Mutlu Sarca'nın güncesinden...
18.06.2015
Hayatımın çoğunu sadece hislerime göre yaşayan birisiyim. O an kendimi nasıl hissediyorsam ya da nasıl hissetmek istiyorsam onu yaparım.
Bir yangın mı çıksın istiyorum? O yangını çıkarırım, ateşin etrafında saatlerce dönerim.
Koşmak mı istiyorum? Nefesim kesilse bile koşmaya devam ederim, kimse beni durduramaz.
Birini sevmek mi istiyorum?
Sevemem.
Bugün ilk defa nasıl hissetmek istiyorsam onu yaşayamadım çünkü diğer erkeklerden daha farklı davrandığım için bugün benden beş-altı yaş büyük adamlar beni dövdüler.
Onlara karşı koyamadım.
Bana erkek olmadığımı bağırdılar, onları utandırdığımı söylediler, günah işlediğimi haykırdılar.
Ben sadece hissediyorum Tanrım, ben sadece diğerlerinden daha farklı seviyorum diye beni cezalandıracak mısın?
Her zaman mutlu olan Mutlu, şu anda çok mutsuz çünkü canı çok yanıyor.
Yarın geçecek.
Ama beni insanların olduğum şekilde sevmemeleri hiçbir zaman geçmeyecek.
Ama beni insanların diğerlerinden daha farklı görmesi hiçbir zaman geçmeyecek.
İnsanlar benim gibileri hiçbir zaman kabullenemeyecek.
İnsanlar benden kaçacak, ben hislerimden.
"İkinci Sokak Nöbetçisi, Mutlu"
Kendine acımak, en büyük acımasızlıktı, yeni fark ediyordum.
Ama yine de, bütün yaşlarıma acımadan duramıyor, o yaşlarımın utançtan başlarını eğişini izleyemeden rahat edemiyordum.
En büyük acımasız bendim, ayrıca en acınası olan da bendim.
Nasıl bir yoldaydım, nasıl bir insandım artık çözemiyordum, öylesine boşluğa girmiş, öylesine derine batmıştım ki hangi tarafa dönsem kurtulamayacakmışım gibi geliyordu.
Mutlu biten her hikâyenin devamında mutlak mutsuzluklar olurdu ama mutluluk ebediyen devam ederdi fakat mutsuz biten bir hikâyeyi bir daha mutlu kılamazdık.
Benim hikâyemin sonunun nasıl biteceğini merak ediyordum.
Hepimiz o sokakta dururken Bartu ile Mutlu'nun atışmaları, koşturmaları, Işık'ın kapının pervazına yaslanıp izlemesi, Lâl'in Yankı'nın hemen yanında durması... Benimse aslında hepsinden uzak bir noktada kollarımı bağlayıp onları izlemem.
Onları neden bu kadar ailem gibi gördüğümü daha iyi anlıyordum çünkü hepsinde kendimden bir parça vardı.
Mutlu Sarca, içimde ne olursa olsun hayata sıkı sıkı bağlı ve keyiflenmeye devam eden tarafımdı. Gülümsemekten ya da kendime gülümsemek için bir neden aramaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştim, Mutlu da öyleydi.
O benim neşeli tarafımdı.
Işık Sarca, içimde ne olursa olsun hayattan vazgeçen tarafımdı. Tek bir farkımız vardı, onun kendi parçalarını birleştirmesi için nedeni, kardeşiydi. Benim bu yaşıma kadar nedenim olmamıştı, onları tanıyana kadar. Şimdi Işık'a daha çok benziyordum.
O benim vazgeçen tarafımdı.
Lâl Sarca, benim hırçın tarafımdı. Onun yerinde olsaydım bana davrandığından daha kötü davranırdım, biliyordum çünkü paylaşamadığım ailemi yıkmaya gelen bir kişiye bile tahammül edemezdim. Ayrıca Lâl, benim güçlü tarafımdı da. Onu bazen ellerinden asılıp kırbaçlanan bir insana benzetiyordum ve bu bazen bana da oluyordu. İnsanlar kırbaçlarıyla vuruyordu, biz öylece duruyorduk. Sonra gidiyorlardı.
Sırtımda izler kalıyordu, vücudumda izler kalıyordu ama yürümeye devam ediyordum. Lâl de öyleydi.
Lâl benim yaralı tarafımdı.
Bartu Sarca, benim en öfkeli, en yalnız tarafımdı. Sanırım bu grupta kaderim açısından en fazla benzediğim kişi Bartu'ydu. O da ailesini hiçbir zaman tanıyamamıştı, ben de tanıyamamıştım. Elbette aynı durum değildi, onunki çok daha kötüydü ama hissettiği eksikliği en net ben bilebilirdim ve o eksiklikle birine tutunmanın ne demek olduğunu da. Ayrıca Bartu, sevdikleri için her türlü kötülüğe sürüklenir, her türlü kötülükle yüzleşirdi. İhanet edecekse ederdi, intikam alacaksa alırdı, yalanlar söyleyecekse söylerdi ama en çok bunu sevdikleri için yapardı.
Belki de ona baktığımda sürekli canımın yanmasının bir nedeni de buydu.
Kendimi görüyordum.
Kendi çocukluğumu, kendi ergenliğimi, kendi gençliğimi ve kendi yaşlılığımı.
İçimde tarif edemediğim bir tarafım, onunla her zaman yalnız kalacağımızı söylüyordu.
Bartu Sarca benim kimsesiz tarafımdı.
"Gözlerin doldu." Onun sesini duydum, Yankı'nın. Başımı çevirip baktığımda yanıma geldiğini ve beni izlediğini gördüm. Kemikli yüzü, dolgun dudakları, uzun kirpikleri, çıkık elmacık kemikleri ve yüzündeki çocukluktan kalma düşme izleri. Gözlerim dolsa da ona gülümsedim çünkü ona bakarken hep gülümserdim.
Turkuaz gözleri. Daha önce gördüğüm bütün mavi gözlerden çok daha fazla deniz, çok daha fazla okyanustu.
Yankı Sarca, benim hiçbir tarafım değildi.
Çünkü onu kendimle eşdeğer bile tutamazdım. Güzel bir kalbi, güzel bir aklı vardı. İnsanları iyileştiren elleri, insanlara bakınca anlayan gözleri vardı.
Ben ona benzeyemezdim ama benzemek isterdim.
Onu kendi içimde mükemmel bir konuma oturtmak da aslında onu robotlaştırmak demekti fakat bunu bir türlü değiştiremiyordum.
Belki bir gün hata yapardı, güvenimi kırardı, beni mahvederdi.
İşte o zaman artık benim için mükemmel olmaktan çıkardı.
"Hey," deyip eli koluma gitti.
Onları kaybetmek istemiyordum, onu kaybetmek istemiyordum. Kendimde öyle bir güçsüzlük görüyordum ki bazen bırakıp gitmek isterse ya da isterlerse dizlerimin üzerine düşüp yalvarabilirdim.
Ama bazen de kendimde öyle ketum bir tarafımla yüzleşiyordum ki onlardan önce arkamı dönüp gidebilirdim. Hatta arkamdan bıraktığım ihanet izlerini bile umursamazdım.
Öyle bir ikilemdeydim ki anlatabileceğim kimse yoktu, paylaşabileceğim kimse yoktu. Evet, Sokak Nöbetçileri ailem olmuştu ama ben aslında kendi içimde, kendi yüzlerimle yalnızdım.
"Sanırım uykum geldi," dedim kuru bir sesle. Kolumu elinden kurtardığımda bu biraz sert oldu ama amacım ona sertçe meydan okumak değildi, sadece saatler önce beni birkaç dakika da olsa bırakabileceğini göstermesi bende onulmaz yaralar bırakmıştı.
Bir gün bırakıp giderse açık yaralarla yaşamaya devam ederdim, bunu biliyordum.
Hiçbirine bakmadan hatta Yankı'yla bir kez daha göz göze gelmeden eve yürüdüm. Yanından geçerken Işık’la göz göze geldik sadece ve o da gözlerimin dolduğunu fark etti. Bakışları Yankı'ya döndü muhtemelen ama duraksamadan direkt oturma odasına yürüdüm, çantayı kenara bıraktım, üzerimi bile değiştirmedim.
Kendimi üçlü koltuğa attıktan sonra üzerime orada duran battaniyeyi aldım ve başıma kadar çekip karanlıkla daha fazla buluşmak istedim.
O an fark ettim ki gerçekten bu evin içinde fazlalıktım çünkü bir odam bile yoktu. Lâl beni istemiyordu. Ev sadece beş kişilikti.
Ben Sokak Nöbetçileri'nin misafiriydim.
Dakikalarca başıma kadar çektiğim battaniyenin altında gözlerim açık, karanlığı izledim. Odaklandım ama ağlamadım. Ağlamak istemedim çünkü ağlamak da artık beni yoruyordu, güçsüzleştiriyordu.
Onların sesini duyduğumda ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum. Dış kapı kapandı, fısıldayışları duyuldu. Beni sadece Bartu sordu. Bartu Sarca. Belki o da bana baktığında kimsesizliğini görüyordu.
"Helin neden yanımızdan gitti?" Soruyu Yankı'ya sorduğuna emindim. "Aranızda kötü bir şey mi geçti?"
Kısa bir sessizlik oldu, Yankı'nın yüzünü görmek isterdim bu sorudan sonra ama bu imkânsızdı. Diğerlerinin adımları merdivenleri tırmanmaya başlamıştı, koridorda sadece Bartu ile Yankı kalmıştı.
"Uyumak istediğini söyledi." Yankı ilk soruya cevap verdi, diğerini görmezlikten geldi.
Bartu ise bıkmadan yine sordu. "Onunla aranızda kötü bir şey mi geçti?" Derin nefes sesi hemen dibimde gibiydi. "Bir süredir konuşmasak da hareketlerinden anlayabilecek kadar seni tanıyorum, Helin konusunda büyük bir karmaşanın içindesin."
Çakmak sesi duyuldu, Yankı sigarasını yakmış olmalıydı. Sorulardan kaçacağını düşünmüştüm çünkü her şeyi tek başına hallederdi. Tam da düşündüğüm gibi, "Boş ver," dedi Bartu'ya. "Bir şekilde halledeceğim. Nasıl olacak bilmiyorum ama halledeceğim her şeyi. Koşacağım, yürüyeceğim, gerekirse düşeceğim ama halledeceğim."
"Yankı." Bartu'nun sesi sertti ama öfkeli değildi. "Her şeyi tek başına halletmek zorunda değilsin kardeşim. Bana anlat."
Fark ettim ki Yankı'nın hislerini hiçbir zaman dinleyememiştim. Onun ağzından Helin'in kim olduğunu hiç duyamamıştım. Sadece aklını durdurduğumu söylüyordu ama bana söyledikleri ile kardeşlerine söyledikleri apayrı olurdu. Belki ağza alınmayacak cümlelerdi, belki de...
"Kendime anlatamıyorum ki sana anlatayım," dedi Yankı bıkkın bir tınıyla. "Helin benim aklımı durduruyor. Sen daha önce Yankı Sarca'nın aklının durduğunu gördün mü hiç? Öyle aptallaşıyorum ki kendimi tanıyamıyorum. Biliyorum, her şey çok kötü olacak hatta bunu bana o da gösteriyor ama diyorum ki ona bakarken, boş ver her şey kötü olsun, boş ver her şey berbat bir hal alsın, boş ver her şey dağılsın." Derin bir nefes sesi. "Sonra diyorum ki her şey kötü olsun ama o kötü olmasın."
Parmaklarımı kıvırıp battaniyeyi daha sıkı kavradım. Bartu sakin bir tınıyla, "Hoş geldin Yankı Sarca," dedi. "Buralar biraz karmaşıktır ve akla yer yoktur ama beni yalnız bırakmadığına sevindim. Senelerdir yalnız olmak can sıkıcıydı. Otur, soluklan biraz çünkü akılsız olmak ne demek iyi bilirim."
"Ne?" Yankı gerçekten anlamamış mıydı yoksa rol mü yapıyordu? Gerçi Bartu'nun ne demek istediğini ben de anlayamamıştım.
"Sana diyeceğim tek bir şey var," diyen Bartu'nun gülümsediğine neredeyse emindim. "Kaçma."
Yankı gülerek, "Öyle bir durum ki kaçmaktan başka çarem yok," dedi. "Kaçmak zorundayım."
"Nasıl yani?"
"Boş ver kardeşim." Adım sesi geldi. "Sadece kaçabileceğim yere kadar kaçacağım."
Ardından ikisinin de adımları duyulduğunda merdivenlerden yukarıya çıktıklarını anladım. Battaniyeyi daha sıkı kavradım, gözlerimi sıkıca yumdum.
Kaçmak zorundayım, diyordu, bana da kaçtığını söylemişti ve bunu benim ona öğrettiğimi. Çünkü kaçmazsa bütün gerçekleri görürdü; ihaneti, yalanları ve kim olduğumu. Bir insan neden kaçardı? Yüzleşeceklerinden korktuğu için kaçardı, onun yüzleşmekten korktuğu ben değildim, kendisiydi.
Sonra ortaya parçalanmış bir şekilde dökülecek olan bizdik.
Kendimi uyumaya zorladım, yine dakikalar geçti hatta zihnimin içinde Yankı gibi saymaya başladım ama iki binlere geldiğimde zihnim bile yoruldu. Sonra en güzel anıları düşündüm, bunlar beni mutlu ederken uyuyayım istedim ama o da olmadı, anılar bile daha çok canımı yaktı çünkü hepsi Sokak Nöbetçileri'nin olduğu anılardı.
Koltukta döndüğümde zihnimde sadece Yankı'nın beni bırakıp gideceği vardı. Gitme ihtimali. Ve bunu bana gösterdiği.
Bu beni uyutmuyordu, o uyuyabiliyor muydu acaba?
Tam bu sırada çantamın içindeki telefonumdan ses geldi. Kaşlarım çatılırken battaniyeyi kaldırdım ve uzanıp fermuarı açtıktan sonra telefonu çıkardım.
Ekranın ışığını aydınlattığımda mesaj atan kişinin Yankı olduğunu gördüm; ne olursa olsun bu benim yüzümü gülümsetti.
LİDERİN:
Uyudun mu?
Direkt mesajı açtım, çevrimiçiydi. İlk önce profil resmine tıkladım. Yüzünün tam görünmediği, yandan bir fotoğrafı vardı, dağınık saçları daha fazla gülümsetti.
Mesaj yazmaya koyuldum.
Uyumadım. Uyuyamıyorum.
Bir süre çevrimiçi kaldı. Profil fotoğrafım olmadığını fark ettiğimde galeriye girdim ve şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.
Galerim Yankı'nın fotoğraflarıyla doluydu, bunu kendisi yapmıştı.
Cevap vermesini beklemeden yeniden yazdım.
Neden galerim senin fotoğraflarınla dolu acaba?
LİDERİN:
Benden daha iyi bir duvar kâğıdı düşünemedim telefonuna, seç beğen al diye birçok fotoğrafım var.
Gülümsedim ve gözlerimi devirip tekrar galeriye girdim. Bütün fotoğrafların arasında bir tane de çocukluk fotoğrafı vardı. Altında kısa, kirli bir beyaz şort, başında büyük beyzbol şapkası, üzerinde siyah tişört. Büyük ihtimalle fotoğrafta on-on bir yaşlarındaydı. Kolunun altındaki futbol topunu sıkıca kavramış, kadraja bakıyordu.
