logo

12. İNANCIN İKİ YÜZÜ

Views 418 Comments 0

Bir köprünün ortasındaydım. Sol tarafımda vicdanım vardı, sağ tarafımda vicdansızlığım. Sol tarafımda gerçeklerim vardı, sağ tarafımda yalanlarım. Sol tarafımda yalnızlığım vardı, sağ tarafımda kalabalığım. Tam karşımda ise sadece seçeneklerim ve seçeneklerimden doğan yeni doğmuş ruhum.

Seçeceğim iki yol da benim sonum olacaktı artık biliyordum.

Köprünün ortasında durup aşağıya doğru baktım. Beni kör edecek berrak su ve kollarımı, bacaklarımı parçalayacak dalgalar.

Aşağı atlarsam kendi sonumu işte o zaman kendim yazacaktım. Arkama dönüp bakmaya ise cesaretim yoktu çünkü orada, terk edilmiş bir kız çocuğu görecektim.

Sessizliği bölen nefes sesleri.

Saniyeler geçmişti ama zihnimde saatlerini geçiren bir kadın yaşıyormuş gibiydi, o köprünün ortasında durduğum sürece zaman bile silinecek gibiydi.

Bakışlarım tekrardan Caner'in elinde tuttuğu Sokak Nöbetçileri'ne ait olan çocukluk fotoğrafına kaydı. Sımsıkı tutuyor, parmaklarının altında ezmek için fırsat kolluyordu. O fotoğraf karesinde ben yoktum ama ruhum, o fotoğraf karesinde yer alacak kadar onlarla beraber olmuştu. Bu sarsıcıydı.

İki adım ötemdeki Bartu'nun nefes sesleri öyle keskindi ki Caner'i tek bir hamleyle devirebileceğini biliyordum ama onu durduran, kolunu sımsıkı tutan Lâl'in eliydi. İçten içe Lâl'in Caner'e bunu yapmasını istediğini biliyordum ama Bartu'nun gözü döndüğü zaman nasıl birine dönüştüğünü bilmediğim için onu sürekli engelliyorlardı.

Bartu Sarca, durdurulmadığı zamanlar nasıl birine dönüşüyordu?

Bakışlarım Caner'in yüzüne doğru tırmandı, alayla gülümseyen dudaklarına zıt bir şekilde öfkeyle bakan gözleri vardı. Benden bir cevap beklediği açıktı ama öylesine şaşkındım ki ağzımı açıp hiçbir şey diyemedim.

Arkasındaki adamları tanıyordum, ekibimizden çaylak olan adamlardı ama iri cüsseleri, korkulacakmış gibi görünüyordu ve biliyordum ki böyle bir yola girdiyse yanındaki adamlar dışında başkaları da dışarıda bekliyordu.

"Böyle bir şeye," dedi Bartu ve dişlerini sıkarak konuştuğunu anladım. "Nasıl cesaret edebilirsin?" Gerçekten aklı almıyormuş gibiydi, imkân veremediği durumla karşı karşıya kalmış kadar şaşkındı. "Sen canına mı susadın lan?"

Caner, bende olan bakışlarını ayırıp Bartu'ya baktığında baştan aşağı onu süzdü, sonra arkasında kalan Lâl'e baktı. Lâl'i düşündüğümden daha uzun süre incelediğinde kaşlarımı çatmıştım. Caner'in bir planı vardı, bu bakışını tanıyordum. "Diyelim ki susadım," dedi elini sallayarak. "Ne yapacaksın? Beni dövecek misin?" Gözlerini devirdi. "Yoksa öldürür müsün? Senin gibileri çok tanıdım. Şişirilmiş balonları patlatmak zor değil."

Kendine gerçekten çok güveniyordu, çok fazla. Planı yoktu, planları vardı ve hepsini devreye sokmak için büyük bir heyecanla beklediği çok açıktı. Dudaklarım aralandığında Bartu hırladı ve öne doğru atıldığında Lâl onu sımsıkı tuttu ve kendine doğru çekmeye çalıştı. "Seni balona çevirir, o balonu da yanındakilerden birinin götüne sokarım lan puşt!" diye bağırdı. Zorlukla zaptedilen Bartu, bırakıldığı an Caner'i keskin dişleriyle parçalayacak bir canavar gibiydi.

"Güzel hareketler," dedi Caner rahat bir sesle. "Bu sokak çocuklarının neden köpeği yok diye merak ediyordum ben de." Bartu'yu yanındakilere işaret etti. "Salyalarını akıtan bir köpekleri varmış."

Bu Bartu'nun zaten taşmak üzere olan öfkesine son darbesi olmuştu. Bartu sertçe kolunu tutan Mutlu'yu itekledi ve Lâl'i de benim üzerime doğru savurduğunda Caner'in üzerine doğru atıldı. Elleri Caner'in yakalarını tuttu ve yüzüne kafa attığında Caner geriye doğru sendeledi, arkadaki adamlardan birisi Caner'i tuttu. Yumruk atmak için elini kaldırdığında sol tarafta kalan adam, hızlıca silahını çıkarıp Bartu'nun yüzüne doğru tuttu. Onunla beraber diğer adamlar da bunu yaptığında Bartu'nun yumruğu havada asılı kaldı.

Caner, çöktüğü yerde elinin tersiyle dudağını sildikten sonra sinirlenmek yerine gülüp, “Öfke problemi," dedi kafasını iki yana sallayarak. "Bu kadar kolay teslim olacak kadar da fevri. Gerçekten bu grubun köpeği sensin." Dakikalar sonra ilk defa gözleri Yankı'ya döndü. "Tasmasını da sen tutuyor olmalısın. Köpeğini düşmanlarının üzerine salıyorsun ve köpeğin onları ısırırken, sen keyfine bakıyorsun."

Bartu, dişlerini sıkarak silaha doğru yürüdüğünde Lâl, öne doğru atılıp Bartu'yu geriye doğru çekmeye çalıştı. Işık Mutlu'nun kollarını tutmuş, Bartu'ya büyük bir endişeyle bakıyordu. Yankı? Ona bakmamak için ne kadar büyük bir çaba sarf etsem de artık cesaretimi toplayıp ona bakmalıydım.

Başım ağır ağır ona döndüğünde yüzünü öfkeli bekliyordum, kızmış ya da kaşları çatık. Afallamış ya da şaşkın. Yıkılmış belki de tedirgin. Ama bunların hiçbiri yoktu. O Yankı Sarca'ydı, kendi kontrolü daima kendi ellerindeydi ve yine kontrolünü sağlamış, ifadesiz gözlerle Caner'i izliyordu. Tek bir mimiği bile oynamıyor, onu izlerken bakışları arada sırada Caner'in elindeki fotoğrafa kayıyordu.

Bartu silaha doğru yürürken, “Öldür lan!" diye inledi. "Eğer şimdi öldürmezsen bu köpek seni parçalara ayıracak."

Caner, Bartu'yu dikkate almıyormuş gibi, Yankı'ya bakmaya devam etti. "Köpeğini ne zaman geri çekmeyi düşünüyorsun sokak çocuğu?" diye sordu Yankı'ya. Yine Yankı'yı öfkelendirmeye çalışıyordu, onun üzerine gidiyordu ama hiçbir karşılığını alamayacağını Yankı'nın yüzüne rengini veren alaydan anlamıştım. "Onun dilinden anladığına eminim."

Yankı, öne doğru adımlar attı sonra Lâl'e bir baş hareketi yaparak onun geriye doğru çekilmesine neden oldu. Eli, Bartu'nun omzuna dokunduğunda Bartu'nun bakışları Yankı'ya döndü. Kısa bir an, çok kısa bir an bakıştılar sonra Yankı "Sana köpek diyor, duydun mu?" diye sordu. Gülümsedi, Yankı gülümsedi ve şaşkınlık gözlerimi açmama neden oldu.

"Duydum," dediğinde Bartu'nun öfkesi hala yerli yerindeydi ama derinlerde Yankı'nın da ne demek istediğini anlamıştı. "Ve bunu bana söylerken korkudan titreyen dizlerini engellemeye çalışıyor."

"Biliyor çünkü," dedi Yankı ve bakışları Caner'e döndü. "Biz köpekler gibi eğitildik ve o sadece bir insan." Havayı kokladı, kaşları çatıldı. "Kokuyu alıyor musunuz? Az önce Bartu, Caner'in üzerine atladıktan sonra oluşan koku."

"Alıyorum ben," dedi Mutlu dişlerini sıkarak. "Bok kokusu. Ellerindeki silahlara rağmen altlarına yaptılar."

Caner, oturduğu satranç masasında mat olmuş gibi kaşlarını çattığında artık eğleniyormuş gibi değildi. Bartu zorlukla nefes alıyordu fakat Yankı'nın onun omzunu tutan eli sımsıkıydı, ondan daha sakin olması için rica ediyormuş gibi bakıyordu.

O an anlamıştım, Bartu Sarca'nın öfkesi, Sokak Nöbetçileri'nin zayıf halkasıydı.

"Yüzünüze doğrultulmuş dört silah var," dediğinde Caner'in sesi kin doluydu. "Ve hâlâ şaka yapabilecek durumdasınız öyle mi?"

"Senin gibileri çok gördük." Mutlu, Işık'ın onu tutan ellerini silkeledi. "Bu hayatta espriyle yaklaşmadığım çok nadir olay vardır ve sen onlardan birisi değilsin çüküm tipli. Senin neyini ciddiye alacağız?"

Caner, öfkeyle hepsinin yüzüne baktı, hepsinin. Beni pas geçti, sonraya sakladı ama hepsinin yüzüne bakarken bambaşka duygular bakışlarında yer aldı. En sonunda iğrenme gözlerinde yer aldığında tiksiniyormuş gibi "Sokak köpekleri," dedi. "Dur, sokak çocukları. Ha neydi, Sokak Nöbetçileri." Gözleri Yankı'ya döndü. "O günün hesabını sormayacağımı mı sandınız?" Eliyle evin içini işaret etti. "Her sokak çocuğunun bir çöplüğü vardır, sizin de çöplüğünüzü görmek istedim."

