logo

GİRİŞ

Views 9085 Comments 606

Sokaklar, sokak çocukları için geceleri aydınlanır, gündüzleri ise karanlığa gömülürdü. Geceyi aydınlatan sokak lambaları, insanların kalbinden daha sıcak ve aydınlıktı bu yüzden o çocuklar kendilerini geceye daha fazla ait hisseder, gündüzleri ise kalpleri karanlığa bulanmış insanlardan bir adım daha uzaklaşırdı.

Gündüz olurdu. Bir adım daha geriye ve sonra bir adım daha geriye ve sonra bir adım daha... İnsanlar, terk edilmiş çocukları uçurumun kenarına üzerlerine yürüyerek getirirdi ve sonrasında o çocuklar kendilerini uçurumdan aşağıya attıkları zaman adımları geriye doğru gitme sırası insanlarda olurdu.

Kimse, kimsesiz bir çocuğun uçurumun kenarına nasıl geldiğini konuşmazdı; herkes o çocuğun terk edildiği anı konuşurdu.

Geceydi. Diğer bütün gecelerden daha farklı bir geceydi; sokak çocukları geceye ilk defa kendilerini ait hissetmiyorlardı çünkü içlerindeki dürtü, hiçbir şeyin yolunda olmadığını söylüyordu.

Karanlık sokağı aydınlatan sadece iki sokak lambası vardı ve bir tanesi cızırtılar çıkarıyor, her an patlayacakmış gibi yanıp sönüyordu. Hava ılıktı ama birazdan soğuyacaktı.

Sokak çocukları, o karanlık sokakta beşer beşer sırayla bir askeriyedeymiş gibi dizilmişti ve hepsinin gözlerinde aynı ifade vardı: Korku.

Ne olacağı ve sonlarının nasıl yazılacağı korkusu.

Aralarından sadece tek bir çocuk yüksek nefesler alıyordu ve kendi kendine mırıldanıyordu fakat geriye kalan başka kimseden ses seda yoktu. O çocuk ise kendisine bir yandaş aramıyordu, tek başına sesini çıkaracağı anı kolluyordu.

Grup halindeki çocukların karşısındaki adamlar, tek tek çocukların gözlerinin içine bakıyor ve aralarında dolanıyorlardı. Arızalı sokak lambası söndü. Tam o sırada orta boylarda olan bir adam ile kendi kendine mırıldanan erkek çocuğu göz göze geldi, tekrardan sokak lambasının ışığı aydınlandığında birbirlerinin gözlerinin içine baktılar.

Sokak lambası o gece, o çocuğun nefreti olmuştu; ileride umudu olacağını ise bilmiyordu.

Orta boylu adam gözlerini dikmiş gözlerini kaçırmasını bekliyordu fakat erkek çocuğu bunu yapmadı ve bakmaya devam etti.

Sonunda yenilen adam olduğunda çocuğun yanından geçip gitti ve arka taraflarda olan diğerlerine göre daha uzun boylu bir çocuğun yanında durdu. Az önceki çocuk gibi tepkili değildi, tam önüne bakıyordu fakat kaşları çatıktı.

"Adı ne?" diye sordu adam hemen yanındaki yardımcısına ve çocuğa bakmaya devam etti. On dört on beş yaşlarında görünüyordu ve diğerlerinden daha büyük olduğu her halinden belliydi. Fazlasıyla cüsseli bir vücudu neredeyse adama erişen bir boyu vardı.

"Burada bulunan hiçbir çocuğun adı yoktur Önder." Yardımcısının verdiği yanıt Önder'in kaşlarını kaldırmasına neden oldu. "Hepsi terk edilmiş ve sokağa bırakılmış çocuklar, bir şekilde büyümüşler ya da büyütülmüşler. Onların tek bir adı hiçbir zaman olmaz, onlarca adları vardır ve sürekli değişir."

"Buradaki herkesi tanır mısın?"

"Hemen hemen," dediğinde yardımcının gözleri iri yarı olan çocuğa dönmüştü. "Aralarında en büyüğü bu çocuk. Diğerlerine göre çok daha güçlü ve göründüğü gibi heybetli. Bazen bize bile karşı koymaya çalıştığı ve yendiği olur." Güldüğünde iri çocuğun bakışları, Önder'e döndü. "İşine yarar mı bilmiyorum ama sana başkaldırırsa karşılık verebilecek misin?"