Bu fotoğrafı duvar kâğıdı yaptım.
Sonra Yankı'ya yazdım.
Seni duvar kağıdım yapmayacağım.
LİDERİN:
Neden?
Yoksa galerinin içinde çıplak fotoğrafımı gördün diye mi?
Şaşkınlıkla gözlerim irileşti ama karnımda bir sıcaklık hissettim. Yanaklarıma kadar kızardığımda beni gülümsetmek için yaptığını biliyordum ama utanmamın nedeni, tekrar galeriye girip böyle bir fotoğraf mı var diye baktığımdan ötürüydü.
LİDERİN:
Sakin ol, galeride kazı çalışması yapmayı bırak. Emin ol canlısını görmek çok daha iyidir.
Yüzümü buruşturup konuyu değiştirdim.
Sen neden uyumuyorsun?
LİDERİN:
Uyuyamıyorum.
Neden diye sormak istedim ama buna haddim artık var mıydı, bilmiyordum. Yine de dayanamadım.
Neden diye sormaya hakkım var mı hâlâ?
Uzun bir süre çevrimiçi durdu ve bu durum, korkuyla ekrana bakmama neden oldu, sonra yazmaya başladı, elim kalbime gitti.
LİDERİN:
Senin her şeye hakkın var Helin. Beni uyutmaya da uyutmamaya da.
Kalbim hızla çarpmaya başladı, gözlerimi kıstım ve ellerimin heyecanla titremeye başladığını fark ettim, yeniden yazmaya koyuldu ama beklemeden ben yazdım.
Benim yüzümden mi uyuyamıyorsun?
LİDERİN:
Senin de benim yüzümden uyuyamadığın gibi.
Seninle aramızda sadece bir kat var Helin.
Telefonu kalbime yasladım, gözlerimi tavana diktim ve mesajla bile kalbimi bu denli nasıl attırabildiğine anlam vermeye çalıştım. Yine telefon titrediğinde yavaşça açtım ama artık kalbim hızdan kör olmuş gibiydi.
LİDERİN:
Aramızda sadece bir kat var. Tek bir kat.
Yanıma gel, beraber uyuyalım.
Seni uyutabilirim.
Ve sen uyursan kendimi de uyutabilirim.
Yanıma gel.
Nefesim kesildi, telefona bakmayı bıraktım, ekranı kapattım ve yine tavanı izledim. İlk önce kalbimi düzene koymaya çalıştım, sonra ellerimi kontrol etmek istedim ama ikisi de zordu.
En sonunda bütün bunlardan vazgeçip telefonu çantama bıraktım ve kendi kendimi dinlemeden, kendime söz geçiremeden koltuktan kalktım. Parmak uçlarımda yürüyerek hızlıca merdivenleri tırmanıp onların odasına ilerledim.
Onların.
Bartu'yla aynı odada yatıyordu, lanet olsun. Yine de geri dönmedim, utanacağımı bilsem de kapının önünde durup kolunu hafifçe çevirdim.
Tık sesinden sonra kapı açıldı ve içeriye girdiğimde pencereden vuran sokak lambasının ışığı odayı aydınlatıyordu. İlk önce Bartu'yu gördüm, sırtı Yankı'nın yatağına dönüktü ve derin nefeslerle uyuyordu.
Başımı diğer yatağa çevirdiğimde kalbimi durduracak değil, kalbimi durduran o görüntüyle karşılaştım.
Battaniyeyi hafifçe kaldırmıştı, yan yatıyor ve beni yanına çağırıyordu. Yüzüne vuran sokak lambasının ışığı onu öyle güzel gösteriyordu ki yanına yürürken yeryüzünde miyim, gökyüzünde mi anlayamadım. "Yanıma gel," diye fısıldadı talepkâr bir sesle. "Sıkışırız seninle."
Yatağın kenarına gittiğimde istemediğimden değil, tereddüt ettiğimden değil, tamamen heyecandan bir süre ona baktım. O ise diğer elini uzatıp beni sertçe yanına çekti. "Gel," dedi fısıldayarak. "Bartu'nun uykusu çok ağırdır, onu uyandırmamaya..." Bakışlarına yoğun bir duygu oturdu. "Çalışırız."
Beni kaldırdığı battaniyenin içine çekip üzerimi örttüğünde yüzüm yüzüne dönüktü; çıplak ayaklarım onun çıplak bacaklarına değdi.
Çıplak bacaklarına.
Çıplak bacak...
"Yankı," dedim yutkunarak. "Senin altında..."
"Sadece baksır var," dedi tebessüm ederek. Ayaklarımı çekmek istedim ama izin vermedi, sonra ayaklarımdan bir tanesini bacağının arasına aldı. "Üşümüşsün, ayakların buz gibi."
Bakışlarım üzerindeki siyah tişörtüne kaydı.
"Senin de üzerinde elbise var," deyip gülümsedi. "Çıkarmak ister misin?" Gözlerim kocaman açıldı. "Yani ben arkamı dönerim." Bu sefer inanamıyormuş gibi baktım. "Tamam, göz ucuyla izlerim ama göz ucuyla." Yine aynı şekilde baktığımda, "Tamam," dedi. "Bakma öyle."
"Bunu yapmamız çok yanlış, değil mi?" diye sordum arka tarafta kalan Bartu'yu göstererek. "Yakalanırsak..."
"Yakalanmayız," dedi. "Sen uyuduktan sonra ben seni diğer odaya taşırım, merak etme."
"Ya sen de uyuyakalırsan?"
Gözlerini devirdi. "Sence öyle bir şey mümkün mü? Liderler uyuyakalmaz, canları isterse uyurlar. Bunu unutma."
Ben de gözlerimi devirdim ama bacaklarının arasına aldığı ayağım ısınmaya başladığında diğerini de ısıtması için yavaşça ilerlettim. Yüzü ile yüzüm arasında bir karış mesafe vardı ama elleri, vücuduma değmiyordu.
Sanki iç sesimi her seferinde duyuyormuş gibi, "Senin bir odaya ihtiyacın var," dedi. "Orada uyuyamazsın artık."
"Lâl beni istemiyor." Gözlerimi ondan kaçırdım. "Ayrıca koltuk rahat." Sonra yine ona baktım. "Hem bu evi beş kişiye göre yapmışsınız, ben misafirim."
Hayır demesini bekledim, biz beş kişi değiliz, sen de altıncı oldun, demesini bekledim ama bunu yapmadı. Fakat yine de gülümseten başka bir cümle kurdu. "Sen hiçbir zaman misafir değilsin benim için." Fısıldayarak konuşuyordu ve tatlı nefesi yüzüme çarparken elimle yüzünü okşamamak için kendimle savaş veriyordum. "Ve hiçbir zaman misafir olmadın."
"Neden uyuyamadın?" diye sorduğumda iki elimi de yanağımın altına koyup izlenmeye en yakışan yüze baktım.
O da sanki beni izlemekten keyif alıyormuş gibi gülümseyerek elini kaldırdı ve yüzüme gelen bir tutam saçı geriye attı. Parmaklarının yanağıma sürtünmesi bile gözlerimi kısmama neden oldu.
"Bugünü düşündüm," dedi. "Kim olduğumu ve kime dönüştüğümü." Rahatsız bir nefes verdi. "Seni korkuttum mu?"
Korkudan ödüm kopmuştu, korkudan ne yapacağımı bilememiştim ama bunların dışında en çok canımı yakan, gitmesiydi. Bunu o da biliyordu. Sorusuna cevap vermek yerine, "Seni ilk defa böyle gördüm," diye fısıldadım. "Öfkeli. Hem de çok öfkeli. Öyle öfkeli ki herkesi ezip geçebilecek bir öfke." Yutkunduğumda gözlerimdeki korkuyu gördü. "Bana ilk defa bağırdın, daha önce hiç bağırmamıştın."
O kadar haksızlığa rağmen nasıl olurdu da ona bunu diyebilirdim? Ama şu vardı: Herkesin yaptığını Yankı yapmazdı. Buna öyle bir inanmıştım ki ağır gelmişti. "Çok korktun," dedi bundan nefret ediyormuş gibi. "Bunu istemezdim."
"Önemi yok."
"Var."
"Yok."
"Var." Eli koluma ilerledi, sonra çıplak tenimde parmağını gezdirdi, tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. "Her şeyi ezip geçebilecek kadar öfkeliydim ama yine kendimi ezip geçtim, bunun da önemi var."
Acıyla yutkunarak, "Benim yüzümden," dedim.
"Senin yüzünden," diye tekrar etti. "Ama bak, bunun hiç önemi yok." Sonra gülümsedi, öyle sıcak, öyle içten gülümsedi ki dağıldığımı hissettim.
Tereddütle, "Uyumuyordum," deyip bakışlarımı göğüs kafesine indirdim. "Ve Bartu'yla konuşmalarınızı duydum." Bunu zaten biliyordu, şaşırmadı ama kolumda gezinen parmakları duraksadı. "Ve fark ettim ki senden kendimi hiç dinlemedim Yankı. Bunu merak ediyorum. Beni nasıl görüyorsun?"
Parmakları tekrar hareket etti ama bu sefer yüzüme doğru. Boynuma geldiğinde gözleri oraya kaydı. "Seni benim gözümden anlatmamı mı istiyorsun?" diye sorduğunda parmakları nefes borumda gezinip çeneme ilerledi. "O halde bir oyun oynayalım mı?"
"Nasıl?" diye sordum.
"Birbirimize birbirimizi anlatalım ama bir yabancıya anlatır gibi." Başını aşağı yukarı salladı. "Sen soru sorarken Helin değilsin." Dudaklarını büktü. "Başka birisin. Ben de soru sorarken Yankı değilim. Kabul mü?"
Heyecanla gülümseyerek, "Kabul," diye mırıldandım. "İlk kim başlıyor?"
"Yabancı olan sensin, sen sor," dedi o da gülümseyerek.
"Hımm," dedim düşünceli bir sesle, sonra gözlerimi kıstım. "Helin'i bana tek kelimeyle anlat desem ne derdin?"
İlk önce duraksadı, bakışlarından bir acının geçtiğine şahit oldum ama bu birkaç saniye sürdü. Tereddüt etti, ederken bir parça da olsa kırgınlığını gördüm ama vazgeçmedi.
"Yuva." Tek kelime. Yuva. "Sen benim Yuva'msın."
"Yuva," diye tekrar ettim söylediğini. Öylesine büyük bir şeydi ki kaldırabilmek zordu. "Peki, Helin'i bir gün Yuva gibi görmekten vazgeçer misin?"
"Pas."
"Ama bu çok saçma!" dediğimde sesim düşündüğümden daha yüksek çıktı ve Yankı ağzımı kapatıp başıyla Bartu'yu gösterdi. Bartu ise yatakta dönse bile gözlerini açmadı ve tekrar derin nefesleri duyuldu hatta birkaç saniye sonunda kısık sesle horlamaya başladı.
"Zor sorulara cevap vermem," dedi kaşlarını çatarak. "Başka soru sor."
"Seni bazen Helin'i izlerken buluyorum. O halde bunun yanıtı ver," dedim kaşlarımı çatıp çocuk gibi. "Beni neden izliyorsun?"
Kaşlarımı çatmam onun hoşuna gitmiş olacak ki burnuma fiske vurdu. Bir süre düşündü, düşünürken yüzümü izledi ve her zerremi sanki ezberledi. "Çünkü Helin'e her baktığımda başka bir parçasını ezberliyorum."
"Nasıl yani?"
Parmakları yüzüme yaklaştığında ilk önce saçlarıma dokundu. "Helin'in kısa, simsiyah saçları var," dedi. "Onun saçını kestim ama eskisinden daha fazla yakıştı fakat yine de onun saçlarına her baktığımda tek bir şeyi hatırlıyorum: kendimi affetmediğimi. Ve onun saçlarını kestiğim için kendimi hiçbir zaman affedemeyeceğimi."
Suçlusu bendim; bu yüzden donuk gözlerle, "Üzgünüm," diye karşılık verdim. "Benim yüzümden sırtına bir yük daha bindi."
Duymazlıktan geldi, parmakları saçlarımdan yüzüme kaydıktam sonra başparmağı gözkapağıma dokunmadan önce yavaşça kapattım. "Helin'in uzun kirpikleri var, simsiyah. Utandığında ya da kırıldığında birkaç kez onları kırpıştırıyor." Yutkundum. Parmağını gözümden çekti, açtığımda onun bakışlarında gördüğüm ifade bir kez daha yutkunmama neden oldu. Hayranlıkla kirpiklerimin sayısına kadar biliyormuş gibi bakıyordu.
"Helin'in koyu kahverengi ile ela karışımı gözleri var," dedi sanki bu detay onun için çok önemliymiş gibi. "Onu ilk gördüğümde hangi renk olduğuna karar verememiştim ama ışıkla değiştiğini fark ettim. Ağladığında koyulaşıyor. Sol gözünün içinde kırmızı bir nokta var. Killi toprak gibi görünüyor." Gözleri gözlerimin her parçasında dolaştı. "Bazen onun gözleri beni öfkelendiriyor çünkü en çok bakışlarıyla aklımı durduruyor."
"Bakışları mı?"
"Sana Helin'in bakışlarını anlatmayacağım," dedi sakin bir tınıyla.
"Neden?"
"Çünkü bu seni ilgilendirmez." Gülümsedi. "Helin'in bakışları kimseyi ilgilendirmez çünkü bir tek bana öyle bakıyor."
"Ya," deyip kocaman gözlerle onu inceledim. "Ama..."
"İşte şu mesela," dedikten sonra eli çeneme kaydı ve başparmağıyla tuttu. "Böyle bir bakışı var, beni deli ediyor."
Bakışlarımı kaçırdım. "Sonra böyle bakışlarını kaçırıyor," dedi. "Utandığından değil, söyleyecek bir şey bulamadığından ya da kendisini öyle görmediğinden."
Elim çenemdeki eline kaydı ama direkt elini çekip burnumu sıktı. Canım yandığında sessizce inledim. "Kusurlu ama güzel bir burnu var," dedi. "O burnunu her şeye sokuyor."
"Burnumu bırak!" dedim fısıldayarak ama neredeyse bağırıyordum. "Ya bıraksana!"
Sırıtarak bıraktığında elimle burnumu ovuşturdum ve kaşlarımı çattım. Elimi yüzümden çekti, sonra gözleri yavaşça, sakince dudaklarıma kaydı. Yüzünde aynı neşeli ifade vardı ama dudaklarıma bakarken gözleri yoğunlaşmıştı. Öyle bir bakıyordu ki kasıklarıma büyük bir ateş oturdu, o ateş yayılırken ayak parmaklarımı içeriye kıvırdım, Yankı bunu hissetti.
"Helin'in dudakları," deyip kendi dudaklarını ıslattı. "Dolgun, pembe ve sık sık ıslak çünkü dudaklarını ıslatıyor." Bunu söylediği anda dudaklarımı içeriye kıvırdım ama Yankı dudağımı dişimin arasından kurtarıp başparmağını gezdirdi. Dokunuşu titrememe neden oluyordu. Alt dudağımı okşamaya devam ederken yüzüme yaklaştı. "Dudakları dudaklarımdayken öyle bir tadı var ki…" Neredeyse öpecekti. "Ben hayatım boyunca böyle güzel bir şey tatmamıştım."
"Yankı," diye fısıldadım.