"Ve?" Yankı Bartu'nun önüne geçti, onu arkasına aldı, Caner'e bir adım uzaklıkta durdu. Kollarını önünde bağladıktan sonra çenesini havaya doğru kaldırdı. "O gün seni umursamadık ve sen de gelip evi mi dağıttın? Yani? Sonuç?" Gözlerini devirdi. "Bunun bizi öfkelendireceğini mi düşündün?" Onu süzdü, işaret parmağını sallarken gözlerini kıstı. "Küçükken kendisini bizim düşmanımız sanan senin gibi bir velet vardı." Gülümsedi ardından kafasını salladı. "Her neyse. O çocuk gelip bizim evimizi yakmıştı ve nedeni de tam senin gibi onu mandalinaya çevirmemizdi."

"Hangisini diyorsun ya?" Mutlu gülüyordu. "İlk evimizi yakan mı, ikinci evimizi yakan mı?"

"İlk kardeşim." Yankı tebessüm etti. "İkincisini Bartu, adam içerideyken yakmıştı, onu geçelim. Bartu, kundaklamayı sever, biliyorsun."

"Ne?" Arkadaki adamlardan birisi kendini tutamayıp tepki verdiğinde Yankı'nın gözleri tekrardan Caner'e yöneldi.

"Evimizi alevler içinde gördüğümüzde bir süre izledik." Derin bir nefes aldı, Bartu'ya baktı. "İzledik izledik izledik." Bartu da ona baktığında gülümsediler. "Sonra evin hepsinin yanmadığını gördük, gittik Bartu'yla benzin aldık ve yanmayan yerlerini de biz yaktık." Gözlerindeki ifade değişti. “Bizim evlerimiz, sokaklardır. Gerçek yuvamız ise kalptedir.”

Caner ifadesini gizleyemedi, afallamış bir suratla Yankı'ya baktı. İnanıp inanmamak konusunda kararsızdı ama bu kararını çoktan ortaya çıkarmıştı. "Dinlediğini anlamak sıfır gibi," diyen Mutlu da Yankı'nın yanına geçti. "Bir de özet geç istersen, mandalinaya döndü yüzü yine."

"Özet geçeyim," dedi Yankı ardından bir adım attı ve yukarıdan Caner'e bakarken gözlerini kibirle kıstı. "Yani demem o ki bizim evimizi o kadar çok yıkıp yaktılar ki artık alışığız." Bir anda, Caner'in ummadığı anda elindeki fotoğraf karesini sertçe çekip aldı, fotoğrafı havaya kaldırdı. "Ve senin gibi sokak çocuğu, sokak köpeği diyerek bizi ezeceğini sanan o kadar çok beyinsizle karşılaştık ki bunlar bize işlemiyor." Parmağını sertçe Caner'in şakağına bastırdı sonra hafifçe başını itekledi. "Bizi sinirlendirmek için çalıştır burayı, küçük enişte. Tanrı bunun içini boş yaratmış olamaz."

Caner, Yankı'nın elini iteklemek istedi ama Yankı çoktan geriye doğru bir adım atmıştı. Elindeki fotoğraf karesini Lâl, büyük bir heyecanla çekip aldı; sonra fotoğrafa bakıp ardından saklamak istiyormuş gibi göğüs kafesine bastırdı.

"E tabii ki bu demek değil ki bunları yapan insanlara hesabını sormadık," dedi Bartu duruşunu dikleştirerek. Sakinleşmişti ama damarlarında daima öfkenin gezdiğine emindim. "Öyle ya da böyle, bize yapılan her kötülüğün hesabını sorarız. Köpekler unutmaz," dediğinde kendini işaret etti. "Ve dediğin gibi ben bir köpeğim. Hem de kuduz. Bittin sen, turuncu tüy. Bittin."

"Turuncu tüy mü?" Mutlu hiddetle nefes verdiğinde eliyle alnına vurdu. "Bu benim aklıma nasıl gelmez? Sen söylememişsin gibi geri alabilir miyiz bunu?" Ellerini birkaç kere çırptı. "Onu elimize aldığımızda yüzünü de turuncuya boyayabilir miyiz?" Gülmeye başladı. "Düşünsene, turuncu tüy gibi ortada dolanıyor."

Işık kendini tutamayıp güldüğünde Bartu o kadar öfkesinin arasında da tebessüm etti. "Söz," dedi Mutlu'ya doğru. "Senin için bunu yapacağız."

"Grey'im be," diyerek yumruğunu havaya savurdu. "Bana yeni bir oyuncak daha buldu."

Yankı bunu nasıl yapabiliyordu bilmiyorum ama uzandığı her dalı kurutabiliyor aynı şekilde her dalı da yeşillendirebiliyordu. Caner'in uzattığını sandığı dalı tek bir hamlesiyle kurutmuş, onun yüzüne atmıştı. Caner'in nasıl hissettiğini biliyordum, yenilmiş gibi değildi, savaş alanında yalnız kalmış gibiydi. Çünkü Yankı, ona, kendiyle savaşma hakkını bile vermediğini gösteriyordu.

"Diğerleri gibi değilsin," dedi Caner Yankı'ya. "Akıllısın, zekisin ve hep bir planın var." İlk defa aklını çalıştırıyordu, bu beni şaşırtmıştı. "Ama bana gösterdiğiniz çok büyük bir şey var. O da aranızdaki bağ." Mutlu'yu işaret etti. "Geçen gün onun zarar görecek olması bile köpeğini deli etti. Demek ki grubunuzdan birisine bir şey olsa..."

O an Yankı da dahil hepsi birden Caner'in üzerine doğru gittiğinde silahlar tam olarak onları hedef aldı.

Gerçek yuvamız kalptedir, demişti.

Yankı burnundan keskin bir nefes verdi, omuzları inip kalktı. Nöbetçilerin diğer üyeleri ise Yankı'nın tek bir hareketini bekledi. Caner, ilk defa Yankı'nın damarına nasıl basacağını bulmuştu, bu yüzden geriye doğru adımlarken yüzünde keyifli bir ifade oluşmuştu. "Haklıyım," diye mırıldandı. "Belki senin kadar zeki değilimdir sokak çocuğu ama insanların zaaflarını tanıma konusunda üstüme yoktur. Zaaflarını biliyorum."

"Ya da bildiğini sanıyorsundur," dedi Yankı ama sesi artık korkutucu geliyordu. "Bu hayatta tahammül ettiklerim, edemediklerimden daha azdır. Hepsini zaafım mı sanacaksın?"

Caner, kafasını salladı. "Yanındaki sokak çocuklarından birinin zarar görmesi. Bu sakinliğini de zekânı da bitirir. Ve biliyor musun, kendini zeki sanan kişilerin sonunu zaafları getirir."

Yankı'nın arkasında duran Bartu hareketlendi fakat Yankı elini kaldırıp onu durdurduğunda Caner'den gözlerini bir an bile olsun ayırmıyordu. Her ne düşünüyorsa, bu düşündüğü onun sakinleşmesine neden olmuştu. "Benim kendime ait bir dünyam var," dediğinde eliyle yanındaki arkadaşlarını gösterdi. "Ve o dünyadaki insanlara zarar vermeye çalışan kişinin sadece sen olduğunu mu düşünüyorsun?" Başını omzuna indirdi. "Korkularının ilki her zaman zaaftır, güçsüzleşirsin ama bunu atlatırsan sonrasında zaafın olmaktan çıkar, güçsüzlüğün güce dönüşür. Benim kardeşlerime defalarca zarar vermeye çalıştılar."

Caner Sokak Nöbetçileri'nin yüzüne tek tek baktı, onları süzdü sonra, “Ve başarılı olamamışlar," dedi tek nefeste.

"Çünkü başarılı olmalarına izin vermedim," derin bir nefes verdi, "vermedik." Elini Caner'in omzuna koydu, sıktı. "Diyelim ki zarar vereceksin, şu an birimizi vuracaksın ve belki de birimiz öleceğiz." Güldü, gülüşünde bambaşka bir duygu vardı. "Diğerlerimiz yaşadığımız sürece sen nefes alamazsın."

Caner, Yankı'nın omzundaki eline baktı; iteklemek istedi ama Yankı buna izin vermedi. "Aslında kastettiğim fiziksel şiddet değildi," dediğinde kaşlarını kaldırdı. İlk defa Caner'in gözleri bana döndüğünde onun silahının ben olduğumu, içten içe bana okları yönlendirdiğini anladım. "Kastettiğim birinizi öldürdüğümde bile diğerlerinin kılını kıpırdatamayacağı duruma getirmekti." Gülümsediğinde kendimi Sokak Nöbetçileri'nin karşısında ilk defa onların düşmanıymışım gibi hissetmiştim. Onları birbirlerinin yüzlerine bakamayacak hale getirebilir miydim?

Yankı, Caner'in kime baktığını anladı ama dönüp bana bakmadı; elini Caner'in omzundan indirdi ve sessizliğini korudu. En başından beri kafasının içinde dönen tilkilerin ulaştığı bir sonuç olmalıydı ama Yankı'yı artık tanımaya başlamıştım, bunu belli etmezdi. "Hayal kuruyorsun," dedi Yankı tek solukta. "Sokak çocukları bir gün birbirinden ayrılsa bile en sonunda aynı sokakta tekrardan birleşirler çünkü tek evleri orasıdır."

Caner gülmeye başladığında kafasını iki yana salladı, bakışları hâlâ benim üzerimdeyken, “Diğer kardeşlerini anladım. Peki ya kardeşin Helin?" dedi kelimenin üzerine bastırarak. "O bir sokak çocuğu değil. Evi de senin sokakların değil."

