logo

18. TARİHLER VE LANETLER

Views 333 Comments 0

Helin Aktan'ın güncesinden...

26.09.2019, Cumartesi

Yeniden doğduğum tarih. Günler artık eskisinden daha önemli. Bugün Yankı Sarca'yla beraber bisikletten düştük, çamura bulandık. O, bugün benim saçlarımdan öptü. O bugün benim gözyaşı akarsularımdan öptü. Daha önce kimse öpmemişti.

O bugün iddiayı kaybetti.

"Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin"

Üzerini karaladım.

"Sadece Helin"

***

Yankı Sarca'nın güncesinden...

26.09.2019, Cumartesi

Yuva'nın yeniden doğduğu tarih.

Günlerin artık kendi anıları var. Bugün kendi isteğimle bisikletten düştüm.

O iddiayı kaybetmek için.

“Beşinci Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca”

“Sonuncu Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca”

Tarihlere önem veren birisi değildim. Günün sonunda kendimi perişan halde bulduğum zamanlar bile aklımın içinde yer etmemişti. Anıları diriydi ama tarihlerini asla hatırlamıyordum. Düşündüm, düşündüğüm sürede hatırladığım tarihleri gözden geçirdim. İnsanlar mutsuz günlerinin tarihlerini hafızasından silebilirdi ama mutlu günlerinin tarihlerini hafızasından silemezdi.

Biraz daha düşündüm, düşünürken kendimi kaybettim.
Mutsuz günlerimin hiçbirinin tarihlerini hatırlamadım, mutlu günlerimin tarihleri ise aklımdaydı.

Hepsi Yankı Sarca'yı barındırıyordu.

Ve Sokak Nöbetçileri'ni.

Bugünün tarihi de o diğer günlerle beraber aklıma kazınmıştı. Ekim yirmi altı, günlerden cumartesi. Birçok ilkimin başladığı tarihlerden bir tanesi.

Boylu boyunca çamura bulanmışken ve onun yüzüne bakarken geçen saniyelerde bunları düşünüyordum. Yüzünün yarısı çamurluydu, kirpiklerine bile çamur bulaşmıştı. Saçları koyu kahverengi olmuştu. Aralıklı duran dudaklarından vuran nefesleri yüzüme çarpıyordu. Saçlarım yüzünde dalgalanırken elim göğüs kafesinin üzerine denk gelmişti.

Benim kalbim kendini feda edecek kadar hızlı atıyordu, onun kalbinin ritimleri ise yerindeydi; avuçlarıma kalbi çarparken bu atışları sevdiğimi fark ettim.

"İddiayı kaybettin," diye mırıldandığımda çamurun kokusu bile onun kokusunu yok edemiyordu. "Bu ne demek oluyor?"

Yankı, gülümsedi. O meşhur, içten gülümsemelerden birisiydi. Böyle güldüğü zamanlar, ona hiç kötülük bulaşmamış, bana bulaşan kötülükleri silebilirmiş gibi geliyordu.

"Bu demek oluyor ki," diye kısık bir sesle soluduğunda gözleri dudaklarıma doğru kaydı. "Seni öpmek zorundayım." Başını yana doğru yatırdı, bakışları kısıldı. "Bu demek oluyor ki başka çarem yok, başka yolum yok, başka bir seçeneğim yok."

Kaşlarım havaya doğru kalktı. Yağan yağmur gitgide artmıştı ve üzerimize yağarken çamura daha fazla bulanıyor, daha fazla batıyormuş gibi hissediyordum. "Zorunlu olduğun için mi yapacaksın?" Nedense kırılmıştım. "Eğer öyleyse bunu kabul edemem, hep dersin ya her zaman başka bir yol vardır. Şu anda olmalı."

"Her zaman başka bir yol vardır." Eli çenemi tuttu, baş parmağı çenemdeki çamurları temizledi. "Ama ilk defa başka bir yolum yok, bulamıyorum." İstekle gözlerimin içine baktı. "Hem takıldığın sadece zorunda olduğum için mi seni öpmem? Bakıyorum da dünden razısın."

Çocuk gibi kaşlarımı çattığımda çenemi onun elinden kurtardım. "Ben mi dünden razıyım?" Gözlerimi açtım. "Ben razıyım öyle mi?" Yattığım yerden kalkmak istedim ama bir anda eli belimi kavradı ve kalkmamı engelledi.

"Yoksa istemiyor musun?" Eli tekrardan çenemi tuttu, diğer eli belimi kavramaya devam etti. Baş parmağı yukarıya doğru çıktığında kalbimin sesini duyacak diye ödüm kopuyordu ama neyse ki yağmurun sesi onu bastırıyordu. Parmağı, dudağımın üzerindeki çamuru temizledi; daha fazla çamur hissettim ama onun dokunuşu yutkunmama neden oldu.

"Zorunlu olduğun hiçbir şeyi istemiyorum," diye fısıldadığımda benim de gözlerim dudaklarına doğru kaydı. "Mutlu'ya öpüştüğümüzü söyleyebiliriz."

Yankı'nın gözleri hızlıca gözlerime tırmandı ve gülümsedi. "Öpüştüğümüzü demek." Belimde duran parmaklarının baskı yaptığını hissettim. "Gerçekten başka bir yol yok bu saatten sonra." Gözleri kısıldı, bana öyle bir baktı ki sıcaklığı sanki bütünümü sardı. "Olamaz."

"Öyle mi?" Alt dudağımı içeriye doğru kıvırdım ama çamurun tadını aldığımda geri bıraktım. "Zorunlulukları bir kenara bırak Yankı, rahat ol."

Yine kızardığımı hissediyordum ve kendimi öyle iyi tanıyordum ki bu beni şaşırtıyordu. Kızaran birisi değildim, böyle sohbetlerde yanaklarına ateş basan birisi de hiçbir zaman olmamıştım. Gerçi genelde böyle konuşmaların sonu ya yüze bir yumrukla biterdi ya da kasığa tekmeyle fakat bunların hiçbir önemi yoktu.

"Ama biliyorsun," dediğinde yattığı yerden biraz daha doğruldu ve dirseklerinin üzerinde durdu. Yüzü yüzüme daha fazla yaklaştığında turkuaz gözlerinin parladığını gördüm. "Ben asla yalan söylemem, yalanı tercih etmem. Ve..." Parmakları çenemden yanağıma doğru kaydı. "Kaybettiğim bütün iddiaları da öderim."

"Ama tam olarak kaybetmiş sayılmıyorsun," deyip onun içini rahatlatmak istedim. "Yani senin dikkatini dağıtan bendim ve yavaşlamıştın..." Duraksadığımda kaşlarım havaya kalktı. "Sahiden, nasıl düştün sen? Fazlasıyla yavaşlamıştın."

Yankı, dudaklarını büktü ve yüzüme bakarken bir süre sessiz kaldı. Her ne söyleyecekse kafasının içinde düşündüğü belliydi. "Bir şeyler oldu," dedi tam gözlerimin içine bakarak. "Dengem sarsıldı. Bir nedenim olmalıydı, düşmek zorunda kaldım." Yüzüme biraz daha yaklaştı. "Ben de düştüm."

"Nedenin mi olmalıydı?" Anlamayan gözlerle ona bakarken keyif aldığı her halinden belliydi. "Seni anlamıyorum, Yankı Sarca."

“Rüzgâr, atıştıran yağmur,” diye mırıldandı. “Çamur, sıcaklık, hızlı atan bir kalp, huzur veren bir tebessüm ve dengelerin tamamen yok olması. Sen yine şu ana benziyorsun, Helin.” Yüzündeki keyifli ifade yavaş yavaş silindi. "Haklısın," dedi bakışlarını benim üzerimden ayırarak. "Yankı Sarca'yı artık ben de anlayamıyorum."

Gözleri her nereye daldıysa düşündükleri onu benden uzaklaştırdı; o an birbirimizden ruhsal olarak uzaklaşmamıza neden oldu. Bakışlarında sanki suçlayıcı bir ifade vardı, bu suçlama bana değil, kendine gibiydi. Yankı Sarca'yı suçluyordu, anlaşılmadığı için değil, kendini anlayamadığı için.

Bunu ona ben mi yapmıştım? Eğer ben yaptıysam da bu hoşuma gitmişti çünkü onun üzerinde etkim olduğunu görebilmek, bir nebze de olsa onun kafasında yer alabilmek için kendimi değerli hissettirmişti.

"Sana bir şey itiraf edeceğim," diyerek söze girdim ve lafı değiştirmek istedim. Bakışları yine yüzüme döndü, tek kaşını havaya kaldırdı.

"Yoksa," dedi ciddiyetle ama devamında alaya alacağını anlamıştım. "Beni liderin olarak öpmek istediğini mi söyleyeceksin?"

Gülümseyerek, “Üzgünüm ama sözlüğümde 'Liderlik' böyle konular için kullanılmıyor," diye takıldım. "Senin sözlüğündeki liderliğin ise birçok tanımı var."

"Çünkü benim kendime ait sözlüğüm var," dediğinde yine o keyifli tını yerine gelmişti. "Mesela sözlüğümde Helin'in de bir tanımı var." Meraklı gözlerle ona baktığımı fark ettiğinde başını iki yana salladı. "Değişmeyecek bir tanım. Her zaman aynı kalacak bir tanım."

Yüzüne bakmaya devam ettim ama sustu. Başka hiçbir şey söylemediğinde, “Ve?" dedim. "O tanım ne? Beni mi anlatıyor?"

"Seni anlatıyor," dedi bir anda. Birkaç saniye daha sessizliğe gömüldü sonra her ne söylemek istiyorsa kendiyle savaşını bırakıp dile getirdi. "Sana baktığımda hissettiklerimi anlatıyor."

Başka hiçbir söylemedi, diretsem de söylemeyeceğine emin oldum. Çünkü o Yankı Sarca'ydı. Eğer söylemek istemiyorsa bir nedeni vardı. "Peki," dedim dudaklarımı bükerek. "Bir gün bunu bana söyler misin?"

"Kim bilir," dedi. "Belki de söylemişimdir, belki de hep söylüyorumdur, belki de sen anlamıyorsundur, Helin." Çenesini aşağıya doğru indirdi, kirpiklerinin arasından bana baktı. "Helin," dedi tekrardan. "Belki birgün anlaman için sana gösteririm."

Yüzünü izledim. Uzun kirpiklerini, kısık bakışlarını, dağınık, özensiz saçlarını. Kalın dudaklarını. Kirli sakallarını. Gülümsediğinde dudağının kenarında oluşan o oyuğu. Yankı Sarca'nın turkuaz gözlerini izledim. Açık gökyüzünün güneşli havalardaki rengi. Dıştan içe doğru rengi açılıyordu, göz bebeğine doğru rengi sarıya dönüşüyordu.

Onu düşündüğümden daha uzun süre incelediğimi fark ettiğinde, “İtiraf edeyim o halde," diye mırıldandım. "Önceden tarihlerin benim için hiçbir önemi yoktu ama artık var nedeni ise mutlu günlerimin olması. İnsanlar hep kötü günlerini unutamıyor. Ölüm tarihi mesela. Terk edilme tarihi." Başımı eğdim. "Doğum tarihi." Bu onu şaşırttı. "Bunların hepsi kötü günler. Ama sonra sizinle tanıştım. Mutlu günlerim başladı, bu günleri aklımda tuttuğumu fark ettim. Bugün mesela. Yirmi altı ekim, cumartesi. Bugün doğum tarihlerinin güzel olabileceğini anladım. Ve..." Başımı eğdiğim yerden kaldırdım. "Bisikletten düştük, beraber. İddiayı kaybettin. Bilmiyorum, aptalca gelebilir ama bu tarihi hiçbir zaman unutmayacağım."

Söylediklerimi tek tek dinlerken bakışlarının değiştiğini fark ettim. Daha derin bakmaya başladı, beni daha fazla anlıyormuş gibi bakmaya başladı. Yankı, benim bile göremediklerimi görüyormuş gibi bakmaya başladı. "Kötü günlerinin hiçbirisinin tarihi aklında yok mu?" diye sordu ve bunun onu şaşırttığını anladım.

"Yok," diye yanıt verdiğimde daha fazla şaşırdı. "O günleri hatırlıyorum, inan tek bir parçasını bile unutmadım ama doğum günlerim dışında hatırladığım başka kötü bir tarih yok."

Belimdeki eli yavaş yavaş omzuma doğru tırmandı daha sonra gerdanımdan kalbimin üzerine indi. Avcunu kalbime doğru bastırdığında zaten hızlı atan kalbim daha fazla attı; bunu fark etti ama üzerinde durmadan, “Kendini vurduğun tarih," diye sordu. "Benim buna izin verdiğim tarih. Bu aklında mı?"

Başımı olumsuz anlamda hızlıca iki yana salladım. "Bana o günün tarihini sorsalar söyleyemem ama bisikletimi boyadığınız tarihi sorsalar hemen söylerim. Lunaparka gittiğim tarihi sorsalar da hemen söylerim."

Elini kalbimden çekti. Yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuştuk fakat üşümek bir yana dursun ateşin içinde kalmışçasına kavrulduğumu hissediyordum. Avuç içlerim, yanaklarım, parmaklarım. Ateş içindeydi. "Artık eminim," dediğinde sesi kederliydi. "Bütün mutsuzluklarınla, yaşadıklarınla, yaşamak zorunda kaldıklarınla yaşlı bir kadın kadar yorgunsun ama bütün mutluluklarınla, yaşayamadıklarınla, heveslerinle beş yaşındaki bir çocuk kadar da umutlusun." Tam gözlerimin içine baktı. "Sen ikisinin arasında sıkışmışsın ve ikisinin de yolu birbirinden farklı."

Kendimi anlatmak isteseydim bu şekilde anlatamazdım biliyordum ama onun bu cümleleri, kendimi daha fazla görmeme neden oldu. Yaşlı bir kadın, yorgun; umutlu bir çocuk, hevesli. Kendimle sürekli çatışmamın nedeni buydu. Bir tarafın yolu ihanetten geçiyordu, bir tarafın yolu sadece huzuru seçiyordu. Beni bu zamana kadar hep o yaşlı kadın yönetmişti, Yankı heveslerimi ortaya çıkaran kişi olmuştu.

"Söylesene," dedim ona biraz yaklaşarak. "Bu yaşlı kadın ve çocukla beraber sadece güzel tarihleri hatırlayabilir misin? Benimle beraber sadece bu günleri not edebilir misin? Bakarsın, biz yaparız sonra başkaları da yapar. Dünya böyle değişir."

Kabul etmeyeceğini düşünüyordum. Onun için kötü günlerin de anlamı vardı, asla unutmazdı, Yankı'yı bu kadar tanımıştım. "Senin aksine," dediğinde kısık sesle konuşuyordu. "Güzel tarihleri değil, hep kötü tarihleri hatırlarım." Durdu. Baktı. Nefesini verdi. "Hatırlardım. Artık güzel tarihleri de hatırlayacağım." Burnumun ucuna parmağıyla vurduğunda göz kırptı. "Yirmi altı Ekim, Cumartesi. Bugün bisikletten düştüm. O iddiayı kaybettim. Unutmayacağım."

"Yani kabul ediyorsun?" dedim şaşkınlıkla gözlerimi açarak. "Benimle beraber güzel günlerin tarihlerini de unutmayacaksın."

"Unutmayacağım," dedi. "Günlükler biraz da güzel günler için yaşasın." Bir kez daha burnumun ucuna vurdu. "Yeniden doğdun Helin. İyi ki yeniden doğdun. Bugünü unutmamamın bir nedeni de bu olacak."

"Teşekkür ederim, Yankı," dedim içten bir sesle. "Gerçekten teşekkür ederim. Yeniden doğdum, kendi doğum günümden vazgeçtim. Bana neden böyle iyilikler yapıyorsun, bilmiyorum ama en çok bunun için teşekkür ederim."

Bakışları değişti, kaşları çatıldı ve göz ucuyla etrafına baktıktan sonra, “Teşekkür edecek bir şey yok," dedi. "Liderin olarak. Sadece liderin olarak." Sonra bu söylediğine gülümsedi. "Çünkü liderler, altındaki kişilerin güzel tarihlerini beraber hatırlar ve yeniden doğmalarına izin verir."