"Onu öptüm," dedi. "Onu bir kez daha öptüm ve bir kez daha. Onu bütün sokak lambalarının altında..." Gözleri pencereye kaydı, ışık yüzümüzü aydınlatıyordu. "Öpeceğim. Hepsi şahit olana kadar. Ve hiçbir zaman son olmayacak."
Bartu'nun derin nefesleri vardı odanın içinde, bir de benim kulaklarımı dolduran kalp atışlarım. Ellerim buz kestiğinde yumruk yapıp battaniyenin içine soktum, bunu fark etti.
"Sana dudaklarını saatlerce anlatabilirim," dedi göz kırparak. "Ama öperek göstermek daha doğru geliyor bana."
"Şimdi," dedim titreyen bir sesle. "Bartu yan yatakta uyurken mi? Bu delilik."
"Ve heyecanlı," deyip sırıttı. "Aksiyonlardan hoşlanmadığını söyleme."
"Ama yakalanırsak..."
"Yakalanırsak suni teneffüs yapıyormuş gibi davranırım," dedi, bu söylediği kıkırdamama neden oldu ama öyle yüksek sesle güldüm ki Bartu'nun derin nefesleri duraksadı, sonra Yankı gözlerini kocaman açıp bir anda beni battaniyenin altına sokup başıma bastırdı. Cenin pozisyonundayken yüzüm göğüs kafesine denk geldi, kokusu burnuma doldu fakat daha aşağılarda... Ne kadar karanlık olursa olsun çıplak tenini görebiliyordum.
"Yankı," dedi Bartu uykulu bir sesle. "Uyumadın mı?"
Elimle ağzımı kapatmak istedim ama Yankı elimi tutup beni engelledi. Hareket etmemek için özen gösterdim.
"Uyuyorum Bartu," dedi. "Sen neden uyandın?"
"Uyuyorsan benimle nasıl konuşuyorsun lan?" diye sordu ama uyku sersemi olduğu o kadar belliydi ki sesi hırıltılı çıkıyordu.
"Şimdi oturup benimle mantık mı konuşacaksın Bartu?"
"Ses duydum," dediğinde hareket ettiğini hissettim ama o sırada Yankı'nın eli yüzüme kaydı, sonra parmakları dudaklarımı bulduğunda başparmağı ve işaret parmağıyla hafifçe sıktı. Ardından Bartu'ya rahat görünmek için –beni delirtmek için– bir bacağını üzerime attı ve kendini bana bastırıp ağırlığını verdi.
"Ses mi duydun?" dedi gülümseyerek. "Nasıl bir ses?"
"Bir kadının gülme sesi." Başparmağını dudağımda gezdirdiğinde kendisini bana daha fazla bastırdı, altında kaldım. Kurtulmak için hareket etmeye çalıştığımda bu ona sürtünmeme neden oldu. Gitgide sertleştiğini hissettim, neredeyse iki bacağımın arasındaydı. Öyle bir haldeydim ki nefesimi tutmuştum çünkü nefes alırsam her şeyi mahvederdim.
"Öyle bir şey yok." Birkaç kez kalçasını hareket ettirdi, baskısıyla karnımdan kasıklarıma doğru ilerleyen ateş gözlerimi kapatmama neden oldu. Bilerek yapıyordu, aksiyon dediği buydu ya da beni deniyordu, bilmiyordum ama bir elimi tişörtünden içeriye soktum, tırnaklarımı geçirip sürttüğümde karın kasları parmaklarıma çarptı. Yankı derin bir nefes verdi. Tamamen üzerime abandı, geri çekilmedi.
"Yanlış duydum o zaman."
"Hı," dedi Yankı kısık sesle ama tırnaklarımı daha fazla geçirdim. "Yanlış duydun kardeşim." Hafifçe bana sürtündüğünde daha fazla dayanamayarak nefesimi sesli verdim, inleme gibi çıktı. İnce ve tiz. Bunun ardından Bartu'nun yatağında hareketlenme olduğunu hissettim.
"Bak!" dedi Bartu. "Bir ses geliyor."
"Nefes aldım," dedi Yankı ama gülümsüyordu.
"Lan sen kadın gibi mi nefes alıyorsun?" diye soran Bartu büyük bir dehşet içerisinde gibiydi. "Geceleri kadına mı dönüşüyorsun?"
"Ne?" Bu sorunun ardından Yankı'nın dudağımda gezinen parmağını dişlerimin arasına aldım, ısırdıktan sonra dilimi gezdirdiğimde Yankı elini çekmek istedi ama buna izin vermedim. Geçirdiğim dişlerimle ona meydan okudum.
"Niye bana öyle bakıyorsun lan?" Bartu her ne görüyorsa ben de görmek için yanıp tutuşuyordum. "Lan Yankı," dedi Bartu. "Lan ne oldu? İyi misin? Ağzını kapat."
"Seni mahvedeceğim," dedi Yankı ama bunu bana dediğini biliyordum.
"Beni mi?" Bartu'nun sorusu sessiz bir şekilde gülmeme ve Yankı'nın parmağını kurtarmasına neden oldu. "Ne yaptım?"
Kısa bir sessizlik oldu. Yankı baskısını benden uzaklaştırdığında ben de tırnaklarımı karnından çektim.
"Uyandırdın beni," dedi. Eğer düşündüğüm gibiyse... Yanaklarıma ateş oturdu. "Her seferinde beni uyandırmaktan vazgeçmiyorsun hatta hiç uyuyamıyorum senin yüzünden. Mahvedeceğim bu yüzden seni."
"Öyle mi?" Bartu soruyu sorarken çok dikkatliydi hatta bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibiydi. "Sen kafayı yemişsin gece gece," dedikten sonra yatağında hareketlenme hissettim. "Uyu Yankı."
Ardından büyük bir sessizlik oldu. Saniyeler geçti, tahminime göre beş dakika sonunda Bartu'nun derin nefeslerini işittiğimde Yankı battaniyeyi havaya kaldırdı, göz göze geldik. Öyle yoğun, öyle büyük bir istekle bakıyordu ki yukarıya tırmanırken olabileceğim en masum ifadeyi takındım. "Ne oldu?" diye sordum gözlerimi kırpıştırarak. "Lider Yankı biraz sarsılmış gibi."
"Öyle bir kaşınıyorsun ki," dediğinde beni omzumdan tutup kendisine çekti, kulağıma eğildi. "Tablo sadece yere düşmeyecek, duvarda bir de senin resmin çıkacak Helin."
İrkildiğimde konuyu değiştirmek için, "Beni anlatıyordun," dedim duraksayarak. "Devam etmeyecek misin?"
"Şu saatten sonra devam edersem anlatacağım yerler pek hoşuna gitmeyebilir," dedi, ardından hiç ummadığım anda eli baldırıma gidip bacağımı sıkıca kavradı. "Mesela uzun, ince bacaklarından başlamamı ister misin?" Parmakları öyle bir baskı yapıyordu ki etim parçalanacak gibiydi. Baldırımdan yukarıya çıktı, elbise sıyrılırken kalçamın başladığı noktaya kadar geldi. "Ya da battaniyenin içine girip devam etmemi ister misin? Ellerimi kullanmayacağım, söz. Ellerimle sana dokunmayacağım."
"Ne?" dedim şaşkınlıkla. Bir kez daha tekrarladım. "Ne?"
Gülümsedi, şeytani bir gülümsemeydi. "Ama az önce senin de battaniyenin altına girmen hoşuma gitmedi değil."
"Yankı," diye homurdandığımda sesimi kısık tutmaya dikkat ediyordum. Eli hâlâ kalçalarımın başladığı yerdeydi. "Hani sen çok masumdun."
Gözlerini kocaman açtı, benim gibi masum bakmaya çalıştı. "Çok masumum," dedi. "Benim gibi masum bir adamla aynı yatakta olduğun için şanslısın. Benim yerimde başkası olsa neler yapardı biliyor musun?" Parmağını yavaşça, eziyet çektirerek kalçamın başlangıç çizgisinde gezdirdi. "Elini bu elbisenin altına sokardı, yavaşça yukarı çıkardı, battaniyenin altına girip..."
"Yankı!" Fısıldarken bir insan bağırabilir miydi? "Tamam, bir daha yapmayacağım, tamam!"
Dudaklarını büktü, sonra eli tekrar aşağıya indi. Bacağımda durdu ama bu sefer sıkmadı. "Aslında hepsi hoşuma gitti."
Utançla başka tarafa baktığımda, "Bazen öyle tuhaf bir adam oluyorsun ki anlayamıyorum," dedim.
"Ben de." Tek kelimeyle hem beni hem kendisini kastetti. "Seni rahat bırakacağım," deyip hızlıca devam etti. "Bugün." Ardından eli bacağımdan ayrıldı, belimden bana sarılıp kendisine çekti. Çenesi başımın tepesine geldiğinde, "Uyu," dedi. "Kapat gözlerini. Yorgunsun."
"Ama," dediğim sırada diğer kolu da başımın tepesinden geçti ve beni göğüs kafesine hapsetti. "Ben de Yankı'yı anlatacaktım sana."
Sessizlik oldu. Sonra nefesini saçlarıma verdi. "Gerek yok," dedi derin bir sesle. "Yankı Helin kadar anlatılmayı hak etmiyor bence."
"Yankı," dedim ama beni kendisine daha fazla yasladı, susturmak istedi.
"Güzelsin," dedi bir anda. "Aynaya her baktığında bunu hatırla."
"Beni güzel mi buluyorsun gerçekten?" diye sorduğum anda emindim, Işık bu sorumu duysa saatlerce gülerdi.
Sırıttığını hissettim. "Yani," dedi. "Liderin olarak." Kolları daha sıkı dolandı bana. "Bilmiyor musun? Liderler altlarındaki kişilere onların güzel olduğunu söylerler. Bu bütün kitaplarda yazar."
Onu iteklemek istedim ama izin vermedi. "Bu kitabın yazarı sadece sensin ve sadece sen okudun bence ya," diye homurdandığımda sesim boğuk geliyordu çünkü beni öyle bir yaslamıştı ki nefes bile zor alıyordum.
"Zamanla herkes öğrenir güzelim," dedi, güzelliğimi kanıtlar gibi. Ardından kollarını gevşetip nefes almama izin verdi. "İyi uykular."
Homurdansam da kendi kendime söylensem de en sonunda gözlerimi kapatıp, "Benden daha fazla anlatılmayı hak ediyorsun," dedim. "İyi uykular Lider."
Kendimi uykunun kollarına bırakmak istedim, az önce uyuyamazken bunu şimdi rahatça yapabileceğimin bilincindeydim ama tekrar fısıldayışı kulağıma doldu. "Ha unutmadan," dedi keskin bir sesle. "Helin'in titreyen elleri de var." Sonra eli elimi tuttu, sıkıca kavradı parmaklarıyla. "O eller sadece bana düğümlü."
Benim aklımda ise tek bir düşünce gezindi.
Ona yine de onu anlatmadım ve belki diğer günler de unutup hiçbir zaman anlatmayacaktım. Bu da bizim hayatımızda bir boşluk olarak kalacaktı. Yarım kalan bir hikâye gibi.
***
Hangi ara uyumuştum bilmiyordum ama yüzüme patlayan flaşların sesiyle ve ışığıyla gözlerimi açtığımda kâbusun içinde olmak için kendi kendime dualar sıraladım. Uzun zamandır böyle derin uyumamıştım ve sırtım, kollarım her yerim uyuşmuş gibiydi.
Karşımda Bartu ve Mutlu dururken kocaman gözlerle onlara baktım ve karnımın üzerindeki ağırlıkla başımı yanıma çevirdim. Yankı yanımdaydı, gözleri hâlâ kapalıydı ve uyanmamıştı. Bir kolunu bana dolamıştı, diğer kolu yastığın altındaydı. Bir bacağı benim üstümdeydi, yüzü yüzüme dönüktü.
Mutlu elinde tuttuğu fotoğraf makinesiyle bir kez daha fotoğrafımızı çektiğinde utançla başımı nereye gömeceğimi bilemedim ve Bartu bir anda alkışlamaya başladı. Yankı yine uyanmadı, gözlerini sıkıca kapattı.
Ben uyuduktan sonra odaya geri götüreceğini söylemişti fakat o da uyuyakalmıştı.
Liderler de uyuyakalırdı.
Mutlu başka bir fotoğraf daha çektiğinde battaniyeyle ikimizin de yüzünü kapattım. "Yankı, kalk," diye fısıldadım. Hiçbir tepki vermedi. Gözleri kapalıydı, hareket bile etmiyordu. "Yankı kalksana!"
Bu kadar sese nasıl olur da uyanamaz diye düşünürken, "Ölü taklidi yap," dedi. "Ben öyle yapıyorum dakikalardır. Bırak öldük sansınlar çünkü diğer türlü Mutlu'nun dilinden kurtulamayız."
"Feriha!" diye bağıran Mutlu'nun sesi ikimizin arasına girdi. "Get up!" Battaniyeyi çekiştirdi ama sıkıca tuttuğum yerde çırpınmaya başladım.
Bartu hâlâ alkışlarken, "Dün gece duyduğum gülme sesi sana aitti, değil mi?" diye hırladı. "Kendimi delirmiş gibi hissettim."
"Yok Grey'im," dedi Mutlu. "Sen yokluktan kadın sesleri duymaya başlamışsındır, Helin değildir o."
"Bartu!" diye inledim battaniyenin içinden. "Ben nasıl oldu da buraya geldim bilmiyorum..."
Bu sefer battaniye daha sert çekildiğinde kurtaramadım ve çeken kişinin Bartu olduğunu gördüm. "Lan ben masum masum uyurken ne yaptınız?"
Mutlu yüzümdeki şaşkınlığı bir kez daha fotoğrafladı. "Tüh," dedi Mutlu haylaz haylaz sırıtarak. "Keşke benim yanımda yatsaydınız, patates ve beyin dinleyerek uyurdum." Sonra Yankı'ya döndü. "Beyin herif, bana attığın kaçıncı kazık? Bartukıç yerine ben hak etmiyor muydum bunları?"
"Ne hak etmesi?" dedi Bartu yüzünü buruşturarak. "Uyandım, gözümü açtım, Yankı'ya baktım, sonra gözümü kapattım ardından bir daha açtığımda ne göreyim. Yankı'nın saçlar uzamış, zayıflamış, kadına dönmüş. Dün geceki muhabbetten sonra." Yankı'nın bacağına vurdu, "Kalksana lan. Bana bunu yapmaya ne hakkın var?"
Yankı en sonunda nefesini verip homurdanarak gözünü açtı ve kardeşlerine bakıp, "Yatak benim değil mi?" diye sordu. "Tek başıma çok büyük geldi, Helin'i çağırdım."
"Oha," dedi Mutlu. "Ben inandım şahsen, aşırı inandırıcıydı. Sen de inandın mı Bartukıç?"
Mutlu'nun üzerinde bordo bir pijama takımı vardı. Başında ise Pembe Panterli göz bandı. Bartu ise şort ve tişört giymişti. Tuhaf bir şekilde üzerindeki tişört Fenerbahçe formasıydı.
Aşağıdan Işık'ın sesi geldi. "Kahvaltı hazır, gelin hadi!" Bartu ile Mutlu kaşlarını çatıp bizi izlemeye devam ederken Yankı yatakta doğruldu ama belinden aşağısını hâlâ battaniye kapatıyordu.
"Sizin bizden başka uğraşacak bir şeyiniz yok mu?" diye sordu Yankı kaşlarını çatarak.