Yankı bu sefer tepkisiz kalamadı, başını çevirip bana baktı ve turkuaz gözleriyle gözlerim kesiştiğinde yavaş yavaş yüzüne tebessüm oturdu. Bana bakarken, “Kardeşim Helin mi?" dedi alayla. "Kardeşim dediğim kişilerin elini tutup uyumak gibi huylarım yoktur." Caner'in yüzü ilk önce kızardı sonra kaşları çatıldı ve dişlerini sıktı. "Üzgünüm küçük enişte, Helin'e kardeşim diyemeyeceğim kadar fazla yakınlaştık." Gözlerini açtı. "Çok fazla. Çok çok fazla."

Mutlu daha fazla dayanamadı. Gülerken, “Yakında düğünlerine gelirsin artık," dedi Caner'e hareket çekerek. "Baktın olmuyor, çükünü kes, onunla evlen. İkiniz de küçücüksünüz, yakışırsınız."

Mutlu'nun söyledikleri umurumda bile değildi, gözlerim Yankı'nın üzerindeydi ve şaşkınlıkla ona bakıyordum. İlk defa benim hakkımda düşündüklerini net bir şekilde duymuştum ve bu duyduklarım, kendi içimde onunla ilişkimi sorgulamama neden olmuştu. Caner'i öfkelendirmek için mi böyle konuşuyordu yoksa gerçek düşünceleri mi bunlardı?

"Doğru mu?" dedi Caner bana bakarken ve hızlıca bir adım atıp üzerime gelmek istediğinde Yankı eliyle omzundan itekleyip onu geriye doğru itekledi. Caner, Yankı'yı umursamadan bir daha adım attı fakat tam o anda bütün Sokak Nöbetçileri önümde durduğunda ve etten duvar oluşturduklarında şaşkınlıkla onlara baktım. İlk defa beni böyle koruyorlardı, ilk defa Yankı dışında onlar da beni arkalarına almışlardı.

Gerçek yuvamız kalptedir, demişti. Ben o gerçek yuvada mıydım?

Beni suçlamıyorlardı, suçluyorlarsa bile kendilerinden birisi gibi görüyorlardı; tam arkalarına saklayacakları kadar onlar için değerli olduğumu hissettiğimde elim kalbime doğru gitti.

Onlar Sokak Nöbetçileri'ydi. Beş kişilerdi ve birbirlerinden başka kimseyi kollarıyla sarmazlardı. Ben altıncı kişiydim ve şimdi onların kollarının sıcaklığını hissediyordum.

Silahlar yüzlerine doğru çevrilmişti ve artık işin renginin değiştiğini, Caner'in tek bir öfkesiyle birinin zarar göreceğini biliyordum çünkü o fevriydi, ben gibi ya da Cem gibi değildi. Öfkesine yenik düştüğünde gözü kararırdı ve tam şu an bana bakarken gözünün kararmaya başladığını görebiliyordum.

"Bir şeyi merak ediyorum," dedi Işık en sonunda dayanamayarak. "Önemi yok ama bu kadar tantana bu kadar şov Helin için mi?" Yerleri işaret etti sonra dağılmış olan eşyaları. "Amacın ne?"

Caner dişlerini sıkarak bana bakarken Bartu'nun vücudundan onu zorlukla görüyordum. "Amacımı," dedi ardından sustu. Tam o anda gözlerimiz bir daha kesiştiğinde gözüne düşen karanlığın ikimizi de kör edeceğini anladım. "Helin çok iyi biliyor."

Dakikalardır fark edemediğim en önemli detay, açık bir defter gibi yüzüme çarpıldığında Caner'in amacının ne olduğunu görebildim. Bana günlükler için iki gün vermişti ve o iki gün dolduğunda eve girip, kendisi günlükleri almak istemişti.

"Bir konuya açıklık getirelim," dedi Mutlu kafasını sallayarak. "Seni sevmeyen bir kadını seni sevmeye zorlayamazsın, seni istemeyen bir kadını zorla çekip alamazsın." Eliyle Yankı'yı işaret etti. "Ve çüküm tipli, şu adamı görüyor musun? O bir prens ise sen o prensin atı bile olamazsın."

"Mutlu," dedi Yankı ağzının içinde geveleyerek. "Konuya alakası ne bunun?"

"Ne?" Mutlu yüzünü buruşturdu. "Beybeğim, birisi şuna sizin Helin'le evlenip on çocuk yapacağınızı söylemesi gerekiyor."

"Mutlu..." Işık dirseğiyle Mutlu'ya vurdu. "Yine olur olmadık yerlerde saçma sapan konuşmaya başladın."

"Fazla ciddiyet beni geriyor Gün Işık'ım," diyerek gözlerini devirdi. "Ve türk filmi tadında aşklardan da hoşlanmıyorum. Bu çüküm tiplinin derdi bizim seksi ise vazgeçmesi gerekiyor. Onları evlendirmeden bu dünyadan göçüp gitmeyeceğim."

"Mutlu." Bartu derin bir nefes verdi. "Yine çok konuştun."

Caner, Mutlu'nun bütün söylediklerini duymamış gibi bana bakmaya devam ediyordu. Şakalar ya da gerçekler umurunda bile değildi, bir an olsun benden ayrılmayan bakışlarında sorular vardı. Öne doğru ilerledim ve yüzünü net bir şekilde görebildiğimde kafamı iki yana salladım. "Gerçekten bu sokak çocuğuyla yattın mı?" diye sordu bana tiksiniyormuş gibi. "Bunu yaptın mı?"

Bana doğru ilerlemek istedi ama Yankı bu sefer daha sert bir şekilde iteklediğinde Caner'in ayakları birbirine dolandı, düşecek gibi oldu. "Sınırlarımı aşma," dedi Caner'e Yankı. "Bu çizgiden sonrası benim sınırlarımı aştığın yer ve Helin o sınırların içinde."

Caner, farklı bir yol izleyerek, “Onu istemediği hiçbir şeye zorlayamazsın," dedi. "Onu elinde tutsak mı edeceksin? Buna izin veremem."

"Onu kendime tutsak da ederim," dedi Yankı ve bu söylediği ikimizin arasındaki başka bir duvarın daha yıkılmasına neden oldu. Bir süre bekledi, gülümsediğini hissettim ve sonra devam etti: "Lideri olarak." Bu ikimizin arasındaki espriden çok daha fazlasıydı.

Caner, bir an ne yapacağını bilemedi ve elleri kolları sarsıldı, başını tavana doğru kaldırdı derin nefesler aldı. Buraya onlara zarar vermeye gelmemişti, farkındaydım ama artık o yolu da düşünmeye başlamıştı.

"Utanmasa ağlayacak," dedi Mutlu en sonunda dayanamayarak. "Beni beni Caner'ini repliği tahmini ne zaman gelir?"

Bu damlayan son kandı, son ateşti, son sabırdı. Caner, başını indirdi, öfkeyle nefesini verdi ve arkasındaki adamlardan birisinden silahını sertçe çekip aldı. Mutlu'nun yüzüne doğru tuttuğunda, "Kapa çeneni lan soytarı!" diye bağırdı odayı inleterek. "Bir daha ağzını açarsan beynini dağıtacağım."

Bartu, yerinden kıpırdandı yine ve Yankı onu tuttu. Ellerimi saçlarıma doğru geçirip, “Caner," diye inledim. "İndir şu silahı, ne yaptığını sanıyorsun?"

Dakikalardır konuşmadığımı ve figüran gibi olduğumu yeni fark ediyordum. Nedeni neydi? Korku? Konuşmayı unutmuştum.

Silahı bu sefer Caner hepsine doğru sallarken, “Benim amacımı biliyorsun!" diye bağırdı bana. "Derdimin ne olduğunu da biliyorsun!" Beni tehdit ediyordu, tamamen öfkesine yenik düşmemişti ama eğer karşısında durmaya devam edersem her şeyin mahvolacağını biliyordum.

"Tamam, indir silahını öyle konuşalım!" diye bağırdığımda öne doğru çıkmak istedim fakat Yankı'nın eli, sertçe kolumu tuttu ve beni yanına doğru çekti. Buna izin vermeyeceğini anladığımda gözlerimiz çok kısa bir an kesişti. Yüzü bana dönükken, kimseye bakmadığı gibi bakıyordu, o an sınırlarının içinde hapsolmadığımı ama kendi isteğimle kaldığımı anladım.

"Hiçbir şey yapamaz," diye fısıldadı bana doğru. "Korkacağın hiçbir şey yok. Arkamda ya da yanımda dur." Eli, kolumu öyle sıkı tutuyordu ki istesem de kurtulamayacağımı fark etmiştim sonra bir şey oldu, yüzümün aldığı hâl, ona canımın yandığını düşündürdü, eli kolumdan aşağıya inip elimi tuttu.

Yankı Sarca elimi tuttu.

"Neymiş amacın?" diye soran Bartu'nun sesi sorgulayıcıydı. İstediği cevaplara ulaşmak istiyordu, benim hakkımdaki şüphelerinde haklı çıkmak asıl konuydu. "Anlat, belki de bilmek istiyoruzdur."

"Helin, yanıma gel," dedi Caner dişlerini sıkarak. "Yoksa her şey çok kötü olacak."

"Onu hiçbir şeye zorlayamazsın!" diye bağırdı Işık ve öne doğru atıldığında Mutlu'nun onu çekiştirdiğini gördüm. "Sen kendini ne sanıyorsun saplantılı pislik?"

Yankı'ya bakmaktan bir an bile vazgeçmiyordum, o da bana bakıyordu. Bakışlarım rica ediyormuş gibi bir hal aldığında, “Korkma," dedi net bir sesle. "Korktuğun her neyse bırak şu an ortaya çıksın. Bırak, ne oluyorsa olsun. Bırak, akıp gitsin. O sana zarar vermek istiyor."

