logo

38. GÜCÜN RENGİ

Views 168 Comments 0

Helin Aktan'ın güncesinden...

09.01.2020

Bugün kendimle barıştım.

Bugün kendimi affettim.

Bugün kendimi yok ettim.

Ve ben bugün gücün renginin bu yaşımdaki siyahlığımdan değil, çocukluğumdaki beyazlığımdan geldiğini öğrendim.

Ben bugün birisinin yıkımını izledim; ben bugün her şeyden vazgeçtim, her şeyi yeniden kazanmak için.

"Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin"

Üzerini karaladım.

"Helin Aktan"

Bu sondu, bu dipti, bu en zoruydu. En kötüsünün beni öldüreceğini düşünmüştüm ama daha kötüsünün olmayacağını bilmek beni ayağa kaldırmıştı.

İnsan kendini her zaman en kötüsüne hazırlardı; ben kendimi hazırlamadığım halde en kötüsünden kurtulmuştum. Bu kurtuluşun adı aslında güçtü, bu kurtuluşun adı aslında değişimdi, bu kurtuluşun adı aslında kaybetmeye alışmaktı ve yeniden doğrulmaktı.

Öyle çok düşmüştüm ve öyle çok ayağa kalkmıştım ki aslında kendimi bulduğum yerde, beni yine ayağa kaldıran ben olmuştum.

Saatlerdir kendimi kilitlediğim bu banyoda aynada kendimi izliyordum. Gözlerimi izliyordum, ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Kuruyan dudaklarımı, dağılan saçlarımı, boynumda öfkeden kendime geçirdiğim tırnak izlerimi. Kendimi izlerken ağlamıştım, kendimi izlerken gülmüştüm, kendimi izlerken kızmıştım ama en çok da kendimi izlerken halime acımıştım.

Ve kendime acımak, benim en çok yaptığımdı. İçimdeki bütün sesler bana acıyordu, ben kendime acıyordum; kendime acımam, daha da fazla acınacak hale gelmeme neden oluyordu. Merdiven basamaklarında hüngür hüngür ağladığımda da kendime acımıştım ama ben kendime acırken, acımasızlığın en kötüsünü görmüştüm.

Bir daha kendime hiçbir zaman acımayacaktım ama hak edene o acımasızlığı sonuna kadar gösterecektim çünkü ben aslında bu aynadaki kadını seviyordum.

İlk doğum günü hediyesini beşinci yaşında alan o çocuğu seviyordum çünkü yaşayabilmişti. Altıncı yaşında dayak yemekten kolu kırılan Helin'i seviyordum çünkü yaşayabilmişti. Yedinci yaşında en kötüsünü yaşadığı halde hayatına devam eden Helin'i seviyordum çünkü yaşayabilmişti.

Küçücük kız çocuğu bile bu denli güçlüyken, benim haddime mi düşmüştü de kendime acıyordum?

Ben güçlüydüm. Ben bütün yaşadıklarıma rağmen öyle güçlüydüm ki aslında ne olursa olsun bu güçlü oluşuma acıyordum, yeni fark edebiliyordum.

Sadece Helin.

Hayır, sadece Helin değil. Sadece olursam, diğer yaşlarıma küserdim, kendi benliğimi unuturdum, acılarımı yok sayardım. Ben sadece değildim.

Ben Helin Aktan. Bütün yaşadıklarıyla, yaşattıklarıyla, hatalarıyla, doğrularıyla ve geçmişiyle Helin Aktan. İlk defa kendimle barıştım, kendimle barıştığımda yuvam dip değil, yuvam güçtü.

Aynadaki kadın gülümsedi, gözümden damlayan bir yaşı elimin tersiyle sildiğimde ben de ona gülümsedim. Bu gerçek bir gülümsemeydi. Bu bütün yaşlarımın gülümsemesiydi, bu ihanet eden Helin'in gülümsemesiydi, bu insanların önüne siper olan Helin'in gülümsemesiydi, bu ajan olan Helin'in gülümsemesiydi, bu Sokak Nöbetçileri için kendini feda edebilecek Helin'in gülümsemesiydi.

Bu bütün yüzleriyle gülümseyen Helin'di.

"Korktuğun ne varsa üzerine gideceksin," dedim aynaya karşı. "Korktuğun kim varsa gözlerinin içine bakacaksın; ışıklardan kaçmayacak, geçmişine kucak açacaksın. Sen Helin Aktan'ı çok seveceksin, sen bütün yüzlerinle gerçek olacaksın." Başımı salladım. "Sen en çok kendini seveceksin, sen sana acımasız olan herkese acımasız olacaksın. Sen affetmeyi de affetmemeyi de öğreneceksin." Çenemi kaldırdım, gözlerimin içine baktım. "Sen sadece Helin değilsin, sen Helin Aktan'sın. Seni bu şekilde kabul etmeyecek herkese kapılarını kapatacaksın. Sen Helin Aktan, kalbin paramparça olsa bile artık kendine değil, sana acımasız olanlara acımasız olacaksın."

Suçlu bendim.

Ama suçlu sadece ben değildim.

Suçlu herkesti. Artık bunun farkındaydım. Yanlış gittiğim yollar, hatalarım vardı ama bunların yanında doğrularım da, gerçeklerim de vardı. Benim yalanlarım kadar dürüstlüğüm de vardı. Korkaktım, korkaklığım en büyük problemimdi ama artık korkmayacaktım. Bütün yükleri sırtlamayacaktım; bütün yüklerimi başkalarının sırtına yüklemeyecektim.

Hata yapmıştım çünkü Koza'nın istediği gibi her şeyi sırtıma yüklemiştim. Belki bu yıkılışta payım vardı ama en büyük pay Koza'nındı. O, Işık'ın vurulmasında benim sorumlu olmamı istedi, ben onun istediğine karşılık verdim. Kendimi öyle anlattım ama öyle değildi. “Işık'ın vurulmasına sebep olan benim,” demiştim. Hayır, öyle değildi. Bu şekilde anlatmıştım ama böyle değildi. Koza bunu söylememi istemişti, ben bunu söylemiştim çünkü buna inanmıştım; inanç benim zaafımdı.

Kendimi dürüstçe bile ifade edemeyecek duruma gelmiştim. Ben parçalanmıştım, dağılmıştım, yok olmuştum ve o benim yanımda keyif sigarası içmişti; kendi zaferini kutlamıştı. Sevginin zerresi yoktu onda, varsa da artık umurumda değildi çünkü benim önümde değildi.

Sokak Nöbetçileri yine karşımda durmuştu. Beni Helin Aktan olarak kabul etmeyeceklerdi artık bunu anlamıştım. Öyle bir durumdaydım ki onların karşısına geçemiyordum; bu evin içinde artık kendimi banyoya kilitleyecek duruma gelmiştim çünkü başka nereye gidebilirdim ki?

Beni Helin Aktan olarak kabul etmeyecek herkese kapılarımı kapatacaktım çünkü bugün sondu. Bugün, o merdivendeki hıçkıra hıçkıra ağlayışım sondu. Bugün, kendimden kaçışımın son günüydü.

Bugün, Helin Aktan sadece Helin'i öldürdü; bunu ben bildim, bunu zamanla herkes öğrenecekti.

"Helin," dedi Işık'ın sesi ardından banyonun kapısı çaldı.

Başımı çevirip kapıya doğru baktım, ardından çenemi biraz daha kaldırdım. Kilidi çevirdiğimde ve kapının kolunu indirip açtığımda Işık'ı karşımda buldum. Üzerinde hâlâ aynı kıyafetler vardı ve hiç uyumamış gibiydi. "Işık," dedim kısık bir sesle. "Banyodan çıkmamı mı bekliyordun?"

"Aslında," dedi Işık yüzümü inceleyerek. "Seninle konuşmak istiyordum ve dakikalardır çıkmanı bekliyordum. Neden buradasın?"

Başımı çevirip banyonun içine baktım sonra en dürüst şekilde, "Başka nerede durabilirdim ki?" diye sordum.

Işık ne demek istediğimi anladığında başıyla bana işaret verip, "Gel," dedi. "Benim odama geçelim."

"Hayır." Mutlu'nun orada olma düşüncesi bile ayaklarımın hareket etmesini engelledi.

Mutlu'ya kızgın değildim tepkisi yüzünden. Azıcık empati kurduğum zaman, onun Işık için karşımda dikilmesi kadar normal bir durum yoktu, olması gereken buydu ama eğer o an ben de ayağa kalkıp kendimi savunsaydım işler böyle olmazdı. Ya devam ederdik ya da aramızdaki ilişkiyi keserdik ama kendim için savaşmış olurdum ve o da kardeşi için benimle savaşabilirdi.

"Mutlu aşağıda." Neyden çekindiğimi anlayan Işık bir kez daha başıyla işaret verdi. "Hadi," dedi sakin bir sesle. "Seninle artık konuşmak istiyorum."

Artık. Bu konuşmayı uzun zamandan beri mi aklında tutuyordu? Kaşlarım havalandı. Işık odasına doğru yürümeye başladığında ben de peşinden onu takip ettim ve aşağıdaki sese kulak kabarttım. Herhangi bir fısıltı bile duymadım.