"Bak, yine biz dedi." Mutlu o anda Yankı'nın yüzünü yakalayıp çektiğinde, Yankı yataktan fırlayıp Mutlu'nun elindeki fotoğraf makinesini almaya çalıştı ama boxer altındayken, ben yatağın içindeyken pek de uygun bir görüntü oluşmadı.
Mutlu yine çektiğinde bir anda gözleri büyüdü ve Yankı'nın altının çıplak olduğunu gördü. "Lan!" diye haykırdıktan sonra fotoğraf makinesiyle Yankı'nın aşağı tarafını yakınlaştırdı, bir daha çekti. "Küçük Yankı için minicik bir anı."
"Lan!" Fotoğraf makinesini elinden aldığında Bartu gülerek geriye adım atıyordu, bense utançtan dağılmıştım.
"Kameralara saldıran ünlü biri gibisin Yankıtu," diyen Mutlu kendine eğlence bulmuştu. "Yankı Bey," dedi mikrofon uzatıyormuş gibi. "İlişkiniz nasıl gidiyor, onu konuşalım."
Bartu diğer taraftan atladı. "Ya, siktir git," dedi başka bir olayı taklit ediyormuş gibi. "Ne salak salak sorular soruyorsun ya? Ne kadar salak salak sorular bunlar ya?"
Mutlu devam etti. "Oğlum bak, bunun normali nedir biliyor musun? Yankı bey iyi akşamlar."
"Kaç yaşındasın sen?" dedi Bartu gülerek. "Kaç yaşındasın sen?"
"On dokuz," diye cevap verdi Mutlu.
"Dalyar..."
"Lan yeter." Yankı onları iteklemeye başladığında Mutlu da Bartu da gülüyordu. "Canınıza mı susadınız siz?"
"Hazırla kendini!" diye bağırdı Bartu kapıdan çıkarken. "Bugün maçımız var!"
Yankı ise onların ikisini de odadan çıkardıktan sonra kapıyı kapattı ve bana döndü. Altında baksır, üstünde karnı hafifçe açılmış tişörtüyle durduğunda yutkunarak kendimi yataktan çıkardım ve bakışlarımı kaçırdım. "Ben," dedim büyük bir utançla. "Gidiyorum..."
"Onlara aldırış etme," dedi. Normalde utandığımda bu hoşuna giderdi ama bu sefer ne hale geldiysem içimi rahatlatmaya çalışıyordu. "Sadece eğlence arıyorlar."
Başımı olumlu anlamda sallayıp bir daha ona bakmadan odadan çıktım ve kendimi banyoya attım. Aynaya bir kez bile dönüp bakmadan kendimi duşa attım; bütün utançların, bütün düşüncelerin suyla beraber akıp gitmesini sağladım. Sonra dişlerimi fırçalayıp kapının arkasındaki havlulardan bir tanesine sarılıp çıktığımda koşar adımlarla Lâl'in odasına gittim.
Valizim hâlâ orada olduğu için elime geçen ilk iç çamaşırını ve sutyeni aldıktan sonra bol bir kot pantolon ve üzerime siyah bir kazak giydim. Saçlarımı kurutmadan odadan çıktığımda banyodan su sesi geliyordu, Yankı da duşa girmiş olmalıydı.
Oturma odasına ilerlediğimde tek başıma onlarla yüzleşmemek için merdivenlerin son basamağında Yankı'yı beklemeye başladım ve sadece odadan çıkan Lâl’le göz göze gedik. Bana tek kaşını kaldırarak baktı ama işaret parmağımı dudaklarıma götürüp ona sus demek istediğimde omzunu silkip içeriye girdi.
On-on beş dakika sonra Yankı merdivenlerde göründüğünde kaşlarını kaldırıp bana baktı. İçeride Bartu ile Mutlu atışıyordu, sesleri geliyordu.
Yanımda durup, "Neden içeriye girmedin?" diye sordu.
"Çekindim," dedim dürüstçe. "Senle beraber girelim içeriye."
Yankı başını salladı ve o an, onun da altında siyah bir şort, üzerinde Beşiktaş forması olduğunu gördüm. "Ne bu?" diye sordum. "Maç mı var?"
"Futbol maçımız var," dedi sadece, sonra oturma odasından içeriye girmek için ilerledi, ben de peşinden gittim.
Bartu ve Mutlu yan yana oturuyordu ama öyle tuhaflardı ki gülmemek için kendimi zor tuttum. Mutlu ayaklarını Bartu'nun tek omzunda birleştirmişti, çıplak ayakları hemen yüzünün yanındaydı.
"Sus Grey," dedi Mutlu hiddetle. "Yersin tokadı ayağımla."
"Lan, çeksene ayağını," diyen Bartu kaşları çatık Mutlu'ya dönüp omzunu silkti. "Kıracağım şimdi parmaklarını."
Mutlu ayak parmaklarını hareket ettirirken sesini inceltti. "Beni beni, Bihterlerini nasıl incitebilirsin?"
"Nerede kaldınız yahu?" Masanın diğer tarafında duran Işık bize seslendiğinde Bartu ile Mutlu'nun dikkati bize yöneldi ve ikisi de dudaklarını birbirine bastırdı.
"Sorgulama ikiz," dedi Mutlu, Işık'a göz kırpıp. "Helinski ve Yankıtu belki de çocuk yapıyorlardır..."
"Mutlu," dedi Yankı dikkatli bir sesle. "Biraz daha uğraşırsan seni Osman'ın ellerine bırakırım. Çok ciddiyim."
"Zaten bırakmadın mı?" diye inledi Mutlu. "Adamı geçen gün yolda gördüm, bana diyor ki bize gelsene, film falan izleriz. Lan senin yaşın kaç başın kaç, nereden biliyorsun böyle cümleleri?" Bartu fırsattan istifade ayaklarını iteklediğinde Mutlu Bartu'ya yaklaşıp hiç beklemediği anda onu yanağından öptü. "Ama benim Grey'im, koca herifim beni kurtarır. Değil mi?"
Bartu elinin tersiyle yanağını sildiğinde, "Beni öpüp durma," dedi dişlerini sıkarak. "Deli misin lan sen?"
"Delirttin beni delirttin. Titrettin." Yanağını bir daha öpmek için yaklaştı ama Bartu, Mutlu'yu avuç içiyle durdurup yüzünü itekledi. "Lan," dedi acıyla. "Mafyayım ben, mafyalara böyle davranamazsın."
"Lütfen başlamayın yine," diyen Işık ağzına bir parça ekmek attı. Kahvaltının sonlarına gelmişlerdi. "Başım ağrıyor."
"Nasılsın Işık?" Masaya yaklaştım ve kızarmış ekmekleri gözüme kestirirken Lâl tabağı tutup bana uzattı. Başımı sallayıp gülümseyerek bir parça ekmek aldım, Yankı da aynısını yaptı.
"İyiyim," diye yanıtladı ama gözlerindeki keder uzaklaşmamıştı. "Gece biraz ameliyat yerim ağrıdı ama ilaç içince geçiyor."
"Yarın kontrolün var." Yankı masadan bir tane zeytin aldı. "Dikişlerin alınacak."
"Of." Işık ellerini saçına geçirdi. "Hastanelerden nefret ediyorum."
"Doktorlar sen doğduğunda, 'Bundan bir şey olmaz, geri içeri sokun,' dediği içindir," diye lafa atlayan Mutlu konuyu Işık'ın acılarından uzaklaştırmaya çalışıyordu ve başarılı oldu. "Çünkü senden önce ben doğdum kırık yumurta, böyle muhteşemlikten sonra dayanamadılar sana." Hepimiz gülünce Işık somurtup kafasına bir tane indirdi.
"Sen doğduğunda bundan daha iyi modeli olmalı deyip beni çıkarmış olmasınlar?" Bartu ve Yankı alkışlamaya başladığında Lâl güldü, bense Mutlu'ya gözlerimi açıp baktım. "Sonuçta elektronik aletlerde bile son çıkan her zaman en iyisidir. Ben de son modelim."
Bartu, "Ooo," dedi ve Işık'ı kendisine çekip alnından öptü. "Yavaş ol, kafasına geldi."
"Bu iyiydi," derken Yankı alkışlamaya devam ediyordu.
Mutlu ise kıpkırmızı kesilip hepimize dik dik baktı, ben de, "Hak ettin Mutlu," dedim. "Sonunda seni susturan kişi yine ikizin oldu."
Mutlu hepimize tek tek bakarken en sonunda bana bıçak çekmek istemiş olacak ki, "Sen oradan konuşacağına gece beraber uyuduğun adamın şimdi hangi kızlara pas atacağını öğren," dedi. "Duyduğum kadarıyla hepsi güzel kızlarmış."
"Ne?" Bakışlarım Yankı'ya döndü ama o bana bakmak yerine Bartu'ya kaş göz hareketi yapıyordu, Bartu ise rahatsız bir şekilde hareketlendi. "Ne pası, ne kızı?"
Herkes birbirine baktı, masada tek kaşlarını çatan Lâl'di.
Bartu konuyu değiştirmek istermiş gibi, "Helin'e yeni bir oda lazım," dedi Yankı'ya bakarak. "Ama diyorsan ki dolu odalardan bir kişi eksilsin, o kişi ben olurum." Omuzlarını dikleştirdi, Lâl'i tamamen görmezlikten geldi. "Zaten yakında bir kız girer hayatıma, onunla kalırım ben de."
Böyle bir şeyin olma imkânı yoktu ama fazlasıyla ciddi görünüyordu. "Senin sabahtan beri yaptığın imalar da ne?" diye sordu Işık. "Karın ağrın neyse dökülsene."
"Karın ağrım yok."
Yankı sözü devraldı. "Bugün Bartu'yla maça gidiyoruz, biliyorsunuz." Mutlu gözlerini devirdi. "Oradan bir kız Bartu'ya epey hayrandı, çıkışta belki onunla bir şeyler yapacaklar."
"Lan," dedi Bartu şaşkınlıkla. "Bunu nereden biliyorsun Yankı?"
"Kız bugün mesaj atmış bana," dediğinde göz ucuyla Lâl'e bakıp kelimelerine dikkat etmeye çalışıyordu. "Sana ulaşamamış. Buluşmanız iptal mi, onu sormuş."
"Ha, doğru ya," dedi Bartu nedense Yankı'ya topu atmak için. "Onun arkadaşı da sana epey yanıktı."
"Ne?" Bir süre sonra ağzımı açıp ikisine birden baktım. "Ne maçı yahu? Birisi şunu tam anlatsın."
"Futbol maçı," dedi Mutlu tekrar gözlerini devirip. "Yani umarım futboldur Helinski yoksa..."
"Başka ne maçı olabilir ki Mutlu?" Kaşlarım çatıldı, Bartu ile Yankı ise konuyu kapatmak istiyormuş gibilerdi.
"Helinski sen de şimdi burada saf kız ayaklarını bırak," dediğinde üçüncü göz devirişiydi. "Kaldırımda fantezileriniz var, gelmiş bana burada ne maçı diyorsun, cidden mi ya cidden mi?" İşaret parmağını bana salladı, elimdeki ekmeğe baktı. "Herkes kendi ekmeğinin peşinde, sen de anca oturup somun ekmek ye. Yankıtu elden gidiyor."
"Mutlu!" dedim öfkeyle, sonra uzanıp koluna sertçe vurdum ve Işık soru işaretlerimi yok etmek için konuşmaya başladı.
"Bartu ve Yankı beraber spor yapmayı çok severler. Mesela haftada bir kez yüzmeye giderler, üç haftada bir futbol maçları vardır. Ama bildiğin futbol maçları gibi değil." Devam edip etmemek konusunda kararsız kaldı fakat sonra omuz silkti. "İlk ciddi ciddi büyük bir bahisle erkek erkeğe oynarlar, sonra kızlar, erkekler karışık devam ederler. Eğlencesine yani. Maksat insanlar birbiriyle tanışsın."
"Ve bu kızlar gerçekten güzel top oynuyorlar," dedi Mutlu sırıtarak. "Futbol maçı yani. Bir kez izlemeye gittim, bir tanesi Yankı'nın ayağındaki topu almış, golünü atmış, sonra da Yankı'nın omzuna atlamıştı. Böyle bir şey olamaz Helinski!"
Yankı arkadan Mutlu'nun kafasına vurduğunda dehşetle onları dinliyordum. Lâl dışındaki kimsenin keyfi kaçmış görünmüyordu ama Lâl gözlerini masaya dikmişti, kaşları çatıktı. "Çok saçmaymış," diyerek homurdandığımda Lâl başını kaldırıp bana hızlıca katıldı. "Amaçsızca. Çok fazla."
"Hayır." Işık bana doğru eğildi. "Ben de birkaç kez oynadım, aşırı eğlenceliydi." Eli yine kasığına doğru gitti, Yankı'yla göz göze geldiler. "Ameliyatlı olmasam ben de gelirdim."
"İzlemeye gel." Yankı Işık'ın omzuna elini koydu. "Bize iyi gelirsin."
Hiç düşünmeden, "Ben de geleceğim," diye lafa atladım. "Hem çok güzel futbol oynarım." Dalga geçmiyordum, küçükken yetiştirme yurdunda en fazla oynanan oyunlardan bir tanesi futboldu ve erkekler az kişi olduğu için beni oyunlarına dahil ederlerdi. Kullanılırdım ama keyif de alırdım.
"Sen mi?" Bartu beni tiye aldı. "Sana ofsayt ne desem, sensin ofsayt, dersin Helin."
Yankı da Bartu'ya katılıyormuş gibi başını salladı. "Bence kendini rezil etmeye hiç gerek yok."
"Rezil etmek mi?" Ayaklarımı yere çarptım. "Gerçekten futbolda çok iyiyim."
Lâl diğer taraftan kendini işaret ettiğinde ben de iyiyim, demek istedi ama ona da aldırış etmediler.
Mutlu geniş bir şekilde sırıttı. "Bugün epey aksiyonlu geçecek gibi görünüyor YanBar," dedi ikisine göz kırpıp. "O zaman ben de geliyorum. Hep beraber gidelim."
"Bizi kaybettirmeye mi çalışıyorsunuz?" Bartu rahatsızlıkla kıpırdandı. "Siz üçünüz bizim kaybetmemize neden olursunuz. Hem gece benim için uzun geçecek, sizin yüzünüzden daha fazla koşmak istemiyorum."
Beklenmeyen bir anda Lâl sertçe ayağa kalkıp öfkeli bakışlarını Bartu'ya gönderdi. Ellerini kaldırıp ona bir şeyler söylediğinde Bartu yapay bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Ah, doğru ya," dedi. "Seninle animasyon izlemeye gidecektik, değil mi?" Ellerini birbirine çarptı. "Tüh, Lâl, unutmuşum. Abin bu aralar çok yoğun, yarın gitsek olur mu?"
Lâl öfkeyle nefesini verip bir şeyler daha dedi. Mutlu'ya anlamak istiyormuş gibi baktığımda Mutlu, "Buluşacağın kız benden daha mı önemli?" diye açıkladı söylediğini. Ağzına kocaman ekmeği tıktı. "Aşırı heyecanlı, umarım sonunda Bartu ağzındaki çikolataları silmeden Lâl'in ağzına yapışır." Bartu'nun dudaklarının kenarına kahvaltıda yediği çikolatalar bulaşmıştı.