Yine o köprünün ortasında hissediyordum kendimi ama solumda da sağımda da kıyametler kopuyor gibiydi. Aşağıya atlamak istiyordum ama artık orasının da beni korkuttuğunun farkındaydım; canımın acıması değildi konu canım acırken neden acıdığını insanların görmesiydi. Arkama baktım; can çekişen çocukluğumla karşılaştım ve ona sığınmak, benim için en kötüsü olurdu, biliyordum. O an o can çekişen çocukluğumun arkasında beş gölge belirdi, o gölgeler, onu sardı.

Vicdanım sızladı ilk önce sonra gururum parçalandı. Kıyametlerin ortasında kalmıştım ve köprü devrilmek üzereydi. Kulaklarımda Yankı'nın sesi vardı, cümlesi zihnimin içinde dönüp duruyordu. Bir dahaki sefere benim arkamda değil de onun yanında dur. Bu bir şeyleri kabullenmemi kolaylaştırır, demişti bana.

"Korktuğum hiçbir şey yok," diye fısıldadığımda elimi yine ondan kurtarmaya çalıştım ama yine izin vermedi. Gözlerimin içine bakarken bir şeyleri çözmeye çalıştığını anlıyor, ondan kendimi gizlemeye çalışıyordum. Birçok yolum vardı hatta şu an bambaşka bir yol daha çizebilir ona her şeyi anlatabilirdim ama bende eksik olan bir duygu vardı: Cesaret.

Köprünün iki yanındaki yüz bana gülmeye başladı. Birisi 'Korkma, ona her şeyi anlat' dedi. Diğeri kafasını salladı. 'Ona hiçbir şeyi anlatma, anlatırsan çocukluğun ölür.'

"Var," dediğinde bakışları Caner'e döndü. "O hiçbir yere gelmiyor, istiyorsan ve cesaretin varsa gel, sınırlarımı aş, onu al."

"Yankı," dedim dişlerimi sıkarak. "Onunla gitmek istiyorum." Bunu sadece Yankı duydu ama duymamazlıktan geldi, kaşları çatıldı fakat elimi daha fazla sıktı. Söylediklerimi ilk defa anlamıyor ya da anlamak istemiyormuş gibi davranıyordu.

"Bu durum epey can sıkıcı olmaya başlayacak," dedi Caner ve gözlerinin beni izlediğini hissettim. "Fakat canı yanacak olan ben olmayacağım gibi. Siz bilirsiniz."

Tahta köprünün parçaları düşmeye başladı; gökyüzüne tutunmak için yukarıya doğru baktım fakat orası da benim sığınamayacağım kadar acılarla doluydu. Geçmişim gökyüzüne gizlenmişti, oradan kaçışım asla olamazdı.

İki yanıma baktım, o yüzlerin beni merakla izlediklerini gördüm; arkalarındaki kıyamet onları yutmuyordu ve anlamıştım; o kıyametleri çıkaranlar, aslında o yüzlerdi. Bir yol seçmem gerekiyordu ama yolum yoktu, artık hiçbir çarem yoktu.

Bir daha arkama baktığımda çocukluğumun yanındaki beş gölgenin, çocukluğumu iyileştirdiğini fark ettim. Önemli olan geçmiş dedi, sol tarafımdaki yüz. Artık kurtulamazsın, bırak çocukluğun kurtulsun.

Çenemi havaya doğru kaldırdım ve kendimi önemsemeyerek, kendime sırt çevirerek, "Yankı," dedim. Elimi sertçe çekmeye çalıştığımda gözleri tekrardan yüzüme döndü. "Şu elimi bırak artık," diye inledim. "Ve yalanlarına son ver! Biz seninle hiçbir zaman yakınlaşmadık!" İşte şimdi köprü tamamen yıkılmıştı ve ben o köprünün bir ucuna tutunmuş, aşağıya düşmemek için çırpınıyordum.

Yalanlar.

Yankı'nın keskin sınırlarının çizildiği o dikenli tellerdi. Onun sınırlarından içeriye yalanlar giremezdi ve ben o sınırların içerisinde yalanlarımla karşısındaydım. Kaşları çatıldı, hayretle bakarken, “Yakınlaşmadık mı?" diye sordu düşündüğümden daha iç yaralayıcı bir tınıyla. "Bunu içten mi söylüyorsun?" Kafasını iki yana salladığında elinin gevşemeye başladığını hissettim.

Halatlarda koptu, tuttunduğum tek tahta parçası çatırdamaya başladı. Artık ne olacaksa olacaktı. "Caner'i öfkelendirmek için böyle yollara başvuruyorsun ama bunlar saçmalık," dediğimde ilk defa ona karşı böylesine güzel oynuyor, böylesine güzel maskeler takıyordum. Gerçeklerimi görebildiğini ama yalanlarıma ulaşamadığını söyleyen Yankı, artık gerçeklerime de ulaşamıyordu. "Egoistin tekisin ve her gülümsemeyi ilgi olarak görüyorsun bence."

Onun dışında hiçbir Sokak Nöbetçisinin yüzüne bakamadım çünkü biliyordum, baksaydım bu benim için ağırlığını taşıyamadığım bir yük haline gelirdi. Mutlu "Yalan söyleme, o gün beraber," diye söze başlayacağı sırada Yankı elini kaldırıp Mutlu'yu susturdu ve devam etmesini engelledi. Ya korktuğum bir şeyler olduğunu anladı ya da kendisi de hatırlamak istemediği için bunu yaptı bilmiyordum ama Yankı yalanıma ortak oluyordu. Tam da onun söylediği gibi, sessizce.

"Buraya senin yanına sadece eğitilmek için gönderildim aslında," dedim Yankı'ya doğru yaklaşarak. Aramızda birkaç karış kaldığında nefesini tuttuğunu fark ettim. "Senin egolarını yüceltmek için değil."

Eli, ensesine doğru gitti ve sonra yüzünü buldu. Parmakları sakallarının arasında gezinirken ellerindeki izleri gördüm; içim sızladı, vicdanım sızlamayı bıraktı çığlıklarını benimle paylaştı ve ben yüzüme yerleştirdiğim maskemi bir an bile düşürmemek için ekstra çaba sarf ettim.

"Helin," dedi kısık bir sesle. "Bunu yapmaya devam edersen sana inanmayı seçeceğim. Ben inandığım yalanları ve onların hissettirdiklerini asla unutmam." Yankı'yı sadece ben duymuştum, diğerleri duymamıştı ama ben de duymak istemediğimi hissediyordum. "Son kez söylüyorum, korkacak hiçbir şeyin yok, o sana zarar verecek."

Gözlerimi ondan kaçırdım, Caner'e baktım. Her şey aslında birkaç saniye içerisinde oluyordu ve onun sabırsız bakışlarında artık bütün gardını indirmiş bir adam vardı. Başını omzuna yatırdı, tehditkâr bakışlarında anlamsız sözler geçti.

Gözlerim yine Yankı'ya döndüğünde, “Senin yanında değil, onun yanında durmak istiyorum," dedim net bir sesle. "Bu bir şeyleri kabullenmeni kolaylaştırır." Onun cümlelerini, ona silah olarak doğrultmuştum ve o silahtan çıkan kurşun isabet aldığında gözlerinde daha önce göremediğim tek bir duygu oluştu, o duygunun adı, kırgınlıktı.

Tutunduğum köprü tamamen dağıldı, altımdaki berrak suya ve dalgalara doğru düşerken son gördüğüm yüz, Sokak Nöbetçileri'nin gölgesinin arasında gülümseyen çocukluğumdu.

Yankı'nın eli, elimi bıraktı.

Kapattığı önümden geriye doğru çekilerek yolumu açtı ve başını çevirip duvara doğru baktı. En başından beri dizdiğimiz bütün taşlar tek tek devrilmişti ve o taşları tek tek ellerime veren Yankı'ydı. Bu zamana kadar defalarca diğerleriyle ters düşmüştüm, defalarca onlar tarafından ötekileştirilmiştim ama Yankı'nın daima önümdeki varlığı beni kendime güvende hissettirmişti ve şimdi, o güven duvarları tek tek yıkılmıştı.

Yankı Sarca'nın ilk defa o gün kalbini kırdım.

Yankı Sarca'ya ilk defa o gün arkamı döndüm.

Ve bu yaslanmak için değildi.

Caner'e doğru yürüdüm, omuzlarımı dikleştirdim ve çenemi kaldırdım. Caner'in doğrulttuğu silah ağır ağır aşağı indiğinde başımı onlara doğru çevirdim. Işık ve Mutlu büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyorlardı, dudakları aralanmıştı. Lâl'in gözlerindeki öfke değildi. Kafasını iki yana sallarken ne yapmak istediğimi anlamış gibiydi ve bu onun elindeki fotoğraf karesini daha sıkı tutmasına neden olmuştu; onlar için hâlâ tehlike olduğumun farkındaydı.

Bartu. O kendinden emindi. Kollarını önünde bağlamış, bana bakarken karşısında ihanet eden birisi varmış gibi süzüyordu. Bunu yapacağımdan neredeyse emindi.

Tam o anda, elimde Caner'in elini hissettim ve sıkıca tuttuğunda Yankı'nın turkuaz gözleri, Caner'in elimi tutan eline kaydı. Çenesi kasıldı, gözleri seğirdi ve sol elinin yumruk halini aldığını gördüm. "Sokak çocuğu," dedi Caner Yankı'ya. "O senin sokaklarına ait değil."

Kaybetmek ya da kazanmak. Yankı için bunlar o an önemli miydi bilmiyorum ama ellerimize bakarken yüzünün aldığı hâl, karnıma bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden oldu. Birkaç saniye geçti, Caner cevap bekledi hatta yarım dakika geçti ama Yankı hiçbir cevap vermedi.

Yankı Sarca'nın ilk defa vereceği bir cevabı yoktu.