Işık’ın peşinden ben de odaya girdiğimde kapıyı kapattı sonra da başıyla odanın içindeki tekli koltuğu gösterdi.

Işık ve Mutlu'nun odası, Bartu'yla Yankı'nın odasının yanında lunapark gibi kalıyordu. Bir tarafta oyuncaklar vardı, bir tarafta kitaplar. Bir tarafta makyaj malzemeleri ve kıyafetler. Diğer tarafta Mutlu'nun hayran olduğu adamların posterleri ve Işık'ın kendi fotoğrafları. O an, Işık'ın kendini sevdiğini fark etmiştim, bunu bile gözden kaçırmak aptallıktı.

Bu yüzden güçlüydü işte. Aramızdaki fark buydu. O kendini seviyordu, ne olursa olsun kendisine arka çıkıyordu ama benim için aynısı geçerli değildi bu zamana kadar.

Işık, köşede duran televizyonun altındaki dolabı açtı ve mini bir buzdolabı göründü. Sırtı bana dönük olsa da şaşkınlığımı anlamış olacak ki, "Mutlu'nun asosyal dönemleri olur ve odasından hiç çıkmaz," dedi. "Bunu buraya onun için koymuştuk." Dolaptan iki bira çıkardı ve bana doğru yürüdü. İlk önce neden bunu yaptığını anlamadım ama bira şişesini elime tutuşturup yere, ayağımın ucuna oturduğunda karşı gelmeden şişeyi elinden aldım.

İkimiz de karşılıklı soğuk biradan birkaç yudum içtik. Aslında şu anlarda sarhoş olmak isteyeceğim en son şeydi ama birazcık kafam uyuşursa hiç de fena olmazdı.

"Sana bir şey soracağım," dediğinde bira şişesini dudaklarından uzaklaştırdı.

İşte benimle neden konuşmak istediği şimdi ortaya çıkıyordu. "Sorabilirsin."

Soğuk değildik ama sıcak olduğumuz da söylenemezdi. "Benim hakkımda ne düşünüyorsun?"

"Anlamadım?" dedim hiç beklemeyerek. "Bu nereden çıktı?"

"Benim hakkımda ne düşündüğünü merak ediyorum," dedi başını sallayıp. "Sonrasında ben de sana senin hakkındaki düşüncelerimi söyleyeceğim."

Yaşananlardan sonra aramızda böyle bir konuşma geçmesinin nedenini anlamıyordum. Gözlerinde uykusuzluk vardı ama bana karşı öfkeli değildi. Nefreti de yoktu. Açıksözlülükle, "Çok güçlüsün," dedim onda gördüklerimi anlatmaya başlayarak. "Senin yaşadıklarını bir başkası yaşasaydı, bu kadar kolay atlatamazdı ama sen dile bile getirmiyorsun. Neredeyse hiç ağlamıyorsun. Kendini seviyorsun." Işık gülümsedi. "Gerçekten seviyorsun. Kendine güveniyorsun." Sonra daha dürüst oldum, "Ama ne yapacağını hiçbir zaman kestiremiyorum çünkü keskin köşelerin var. İnsanları çok çabuk yargılıyorsun, cümlelerini törpülemiyorsun. Kırdığın kalpleri bazen umursamıyorsun. Sevdiklerine karşı kocaman bir kalbin var ama tanımadıklarına karşı öyle kötüsün ki, insan senden korkuyor."

"Böyle düşünmenin nedeni, aramıza ilk girdiğinde sana olan davranışlarım mı?" diye sordu yüzündeki gülümseme silinmezken.

"Hem o hem de gözlem," deyip konuyu kendimden uzaklaştırdım çünkü onu suçlamaya hiç niyetim yoktu. "Lâl'i seviyorsun diye Rüya'yı harcıyorsun ama Bartu'nun acısını görmezlikten geliyorsun." Kaşlarım çatıldı. "Rüya'yı tanımıyordun bile ama ona çok kötü davrandın. İnsanlarla empati kuramadığını düşünüyorum."

Işık, birasından büyük yudumlar içti sonra bağdaş kurarak, "İnsanlarla empati kurmama gerek yok," dedi. "Çünkü ne hissettiklerini biliyorum. Aynısını zamanında bana da hissettirdiler. Ha, Rüya umurumda mı?" Dudağını büktü. "Umurumda değil çünkü benim için Bartu'nun hayatında bir deneme tahtası olacak, Bartu Lâl'i unutamaz." Sonra başını salladı. "Ve Bartu'yu umursamıyor değilim ama onu iyileştiren Lâl'e olan sevgisiydi, Lâl'in sevgisi değil. Hiçbir zaman aslında onun sevmesini beklemedi, karşılıksızdı." Kaşları çatıldı. "Koza böyle düşünmesini istedi, Bartu en zayıfımız olduğu için Koza'ya inandı."

Koza hakkında böyle dürüst olması beni şaşırttı, ben de biramdan birkaç yudum içtim ve kaşlarımı kaldırdım. "Sana karşı ilk baştaki davranışlarıma gelirsek," dedi nefesini vererek. Ardından öne doğru eğildi ve kısık bir sesle devam etti. "İlk günden aramıza ajan olarak girdiğini biliyordum, Koza bunu zaten bana söylemişti. Sana öyle davranmak zorundaydım çünkü sonuçların buraya kadar varacağını biliyordum."

Dudaklarım aralandı, elimdeki bira şişesi neredeyse yere düşecekti. "En başından beri biliyor muydun?" diye sordum dehşetle. "Koza bunu neden sana söyledi?"

"Çünkü ona yardım etmemi istedi." Sırıttı, bira şişesini havaya kaldırdı ve benim şişeme vurdu. "Seni ihanete sürükleyeceğim konusunda yüzde yüz emindi."

"Bunu," dediğimde hâlâ şaşkınlığımı atlatamıyordum ama Işık birasından büyük yudumlar içerek beni sakince izliyordu. "Bunu kim biliyor?"

Işık bana başka bir şaşkınlığı daha yaşattı. "Yankı. Ondan hiçbir şey saklamam, o benim tek sırdaşım." Sonra gözlerini devirdi, "Tabii, en başından bilmiyor, sonradan söyledim. Bu benim aptallığımdı ama Yankı'yı bilirsin, anlayışla karşıladı."

Ben kendi içimde kendimi yerken, Işık çoktan kim olduğumu biliyor muydu? "Neden bana söylemedin?" diye sordum.

"Çünkü sana güvenmiyordum," diye yanıtladı. Bu cümleyi çok sık duyacaktım artık bu yüzden duruşumu asla bozmadım. "Seni tanımaya çalıştım çünkü eğer sana söylersem gidip Koza'ya bahsedebilirdin, onun bana karşı kapalı olan perdelerini açmasını sağlayabilirdin. Bu da Koza'nın bana olan güvenini yıkan bir şey olurdu."

"Ama şu an söylüyorsun." Parmaklarım bira şişesinin etrafında gezindi.

"Çünkü şu an güveniyorum." Bu cümle… Işık Sarca bana güveniyordu. Çenesiyle beni işaret etti. "Sende ne gördüğümü anlatayım mı? Hem en acımasız hem de en kardeş tarafımla?"

Buna hazır mıydım bilmiyordum ama kaçmayarak, "Evet," diye yanıtladım.

"Zavallı gibi davranıyorsun bazen," dedi sert bir sesle. "Yardıma muhtaç gibi. Sanki birileri elinden tutmazsa ölecekmiş gibisin. Güçsüz hissettiğinde kendini mahvediyorsun, öyle bir mahvediyorsun ki kimse böyle yıkılmamıştır. İnsanların karşısına geçip kendini savunamıyorsun bazen, buna biz de dahiliz." Sonra kaşlarını havaya kaldırdı. "Ama bunun tam tersi bir yanın da var. Aslında kendinden başka kimse sana yardım edemez, bunu biliyorsun çünkü önceden bunu yaptın. Öyle bir güçlü oluyorsun ki bazen, herkesin gücünü elinden çekip alabilirsin. Aptal değilsin, zaten aptal olsaydın Yankı sana böylesine yanmazdı." Bu söylediği canımı yaktı, nedenini bilmiyordum. "Ama bu iki kişi senin içindeyken asla mantıklı davranamıyorsun."

"Çünkü," dedim ona doğru eğilerek. "Ortalarında kaldım. Hangisini seçeceğimi bilmiyorum. Biri bir taraftan diğeri öbür tarafından çekiyor. Ne tarafa sürükleneceğimi kestiremiyorum bazen. Şu an kendimi nasıl hissediyorum biliyor musun?" Gözlerimi gözlerine diktim. "Güçlü, yardıma ihtiyacı olmayan ve yıkılması zor. Mantığıyla hareket eden." Nefesimi verdim. "Ama belki de beş dakika sonra zavallı bir kadına dönüşeceğim. Bunu kontrol edemiyorum, bu imkânsız."