Bartu Lâl'e kaşlarını çatarak, "Buluşacağım kız için ben önemliyim," dedi, cümleyi kurarken gülümsese de canının yandığını anladım. "Sen de önemlisin elbette Lâl'im ama izin ver de değer görmek nasılmış, ben de göreyim. Hem seni öyle daha iyi anlarım." Ağırdı. İtiraf gibiydi, mutsuzluk içeriyordu ama aslında Bartu'nun sabrının artık tükendiğinin kanıtıydı.
Yankı boğazını temizledi, Bartu'ya kaşlarını kaldırdı. Bu hareketi, Bartu'yu düşündüğünden değil, Lâl'i düşündüğünden ötürüydü.
"Bu ağırdı," diye fısıldadı Mutlu bana. "Ama Bartu'nun haklı olduğu nadir anlardan biriydi."
Lâl bir süre Bartu'nun yüzüne baktıktan sonra sert adımlarla odadan çıkıp gittiğinde Bartu'nun elleri masaya tutundu. Kendisini peşinden gitmemek için engelliyor gibiydi.
"Bunu neden yapıyorsun?" diye sordu Yankı Lâl'in arkasından bakarken. "Onun sana çok fazla değer verdiğini biliyorsun."
"Bana değer verdiğini biliyorum," dedi Bartu Yankı'ya dönüp. "Ama birisinin sana kim olarak değer verdiği de önemli. Lâl'in verdiği değeri artık istemiyorum."
"İstemiyorsun ama onu başka kızlarla görüşerek deli etmeye çalışıyorsun, öyle mi?" Işık'ın sesi öfkeliydi, ayağa kalkmak üzereydi, büyük ihtimalle Lâl'in peşinden gidecekti. "Bu onu, senden daha fazla uzaklaştırır."
Bartu umursamaz bir tavırla gülüp omzunu silkti. "Küçüklüğümden beri yanıma yaklaşan bütün kızların yüzünü tırnaklardı, vahşileşirdi. O zamanlar bana özel sanıyordum ama aynılarını Yankı ve hatta Mutlu için bile yapıyordu. Bana özel olmadığını fark ettiğimden beri kıskançlıkları dikkatimi çekmiyor." Ellerini Işık'a salladı. "Ayrıca benden yeterince uzak, bundan daha uzağı uzaya filan uçması olur herhalde."
Işık öfkeli bir nefes verdi, Mutlu elini Bartu'nun omzuna koydu.
Bartu'yla göz göze geldiğimizde onu bir tek benim anlayabildiğimi fark ettim. Günlerdir bir kez olsun Lâl’le doğru düzgün konuşmamıştı, onunla konuşurken de genelde uzak davranmıştı. Seçtiği kelimelere bile özen gösteriyordu.
"O halde o kızla neden buluşacaksın?" diye sordum cevabını bildiğim halde.
Kısa bir sessizlik oldu, Bartu dirseklerini masaya yaslayıp başını önüne eğdi. Dördümüz ona bakarken dudaklarından, "Lâl'i sevmekten artık vazgeçeceğim," dedi. Bu cümleyle beraber Mutlu gözlerini kocaman açtı, Işık'ın elleri kucağına düştü. Yankı bile kaşlarını kaldırdı. "Yani ona elbette değer vereceğim ama onun bana değer verdiği gibi."
"Başka bir kadını yarabandı gibi mi kullanacaksın yani?" Işık'ın sesindeki şaşkınlık dikkat çekiciydi. "Bu çok aptalca. Hiçbir kadın bunu hak etmez."
"Kimseyi yarabandı gibi kullanmayacağım." Rahat bir şekilde tebessüm etti. "Gerçekten bir başkasını sevmeye çalışacağım. Hem neye dikkat ettim, biliyor musunuz? Küçüklüğümden beri ondan başkasını görmeyen, başkasına şans vermeyen benim. Belki de takıntıdır? Denemeden bilemem, değil mi?"
"Yanlış yapıyorsun." Yankı'nın cümlesi Bartu'yu rahatsız etti.
"Beni o sikik babasına benzetiyor Yankı," dedi hırsla. "Babasına benzettiği bir adamı sevmesini mi bekleyeceğim? Ben babası değilim ama ben artık o adam da değilim hayatında. Dışarıdan izlemesi kolay, sevilmemek ne demek, sadece benim gibi olanlar anlayabilir."
"Peki ya onun hayatına da birisi girerse?" Soruyu soran Mutlu'ydu ve Bartu'yu can damarından yakalamış gibiydi.
Gözleri donuklaştı, masaya baktı, dişlerini kenetledi. Önündeki meyve suyunu kafasına dikip sonuna kadar içtikten sonra ayağa kalkıp, "Hadi gidelim Yankı," dedi. "Geç kalacağız."
Yankı, "Çantamı alıp geliyorum," dedikten sonra merdivenlere yöneldi. Biliyordum ki tek konu çanta değildi, Lâl'e bakmaya gidiyordu.
"Şu an Lâl ağlıyor olabilir." Işık başka bir can damarını yakalamış gibi kaşlarını çattı. "Onu öyle bırakacak mısın?"
Bartu Işık'ı duymazlıktan gelip dış kapıya yürüdüğünde dayanamayıp peşinden gittim ve kolundan tutup çevirdim. Gözlerimiz kesiştiğinde dakikalardır yüzüne taktığı maskenin düştüğünü fark ettim. "Bartu, bunu yapmak istediğine emin misin?" diye sordum. "Sen değişecektin ve sonra..."
"Ben değişemem." Sert bir sesle cevap verdi ama öfkesi bana değildi. "Böyleyim ben. Öfkeli, fevri, akılsız Bartu. Beni bu şekilde istemiyorsa hiçbir şekilde isteyemez. Kör değilim Helin. Beni sevmediğini görebiliyorum." Merdivenlerden ses geldiğinde Işık yukarıya çıkmaya başlamıştı, Yankı ise aşağıya iniyordu.
"Gidelim," dedikten sonra bana bakıp gülümsedi. "Akşam görüşürüz."
Arkalarından bakarken kollarımı önümde birleştirdim. Bütün olanları, olacakları kendi kafamın içinde ayırırken çoktan kapıyı kapatmışlardı ama ben kapalı kapıya bakıyordum.
Futbol maçı, kadın erkek beraber.
Bartu'nun yapmak zorunda kalacağı hatalar.
Bartu aynı durumda ben olsam kurtarırdı, biliyordum ve Yankı benimle aynı durumda olsa o futbol maçına giderdi.
"Gittiler Helinski." Arkamdan Mutlu'nun sesi geldiğinde irkildim. "Kızların yanına." Ardından merdivenlere baktı. "Lâl'in yanına gideceğim, gelecek misin?"
Aslında onun yanına gitmek istiyordum ama çekimser bir nefes verip, "Beni isteyeceğini sanmıyorum," diye mırıldandım. "Yani yanında. Benden nefret ediyormuş gibi davranıyor."
"Hayır." Mutlu kaşlarını çatıp kıvırcık saçlarını arkaya attı. "Hadi benimle gel, ona bir ışık yakmış olursun." Duraksadım, tedirginlikle ona baktım ama Mutlu kolumu tutup, "Hadi," dedi ve beni merdivenlere yönlendirdi.
Vazgeçeceğimi düşündüğü için olsa gerek hızlıca üst kata çıktık; Lâl'in kapısının aralık durduğunu fark ettim. İçeriye Mutlu'yla girdiğimizde ikimize de baktı ama benden pek de rahatsız oluyormuş gibi davranmıyordu.
"Her zamanki Bartu işte," dedi Işık elini dizine koyarak. Lâl yatağın köşesine oturmuştu, öfkeyle karşısına bakıp tırnaklarını yiyordu. "Akşama pişman olacak ve gelip senden özür dileyecek."
Mutlu da Lâl'in yanına gidip oturdu. "Lâlito, Bartukıç en çok sana değer verir," dedi. "Hayatına girecek kızdan tabii ki önemli değilsin." Lâl ellerini kaldırıp sertçe Mutlu'ya bir şeyler söyledi, Mutlu ise duraksayıp nefesini verdi. "Yani hayatına birisi girebilirse..." Konuyu geçiştirmek için güldü. "Hem bak, görürsün, pişman olacak."
İkisinin cümlelerine daha fazla dayanamadım, kollarımı önümde bağlayıp Lâl'in karşısına yürüdüm. "Pişman olmayacak." Üç çift göz bana baktı. "Bartu kararlı, birini hayatına almak istiyor." Lâl'in kaşları daha fazla çatıldı ama öfkenin yanına başka bir duygu daha oturdu, o da hüzündü. "Bence Lâl," dedim, bir adım atıp önünde dizlerimin üzerine çökerek. "Neden bu kadar öfkelendiğini anlaman gerekiyor ya da ne yapmak istediğini."
Işık uyarı dolu bakışlarını üzerime dikmişken, Lâl bana, "O kızı seviyor mu?" diye sordu. Aklı alabiliyor muydu bunu? Ondan başka birisini sevebileceğini? Gerçekten Bartu'nun ona nasıl baktığını göremiyor muydu?
"Sanmıyorum," diye mırıldanıken ellerimle dizini tuttum. "Ama eğer Bartu'nun birini sevmesinden rahatsız olacaksan bunu engelle."
"Helin, ne istiyorsun? Kaos mu?" diye sordu Işık.
"Evet, işte beklediğim hareketler," dedi Mutlu da. "Yol o kızın saçını başını yine."
"Hayır, saçını başını yolma, bu doğru değil," diyerek ikisine de sert bir bakış attım. "Bu hep yaptığın bir şey. Bilmiyorum, ona daha farklı bir karşılık verebiliriz." Gözlerim Işık'a döndü. "Bartu belki de değer verildiğini görmek istiyordur ama herkese yapıldığı gibi değil." Mutlu'ya baktım sonradan. "Ve Lâl bunu yapabilir."
"Hababam Sınıfı'ndaki Mahmut Hoca gibi konuşuyorsun, o hep haklıydı, sen de haklısın," dedi Mutlu başını sallayarak. "O kızın saçını başını yolma sakın." Başını kaşıdı, sonra parmağını şıklattı. "Onu kaçırmaya ne dersin?"
"Mutlu!" dedik Işık'la aynı anda, ardından Işık bana dönüp, "Bir planın mı var?" diye sordu. "Öyle konuşuyorsun."
"Aslında..." Gülümsedim ama öfkeli bir gülümsemeydi. "Bir planım var fakat bu sadece Lâl için değil, benim için de. Tabii siz de kabul ederseniz."
"Nedir o?" Mutlu heyecanla ayağa kalktı. "Planları severim."
Ben de doğrulduğumda Lâl merakla yüzüme bakıyordu ve ortaya ne dökersem dökeyim kabul edecekmiş gibiydi. "Futbol maçına gideceğiz," dedim ve tepki vermelerini beklemeden elimi kaldırdım. "Ama onlarla aynı takımda olmayacağız, karşı takımda olacağız. O kız Bartu'yla aynı takımda, Lâl kızı orada da yenebilir bence. Ve ben de iyi bir futbolcu olduğuma inanamamalarının cezasını kesmek istiyorum." Üçü de şaşkınlıkla bana baktı. "Bunu kabul eder misiniz?"
Birbirlerine baktılar, ilk kabul eden Mutlu oldu. "Ben varım," dedi yanıma geçip.
Işık mutsuz bir şekilde başını iki yana salladı. "Ben ameliyatlı olduğum için oynayamam."
"Sen hakem olursun ikiz," diyen Mutlu göz kırptı. "Sonuçta sahada yansıman olacak, muhteşem oyunculuğumu görsünler."
"Mutlu, sen topu görsen kare dersin, uydurma," dedi Işık gözlerini devirip. "Helin, haberin olsun, Mutlu futbol oynamayı bilmiyor."
"Biliyorum lan!" Bir anda odanın içinde koşmaya başladı. "Alex Alex Alex," dedi spiker tınlamasıyla, ayağında top varmış gibi. "Kaleye gidiyor, Alex topu ağlarla buluşturacak ama o da ne? Alex, Grey'i görüyor ve aman Tanrım, soyunmaya başladı!"
Yüzümü buruşturdum, dudaklarımı birbirine bastırdım. "Aslında Mutlu," dedim endişeyle. "Sen kaleci olsan daha iyi gibi." Sonra Lâl'e dönüp yine önünde eğildim. "Kabul ediyor musun Lâl?"
Yüzümü izledi ve samimiyetimi mi ölçmeye çalıştı, kim olduğumu mu görmek istedi bilmiyordum ama bana gülümsedi. Lâl bana gülümsedi. Dertleştiğimiz gün, tuvalette gülümsediği gibi gülümsedi. Aramızdaki duvardan bir tuğla düştü, sonra başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladığımda ellerimi birbirine çarpıp ayağa kalktım.
"O halde hazırlanmaya başlayalım!"
***
Taksiden dördümüz indiğimizde filmlerde olduğu gibi ağır çekimde indiğimi hissetmiştim.
Ta ki üzerime giydiğim tişörtü hatırlayıp yüzümü buruşturana kadar.
Mutlu fazlasıyla gaza gelmiş, hepimize beyaz bir tişört giydirmişti. Bu da yetmezmiş gibi sprey boyayla hepimizin üstüne isimlerimizin ilk harflerini yazmıştı. Onun üzerinde Mut yazıyordu, benim üzerimde He, Lâl'in üzerinde ise Lâ. Yan yana durduğumuzda o kadar komik görünüyorduk ki kimse bizi ciddiye almazdı, biliyordum. Altımıza giydiğimiz kısa siyah şortlarımız ve uzun çoraplarımız bile bu rezaleti kapatamıyordu.
Mutlu iyice abartmış, yanaklarına kömür sürüp başına bandana takmıştı. Ayrıca kollarına da kömür sürmüştü ve nedenini sorduğumuzda, "Mafya futbolcular böyle yapar," demişti.
Işık bizi gördüğü an kahkahalara boğulmuştu ve taksiden inerken bile hâlâ gülüyordu.
"Gerçekten," dedi kahkahasının arasından Mutlu'ya. "Buna gerek var mıydı Mutlu?" Sesli bir kahkaha daha ortaya bıraktığında gözlerimi devirip Lâl’le birbirimize baktık ve futbol sahasına yürüdük.
"MutHeLâ," dedi Mutlu çenesini kaldırıp ciddiyetle. "Bu grup herkese vurur, ayık ol kardeş." Cebinden silahını çıkarıyormuş gibi yaptı, ileriye uzatıp birkaç kez sıktıktan sonra ucunu üfleyip tekrar beline yerleştirdi. "Kan gövdeyi götürecek bugün kızlar, hazır olun."
"Mutlu..." Utançla ona baktım. "Neden Pembe Panterli çorap giydin, hepimiz aynı olmayacak mıydık?" Lâl ve bende dizimize kadar siyah çorap vardı ama Mutlu yine kafasına eseni yapmıştı.
"Çünkü Helinski," dediğinde futbol sahasından içeriye giriyorduk. "Dünya üzerinde herkesten farklı olma gibi bir huyum var, başkalarıyla aynı olmaktan hoşlanmam. Ben Prens Mutluga Sarcaios, dünya üzerinde tekim."
"Bunu söyleyenin ikizi var." Işık'ın cümlesiyle kıkırdadım.
"Of!" Mutlu'nun omuzları düştü. "Bir şeyi de bozmasan olmaz mı kırık yumurta?"
