emindim.
"Bartu, ne oldu lan?" diyen Mutlu'nun sesi beni kendime getirdi. "Bel fıtığı mı oldun, duruşa bak." Bartu, Lâl'in önünde eğilmişti, öylece duruyordu ve Lâl ne olduğunu anlamak istiyormuş gibi Bartu'yu izliyordu. "Of," dedi eğilerek. "Bana kalçalarını gösteriyor."
"Sus Mutlu," dedi Bartu gözlerini kapatarak. Ağzını oynatarak bir şeyler söyledi, büyük ihtimal cümlelerini tekrar etti sonra elini hafifçe öne doğru uzattığında boğazını temizledi. "Lâl'im," dedi gülümseyerek. Gözleri bana döndü. Cesaret vermek istiyormuş gibi kafamı aşağı yukarı salladığımda Bartu yine Lâl'e baktı. "Benimle dans eder misin, çilekli ballı sütüm?"
Çilekli ballı sütüm.
"Çilekli ballı sütüm mü?" diye mırıldanan Yankı yüzünü çoktan buruşturmuştu. "Çilekli ballı süt mü?" Işık'ın sesi gür çıkmıştı. "Bartu," dedim başımı sallayarak. "Yine olmadı."
"Çilekli ballı süt mü amına koyayım?" diyen Mutlu ayağa kalktı. "Ballı çörek Lâl."
Lâl, şaşkınlıkla Bartu'ya bakarken aklı tamamen karışmıştı, bunu anlayabiliyordum. Kaşlarını havaya kaldırdı, başını iki yana salladı. "Hadi," dedi Bartu Mutlu'yu umursamayarak. "Benimle dans et, fındık kurdum. Bak buradayım, seninle dans etmek istiyorum."
"Fındık kurdum mu?" Mutlu Bartu'ya doğru ilerlerken, eli ağzındaydı. "Ben bu aşka inancımı kaybettim Ela."
"Canım benim," dedi Bartu dişlerini sıkarak. "Güzelim," Lâl'e doğru yaklaştı, "kalksana."
Oturduğu yerden kalkmazken, hepimizin gözü Lâl'deydi.
"Yok," dedi Bartu ardından bir anda Lâl'i kolundan sertçe çekip kaldırdı, vücudunun vücuduna çarpmasına neden oldu sonra elini beline yerleştirdi. "Benimle dans edeceksin. Etmezsen bütün gece seni omzumda taşırım, ufaklık. Duydun mu?"
"İşte," diyen Mutlu kollarını önünde bağladı. "Gerçeğine döndü ballı çörek."
Bartu buydu. Onun için kibarlık sadece bir kelimeden ibaretti, daha fazlası yoktu ve fark etmiştim ki Lâl tarafından reddedilmeyi asla göze alamıyordu. Onun için Lâl'in ne dediğinin önemi yoktu, kendisinin ne istediğinin önemi vardı.
Lâl aynı şaşkın ifadeyle Bartu'ya bakarken Bartu, umursamaz bir şekilde beline koyduğu elini düzeltti, diğer eliyle Lâl'in elini tuttu. "Hazır mısın?" diye mırıldandı. "Asla unutamayacağın bir dans olacak."
"Öküz dansı," diyen Mutlu gülüyordu. "Tango biliyordun değil mi sen?"
Bartu, alayla Mutlu'yu baktığında gülümsemesinde ilk defa üstünlüğü gördüm; kendine güveni gördüm. Bakışları kısıldı tekrardan Lâl'e baktığında, “Bana ayak uydur," dedi, sonra bir adım attı. Lâl, yalpalayarak ona ayak uydurmaya çalıştığında her şey sanki birkaç saniyede oldu. Bartu, hepimizi şaşkına uğratacak şekilde oldukça estetik, oldukça seksi, oldukça profesyonel bir şekilde tango yapmaya başladı ki Lâl'in bilmemesinin hiçbir önemi kalmadı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, benimle beraber Işık ile Mutlu'da aynı ifadeye büründü.
"Kardeşim be," dedi Yankı gururla. "Doğruymuş."
Müzikle beraber onlar dans ederken gözlerimizi onlardan ayıramıyorduk. Lâl artık dans etmek bir yana dursun, Bartu'dan başka hiçbir noktaya odaklanamıyordu. Adımlarıyla onu takip ederken gözleri gözlerinin üzerindeydi. Gitar çalanlar bile dönüp onları izliyorlardı, şarkıyı daha içten söylüyorlardı.