"İmkânsız değil." Işık elimdeki bira şişesini aldı ve yere koyup ellerimi tuttu. "İmkânsız değil çünkü bunu ben de yaşadım. Sürekli bir savaş veriyorsun, sürekli bir tarafın kazanmasını istiyorsun ama asıl çözüm bu değil. Asıl çözüm ne, biliyor musun? İki tarafın da sesine kulak vermek. Çünkü iki taraf da haklı Helin. İki taraf da seni düşünüyor. Çünkü iki taraf da sensin. Bir tarafın acımasız, bir tarafın acıya battı diye sen, sen olmaktan çıkmıyorsun."

Ellerim ellerini sıkıca tuttu. "Bunu nasıl yapacağım?" diye sordum.

"Yankı'yla bu konuda sürekli ters düşeriz," dedi Işık gözlerini devirip. "O, aklını dinlediğin zaman doğru yolu bulacağını söyler ama ben kalbini dinleyerek doğru yolu bulacağına inanıyorum. Zaten kalbin ve aklın birbirine bağlı olduğuna inanan birisiyim. Kalbinle insanları tanırsın, aklınla onları yönetirsin. Kalbinle insanları tanımaya başladığında hangi tarafı dinlemen gerektiğini öğreniyorsun." Başparmağı elimin tersini okşadı. "Hepimizi düşün, hepimiz hakkındaki hislerini. Kalbin bizim için ne diyor?"

"Sizi kalbime sorsam, yerinden çıkıp sizi, size anlatır," dedim gülümseyerek. "O kadar büyük yeriniz var."

"Hayır," dedi Işık kaşlarını çatıp. "Örnek vereceğim, şu an Mutlu'ya öfkelisin, değil mi?"

"Değilim."

Işık nefesini verdi. "Helin, bunu yapma," dedi. "Gerçekleri söyle. Dinle kalbini, ne diyor?"

"Ama olması gereken öfkeli olmamam." Başımı iki yana salladım. "O haklı ve..."

"Olması gerekenleri siktir etsene," dedi dişlerini sıkarak. "Olması gerekenlerle sadece insanların kölesi olursun. Asıl hislerini söyle."

"Ona öfkeli değilim," dedim bir kez daha. "Ama kırgınım. Çünkü beni çok çabuk gözden çıkarabileceğini hissettirdi."

Işık dudaklarını birbirine bastırdı. "Konu ben olduğumda, Mutlu değil seni, herkesi gözden çıkarır," diye mırıldandı. "Ve ihanetten hoşlanan birisi değil ama bunların dışında ne var biliyor musun? Onun karşısında durup kırgınlığını da kızgınlığını da belli etmeliydin. Neden kendini savunmadın?"

"İhanetten hoşlanan birisi değil," diyerek söylediğini tekrar ettim ve aklımda Koza'nın söyledikleri dönüp durdu.

Işık ise birasını yeniden eline aldı, içerken beni izlemeye devam etti. Ne düşündüğümü anlamış gibi birayı dudaklarından uzaklaştırırken, " Koza gibi adamlar, kendileri dışındaki herkesi aptal sanıyor," dedi. "Bu kibir onların gözünü kör eder."

"Nasıl yani?"

"Koza zeki bir adam," dedi gülümseyerek. "Ama o kadar kibirli ki beni aptal sanıyor. Kör sanıyor. Bu da her seferinde bana inanmasına neden oluyor."

"Anlamıyorum," dedim başımı iki yana sallayarak.

Işık gözlerini devirdi. "Mutlu ihanetten hoşlanmaz dedim ve sadece o cümleyi çekip aldın," dedi kaşlarını kaldırarak. "Çünkü Koza sana, Mutlu'nun Bartu'dan çok büyük bir sır sakladığını söyledi, değil mi?" Donuklaştım ve dudaklarım aralandı. Omzunu kaldırıp indirdi. "Böyle bir şey yok. Bu Koza'ya uydurduğum bir hikâyeydi ve bana inandı." Dudaklarını büktü, "Vurulmamdan sonraydı. En hassas olduğum zamanda benim ağzımı arıyordu. Çünkü insanlar en hassas oldukları zamanlarda sırlarını döker. Koza bana bunu yapmaya çalıştı." Bana da aynısını yapmıştı ve maalesef ben buna düşmüştüm. "O an iki seçeneğim vardı. Ya onunla oynayacaktım ya da görmezlikten gelecektim. Ama sonra fark ettim ki o zaten oynamak istiyor, ben de bu yüzden kafamdan bir senaryo uydurdum ve Mutlu'nun Bartu'dan sakladığı sır olarak ona bir şeyler sundum. Kibri gözünü öyle bir kör etmiş ki, iki dünya bir araya gelse kardeşimi satmayacağımı düşünemedi. Bana inandı."

Işık'la yeniden tanışıyormuş gibiydim ve bu şaşırtıcıydı. Onun akıllı bir kadın olduğunu biliyordum ama Koza'yla oynayabileceğini hiçbir zaman düşünmemiştim. "Bir gün bunu açığa çıkarırsa senin ona oyun oynadığını anlayacak," dedim yutkunarak.

"Bir gün bunu açığa çıkarırsa, bizi dağıtmak için çabaladığını anlayacağım ama," dedi göz kırparak.

Şaşkınlıkla nefesimi verip, "Sokak Nöbetçileri'nin karşısında Koza'yla duracağını hiç düşünmedim," dedim. "Ama Koza'ya karşı böyle bir tavrın olacağı da aklımın ucundan hiç geçmezdi. Ben sanıyordum ki," doğru kelimeyi bulmaya çalıştım, "sen ondan etkileniyorsun, yani…"

"Ondan etkileniyorum," itirafıyla beraber başını salladı. "Hatta ondan başka kimseden böyle etkilenmedim. Benim hayatımı kurtardı." Devamında kaşlarını çattı. "Ama sonra ben de onun hayatını kurtardım. Bu yüzden ona bir hayat borcum olmadığını biliyor." Sonra nefesini verdi. "Ama şu an onun bana bir hayat borcu var ve bu benim hayatım bile değil, asla doğamayacak çocuğumun hayatı."

Kaskatı kesildim, elimdeki bira şişesi titremeye başladı ve gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Sonra bunu düzeltmek istedim çünkü ağzımı arıyor olabilirdi fakat öyle değildi. Benim onaylamamı bekliyormuş gibi değildi de daha çok tepkimi ölçmeye çalışıyor gibiydi. "Biliyorsun," çıktı dudaklarımdan, şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

"Biliyorum." Başını salladı aşağı yukarı. "Koza, beni vuran kişinin ismini bana vermişti." Başka bir şaşkınlıkla daha ona baktım. "Çünkü araştırmamı istiyordu. Sonucunda bu iş sana ve ona bağlanacaktı." Gözlerini devirdi. "Ve ona sorduğumda seni suçlayacaktı. Hiçbir zaman öğrenmek istemediğimi söyleyip onu geçiştirdim."

"Ama?" diye sordum gözlerim açılmışken.

"O ismi elbette ki Yankı'ya verdim." Dudaklarım aralandığında neredeyse elimdeki bira şişesi düşecekti, bu yüzden yere bıraktım. "Çünkü adım kadar emindim ki Koza beni harcıyordu, harcayacaktı. Bana zarar vermek istemediğini söylüyor, değil mi?" Başını iki yana salladı. "En çok benden korktuğu için ilk bana zarar verir."

"Siz Yankı'yla," dedim yutkunarak. "En başından beri Koza'ya oynuyor musunuz?"

Soruma açık bir cevap vermedi. "Ekip'in beni vurduğunu öğrendik. Senin Ekip için çalıştığını anlamak zor olmadı. Koza'nın istediği vurulmamda senin parmağın olduğunu düşünmemizdi." Bir kez daha yutkundum ama korkudan dolayı değildi, aksine artık korkuyu hissetmiyordum. Sadece şaşkınlıktı bu. Devam etmedi, bana bakmayı sürdürdü.

“Ben," dedim ardından sustum ve yere baktım.

"Helin." Sesi sert ve öfkeli çıktı. "Koza'nın iki taktiği vardır. Birincisi sana yaptığı iyilikleri söyler ve seni ona muhtaç kılar. Bunu sana yaptı değil mi?" Hiçbir şey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettim. "İkincisi seni suçlu hissettirir. Öyle bir konuşur ki, dünya yıkılsa senin suçun gibi davranır. Buna inanırsın." Ardından bir kez daha elimi tuttu. "İnanma, Helin," dedi samimiyetle. "Kendini savun. Onun seni yönetmesine izin verme."

Başımı iki yana sallayarak, "Ekip bana ulaşmaya çalışıyordu," diye açıklamaya başladım. "Onları bırakmıştım. Gerçekten onlarla görüşmüyordum, yemin ederim onlarla görüşmüyordum..."

"Beni inandırmak için yemin etmek zorunda değilsin," diyerek sözümü kesti. "Eğer doğruları söylüyorsan ve ben sana inanmıyorsam bu benim problemimdir, senin değil." Sonra başını salladı. "Ve ben sana inanıyorum, ben sana güveniyorum." Sonra doğruldu ve elini kalbime koydu. "Sana saatler önce de söyledim, ben senin kalbini hissettim, bu benim için yeterliydi. Ne olursa olsun yanında olacağım."