Önder Sarca için önemli olan başkaldırıydı ve kendisine yapılan bir başkaldırı bile devriminin başlangıcıydı. Çocuğun gözlerinde gördüğü o ifade içindeki şiddetli arzusunu körükledi. "Onu istiyorum," diye mırıldandı. "Benim grubuma dahil olacak."

Yardımcı bir şeyler söylemek istedi fakat Önder'in bakışlarında gördüğü ifade onun duraksamasına, iri çocuğun yakasını tutarak öne çıkarmasına neden oldu. Çocuk omzunu silktiğinde Önder'in önüne geçmişti.

"Gerçekten adını bilmiyor musun?" diye sordu Önder.

İri çocuk ilk önce sustu sonrasında başını yana doğru yatırdı. "Sokaktaki çocuklar bana İsa’nın oğlu diyorlar."

Kafasını salladı ve gözlerini kısarak, “Ben seçtiğim herkese ad veririm, sen de ömrünün sonuna kadar taşıyacağın bir adın olsun ister misin?" diye sordu. Önder elini kaldırdı ve hafifçe çocuğun omzuna koydu. Çocuk omzuna koyulan ele baktı ve kaşları çatıldı; şefkat miydi yoksa ihtiyaç mıydı bilmiyordu ama kendini destek buluyormuş gibi hissetmişti. Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı.

"Güçlü ve heybetlisin," dedi Önder bakışlarını çocuğun üzerinde gezdirerek. "Senin ismin Bartu olsun. Bartu Sarca. Bu isim sana yakışacak ve anlamını ömrünün sonuna kadar taşıyacaksın."

Yardımcı gülmeye başladığında Önder'in yüzündeki ifade değişti. "Bu çocuklara gerçekten isim mi vereceksin?"

"Onlara isim vermeden onları büyütemem ve yetiştiremem," dedi Önder. "Bir bitkiye bile isim verirsin, bir insan hiçbir zaman isimsiz kalamaz, isimsiz kalmış bir insan kendisini bulamaz."

Yardımcı omzunu indirip kaldırdı. Çevredeki başka adamlar da çocukları seçiyordu, hiçbiri Önder Sarca'nın seçtiği yolu denemiyordu. Onların gözünde seçtikleri çocuklar sürekli değişecekti ama Önder için bu çocuklar vazgeçilmez kalacaktı.

"Bartu," dedi iri çocuk ve başını önüne doğru eğdi. Üzerindeki kendine küçük gelen tişörtünü düzeltti. "Adım Bartu. Artık tek bir adım olacak."

"Arkama geç Bartu," dedi Önder ve çocuklar arasında yürümeye devam etti. Bartu söyleneni yaptı, diğer çocukların yüzüne bakmadan başını önüne eğdi.

Arka taraftan gelen mırıldanma sesi yükselmeye başladı ve bu tek ses çıkaran çocuktan başka kimseye ait değildi. Önder sesin kimden geldiğini anladı ama o tarafa dönmeden yürümeye devam etti.

Kendisine bakarak gülümseyen bir erkek çocuğuyla göz göze geldiğinde hafifçe tebessüm etti, o yöne doğru gitti. Çocuk daha geniş bir şekilde sırıttığında yardımcı "En pozitif ve mutlu olan çocuktur," dedi. "Ne yaşamış, ne zaman buralara gelmiş bilmiyoruz ama yaşı en küçük olanlardan birisi. Sekiz ya da dokuz yaşında olmalı. Bir de ikizi var, hemen yanında duruyor ve birbirlerinden ayrılmıyorlar."

Önder, ikizlere baktı. Birisi kız, birisi erkekti ve erkek olan ne kadar güler yüzlü olursa olsun, kız olan bir o kadar suratsızdı. Hoşuna giden, birbirlerinin ellerini bırakmıyor olmalarıydı.

Önder eliyle çocukları yanına çağırdığında hızlı adımlarla ikizler bulundukları yerden çıktı ve Önder'in önüne gitti. "Bir becerileri var mı ki?" İşine yarayacak bir şeyler arıyordu.