Gözlerimi devirdiğimde ve güldüğümde, “Yeni bir tanım daha yerleşti sözlüğe," dedim. "Hem altında mı?" Ona üstten bir bakış attım ve ellerimi çamurlara yerleştirerek havaya doğru kalktım. Saçlarım iki yanımdan sarkarken, “Şu an altta olan maalesef ki sensin," dedim keyifle. "Bu durumda ben lider mi oluyorum?"

Bu hareketimi beklemediği açıktı. Gözleri açıldı, beni bir süre inceledi ardından bir anda omuzlarımdan itekledi ve sırt üstü çamura düşmeme neden oldu. Sonrasında bacakları iki yana açıldığında ve üstüme çıktığında bu sefer ellerini çamura batırma sırası ondaydı. "Hım," dedi tek kaşını kaldırarak. "Ne diyorduk?" Yüzüme doğru yaklaştı, bedeni bedenime değmese de kendimi o çamurun içine gömülmüş hissettim. "Ben her zaman senin üstündeyim." Bir süre süzdü. "Liderin olarak."

"Ya ben üstte olmak istersem?" diye sordum nefesimi tutarak.

Güldü. "Buna o an karar versek?"

"Hangi an?" diye sordum.

"O an," dedi bir anda.

"Ama hangi an?" diye sordum gözlerimi açarak.

"Üstüme çıkmak istediğin ve üzerinde siyah iç çamaşırlarının olduğu an."

"Ne?" diye bağırdığımda ve yattığım yerden doğrulmak istediğimde beni yine omuzlarımdan itekledi. "Siyah iç çamaşırlarının konuyla ne alakası var?" Öyle çok bağırdım ki Yankı gözlerini kocaman açtı.

İşaret parmağı dudaklarına doğru gittiğinde, “Sessiz ol," dedi ve ilerideki ağaçlıkların oraya doğru baktı. "Şu an izleyicilerimiz var..."

"Ne? Oha!" Haykıran Mutlu'nun sesiyle beraber dehşetle gözlerimi açtım, Yankı'nın cümlesini ağzını tıkmıştı. "Siyah iç çamaşırlarını görmek istiyorum, soyun mu dedin sen?"

"Mutlu!" diye bağıran Işık'ın sesi utanç dolu geliyordu. "Ne bağırıyorsun, yakalandık işte!"

"Kızım soyunacaklar!" Kahkaha attı. "Görmüyor musun? Yankıtu heyecandan kör olmuş, her şeyi siyah görüyor."

Yankı "Çıkın ortaya," diye seslendi. "Dakikalardır orada olduğunuzu biliyorum zaten!"

Tam o anda, arkamızdaki çalılıkların oradan Işık'ın sonra da Mutlu'nun çıktığını gördüm. Bulunduğumuz pozisyondan ötürü tam olarak arkama bakamasam da Yankı'nın hâlâ üzerimde olması daha fazla yanaklarıma kanın ulaşmasına neden oldu.

"Ne?" diye bağırdı Mutlu tekrardan. Bu sefer bizim üzerimize doğru yürüyordu. Yanaklarına gizli bir görevdeymiş gibi çamurları sürmüştü, kafasında ağacın yaprakları vardı. Kendini gizlemek için seçtiği yöntem oldukça komik görünüyordu. "Sizi dikizlemek mi?" Kafasını iki yana salladı. "Katiyen, asla ve hiçbir zaman sizi dikizlemedik. Hatta fotoğraflar da çekmedik. Hatta ve hatta videoya bile almadık!" Bakışları bana döndü, eğildi ve fısıldadı. "Siyah yerine turkuazı denesene kızım, ne siyahı? Adam kör olmuş, gözü gönlü açılsın."

Turkuaz iç çamaşırını hatırlatması Yankı'ya ters bir bakış atmama neden olduğunda o çoktan üzerimden kalkmıştı. Pantolonu, kazağı, yüzü, her yeri çamur içindeydi. Işık yanıma gelip bana yardım ederek ayağa kaldırdığında da benim de aynı şekilde olduğumu fark ettim.

"Mutlu," dedi Yankı. "Lâl ile Bartu nerede?"

"Onlar eve gittiler, Lâl'in midesi bulanıyormuş," dedi ama gözlerini bizden bir an bile ayırmadı. "Biraz daha sessiz konuşsaydınız, birbirinizi bile duyamayacaktınız. Hiçbir şey duyamadım, anlıyor musunuz?" Kaşları çatıldı. "Neyse ki dudak okuma konusunda çok iyiyimdir."

Yankı ellerini cebine yerleştirdi daha sonra çamurları fark ettiğinde yüzünü buruşturdu. "Ne konuştuk?" diye sordu ellerine bakarak.

Mutlu yanıma doğru yaklaştı sonra gülerek omzuma vurdu. "Yankı sen Yaşlı dedin Helinski'ye. Yaşlısın, buruşmuşsun dedin." Gözlerim kocaman açıldı. "O da sana dedi ki aynen şöyle 'Söylesene, bu yaşlı ve seksi kadının dudaklarından öper misin?' Sen böyle bir yüzünü değiştirdin sonra burnuna vurdun. Orada tiksindin galiba anlamadım ama kıramadın da kızı. Doğum filan dediniz. Sen galiba Helin'e dedin ki 'Biraz daha zorlasak beni doğururmuşsun.'"

"Ne?" diyerek kendimi tutamadım ve gülmeye başladım. Kahkaham çınlarken Yankı umutsuz bir şekilde kafasını iki yana sallıyordu. "Muhteşemsin dudak okumada," dedim gülüşümün arasında. "Başka ne konuştuk? Böyle bir yetenek olamaz."

Mutlu, kaşlarını çattı. "Yaşlı demediniz mi hiç?"

"Dedik," dedi Yankı.

"Peki ya doğum?"

"Dedik," dedim bu sefer.

"E ne anlamam gerekiyordu?" dediğinde ters bir bakış attı. "Hem sonra liderliği konuştunuz. Altta üstte oynadınız o ara çocuk gibi." Dudaklarını birbirine bastırdı daha sonra göz ucuyla Yankı'nın iki bacağının arasını gösterdi. "Helin sana dedi ki 'Biraz da ben üstte durayım, seninki çalışmıyor galiba Lider beyefendi.'"

Yankı uzanıp Mutlu'nun kafasına vurmak istediğinde Mutlu kaçtı ve orta parmağını gösterdi. "Şu halimi görüyor musunuz? Öpüşeceksiniz, sevişeceksiniz diye yağmurun altında çamurun içinde Bihter ile Behlül'ü yakalamaya çalışan Beşir gibi oldum. Onların da böyle bir sahnesi vardı ama sonu ateşli öpüşmeyle bitti. Siz peki?" Sesini inceltti. "Beni öpecek misin?" Sesini kalınlaştırdı. "Liderin olarak." Kendi sesine döndü. "Yok develerin kafası aslında çükleriymiş daha neler."

Son kurduğu cümleyi düşünürken develere karşı artık bakış açımın değişmeye başlayacağının da farkındaydım. Develer, kafaları ve çükleri? Mutlu'nun hayal gücü gerçekten bambaşkaydı.

"Sana eve gidelim, Yankı fark eder, demiştim," dedi Işık Mutlu'ya dönerek. "Bizim gözümüzün önünde mi bir şeyler yaşayacaklardı?"

"Yaşayacaklar tabii ki efendim," dedi Mutlu ve telefonunu havaya kaldırdı. "İddiayı kaybetti Yankıtu. Gözlerimin önünde Helinski'yi şapur şupur yiyecek, ben de Beşir gibi ağlaya ağlaya izleyeceğim ama mutluluktan." Ellerini birbirine çarptı. "Üç iki bir, kayıt. Hadi öpüşün."

Yankı'yla birbirimize baktık daha sonra ona baktık ve yine birbirimize baktık. Mutlu, ikimizin ortasında durdu, gözlerini kıstı. "Bakın, donuma kadar ıslandım, donuma kadar. Şu an öpüşmezseniz gerçekten Beşir gibi..." öksürmeye başladı, "ölüyorum. Yataklara düşerim. Bu sahne şu an puan olarak on ise öpüşmezseniz ikiye düşer."

"Mutlu," dedi Işık ve onu çekiştirdi. "Yankı'nın bakışlarını görüyor musun? Sence öpüşecek gibi mi bakıyor?"

Mutlu'nun gözleri direkt Yankı'ya döndü. "İddiayı kaybettin, adamım. Duydun mu? Kaybettin. Eğer Helinski'yi öpmezsen iki şey düşünürüm. Birincisi erkeklerden hoşlandığını. Bu imkânsız çünkü öyle bir şey olsa şimdiye kadar bana olan aşkından çürümüştün, en iyisi benim çünkü."

Yankı gözlerini devirdi. "İkincisi neymiş?"

"İkincisi," dedi ve yine Yankı'nın iki bacağının arasını gösterdi. "Helinski'nin de dediği gibi koskoca lider Yankıtu'nun minik liderciğinin çalışmadığı."

Yankı, bu sefer Mutlu'yu elinden kaçmadan yakaladı ve kafasına vurdu. "Mutlu," dedi sonra tehlikeli bir şekilde gülümsedi. "Seni bu zamana kadar Bartu'nun elinden ne kadar kurtardıysam o kadar eline bırakırım. Silkelemeyi bırak, basketbol topu gibi sektirir seni."

Mutlu, Yankı'nın vurduğu yeri tuttu ve geriye doğru kaçarken, “Beşir öpüşme, sevişme gördüğünden öldü," dedi. "Ben göremediğimden öleceğim. Aşk-ı Lider Mutlu'nun Ölümü."

"Aşk-ı Lider mi?" dediğimde yüzümü buruşturdum.

"Aşk-ı Lider," dedi tekrar ederek. "Sen de cazibesiz, cilvesiz Helinski. Yazıklar olsun size be." Yürümeye başladı ve yukarıdaki bisikletlerini gördüm. "Size yazıklar olsun, dudaklarınıza yazıklar olsun. Keşke çamura batmak yerine tezeğe batsaydınız. En azından derdim ki bok vardı öpüşmediniz."

Bizim kadar çamura batmamışlardı ama Mutlu'nun kıvırcık saçları, yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuş, düzleşmişti. Kızgın adımları çamurda izini bırakırken Yankı onun peşinden bisikletini kaldırdı ve çamurda bisikleti sürmek istemediği için düz alana kadar Mutlu'nun peşinden ilerledi.

Işık kendi bisikletini alıp benim yanıma geldiğinde ve biz de yürümeye başladığımızda onun üzerimdeki istekli, masum bakışlarını anlayabiliyordum ama aklım hâlâ Yankı'yla az önce yaşadıklarımızdaydı.

Bir anda gözümün önüne telefonunu getirdiğinde ve bir fotoğraf gösterdiğinde geriye doğru çekildim. Murat Can'ın bir fotoğrafıydı, gülümserken atmıştı, elinde bir kâğıt tutuyordu. Kâğıtta 'Benimle çıkar mısın bu gece?' yazıyordu. Sonuna da gülümseme koymuştu. Yazıya bakarken Yankı'ya ettiğim çıkma teklifinde gün vermememin mi sıkıntı olabileceğini düşündüm. Hem bir saniye, Murat Can da benim gibi çıkma teklifi edecek kadar aptal mıydı?

"Şunun tatlılığını görüyor musun?" diye sordu Işık ve telefonu gözümün önünden çekti. "Nasıl hayır diyebilirim ki? Bana 'gözleri Işık' diyor. Hayatına çok kız girmiş ama benim cesaretim onu çok etkilemiş falan. Ha bir de Mutlu'yla çok iyi anlaşacağını söyledi."

Göz ucuyla ona bakıp, “Çıkma teklifine hayır deme ama cevapsız bırak," dedim. "Bu aralar moda bu sanırım." Sonra elimi salladım. "Ayrıca çok klişe bir erkek. Birçok kız tanımış filan ama sen farklıymışsın. Ayrılığı da 'Benden daha iyilerine layıksın' diye olur, eminim."

Işık, önüme doğru geçti, geri geri yürümeye başladı. "Lütfen, Helin," dedi gözlerini kocaman açarak. "Yapsan yapsan sen yaparsın. Lâl beni dinlemiyor, bugün onda bir şeyler var. Murat Can ile konuştuğumu ona söylemeye çalışsam da beni susturdu."

Lâl'i hatırlamak ve onda bıraktığım yarayı düşünmek başımı önüme eğmeme neden oldu. "Belki de kardeşlerine yalan söylemek istemiyordur, Işık." Ayaklarım çamurlara battıkça, o batan çamurların benim hayatımın bir dönemi olduğunun da farkındaydım. "Hem sen bu çocuktan çok mu hoşlandın? Yapma ama beni şaşırtıyorsun."

"Hayır." Işık bir anda durdu ve beni de omuzlarımdan durdurdu. "Hoşlanmak değil, iddiayı kazanmak istiyorum. Hem bir iki buluşmayla âşık olup sonra aşk acısı çekecek biri değilim. Bu yaşıma kadar hiç terk edilmedim mesela."

"Çünkü YanBarMu üçlüsü karşı tarafı ayrılmak zorunda bırakmış." Kafamı iki yana salladım, yürümeye devam etmek istedim ama yine beni durdurdu. Bakışlarım ona döndüğünde, “Işık, altı üstü iddia ve o senin kardeşin," diyerek kaşlarımı çattım. "Kazanmak ve kaybetmek neden umurunda? Hem Mutlu'yla iyi anlaşacağını mı düşünüyor? Bunu hiç sanmıyorum çünkü Mutlu, Bartu Murat Can'ı tost makinesinde kızartırken keyifle izlermiş gibi geliyor."

Sert konuşmamıştım ama sert konuşmuşum gibi başını omzuna yatırdığında ve bakışlarını kaçırdığında üzülmeme neden olmuştu. Benden beş altı santim daha uzundu ve yüzünde tek bir makyaj darbesi bile olmamasına rağmen çok güzeldi. Onu hiç çok yakından inceleme fırsatı bulamamıştım ama şimdi baktığımda Mutlu'yla beraber çok güzel yüz hatlarına sahip olduklarını fark ediyordum. Burnundaki septum piercingiyle, dağınık saçlarıyla, asi bakışlarıyla, köprücük kemiğindeki anahtar dövmesiyle farklıydı. Kuralları dinlemekten hoşlanmazdı.

"Evet, iddia önemli," dedi ağız ucuyla. "Ama bunların dışında Murat Can ile konuştuğumdan beri kendimi daha iyi hissediyorum. Bana beni önemli hissettiren dört kişi var sadece." Beni o insanların arasına katmamıştı. "Ama onların ilgisi kardeşlik, zorunluluk gibi. Tanımadığım birisi için yalandan da olsa önemli olmak bana iyi hissettiriyor ve hayatım boyunca sadece tek bir adamla özel anım oldu. Yaşım yirmi iki, o adam da kötü birisiydi, karanlıktı. Daha iyi birisiyle konuşmak istiyorum, bütün bu insanlardan farklı, normal birisiyle. Karanlık olmayan birisiyle."

Ne demek istediğini, ne hissettiğini anladığımda elim saçlarına uzandı. Diğer adamı sorgulamalı mıydım? "Senin özel hissetmek için birisine ihtiyacın mı var Işık?"

"Bunu sen mi söylüyorsun?" diye sordu bir anda ve bakışları yüzüme döndü. "Aramıza ilk girdiğin günü hatırlıyorum ve şu anı. Bakışların bile değişti, Yankı bunu başardı. Hem dinle," ellerimi tuttu, "sen Yankı'ya teklif ettin değil mi? Ve o reddetti."

"Reddetmedi," dedim kaşlarımı çatarak. "Yanıtsız bıraktı."

"Her neyse," diyerek geçiştirdi. "Bu sana berbat hissettirmedi mi? Murat Can'ı düşün, berbat hissetmez mi? Onu reddetmek ya da yanıtsız bırakmak istemiyorum."