Benim elim de onun kalbimin üzerindeki eline gittiğinde Işık'ın gözlerindeki samimiyet ve inanç, kendime olan güvenimi geri getirmişti. "O gün Ekip'i seni vurduklarında gördüm," dedim çenemi kaldırarak. Gözlerim doldu ama mutluluktan mıydı yoksa ilk defa kendimi ifade edebildiğim için miydi, bilmiyordum. "Tek hatam size söylememekti. En başından size kim olduğumu söyleseydim, onları da anlatabilirdim ama korktum. Zaten ne olduysa benim korkularım yüzünden oldu. Belki Ekip'in aramalarına geri dönseydim vurulmazdın ama haberim olsaydı, vurulacağımı bile bile senin önüne geçerdim. Bana inanıyorsan, buna da inan."

Işık elini kalbimin üzerinden çekip kaşlarını çattı. "Neden aşağıda bize böyle anlatmadın?" diye sordu.

O an Koza'nın gerçekten de benim üzerimde bıraktığı etkiyi bir kez daha fark ettim. "Çünkü her şey ama her şey benim suçum sanıyordum." Ardından bir soru, binlerce soruyu yanında getirdi. "Ama Yankı," dedim sonra gözlerimin dolduğunu hissettim. "O yalan söyledi. Size yalan söyledi ve sen bunu biliyorsun. Diğerleri biliyor mu? Bu da mı oyundu?"

Işık çaresiz bir nefes verdi. "Hayır, tek bilen benim," dedi sakin bir sesle. "Ve maalesef bu Yankı'ya pahalıya patlayacak çünkü herkes bir yana, Mutlu onu asla affetmeyecek. Bartu'nun son güven kırıntıları da yine ondan bir şeyler gizlendiği için yok olacak. Lâl desen..." Yutkundu, gözlerini kapattı. "O mahvolmuş durumda zaten. Ama sen bunları anlatmadan önce, Yankı senin için yalan söylediğinde ben zaten senin yüzünden vurulmadığımı anladım." Ardından anlatmaya devam etti. "Yankı'yla her ihtimali düşündük, senin rol yaptığını, Koza'yla işbirliği içinde olduğunu. Aslında bu yüzleşmenin geç gerçekleşmesinin en büyük nedeni Yankı'ydı çünkü ihtimallerden kaçtı." Gülümsedi, buruk bir tebessümdü yüzündeki. "Mutlu'ya söyleyemezdik çünkü o, konu ben olduğunda ne kadar zeki olursa olsun mahvoluyor. Bartu, fevri bir adam. Lâl..."

"Lâl?" diye sordum duraksadığında.

Omzunu kaldırıp indirdi anlamıyormuş gibi. "Yankı artık Lâl ile hiçbir şey paylaşmak istemiyor. Nedenini bilmiyorum ama saygı duyuyorum."

Ellerimi saçlarıma geçirip dolan gözlerle, "Senin beni affetmeyeceğini düşünmüştüm," dedim. "Ne olursa olsun hem de."

"Aslında ben de öyle," diyerek dürüstçe katıldı bana. "Ve bugüne kadar da şüphelerim vardı. Yankı yalan söylediğinde bütün o şüpheler ortadan kalktı, bunun o da farkında." Sonra eli karnına doğru gitti ve gözleri pencereye kaydı. "Ne yaparsan yap, seni affederdim Helin ama bunun sorumlusu sen olsaydın affedemezdim. Konu ben değil, bir gün çocuğumun olma ihtimaliydi. Eğer ben olsaydım bile affederdim ama diğer türlüsü…" Başını iki yana salladı ve dolan gözleri hemen eski halini aldı; bunu nasıl başarıyordu? "Ama sen değilmişsin sorumlu. Koza'ymış. Bugün, o masada aslında bunun yıkımını yaşadım. Koza'nın bana yapabileceği en büyük kötülük buydu."

Neden savunduğumu bilmeden, "Ekip'in kararıydı," dedim elimin tersiyle yanağımı silerek. "Koza o zamanlar hapishanedeydi. Koza o adamı, tıpkı onun seni vurduğu gibi gözümün önünde vurdu."

Işık güldü. Delirmiş gibi değil, gerçekten içten bir şekilde güldü. "Koza'nın haberinin olmadığına inanıyor musun gerçekten?" Başını bana inanamıyormuş gibi iki yana salladı. "Buna ben de inanıyordum ama bugünden sonra hayır. Onun bu yolda yapmayacağı kötülük yok. Benden bir gün çocuğumun olma ihtimalini çaldı. O adamın adını bana verirken bile planı vardı, bunu bile fırsata çevirdi."

İçi rahat etsin, üzerindeki o yük kalksın istedim. Gözlerindeki keder silinsin istedim. "Ben o adamı öldürdüm," dedim. "Senin için. Yine olsa, yine öldürürüm."

Keder kalkmadı gözlerinden. "Bunu ben yapmak isterdim," dedi kuru bir sesle. "Yankı söyledi, onu tek bir kurşunla öldürmüşsün, öyle söylemiş Ekip Yankı'ya. Az önce anlattı. O adam işkence çekmeliydi Helin. İşkenceler içinde ölmeliydi." Gözlerini öyle bir hırs bürüdü ki, ilk defa onu böyle gördüm. "Yeterli değil onun ölmesi," dedi nefretle. "Hepsini bitireceğim. Hepsinin canını alacağım. Bana yalvaracaklar. Gerekirse Ekip'in her üyesi bana yalvaracak." Sonra bana hiç beklemediğim bir soru sordu, "Bu yolda benimle misin yoksa eski ailene bunu yapamaz mısın?"

"Onlar benim hiçbir zaman ailem olmadı," dedim düşünmeden. "Benim ailem sizsiniz. Senin intikamın için gözümü bile kırpmam çünkü sen benim kardeşimsin."

"Ve ben de senin intikamın için… Çünkü sen de benim kardeşimsin," diyerek bana katıldı. Sonra oturduğu yerden birasındaki son yudumları içti ve ayağa kalkıp beni de elimden tutup kaldırdı. Avcu avcumun içindeyken gözlerime bakıp, "Ben senin yanındayım," dedi. "Ben senin arkandayım. Ben senin önündeyim. Kalbini hissettiğim sürece de hep böyle olacak." Gözümden yaş aktığında, "Ağlama," dedi. "Ve bunu kendine öğret. Bu son olsun."

Başımı sallayarak dudaklarımı birbirine bastırdım. “Bir şey soracağım,” dedim sakince. Sessizce bekledi. “Yankı, Koza’yı yanıma gönderip bu evden gitmemi istedi. Bu da sizin planınız dahilinde mi?” Kaşları hafifçe havalandı ve onların planı olmadığını anladım. "Yankı gitmemi istiyor," dedim. "Ve bunların hiçbirini bana anlatmadı. Çünkü bana güvenmiyor. Yankı beni bu savaşta istemiyor." Kırgınlıkla ona baktım. "Sen inanıyorsun o kadar acına rağmen, sen güveniyorsun ama o güvenmiyor, o inanmıyor. Bu artık bana ağır geliyor."

Işık, ellerini omuzlarıma koydu ve yavaşça okşadı. "Yankı senin bu savaşta olmanı istemiyor," diyerek beni düzeltti. "Senin için Sokak Nöbetçileri'nin dağılmasını bile göze aldı çünkü konu sen olduğunda gücünü kaybediyor. Konu sen olduğunda Koza'ya karşı duramıyor ve Koza bunu kullanıyor." Ardından tam gözlerimin içine baktı. "Ama ben senin savaşmanı istiyorum. Onun aksine."

"Neden savaşmamı istemiyor?" diye sordum.

Dudaklarını büktü. "Koza'ya zarar veremeyeceğinden ve bunun sana ağır geleceğinden emin," dedi kaşlarını çatarak. "Neden böyle düşündüğünü bilmiyorum ama ben Koza'nın karşısında duracağına eminim."

Merdivendeydim, ağlıyordum, canımdan can çıkıyordu ve yanıma oturup keyif sigarası içmişti. Benimle ilk konuştuğunda da bir sigara uzatmıştı. Tesadüfler bazen can yakıcı olabiliyordu.

Ölecek gibiydim ama o zaferini kutluyordu. Kardeşiydim, canından candım ama benim canım çıkarken o en mutlu anlarını yaşıyordu. Beni kullanmıştı, tereddüt bile etmemişti.

Onun karşısında dururdum, ona zarar verirdim.

Çocukluğum, Koza'nın abim olduğunu söyledi. Onun beni kurtardığını. Ve bunu düşünmek, zihnimde şimşeklerin çakmasına neden oldu. Yankı bunu biliyor muydu? Bu yüzden mi zarar veremeyeceğimi düşünüyordu?

"Ama yine de karar verecek tek kişi sensin," dedi Işık sakin bir sesle. "Kimse seni yönetemez."