"Akıllı çocuklardır. Kız olanın huysuz olduğuna bakma, o da hemen ısınır." Yardımcı düşündü ve kaşları havaya doğru kalktı. "El becerileri var. Bir kilidi çok kolay açabiliyorlar, nasıl yapabiliyorlar bilmiyoruz. Tek problem asla birbirlerinden ayrılmazlar."

Erkek olanın gülüşü, Önder'e enerji vermişti. Öyle güzel, öyle içten gülüyordu ki karşılık veremeden durmadı. "Onları da almayacaksın değil mi?" diye sordu yardımcı. "İşine yarayacağını sanmıyorum."

Erkeğin gülüşü ve kızın gözlerindeki ışık bu cümleden sonra yavaş yavaş soldu fakat sonrasında Önder'in, “Gözlerindeki ifadelere bak," dediğini duydu. "Kızın gözlerindeki ışığı görüyor musun? Erkeğin ne olursa olsun verdiği huzuru ve mutluluğu?" Sustu, ellerini erkek olanın yüzüne koydu ve tekrardan gülümsemesini sağladı.

"Bizi ayırma," dedi kız çocuğu kardeşinin elini daha sıkı tutarak. "Onu bırakmam, ondan ayrılmam."

"Sizi ayırmayacağım." Önder erkek olanı sevmişti. "Mutlu Sarca ve Işık Sarca. Grubunuza hoş geldiniz." Onlara isimlerini bile sormadı.

Erkek çocuğu, hiçbir şey söylemedi ama bakışlarıyla öyle bir konuştu ki Önder, ne demek istediğini anladı. Arkasına geçmeleri için işaret vermesine gerek kalmadan Mutlu arkasına geçti, Işık da onu takip etti ve Bartu'ya da aynı gülümseyişini gönderdi. Bartu ise karşılık vermedi.

Kız çocukları ve erkek çocukları normalde ayrı gruplar halinde duruyorlardı, ikizlerin birbirinden ayrılmadıkları buradan belliydi; ellerini bir an olsun bırakmamışlardı. Önder'in gözleri kız çocuklarının olduğu yöne döndüğünde yardımcı gözlerini hafifçe devirdi ve adımlarını Önder ile aynı yöne döndürdü.

Kız çocukları oldukları yerde hareketlendi ve ellerini diğer çocuklar gibi önlerinde birleştirerek başlarını önlerine eğdiler. Tek bir tanesi dışında.

Ellerini önünde birleştirmemiş bir kız çocuğu vardı ve bakışları direkt olarak Önder'i isabet alıyordu. Tuhaf olan sadece bunlar da değildi, kız çocuğunu tutan bir tane adam vardı ve tam arkasında duruyordu.

Önder sormadan yardımcısı açıklama yaptı. "Aslında bu grupta olmaması gereken bir kız çocuğu çünkü kimsenin isteyeceğini sanmıyorum." Ondan vebalı gibi bahsetmesi Önder'in dikkatini çekmişti. "On yaşında." Kız çocuğu hareketlendi ve arkasındaki adam onu daha sıkı tuttu. "Konuşmuyor yani konuşamıyor. Söylenen her şeyi duyuyor ama karşılık vermiyor. Doğuştan olduğunu düşünmüyoruz, travma geçirmiş olmalı."

Önder'in daha fazla dikkatini çekmişti ve ona doğru bir adım attığında kız geriye doğru ürkek bir şekilde çekildi ama yüzündeki ifadeyi düzeltmedi; kendisini korumak istiyormuş gibi bakıyordu. "Adam neden onu tutuyor?"

Yardımcı güldü. "O kadar hızlı koşuyor ki! Buradaki bütün çocukları koştuğu zaman yakalayabiliriz ama bu kız çocuğunu yakalamak imkânsız. Onu yakaladığımız an uyurken filan oluyor."

Önder, büyülenmiş gibi kız çocuğuna bakarken, onun da gözlerindeki ifade bağlanmasına neden olmuştu. Masumdu, fazlasıyla masumdu ama bir o kadar da öfkeli bakıyordu. Hayata karşı bir öfkesi vardı ya da hayatın onunla alıp veremediği bir şeyler varmış gibiydi. Üzerindeki çiçekli elbisesinin rengi solmuştu ama o elbiseyi çok sevdiğine kalıbını basabilirdi.