Işık'ın cümleleri yüzüme çarptığında asıl hissetmem gereken bu muydu? Reddetmemişti evet ama yanıt da vermemişti ve görünen o ki çıkma teklifim zaman aşımına uğramıştı. Hayatım boyunca hiçbir erkeğe adım atmamışken ona atmıştım ve kapı yüzüme ağır ağır olsa da çarpılmıştı.

Yankı Sarca beni kabul etmemişti, ben ise kendimi berbat hissetmek yerine üzerine daha fazla düşmüştüm. Duygularım devreye girdiğinde hem aptallaşıyor hem gurursuzlaşıyordum. Üstelik beni öpmesi bile iddiayı kaybettiği için olacaktı.

Kendimi neden bu kadar kötü bir duruma getirmiştim? Bir daha onun yüzüne bakıp gülümsemeyecektim bile.

Bakışlarım ona doğru döndüğünde Mutlu'ya bir şeyler söylüyordu ve yürümeye devam ediyordu; alaylı konuşmasını hissedebiliyordum ama Mutlu ellerini kulaklarına bastırarak onu dinlemiyordu.

"Ne oldu?" diye sordu Işık. "Yanlış bir şey mi söyledim?"

"Hayır," dedim hızlıca. "Aksine gözlerimi açmama neden oldun. Yankı benim çıkma teklifimi neden kabul etmedi sence? Baksana Murat Can'ı birkaç gündür tanıdığın halde onunla çıkmak istiyorsun ve hoşlanmıyorsun bile. Yankı beni istemiyor mu?"

Işık, bu söylediklerimden sonra kaşlarını kaldırdı ve kısa bir süre düşündü; düşünürken yüzünün aldığı şekil değişiyordu. "Bilemiyorum," dedi geveleyerek. "Yankı'yı anlamak zordur, ne desem yanlış çıkar." Elleri omuzlarıma tutundu. "Ama sen reddedilecek bir kız değilsin bence."

"Bir daha onun yüzüne bile gülmeyeceğim," dedim tekrardan ve yine Yankı'ya baktım. O sırada Yankı da omzunun üzerinden dönüp bana baktığında yüzündeki o sevdiğim gülümsemesini gördüm, kendimi tutamayarak gülümsedim.

"Karar seviyem," dedi Işık gülerek. "Aşırı dengelisin be kızım."

"Ha?" diye ona döndüğümde yüzümdeki gülümsemeyi o an fark ettim. Hızlıca düzelttiğimde defalarca kendimi tokatlamak istiyordum, bu nasıl bir etkiydi? "Tamam," dedim bir anda Işık'a. "Akşam dışarı çıkacağız fakat bütün suçlu sensin, bilgin olsun."

Işık yüksek bir çığlık attığında bir anda boynuma sarıldı, zıplamaya başladı. "İyi ki varsın!" dediğinde sesimiz Mutlu'yla Yankı'ya ulaşmış olacak ki durup bize baktılar ve sarmaş dolaş halimize afalladılar. "Bunu yapacağına inanamıyorum!"

Bir kardeş sarılması mıydı? Evet, öyleydi ve hissi, senelerdir onu tanıyormuşum gibiydi. Sanki beraber doğmuştum, beraber büyümüştüm, beraber öğrenmiştim, beraber sevinmiştim. Işık o an benim kız kardeşim olmuştu, bu sıcaklığın tanımı buydu.

Ben de aşağıda duran ellerimi onun beline sardım. "Dinle," dedim kulağına doğru. "Bugün benim doğum günüm." Geriye doğru çekildi ve gözleri açıldı. "Hayır hayır, gerçek doğum günüm değil, yeniden doğum günüm. Neyse bu çok uzun hikâye." Göz ucuyla Yankı'ya baktım. "Bunu o biliyor. Eve gittiğimizde sana bu hikâyeyi anlatmışım gibi davran, kız kıza bir doğum günü partisi yapacağımızı söyle dışarıda. Ben olabildiğince hevesli davranacağım, hiçbirisi hayır diyemez."

Işık'ın gözleri daha fazla açıldı, planımı dinlerken dehşete düşmüştü. "Vay," dedi nefesini tutarak. "Bunu şu an mı yazdın gerçekten? Sen neymişsin yahu."

"Evet." Vücudunu çevirdim, koluna girdim ardından yürüttüm. "Sadece dediklerimi yap. Buna ihtiyacım varmış gibi davranacağım."

"Ama ben vicdan azabı çekiyorum," dedi Işık. "Boş ver, buluşmayalım ve hep beraber senin doğum gününü kutlayalım, olmaz mı?"

"Sakın," dediğimde işaret parmağımı ona kaldırdım. "Doğum günü partilerinden hoşlanmam ve sevmem hem gerçek doğum günüm bile değil, ruhsal bir anlamı var o kadar." Yankı'yla Mutlu'ya yaklaştığımızda sessizce fısıldadım. "En zoru Lâl'i ikna etmek olacak, bunu umarım başarabilirsin."

Onların yanına vardığımızda yüz yüze geldik. Turkuaz gözleri, bir şeyleri çözmek için bizi izlerken, bir daha onun gözlerinin içine bakmayacağım konusunda kendime söz verdim ve bisikletine doğru ilerledim.

***

Odadaki herkes bir tarafa dağılmıştı, herkesin yüzü benimle Işık'a dönüktü ve ayaktaydık. Bisikletlerle eve geldiğimiz anda Işık, kardeşlerine planımızdan söz etmişti.

Yankı'nın tam gözlerinin içine bakıyordum.
Bir saniye, ben ne yapıyordum? Kendime verdiğim söz, ağır bir tokadı yüzüme indirdi.

"Anlamadım ben," dedi Mutlu ve ayağa kalktı. Üzerimizdeki çamurlar hâlâ yerli yerindeydi. Bartu, yayvan bir şekilde oturmuştu, yanında Lâl vardı. Bakışları direkt olarak benim üzerimde de olsa bir şeyler döndüğünü anlamıştı. "Helin bugün yeniden mi doğmuş?" Beni süzdü. "Bu ne biçim bebek lan? Kocaman bu."

Yankı, sandalyede oturuyordu. Bir ayağının bileği, dizindeydi ve kolları bağlıydı.

"Bugün, ben Lâl ve Helin dışarı çıkıyoruz," dedi Işık üçüncü kez. İlk önce Bartu tekrar ettirmişti, sonra Yankı. Şimdi de Mutlu. "Çünkü bugün Helin için çok önemli bir gün. Doğum gününü kutlayacağız, kız kıza eğleneceğiz. Daha önce böyle bir yaşamamış!" Hiçbir tepki vermeden Yankı'nın gözlerine bakmaya devam ettim, çıkma teklifimi neden kabul etmemişti ki?

Işık sertçe dirseğiyle bana vurduğunda, “Ah!" dedim ve yüzümü ona çevirdim daha sonra kızgın gözleriyle karşılaştığımda, “Ahahaha," diye güldüm. "Kız kıza doğum günü partisi mi? Bayılırım! Daha önce hiç böyle bir eğlencenin içinde olmamıştım! Çok eğleneceğiz! Sarhoş olmak istiyorum! Dans etmek istiyorum!" Sesim fazlasıyla yapmacık çıkıyordu ama önemi de yoktu. Işık'ı mutlu etmek için kabul ettiğimi düşünebilirlerdi.

Lâl kendi kendine Işık'a bir şeyler söylediğinde Işık öne doğru bir adım attı. "Yapma canım kardeşim," dedi, eğilerek ellerini tuttu. "Bak o yeniden doğmuş."

Mutlu ellerini arkada birleştirmiş koğuş ağası gibi bir ileri bir geri giderken beni süzüyordu. "Bir bebeğin doğduğu an alkol içmesi ve dans etmesi mi?" Durdu. "Kimin bebeği bu? Baban büyük boy votka şişesi, annen tekila mı?"

Lâl kafasını iki yana salladı, ayağa kalktı ardından odadan çıkmak istedi ama Işık onu kolundan tuttu. Yüzüme bakmadan Işık'a bir şeyler söylemeye devam ettiğinde o an bütün planı bozmasının nedeninin ben olduğumu biliyordum. Artık benim için Lâl hiçbir şey yapmak istemezdi, bunun farkındaydım. Umurunda bile değildim.

Işık, kısık bir sesle, “Benim için önemli," dedi adeta yalvararak. "Kırma lütfen. Senin de yanımda olmanı istiyorum."

"Bir saniye bir saniye," dedi Bartu sessizliğini bozarak. "Siz üçünüz dışarı çıkacaksınız öyle mi?" Ayağa kalktı. "Sen, Helin, Lâl'im öyle mi?" Güldü. "Sarhoş olacaksınız. Ha bir de dans edeceksiniz öyle mi?"

"Öyle öyle," dedi Mutlu tekrardan koğuş ağası moduna geçerek. "Olalım bakalım... Votka ve tekila şişesi katili." Sonra bana baktı. "Babanla annenden bahsetmiyorum, merak etme." Gülmemek için kendimi zor tutuyordum çünkü Mutlu'nun ciddi ifadesi öylesine komikti ki güldüğüm an hevesi kırılmış yüzüme inanmazlardı.

Yankı sessizliğini koruyordu ama bizi izlemeye de devam ediyordu. Bir şeyler düşündüğü belliydi. "Olmaz öyle şey," dedi Bartu bir anda. "Çıkacaksak hep beraber çıkalım. Beraber içeriz. Beraber dans..." duraksadı, "edersiniz."

"Ne olur sen dans etme," dedi Mutlu alnına vurarak. "O kadar berbat dans ediyorsun ki bir öküz görse derisini çıkarır, sana takar sonra utançla kaçar."

"Sus lan," dedi Bartu ters bir sesle. "Ben tango biliyorum. Bir iki üç adım. Biliyorum."

"Hadi oradan Bartukıç," dediğinde Mutlu gülmeye başladı. "Senin bildiğin tango değildir, tangadır, hani şu kadınların altına giydiği ince ipli iç çamaşırı."

Bartu işaret parmağını kaldırıp ona sallamaya başladığında Işık'la Lâl, bir tartışmanın içerisindelerdi ve Yankı'nın gözleri, onlardaydı.

"Gerçekten tango biliyorum!" diye bağırdı Bartu ve herkesin dikkatini çekebildi. Bakışlarımız ona döndüğünde hepimizin gözlerinde inançsızlık vardı. "Gerçekten biliyorum," dedi. "İnanmıyor musunuz?"

Hiçbirimizden tepki gelmedi ama inanmadığımız ortadaydı. Mutlu, öne çıkıp elini Bartu'nun omzuna koydu sonra sıktı. "Üzülme be Bartukıç," dedi başını o omuza koyarak. "Öküzler Birliği'nin en romantiğinin senin olduğunu biliyoruz, yalan söylemene gerek yok." Bakışlarını ona çevirdi. "Beni etkilemek istiyorsan kuyruğunu kalçama vurman yeterli."

Bartu, sertçe omzunu silktiğinde Mutlu'nun başı düştü. "Mutlu," dedi çenesini sıkarak. "Yine çok konuştun ve ben gerçekten tango biliyorum lan. Hem de çok iyiyim."

"Kesin öyledir," dedi Mutlu ve yine ciddiyetine döndü. "Konumuz bu değil." Yine ellerini arkasında birleştirdi, yürümeye başladı. "Bu isteğinizi reddediyorum kızlar. Biliyorsunuz, Mutluga Prens hayır derse hayır."

"Lâl kabul etti," dedi Işık gözleri parlayarak bana döndüğünde ve şaşkın bakışlarım onlara çevrildi. Dudaklarını birbirine bastırmış, kolları bağlı öylece Işık'ı izliyordu. "Ayrıca Mutlu bu bir istek değildi, izin de almadık. Haber verdik, o kadar."

"Yok ya?" Bartu gülmeye başladı. "Bizsiz hiçbir yere gidemezsiniz. Ha çok mu gitmek istiyorsunuz?" Eliyle pencereden dışarıyı gösterdi. "Osman amcanın çay bahçesine gidin. Çay için, pasta yiyin, geri dönün."

"Ya sen nerenin aile babasısın acaba?" diye sordu Işık ayaklarını yere çarparak. "Yılbaşında da tombala oynar mıyız?"

"Oynamadık mı zaten Bartu yüzünden?" dedi Mutlu. "Gözümden uyku aktığı halde adam hâlâ birinci çinko diye bağırıyordu."

Bartu, Mutlu'nun kalçasına tekme attı ve Mutlu acıyla inledi. "Aynı taraftayız, geri zekâlı."

"Doğru," dedi Mutlu kalçasını sıvazlarken. "İzin vermiyoruz, kızlar."

Işık, gözlerimin içine bakmaya başladığında benim bir şeyler yapmam gerektiğini anladım. Yankı'ya bakmayı pas geçerek boğazımı temizledim, öne doğru bir adım attım ardından, “Böyle bir akşama ihtiyacım var," diye mırıldandım. "Yani daha önce hiç kız kıza dışarı çıkmadım, doğum günü filan da hiç öyle kutlamadım. Merak ediyorum."

"Sus sen yeni doğmuş bebek," diye hırladı Mutlu ters ters bakarak. "Bir anda Küçük Emrah'a dönüştün. Kaşlara bak, kaşlara."

"Gidemezsiniz, konu kapandı." Bartu, tekrardan kendini koltuğa bıraktı, Lâl'e baktı. "Bir yere mi gitmek istiyorsun?" Başıyla yanını işaret etti. "Yanıma gel, sana yürüyüş olur. Temiz hava istiyorsan komple tavanı yıkarım senin için ama oturduğun yeri hareket ettirmem kızım."

"Hayatımda senin gibi öküz çok gördüm," dedi Mutlu kısık bir sesle Lâl'in duyamayacağı şekilde. "Ama çita gibi koşan öküz ilk defa görüyorum, yavaş lan."

Lâl, gözlerini devirdiğinde koltuğa yürüyecekti ama Işık hızlıca onu kolundan tuttu. "Oylama yapalım," dedi bir anda. "Bu ailede demokrasi yok mu?"

"Var tabii," dedi Bartu sırıtarak. "Eşit çıkacak ve siz kaybedeceksiniz."

"Eşit çıkarsa biz gideriz," dedi Işık kaşlarını çatarak.

"Yok öyle bir şey," dedi Mutlu bir anda. "Öküz kuralları madde bir, durum eşit çıkarsa o istek düşer." Cevap vermemizi bile beklemeden ellerini çarptı. "Doğum günü partisine gidilmeli, diyenler?" Işık'la ben ellerimizi kaldırdık, Lâl öylece durdu ama Işık onu sertçe dürttüğünde isteksiz bir şekilde elini kaldırdı. "Üç kişi. Evet, beyler. Doğum günü partisine gidilmesin diyenler?" Mutlu'yla Bartu aynı anda elini kaldırdı ama Yankı öylece durmaya devam etti. Mutlu hızlıca ona dönüp, “Yankıtu," dedi. "Kaldırsana elini, Helinski diyor ki alkol banyosu yapacağım, dans ederken kendimi kaybedeceğim, kafamı duvarlara çarpacağım. Duymuyor musun?"

Yankı, özellikle bana ve Işık'a bakmaya devam ederken ayağa kalktı, bağladığı kollarını açtı. Öyle dikkatli bir şekilde baktı ki bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım, bu hareketim de onun gözünden kaçmadı. Yanımıza doğru yaklaşırken elini hafifçe kaldırıp, “Oyumu kullanıyorum," dedi. "Kızlar doğum günü partisine gitsin." Sonra yanımda durdu, başını çevirdi, kısık sesle devam etti. "Git. Kutla yeniden doğduğun yirmi altı ekim gününü."

Ona bakamıyordum ama bir şeyleri çözdüğüne öylesine emindim ki yutkunmak zorunda kaldım.

Işık hevesle çığlık attığında, “Yankı!" dedi ve onun boynuna atladı bu sefer de. "Sen muhteşem bir kardeşsin! Seni seviyorum!"

Yankı, bir elini Işık'ın beline atsa da bana bakmaya devam etti. "Lan kılıbıkgillerden Yankıtu," dedi Mutlu dehşetle. "Sarcaiosların yüz karası seni. Hanım köylü!"