İlk defa, Yankı'yı tanıdım tanıyalı onu bu denli anladığımı hissetmiştim. Bir ihtimal vardı, o ihtimalde Yankı Koza'nın abim olduğunu biliyordu ve ben onun yanında durduğum sürece, zarar verdiği kişi abim olacaktı. Engellemeye çalışacağıma inanıyordu, belki de bu yüzden onun yanında yer alacağıma. Çünkü o birçok şeyin farkındayken bile farkında değilmiş gibi davranıyordu, şu an Koza'nın abim olduğunu bilmiyormuş gibi davranması onun da iyiliğineydi. Çünkü kardeşliği ve bağı sonuna kadar savunan Yankı Sarca, benim karşımda abime zarar vermiş olacaktı.

Fakat diğer ihtimal ise Yankı'nın bunu bilmediğini ve güvenmediği için Koza'yla olan savaşında beni dahil etmeyeceğini söylüyordu.

Sakin bir sesle, "Ortada birçok oyun dönüyor, değil mi?" diye sordum. Çünkü hiçbir şey aslında düşündüğüm gibi değildi.

"Her iki taraf için de," diyerek beni onayladı. "Koza gibi adamların bazen kibrinden gözleri kör olur. Kendisi dışındaki herkesi aptal olarak görürler. Beni de bir aptal gibi görüyor kibrinden," dedi gözlerini kısarak. "Ve sanıyor ki Yankı artık bir beyinsiz. Ama farkında değil, Yankı’nın aklı sadece konu sen olduğunda duruyor. Koza'yı bir gün bu kibri bitirecek." Ardından beni işaret etti. "Seni vicdanın. Yankı'yı zaafları. Beni ise Mutlu." Gülümsedi. "Çünkü aranızdaki en muhteşem kişinin yaramaz bir kardeşi var."

Ben de gülümsediğimde artık bir karar vermem gerektiğinin farkındaydım ve çoktan o karara ulaştığımı görebiliyordum.

Bu sondu, bu dipti, bu en zoruydu. En kötüsünün beni öldüreceğini düşünmüştüm ama daha kötüsünün olmayacağını bilmek beni ayağa kaldırmıştı.

Ben Helin Aktan.

Savaşacaktım.

İlk önce kendim için, sonra doğru bildiklerim için ve en çok da hissettiklerim için.

"Işık," dedim gözlerimi ona çevirdiğimde. "Bu sondu," dediğimde gözümden bir damla yaş aktı ama sonuncu olduğunu hissettim. "Teşekkür ederim." Ardından aynı anda birbirimize sarıldık ve bu zamana kadar gerçekleştirdiğimiz en sıcak sarılmaydı. Benim sırlarım ve yalanlarım yoktu; onun şüpheleri ve güvensizlikleri. Ben ilk defa bu gece bir kardeşe sarıldım.

"Aşağı inelim," dedi başıyla işaret ederek. "Birazdan Koza gelecek. Göreve gitmek için hazırlanacağız."

"Tabii ya," dedim başımı sallayıp. "Görev." Sonra zihnim öyle bir döndü ki, her ihtimali tek tek düşündüm ve o ihtimallerin arasından bütün şüphelerimi çıkardım. "Eminim şu an kaçacağımı düşünüyordur." Başımı omzuma doğru yatırdım. "Kaçmayacağım, kaçacağımı sanacak."

Işık, yumruğunu kaldırdı ve yumruğuma vurdu, "İşte geliyor özel harekat."

Ben buna gülerken onların odasından çıktık ve merdivenlere doğru ilerledik. "Yankı benimle konuştuklarını biliyor mu?" diye sordum merakla.

"Hepsini anlatacağımı bilmiyor," deyip gözlerini devirdi sonra duraksadı ve merdivendeyken beni kolumdan tuttu. "Mutlu'ya kızma," dedi üzüntüyle. "O, konu ben olduğumda kafayı yiyor. Lâl'in ihanetinden sonra açıkladın benim vuruluşumu. Ve tek sorumlu senmişsin gibi davrandın. Günü gelip ona kendini daha doğru anlattığında seni anlayacak. Hepsi anlayacak. Hepimiz seni kabul ettik. Hepimiz Helin Aktan'ı kabul ettik."

Mutlu'ya karşı içimde kırgınlık vardı ama ona kızamıyordum. "Bana güvenmiyor," dedim başımı sallayarak. "Ve ben artık bu saatten sonra bana güvenmeyen insanlara onlar bana sormadığı müddetçe kendimi anlatmakla uğraşmayacağım çünkü artık bütün yüklerimden arındım."

Bir cevap vermesini bile beklemeden merdivenleri hızlı adımlarla indim ve Işık da arkamdan geldi. Odaya girdiğimde hepsi bir tarafa dağılmış oturuyordu. Bartu'yla Mutlu koltuktaydı, Lâl, elindeki fotoğraf makinesiyle uğraşıyordu. Yankı ise kolu masada, başı kolunun üzerinde yüzü bize dönük uykuya dalmıştı. Saçları ıslaktı, büyük ihtimalle duştan çıkmıştı ve yüzünde neden olduğunu bilmediğim izler soyulmaya başlamıştı. Dudakları hafif aralıklı, kaşları çatıktı. Rahatsız eden bir rüyanın içinde olduğu ortadaydı.

Ona yüzündeki izleri sormayı yine unuttuğumu fark ettim.

Bartu nereye baktığımı fark ettiğinde, "Sızdı," dedi fısıldayarak. "Kaldırmak istemedik bir daha uyuyamaz diye."

Mutlu'nun bakışları yavaşça bana döndü fakat gözlerimi ondan kaçırdım ve masanın önüne ilerledim. Yankı'nın yüzünü izlerken, içimde kırılan, acıyan, yanan bütün yerlerim sızladı ama en çok kalbim acıdı. Kırgınlıkla; kırdıkları ve kırdıklarımla.

O bana iyi gelmişti ama ben ona iyi gelmemiştim; artık bundan sonuna kadar emindim. İyi gelmeyecektim. Çabalasam bile olmayacaktı.

Elim yavaşça yüzüne dokunduğunda tüy kadar yumuşaktı ama bir anda, refleksle elimi sertçe kavrayarak gözlerini açtı. Neredeyse parmaklarımı kıracaktı ama göz göze geldiğimizde elini gevşetti ve çatık kaşları hızlı bir şekilde düzeldi. Gözlerini kırptı. Sonra direkt Işık'a baktı. Ve yine bana.

"Özür dilerim, uyandırdım ama Koza gelmeden size bir şey söylemem gerekiyor," dedim sakin bir sesle. Elimi elinden uzaklaştırdım ve diğerlerine baktım. Yankı gözlerini ovuşturdu, kendine gelmek için birkaç defa başını iki yana salladı.

"Daha fazlasını dinlemek istemiyorum," dedi Mutlu, dirseklerini dizlerine koyup saçlarını karıştırarak. İlk defa onu bu kadar mutsuz ve kendinde değilmiş gibi görüyordum.

"Merak etme, Mutlu." Sesimde ilk defa hissizlik vardı. "Bu sizin iyiliğinize bir şey olacak, en çok da senin." Işık, koltuğun kenarına oturduğunda kollarını önünde bağladı. Ne diyeceğimi tahmin etmiş olacak ki gözlerine mutsuzluk oturdu.

Yine hepsinin tek tek yüzüne baktım fakat bu sefer, içimde o az önceki korku yoktu. İçimde acı vardı, içimde keder vardı, içimde boğulan bir kadın vardı ama her şeyden önce içimde huzurlu bir kadın da vardı.

Gözlerim Yankı'ya döndü ve beni dikkatli bir şekilde izlediğini gördüm. Düşünmeden değil, banyoda geçirdiğim saatlerde karar verdiğim ve emin olduğum bir ses tonuyla, "Görevden sonra bu evden ayrılacağım," dedim. "Ne olursa olsun sizin aranıza bir ajan olarak girdim. Artık öyle değil ama bu sizin için kim olduğumu değiştirmeyecek. Ben de artık iki taraf için işleri zorlaştırmamak adına gideceğim."

Mutlu başını eğdiği yerden kaldırdı ve direkt Işık'a baktı. Işık ise bunu neden yaptığımı anlıyor, dudaklarını birbirine bastırıyordu. Lâl... O, elindeki fotoğraf makinesini masaya düşürdü ve gözlerinde ilk defa mutsuzluğu gördüm.

"Ne?" dedi Bartu, hiddetle ayağa kalkarak. "Ne saçmalıyorsun? Bu da nereden çıktı? Gitmek de ne demek?"

"Benim yüzümden," diyen Mutlu gözlerini yeniden bana çevirdi. "Çok üzerine geldim."

Eskiden olsa kendimi suçlardım ama, "Senin de payın var," diyerek okları ona yönlendirdim. Ardından Bartu'ya döndüm. "Ve senin de. Aslında hepinizin payı var ama en büyük pay benim." Sesim titredi, ne olursa olsun, kim olursam olayım yine sesim titredi, bunu engelleyemedim ama ağlamadım. "Kim olursam olayım sizinle aile olabilirim, sizden birisi olabilirim sanmıştım ama öyle değilmiş, bununla yüzleştim. Şu an belki beni affedeceksiniz ama bir gün bir şey olursa ilk benden bileceksiniz çünkü içinizde bana karşı o güven yok." Mutlu'ya baktım direkt. "Bize ihanet edeceğine gitseydin demiştin, hatırlıyor musun? Size ihanet etmeyeceğim ama kafanızda yer eden o şüphe için gideceğim."