Lâl beni dürtüp futbol sahasının içini gösterdi. Erkek erkeğe oynanan maç bitmişti, sahada kadınlar ve erkekler karma duruyordu. Yedi-yedi ayrılmışlardı, sayıları tam gibi görünüyordu. On bir kişi olmalarını zaten bekleyemezdik.
Yankı yanındaki bir adamla konuşuyordu ama gözlerim Bartu'yu aradı ve ileride bir kızla sohbet içerisinde olduğunu gördüm. Başını futbol sahasının demirlerine yaslamıştı, kız ise heyecanla ona bir şeyler anlatıyordu. İlgiyle dinliyordu ya da ilgiyle dinliyormuş gibi görünüyordu, bilmiyordum.
Kızların yüzlerine tek tek baktığımda hepsinin güzel olduğunu fark ettim. Yankı'nın yanında sarışın bir kız duruyordu, arada sırada Yankı'nın koluna dokunup bir şeyler anlatıyordu, konuya dahil olmaya çalıştığı çok belliydi.
"Hazır mısın MutHeLâ," dedi Mutlu sağ taraftan. "Savaş başlasın mı?"
"Başlasın," dedim gülerek.
Lâl de başını salladığında Işık kıkırdadı.
Mutlu parmaklarını ağzına götürüp yüksek bir ıslık sesi çıkardığında herkesin bakışları bize döndü. Yankı bize baktı, başını çevirip tekrar baktığında şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Bartu ise yaslandığı yerden doğrulup kızı arkasında bırakarak Yankı'ya doğru yürüdü.
Üçümüz sağlam adımlarla onlara yürürken arkamızdan fazlasıyla havalı bir şarkı çalmalıydı ama bizi görenler gülmeye başlamıştı. Tişörtlerimize gülüyorlardı, haklılardı.
"Aldırış etmeyin kızlar," diye hırladı Mutlu. "Onları tosta çevireceğiz."
Dördümüz tam karşılarında durduk. Ortada ben vardım. Yankı ise hâlâ şaşkın bir ifadeyle bizi izliyordu.
Yankı'nın yanındaki adam, "Kardeşlerin değil mi bunlar?" diye sordu. "Burada ne işleri var?"
Yankı olumlu anlamda başını sallayıp, "Kardeşlerim," dedikten sonra hepimizi inceledi. "Sizin burada ne işiniz var?"
Adam bana bakıp, "Şu ortadaki kim?" dedi dikkatle. "Yeni gördüm yanınızda."
Yankı omzunun üzerinden adama bakıp, "Ağır ol Hikmet," dedi ters bir sesle. "O kardeşim değil." Hikmet kaşlarını kaldırdı, tekrar bana döndü ve başıyla selam verdi.
"Yavrum bunlar kim ya?" Yankı'nın diğer tarafındaki kız lafa atladığında yüzümü ekşitip, "Yavrum mu?" diye sordum. "Nesin sen? Anne mi?"
Mutlu gülerek öne çıktı. "Maç yapmaya geldik MutHeLâ olarak. Korktunuz mu yoksa?" Bartu dikkatle Lâl'i incelerken, Lâl'in de gözleri Bartu'daydı.
"Evet," dedim Mutlu'yu tekrar ederek. "Sizinle maç yapmak istiyoruz." Bir adım attım, ardından bir adım daha. Yankı'yla aramızda çok az bir mesafe kaldığında alttan alttan ona baktım. "Merak etme, sizinle değil, karşınızda olacağız. Rakibiz yani."
Yankı'nın yanındaki yavrum diyen kız, "Yerimiz yok," dedi kaşlarını çatarak. "Başka sefere artık."
Yankı yüzümü izledi, gülümsedi ama meydan okuyan bir gülümsemeydi. "Kaybetmek mi istiyorsun Helin?" diye sordu üstün bir sesle. "Hem de bana karşı, bir kez daha."
"Kaybetmek mi?" Başımı iki yana salladım. "Hayatın boyunca unutamayacağın bir yenilgi olacak Yankı Sarca." Baştan aşağı onu süzdüm. "Yoksa kendine güvenmiyor musun?"
Çevredekiler, "Ooo," diye bağırdığında birbirimize meydan okuyan bakışlarımızı gönderiyorduk.
"Rezil olacaksın," dedi Yankı. "Bir kez daha düşün."
"Bence sen düşün." Hiç düşünmeden yanıtladım. "Çünkü adın lekelenecek."
"Yavrum yerimiz yok," dedi Yankı'nın yanındaki kız, Yankı'ya dönüp. Genel olarak üslubu bu olmalıydı ama ben bu tarz konuşmalarından çok hoşlanan biri değildim ve bizi dışlamak istiyordu.
Gözlerimi devirip, "Yavrum sen hep böyle çok konuşup her şeye burnunu sokacak mısın ya?" diye çıkıştım.
Bartu, Yankı'ya dönüp, "Ne yapacağız?" diye sordu. İkisi çok kısa bir süre bakıştı, sonra Yankı karar vermiş gibi başını sallayıp arkamızdaki gruba baktı. "Üç kişi takımdan ayrılsın." Kendi kendilerine söylendiler. "Hadi kardeşim, uzun sürmeyecek zaten."
"Doğru söylüyor," diye bağırdım ben de. "Anında gömeceğiz sahalara."
"Dikkat et de saha seni gömmesin," dedi Yankı göz kırpıp.
Bartu diğer taraftan söze atladı. "Buna gerek yoktu, rezil olacaksınız."
Geriye bir adım attım, sonra bir adım daha attım ve ellerimi havaya kaldırdım. "Bizim grupta olmak isteyen bir adım atabilir mi?" Kimseden çıt çıkmadı, hiç kimseden. Kimse bizimle olmak istemedi. Kaşlarım çatıldı, Yankı ile Bartu alayla güldü. "Hepiniz mi korkaksınız?" diye sordum. "Ben gerçekten çok iyiyim futbolda."
"Külahımı getirdik mi Bartu?" diye sordu Yankı gülerek. "Helin'e verelim de ona anlatsın bunları."
Yanındaki kız, "Ya yavrum ya," diye kahkaha attığında Yankı’yla aynı anda gözlerimizi devirdik.
Bir kız öne çıkıp, "Ben sizin grubunuzda olabilirim," dedi. Çelimsiz bir kızdı ve takımlara bile dahil değildi. Sahanın dışından seslendi. "Tabii isterseniz."
"Kız sen çok çabuk yenilirsin," dedi Mutlu ama sertçe karnına dirseğimi geçirip, "Elbette!" diye çağırdım kızı.
Onun arkasından Yankı'nın yanındaki Hikmet gülümseyerek, "Ben de sizdenim," dedi ve Yankı'nın gülümseyen yüzü dondu, kaşlarını çatıp Hikmet'e baktı ama Hikmet bizim yanımıza yürüdü. "Size güveniyorum."
Uzun boylu bir adamdı, yaşı yirmi sekiz-yirmi dokuz olmalıydı ve gözleri Yankı’nınkiler gibi mavi tonlarındaydı. Saçları ise kömür karasıydı. İriyarı olması bir yana, futbolda da iyi gibiydi.
"Ah," dedim Hikmet'e. "Teşekkür ederiz."
"Ben de sizinleyim." Başka bir adamın sesi geldiğinde başımı çevirip Bartu'nun arkasına baktım ve Mutlu'nun boylarında, Mutlu gibi kıvırcık saçları olan bebek yüzlü biriyle karşılaştım. Sarı saçlarını sıkı toplamıştı, ela gözleri ise Mutlu'nun üzerindeydi. "Kostümleri çok beğendim."
Mutlu baştan aşağı onu süzdükten sonra, "Ben de seni beğendim," dedi. "Gel bakalım yamacıma."
"Mutlu, yapma şunu," diye fısıldadım ama adam gülerek bize doğru ilerledi.
"Ben de seni beğendim neyse ki," dedi ve elini Mutlu'ya uzattı. "Osman ben."
Mutlu elini sıkarken elektrik çarpmış gibi çekip, "Osman mı?" dedi ve elini alnına koydu. "Kaderimde bu da var mı Tanrım?"
"Ne?" Osman şaşkınlıkla gözlerini kırptı.
"Boş ver," dedi. "Sadece Osman diye birisi beni istemeye gelecek de."
"O ben olabilirim," dedi haylaz bir sesle. Mutlu bu tepkilerden sonra gözlerini ona çevirip süzdü ve dudağını büktü. Bu hoşuna gittiği anlamına geliyordu.
"Kardeşime sarkmayı bıraksan mı acaba Osman?" Işık diğer taraftan lafa atladı.
"Sark bana Osman," dedi Mutlu, Işık'ı susturup. "Sark."
İkisinin arasındaki tartışmayı durdurmak için, "Altı kişiyiz," diye mırıldandım. "Bir kişi daha yok mu?" İnsanlara baktım, hiçbiri istekli görünmüyordu.
Bartu, "İsterseniz ben geleyim," dedi alayla. "Böyle çok güçsüz oldunuz be."
"Hayır bebeğim," dedi Bartu'nun yanındaki kız. "Senle aynı takımda olacağız."
"Bebeğim mi?" Lâl'e dönüp baktım, dişlerini sıkmış kızı izliyordu; kaç dakikadır gözlerini ayırmadığını merak ettim. "Sizin takımdaki kızların hepsi anne galiba; yavrumlar, bebeğimler havada uçuşuyor."
Osman, "Aşırı mide bulandırıcı," dedi boğuk bir sesle.
"Al benden de o kadar," diye atladı Mutlu ve ellerini birbirlerine çarptılar.
"Yedinci kişi yok mu?" diye bağırdım bu sefer de.
O sırada sağ tarafımızdan, "Ben yedinci kişi olurum," diye ses geldi ve başımı çevirdiğimde Koza'yla göz göze geldim. Şaşkınlıkla gözlerim irileştiğinde altına giydiği siyah şortu ve üzerine giydiği siyah tişörtüyle sahanın içerisine yürüdü. Çıplak bacaklarında yer yer izler vardı ve bunlar yanık izlerine benziyordu, ilk defa görmüştüm.
Koluna ise yeni bir dövme yaptırmıştı, ne olduğu anlaşılmıyordu.
"Lan bunun burada ne işi var?" Bartu öne atıldığında Yankı onu kolundan sıkıca tuttu ve Koza'ya saldırmasını engelledi. Hemen arkamda duran Işık derin bir nefes verdiğinde bu tuhaf bir şekilde bana acılı bir nefes gibi gelmişti, bir inleme ya da hırıltı. Canını yakan neydi?
Bakışlarımı ona çevirdim ama hemen gözlerini kaçırdı.
"Savaş derken bunu kastetmemiştim..." Mutlu'nun tedirgin sesiyle göz göze geldik, altımız dışında kimse ne olduğunu anlamıyordu.
Koza karşımda durup Yankı'ya arkasını döndü. "Beni takımına almak ister misin Helin?" diye sordu ima dolu bir sesle. Kahverengi gözünü kıstı, altındaki çarpı dövmesi buruştu.
"Bu..."
"Hayır." Bartu'nun sert sesini Koza duymazlıktan gelip bana bakmaya devam etti. Yankı ise Bartu'ya dönüp kulağına bir şeyler söylediğinde Bartu çevresindekilere baktı, sonra sertçe yutkundu. Büyük ihtimalle insanların ortasında olay çıkarmaması gerektiğini söylüyordu.
"Senin burada ne işin var?" Bu sefer Yankı sorduğunda Koza omzunun üzerinden ona baktı.
"Bilirsin Sonuncu," dedi gülümseyerek. Ağzında yine sakızı vardı. "Futbol maçını severim. Ne o? Bana karşı kaybetmekten mi korkuyorsun?"
"Hatırlarsan en son ben kazanmıştım." Yankı da tehditkâr bir şekilde gülümsediğinde aralarındaki soğuk savaş beni yine ürpertti. Onu en son kardeşim olduğunu söyledikten sonra Işık'ın yanında görmüştüm, bir daha da görememiştim. Şimdi ise bir anda karşımıza çıkmıştı.
"Onu kabul etmeyeceksin, değil mi?" Bartu'nun sorusu sertti. "Defol git lan buradan."
"Çocuğunu sustur Sonuncu," diyen Koza, Bartu'yu umursamıyordu. "Ağlamaya başlayacak birazdan."
"Ulan ben senin tipini..." Üzerine yürümek istedi ama Yankı onu yine tuttuğunda bakışları bana döndü. Yankı gözlerimde her ne aradıysa ona ulaşamadı ve omzunu indirip kaldırdı. "Karar," dedi bana dikkatlice bakarak. "Helin'in. O isterse olur."
Beni deniyordu. Ne yapacağımı kestirmeye çalışıyordu, altında birçok neden bulacaktı ya da birçok sonuç ama bütün yükü bana bırakmıştı.
"Hadi ama," dedi Koza gözlerini devirip. "Bu kadar düşünecek bir şey yok." En sonunda bana baktığında ima dolu bakışları baştan aşağı beni süzmesine neden oldu. "Hadi küçük." Kardeş demedi. "Karar ver."
"Ben..." Takımın diğer üyeleri homurdanmaya başladığında ne yapacağımı bilmiyordum. İma dolu bakışlarında tehdit yoktu, ima dolu bakışlarında bana abim olduğunu söylediğindeki ifadesi vardı. Sanki diyordu ki ben senin abinim, beni istemeyecek misin?
Işık, "Çok uzadı bu konu," diye lafa girdiğinde ona dönüp baktım, kurtarması için âdeta yalvaracaktım. "Koza bu takıma dahil oluyor, oyun başlıyor."
Yankı'nın Işık'ın bu tavrından sonra dudakları aralandı ve başını iki yana salladı; Işık konusunda bir şeyleri çözmeye başladığını anladım.
Ve her şey yerine oturdu. Aslında topu bana atmasının bir nedeni de Işık'ı inceleyecek olmasıydı çünkü benim kabul etmeyeceğimden emindi ama Işık'ın ne yapacağı konusunda kararsızdı.
Ortamı sessizlik kapladı, herkes birbirine baktı. En sonunda Lâl’le göz göze geldiğimde beklediğim korkuyu gözünde görmedim, aksine Koza konusunda hiç tedirginliği yok gibiydi, halbuki onu o gece o hale getiren Koza'ydı.
Üstüne üstlük hâlâ Bartu'nun yanındaki kıza bakıyordu. Koza onun için normal bir insanmış gibi davranıyordu.
"Hadi ama!" Koza sabırsızca bizim yanımıza geçti, benim yanıma. "Sadece oyun Sonuncu, sadece oyun."
Bartu büyük bir öfkeyle Koza'ya bakarken, Mutlu gözleriyle Işık'ı izliyordu ve o da bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.
"Tamam," dedi Yankı. "Ama çok uzun olmayacak. Beş gol atan kazanır." Gözleriyle takımı işaret etti. "Herkes dağılımını yapsın." Sonra sırtını bize döndü ve takımını yanına aldı, Bartu ise bizi yani Koza'yı izlemeye devam etti, Lâl'e bir şey olursa neler yaşanacağını tahmin edemiyordum.
Ben de arkamı döndüğümde takımdaki herkesin yüzüne baktım, Koza dışında. Koza ise Işık'a doğru, "Hakem," dedi kısık bir sesle. "İyi görünüyorsun." Merak mıydı, endişe miydi yoksa rahatsızlık vermek için kurulan bir cümle miydi?
Işık düşünceli bir şekilde, "İyiyim," dedi. "Daha iyiyim."