Bartu, yine oturduğu yerden kalktı. "Sen ciddi misin?" dedi dehşetle Yankı'ya. "Bizsiz hem de?"

Işık geriye çekildiğinde Yankı "Biraz kız kıza olmaları gerekiyordur," dedi ama sesinde anlayamadığım bir tını vardı. Sonra Bartu'ya doğru yürüdü, elini onun omzuna attı bize baktı, diğer yanına da Mutlu'yu aldığında üç kişi karşılıklı duruyorduk. "Bizim de erkek erkeğe takılmaya ihtiyacımız var."

Yankı, öyle tehlikeli gülümsedi ki neler düşündüğünü anlamak imkânsızdı. Kafamın içinden binlerce senaryo geçti, binlerce hikayeler döndü, binlerce yüzler arandı; fotoğraf karelerinden en öfkelendireni zihnime düştüğünde, “Hım," dedim kaşlarımı çatarak. "Bu erkek erkeğe takılmak turkuaz iç çamaşırı içeriyor mu?"

İnkâr etmesini bekledim ama o "Biz size nereye gideceğinizi soruyor muyuz?" diye mırıldandı. "O halde siz de sormayın."

Lâl de bir şeyler söylediğinde Bartu, Yankı kadar keyifli durmasa da omzunu silkti. "Üzgünüm, Lâl'im," dedi. "Temiz havaya başkalarının ihtiyacı olabilir, kırık bir tavan görürseniz biz oradayızdır."

Lâl, öne doğru atıldığında Işık, hızlıca onu tuttu ve ortamın kızışmaya başladığını anladı. "Evet," dediğinde önümüze geçip elini salladı. "Hadi gidip güzelce hazırlanalım." Lâl de ben de gözlerimizi onlardan ayıramadık. "Kızlar," dedi Işık ardından bizi sertçe dürttü. "Onların oyununa gelmeyin, hadi hazırlanalım."

"Oh," dedi Mutlu çenesini kaldırarak. "İşte şimdi tavanlar, iç çamaşırlar, Greyler düşünsün."

"Senalardan ve Asulardan mı bahsediyorsun Mutlu?" diye sordum ona sertçe.

"Ah Senalar ve Asular," dedi Mutlu Yankı'ya bakarak. "Kim bilir belki de Gizemler, Gamzeler, Yağmurlar..."

"Gizemler Gamzeler olabilir," dedi Yankı ağız ucuyla Mutlu'ya. "Yağmur adında kimseyi tanımıyorum maalesef ama buluruz."

Öfkeyle dişlerimi sıktığımda Işık, benimle Lâl'i sırtımızdan itekleyerek odadan çıkarmaya çalıştı ama biz geriye dönüp dönüp bakmaya devam ettik. En sonunda Mutlu'nun sinir bozucu kahkahasıyla beraber odadan çıktığımızda ilk önce Lâl merdivenleri sert adımlarla çıktı sonra ben en sonunda da Işık.

Bu gece diğer gecelerden daha uzun olacaktı, bundan artık emindim. İçimde bir his vardı, bu his hem yaşlı kadına aitti hem de çocuğa.

Çocuk dedi ki yeniden doğduğun günün sonu mutlulukla bitecek, ilk defa bir doğum gününde gülümseyeceksin.

Yaşlı kadın dedi ki bu gecesinin sonunda mahvolacaksın, doğum günlerinin laneti üzerinden hiçbir zaman kalkmayacak.

Kendi doğum günüm değildi evet ama o çocuğun dileği gerçekleşsin diye elimden geleni her şeyi yapabilirdim çünkü yeniden doğduğum günüme lanetin kiri bulaşsın istemedim.

Tanrı hangisini haklı çıkaracaktı? Yaşlı kadını mı yoksa çocuğu mu?

***

Lâl, Işık ve ben birbirimize bakarken odadan çıkmak üzereydik. Hızlıca duşumu almış, Lâl'in odasına girmek yerine direkt Işık'la Mutlu'nun odasına geçmiştim. Işık, Lâl ile beni şık olmamız konusunda defalarca uyardığı için valizimdeki en şık olan elbiseyi giyinmiş, yüzüme gelişi güzel bir makyaj yapmıştım. Işık, benim doğum günüm olduğu için ekstra özen göstermemi söylemişti ama en fazla bu oluyordu.

Lâl'in üzerinde bordo dize kadar inen, dar bir elbise vardı. Göğüs dekoltesi yoktu ama sırtı açıktı ve vücuduna yapışan elbisenin altındaki fazla yüksek olmayan topuklu ayakkabılarıyla çok güzel görünüyordu. Yüzünü buruşturmasına neden olacak makyajı eminim ki Işık yapmıştı, elbiseyi de o giydirmiş olmalıydı. Saçlarındaki kalın bukleleri omuzlarından düşüyordu.

Kendini, yüzünü sürekli gizleyen Lâl, şimdi öylesine göz önündeydi ki ona bakmaktan kendimi alamıyordum.

Lâl güzeldi. Gizlendiği yerden çıktığı an ışığıyla başkalarını da parlatabilecek kadar güzeldi.

Onu incelediğimi fark ettiğinde rahatsızca nefesini verdi ve Işık'a bir şeyler söyledi. Işık ise, “Sakın," diye inledi. "O elbise üzerinde kalacak." Bakışları bana döndü, süzdü. Siyah, mini bir elbise giymiştim. Göğüs dekoltesi derindi, ince askıları her an kopacakmış gibi durduğundan beni rahatsız ediyordu. "Seni beğendim," dedi Işık. "Ama eksikliklar var."

Yanıma geldi, dağınık olan saçlarımı masada duran tarakla taramak istediğinde hızlıca geri çekildim. "Ben yaparım," dediğimde tarağı çoktan onun elinden almıştım. Anılarımın içinde en kalbimi parçalayanı dayımın defalarca saçlarımı taradığıydı. İlk önce tarağı dokundururdu, sonra saçlarımı okşardı, koklardı. Onun nefesini ensemde hissettiğimde ürperdim ve tarağı sertçe saçlarıma geçirdim.

İzin vermeyecektim; onun nefesinin, anılarımın hatta acıyan saç köklerimin bile yeniden doğduğum günü mahvetmesine izin vermeyecektim.

Kendi günümün lanetini ben yaratmayacaktım, bu tarihe laneti bulaştırmayacaktım.

Lâl dikkatli bir şekilde beni incelerken titrediğimi fark etti; ellerime baktı sonra da dizlerime. Ondan kaçmak istiyormuş gibi yatağa oturdum ve çekiştirerek taradığım saçlarımı serbest bırakarak Işık'ın saçlarıma şekil vermesini bekledim; Lâl ile göz teması kurmadım. Korktum anlamasından. Yankı'yla birbirlerine benziyorlardı, onlar ruh avcısıydı.

Işık, saçlarımı tepede sıkı bir şekilde at kuyruğu yaptı ardından dudaklarıma istemesem de koyu kırmızı bir ruj sürdü. Sonra da ayaklarıma yüksek topuklu siyah ayakkabıları verdi. "Gün senin günün," dedi tek nefeste. "Gerçekten senin günün. Mutlu ol."

Işık kendi tarzına uygun şekilde siyah kalçadan dar, paçaları İspanyol bir pantolon, üstüne de göbeği açık boyundan bağlamalı krem rengi bir badi giymişti. Badinin sırtı neredeyse tamamen açıktı. Düz saçlarını yandan ayırmıştı, kulaklarında saymakla bitmeyen küpeleri vardı. Kalın dudaklarında ten rengi bir ruj vardı ama göz makyajı rengini ortaya çıkaracak kadar koyu ve etkileyiciydi.

"Işık," dedim ayakkabıyı giyip ayağa kalkarak. "Muhteşem görünüyorsun." Işık, bunu beklemiyormuş gibi şaşırdı. "Gerçekten," dediğimde gülümsedim. "İnsanın aklını başından alacak kadar güzel olmuşsun."

Bana bu cümleyi bekliyormuş gibi bakıp gülümsediğinde, “Teşekkür ederim Helin," dedi içten bir sesle. "Gerçekten yaptıklarına minnettarım."

Lâl'in ağız ucuyla güldüğünü gördüm, bu keyifli bir gülümseme değildi, beni aşağılayıcı bir gülümsemeydi ve onu ilk tanıdığım zamanları anımsatan gülümsemesiydi. Işık yaptıklarıma minnettardı, Lâl yaptıklarım yüzünden benden nefret ediyordu.

Bir tarafta gerçeğimi gördüklerinde nasıl davranacaklarını bana gösteren Lâl vardı; bir tarafta gerçeğimi gizlediğimde bana kardeş sıcaklığını veren Işık.

Yalan söylemek şu an için bir tercih değil, ihtiyaçtı. Lâl'in bakışları bile bu kadar ağır gelirken, diğerlerini hiç kaldıramazdım.

Merdivenlerden inmeye başladığımızda kapının önünde kollarını önünde bağlamış Bartu, Mutlu ve Yankı'yla karşılaştık. Üçü de aynı şekilde durmuştu, gözleri merdivendeydi ve inmemizi bekliyorlardı.

İlk gördükleri kişi Işık oldu, bakışları değişti. Onun arkasından Lâl'i gördüler, dehşete düştüler. Daha sonra bana baktıklarında ağızları açıldı. Bir podyumdaymış gibi aşağı inerken utandığımı hissedebiliyordum, Yankı'nın nasıl baktığını bilmiyordum ama yanaklarımı daha fazla kızartacağına neredeyse emindim.

Karşılarına geçtiğimizde Işık, “Biz çıkıyoruz," dedi ama hareket etmedi. Yankı'ya bakmak yerine Mutlu'yla Bartu'ya baktım. Mutlu, Işık'a odaklıydı, Bartu ise ağzı beş karış açık Lâl'i izliyordu.

"Hey," dedi Işık Bartu'ya elini sallayarak. "Salyan akacak, sil istersen ya da kapat ağzını."

Mutlu, kızgın bir şekilde Bartu'yu sertçe dürttükten sonra, “Öküz kuyruğunu indir aşağıya," diye fısıldadı. "Gerçekten salyan akacak. Hani sert davranacaktık?"

Bartu, Mutlu'nun dürttüğünden sonra ağzını kapattı ama Lâl'e bakmaya devam etti; gözlerinde o an gördüğüm ışık kendi ışığı değildi. Lâl'in kendini gizlediği yerden çıktığında yansıttığı ışığıydı. Bartu'yu tesiri altına almıştı ama farkında bile değildi; rahatsızca kıpırdanmaya devam etti.

"Lan," dedi Mutlu bir kez daha. "Kuyruğun hep bahsettiğin o tavanı yıkacak şimdi kendine gelsene. Havalı durmamız lazım. Biz kendimize bugün bir isim takmadık mı? Biz neyiz? Muhteşemiz!"

"Hava," dedi Bartu ağzının içinde. "Bir de gökyüzü. Güneş. Ay. Yıldızlar." Bir adım attı Lâl'e doğru. "Hepsi sanki." Lâl anlamayan gözlerle ona baksa da bir yandan da utançla gözlerini kaçırıyordu.

"Lan Bartu," dedi Mutlu ve sırtını itekledi. "Yıldız kaydı oğlum, kendine gelsene. Dik dursana. Rezaletsin, hiç ettin bizi. Mükemmeliz dedik, sıçtın ağzımıza."

"Evet kaydı," dedi Bartu bir anda. "Kalbim kaydı şu anda."

Lâl'e bakarken duyduğu hayranlığın, sevginin haddi hesabı bile yoktu. O an zaman kavramının bile Bartu için hiçbir anlamı kalmadığına neredeyse emindim, o an belki de biz bile orada değildik.

"Jupiter mi şu?" dedi Mutlu başını eğerek. "Evet evet, Jupiter. Lâl'e sarkıntılık etmek için yaklaşıyor."

"Sikerim Jupiter'i," dedi Bartu gülümseyerek. "Venüs'ü ve Neptün'ü de. Hatta dünyayı da. Yetmezse güneşi de."

Lâl, küfürden sonra sertçe Bartu'nun karnına vurduğunda Bartu, öne doğru eğildi ve arkadan da Mutlu sertçe sırtına vurdu. Bu kadar darbeden sonra Bartu kendine geldiğinde afallayarak başını Mutlu'yu çevirdi ve geriye doğru bir adım atıp kaşlarını çattı. Boğazını temizlediğinde, “Ne bu hal?" diye sordu. "Helin'in doğum günü değil de düğünü mü var? Bir süslenmişsiniz, değişmişsiniz..."

"Sus lan gezegen sapığı," diyen Mutlu adeta Bartu'dan tiksiniyordu. "Artık bir çükün yok anlıyor musun? Güneşte yaktın az önce."

"Ha?" dedi Bartu anlamayarak.

"Gezegenlerde çükünü değdirmediğin kimse kaldı mı?" Parmağını şaklattı. "Satürn kaldı, onun da halkasından korktun herhalde. Porno starlar seni arıyor, yeni bir akım yaratacakmışsın."

O anda kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Bakışlarım Yankı'ya döndü ve döndüğü anda aklımı bile kaybedebileceğim gözleriyle yüzleştim. Bana karşı her seferinde farklı bir bakışıyla karşılaşıyordum ama bu sefer turkuaz gözlerine rengine veren en net duygu, hayranlıktı.

Diğerlerinin konuşmasının sesi geliyordu ama ben de kendimi o an Bartu gibi hissetmeye başlamıştım; zamanın, yerin, kişilerin bir anlamı kalmamış gibiydi. Yankı bana doğru bir adım attığında gözleri baştan aşağı beni süzmeye devam ediyordu.

"Demek doğum gününü kutlayacaksın," dedi tam karşıma geçtiğinde. Gözleri dudaklarıma kaydı, bakışları kısıldı. "Sana bugünü armağan eden bendim."

Sitemli gibi konuşmaya çalışıyordu ama gözlerine o sitem uğramıyordu ve sesine de. "Yapma," dedim hafifçe omzuna vurarak. "Gerçek doğum günüm değil ki. Işık kutlamak istedi, o kadar. Benim için herhangi bir gün."

"Yirmi altı ekim," dedi gülümseyerek. "Unuttun mu? Herhangi bir gün değil."

Yanaklarıma ateşin daha fazla ulaştığını hissettiğimde başımı aşağı yukarı salladım ve alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Üzerindeki çamurlardan arınmış, duşunu almıştı. Saçları hâlâ nemliydi ve şampuanın kokusunu alabiliyordum. "Siz de evde oturur maç filan izlersiniz herhalde," dediğimde alaya alıyormuş gibi davranmaya çalışıyordum. "Sahi, hangi takımlıydınız?"

Yankı, umursamaz görünmeye çalıştığımı anlamış gibi başını salladı. "Ben Beşiktaşlıyım," dedi hızlıca.

"Ya," dedim gözlerimi devirerek. "Ben Galatasaraylıyım."

"Mutlu Galatasaraylı," dediğinde onu gösterdi. "Bartu, Fenerbahçeli." Kaşları çatıldı. "Hem maç izlemek mi? Başka bir plan yaptık, çok daha eğlenceli bir plan."

"Ne gibi," dedim gözlerimi kaçırarak. "Dışarı mı çıkacaksınız?"

"Evet," dedi Yankı. "Dışarı çıkacağız, fazlasıyla kalabalık bir yere gideceğiz."

"Nasıl dışarı?" dedim saçma bir soru sorarak. "Yani dışarısı nerede?"

Yankı, kaşlarını kaldırdı. "Bak," dedi kapıyı göstererek. "Yürüyeceğiz, şu kapıyı açacağız ve dışarıya çıkmış olacağız." İlk başta ne yapmaya çalıştığını anlamasam da sonradan alaya alıp küçümsediğini fark ettim, kaşlarım çatıldı.

"Anladım," dedim keyiften uzak bir sesle. "Yoksa Asu ve Sena'yla mı görüşeceksiniz?" Yankı cevap vermedi ama gözleriyle beni süzerken gitgide daha fazla öfkelendiğimi hissediyordum. "Neyse ne," dediğimde omuz silktim. "Bu gece çok keyifli olacak."