"Saçma sapan konuşma," diyen Bartu bana doğru yürüdü ve ellerini kaldırdı. "Ben sana güveniyorum ve bunu biliyorsun. Biz ikimiz bunu aştık."

"Hayır, aşmadık," diye karşı çıktım ona. "Işık konusunda karşımda durmak istedin, değil mi?" diye sordum. Sonra Mutlu'ya baktım, "Sen benim üzerime yürüdün. Çünkü ben o an kendimi anlatamasam bile siz benim bunu yapmış olabileceğime hemen inandınız ve..."

"Ben inanmadım," dedi Bartu, daha büyük bir hiddetle. "Sorguladım ama inanmadım." Mutlu hiçbir şey söylemedi ama vicdan azabı çektiğini hissedebiliyordum. Bartu'yu tiye aldım ve bu onu daha fazla rahatsız etti. "Asıl sen şu an inanmıyorsun bana," dediğinde kalbi kırılmıştı. "Sorguladım çünkü bana böyle bir şeyden bahsetmemiştin, ben de neden bahsetmediğin konusunda sorguladım. Şaşırdım. Çünkü bana her şeyi anlattığını söylemiştin. Sen olsan sorgulamaz mıydın Helin?"

"Her neyse," diyerek geçiştirdim çünkü ona inanmıyordum ve inanmadığım sürece onu konuşturmak zaman kaybıydı. "Gitmek istiyorum." En sonunda dönüp omzumun üzerinden Yankı'ya baktım. Olanları izlerken gözlerini bile kırpmıyordu ve ne düşündüğünü anlayamıyordum. "Bu Yankı'yla ortak kararımız. O da artık gitmemi istiyor." Koza'nın bana kurduğu cümlenin aynısını kurdum ona. Beni anladı ve bu onu rahatsız etti mi, bilmiyordum.

Bartu Yankı'ya doğru yürüdü bu kez ve elini masaya koyup yanımda durdu. "Onu bu evden kovdun mu?" diye sorduğunda sesi oldukça yüksek çıkıyordu, hatta Yankı'ya bağırıyordu. "Üstelik bu ev sadece seninmiş gibi. Bu hakkı sana kim verdi? Sen kim oluyorsun da Helin'i kovuyorsun?"

"Bartu," dedim onu kolundan tutup çekmeye çalışarak ama Bartu buna izin vermedi. "Bartu," dedim daha yüksek bir sesle, "o sadece bana tercih hakkı sundu, kovmadı. Ben de tercihimi yaptım. Konunun Yankı'yla alakası yok."

Yankı hiçbir şey söylemeden Bartu'ya baktı ve kızgınlık bir yana dursun, Bartu'nun benim için karşısında duruşu sanki hoşuna gitti. Bartu'nun gözleri yeniden bana döndü. "Yalan söylemiyorum," dedi kaşlarını çatarak. "Gerçekten sorguladım, Helin. Neden yalan söyleyeyim? Biz seni kabullendik." Sonra başını iki yana salladı. "Diğerleri umurumda değil, ben seni kabullendim. Bunu biliyorsun. Ulan kardeşimsin, seni bırakır mıyım ben? Diğerleri seni kabullenmemiş olsun, karşında dikilsin, ben senin yanında dururum. Yemin ederim dururum." Yankı'yı gösterdi öfkeyle, "Onun ne dediği umurumda değil, gerekirse onun karşısında da dikilirim senin için. O inanmazsa inanmasın, ben inanıyorum."

"Bartu," dedim keskin bir sesle konuyu kapatmak istermiş gibi. "Bu konuyu tartışmak için değil, size haber vermek için söyledim. Ne söylerseniz söyleyin, kararım değişmeyecek. Hem benimle görüşmek isteyen olursa elbette ki görüşürüm, düşman olmayacağız."

Lâl de oturduğu yerden kalktı ve Bartu'nun yanına doğru yürüdü. Gözlerindeki mutsuzlukla bakarken ellerini kaldırdı. "Gitme," dedi bana, beni bozguna uğratarak. "Sana alıştım."

Hiçbir şey, Lâl kadar beni şaşırtamazdı. Işık arka taraftan, "Kalmanı isteyeceğimi biliyorsun," dedi. "Ama gitmek istersen de kendi tercihin. Seni zorlamam."

"Ne saçmalıyorsun?" deyip Bartu ona ters ters baktı. Ardından Mutlu'ya döndü. "Mutlu bir şeyler söylesene, ona odadan bahsetsene. Kabullenmesek neden böyle bir şey yapalım, söylesene." Sonra beni kolumdan tuttu bir anda ve yürütmeye başladı. Sonra Yankı'ya, "Gel," dedi. "Gelin ulan." Beni kolumdan tutup yürütürken diğerleri de peşimizden geldi.

Yankı, "Bartu," dedi sadece ama Bartu onu duymadı. Merdivenleri çıkarken neredeyse takılıp düşüyordum ama Bartu beni öyle sıkı tutuyordu ki bir yandan da kolumun kopacağından bile korkuyordum. "Bartu yavaş, kızı arkanda sürüklüyorsun ulan," dedi Yankı bu kez de. "Her ne yapacaksan öldürmeden yap."

Üst kata çıktığımızda nefes nefeseydim ama Bartu, "Siz ikiniz neyi paylaşamıyorsunuz anlamıyorum ki amına koyayım," dedi öfkeyle sonra Işık'la Mutlu'nun odasına daldı. "Ben sizin yerinizde olsam var ya, ohooo..."

"Bartu," dedim kolumu ondan kurtarmaya çalışarak. "Kolum çürüdü Bartu, ne olur bırak artık."

Bartu en sonunda kolumu bıraktı ve Işık'la Mutlu'nun odasındaki gizli odanın kapısına yöneldi. İlk önce kitaplığı çekti ardından o odanın kapısını açtı ve karanlığı gördüm. Sonrasında hızlı bir şekilde ışığı açtığında odanın içini sapsarı bir gece lambasının ışığı aydınlattı. Gördüklerim karşısında gözlerim irice açıldı çünkü daha önce girdiğim odayla aynı görünmüyordu.

Her yer değişmişti. Etrafta koliler yoktu, Mutlu'nun şişme havuzu da yoktu. Normal bir odaya dönmüştü ama evin içindeki en güzel odaydı. Çift kişilik bir yatak, tavandaki pencerenin hemen altındaydı ve pencereye vuran karlar, yatağın üzerine gelecekmiş gibiydi. Yatak simsiyahtı, yerler siyaha boyanmıştı. Odaya doğru Yankı'yla aynı anda adım attığımızda sol tarafta kocaman bir giysi dolabı ve açık dolapta kıyafetlerimi gördüm. Onun yanında bir pano vardı ve panoda fotoğraflarımız asılıydı. Yankı'yla benim baş başa fotoğraflarım, Sokak Nöbetçileri'yle olan fotoğraflarım, tek fotoğraflarım. Tek olanları kim çekmişti bilmiyordum ama Lâl'e baktığımda onun da parmağı olduğunu anladım.

"Bak," dedi Bartu odanın içindeki lambadere yürüyerek. "Her renk ışık çıkıyor. Bak şimdi. Ben beğendim, ben sipariş ettim." Bir düğmesine bastı ve odanın içini yeşil bir ışık aldı sonra bir kez daha bastı ve ışık mavi oldu. Bir kez daha bastığında kıpkırmızı ışık odanın içini doldurdu. Yankı hızlı adımlarla yürüyüp Bartu'nun elinden düğmeyi aldı ve ışığın rengini değiştirdi. Işık yine sarıya döndü. Bartu yatağı gösterdi.

Işık, "Ben seçtim," dedi mutsuz bir sesle. "Gıcırdamasın diye özellikle seçtim. Yatak yerle birleşik."

"Lâl, fotoğraf panosunu ve kıyafetlerini dizdi," dedi Bartu devam ettirerek. "Mutlu, kendi çapında ses yalıtımı yaptı ve odayı boyadı. Hatta yatağın altını boyamadı görünmez diye, onu dövdüm bu yüzden, öyle boyadı."

"Ses yalıtımı mı?" diye sordum Mutlu'ya bakarak.

"Yani," dedi yüzüme bakmadan, hâlâ vicdan azabı çekiyor gibiydi. "Seslerinizi dinlemeye çok istekliydim ama yan odada olup hiç uyuyamama ihtimaliyle yüzleşmek istemedim."

Işık, Mutlu'nun kafasına vurdu. "Uydurma, ses yalıtımı benim fikrimdi. Sen ölene kadar onları dinleyeceğini söylüyordun."

Mutlu ters ters Işık'a baktı. "Kulağımı yine de dayardım, bunu biliyorsunuz."

Bartu, Mutlu'yu susturup beni kolumdan tutup çekti ve odanın ortasına getirdi. Yankı'yla oturduğumuz merdivenin üzerini rengârenk boyamıştı Mutlu. Basamaklarda Yankı'yla baş başa fotoğraflarımız vardı yine. Yanında ise duvara monte küçük bir televizyon duruyordu ve televizyonun yanında... Yankı'yla birbirimize aynı anda baktık sonra yanaklarımın kızardığını hissettim.