Onun sokaklarındaki güzelliklerine arkamı döndüğümde artık acı çekiyor, dalgaların beni parçaladığını hissediyordum.

"Helin bunu yapamazsın," dedi Işık kısık bir sesle fakat Caner beni çekip yürümeye başladığında ayaklarımın altındaki camların sesleri, kulaklarımın içinde yankılandı sonra kalbimi de kesti. "Onu seviyor musun sahiden?" Yankı'nın hemen yanından geçerken, gözlerinin hâlâ ellerimizde olduğunu gördüm; turkuaz bakışları bir daha benim yüzüme tırmanmadı ve ben de arkamı dönüp onlara bir daha bakmadım.

"Gerçekten onu mu seviyormuş?" diye soran Mutlu'nun sesinde bile kırgınlık vardı. "İşte bunu hiç beklemiyordum."

Caner, dış kapıya doğru yürürken kısık bir sesle bana, “İşte şimdi bittin," dedi ve eli elime öyle bir baskı yaptı ki parmaklarımın kırılacağını hissettim. "İşte şimdi seni bitirecekler Helin Aktan. Ve ben seni kurtarmayacağım."

Boğuldum, boğuldum, boğuldum. Düştüğüm suyun içinde çırpındım, bana bir el uzansın istedim ve su yüzeyine çıkamadım. Gölgeler artık beni kurtaramazdı, bencil çocukluğum bulunduğu yerde mutluydu fakat o iki yanımdaki yüzün de suyun altında benimle beraber boğulduklarını gördüğümde kurtuluşum artık imkânsızdı.

Sonuçlara katlanabilirdim lakin o sonuçlar, başkalarının da canını yakmasıydı. Nedenlere inanabilirdim lakin o nedenler, canımı fazlasıyla yakmasıydı.

***

Dört tarafı duvarla çevrili rutubet kokan bir odanın içindeydim, pencereleri yoktu. Farelerin seslerini işitebiliyordum ve su sesini. Bu odayı tanıyordum.

Bir sandalye, o sandalyede ben oturuyordum ve tam karşımda başka bir sandalye daha vardı; o sandalyede oturan kişinin gözleri benim üzerimdeydi. Arkadaki adamlar hiçbir şey yapmadan olanları izliyorlardı. Saçlarımdan akan sular, bacaklarıma damlıyordu. Defalarca su çarpmışlardı, soğuk suyun etkisi beynimi uyuşturmaya başlamıştı.

Yüzüme sert bir tokat daha indiğinde başım sağa doğru döndü, ağzımın içindeki kan tadı diğer tokatlardan sonra katlanamayacağım bir duruma geldi. Yere tükürdüğümde kucağımdaki ellerim titriyordu.
Ve dizlerim.

Konuşamıyordum çünkü sesimin de titreyeceğini biliyordum. Çenemi tuttu, havaya kaldırdı sonra başka bir tokadı daha attığında bu sefer dudağımın diğer tarafının da patladığını anladım. "Sen ne yaptın?" diye haykırdı. "Bunu gerçekten yaptın mı?"

Önüme gelen saçlarımın arasından karşımdaki sandalyenin arkasındaki yüzlere baktım. Caner, Cem ve diğer adamlar beni izliyorlar, acı çekişimi görmek istiyorlardı. Her tokattan sonra Caner'in yüzünün aldığı hâl değişse de bir adım dahi atmıyor, bunu hak ettiğimi bana belli ediyordu. Beni kurtarmıyorlardı, hoş kurtarmak istesem ben de kendimi kurtarabilirdim ama şu an doğru olan buydu.

Ben Ekip’in bir askeriydim.

"Konuşsana!" diye haykırdıktan sonra eli saçlarımı kavradı, başımı geriye doğru yatırdı. "Onlarla duygusal bir bağ kurdun ve bize karşı komplo içinde misin?" Kafamı iki yana salladığımda saçımı daha sert bir şekilde çekti. "Caner, şunu tekrar anlat," dedi dişlerini sıkarak. "Bir daha anlat. Bir aptala anlatıyormuş gibi anlat ki duysun."

Caner, hareketlendiğinde artık rahatsız olmaya başlamıştı. "Defalarca anlattım," dediğinde karşımdaki yüzün bakışları ona sert bir şekilde döndü. "Anlatayım Sedat bey." Yutkundu. "Helin onların grubuna girdiğinden beri ona doğru düzgün ulaşamıyorduk ve nedenini görevde olduğu için sanıyorduk. En sonunda Cem beni onu takip etmek için görevlendirdi ve ben de onu takip ettim. Onlarla çok yakın olduğunu fark ettim. Yani normal bir yakınlık değil, arkadaş gibi. Hatta dediğim gibi grubun lideriyle aralarında duygusal bir bağ oluşabileceğini düşündüm..."

Yüzümde başka bir tokat daha patladığında kulağımda çınlama oluştu, o çınlama yükseldi ve gözlerim karardı. Başım geriye doğru düştüğünde Sedat, ensemden tuttu, sandalyenin dibinde duran şişeyle yüzüme tekrardan su çarptıktan sonra saç köklerimi tutarak, “Konuş!" diye hırladı. "Bunlar doğru mu?"

Yankı Sarca'nın bana öğrettiği bir şey vardı, o da son ana kadar daima başka yolların olabileceğini düşünmek ve sessizliğini korumaktı. "Her neyse sonra ben Helin'i uyardım ve biliyorsunuz, günlükleri istedim. O bizi umursamadı, ulaşamadık hatta bir süre ortalarda da görünmediler. Ama sonra..." Gözleri hayal kırıklığıyla bana baktı. "Günlük için biz onların evine girdik, her tarafı aradık ve günlüklere ulaşamadık. Helin bu konuda onları uyarmış olmalı." Sesine nefret bulaştı, daha fazla acı çekmemi istedi. "Ayrıca, bugün lider olan sokak çocuğu Helin'le yattığını söyledi."

Kafamı iki yana salladığımda dişlerimi sıkarak Caner'e bakıyordum, sonra da Cem'e. Sonra da arkalarında kalan diğerlerine. Senelerce onların yanındaydım, senelerce omuz omuza durmuştuk ve bir kere olsun onlarla aramızda bir bağ oluşmamıştı.

Sokak Nöbetçileri'nin bana öğrettiği bir şey vardı, o da birisinin canı yanarsa diğerlerinin o can için can vereceğiydi.
Hiçbiri benim için canını vermezdi, hepsi kendi canının derdindeydi.

Sokak Nöbetçileri bir aileydi, Ekip öyle değildi.

"Onunla kendi isteğinle amacın olmadan zevk için yattın bir de!" dedi Sedat ve gözlerini açarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Sen canına mı susadın!"

Dayanamayarak, “Kimseyle yatmadım!" diye haykırdım. Sesim titriyordu fakat umurumda bile değildi. "Yankı'yla aramda hiçbir şey geçmedi!"

"Peki o sokak piçi neden bunu söylüyor?" diye sorduğunda ağzımın içindeki kan, midemi bulandırmaya başlamıştı.

"Sadece Caner'i öfkelendirmek istedi çünkü Caner onların damarına basıp duruyor ayrıca yattık demedik!" Sandalyeden kalkmak istedim fakat Sedat, omuzlarıma bastırarak beni geri yerime oturttu sonra da başımı sertçe önümdeki sandalyenin başlığına yatırdığında boğazıma yapılan baskının nefesimi kestiğini hissettim. "Yalan söylemiyorum," dedim zorlukla nefes alarak. "Yankı'yla aramda hiçbir şey geçmedi."

"Onlara bizden bahsettin mi?" Baskısını arttırdı, nefesim kesilmeye devam etti ve acı, soluk boruma saplandı. Gözlerim kararmaya başladığında burnumdan akan kan, çeneme doğru ilerledi. “Patronun en büyük kuralı, bizim gizli kalmamızdır. Bunu unuttun mu?”

Patron. Benim yolumun asıl amacı.

Kelebek kozasından çıkmaya başladı.

"Hayır," dedim hırlayarak. "Sizden bahsetmiş olsaydım şu an burada oturuyor olmazdım çünkü Bartu beni öldürürdü."

Sedat, başımı kaldırdığında ve saçlarımı bıraktığında öksürerek önüme doğru eğildim ve ağzımdan çıkan kanları umursamadan kusmaya başladım. Tek gözüm, darbelerden dolayı kapanmaya başlamıştı fakat canım o kadar çok yanıyordu ki gözüm, yüzüm umurumda bile değildi.

"Bartu hangisi?" diye sordu Sedat Caner'e.

"Bartu Sarca," diye açıklamada bulundu Caner. "Tek kimsesiz sokak çocuğu. Yetimhane yüzü bile görmemiş, sokaklardaki insanlar tarafından büyütülmüş bir çocuk. İki üç yaşına kadar bir kadın onu emzirmiş. Önder'in yumruğu gibidir, çok güçlü olduğu söyleniyor ama fazlasıyla fevri ve öfkeli birisi. Zayıf halka, ben hallederim."

Şaşkınlıkla gözlerim açıldığında, “Lanet olsun," dedim Caner'e doğru. "Bunların hiçbirini ben bilmiyorken sen biliyorsun."

"Çünkü sen onlar hakkında bildiğin hiçbir şeyi bize anlatmadın ve biz de onları araştırmaya başladık," dedi Caner kızgınlıkla. "Onların yanına gitme nedenini unuttuğun için bilmiyor olabilir misin?"

Sedat'ın sırtı bana dönüktü. Derin derin nefesler alırken ellerini birleştirdi ve başını havaya doğru kaldırıp, “Helin," dedi sanki dakikalardır sakinmiş gibi. "Seninle doğru düzgün konuşalım." Karşımdaki boş sandalyeyi çevirip oturduğunda çenemi bu sefer nazikçe tutup başımı kaldırdı, eli çenemden akan kanlarda gezindi. "Günlerdir onlarla berabersin, hiçbir şey öğrenemedin mi?"