"Çok hem de," dediğinde kollarını önünde bağladı. "İkimiz de çok eğleneceğiz. Ben kendi adıma söyleyeyim, bu geceyi unutulmaz kılacağım kendim için."

"Ya," dediğimde sertçe yutkundum. "Umarım başkalarına da unutulmaz kılarsın, tek olmazsın."

"Bakalım," dediğinde başını omzuna düşürdü. "Güzel tarihleri unutmayacaksam o günleri yaratmam gerekir, değil mi?"

"Ne?" Ona doğru bir adım attım. Ayağımdaki topuklu ayakkabılara rağmen onun boyuna yetişemiyordum ama yine de boy farkı epey azalmıştı. "O güzel tarihleri sadece benimle yapmayacak mıydın?"

"Böyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum," dediğinde yüzüne en masum maskesini yerleştirmişti. "Öyle mi yapacaktık?"

Öfkeyle onun gözlerinin içine baktım ve dudaklarıma dizilen küfürleri yok ederek sessizliği tercih ettim. Tam karnına tekme atma isteğimi engelleyemiyordum ya da o güzel burnuna yumruk. İşte bu çok yakışırdı.

Gözleri tekrardan dudaklarıma kaydığında turkuaz gözlerinin koyulaştığını hissettim. "Bu ruj bulaşıcı mıdır?" diye sordu bir anda. "Fazla ıslak görünüyor."

"Bilmem," dedim sertçe. "Sürmek ister misin? Çantamda var."

Öfkemi görmezden geldi ve parmakları yine çenemi tuttu. Bakışlarım gözlerinden dudaklarına kaydığında aralandığını fark ettim. Baş parmağı alt dudağımda gezindi, nemli ruja dokunurken karnımın içinde sıcaklığın yayıldığını fark ettim. "Bulaşırmış," dedi parmağına bakarak ve elini çenemden çekerek. "Baksana, bulaştı bile."

"Niye merak ettin?" diye sordum ve parmağına bulaşan rujumu izledim. "Hem dudaklarıma neden öyle bakıyorsun?"

İlk başta ne diyeceğini bilemedi daha sonra, “Dudakların," dediğinde kaşları havaya kalktı. "Güzel." Konuyla ne alakası olduğunu anlamadığım için ona afallayarak baktım fakat iltifatı beni şaşırtmıştı. "Yani güzel dudakların var." Duraksadı, nefesini verdi, kıvrandığını hissettim. "Seviyorum," dedi bir anda. "Dudaklarını."

"Dudaklarımı mı seviyorsun?" diye sorduğumda yine ne söylediğini bilmeyen Yankı'yla karşı karşıya olduğumu anlamıştım. Sorduğum soruyla hiçbir ilgisi olmayan bir yanıt vermişti ve verdiği yanıt bir iltifattı.

"Yani," dedi sonra boğazını temizledi duruşunu dikleştirdi. "Liderin olarak."

"Liderim olarak mı?" dediğimde gözlerimi defalarca devirmek istiyordum. "Liderim olarak dudaklarımı güzel buluyorsun ve seviyorsun öyle mi?"

"Evet." Elini ensesine koydu, saçlarını karıştırdı. "Liderin olarak sevmek zorundayım."

"Çüş artık," dediğimde ayaklarımı yere çarptım.

"E yuh artık lideri olarak!" Ses Mutlu'dan gelmişti ve bizi dinlediğini bile fark etmemiştim. "Hadi Bartukıç'ı anlıyoruz, ona Öküzler Derneği'nde böyle öğretmişler. Sana ne oldu be Yankıtu? İki saniye içinde burada makyöz oldun, rujun moleküllerine indin." Ellerini ve başını yukarıya kaldırdı. "Tanrım, bir tarafımda gezegenler var, bir tarafımda rujlar. Beni neyle sınıyorsun?"

"Asıl beni neyle sınıyor?" dediğimde kaşlarımı çattım ve Yankı'ya baktım. "Liderim olarak her haltı yap ama..." Çıkma teklifini söyleyeceğim sırada sustum ve gözlerimi kapattım. Acaba unutamadığı birisi mi vardı? Beril olabilir miydi? Gözlerimi açtım, bakışlarım kısıldı. Sonra Mutlu'yla göz göze geldik, en sonunda Bartu'ya döndüğümde onun bakışlarının hâlâ Lâl'in üzerinde olduğunu fark ettim.

"Gidelim," dedim bir anda ve arkamı onlara dönüp dış kapıyı açtım, elimdeki küçük çantayı ise omzuma attım. "Gidelim de onlar da eğlencelerine baksınlar."

Benim arkamdan Işık da çıktı daha sonra Lâl. Bartu'nun kükreyen sesi şimşek gibi geceye düştüğünde, “Lâl," diye inledi. "O gördüğüm umarım senin çıplak sırtın değildir, benim gözlerim rahatsızdır çünkü diğer türlü sırtına bakacak her erkeğin gözleriyle basketbol oynarım!"

Lâl, arkasını dönüp baktığında Mutlu, Bartu'ya dönüp, “Yontulmamış öküz," diye hırladı. "Hiçbir kadının giydiğine karışamazsın, bir kadın istediğini giyer, kendine gel. Defalarca konuştuk bunu seninle."

"Ben kadının giydiğine karışmıyorum zaten," diye karşılık verdi Bartu. "Ona bakacak gözlere karışıyorum." Peşimizden gelmek istediğinde Mutlu ve Yankı aynı anda Bartu'yu kollarından tuttular. "Lâl," diye bağırdı daha yüksek bir sesle. "Kapat sırtını kızım, soğuk esiyor! Üşüyeceksin! Lâl! Yanına bir metreden fazla yaklaşan bir adam olursa neresine tekme atman gerektiğini biliyorsun!"

"Bartu aile babası modundan çıkamıyor," diye mırıldandı Işık.

"Lâl!" Bartu sokağı inletiyordu. "Bak yumruğumu görüyor musun? Bu yumrukla öldürürüm onları!"

Köşede duran taksiye doğru ilerlerken bir daha geriye dönüp bakmamak için kendi kendime sözler verdim ve arkamızdan çıkardıkları hiçbir sesi önemsemedim, bu sefer sözümü de şaşırtıcı derecede tuttum.

Taksinin ön koltuğuna Işık oturduğunda arka koltuğa ben ve Lâl yerleştik; Bartu'nun bağırışları sokağı inletmeye devam ederken taksi şoförü afallayarak dikiz aynasından baktı ama Işık hızlıca bir adres verdiğinde araba hareket etti.

Birkaç dakika sonra Işık, geriye doğru dönüp, “Lâl, telefonunu verebilir misin?" dediğinde Lâl ikiletmeden telefonunu çıkarıp verdi. Işık, Lâl'in telefonunu sessize alıp çantasına koyduğunda bakışlarını direkt olarak onun gözlerine dikti. "Şimdi sakin ol ama sana bir şey söyleyeceğim," diye mırıldandı. "Bugün çıkma nedenimiz Helin'in doğum günü filan değil. Murat Can'la buluşacağız!" Elini kaldırdı. "Tabii Murat Can kim bilmiyorsun. Hani şu okuldaki adam var ya, o. Sana söylemedim çünkü gidip hemen Yankı'ya yetiştiriyorsun hatta sırf bu yüzden telefonuna da el koydum." Beni işaret etti. "Neyse ki Helin bu planda tam destekçim oldu da halledebildik."

Lâl sanki bunun altında bir plan olduğunu anlamış gibi şaşırmamıştı ama bakışları bir benim, bir Işık'ın üzerinde gezinirken kaşları gitgide daha fazla çatılmıştı. En sonunda dönüp Işık'a hızlıca bir şeyler söylediğinde Işık gözlerini açtı. "Buna alındın mı?" diye sordu. "Murat Can'ı sana değil Helin'e anlattım çünkü sen sır saklayamıyorsun. O sana sormazsa söylemiyorsun ama sorarsa da hemen yumurtluyorsun. Yankı'ya asla yalan söyleyemiyorsun, Lâl."

Yankı'ya asla yalan söylemiyorsun Lâl.

O an gözlerimiz birbirimizle kesişti. Lâl Işık'ın söylediklerini çoktan ezip geçtiğini göstermek istiyormuş gibi kafasını iki yana salladığında bana sapladığı suçlayıcı bıçaklar canımı yakmıştı. İkisinin arasında oluşturduğum oyuk, aralarındaki ilişkiyi bile bitirebilecek durumdaydı. Farkında olmadan, Sokak Nöbetçileri'nin içine girdikçe onları sarsacak noktalara ulaşmaya başlamıştım.

Yankı'ya Lâl'in ona yalan söylediğini anlatsam ne olurdu? Bunu düşünmek bile içimdeki kötü, yorgun yaşlı kadına sertçe arkama dönmeme neden oldu. Susmuyordu, konuşuyordu, kim olduğunu dile getiriyordu.

Bugün yeniden doğmuştum, kötülüğe yer vermeyecektim. Lanetlere kucak açmayacaktım.

Taksi şoförü Işık'a adresi tekrardan sordu. Işık adresi verdiğinde şaşkınlıkla, “Orası fazla pahalı bir mekan," diye araya girdim. "Emin misin?"

"Evet," dedi Işık göz ucuyla bana bakarak. "Murat Can sadece rezervasyonla insanların alınabildiği bir yer ayarlamış. Sanırım YanBarMu üçlüsünden korktu." Gülmeye başladığında oldukça keyifliydi. "Neyse ki bizim yerimizi bile bulsalar giremezler."

Gerginlikle sırtımı yasladığımda yanımda Lâl'in öfkeli nefesler verdiğini işitebiliyordum. "Işık," dedim düz bir sesle. "Bunu onlara daha önce de yaptın mı? Yankı yalandan ve arkasından iş çevrilmesinden hoşlanmıyor."

Işık, ellerini gelişi güzel salladı. "Yankı bana kızmaz çünkü beni tanıyor." Başını çevirip bize doğru baktı. "Evet, ona böyle pembe yalanlar söylüyorum ama hiçbir zaman ciddi bir yalan söylemedim." İşaret parmağını kaldırdı. "Yankı'nın kırmızı çizgisi yalandır. O çizgiyi aşarsan bir daha seninle asla eskisi gibi olmaz, dikkatli ol."

Işık, bunları dile getirirken Lâl zaten ezbere bildiği bir hikayeyi dinliyormuş gibiydi. Yüzünde tek bir mimiği bile değişmedi fakat gözleri pencereye doğru döndüğünde dolduğunu fark ettim; canı yandı. Öyle bir yandı ki yutkunduğunda eli hafifçe kalbine doğru gitti. Lâl, pişmanlığın tadını ve ihanetin zehrini ilk defa benim yüzümden tatmış olmalıydı.

Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Ben de başımı pencereye çevirdim ve karanlık caddeyi izlerken insanları kendi kötülüğüme sürüklemeye başladığımı o an fark ettim.

Ben kötüydüm, kötülüğüm iyiliği olanlara da bulaşıyordu ve bu da başka bir lanetimdi.

Yaklaşık yarım saat sonra mekânın önüne geldiğimizde park edilen bütün arabaların son model olması ve içeriye giren insanların bizden kat kat daha şık durması gözlerimi aldı. Taksinin ücretini veren Işık en son indiğinde o da ilk defa mekanla tanışmıştı. Üçümüz birbirimize baktık, taksi önümüzden ayrıldı ve bakışlarımız tekrardan mekânın girişine doğru döndü.

Saniyeler geçerken hepimizin aklında geriye dönmek olduğunun farkındaydım ama elbette ki vazgeçmeyecek tek kişi Işık'tı. "Hım," dedi duruşunu dikleştirerek. "Kızlar, dik durun. Havalı olun."

"Lanet olsun," dedim sessizce. "Şu içeriye giren 'Bir de bayıl istersen' diyen adam değil mi?"

İkisi de baktığım yöne doğru döndü daha sonra şaşkınlıkla nefeslerini verdiler. "Tam olarak o." Işık, gitgide daha fazla geriliyordu. "Nefes al, nefes ver." Yanağına birkaç kez vurdu. "Rezil olmayacaksın, küfür etmeyeceksin, yemek yiyip fazla şiştiğinde soda istemeyeceksin."

Son söylediğine ve bize düşürdüğü hale gülmeye başladığımda Işık, ikimizin de koluna aynı anda girdi, yürütmeye başladı. Lâl'in de benim de ayaklarımız geri geri gidiyordu, bakışlarımız sabitti, tek gülümseyen Işık'tı.

Kapının önüne geldiğimizde iri adam bizi dikkatli bir şekilde süzdü, kaşlarını çattı ardından elindeki kâğıda baktı. "İsimlerinizi alabilir miyim hanımlar?"

"Murat Can Yönver'in misafirleriyiz," dedi bir anda. "Işık Sarca, Lâl Sarca ve Helin Aktan."

Adam gözlerini açtı, listeye bakmadan elini öne doğru uzattı ve geçmemiz için samimi bir şekilde gülümsedi. "Beyefendi size masanızı gösterecek." Takım elbiseli başka bir adam bizi karşıladığında mekândan içeriye yürümeye başladık; altımızdaki kırmızı halı kör edecek kadar parlaktı.

Yüksek elmastan avizeler, renkli şamdanlar, geniş masalar, kırmızı halıların devamı, saksafon sesi, ortada dans eden insanlar... Öylesine lüks, öylesine göz alıcı bir yerdi ki kendimi oraya hiçbir şekilde ait hissetmemiştim. Sağ tarafta bar kısmı vardı, karanlığa bakıyordu ve gece ilerleyince orasıyla üst katın kulübe dönebileceğini anlıyordum.

"Işık," dedim kuru bir sesle. "Murat Can dediğin adam tam olarak kim ve biz kimiz?" Başım ona döndüğünde benimle aynı ifadede etrafa baktığını gördüm. "Ayrıca o bizim de geleceğimizi biliyor muydu?"

Önümüzdeki takım elbiseli adam bir masanın çaprazında durduğunda eliyle işaret etti ve başıyla selam verip uzaklaştı. Bakışlarım o adamdan masaya doğru çevrildiğinde gözlerim irice açıldı, Murat Can ayağa kalkıp direkt olarak yanımıza geldi.

Masada Murat Can ile beraber dört erkek ve iki kız daha yer alıyordu. Hepsinin üzerinde mekânın geriye kalanlarında olduğu gibi takımlar, kızların üzerinde ise abiye diyebileceğim elbiseler vardı. Erkekler tek tek ayağa kalktıklarında kızlar gözlerini bile kırpmadan bize baktılar.

Murat Can sınıfta gördüğümüzden daha alımlıydı. Saçlarını özenli bir şekilde taramıştı, üzerinde siyah takım elbisesiyle Işık'ı çoktan etkileyebildiğini görebiliyordum. Eskilerde olduğu gibi uzanıp Işık'ın elinin tersini öptüğünde Lâl yüzünü buruşturdu. "Işık," dedi Murat Can. "Sen geldin, burası daha parlak oldu." Gülümsediğinde yanağında gamzeleri oluştu.

"Teşekkür ederim," dedi Işık ve elini ondan kurtardı, bize döndü. "Helin," dedi beni göstererek. "Ve Lâl. Kız kardeşlerim."

Benden kardeşi diye bahsetmesi şaşkınlıkla ona dönmeme neden olsa da Murat Can hızlıca elini uzattı ve sıkmamı bekledi. "Helin," dedi içten bir sesle. "Senin sayende Işık'ı tanıdım, hoş geldin."

İstemeyerek de olsa uzanıp elini sıktım ve ben de gülümsedim. "Eh, biraz öyle oldu." Diğer erkekler de tek tek ellerini uzattığında birkaç saniye içerisinde karşılık verdim. İsimlerini ise söyledikleri anda unuttum.

Sıra Lâl'e geldiğinde Murat Can, “Senden Işık çok bahsediyor," dedi. "Sanırım onun annesi gibiymişsin." Elini uzattı, sıkmasını bekledi ama Lâl, dik dik bakmaya devam etti ardından uzatılan eli görmezden gelerek ve diğer erkeklere de bakmayarak masaya oturdu.

Murat Can öylece kaldığında Işık, “Aldırış etme," diye fısıldadı. "Sadece bana öfkeli."