Birkaç dakikadan sonra, “Siktir," dedi Mutlu. "İşte şimdi mahvoldum." Başını iki yana salladı. "İşte şimdi âşık oldum. Öldüm, yaşamıyorum."
"Bu Bartu mu?" Işık başını eğip baktı. "Gerçekten bildiğimiz öküz Bartu bu. Nasıl yani?"
Yankı'ya dönüp, “Gerçekten tango biliyormuş," diye mırıldandım. "Yalan söylemiyormuş."
Lâl'in belini kavrarken, onu yatırdı, bacağını bacağının arasına koydu sonra yüzüne doğru yaklaşıp, “Süt çilek bal," dedi. "Bunların hiçbirisi umurumda değil. Sen busun, ben buyum ama bak bir de bu kişiliğim var. Düştün değil mi?" Onu tekrardan kaldırdı, kendine yasladı. "Düştün düştün. Hem de çok fena düştün bu sefer, gerçekten düştün."
Lâl'in yutkunduğunu gördüm, bakışları Bartu'ya o an her zaman olduğu gibi bakmıyordu sanki daha farklıydı; ya gerçekleri görmüştü ya da kendi gerçekleriyle yüzleşmişti, bilmiyordum ama Lâl'in o an kalbinin hızlı attığına kalıbımı basabilirdim.
"Kilitli hayallerin," diye mırıldandı Yankı keskin bir sesle. "O hayallerinin içinde dans etmek de var mı?"
Bakışlarım yavaş yavaş ona döndüğünde çiseleyen yağmur yüzüme çarpıyor, rüzgâr esiyordu. Bunların hiçbirisi beni rahatsız hissettirmiyordu, kalbimdeki ağırlık dışında. O ağırlık geçmeyecek gibiydi, geçmezse yaşayamayacakmışım gibiydi. Geçsin istedim, geçirebilsin istedim.
"Sanırım." Derin bir nefes verdiğimde kollarımı önümde bağladım. "Kimseyle dans etmedim, kilidi kapalıdır bu yüzden."
Yankı turkuaz gözlerini benden ayırmayarak karşıma geçti. "O halde bu hayalin de kilidini açıyorum," dedi ve sertçe eli belimi tuttu. "Bir hayalini daha gerçekleştiriyorum."
Elim omzuna tutundu, diğer eli, elimi tuttu. "İlk dansım," dedim kısık bir sesle. "Anahtarlar sadece sende."
"O halde başka kimseyle dans etmeyeceksin," diye karşılık verdi. "Söz ver."
"Söz," dediğimde beni hareket ettirmeye başladı, Bartu kadar profesyonel değildi ama benden daha güzel dans ediyordu.
"Asla," diye mırıldandı. "Benimle ilk dansın, anahtarlar sadece bende. Başka hiç kimseyle olmayacak, benden başka kimseyle dans etmeyeceksin."
"Asla," diye karşılık verdiğimde gülümsedim. "Kilitli hayallerimin anahtarları sadece sende."
"Seninle dans ediyorum," dediğinde afacan bir şekilde göz kırptı. "Liderin olarak." Sonra birkaç adım attı, ben de ona ayak uydurdum. "Liderler, altlarındaki kişilerle dans etmek zorundadır."
"Liderlerin," dedim ona biraz daha yaklaşarak. "Her zaman bir bahaneleri mi vardır?"
"Bahane mi?" Vücudu vücuduma sürtündüğünde ateş çıkacakmış gibi hissettim. "İnan, sadece ve sadece liderin olarak, Helin. Sadece liderin olarak. Başka hiçbir nedeni yok."
İlk defa bir adamın kollarında, hiçbir şeyi umursamadan ve hiçbir planım olmadan öylece dans ediyordum; huzurluydu, ayrıydı, iyi hissettiriyordu. Kendimi biraz daha ona yasladığımda ensesindeki saçları çekiştirdim. "O zaman söz ver sen de Lider Yankı Sarca," dedim fısıldayarak. "Senin kilitli hayallerinin anahtarları da sadece bende olacak."
Bunu yapmazdı, biliyordum; söz vermek Yankı için önemliydi çünkü her söz bir gün yalana dönüşebilirdi fakat Yankı'nın yüzü fazlasıyla rahat, bakışları oldukça dikkatliydi.
Eli belimi daha sıkı kavradı, beni kendine biraz daha yasladı, vücutlarımız bir bütün halini aldı. "Benim kilitli hayallerimin anahtarları," dediğinde nefesi yüzüme çarptı, onun nefesi oksijenim oldu. "Bundan sonra sadece sende."
Paragraf Yorumları