Sedat'ın yüzüne bakarken başım şiddetli bir şekilde dönüyordu. Planlarımı düşündüm, yollarımı ve sonra Yankı'nın böyle bir durumda ilerleyeceği yolları hesapladım. "Bir şey öğrenmemiş olmama mı öfkelisin yoksa onların sizi öğreneceğine mi?" diye sorduğumda sanki benim yerime Yankı konuşuyordu. "Onlardan korkuyorsunuz."

Sedat'ın yüzündeki sakinlik silindi ama gülümsediğinde çenemi tutan eli sıkılaştı. "Bunu sana düşündüren nedir?"

"Onları görmek." Çenemi onun elinden kurtardım. "Onların arasına girmeden önce sizin deyiminizle sadece sokak çocukları olduklarını sanıyordum ama onlar çok daha fazlasıymış ve sizi korkutanın ne olduğunu aslında anladım." Çenemle hepsini işaret ettim. "Önder'in çocukları, Sokak Nöbetçileri sizleri bitirecek diye korkuyor, onları daha öncesinde bitirmek istiyorsunuz."

"Diyorsun?" Sedat kaşlarını kaldırdığında cesaretim onu şaşırtmıştı fakat bir yandan da merakı artmıştı. "Onlardan bahsederken hayranlık duyuyor gibisin, neden?"

"Çünkü hayranım." Dürüsttüm, böylesine verdiğim dürüst cevap hepsini şaşkına uğratmıştı. "Neden mi? Çünkü onlar sizden çok daha fazlası. Onlar asker değil, kardeşler. Hepsinin birbirlerine inançları tam ama sizler?" Kafamı salladım. "Bana inanmıyorsunuz."

“Peki ya patron?” dedi. Tek soru sordu. Asıl soruyu sordu, asıl amacıma yöneldi.

Onu cevapsız bıraktım.

Beni eğiten kişi Cem’di ama bana bütün kötü yolları gösteren kişi de Sedat’tı. Şu an onunla dövüşebilirdim, belki de onu alt edebilirdim ama bu mantıksız bir hareket olurdu. Ona, bir süre o güçlüymüş gibi davranmak hobim haline gelmişti.

"Bize sana inanmamız için bir şeyler ver." Sedat'ın sesi netti. "Günlerdir neden bize bilgi vermedin?"

Ayağa büyük bir hiddetle kalktığımda sandalye devrildi fakat umursamadım, başımın dönmesi katlandı ama yine de vazgeçmedim ve üzerimdeki kazağı yukarıya doğru sıyırarak göğüs kafesimi, oradaki sargı bezlerini onlara gösterdim. Sonra koluma dokundum, dokunuşumla canım yandı ve dişlerimi sıktım. Sedat, göğüs kafesime bakarken Caner'in öne doğru adımlar attığını gördüm.

"Vuruldum," dedim dişlerimin arasından. "İki defa. Birincisi kolumdan vuruldum ve Sokak Nöbetçileri için çıktığımız bir görevdeydik ki bunu Caner biliyor." Kaşlarım çatıldı. "Sonra tam kalbimden vuruldum." Hepsi bana inanamıyormuş gibi baktı. "Evet bu tuhaf çünkü Önder'in silahıyla oldu." Önder'in sırrını açığa çıkarmak umurumda bile değildi. "İçinde normal kurşunlar yerine tüpler olan bir silah. İsabet ettiği yeri resmen kurutuyor ve acı çektiriyor. Biraz daha geç kalsalardı neredeyse ölecektim."

"Bu nasıl oldu?" diye soran Caner'in sesi gürdü. "Seni kim vurdu?"

Yalanları ve gerçekleri düşündüm. Köprünün bir ucunu ve diğer ucunu. Sonra düştüğüm yerdeki çırpınışlarıma şahit oldum ve ilk defa Yankı'yla o zaman yollarımı ayırıp, “Bartu vurdu," dedim yalana başvurarak. "Benden şüpheleniyordu ve bu düşünce bile onu deli etti. Silahla beni vurdu." Kaşlarımı çattım. "O normal silah sanıyordu, beni öldürmek istedi ama Yankı bu silahın bana çektireceği işkenceyi bildiği halde ona izin verdi." Bir açıdan bu doğruydu.

Hepsi sessizliğini korudu, inanmak için sargı bezlerini açmak isteyeceklerini düşünüyordum ama gözlerim göğüs kafesime indiğinde etrafının daha fazla morardığını fark ettim. Sargı bezini açmalarına gerek yoktu, yeterince kötü görünüyordu.

"Onun canına okuyacağım," diyen Caner'e alayla baktım.

"Hangisinin?" diye sordum. "Seni mandalinaya çeviren Yankı'nın mı yoksa altına yapmana neden olan Bartu'nun mu?" Bakışlarım Sedat'a döndü. "Bu yaşananlara bakıldığı zaman onlarla duygusal bağ kurmuş gibi mi görünüyorum? Ya da Yankı'yla seks yapmış gibi? Onlar bana hâlâ güvenmiyorlardı ve Caner de sürekli bu düşüncelerine mum dikti."

Fiziksel güç açısından bazıları benden üstün olabilirdi ama zekâ bakımından benim altımdalardı.

Patron dışında.

Onun alkışları beni her zaman zekâm konusunda takdir ederdi.

Kelebeğin kozası neredeydi?

Caner, yüzünü buruşturduğunda, “Mandalinaya çevirmek mi?" diye sordu. "Onlar gibi konuşmaya başlamışsın."

Başka bir gerçek tokat gibi yüzüme çarptığında gitgide onlara benzediğimi değil, onlara dönüşmeye başladığımı görebiliyordum.

"Bu zamana kadar seni hep el üstünde tuttum," dedi Sedat bana doğru. Oturduğu sandalyeden kalktı, elleri omuzlarıma dokundu ve kazağımı aşağımı indirirken sandalyeye oturttu. "Seni eğittim, senin için elimden gelen her şeyi yaptım." Ona acıyla baktım. "Evet, gün geldi canını da çok yaktım ama hepsi sana kim olduğunu göstermek içindi." Yere çöktüğünde elleri dizlerime tutundu.

"Hayır," diyerek ona karşı geldim. "Senin canın sıkıldı ve en çok bana zarar verdin," omzumu indirip kaldırdım, "hem de ortada hiçbir neden yokken."

"Şimdi ortada bir neden var ama," dediğinde kaşlarını kaldırdı. "Hem de çok büyük bir neden. İhanet. Bize ihanet etmezsin değil mi Helin?" Hepimizi işaret etti. "Ailene bunu yapmazsın değil mi?" Aile mi? Söyledikleri yüzümü buruşturmama neden olsa da bana doğru yaklaştığında sessizce, “Hatırla," dedi bana. "Seni onların ellerinden kurtardığımda ölmek üzereydin." Elleri dizlerimi sıkıca tuttu. "Şimdi söyle bana, bize gerçekten ihanet etmedin, değil mi?"

İyi birisi değildim evet ama daha kötü birisi olmak istediğim zamanlarım olmuştu çünkü insanlara karşı duyduğum minnet duygusunun önüne bir türlü geçemiyordum. Bana tek bir parça ekmek verildiğinde bunu unutmayan karakterim vardı ve şimdi ağzımın içinde kan tadının yanında ekmeğin de tadı vardı. Defalarca kötülükler yapmış birisini bile tek bir iyiliği için minnetimle yaşatırdım ve bu dünya üzerinde benden başka böylesine aptal birisi olamazdı.

"Etmedim." Kendimden emin çıkan sesim titrese de bakışlarımı izleyen Sedat bana inanmıştı, bunu biliyordum. "Onlara sizler hakkında hiçbir şey söylemedim." Derin bir nefes verdi. "Onlar hiçbir zaman sizin bana verdiklerinizi veremezler, değerinizin önüne geçemezler."

"Elbette." Sedat çöktüğü yerden kalktı, kollarını önünde bağladı ve volta atmaya başladı. "O halde bize şimdiye kadar öğrendiklerini anlat."

Kısa bir an düşündüm, daha fazlasını düşünürsem dikkat çekerdi biliyordum bu yüzden hızlıca, “Günlükleri var," dedim Caner'e söylediğimi tekrar ederek. "Hepsinin kendine ait günlükleri var, bütün geçmişleri, sırları o günlüklerin içinde." Sedat daha fazlasını istiyormuş gibi bana baktı. "Önder, göründüğü kadar iyi birisi değil hatta onları düşündüğümden daha kötü bir şekilde eğitti." Caner, ben bunu söyledim, dermiş gibi baktı ve daha fazlasını beklediler. "Aralarından ikisi Önder'in üzerine kayıtlı değil sanırım." Şaşırmalarını bekledim ama hepsi sabit bir şekilde bana bakmaya devam ettiler. "Ne? Biliyor muydunuz?"

Sedat kafasını salladı ve Cem sözü ilk defa devralıp, “Lâl ve Yankı Önder'in üzerine kayıtlı değil," dedi. "Ama gerçek isimlerine ulaşamıyoruz. Bunu biliyor musun?"

Kafamı iki yana salladım. "Bunu laf arasında duydum, sorgulayamadım." Kaşlarım çatıldı. Nedense bu beni şaşırtmamıştı çünkü Yankı defalarca başkaldırdığını belli etmişti fakat Lâl? O bu olayın neresindeydi? "Başka bildiğim hiçbir şey yok."