"Sorun yok," dedi Murat Can. "Sanırım kardeşlerinin bu hallerine alışabilirim."

Hep beraber masaya yerleştiğimizde bir tarafımda Lâl, bir tarafımda Işık vardı. Işık'ın hemen yanında Murat Can oturuyordu, karşımızda birisi sarışın, birisi esmer iki erkek vardı. Kızlar Lâl'in yanındaydı. Erkeklerden bir tanesinin yaşı oldukça büyüktü.

Bizi tek tek masadakilerle bir daha tanıştırdı ama yine o anda isimlerini unuttum; umurumda da değildi. Lâl de ben de oturduğumuz sandalyede diken varmış gibi durduğumuz için kızların tuhaf bakışlarıyla karşılaşmak zorunda kalmıştık.

"Aç mısınız?" diye sordu Murat Can.

"Yok biz evde azarı yedik," dedi Işık bir anda sonra hızlıca düzeltti. "Az az yedik yani," diyerek bana baktı. "Siz yemeğinizi yemeye devam edin lütfen."

Murat Can kibar bir şekilde önündeki bol soslu balığını gösterdi. "Üzgünüm, geç kaldınız ve o sırada çok acıktım. Bir de sen geldiğinde yemek yemekle vakit öldürmemek için sipariş verdim." Işık'a gerçekten de ondan etkileniyormuş gibi bakıyordu, gözleri direkt olarak Işık'ın üzerindeydi.

Garson geldiğinde ve bir anda şampanya patlattığında irkilip o tarafa doğru döndüm. Karşımızdaki iki erkek ellerini çarparak ayağa kalktılar, bardaklarını havaya kaldırdılar ve şampanyalarını doldurdular. Mekanın içindeki samimiyetsiz kahkahalar, ritimsiz şarkılar, yapmacık duruşlar... Bunların hepsinden öylesine çok tiksinmiştim ki yaşamak istediğim hayatın Sokak Nöbetçileri'nin kendi dünyaları olduğunu anlayabiliyordum.

Garson bize sormadan önümüzdeki bardaklara şampanyaları doldurdu, büyük bir hürmetle eğildi ve yanımızdan ayrıldı.

Işık ve Murat Can kısık sesle konuşmaya devam ederken, bakışlarım Lâl'e doğru döndü ve onun da bana baktığını fark ettim. Kendimi tutamayarak, “Biliyorum benden nefret ediyorsun," deyip eğildim. "Ama şunu bilmelisin ki tam şu an aynı duygular içerisindeyiz, ben de sıkıldım. İstersen senin için de bir çığlık atabilirim."

Lâl başını iki yana salladı ardından şampanya bardağını alıp kafasına diktiğinde onu birkaç saniye izledim sonra aynısını ben de yaptım. Bu ortamı, kafamın içindekileri, bütün samimiyetsizlikleri ve yalanlarımı alkol alıp götürebilirmiş gibi masaya bırakılan şampanya şişesine uzanıp Lâl ile bana tekrardan içkileri doldurdum sonra yine aynı anda içtik.

"Sen," dedi karşımızdaki sarışın olan adam, başımı kaldırdığımda bana baktığını fark ettim. "Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Edebiyat mı okuyorsun?" Cevap vermeyip sadece başımı olumlu anlamda salladım. "Ben de o okuldayım," dedi bir anda. "Mühendislik fakültesinde ama seni hiç görmedim."

O sırada Lâl bardaklara yeni şampanyaları dolduruyordu; kaşları çatık bir şekilde karşımızdaki adamları izlemeyi de ihmal etmiyordu. Işık ve Murat Can'ın sohbetine ne kadar kulak misafiri olmak istemesem de Işık'ın sıkılgan nefeslerini duyabiliyordum.

"Neden böyle bir yer tercih ettin buluşmak için?" diye sordu Işık Murat Can'a. "Burası..." Etrafına baktı. "Fazla resmi, fazla rahatsız. Böyle bir adam olduğunu bilmiyordum."

Murat Can böyle bir tepki beklemediği için kaşlarını kaldırdı. "Beğenmedin mi?" diye sordu şaşkınlıkla. "Ben düşünmüştüm ki ilk buluşmamız güzel bir yerde olur..."

Şampanya bardağını yine kafama diktim ve sonra şişeyi alıp biraz daha içki koydum, onu da kafama diktim. Karşımdaki gözlerin beni izlediğinin farkında olsam da umursamadım. Işık’ın gözleri bana döndü ve yalnız hissettiğini anladım.

Bardağı dudaklarımdan uzaklaştırırken, “Maalesef Murat Can," diye söze atladım. "İlk buluşma dediğin hamburgercide yapılır." Işık minnetle bana baktı. Masadaki diğer gözler bana döndüğünde sorunun ben de mi onlar da mı olduğunu anlayamıyordum. "Ne oldu?" dedim bir anda. "Hamburger patates yemek de ne var?" Lâl, beni susturmak istermiş gibi bardağa biraz daha şampanya doldurdu ve elime tutuşturdu. "Hey," dedim bardağı kaldırarak. "Neden bunu duyan herkes böyle bakıyor."

"Hamburger mi?" Lâl'in yan tarafında oturan sarışın kız yüzünü buruşturdu, üzerinde gri straplez bir elbise vardı. "Sanırım bir erkek beni ilk buluşma olarak hamburgerciye götürmek istese ondan anında soğurum."

"Oldu olacak sinemaya da gidilsin," dedi diğer kız da. Onun da saçları kızıldı ve tepesinde kocaman bir topuz yapmıştı. "Kaç yaşındayız, on iki mi?"

Bardağı kafama diktiğimde ve sertçe masaya bıraktığımda Işık bacağımı sıktı, gözlerimiz kesiştiğinde bana sakin ol bakışı attı, Lâl ise keyifli olanları izliyordu. Onun da elinde bitmiş şampanya bardağı vardı.

"Ya kız erkeği götürürse?" diye sordum. "Mesela bir erkeğe çıkma teklifi edecek olsan nereye götürürsün?"

İkisi de bana küçümseyici bakışlarını attılar. "Kızlar teklif etmezler," dediler aynı anda. Kızıl saçlı olan sözü devraldı. "Bu çok gurursuz bir hareket olur. Bir erkek senden etkileniyorsa da yaptığın tekliften sonra soğur."

Allah kahretsin, Yankı'yı kendimden bile isteye soğutmuş muydum? Omuzlarım düştüğünde ve Lâl elimdeki bardağa biraz daha şampanya doldurduğunda bakışları üzerimdeydi. "Soğur mu gerçekten?" dediğimde sesim kısıktı. "Yani birini tanımak istiyorsak çıkma teklifi etmeliyiz bana kalırsa."

Sarışın olan kafasını iki yana salladı. "Bir erkeği tanımak istiyorsan ona çıkma teklifi etmemelisin," diye mırıldandı ve masadan bana doğru yaklaştı. "Erkekleri böyle çocukça şeyler cezbetmez. Eğer bir erkeği gerçekten yakından tanımak istiyorsan ona sıcaklığını göstermelisin."

"Sıcaklık?" diye sordum.

"Sanırım Asu bir erkeği yatağa atmaktan bahsediyor." Sarışın olan gülmeye başladığında elindeki viski bardağını kaldırdı. "Sıcaklıklara."

Gözlerim irice açıldı, onu baştan aşağı süzdüm. "Senin adın Asu mu?" diye sordum sertçe. Diğerine döndüm. "Senin de adın Sena değil mi?"

"Hayır," dedi kızıl saçlı olan. "Deniz benim adım. Nereden çıkardın?"

Sarışın erkeğin yanındaki diğer erkek Lâl'e doğru eğildi. "Senin neden hiç sesin çıkmıyor? Yoksa benim gibi gözlemci misindir?"

Lâl, ilk önce çocuğun yüzüne baktı sonra parmaklarını ağzının içine itekledi ve kusuyormuş gibi bir hareket yaptığında gülmeye başladım. Adam ise afallayarak geriye doğru çekildiğinde fazlasıyla bozulmuştu.

"Bir saniye," dedi sarışın olan kız. "Sen bir erkeğe çıkma teklifi mi ettin?" Onlara cevap vermedim ama bakışlarımdan anlamış olacaklar ki gülmeye başladıklarında birbirine baktılar. "İnanabiliyor musun," dedi. "Bir erkeğe 'Benimle çıkar mısın?' demek..." Kızlar bu sefer beni direkt olarak küçümsediler.

“Saçma bir bakış açısı,” diye lafa girdi Işık. “Kimin ilk adımı attığı ya da kimin bir şeyler için çaba verdiği fark etmez. Fazla dar düşüncelisiniz, duyguların kadını ya da erkeği yoktur.”

“Buradan hoşlanmadın değil mi?” diye sordu Murat Can kaşlarını kaldırarak. “Sevebileceğini düşünmüştüm.”

"Ya da," diye döndü Işık Murat Can'a. "Benim paradan, lüksten inanılmaz etkileneceğimi düşündün. Birkaç şampanya, şık kıyafetler, ritimsiz şarkılar. Hafif kafayı bulurdum, gecenin sonunda kiraladığın arabanla beraber sana geçerdik, yatardık." Gözlerini onun üzerine dikti. "Eminim ki daha önce bu mekâna bile gelmedin, böyle bir adam da değilsin." Arkadaşlarını gösterdi, Murat Can'a doğru fısıldadı. "Ve onları da yanında sadece paraları olduğunu için tutuyorsun, böyle durumlarda işine yarıyorlar."

Murat Can her kelimeden sonra kendisini daha çıplak hissediyordu, bundan emindim çünkü cümleleri Yankı'nın cümlelerini anımsatıyordu. Başını eğildiği yerden kaldırdığında, “Sen," dedi Işık'a doğru. "Gerçekten bunları nereden biliyorsun?"

"Çünkü küçüklüğümden beri çok insan tanıdım," diye mırıldandı. "Birçok erkekle yüz yüze geldim, en klişeleriyle el sıkıştım. Murat Can üzgünüm ama kandırılması çok zor bir insanımdır."

"İçindeki Yankı Sarca'yı daha fazla çıkarmalısın," diye fısıldadım diğer taraftan. "Böyle çok daha etkileyici görünüyorsun."

Omzunun üzerinden bana baktı. "Ondan öğrendiğim çok şey var," diye karşılık verdi. "Ve onlardan. Hayatımdaki o karanlık adamdan.” Sustu nefesini verdi. “Neyse.”

"Ve şu an," dedi Murat Can geriye doğru çekilerek. "Genelde böyle filmlerin sonunda kız gerçekleri görüp kalkıp gider. Sen kalkıp gidecek misin?"

Işık sırtını daha rahat bir şekilde sandalyesine yasladığında elindeki bardağından yavaş yavaş içkisini yudumladı. "Hayır," dedi birkaç saniye sonra. "Bundan sonra oturup senin benden nasıl etkilendiğini ve nasıl pişman olduğunu izleyeceğim. Üzgünüm, Murat Can. Klişe bir kız değilimdir ve işte şimdi senin için farklı oldum."

Murat Can, duraksayıp Işık'ı bir süre izlediğinde gözlerindeki o etkilemeye çalışan erkeği kaldırmıştı. Daha dikkatli bakıyordu artık daha dik ve daha sabit. Sadece Işık'ı görüyordu. Bu sefer gerçekten ona odaklıydı. Hafifçe gülümsediğinde, “Işık," dedi. "İşte şimdi mekân gerçekten daha parlak görünüyor."

"Bir saniye bir saniye," sarışın çocuk ve kızıl saçlı kız hâlâ çıkma teklifi tartışmasındaydı. "O kızı hiçbir şeyi bilmediği için suçlayamazsınız, belli ki çok masum ve hiçbir şey görmemiş." Bahsettiği bendim, bundan adım gibi emindim. "Çıkmayı kafasının içinde böyle masum şekillendirmiş olabilir."

"Saçmalama!" Sarışın kız adeta konuya dahil olarak inledi. "Bir kızın bir erkeğe çıkma teklifi etmesi resmen eziklik."

Bakışlarımı sertçe ona çevirdiğimde ve bir şey söyleyeceğim sırada Lâl, bir anda kazayla olmuş gibi dirseğini bardağına çarptı; kızın üzerine alkol döküldü. Az önceki inlemesi daha fazla yükseldiğinde hızlıca ayağa kalktı. "Elbisem," dedi gözlerini açarak. "Onu yeni kiralamıştım."

Dudaklarımı büktüm, gözlerimi kocaman açtım. "Gerçekten mi? Bir de kiralık elbise giyinip burada zengin kız pozu mu kesiyorsun? Resmen eziklik."

Lâl, güldüğünde ve ona karşılık verdiğimde öfkeli bakışlarını bize diken kızıl saçlı kız da ayağa kalktı. Beraber onlar tuvalete doğru ilerlerken karşımızdaki erkekler gülüyordu. "Kızlar," dedi. "Siz çok tehlikeymişsiniz ama sevdim."

Lâl, orta parmağını kaldırdı ve sarışın olan adama da tepkisini gösterdiğinde o da afallayarak başını çevirdi. Şampanyadan dolayı çakır keyif olmaya başladığımı hissedebiliyordum ama daha fazla alkole ihtiyacım olduğu gerçeğiyle de yüz yüzeydim.

Kısık bir sesle Lâl'e doğru eğildiğimde, “Bir fikrim var," dedim. "Geceyi tuvalette geçirmeye ne dersin? Baksana Işık mutlu görünüyor." Lâl'in gözleri Işık'a döndü ve onun kendi halinde Murat Can ile sohbet içerisinde olduğunu gördüğünde başını salladı. Aynı anda ayağa kalktığımızda Işık bizi fark etmedi bile.

Tuvalete giden yolda yürürken bakışlarım bara takıldı. O an aklıma gelen bir fikirle adımlarım da o yöne döndüğünde Lâl ne olduğunu anlamayarak beni takip etti.

"Pardon," dedim bardaki orta yaşlı adama. Sakalları neredeyse göğsüne kadar uzuyordu. "Bir tekila şişesi, iki tekila bardağı alabilir miyim?"

Adam başını çevirip ikimize baktığında güldü. "Burası tekel bayii değil."

"Sen de Dumbledore değilsin koca sakal." Kaşlarım çatıldı. "Söylediklerimi alabilir miyim? Hesabı şu masaya itele."

"İtelemek mi?" Adam kaşlarını kaldırdı. "Siz doğru yerde olduğunuza emin misiniz?"

"Uzatma Dumbledore," dedim ve elimi bardaki tabureye vurdum. "Versene şu içkiyi."

Adam, afallamış bir yüzle küçük tekila şişesini, iki küçük bardağı önümüze koydu. Ardından gülerek, “Sizi sevdim," dedi ve tuz ile limonu da yanına ekledi. "İyi eğlenceler bizimkiler."

"İyi eğlenceler," dedim şişeyi ve bardakları alarak. Limonla tuzluğu Lâl aldı. "Harry'e selamlar, fazla kendini mahvetmemesini söyle."

Adam elini salladı. Arkamızı dönüp ilerideki tuvalete yürürken Lâl'in keyif aldığını her halinden anlayabiliyordum. Ayağımdaki topuklu ayakkabılar canımı acıtıyordu, adımlarımı atarken düz atmaya dikkat ediyordum fakat yavaş yavaş başım da dönmeye başlamıştı.

Tuvaletten içeriye girdiğimizde direkt olarak masamızda oturan sarışın ile kızıl saçlı kızı gördük. Sarışın olan elbisesine bulaşan içkiyi peçetesiyle silmeye çalışırken aynadan bizimle göz göze geldi ve öfkeyle, “Yaptığınızı beğendiniz mi?" diye bağırdı.

Lâl ile birbirimize baktık daha sonra Lâl elindeki limonla tuzluğu lavabonun yanına bıraktı; ben de ardından içki şişesiyle bardakları bıraktım. Kızıl saçlı olan lavabonun üzerine bakıp, “Gerçekten burada içecek misiniz?" diye sordu, elinde ruju vardı. "Siz nasıl kızlarsınız?"