Bartu, Yankı'nın bana aldığı tabloyu duvara asmıştı.

"Yankı bu tablo için ölüp bitiyordu," dedi Bartu saf saf. "Duvara asacağım deyip duruyordu. Ben de onun için duvara astım." Kollarını önünde bağladı ve tabloya baktı. "Çok iyi durmamış mı burada? Değiştirmeyin bence yerini. Sabitledim, düşmez de hem."

"Düşer o tablo," dedik Yankı'yla aynı anda.

Yankı önce bana sonra tabloya baktı sonra bir kez daha bana… Ardından bir daha bana baktı ve bir kez daha tabloya. "Bak düşer bu tablo," dedi yine. "Lan," dedi, sonra Bartu'ya baktı, "Niye yaptın bunu? Niye yaptın lan?"

"Düşmez lan," dedi kaşlarını çatarak. "Sabitledim diyorum iyice." Sonra tabloya yaklaştı ve kenarlarını tutup sarstı. Gerçekten de sabitlemişti ve Bartu'nun gücü bile çivisinden çıkarmaya yetmiyordu. "Zorlarsan düşer tabii ama niye zorlayasın? Burada duruyor işte. En fazla deprem filan olursa düşer."

"Deprem olmayacağını nereden biliyorsun?" diye soran Yankı, daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi.

Yanaklarıma daha fazla ateş bastığında Işık, yüzümden neler olduğunu anladı ya da anladığını sandım, bilmiyordum fakat lafı değiştirdi. "Size güzel güzel yatak örtüleri de aldım," dedi tablonun önüne geçerek. Ama ikimiz de hâlâ tabloya bakıyorduk. "Bir tanesi çiçekli." Yankı'nın tepki vermesini bekledi ama Yankı tabloyu izliyordu. "Sana diyorum, çiçekli yatak örtüsü aldım," diye mırıldandı. "Siyah da var. Ama çiçekliyi kullanın hep."

"Siyah da mı var?" diye sorduğunda Işık yerine bana baktı. "İşin içinde siyah da mı var?"

"Yankı ne oluyor?" diye sordu Bartu başını eğip ona bakarak. "Tabloyu asmayıp sarılıp uyuyacak mıydın kardeşim? Gözlerin neden orada? Kusura bakma ama tablolar duvara asmak içindir."

"Kendi adına konuş," dedi Yankı tabloya bakmaya devam ederek. Sonra kısık sesle tekrar etti, "Kendi adına konuş." Gözlerinin içini öyle tutkulu bir ifade aldı ki istersem ondan adımlarca geride durayım, istersem ondan kaçayım, bu bakışlar karşısında ona dokunma isteğimi bastıramıyordum. Öyle bir histi ki, şu an nefes alsa, nefesi bile vücudumda farklı bir etki bırakırdı. Çünkü kafamın içinde, bu odada ikimiz varken geçeceklerin önünde duramıyordum. Bu odada paylaşacaklarımızın hayali bile heyecanlanmama neden oluyordu, bu oda bana her şeyi veriyordu.

Ve ben Yankı Sarca'yı çok istiyordum. Kimseyi istememiştim, Yankı Sarca'yı istiyordum.

Gözleri bana doğru döndüğünde tutkuyla bana baktı. Birkaç saniye sürdü ama aynı şeyi düşündüğümüzü anladım.

İkimiz bu odada kalsaydık, bu odanın her köşesinde bir anımız olurdu.

"Bu oda Yankı'ya yılbaşı hediyem çünkü artık seninle baş başa oda istiyordu." Bartu'nun sesiyle kendime geldiğimde gözlerim ona döndü ve karnımdaki o sızı, Yankı bana bakarken devam etti. "Sana da hediyem oldu. Dördümüz uğraştık ama bu oda için. Dördümüz sizin için iz bıraktık. Seni istemesek böyle bir şey yapar mıydık?" Omuzlarımı tuttu ve beni kendine çevirdi. "Kim olursan ol, biz seni kabullendik. Ben seni kabullendim. Gidersen, bizi yarım bırakırsın."

Hepsinin yüzüne dönüp tek tek baktım ve en sona Yankı'yı sakladım. Gitme demedi ama gitme diyormuş gibi baktı. Bu saatten sonra gitme deseydi de bir şeyler değişmezdi, bu yüzden gitme demesini de beklemiyordum. Çünkü bir kez demişti, artık işler daha farklıydı.

Diğerlerinin gözlerinde de aynı ifade vardı. Bartu'nun gözlerindeki o çocuksu sevinç, Lâl'in beni şaşırtan sevgisi, Işık'ın beni onaylayan bakışları ve Mutlu'nun vicdan azabı... Hepsi karşımdaydı ve onlar benim ailemdi.

Ama ben artık ne onların kalbini kırmak ne de kendi kalbim kırılsın istiyordum. Ait değildim, onların ailelerine ait olmayacaktım. Çünkü artık onların hikâyesinin sadecesi olmak istemiyordum, olacaksam hepsi için Sokak Nöbetçisi olacaktım. Ve bu imkânsızdı. Bugün değilse, başka bir gün yine karşımda dururlardı.

"Üzgünüm," dedim Bartu'ya bakarak. "Artık gitmem gerekiyor. Olması gereken bu."

Bartu'nun omuzları düştü ve kırgınlıkla bana baktı. "Hiç değer vermiyor musun bana?" diye sordu çocuk gibi. "Kalbimi hiç kırmazdın sen, neden şimdi kırıyorsun?" Kendini işaret etti, "Olduğum kişi yüzünden mi? Geçmişte sana yaptıklarım yüzünden mi? Affedemiyorsun, değil mi? Bir daha yapmayacağım sana onları, söz veriyorum."

"Benim suçum," dedi Mutlu bir kez daha sonra Bartu'nun yanına geçti ve yüzüme baktı. "İstersen benimle hiç konuşmazsın, seninle hiç konuşmam. Eğer sorun benim dediklerimse," dedi o da mutsuz bir sesle. "Özür dilerim. Seni bizden birisi olarak görmeseydim zaten o kadar tepki vermezdim, Helin. Gördüğüm için böyle oldu. Ve konu ikizim olduğunda değil seni, kimseyi dinlemiyorum ben."

Tam o esnada zil çaldı. Işık kolumu sıvazlayarak, "Bu Helin'in tercihi," dedi konuyu kapatmak istiyormuş gibi. "Bu yüzden ona kızamayız. Gitmek istiyorsa gidebilir. Yarım kalırız, eksik kalırız ama nasıl mutlu olacaksa öyle olsun çünkü hepimiz onun kalbini kırdık, isteyerek ya da istemeyerek."

Fakat Bartu, Işık'ı bile dinlemedi ve yanımdan rüzgâr gibi geçerek sert adımlarla odadan çıktı. Mutsuz bir şekilde onun arkasından bakarken diğerleri de odadan çıktı ama Bartu gibi öfkeli değillerdi. Mutlu'nun Işık'la beraber yürürken, Işık'ın kolunu onun omzuna atması ve bir şeyler söylemesi içimi rahatlatmıştı.

Yankı arka tarafımda kaldı, ona bakmadan ben de odadan çıktım ve sakin adımlarla merdivenlere yöneldim. Arkamdaydı, onu duyabiliyordum ama onunla konuşacak bir konumuz kalmamış gibiydi.

Yine de bana o soruyu sordu, "Gerçekten gitmek istiyor musun?"

Dönüp yüzüne bakmadım ama "Evet," dediğimde merdivenlerden inmeye başlamıştım. Gelen Koza'ydı. "Her zaman sana güvenmemi istedin ve gitmemin benim için daha iyi olacağını savundun." Duraksadım ve omzumun üzerinden ona baktım, "Senin aksine, ben güveniyorum. Benim için değil ama herkes için daha iyi olacaksa kalmayacağım çünkü sen de dahil hiçbiriniz bu Helin'i istemediniz. Ben artık Helin Aktan'ım."

Kaşları düz bir çizgi halini aldı ve o da merdivenin basamaklarında durdu. Gitme demesini bekliyor muydum? Beklediğim bu değildi, aslında bir beklentim de yoktu. Artık konu ikimizin dışındaydı. Hem ona yüklediğim yükler, hem onun bana yükledikleri artık ikimize de ağır gelmeye başlamıştı.

Biz ikimiz, Yankı'yla imkânsızdık.

Ben yalanlarımla, ihanetlerimle ve kim olduğumla; o yükleriyle, bana güvenmemesiyle ve beni göz ardı etmesiyle. Biz ikimiz imkânsızdık. Yankı Sarca ve sadece Helin belki birlikte olabilirdi ama Yankı Sarca'yla Helin Aktan birlikte olamazlardı. Bu savaş demekti.

"Nereye gideceksin?" diye sordu yüzünde ufacık bir değişim olmadan.

"Bu beni ilgilendirir." Merdivenleri yeniden inmek için hamle yaptım ama parmakları kolumu kavradı ve beni tuttu.