"Yani kötüsün." Işık bunu beklemiyormuş gibi donakaldı. "Daha da kötü olacaksın bence."
"Neden öyle diyorsun?"
Koza ise sorusuna cevap vermedi. "Adil olacaksın, değil mi hakem?"
Işık Mutlu'ya göz ucuyla baktı, dinlemediğini anladığında başını sallayıp, "Her zaman adil oldum," dedi. "Bu şekilde öğrendim."
"Yani adil olmayacaksın," dedi bu kez de ama artık gülümsemiyordu. Bu sefer daha farklı bir şey vardı gözlerinde ve ilk defa Işık değil, Koza sanki kırgınlıkla baktı.
İkisi de gözlerini birbirinden ayırdı.
"Mutlu, sen kalecisin," dedim dikkatleri daha fazla dağıtmadan. Mutlu neyse ki konuşulanları duymamıştı ama aklı dağılmış gibiydi. "Lütfen Mutlu," dedim yüzünü tutup yüzüme çevirerek. "Biliyorum, düşündüğümüz gibi olmadı ama beşte bitecek. Buraya odaklan."
"Tamam." Geriye çıktı. "Ben kaleciyim."
Bir süre yüzüne baktım, sonra diğerlerine dönüp yerlerini söyledim. En son Lâl, ben ve Koza kaldığımızda Koza’ya sırtımı dönüp, "Biz her topa yetişmeye çalışalım, yeter," diye fısıldadım ve başımla Koza'yı gösterdim. "Ona çok fazla yaklaşmamaya dikkat et."
Koza'nın güldüğünü işittim ama aldırış etmeden Yankıların takımına döndüğümde onlar çoktan bitirmişti.
"Hazır mısınız?" diye bağırdı Işık ortadan.
"Evet," dedim rahat bir sesle.
"Evet," dedi Yankı da ama gözleri Koza'daydı.
"Bana öyle bakma Sonuncu," diye alaya aldı Koza. "Anlayacaklar."
"Bir planın var, değil mi?" Yankı'nın çenesi kasıldı. "Yine bir planın var. Biliyorum."
Koza masum bir ifadeyle gözlerini açıp kaşlarını kaldırdı. "Sadece çocukluğunu yaşamamış bir adam olarak çocukluğumu yaşamak istiyorum," diye mırıldandı. "Beni en iyi sen anlarsın. Sadece oyun. Ve ben oyunları severim."
Işık ikisinin arasındaki gerilimi yok etmek istermiş gibi elini kaldırdı ve üçten geriye saymaya başladı. Dudaklarının arasına koyduğu düdükle çok kısa bir an Koza'ya baktı ve yanaklarına yine kan gittiğinde bakışlarını kaçırdı.
En sonunda düdüğü öttürdüğünde oyuna başlayan bizim takım oldu. Topu sürmeye başladım ve direkt kaleye gitmek yerine sahanın etrafında döndüm, pas verecek birilerini aradım. Yankıların kalesinde Yankı'ya yavrum diyen kız vardı, bu çok iyiydi çünkü topu kaleye atmak yerine kafasına atmak için yanıp tutuşuyordum.
Lâl diğer taraftan elini kaldırdığında topu ona attım ve ayağına gelir gelmez o da sürmeye başladı. Bir süre hareket etmeden onu izledim çünkü gerçekten öyle hızlı koşuyordu ki gözle görünmeyecek kadar iyiydi. Futbolda belki kötüydü ama bu şekilde koşarak birçok insanı geçebilirdi.
Karşısına Bartu çıktığında hafifçe tebessüm ettikten sırtını dönüp topu alması için bekledi, Bartu hamle yaptığında ise topu kaçırıp Koza'ya pasladı.
Koza topu aldığında Yankıların takımındaki bir kız ona doğru koştu ama koşarken futboldan pek iyi anlamadığı belliydi. Koza, top ayağında sakince ona gelmesini bekledi, yaklaştığında topu ayağıyla çevirip ondan kurtardı ve kaleye koştu. Ben de kalenin diğer tarafına gittiğimde Yankı hemen arkamdaydı.
"Hey!" diye bağırdım. "Buradayım!" İki yanından insanlar çevreleyince yapacak hiçbir şeyi kalmadı ve topu bana attı. Yankı tam topa uzanacağı sırada önüne geçip göğsümde topu yumuşattım, sonra ayağıma indirip döndüm. Yankı şaşkınlıkla bana baktığında, "Ne oldu?" diye sordum. "Zoruna mı gitti?" Ardından topu bacağının arasından atıp kaleye koştum ve pasladığımda top sertçe yavrum diyen kızın kafasıyla, oradan da ağlarla kavuştu.
Takımımdakiler bağırmaya başladığında Lâl koşup hiç ummadığım anda bana sıkıca sarıldı ve zıplamaya başladı. Öyle çok şaşırdım ki bir süre öylece kaldım ama sonra, ona sarılmanın verdiği hissi özlediğimi fark ettim, kollarımı beline doladım.
Koza diğer taraftan gülümsedi. Gülümsemesine karşılık vermesem de bu gol onun sayesinde olmuştu.
Mutlu kalenin oradan, "Çay kahve getiren yok mu?" diye bağırdı. Yere uzanmıştı, bir eli başındaydı, yan duruyordu. "Burası çok sıkıcı, karşı takım çok zayıf ya. Bari güneş çıksaydı da bikinimi getirip güneşlenseydim şurada." Bartu orta parmağını Mutlu'ya gösterdi, Mutlu da ona hareket çekti.
"Bir-sıfır!" dedi Işık soldan. "MutHeLâ bir, Yanbar sıfır!"
"YanBar mı?" Mutlu kahkaha attı. "Bunlardan olsa olsa ayran olur, çalkalayıp dursunlar." Ben de kahkaha attığımda Yankı elinin tersiyle alnındaki teri silip bana doğru yürüdü, bense Işık'ın topu vermesini beklerken Lâl'e göz kırptım.
"Bu sadece avanstı," dedi Yankı yanımdan yürüyüp geçerken. "Ayrıca o göğüs hareketi..." Omzumun üzerinden ona baktığımda gözleri kalçama kaydı, dikkatle inceledi. "Güzel kıyafetler, yakışmış."
Kafamı karıştırmaya çalışıyordu, bunu bilerek yapıyordu bu yüzden hızlıca gözlerimi onun turkuaz gözlerinden ayırıp Işık'a baktım. Işık ise topu bana getirmek yerine Koza'ya götürdü. Sonra düdüğü öttürdü ve itiraz etmemizi bile beklemedi.
Koza tek başına topu sürmeye başladığında karşısına Bartu çıktı ve topu almak yerine sertçe ona omuz attı. Koza ise dönüp Işık'a baktı ve Işık düdüğü öttürerek, "Faul!" diye bağırdı. Bartu şaşkınlıkla ona baktı, bunu nasıl yapabildiğini anlayamadı. "Bel altı bir hareket. Sarı kart yedin Bartu."
"Lan ben senin kardeşinim," dedi Bartu hiddetle. "Ve bir şerefsiz yüzünden neden sarı kart yiyeyim?"
Koza sırıtarak Bartu'ya bakarken ellerini beline yerleştirip göz kırptı. "Görmeyeli çok büyümüşsün Bartu. Neyle besliyorlar seni? Atla mı?"
Bizim takımdakiler gülmeye başladığında Bartu hepsine ters bir bakış attı. "Sen de görmeyeli çok değişmişsin," dedi ona. "En son hapishane duvarlarına çişinle adını yazıyordun."
"Yerimi işaretliyordum tosun," dedi Koza göz kırparak. "Sizin hapishaneniz bile bana ait."
"Lan!"
"Bartu!" Yankı Bartu'yu kolundan çekerek diğer tarafa yürüttü. "Şunu yapma, dikkat çekiyorsun."
Ben de hızlıca Koza'nın yanına giderek ona öfkeyle, "Bundan keyif alıyorsun, değil mi?" diye sordum. "İnsanları öfkelendirmekten yani?"
Koza etrafına baktı, ben de onunla beraber baktığımda Bartu'yu çekiştiren Yankı'nın bizi izlediğini gördüm. Kulağıma eğildi, Yankı'nın çenesi kasıldı. "Küçük kardeş," dedi keyifle. "Birbirimize bence bu konuda da benziyoruz ha, ne dersin?"
Kaşlarım çatıldı, hızlıca ondan kurtulup diğer tarafa yürüdüm. Takımlar yine karşı karşıya geldiğinde bu sefer Işık topu Lâl'e verdi ve düdükten sonra Lâl topu sürmeye başladı. Direkt kaleye gitti ve bu hataydı. "Lâl!" diye bağırdım. "Pas ver!"
Lâl dinlemedi, Bartu'nun dibinden ayrılmayan kıza doğru koştu, sürdüğü topu bile umursamadı ama kız ondan daha akıllı davranarak topa odaklandı. Tam yanına yaklaştığı sırada aşağıdan kayarak topu onun ayağından aldı ve doğrulup Bartu'ya topu attı. Bartu ayağıyla topu tuttuğunda Lâl’le göz göze geldi, sonra kız onun yanına koştu.
Lâl öfkeyle olduğu yerde durduğunda yanına gidip, "Yapma," diye inledim. "Koş Lâl, koş."
Koştu ama bu sefer koşmasının nedeni kızın üzerine atlamak için gibiydi.
Koza ve Hikmet, Bartu'yu iki yanından kapattığında Bartu hemen yan tarafında duran takımdaki başka birine pas verdi ve o kişi de Yankı'ya pas verince Yankı kaleye yaklaştı.
Mutlu, "Lan!" diye bağırdı. Yankı topla beraber kaleye koşarken Mutlu uzandığı yerden kalktı, dehşet içindeydi. "Lan top geliyor bana doğru, ne yapacağım! İmdat!"
Osman arka taraftan, "Mutlu," dedi heyecanla. "Kaç! Kaçsana!"
Osman'a ters bir bakış atıp, "Mutlu!" diye haykırdım. "Senin işin topu tutmak zaten!"
Koza Yankı'nın önüne çıkıp topu almaya çalıştı ama Yankı izin vermedi hatta topla dans ederek ona büyük bir çalım attı, ardından dönüp, "Bir daha Helin'e bir adımdan fazla yaklaşayım deme," dedi, sonra topu kaleye attığında Mutlu kollarıyla kendini koruyarak kaleden koşarak kaçtı.
Top ağlarla buluştuğunda Bartu Yankı'ya koştu ve ensesinden tutup sarıldı. Diğer taraftan bir kız da Yankı'ya koşup sarıldığında, "Çüş!" diye bağırdım Işık'a baktım. "Faul bu!"
"Ne faul?" diye sordu merakla.
"Kız sarılıyor Yankı'ya," diye homurdandım. "Faul bir hareket bu, çal düdüğü."
"Helin, onlar aynı takımda, sarılabilir..."
Osman Mutlu'nun yanına ilerleyip, "Onu korkuttunuz!" dedi ağlamaklı bir sesle. Mutlu'nun paralel evrenden başka bir yüzü müydü bu çocuk? "Mutlu, iyi misin?"
"Geçti mi? Bitti mi?" Mutlu kendini koruduğu yerde direğin köşesinde dururken, o kaledeyken kazanamayacağımızı anlamıştım. Hızlı ve sert adımlarla ona yürümeye başladığımda parmaklarının arasından etrafına baktı, benim ona yürüdüğümü gördü.
"Mutlu," dedim dişlerimi sıkarak. "Senin işin topu tutmak, toptan kaçmak değil."
Osman Mutlu'yu ayağa kaldırdı, Mutlu ise kaşlarını çatıp topu gösterdi. "Top çok sert geliyordu!"
"Ya nasıl gelecekti?" diye sordum hırsla. "Top bu, pamuk değil."
Tam o esnada Koza, "Ben kaleye geçerim," deyip Mutlu'nun yanına ilerledi. "Mutlu'yu oyuna dahil edin, en azından ortada koşup dursun."
"Sensin ortada koşup dursun, Van Kedisi," diye hırladığında Koza'nın söylediğini baş hareketiyle kabul edip Mutlu'yu sahaya yürüttüm.
"Mutlu," dedim ona eğilip. "Ortada koş. Ayağına yanlışlıkla filan top gelirse bana ya da Lâl'e topu at. Tamam mı?" Mutlu kaşları çatık bir şekilde hâlâ Koza'ya bakıyordu. "Mutlu!" diye homurdandım. "Bana bak, duydun mu?"
"Duydum!" dedi yüksek sesle, sonra kolunu elimden kurtarıp ortaya yürüdü.
Top Yankı'nın ayağında başladığında peşinden koştum ve topu almak için önüne çıktım. Ayağında topu dans ettirirken, "İstiyor musun?" dedi aşağı tarafı göstererek. Çevremizde diğer takım üyeleri de vardı ama aldırış etmiyordu.
"Neyi?" diye sordum cilveli bir sesle, karşılıklı dans ediyor gibiydik.
"Neyi istersen," diye karşılık verdi. "Sen karar ver."
Gülümseyerek yan tarafına geçtim, vücudum vücuduna sürtündü. "Peki ya sen istiyor musun?" diye sordum. Ayakları duraksadı ama benden bir adım geri çekilerek onu engellememi istemedi.
"Neyi?"
Onun gibi kaçamak yanıt vermek yerine, "Beni," dediğimde Yankı durdu, bana dönüp baktı ve gözlerini açtı.
Bunu yaptığı anda ayağındaki topu alıp koşmaya başladım ve kahkaha attım. Arkamdan Bartu’nun Yankı'ya, "Sen iyice kör oldun, kör," dediğini işittim. "Kafayı yedin."
Topu Lâl'e pasladığımda Lâl'in arkasındaki Bartu'yla görüşen kız topu almak için zıpladı ama Lâl masum bir şekilde gülümseyip yavaşça kızın ayağına çelme taktığında kız havalandığı yerden inip yere kapaklandı. Bu yaptığını ben, Bartu ve Işık dışında kimse görmedi.
Bartu kızın yanına koştuğunda Lâl umursamadan kaleye ilerleyip Hikmet'e pas verdi.
"Faul lan!" diye bağırdı Bartu Işık'a. "Buna faul versene!"
"Maalesef," dedi Işık muzipçe gülümseyerek. "O kız bunu hak etmişti, kardeşim için faul değil."
"Ooo," dedi Mutlu, Işık'ın yanına gidip elini omzuna atarak. "Nereden baksak kral hareket be?"
"Mutlu, orada ne duruyorsun?" diye haykırdım. "Topun peşinden niye koşmuyorsun?"
"Mafyalar ve prensler hiçbir şeyin peşinden koşmaz," dedi sırıtarak Mutlu.
Tam o sırada Hikmet'in bağırış sesini duyduğumda gol attığını gördüm ve heyecanla ellerimi birbirine çarpıp ona doğru koştum fakat düşündüğümden daha samimi bir tepki verdi, sarılarak beni hafifçe havaya kaldırdı.
Yankı bunu görür görmez sahanın diğer tarafından bize doğru koşmaya başladı, önüne çıkan her şeyi devirecek gibiydi. Hikmet'i kendimden iteklemeye çalışsam da başarısız oldum ama Yankı geldiğinde öyle bir itekledi ki Hikmet tökezledi, arkasındaki kişi olmasaydı neredeyse düşecekti.