Lâl, bir anda ayağındaki ayakkabıları çıkardığında bu anı ben de bekliyormuşum gibi ona eşlik ettim. Ayakkabıları zemine doğru sertçe attı, aynadan yüzünü gördüm ve dişlerini sıktığına şahit oldum. O kızıl saçlı kızın üzerine yürürken, ben de sarışın olanın üzerine yürümeye başladım. Kızlar geri geri giderken nedense bütün öfkemi boşaltabileceğim bir yer bulabildiğime içten içe seviniyordum.

"Sen bana ezik mi dedin?" diye sordum olabildiğince ürkütücü bir sesle.

"Evet," kız duraksadı, "yani hayır. Sen çok sevimlisin." Ellerini kaldırdı. "Bakın, konuşarak çözebiliriz, neden üzerimize yürüyorsunuz? Kavgayla hiçbir şey çözülmez."

Lâl kızıl saçlı kızın üzerine yürümeye devam ederken en sonunda sırtları duvara çarptı ve birbirlerine baktılar. "Kiralık elbise ve kırmızı kafa," dedim tam karşılarında durarak. "Şu yanımdaki kızı görüyor musunuz?" Lâl'i işaret ettim. "Üç kızı saçlarını yolarak kel bıraktı, iki kızın silikon dudaklarını patlattı, bir kızın da botokslarını eritti.”

Lâl öyle ürkütücü bakıyordu ki kızlar bu söylediklerime inandı. Ürkek bir sesle, “Lütfen," dediler. "Konuşarak çözebiliriz. Ciddiyim." Lâl'in gözlerinin içine bakıp bir şeyler söylemesini beklediler ama Lâl susarak onları bakışlarıyla alt etti.

En sonunda kızıl saçlının elindeki ruju sertçe çekip aldı sonra aynaya doğru yürüdü. Kendisi konuşamayacağı için aynaya kırmızı rujla ağır ağır yazmaya başladı ve göz göze geldiğimizde dudaklarını birbirine bastırdı.

ÖZÜR DİLEYİN.

Kızlar aynadaki yazıyla karşılaştıkları anda neden direkt söylemediğini anlamak için bana döndüler. "O konuşmaz," dedim kısık bir sesle. "Çünkü konuşursa öldünüz demektir, bence hemen ne diyorsa onu yapın."

Lâl, bir anda dudaklarını araladığında ikisi aynı anda, “Özür dileriz!" diye bağırdılar ardından Lâl'in uzaklaşmasını fırsat bilerek koşar adımlarla tökezleyerek tuvaletten çıktılar.

Arkalarından bakarken birkaç saniye durdum sonra yüksek bir kahkaha attığımda tekila şişesine doğru ilerledim. Aynadan Lâl ile göz göze geldiğimde o da gülmeye başlamıştı. Kızların çıktığı kapıya doğru yürüdü, yerde duran 'TEMİZLİK VAR' tabelasını kapının dışına yerleştirdi sonradan kapıyı kilitledi ve başkalarının girmesini engelledi.

Küçük bardaklara gülmeye devam ederken tekilayı doldurdum sonra dilimli limonlardan bir tanesini Lâl'e uzattım. Elini uzattı, elinin tersine tuzu döktüm sonra kendime de. Ardından, “Bir iki üç," dedim ve tuzu yaladık sonra tekilayı içtik en sonunda da limonu emdik.

Lâl, bardağı koydu, başıyla işaret etti. Tekrardan aynısını üç defa daha tekrar ettiğimizde gülmeye devam ediyorduk. "Senden gerçekten korktular," dedim üçüncünün sonunda. "Ama haklılar. Bazen çok ürkütücü bakabiliyorsun."

Dördüncüyü doldurmak için şişeye uzandığında yüzündeki gülümsemenin ağır ağır silindiğini fark edebiliyordum. İkimizin de bardağını doldurdum sonra tuza ve limona gerek olmadan kafamıza diktik.

Bakışları direkt olarak aynadan değil, bana döndüğünde kırgınlığının ve kızgınlığının aynı yerinde durduğunu fark ettim; gözlerimin içine benden bir şeyler bekliyormuş gibi baktığında başımı önüme doğru eğdim ama Lâl elindeki rujla yine aynaya uzandı ve tek bir soru yazdı:

NEDEN?

Şişeyi ve bardakları alıp yere oturduğumda sırtımı soğuk betona yasladım. Lâl, birkaç dakika beni izledi, daha sonra o da yanıma oturdu; bacaklarını uzattı. Bakışlarını bir an olsun benden ayırmıyordu.

"Biliyorum," dedim tek nefeste. "Benden bir açıklama bekliyorsun çünkü bir yalan söyledin." Yüzüm ona döndü. "Sebebini bile bilmediğin bir yalanı, benim için söyledin."

Durdu, nefesini verdi sonra tam gözlerimin içine bakarak ellerini hareket ettirdi; ben onların diline bile ait olsa ne demek istediğini anladım çünkü çok izlemiştim, bu ismi nasıl söylediğini biliyordum.

“Yankı için söyledim.”

"Yankı için mi?" Böyle biri itirafı hiç beklemiyordum. "Neden?" Sustu, bir cevap vermedi, tam gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Yankı sana inandı mı? O çok şüpheci birisi ve zeki de. Eminim sorgulayacaktır."

Lâl, başını hayal kırıklığıyla iki yana salladığında Yankı'nın kimseye güvenmediği kadar ona güvendiğini görebiliyordum. Ondan başka birisi orada olsaydı nedenleri araştırır, şüphesini körüklerdi ama Lâl'in tek bir cevabına inanmıştı çünkü en çok ona güveniyordu, ona inanıyordu.

Yankı, Lâl'in ona yalan söyleyeceğine ihtimâl bile vermemişti.

"Lâl," dedim tek nefeste. "Yalan söyledin. Küçüklüğünden beri ona söylediğin ilk yalanın mıydı?" Lâl ağır ağır başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "Ve şimdi pişmansın değil mi?" Karşılık vermedi. "Pişmansın," dedim. "Çünkü her yalanın sonunda bir ışık yanar, o ışık pişmanlıktır. Sen de çok pişmansın."

Uzanıp içki şişesini kafama diktim ve gitgide uyuşmaya başladığımı hissettim. İtiraf istiyordu, açıklama istiyordu, yalanına değsin istiyordu, o gerçek Helin'i istiyordu. "Sana kim olduğumu söyleyeceğim," dedim şişeyi ona uzatarak. "Ama bana böyle bakmaktan vazgeç çünkü canımı yakıyor."

Bakışlarını kaçırdı, şişeyi elimden aldı ve o da kafasına dikti sonra sırtını o da duvara yasladı. "Evet," dediğimde boğazım acıyordu çünkü yumru olduğunu hissedebiliyordum. İlk defa Sokak Nöbetçileri'nden birisine açıkça kim olduğumu söyleyecektim, ilk defa kendi kendimi açıkça onlardan birinin yüzünde hiç edecektim. Zordu, ağırdı, tek bir cümleydi ama o an alkolden mi, kanıma karışan cesaretten mi bilmiyorum söyledim: "Aranıza ajan olarak size ihanet etmek için gönderildim."

Zamanın bile durduğunu hissettiğim o birkaç saniyede yüzüne bakmadan şişeye uzandım sonra beklediğimden daha büyük yudumları içtim; zaman durdu, o yanımda oturdu ama benim ruhum o an yok oldu. Şişeyi kendimden uzaklaştırdığımda, “İhanet için," diye tekrar ettim. "Sokak Nöbetçileri'ne bu yüzden adım attım." Acıyla güldüm. "Çünkü ben kötüydüm, çünkü ben hiçtim, çünkü ben gölgesi bile lanetli olan o kadındım. Başkalarına ihanet etmek ne kadar umurumdaydı ki?" Omzumu silktim. "O yola adım attım, yürürken kendimi de yok edeceğimi bilemedim."

Şişeyi parmaklarımın arasından aldı; onun da benim gibi içtiğini anladım. Gözlerimi ellerime doğru indirdiğimde titriyorlardı; durduramazdım, durmazdı çünkü Yankı yoktu. Bu düşünce daha acılı bir şekilde gülmeme neden oldu. "Sonra sizi tanıdım, Sokak Nöbetçileri'ni. Yankı'yı... Ellerimin, dizlerimin, sesimin titremesini engelleyen o adamı tanıdım. İlk başta yürürken tökezledim, ayağımın ucuna taş koydunuz sandım ama benim kötülüğüm o taştı. Ben siz taşa takılmayın diye kendim önden gittiğimi fark ettim, düştüm de. Sonra koşmaya başladım, sizden kaçmak istedim fakat koştuğum yerin ucunda uçurum varken beni tutup geri çeken yine sizdiniz." Ellerimi yumruk yaptım. "Yoluma sizin sokak lambalarınız ışık oldu, ben Helin olamadım artık. Sonra ne yaptım biliyor musun?" Bakışlarımı ona çevirdim, göz göze geldik. "Hak etmediğimi anladım, o sokak lambalarını tek tek patlattım. Karanlıkta kaldım, sen o karanlıkta beni gördün."

Sanırım bu gecenin sonunda umutlu beş yaşındaki çocuk değil, o yaşlı kadın kazanacaktı ve yeniden doğduğum tarih bile lanetlenecekti. Gözlerime bakarken kırgınlığı hâlâ duruyordu ama bakışlarına başka bir duygu daha bulaştığında dudaklarını birbirine bastırdı. Lâl ilk defa bana benimle konuşmak istiyormuş gibi bakıyordu. "Ben ihanet ettim," dedim Lâl'e. "Sana ve size. Ama ben birçok kez ihanet ettim Lâl. Fakat şimdi sen böyle bakarken canım öyle çok yanıyor ki." Kafamı iki yana salladım. "Ben kötü biriyim, bencilim ama siz benim içindeki o yaşlı yorgun kadını öldürüyorsunuz." Gözlerimi kapattım; ağlamak istemiyordum. "Benim iyi biri olmaya ihtiyacım var."

Saniyeler geçti, sonra dakika. Bulunduğumuz yerin sessizliğini bölen yapmacık kahkahalar, onlar benim geçmişimi anlatıyor gibiydi ve bu sessizlik, geleceğimdi. Bir anda saçlarımda parmaklar hissettiğimde gözlerimi açtım, bir anne şefkatiyle Lâl'in saçlarımı okşadığını fark ettim. Gözlerindeki kızgınlık gitti, kırgınlık kaldı ama bana, beni yine anlıyormuş gibi baktı.

Lâl Sarca beni yine anladı.

"Lâl," dediğim anda kendimi tutamayarak onu kendime doğru çektim ve sarıldım. Başım omzuna yerleştiğinde gözümden bir damla yaş düştü, onun sıcak kollarına bulaştı. "Söz veriyorum," dediğimde kendime inanıyordum. "Sana bir daha asla ihanet etmeyeceğim." Lâl'in kolları yavaş yavaş yukarı tırmandı sonra o da bana sarıldı. "İstediğim kadar kötü birisi olayım," diye fısıldadım. "Bir daha sana asla ihanet etmeyeceğim."

Parmakları saçlarımda gezindiğinde kollarındaki anne sıcaklığı, daha önce tatmadığım bir sıcaklıktı.

Tam o sırada tuvaletin kapısı sertçe çalındı. "Lâl!" diye bağırdı Işık. "Helin!" Kapıyı zorladı. "Açın kapıyı, içeride olduğunuzu biliyorum. Kızlara ne yaptıysanız ağlaya ağlaya kaçtılar!"

Geriye doğru çekildiğimizde ikimiz de birbirimize bakıp Işık'ın söylediğine güldük. Lâl oturduğu yerden zorlukla kalkmaya çalıştı ama tekrardan alkolden dolayı yere düştüğünde dizlerinin üzerinde yürüyerek kapının kilidini açtı sonra yanıma geldi.

Işık içeri girdiğinde etrafa baktı sonra bizi yerde oturmuş gördüğünde gözleri şaşkınlıkla açıldı, tekila şişesine odaklandı. "Siz kafayı mı yediniz?" Eğildi. "Burada ne halt ediyorsunuz?"

"Sadece eğleniyoruz," dedim sessizce. "Biliyorum, o içerinin yapmacık havasından sen de sıkıldın. Yanımıza otursana." Hıçkırdım sonra gülmeye başladım halbuki az önce ağlamıştım. "Ay, pardon."

Işık ilk başta ne yapacağını bilemeyerek bir bize bir kapıya baktı daha sonra o da yanıma oturdu. "Siz sarhoş olmuşsunuz," diye fısıldadı. "Kafayı mı yediniz? Gözlerinize bakın, şaşı bakıyorsunuz!"

Lâl tekila şişesini Işık'a uzattı ve ben de gülerek, “Bu ortam ayık kafayla çekilmezdi," dedim. "Yeniden doğuşum bir tuvalette oluyor kızlar! Harika değil mi?" Işık da bana katılıp gülmeye başladığında şişeyi alıp kafasına dikti ama bizim kadar fazla içmedi sonra sırtını duvara yasladı.

Üçümüz yan yana, o bize yakışmayan mekanın tuvaletinde duvara yaslanmış şekilde oturduk. Bir tarafımda Lâl Sarca vardı, bir tarafımda Işık Sarca. Bir tarafımda anne sıcaklığı, bir tarafımda kız kardeş sıcaklığı.

Onlar benim eksikliğini duyduğum kalbimdeki hislerdi.
Onlar o hislerin oluşturduğu yaraları iyileştiren güzelliklerdi.

Işık, başını omzuma yasladı. "Murat Can'dan etkilenmek isterdim," diye mırıldandı. "Bence o da benden gerçekten hoşlandı. Aptal, nasıl olur da ilk çıktığımız günü böyle bir yerde mahvedebilir?"

"Değil mi?" dedim göz ucuyla ona bakarak. "Keşke hamburger patates yeseydiniz..."

"Helin," dediğinde gülmeye başladı. "Senin teklifin sadece sana özel."

O sırada yere düşen çantamın içinde Sokak Nöbetçileri'nin bana verdiği telefon titrediğinde uzanıp fermuarını açtım ve telefonu çıkardım.

Ekranda onun ismini gördüğümde kalbimde bile sıcaklık oluşmuştu ve başım sanki hiç dönmüyormuş gibi daha hızlı dönmeye başlamıştı.

LİDERİN:

Liderin konuşuyor, nasıl gidiyor? Umarım sarhoş olmamışsındır ve her şeyi hatırlayabilecek durumdasındır.

Gülümsedim ve hızlıca mesajı yazmaya başladım.

Liderimğ mi konuşuyhor? Hayır hiç sarhoffş değilişm. Sizin nasıl gidiyoğğr?

"Yankı mı?" diye sordu Işık ve tekila şişesinden biraz daha içti.

Attığım mesajı bir daha okurken kelimeler birbirine giriyordu, telefonun ekranı dönüyordu. Titrediğinde hızlıca mesajı açtım.

LİDERİN:

Hayatımda senin kadar ayık kafalı başka kimse görmemiştim. Ekrana kör gibi bakmaktan vazgeç.

Sizin nasıl gidiyor?

Yazdığım mesajlara özellikle dikkat etmeye çalıştım, kelimeleri yazarken özellikle harflere dikkat ettim.

LİDERİN:

Güzel bir gece.

Mesajı okurken kaşlarım çatıldı ve kendimi tutamayarak arama tuşuna bastım, telefonu kulağıma bile koymadım fakat açmadığını ekrana bakarak anlayabiliyordum. Telefon meşgule düştüğünde yine mesaj attı.

Açamam, müsait değilim. Aşırı kalabalık bir yerdeyiz ve yanımda başkaları da var.

Başımı çevirip Lâl'e ve Işık'a baktım; ikisi bir konuşmanın içindeydi ve gülüyorlardı. Tuvaletin içindeydik, önümüzde bir tekila şişesi vardı.

Çok eğleniyoruz, dans ediyoruz, o kadar çok yoruldum ki oturdum. Lâl ve Işık da çok eğleniyor. Özellikle Lâl...

Duraksadım ve bakışlarımı Işık'a çevirdim. "Şu an onlar ne yapıyorlardır?" İkisi başlarını çevirip bana baktılar. "Turkuaz iç çamaşırı partisi veriyor olabilirler mi?"