Hepsinin yüzünden bana inanmadıkları anlaşılıyordu, Caner onlara benim hakkımda neler söylemişti bilmiyordum ama yüzüme bakarlarken onların istedikleri cevapların bunlar olmadığını anlamıştım. "Kim olduğunu unutmadın değil mi?" diye soran Sedat değil, Cem'di. Öne doğru bir adım atmıştı, karanlıktan aydınlığa çıkan yüzünde şaşkınlık vardı. "Bize ihanet edeceğini düşünmüyorum ama bir gün ihanet edersen de bu onlar yüzünden olmamalı. Çünkü onlar beş kişi." Ellerini kaldırdı. "En başından beri böylelerdi. Seni kabulleniyormuş gibi görünürler ama zincirlerini kırdığında seni yüzüstü bırakırlar. Onlar düşündüğün kadar iyi kalpli değiller. Yapayalnız kalırsın, Helin."

Söylediğini duymazdan gelerek, “Patron bütün bunlar hakkında ne düşünüyordur?” dedim en korktukları kılıcı onlara çevirerek. “Asıl amacımızın dışına çıkıp Sokak Nöbetçileri nefretine bayrak tutmaya başladınız. Patronun en nefret ettiği duygu nefrettir, gözünüz kör oldu.”

“Patron da bunu isterdi,” dedi Sedat ama doğru söylemiyordu, biliyordum.

"Onlar beş kişi, biliyorum," diyerek lafı değiştirdim. "Onların kendilerine ait dünyaları var, bunu da biliyorum. Hiçbir zaman onlardan birisi gibi olamam. Ama unuttuğun bir şey var, Cem. Ben zaten onlarla tanışmadan önce de yapayalnızdım."

"Bir kere sen onlar gibi piç değilsin," diyen Caner yüzünü buruşturmuştu. "Onlar gibi çöplüklerde de büyümedin."

Çöplüklerde büyümeyi yeğlerdim, çöplüklerin evim olmasını isterdim ama bunu onlara söylemedim. Caner'in yüzüne bakmayı pas geçerek hepsinden başka adımlar beklediğimi onlara belli ettim; Sedat aralarındaki en kıdemlileriydi ve o ne derse o olurdu. Sessizlik uzun bir süre devam ettiğinde, “Şimdi ne olacak?" diye sordum. "Beni dövmeye devam mı edeceksiniz yoksa bırakacak mısınız?"

Sedat'ın gözleri yüzüme döndüğünde elini kaldırıp Caner'i çağırdı; Caner elinde beyaz bir bezle geldiğinde o bezi Sedat'a verdi. Ne yapacağını anladığımda yüzümü çevirip kavlanmış duvarlara baktım. "Sana güveniyoruz," diyen Sedat, bezi dudaklarıma yaklaştırdı ve kanı yavaşça sildi. "Onlardan istediklerimizi alacaksın. Bunu birisiyle yatarak mı yapmak istiyorsun?" Bedenim kasıldı. "Yap ama duygusal hisler? Asla, Helin. Bu sonun olur. Onlar bizim düşmanlarımız."

“Asıl amacını ise hiçbir zaman unutma,” dedi Cem, Sedat’ın Sokak Nöbetçileri nefretine öfkeyle yaklaşarak. “Asıl amacımız Patron.”

"Biliyorum." Dişlerimi sıktığımda yüzümü Sedat’tan kaçırdım fakat bezle dudağımın kenarındaki kanı sildiğinde Caner'in de elinde buzla geldiğini gördüm. "Onlarla eğleniyorum sadece o kadar. Daha fazlası olmayacak. Onlar benim için, ben de onlar için hiçbir şeyim."

Sedat, kafasını salladı sonra çenemi tutup başımı çevirmeme neden oldu. "O halde söyle bana, Koza hakkında bir şeyler duydun mu?" Patron demedi, ilk defa Koza dedi. Sedat’ın gözleri kör olmuş olmalıydı.

Koza. Ekip’in patronu.

Gerçek adını bilmiyordum, yüzünü bilmiyordum, sesini bilmiyordum. Koza onun takma adıydı, herkesin ona ‘Patron’ demesini istiyordu ve ekip Koza için her şeyi yapabilecek kadar güçlerini tüketiyorlardı.

Sokak Nöbetçileri'nin Koza'yı ellerinde tuttuklarına inanıyorlardı. Sedat'ın bakışlarında öyle bir inanç vardı ki vereceğim bir olumlu yanıt, Sokak Nöbetçileri'nin sonu olabilirdi. Belki de Sedat’ın amacı Koza’yı alt etmekti?

"Hayır." Net verdiğim yanıttan sonra yine yüzümü ondan kurtardım. "Koza'nın,” duraksadım “Patron’un adı bile geçmedi." O an, Sokak Nöbetçileri'ne ait olan hapishane gözlerimin önüne geldi. Hiçbiri o hapishaneyi öğrenmemi istemiyordu çünkü sır gibi saklıyorlardı ve bu sırrın nedeni, sadece bir hapishane olması değildi bunu biliyordum.

Patron’un o hapishanenin içinde olabileceğini düşündüm.

Zihnimde Tankut’un cümlesi çınladı: Kelebeğin tutsak olduğu Koza.

Yoksa? Tankut, Ekip’in bir maşası mıydı ya da Patron’un?

Beni mahvediyorlardı.

Sedat, bir şeyler düşündüğümü anladı ama üzerime gelmeyerek eğildiği yerden doğrulduğunda Caner tam karşımda durdu. "Onların yanına geri döneceksin," dedi Sedat keskin bir tınıyla. "Ne yapacaksan yapacaksın ama onları benim avucumun içine getireceksin, Helin. Aklını mı kullanırsın, vücudunu mu kullanırsın bilemem ama bunu yapacaksın." Odanın kapısına doğru yürüdü. "Ve bu sefer ben sana bir hafta veriyorum. Bir hafta içerisinde onlar hakkında bana bir şey getirmezsen, bu sefer senin kim olduğunu benden dinlerler ve seni onların ellerine bırakırız."

Alayla gülmeye başladığımda dudaklarım acıyla kasıldı ve midemdeki bulanma şiddetini arttırdı. Göğüs kafesimde şiddetli bir ağrı vardı. "Bu yüzle onların yanına mı gideceğim?" diye sordum Sedat'ın arkası dönük sırtına bakarak. "Onlara ne söyleyeceğim?"

Omzunun üzerinden bana baktı, göz kırptı. "Acındır kendini," dedi şeytani bir sesle. "Sokak çocukları merhametli olur çünkü bu duyguya açlardır. Onların şefkatine muhtaçmış gibi davran."

Çenem kasıldı, bunu onlara hiçbir zaman yapmamıştım ve yapamayacağımı da biliyordum ama bunu Sedat'a söylemedim. Kapıyı açıp dışarıya çıkarken o şeytani gülümsemesini bir an olsun yüzünden silmedi ve onun arkasından diğerleri de çıktığında odada sadece Cem, ben ve Caner kaldık.

Caner, elindeki erimeye başlayan buzu gözüme doğru tuttuğunda hiddetle ayağa kalkıp onun elindeki buz torbasını alarak yere fırlattım. Bunu bekliyor muydu, bilmiyordum ama geriye doğru bir adım attığında kaşları çatıldı. "Bana sakın bir daha dokunma," dedim dişlerimi sıkarak. "Benden uzak dur!" Ellerimi saçlarıma geçirdiğimde saç köklerim acıyordu. "Siz tam bir piyonsunuz," dedim öfkeyle. "Ve vicdansızsınız. Bunların olacağını bile bile beni Sedat'ın ellerine bıraktınız."

Caner kafasını iki yana salladı. "Ne yapmamızı bekliyordun? Seni durdurabilecek tek kişi oydu."

Elimin tersiyle Sedat temizlediği halde kanamaya devam eden dudağımı sildim ve Caner'in yüzüne hiç beklemediği anda sert bir yumruğu geçirdiğimde geriye doğru savruldu sonra da arkasındaki duvara çarptı. "Duygusuz piçin tekisin!" diye hırladım. "Seni defalarca Sedat'ın ellerinden kurtarmıştım ve sen bana karşılığını böyle mi veriyorsun?"

Eliyle çenesini tuttu, gözlerini açarak bana baktı ve Cem ikimizin arasına girdiğinde beni tutmaya çalıştı. "Benim de seni kurtardığım zamanlarım oldu!" diye bağırdığında o da üzerime yürüyordu. "Ama piçlerle yatıp kalkmadan önceydi! O sokak çocuğunun karşısında itaat eden birine dönüşüyorsun!"

Cem'in beni tutan kollarından kurtuldum ve Caner'in bacağına sert bir tekme indirdiğimde acıyla inleyip bacağını tuttu, karşılık vermek istediğinde bacağını kavradım ve yere düşmesine neden oldum. "Onlara piç demekten vazgeç çünkü aralarındayken kendini piç gibi hisseden sadece benim!"

Cem "Yeter!" diye bağırdı. "Neyin tartışmasını yapıyorsunuz?"

"Caner'in uydurduğu yalanları ve hayalleri yüzünden dayak yedim," dediğimde öfkeyle ona bakıyordum. "İnsanları bana karşı dolduruyor." Cem inanamıyormuş gibi baktı. "Buna sen de dahilsin."

Sessizlik oluştu ve o sessizlikte Caner'in derin nefesleri, üçümüzün arasında gezindi. Bir şeyler söyleyecek gibi olan Cem, defalarca ağzını açıp kapatıyor ardından kafasını iki yana sallıyordu. Kendimi onların karşısında eskisinden daha güçlü hissediyordum ve beni böyle hissettiren duygunun ne olduğunu bilmiyordum.

Küçükken, başıma bir şeyler geldiği zamanlar kendimi güçsüz ve savunmasız hissederdim fakat şimdi, arkasına sığınacağım bir dağ varmış gibi dimdik ayaktaydım.

"Senin canının yanmasını istemeyeceğimi biliyorsun," diyen Caner gardını düşürdü, düştüğü yerde sırtını duvara yasladı. Gözleri acıyla bakarken kafasını iki yana salladı. "Senin için defalarca dayak yedim, defalarca suç üstlendim." Cem'e baktı. "Ama abi, bir kere olsun benimle o piçle yakın olduğu kadar olmadı. Bir kere uzattığım elimi tutmadı." Dişlerini sıktı. "Ama onun elini tutuyor, onu dinliyor, ona itaat ediyor." Bakışları bana döndü. "Bunlar yüzünden zarar görmen umurumda bile değil çünkü seni değiştiriyor. Onlar seni değiştiriyorlar."