"Onu da istiyorum," dediğinde yardımcı şaşkınlığını gizleyemedi. "Ciddi olamazsın," diye homurdandı. "Onunla baş edemezsin."

"Benim istediğimin baş etmek olduğunu kim söyledi?" dedi Önder kısık bir sesle. "Benim istediğim zaten bir başkaldırı." Kıza gülümsedi fakat karşılık bulamadı. "Lâl Sarca." Kız çocuğuna verdiği isim, onun kaderini bile etkileyecek bir isimdi. "Arkadaşlarının yanına geçmelisin."

"O kendi adımlarıyla gitmez," dedi yardımcı ve alayla güldü. "Onu nasıl tutacaksın?"

Önder, bunu daha önce düşünmüş olacak ki "Bartu," dedi geriye doğru. "Lâl'i tut, o senin artık kardeşin." Bakışları Bartu ile kesiştiğinde emir veren ifadesi gözlerine ulaşmıştı. Bartu ilk başta tereddüt etti fakat ne kadar karşı çıkarsa çıksın ya da yapmak istemezse istemesin Lâl'in o gruba iyi ya da kötü şekilde dahil olacağını hatırladı. Canını yakacaklarını düşündü ve Lâl'e doğru ilerleyip onu tutmak istedi. Lâl ise geriye doğru kaçmak istedi ama adam onu Bartu'ya doğru uzattı.

İki çocuk kendi aralarında savaş vermeye başladığında Bartu aslında kıskıvrak onu tutabileceğini biliyordu ama canını da yakmak istemiyordu. Tam o sırada Lâl Bartu'nun onu tutan elini sertçe ısırdı ve Bartu'nun bağırmasına neden oldu. Önder, olanları izlerken, yardımcı 'Ben söylemiştim' diyen bakışlarını Önder'den ayırmıyordu.

Bartu ise canı ne kadar yanarsa yansın, Lâl'i bırakmadı.

Bartu, Lâl'in oradan kaçmasını ve kaderini değiştirmesini engelleyen kişiydi.

"Ne yapıyorsunuz?" En sonunda kalabalığın arasından bir çocuk bağırdığında Önder, kim olduğunu adı gibi biliyordu; ilk gözlerinin kesiştiği erkek çocuğuydu ve başkaldırının ilk adı o olacaktı. Daha önce tanıştığı bir erkek çocuğuna benziyordu.

Önder'in bakışları erkek çocuğuna doğru kaydığında, adımları o tarafa yöneldi ve çocuğun da kalabalıktan sıyrılarak ortaya doğru çıktığını gördü.

"En seslisi," dedi yardımcı bıkkın bir sesle. "En fazla başkaldıranı ve en cesuru. Canı bile ortada olsa kendisine verilen hiçbir emri yerine getirmez sadece kendi bildiğini okur. Öyle zeki bir çocuk ki bazen bizi şaşkına uğratıyor. Okumayı nereden öğrendi bilmiyoruz ama cilt cilt kitaplar okuduğunu görüyoruz. Çöp köşelerinden topladığı gazeteleri bile saklıyor."

Çocuk Önder'in tam karşısına geçmişti ve çenesini dikleştirmişti. Öyle bir meydan okuyarak bakıyordu ki Önder etkilenemeden edemedi ve lideri bulduğunu fark etti. On iki yaşlarında olmalıydı ama bakışları otuz yaşında bir adama ait gibiydi; turkuaz gözlerinde gizlenen yaşlı bir adam vardı. Öyle olgun, öyle kendinden emin duruyordu ki Önder sanki karşısında kendi yaşlarında biri varmış gibi hissetmişti.

"Sokak çocukları sizin kullanabileceğiniz askerleriniz değil." Savunması sesliydi ve arkadaşlarını ilk defa kendi yanına çekmek istiyordu. "Hiçbirimiz sizin satın alacağınız kişiler değiliz. Bizi serbest bırakın."