Bir anda Yankı çanta gibi beni kolunun altına alıp sarıldığında, "Hikmet, Helin'e bir daha sarılırsan senin kollarını lastik gibi sündürürüm çünkü amacını ve mayanı çok iyi biliyorum," diye hırladı. Beni havaya kaldırıp sarılarak yürümeye başladı, ayaklarım havadaydı. "Ona ben sarılırım, sana ne oluyor lan?"
Hikmet şaşkınlıkla Yankı'ya bakarken, "Sen niye sarılasın, rakipsiniz siz," dedi.
Yankı'ya bu söylediği mantıklı gelmiş gibi beni bıraktı, sonra kaşlarını çatıp Hikmet'e döndü. "O zaman hepinizin yerine sarılırım." Bizim takımdaki bütün erkeklere seslendi. "Birkaçınızın da Helin'e pas verdiğini gördüm." Gözlerim şaşkınlıkla ona kaydı. "Dikkat edin."
"Yankı ne diyorsun?" diye karşılık verdim. "Futbolda pas vermekten daha normal ne olabilir?"
"Sen anlamazsın," dedi kaşları çatıkken. "Adabı vardır pas vermenin, onlar sana pas verirken yan gözle bakıyorlar."
"Bir de bayıl istersen Yankıtu." Mutlu zıplaya zıplaya yanımıza geldi. "İstersen biz çıkalım, siz teke tek maç yapın."
“Lâl!” diye bağıran Işık’ın sesini işittiğimde bakışlarım o tarafa döndü ve Bartu’yla ilgilenen kızın Lâl’e meydan okuyan gözlerle baktığını gördüm, aralarındaki negatif elektrik artmıştı. Sanki onun kim olduğunu biliyordu ve bilerek damarına basıyordu.
"Bartu!" diye bağırdı kız, Lâl’in gözlerinin içine bakarak. “Sana sesleniyorum.”
İçimden bir ses, Lâl konuşamadığı için bir ima barındırdığını söylüyordu ama bunun ihtimalini düşünmek bile midemi bulandırmıştı, kimse bu kadar kötü olamazdı.
Gözlerime Koza takıldı; kalenin köşesine dayanmış, elinde sigarası, yüzünde keyifli bir tebessümle bizi izliyordu.
Bartu onların olduğu tarafa yürüdüğünde Lâl, benim düşündüğüm imayı anladı mı bilmiyordum ama kıza hiçbir şey yapmadan omzuyla omzunu sertçe itekleyip yürüdü.
Işık keyifle kollarını bağlamış izlerken Bartu ona dönüp, "Faul desene!" diye bağırdı. "Faul çünkü!"
Işık tatlı tatlı gülümsedi. "Bu maç esnasında olmadı Bartu, üzgünüm. Hakemi ilgilendirmez."
Yan taraftan onların takımındaki esmer bir adam, "Kardeşin mi bu kız senin?" diye sordu Lâl’i kastederek. "Sanki bir yerden tanıyorum."
Bartu bir Lâl'e baktı, bir adama baktı, sonra korkutucu bir gülümsemeyle, "Sana bir yumruk atarım, top gibi kaleye girersin, gol diye sevinirim," dedi, ardından adamın yakasını kavrayıp kendisine çekti. "Toz ol yoksa toz bulutu yaparım seni."
Işık düdüğünü art arda öttürerek, "Faul!" diye bağırdı Bartu'ya. "Bel altı!"
"Lan ne faulü?" Bartu çıldıracak gibi ellerini saçlarına geçirdi. "Oyun dışında faul olmaz dedin ya?"
"Oyun başlamıştı, kafamın içinde yani." Lâl Işık'a dönüp gülümseyerek saçlarını geriye attı, çenesini kaldırdı, ardından hiçbir şey yokmuş gibi etrafına şöyle bir baktı.
"Kırmızı kart. Oyun dışısın Bartu." Bartu karşı çıkmaya çalıştı ama Yankı onu sakinleştirip oyunun dışına iteklediğinde Mutlu dans ede ede bizim etrafımızda dolaştı.
"YanBar'ın Bar'ı gitti, Yan'ı kaldı," dedi Mutlu Yankı'ya bakarken. "Yanacaksın, yakacağız seni Yankıtu."
"Başlat şu maçı," dedi Yankı Işık'a. Artık karşı takım altı kişiydi ve biz yedi kişiydik. Kazanma ihtimalimiz daha fazlaydı ama bakıldığı zaman hakem taraf tutuyordu. Bunu dert ediyor muydum?
Pek umurumda değildi, kazanmam yeterdi.
Top bizde başladı, Hikmet topu sürerken Yankı rahatça topu ondan alıp bizim kaleye gitti. Lâl ise bir tazı gibi koşup Yankı'nın ayağından topu almaya çalıştığında Yankı pas verdi, verdiği pas bana geldi.
"Ah, teşekkürler Lider," dedim, topu sürmeye başladım ama onların takımından az önce Yankı'ya sarılan kız da benim ayağımdan topu aldı.
"Ah," dedi bana bakıp. "Teşekkürler canım."
Kızın peşinden koşarken amacım topu almaktan öte kızı düşürmekti ama kız pası Yankı'ya verip göz kırptı.
Boş bulunmuştum ve lanet olsun ki hata yapmıştım.
Yankı'nın kaleye ilerlediğini gördüm, yanında koşan Mutlu ise ellerini çarpıp ona destek veriyordu. "Hadi Yankıtu!" diyordu heyecanla. "Yapabilirsin, beybeğim! Bastır!"
"Ya Mutlu!" dedim hırsla. "Ne yapıyorsun?" Kendimi tokatlayacaktım neredeyse.
"Çok güzel koşmuyor mu götünü yediğim," dedi hevesle. "Ellerimde büyüdü sıpa. Hadi vur kaleye, vur bakalım." Yankı topu kaleye öyle sert attı ki amacı golden çok daha fazlasıydı, Koza'ya zarar vermekti.
Fakat öyle olmadı. Koza oldukça çevik bir hareketle uzanıp topu kaparak yere düştü ve sıkıca kavradı. Yankı'nın elleri yumruk olurken, Bartu dışarı çıktığı yerde küfür savurdu.
"Sana demiştim Sonuncu," dedi göz kırparak. "Sadece ben istersem beni yenebilirsin."
Aradaki gerilimi hisseden Işık, "Hâlâ iki-bir," diye bağırdı. "Herkes yerine geçsin."
Bu şekilde ilerlerken sonraki gol yine bizden geldi ve golü atan yine bendim. Kaledeki kızın bu sefer tam karnına isabet ettirmek istemiştim ama o topu tutayım derken, topla beraber kaleden içeri girmişti.
Üç-bir iken üç-iki yapan kişi Yankı'ydı. Koza'nın kurduğu cümle ağrına gitmiş olacak ki bütün hırsıyla tek başına koşup, bütün çalımları atıp topu ağlarla buluşturmuştu. Sonra Koza'ya dönüp demişti ki: "Yanlış biliyorsun Koza, ben istersem sen kazanırsın, ben istemezsem asla kazanamazsın."
Üçüncü golü de Yankı attı ama bu sefer şansınaydı çünkü Bartu diğer taraftan Koza'nın kafasına şişe atıyordu ve dikkati dağılan Koza şişelerden kurtulmaya çalışırken Yankı golünü atmıştı.
"Üç-üç!" dedi Işık. "Beş olan kazanacak! Hazır mısınız?"
Hiçbirimizden ses çıkmadı, işler kızışıyordu. Karşımda duran Yankı'ya bakarken ellerimi yumruk bile yapmıştım, o ise pis pis sırıtıyordu.
Top onların ayağında başladı ama Lâl, bütün gücüyle karşı takımdaki bir kızın ayağından topu aldığında pas verecek birilerini aradı. Ben çok uzakta olduğum için hiçbir şey yapamıyordum bu yüzden, "Mutlu!" diye haykırdım ona doğru. "Sana pas verecek Lâl!"
Lâl bunu duyar duymaz sağ tarafına baktı ve topu ona attığında Mutlu, zorlukla da olsa ayağıyla durdurdu ve üzerine doğru koşan üç kişiye bakarken gözlerini kocaman açtı. "Mutlu koş!" deyip ona yetişmeye çalıştım ama Mutlu, karşı takımın kalesi yerine kendi kalesine ilerledi. Herkes afalladığında Koza bile ellerini kaldırıp Mutlu'yu durdurmak istedi ama Mutlu tam kaleye yetiştiğinde isabet alıp öyle sert bir şut çekti ki top kaleden içeriye girdi.
Her şey birkaç saniye içerisinde olurken sahanın içini büyük bir sessizlik kapladı ve Mutlu'nun bağırışları, sevinç çığlıkları dışında başka hiçbir şey duyulmadı. "Gol!" deyip bana doğru koştu ve boynuma sarıldı. "Gol, gol, gol! Gördün mü? Attım!"
Ellerim aşağıda sallanırken Yankı da dahil karşı takım kahkaha atmaya başladı. Lâl öfkeyle Mutlu'nun sırtına vurdu; onu hafifçe itekleyip, "Mutlu, bil diye söylüyorum," dedim. "Kendi kalene gol attın."
Koza lafa atlayıp, "Hakem!" diye bağırdı. "Bu çocuğun senin kardeşin olduğuna emin miyiz?"
Mutlu etrafına baktıktan sonra yüzünü buruşturup, "Gol goldür ama değil mi?" dedi. O an bütün bunları bilerek yaptığını anladım, Mutlu sadece eğlenmek istiyordu.
Kendi kendime söylenerek arkamı döndüm, Işık ise, "Dört-üç," dedi. "YanBar takımı önde." Kaşlarını çatıp Mutlu'ya baktı. "Mutlu sayesinde."
"Ama Helinski," dedi Mutlu peşimden koşarken. "Üç tane koca adam üzerime doğru koştu, üstelik hiçbirisi de Bartu gibi değildi, bana kötü bir şey yapacaklar sandım, ne yapayım? Ya beni öpselerdi?"
"Mutlu, onlar topun peşinde, topun!" diye inledim. "Senin yüzünden kaybedeceğiz."
Yankı omzuyla omzuma hafifçe çarpıp yanımdan geçti. "Tek bir gol. Tek gol sonunda rezil olacaksın, hazır mısın?"
Bartu sahanın dışından kahkahalar atarken, Lâl fazlasıyla hırslanmıştı. Kaybetmek istemiyordu, kaybetmek istemiyordum.
"Çok beklersin," dedim Yankı'ya. Sonra Işık'a döndüm, elimle mola işareti yaptım.
Işık, "Beş dakika ihtiyaç molası," diye bağırıp direkt bizim takımımıza doğru yürüdü.
Takımdaki altı kişi yanıma gelirken Koza kalenin orada durmaya devam etti ve Işık'a bakışlarını gönderdi, Işık ise kaçamak gözlerle ona bakıyordu. Cebinden bir sigara daha çıkarıp yaktı, derin bir nefes çektikten sonra Işık'a bakarak, "Sonuncu!" diye seslendi. "Sana bir teklifim var!"
Yankı kendi grubunun olduğu yerden ayrılıp bize baktığında Koza da ona doğru adım attı. Bu adımların sağlamlığı mı yoksa gözlerindeki alay mı bilmiyordum ama duyacağımız teklif, can yakıcı bir teklif olacaktı, emindim.
Karşılıklı durduklarında olacaklardan çekindiğim için onlara doğru ilerledim, Lâl ile Mutlu uzak kaldı, Işık da öyle ama Bartu diğer taraftan yanımıza yürüdü.
"Bahis olmadan oyun olmaz," dedi Koza, sigarasından büyük bir nefes çekip, sonra o sigarayı Yankı'ya uzattı. "İddia istiyorum."
Yankı'nın sigarayı alacağını düşünmüyordum ama uzanıp aldığında şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Dudaklarının arasına yasladı, içti ve sonra tekrar Koza'ya verdi.
"Ne istiyorsun?" diye sorup ardından ekledi. "Planının olduğunu biliyordum, sabırsızlıkla ne diyeceğini dinliyorum."
Koza başını aşağı yukarı salladı. "Plansız hareket etmem ama iddia seni korkutabilir Sonuncu." Bakışları bana döndü. "Sevdiklerine zarar gelmemesi konusunda oldukça temkinlisin çünkü."
"İddia ne?" diye sordu Yankı uzatmadan.
Koza etrafına bakıp Yankı'ya eğildi. "Eğer biz kazanırsak," dedi sakin bir sesle. "Benimle beraber çalışmanızı istediğim bir iş var. Yedi kişi, hep beraber. Sokak Nöbetçileri, Helin ve ben." Daha fazla eğildi, Yankı da ona yaklaştı. "Eskiden olduğu gibi, sen ve ben. Anlarsın ya?"
Eskiden olduğu gibi mi? Gözlerim Yankı'ya kaydı ama o şaşırmış gibi değildi. "Ne işi?"
"Önemi var mı?" Koza'nın sorusu, Yankı'nın bakışlarını kardeşlerine çevirmesine neden oldu.
"Çok mu tehlikeli?" diye sordu.
"Şimdiye kadar yaptığın en tehlikeli iş olacak."
"Sonunda ölüm olacak kadar mı?"
Sonunda ölüm olacak kadar."
"Peki ya," dedi Yankı sessizce. "Bunun içinde de bir planın varsa?"
"O işe çıkmadan ve benimle iddiaya girmeden bunu bilemezsin," diye mırıldandı. "Oyunlardan keyif aldığını biliyorum Sonuncu. Korkacak mısın yoksa?"
"Yankı..." Koza'ya güvenmiyordum, ona hiç ama hiç güvenmiyordum ama Yankı, benim sesimi duymadı bile.
"Tamam," dedi düz bir sesle. "Ama eğer ben kazanırsam..."
Koza kollarını önünde birleştirdi. "Şimdi seni dinleyelim."
Bartu yanımıza yaklaşmak üzereydi, adımları ise sağlamdı. Yankı etrafına baktı, Işık'la göz göze geldiğinde yutkundu. Ardından bana baktı, süzdü ve kendi içinde büyük bir karar veriyormuş gibi gözlerini kapattı. Âdemelması hareket ederken, Koza ne söyleyeceğini anlamış gibi, "Bunu istemezsin," dedi. "Yapma."
"Aslında ne istediğimin önemi yok." Yankı gözlerini açtı, beni es geçti, Işık'ı es geçti ve Koza'ya elini uzattı sıkması için. "Eğer ben kazanırsam Helin ve Işık'la nasıl bir bağın olduğunu anlatacaksın bana."
Korktum, titredim hatta geriye bir adım attığımda Bartu'ya çarptım. Sessizlik oldu; Koza, Işık yerine direkt bana dönüp baktı ve kaşlarını havaya kaldırdı. İki yana salladığım başım öylesine silikti ki bunu sadece o gördü, korkularımı gözlerimden anladı.
"Hadi ama Koza," dedi Yankı. "Oyunları seviyorsun ama gördüğüm kadarıyla sen korkaksın."
Yapmamalıydı, normalde yapmayacağı bir şeyi oyun için yapmamalıydı ama böyle olmadı.
Koza uzanıp Yankı'nın elini sıktığında, "Hangimiz kazanırsak kazanalım, seninle benim değil, başkalarının canı yanacak Sonuncu," deyip derin bir nefes verdi. "Anlaştık. Eğer sen kazanırsan onlarla aramdaki bağı öğreneceksin ama eğer ben kazanırsam..." Sessizlik oldu, sonra çenesini havaya kaldırdı. "Hep beraber mahvolacağız."
Paragraf Yorumları