"Caner." Cem, elini kaldırıp onu susturdu ve devam etmesini engelledi ama Caner'in cümleleri, en derinlere saplanırken bir gün izleyeceğim her yolun sonunda kendi geçmişimin de dikileceğini anlamıştım. Caner, kim olduğumu hatırlatan bir ayna gibi hep tam karşımda duracaktı. "Helin, en başından beri hepimizden daha farklıydı," dediğinde sesindeki tedirginliği tek ben anlamıştım. "Onun zamana ihtiyacı var."

"Neden?" diye sordu Caner kollarını iki yana açarak. "Onlarda ne buluyorsun? Biz sana hangisini veremedik? Onlar da senin gibi kimsesiz diye mi? Onlar da annesiz babasız diye mi?"

Sokak Nöbetçileri o kadar kimsesizliklerin içinde beni kimsesizliğimden çıkarmıştı. Onların anneye ya da babaya ihtiyaçları yoktu, birbirlerini sıkıca tutan elleri vardı ve yere düşecekleri zaman birbirlerine destek çıkan sırtları. Ben onların yanında ayakta dimdik durmaya öğrenmeye başlamıştım ve yere düşmekten korksam bile kendimi bıraktığımda bir elin bana uzanacağını hissetmiştim.

Bunları onlara söylemedim, onlar da beni anlayamazlardı biliyordum. Bana beni anlıyormuş gibi bakan beş çift gözden daha farklıydı, bu gözlerde kin ve nefretten başka hiçbir duygu yoktu.

"Merak etmeyin," dediğimde kapıya doğru ilerledim ve açmadan önce omzumun üzerinden onlara baktım. "Sokak Nöbetçileri bana dünyanın bütün güzelliklerini bile sunsalar, onlara zehirli çiçeklerimi vereceğim ve bunu kendim için yapacağım çünkü hak ettiklerimi yaşamayı alıştım."

Kapıyı açtım ve kendimi o odadan dışarı attığımda kendimle günler sonra ilk defa yüzleştim, ilk defa kendimi bir aynaya bakarak değil, başka insanların yüzlerinde gördüm. Boğulduğum yerde dönüştüğüm kişiyle karşılaştım.

Değişmeye başlayan kendimle.

***

Sokakta yürürken, insanların yüzümdeki yaralara bakması umurumda bile değildi. Yol üzerinden bir kozmetikçiye uğrayıp makyaj malzemeleriyle izlerimi kapatmaya çalışmıştım ama çok bir faydasını görebilmiş değildim.

Caddenin köşesindeki Sokak Nöbetçileri'nin oturduğu eve baktım ve bu sefer adımlarımı atarken onlar için değil, daha çok kendim için attım. Yaralarım vardı, geçirilmesi zor, hala kanayan yaralarım ve ben ikiyüzlülüğümle onların yaralarımı sarmasını istiyordum.

Gelmemem gerekiyordu, geri dönmem gerekiyordu hatta kaçmam ama bunları yapmadım. Ben Sokak Nöbetçisi değildim, ben Ekip’in bir askeriydim.

Değersiz biriydim.

Bakışlarım evden ayrıldı ve yaklaştıkça onu gördüm; onu gördüğüm anda bütün ağrılarım arttı sanki ve acılarım, yanmaya başladı. Yandıkları yerde küle dönüşmeye başladılar, üzerlerine kapanan yaralar parçalanarak ayrıldı.

Yankı Sarca, evin önündeki kaldırıma oturmuş, bisikletlerine doğru bakıyordu. Beş bisiklet vardı önceden ve artık altı bisiklet olmuştu çünkü aralarına benim bisikletim de katılmıştı. Diğer bisikletlerin yanında maviliğiyle kendini belli ediyordu. O bisiklete bakarken gülümsedim, gülümsediğimde dudaklarım acıdı. Yankı'nın yanında omzuna başını yaslamış Lâl vardı. Gözleri yolun bir ucundaydı.

Yankı cebinden sigara paketini çıkardı, dudaklarının arasına yerleştirmeden önce derin bir nefes verdi ve sonra kafasını iki yana sallayarak çakmağını da çıkardı. Beş altı adım ötede onları izlemeye başladığımda diğer adımlarım gelmiyordu çünkü artık kabul edilemeyeceğimi düşünen tarafımla savaş içerisindeydim.

Lâl ellerini kaldırıp Yankı'ya bir şeyler söylediğinde Yankı'nın çakmağı tutan eli duraksadı, bakışları Lâl'e kaydı. Bir şeyler düşündü, yine iki kaşının ortasında o çizgi oluştu, derin bir nefes verdiğinde, “Nereye gittiğini bilmiyorum," diye karşılık verdi. "Ama zarar göreceğini biliyorum."

Yankı'yı o kaldırımda yalnız bırakmayan tek kişi Lâl'di, diğerlerinin bana öfkeli olduğunu düşünüyordum belki de Yankı'yı anlamıyorlardı ama Lâl, daima Yankı'yı anlayan taraftaydı. Başını omzuna yasladığı zaman, onun verdiği desteğin Yankı'ya iyi geldiğini biliyordum çünkü Lâl'in böyle bir etkisi vardı, aynı etkisini ben de yaşamıştım.

Ellerini kaldırıp bir şeyler daha söylediğinde, “Hayır, Lâl," dedi Yankı net bir sesle. "Onu takip edemezdim." Sustu, gözlerini bisikletlere doğru çevirdi. "O gitmek istedi ve gitti." Başıyla işaret ettiğinde çakmağı elinde sıkıca tutuyordu. "Onu burada bekleyeceğim," dedi ve yine o masum tını baş gösterdi. Karşımdaki Yankı Sarca'nın küçüklüğü gibiydi. "En azından bisikletini almaya gelecek, sonra gitmek isterse gidecek. Kimse arkasında ilk hediyesini bırakmaz."

Ellerim titredi.

O an oradan koşarak kaçmak, arkama bile bakmadan şehri bile terk etmek istedim. Onları bırakacağımı ve onun için değil, bisikletim için geri döneceğimi mi düşünüyordu? Bu düşünce kalbimi neden sızlatmış, neden gözlerimin dolmasına neden olmuştu ki? Vicdan azabı mıydı yoksa daha mı fazlasıydı? Ona bakarken içimi sızlatan neydi?

Öfkeli olmasını istedim, üzerime gelmesini ya da yüzüme bakmamasını ama o oradaydı, kaldırımda oturuyordu ve beni bekliyordu.

O Yankı Sarca'ydı. Öfkesine muhtaç bırakacak kadar sakindi ve biliyordum, öfkesiyle yüzleştiğimde, onun iyiliği tükendiğinde işte o zaman mahvolacaktım çünkü defalarca açılan kapılar, bir kere yüze kapatıldığı zaman günlerce o kapının önünde oturup tekrardan açılmasını beklerdiniz.

Yankı defalarca açtığı kapıyı yüzüme kapatacak, beni içeriye almayacaktı; defalarca ruhumu saran kolları, beni artık sarmayacaktı. İkiyüzlüydüm ve iki yüzümde onun iyiliğine alışmıştı, iki yüzümün de ona ihtiyacı vardı.

Lâl, Yankı'ya dönüp baktığı sırada birkaç adımı zorlukla attım ve bakışlarımız kesişti. Lâl, çok kısa bir süre bana baktı, dudakları aralandı ve yüzümü incelerken koluyla Yankı'yı dürtüp ayağa kalktı. Yankı, ilk başta Lâl'in yüzüne dönüp baktı sonra baktığı yöne döndüğünde havada asılı kalan çakmak ve dudaklarının arasındaki sigara yüzümü gördükten sonra yere düştü.

Geriye doğru gitmek isteyen adımlarım onlara doğru ilerlerken, Lâl geride kaldı ve Yankı'nın bakışları kısıldı. Yüzümü en ince detayına kadar incelerken, “Üzgünüm," diye mırıldandım ona doğru ve zorlukla gülümsedim. "Bisikleti almaya gelmedim, beni içeriye alacak mısınız?"

Sesim titriyordu, o lanet sesim yine titriyordu ve Yankı bunu duyduğu anda birkaç adım atıp tam karşımda durdu. Eli bir anda çenemi tuttuğunda acıyla inledim ve o inleyişimden sonra elini hızlıca çekip kolumu tuttu. O ana kadar dizlerimin titremelerinden dolayı ayakta zor durduğumu fark edememiştim.

Ellerimi havaya doğru kaldırdığımda titreyen ellerimi de gördü ve ilk defa gözlerinde öfkenin çaktığı bir şimşeği gördüm, yanına merhamet ve şefkat de eklendi. Yankı Sarca ilk defa bana öyle büyük bir şefkatle baktı onun kollarına kendimi bırakmamak için hiçbir nedenim yokmuş gibi görünüyordu. Bir an, sadece bir an Yankı yüzüme bakarken bir katil gibiydi, o katil zarar gördüğümde ortaya çıkmış gibiydi.

"Beni eve alacak mısın?" diye sordum Yankı'ya tekrardan ve dolan gözlerimi ondan gizlemek istedim. "Gidecek başka bir yerim yok."

Burnundan derin bir nefes verdi, çenesi kasıldı ve, “Ne olacak senin bu durmadan titreyen sesin?" diye sordu bana. "Durmadan titreyen ellerin ve dizlerin?" Elleri kollarımı tuttu, şimşekler gitgide şiddetini arttırdı ama yüzündeki ifadesizlik bir an bile silinmedi. "Helin," dedi kısık bir sesle. "Ne yapacağım ben seninle?"