"Sanmıyorum," dedi Işık. “Yankı’nın artık başka bir kadınla görüşeceğini sanmam.”

Kaşlarım çatık bir şekilde mesaj kutusunu tekrardan açtım.

Büyük bir partide misiniz? Asular ve Senalar var mı? Ha bir de BERİL! HANİ ŞU LİSEDE ÖPTÜĞÜN KIZ!

Mesajı beklerken, saate baktım ve yeniden doğduğum tarihin bitmesine birkaç dakika kaldığını fark ettim. O sırada mesaj geldiğinde hızlıca tıkladım.

LİDERİN:

Beril mi? Hani şu ilk öptüğüm kız mı? Işık anlatmış.

Dişlerimi sıkarak telefonu sertçe yere bıraktığımda yine titredi ama bakmadım. Lâl ise uzanıp telefonu elime tutuşturdu, mesajı açtı.

Çok eğleniyoruz, sonra yazarım, olur mu?

"Hah," dedim ve öfkeyle gözlerimi Lâl ile Işık'a çevirdim. "Çok eğleniyorlarmış."

Hızlıca mesaj yazmaya başladığımda Işık'ın sesini bile duymuyordum.

Seni lanet olasıca lider bozuntusu! Bugün yeniden doğdum, yirmi altı ekim, önemli tarih ve bir mekânın tuvaletinde yerde oturuyoruz! Sarhoşum, çok içtim ama sana ne?

Umarım kafana bu sefer turkuaz iç çamaşırı değil, şişe geçirirler. Bu bana çok güzel bir hediye olur!

Üstte çevrimiçi olduğunu görebiliyordum ve bu daha fazla öfkelenmeme neden oluyordu; Işık kolumu tutsa da ona aldırmıyordum. Şu an onunla kavga etmek istiyordum, yüzüne yumruk atmak istiyordum, tekmelemek istiyordum.

Yazıyor, göründü. Sonra sildi ve tekrardan yazmaya başladı.

Birkaç saniye sonra mesaj attığında yazdıklarını tekrar tekrar okumak zorunda kalmıştım.

LİDERİN:

Tuvaletten çık. LİDERİN seni bekliyor, sürpriziyle beraber.

Defalarca okudum, anlayabilmek için bir de sesli okudum ve bakışlarımı Işık'a çevirdim. "Sanırım," dedim sonra sustum ardından zorlukla ayağa kalkıp çıplak ayaklarla sendeleye sendeleye tuvaletten çıktım. Peşimden Lâl ve Işık da geldi.

Barı geçtiğimizde ve başım kalabalıktan, sesten dolayı daha fazla dönmeye başladığında gözlerimi kısarak etrafa baktım. Ortada dans eden insanlar vardı, müzisyenler, masadaki yapmacık insanlar. Başka hiç kimse yoktu; o yoktu. Her yer bıraktığımız gibiydi. O olsaydı, çoktan bulunduğum yerin ruhu bile değişirdi.

"Helin," dedi Işık. "Çok sarhoşsun, kendine gel."

O an Işık'ın beni dengelemek için tuttuğunu anladım, adımlarım bile hareket edip duruyordu, insanları çift görüyordum.

"Yankı," diye geveledim. "Buradaymış..."

"Ne?" dedi bir anda ve o da etrafa bakmaya başladı. Tek tek insanların yüzlerine baktım, Murat Can'ın oturduğu masaya doğru yürürken Işık Lâl ve benim kolumuza girmişti. Elimdeki telefon titredi, bakışlarım telefonuma kaydı ve mesajı okudum.

LİDERİN:

Tam karşındayım, Helin. Tam karşında ve seni izliyorum. Hem de saatlerdir.

Bir anda şarkı kesildiğinde ve müzisyen mikrofonu eline aldığında başımı eğdiğim yerden kaldırdım; tam karşıma baktığımda ise onu gördüm; Yankı'yı. Bakışları direkt olarak benim üzerimdeydi, parmağıyla müzisyene beni işaret etti. Alkolden dolayı hayal mi görüyordum yoksa o gerçekten burada mıydı? Hayal olmalıydı çünkü Yankı'nın üzerinde fazlasıyla çirkin, kuş desenleri ve güller olan yarım kollu bir gömlek, altında kot şort vardı. Saçları dağınıktı, boynuna saçma sapan zincirden bir kolye takmıştı, kulaklarında küpe takmadığı halde küpeleri vardı. O kimdi, neler oluyordu?

"Helin Aktan," dedi müzisyen. "Yeniden doğdun!" Bir anda ışıklar kapatıldığında ve garsonlardan bir tanesi benim yanıma doğru elinde tuttuğu bembeyaz doğum günü pastasıyla geldiğinde herkesin gözleri benim üzerimdeydi, benim gözlerim ise Yankı'daydı. Sarsıldım, geriye doğru düşecek gibi olduğumda Işık beni omuzlarımdan tuttu.

"Hayal mi görüyorum?" diye fısıldadım Işık'a. "Öldük mü alkolden? Zaman mı hızlı ilerliyor? Bayılacağım..."

"Hayır," dedi Işık ve güldüğünü anladım. "Yankı sürpriz yapmış!" Sonra duraksadı. "Ama neden böyle giyindiğini anlayamadım..."

Garson tam önüme pastayı getirdiğinde bir tane mumun dikili olduğunu fark ettim; Yankı karşıdan beni izlemeye devam etti.

"Dilek dileyin," dedi garson. "Bu sizin yeni hayatınız ilk doğum günüymüş."

Ağlamak istiyordum, dizlerimin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ve bunun tek nedeni mutluluktu. Nasıl tepki verebileceğimi bilemiyordum, insan bu denli mutlu olunca ne yapardı ki? İçim içime sığmıyordu, içimde yeşeren güller ve çiçekler vardı. Pastaya bakarken, gözlerimden yaşlar düşmeye başlamıştı ve gülüyordum; öyle sarhoştum ki aklım durmuştu. Işık kolumdan tutmasıydı çoktan yere düşerdim, bunu da biliyordum.

Gözlerimi kapattım.

İç sesim dedi ki, Yankı hep seninle olsun.

Umutlu çocuk dedi ki, Yankı hep seninle olsun.

Yaşlı kadın dedi ki...

O sustu.

"Yankı," diye fısıldadım sessizce. "Hep benimle olsun."

Sonra o mumu üfledim, ben üflediğim an, alkış sesleri yükseldi ve gözlerimi açtığımda ışıkların açılmış olduğunu fark ettim. Yaşlar yanaklarımdan süzülmeye devam ederken gülümseyerek Yankı'nın olduğu tarafa doğru baktım ama o artık yoktu, gitmiş miydi? Hayal miydi?

Müzik sesi bir kez daha yükseldiğinde etrafa bakmaya devam ettim ve onları gördüm; onları gördüğüm anda gerçekten bir rüyanın içinde olabileceğine emin oldum.

Mutlu ve Bartu. Karşıdan bizi izliyorlardı ama kendileri gibi değillerdi. Bartu'nun üzerinde siyah, dar bir takım elbise vardı, boynunda da papyon.

Mutlu... O kadın gibi giyinmişti! Siyah kalem eteği, beyaz, dar gömleği ve ayağındaki siyah topuklu ayakkabıları... Saçlarını düzleştirmişti, dudaklarında kıpkırmızı ruju vardı. Uzaktan çok güzel bir kadınmış gibi görünüyordu.

"Helinski!" diye haykırdı o taraftan. "Yeniden doğdun!"

"Yeniden doğdun!" dedi Bartu da ona katılıp. "Ve biz de buradayız!"

"Mutlu," dedi Işık ve kolumu bıraktığında tökezledim, Lâl ile birbirimizden destek olduk. "İnanamıyorum, buraya gelmişler ama nasıl..."

Mutlu ve Bartu, Murat Can'ın oturduğu masaya doğru yürümeye başladıklarında Mutlu ayağındaki ayakkabılarından dolayı zorlanıyordu ve Bartu'nun koluna girmişti. Elimle ağzımı kapatıp, “Gerçekten rüyadayım," diye mırıldandım ve onlara doğru yürümeye başladık. "Bu nasıl saçma bir rüya?"

"Mutlu," diye bağırdı Işık tekrardan. "Siz buraya nasıl girdiniz?"

Mutlu, saçlarını havalı bir şekilde arkaya attığında Murat Can şaşkınlıkla onları izliyordu. "Mutlu değil hanımefendi," dedi ince bir sesle. "Ünlü iş insanı Tekin Gemicioğlu beyin hanımı Belgin Gemicioğlu ben." Bartu'yu gösterdi. "Bu da eşim, Tekin. Biz çılgınlar gibi sevişiyoruz gördüğün gibi."

Birkaç masa bizim olduğumuz tarafa doğru bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

O sırada Yankı'nın sesini duydum. "Hi," dedi konuya dahil olarak. "My name is Jack Smith."

Arkama döndüğümde onunla direkt olarak göz göze geldik. Dengem yine sarsıldığında ve artık desteğini alacağım Lâl'in de yanımda durmadığını fark ettiğimde neredeyse düşüyordum fakat Yankı uzanıp hızlıca kollarımdan beni tuttu. "Yankı," dedim, yüzümü buruşturdum. "Bu ne kadar saçma bir rüya? Neler oluyor?"

Murat Can ayağa kalkıp, “Sen," dedi Bartu'ya doğru. Sonra Mutlu'ya döndü, onu tanıyamadı. "Sen de kimsin? Neler oluyor?" Işık'a döndü. "Kardeşin evli miydi?"

"Elbette evli," dedi Mutlu ince bir sesle sonra yüzünü buruşturdu ve kendini topladı. "Lan kıl yumağı, beni tanıyamadın mı?"

"Sen kimsin?" diye sordu anlamayarak.

"Mutluga Belgintos Sarcaios Gemicioğlugil," diyerek saçma sapan bir ismi ortaya attı. "Kısacası senin celladın. Hazır mısın? Birazdan mahvolacaksın."

"Hey!" Işık onların arasına girdiğinde Bartu Mutlu'dan uzaklaştı, direkt Lâl ile konuşan esmer çocuğa doğru ilerledi.

"Sen," dedi ellerini omuzlarına koyarak. "Seç, yumruğumla mı ölmek istersin, tekmemle mi?" Önündeki makarna yemeğine baktı. "Ben buldum, makarna yiyerek ölmek istersin." Bir anda adamın kafasını sertçe tabağa geçirdiğinde yanındaki sarışın olan ayağa kalktı fakat Bartu, onun yüzüne sertçe yumruk attığında ve geriye doğru düştüğünde makarnaya batırdığı yüzünü kaldırdı. "Lâl!" diye seslendi. "Bu ağzıyla sana yürüdü değil mi bu?"

Lâl, sendeleyerek Bartu'yu ayırmaya çalıştı ama bu imkânsızdı. Müzik sesi durmuştu, herkes ayağa kalkmıştı ve çığlık sesleri duyuluyordu. Bir anda bütün dengeler öyle bir değişmişti ki yetişemiyordum.

Mutlu, hızlıca ayağındaki ayakkabıları çıkardı ve ellerine geçirip Murat Can'ın üzerine doğru yürümeye başladı. "Sen," dedi sonra öne doğru elini salladı, Murat Can geriye doğru çekildi. "Benim kardeşime demek parlak dedin öyle mi?"

"Sen bunu nereden..."

"Yankı," dedi az önce oturduğumuz masadaki orta yaşlı adam. Gözlerim onlara döndüğünde elim başıma doğru gitti. "Benim görevim bittiyse gideyim."

"Evet," dedi eliyle omzunu sıvazlayarak. Yankı iki tane miydi yoksa ben mi öyle görüyordum? Üzerindeki gömlekteki kuşlar ötüyor gibiydi. "Bu kadardı."

"Neler oluyor," diye mırıldandım.

"Ah!" diye haykırdı bir anda Mutlu. "Bartu, yetiş resmen bu adam topuklu ayakkabıyı kulağıma soktu, ağzımdan çıkardı, mideme indirdi. Ah! Bartu, öleceğim, kulak zarım yok artık duyamıyorum!" Murat Can'ın tek yaptığı Mutlu'nun ellerini tutmaktı.

Bartu, yüzünü makarnaya sürttüğü adamı bırakıp o tarafa doğru ilerlediğinde Murat Can Mutlu'yu bıraktı. "Bir saniye," dedi geriye doğru adımlar atarak. "Bakın, tanışabiliriz. Benim adım Murat," elini uzattı, "gerçekten kardeşinizden hoşlanıyorum."

"Murat mı?" diye bağırdı Bartu. "Koyayım da kendi etrafında defalarca tur at puşt!" Sert bir yumruğu Murat Can'ın yüzüne geçirdiğinde masaya doğru düştü.

"Hoşlanmak mı?" diye sordu Mutlu diğer taraftan. "Ondan hoşlanabilmek için vizen, pasaportun olması gerek. O vize ve pasaportu da sadece biz çıkarabiliriz."

"Durun!" diye haykıran Işık'ı kimse dinlemiyordu. Lâl ise sandalyeye oturmuş, artık Bartu'yu durdurmayı bırakmış son kalan şampanya yudumlarını içiyordu. Bir eli yanağındaydı.

"Neler oluyor," dedim Yankı'ya bir kez daha. Ortalık karışmıştı, kapıdaki güvenlikler masaya doğru yaklaşıyordu.

Yankı, kollarımı daha sıkı tuttu; sarsılmaya devam ettim. "Mekana rezervasyonla alınıyormuş," diye açıklamada bulundu. "Bunu öğrendiğimizde yapabilecek pek bir şeyimiz yoktu. Mutlu ve Bartu listedeki evli bir çiftin yerini almak zorunda kaldı. Ve ben... Jack Smith oldum, İngiliz bir gezgin." Gömleğini gösterdi, kolyesini ve küpelerini. "Böyle giyinmek zorundaydım."

"Yankı..." dedim ve onu süzdüm. Kendinden o kadar farklı görünüyordu ki daha fazla kendimi tutamayarak kahkaha atmaya başladım. "İnanamıyorum," dedim kahkahamın arasından.

Bir tarafta mini eteğini yukarıya çekmiş, Murat Can'ın sırtına topuklu ayakkabılarını geçiren Mutlu vardı. Bir tarafta kavga ederken üç kişiyi karşısına alan Bartu. Bir yandan da Lâl'e dönüp el sallıyordu. Işık çığlıklar atıyordu. "Bu," dedim gülmeye devam ederek. "Yeniden doğduğumun ilk günü ve hayatımda geçirdiğim en garip gün. Eğer rüya değilse asla ama asla unutamam. Aldığım en tuhaf hediyelerden bir tanesi. Sen ve kuş desenli gömleğin..."

Güvenlikler Bartu'yla Mutlu'nun yanına geldiklerine Yankı o tarafa doğru baktı daha sonra elini cebine attı. "Dinle," dedi. "Ama gerçekten dinle ve şaşı bakmaktan, gülmekten vazgeç. Ciddi bir şey söyleyeceğim." Gülmeyi bıraktım, hıçkırdım ama dudaklarımı birbirine bastırdım. "Hediyelerin sadece bu kadar değildi," dediğinde cebinden iki kağıt parçası çıkardı. "Başka bir hediyem de var."

Dışarıdan polislerin siren sesleri geldi, güvenlikler Bartu'yu ve Mutlu'yu zor tutuyorlardı. İnsanlar koşturuyordu, izleyicilerin keyifleri tamamen kaçmıştı. "Başka bir hediye mi?" dedim ve gözlerimi kocaman açtım.

Yankı, elime uzandı, avcumu açtı ve o iki kâğıt parçasını avucumun içine bıraktı. Başımı eğip baktım ama yazan hiçbir şeyi okuyamadım, kelimeleri seçemedim, kaşlarım çatıldığında bakışlarım tekrardan onun yüzüne kaydığında başımı salladım.

"Romantik komedi filmine iki bilet," diye açıklamada bulundu. Tanrı yaşlı yorgun kadının lanetini bu gece kaldırmıştı, umutlu çocuk gülümsüyordu. "Yirmi yedi Ekim, Pazar. O tuhaf teklifini kabul ettim."