Diğer seçim yapan adamların da dikkatini çekmişti fakat hiçbiri böyle hırçın bir erkek çocuğunu istemiyordu, hepsi uysal olanlara yöneliyorlardı.

"Siz sokak çocukları değilsiniz," dedi Önder ve başını gurur duyuyormuş gibi aşağı yukarı salladı. "Sokak Nöbetçileri'siniz. Benim ise askerim değil, çocuklarım olacaksınız."

"Tercih hakkı sunmuyorsunuz," dediğinde çocuğun sesinin ayarı düşmüştü ama hala öfkeliydi. "Bize istemediğimiz hayatları vereceksiniz, değil mi?"

Önder, hayal kırıklığıyla gülümsedi. "İstediğin bir hayatı mı yaşıyorsun, oğlum? Hiçbiriniz şu anda istediğiniz hayatları yaşamıyorsunuz ve bundan daha kötüsünü yaşayamazsınız. Siz sokaklara terk edilmiş ve herkesin unuttuğu çocuklarsınız. Siz kimsenin umurunda değilsiniz."

Arka tarafta kalan Lâl hareket etmeyi kesmiş, erkek çocuğuna bakıyordu ve onu bir yardım eli olarak görmüştü.

Erkek çocuğu Önder'in haklı olduğunu biliyordu ve dediklerine cevabı yoktu ama başka bir cümle dudaklarından döküldü. "Bir gün buradaki çocuklardan yaşamaya devam edecek olanlar var. Büyüyecekler. Unutulduklarını ise hiçbir zaman unutmayacaklar, insanlardan intikam alacaklar."

"Bu yaşta intikam duygusunu nereden biliyorsun?" Önder'in sorduğu soru, daha çok kendisine yönelikti. Karşısındaki erkek çocuğunun gözlerinde kendini görmüştü. Bir cevap vermediğinde yardımcısına, “Onu istiyorum," diye fısıldadı.

"Hayır," dedi erkek çocuğu ve öne doğru bir adım atarak alttan Önder'in yüzüne baktı. "Gruba dahil olmayacağım." Öyle yüksek bir sesle bağırdı ki boş ve sessiz sokakta söylediği cümle inledi, yankılandı; herkesin sesi oldu.

"Senin adını bile buldum." Önder, elini çocuğun yüzüne doğru uzattığında çocuk elini itekledi.

"Benim zaten bir adım var, benim zaten bir ailem var. Benim başka bir isme ihtiyacım yok."

"Adını unut." Önder'in başı omzuna düştü. "Senin artık yeni bir adın olacak ve kendi adını unutacaksın."

"Unutmayacağım." Tekrardan bağırdığında elektrik direğine konmuş olan karga uçtu ve sokak lambasının ışığı daha hızlı bir şekilde yanıp sönmeye başladı. "Adımı hiçbir zaman unutturamayacaksın. Ben adımı her zaman içimde yaşatacağım, kim olduğumu her zaman bileceğim." Sesi sokakta inlerken, Önder dışında herkes çocuktan uzaklaşmaya başlamıştı.

Önder içten bir şekilde gülümsedi. "Yankı Sarca." Elini erkek çocuğunun yüzüne koyduğunda bu sefer eli iteklenmedi. "Yankı sen benim oğlumsun ve bu grubun lideri olacaksın. Şimdi değil ama zamanla bu adı benimseyeceksin ve kendi adını unutacaksın, kim olduğunu unutacaksın. Sen aslında tamamen bana dönüşeceksin."

Yankı, bir şeyler söylemek istedi ama yapabileceği hiçbir şeyi olmadığının da farkındaydı.

Sustu.

Bir süre birbirlerine baktılar ve kim olduklarını aslında hayatları boyunca ikisinin de unutmayacağını bildiklerini fark ettiler.

Sokak lambası son kez yandı ve yüksek bir sesle patladığında gökyüzü aydınlanmaya başlamıştı. Hava soğumaya başlamıştı.

Bartu, Mutlu, Işık, Lâl ve Yankı o gece kaderlerine adımlarken, sokak lambasının patlayan ışığı onların aslında hayatlarının sönüşüydü.

Tekrardan yanacak ve tekrardan sönecek binlerce sokak lambalarına rağmen.