"Bu sabah Helin," dedi kelimelerin üzerine basarak, "benim en kötü sabahlarımdan biriydi. Hem de her anlamda. Ama bu, sabahta kaldı." Bakışlarındaki değişimin nedeni ben değildim ama gücünün yeniden ona uğradığını görebiliyordum. "Bildiklerinle ve bilmediklerinle," diye mırıldandı. "Bu yeni yola ben kendimi zorladım ve bildiklerimle senin her halini kabul ettim." Kolumu bıraktı, turkuaz gözleri kısıldı. "Ama kendine hiç sordun mu, sen bütün yüzleriyle Yankı Sarca'yı kabul edebilecek misin?"

"Bütün yüzlerini göstermedin." Net bir şekilde yanıt verdiğimde tam gözlerinin içine baktım. "Çünkü ne kadar zarar görmemi istemediğini savunsan da bana güvenmedin."

"Göreceksin o halde," dediğinde bir kez başını salladı. "Ve buna rağmen bana güvenmeye devam edebilecek misin? Belki de bir gün sen de bana güvenmediğini söyleyeceksin Helin."

"Seninle aramızda çok büyük bir fark var, Yankı," dediğimde gözlerinde gitgide artan güçle benim hissettiğim güç yarışırdı. "Ben sana güvenmek için nedenler yaratırım, sen bana güvenmemek için." Ona yaklaştım, işaret parmağımı kaldırdım. "Hangi yüzün olursa olsun gerçek seni biliyorum ama artık sana sırtımı yaslamam. Neden biliyor musun? Çünkü artık benim de sana karşı aşamadığım bir güvensizliğim var. O da ne biliyor musun?" Hafifçe gülümsedim, "Sırtımı yasladığımda boşluğa düşeceğim hissi. Anlamıyorsun, görmüyorsun. Kalbimden kendimi vurduğumda bile sana güvenmek için nedenler yarattım ben fakat beni bırakmayacağın konusunda nedenler yaratamıyorum. En iyisi ben gideyim, ne sen sırtını bana yaslamak zorunda hisset ne de ben boşluğa düşmekten korkayım."

Cevap bile vermesini beklemeden kalan basamakları da indim. O da bir şey söylemedi zaten. Haklı olduğumu biliyordum, haksız olduğumu da öyle. Nedenleri olduğunun farkındaydım, benim de nedenlerim vardı. Ama artık buna devam edemeyecektim. Kabullenecektim ama unutmayacaktım.

Koza'yı karşımda gördüğümde içimde öfkenin canlanmasını bekledim ama öyle değildi. Tamamen hissizdim. Tamamen. Nefret yoktu, öfke yoktu, ruh yoktu, sevgi yoktu. Hiçbir şey yoktu.

Arkamdan Yankı geçti. "Çıkalım," dedi herkese doğru. Ses tonundaki keskinlik hiçbirimizin gözünden kaçmadı. Koza'yla göz göze geldik. Başıyla bana selam verdi ve gülümseyerek göz kırptı. Gülümsemesine karşılık vermedim ama başımı salladım.

Işık, kıyafetlerin olduğu bir çantayı benim için hazırlamıştı bu yüzden zorlanmama gerek kalmadı. Üzerimde hâlâ Yankı'nın gri eşofmanı ve siyah kazağı olsa da bunu umursamadım. Zaten Kars'a gittiğimizde bütün bunlardan kurtulacağımı biliyordum.

Işık, Koza'ya aynı davranıyordu. Utangaç gülümsemeler, gerçekçi bakışmalar. Bunların altında yatanları elbette ki biliyordum. Gerçekler gözlerindeydi. Koza'yı belki tek kaşık suda boğabilirdi ama ona karşı duyguları yalan değildi. Hangisi daha ağır basıyordu? Bunu zaman gösterecekti.

Fakat emin olmuştum. Koza'yı birisi bitirecekse bu Yankı değil, Işık olurdu.

Her şeyi öğrendikten sonra artık Yankı'yla Işık'ın birbirlerine olan bakışlarını bile yakalamaya başlamıştım. Birkaç saniye bile sürse görüyordum. Aslında Işık'ın anlattıklarıyla da alakalı değildi, artık gözlerimdeki perde çekilmişti.

Üzerime kalın bir mont giydim, Yankı da yüzüme bakmadan bana atkı ve bere uzattı.

"Burnunun ucu kıpkırmızı," dedi Işık Koza'ya. "Çok mu soğuk hava? Kaç kat eldiven takmam gerekiyor."

"Eldivene gerek var mı?" derken soğuktan kızarmış elini montunun cebinden çıkardı. "Elim, eldivenden daha sıcak tutar."

"Ya," dedi Işık gözlerini kaçırarak.

"Zaten canım sıkkın," dedi Bartu, dişlerini sıkıp Koza'ya ters ters bakarak. "O kelebek kanatlarını yolmadan sikik ağzını kapat."

"Hey, koca adam." Koza gözlerini yapmacık bir şekilde açtı. "İki saat çocuklarımı başıboş bıraktım, kavga mı ettiniz hemen?" Yankı'ya bakıp dilini damağına üç kez vurdu. "Kaç kez diyeceğim Sonuncu sana, şu adamla da oynayın biraz diye."

Yankı onu zerre umursamadan evin dış kapısını açtı ve yanından geçti. Onun ardından diğerleri de çıktığında ayaklarıma siyah botlarımı giyiyordum. Başımdaki bere Yankı'nın olduğu için büyük gelmişti, bu yüzden görüş alanımı kapatıyordu. "Toparlanmışsın," dedi Koza kapının önünde sırtını pervaza yaslayarak. "Bu kadar erken toparlanmanı beklemiyordum."

Bir tercih hakkım vardı. Koza'ya karşı maske takmak ya da Koza'ya karşı gerçek yüzümü göstermek. Duruşumu dikleştirdim ve atkıyı boynuma sardığımda Yankı'nın kokusunun sindiğini fark ettim.

Koza’nın gülümsemesine odaklandım ve gülümsemesindeki yapaylığı gördüm. Gözlerinde bana karşı olan uzaklığı, asla yaklaşamayacağımızı ve aslında herkese kötülük yaptığını düşünürken en büyük kötülüğü bana yaptığını.

Parçalanmıştım, dağılmıştım, ölecek gibiydim; o benim yanımda keyif sigarası içmişti ve gözyaşlarım bir yana dursun, acım umurunda olmamıştı. Her şeyi unuturdum onunla alakalı ama o yüzündeki zafer gülümsemesini ve sırtıma yüklemeye çalıştığı acıyı unutamazdım.

"Toparlandım," dedim Koza'ya Koza gibi karşılık vererek. Dış kapıyı kapattığımda Sokak Nöbetçileri'nin biraz uzağımızda durduğunu fark ettim. "Haklıymışsın." Koza, bunu beklemediği için bakışları bana döndü, gözlerimin içine baktı. Ama bilmiyordu, ben rol yapmayı onun eğittiği Ekip'ten, yani ondan öğrenmiştim. "Bu ailenin yıkılmasında en büyük pay benim. İstesem de istemesem de ben senin askerinmişim Koza." Ardından çenemle uzakta arabaya doğru yürüyen Yankı'yı gösterdim. "Ve yine haklısın. O aklını dinlemeye başladı. Beni harcamaktan bir an bile çekinmez."

Kaşları çatıldı ve bir süre yüzümü inceleyerek ne düşündüğümü anlamaya çalıştı. "Bu kadar kolay," dedi tereddütle. "Kabulleneceğini düşünmezdim. Benden sonra bir şey mi oldu?"

"Düşünme fırsatı buldum." Ellerimi montun cebine yerleştirdim ve omzumu kaldırıp indirdim. "Onlar beş kişi, Koza. Hep beş kişi oldular. Ben sadece misafirdim. Asla bu Helin'i kabullenemeyecekler." Yerdeki karı ayağımla itekledim. "Onlardan ayrılma kararı aldım."

Koza çekinmeden elini çeneme yerleştirdi. Yüzümü kaldırdığında arkasındaki Işık'la göz göze geldik. "Yani artık tamamen benim tarafımdasın?" diye mırıldandı nabzımı ölçmek için.

Planım bu değildi, planımı kimse anlayamazdı. "Hayır." Elini çekmesi için yüzümü çevirdim. "İkinizin arasındaki bu saçma sapan savaşında yer almak istemiyorum. Görevim onları dağıtmaktı, değil mi?" Cevap vermesini bile beklemedim. "Bunu başardım. Görevim bitti. Benden daha ne isteyebilirsin ki? Yankı'nın canını almamı mı?"

"O keyif bana kalsın." Güldüğünde başımı çevirip ona baktım ve ciddiyetini sorguladım. Daha fazla güldü. "Şaka," dedi ama ona artık hiçbir konuda inanamıyordum. "O benim ilk aşkım, kıyamam."

Bütün dalga geçmelerini görmezlikten gelerek, "Planın ne?" diye sordum. "Onları nasıl dağıtacaksın?"

"Sana güvenip anlatacağımı düşünmen ne büyük aptallık," diyerek gözlerini devirdi ve yürümeye başladı. Ben de yanında ilerledim. "Gitmek istediğini onlara söyledin mi?"

"Evet."

"Ve seni hemen bıraktılar mı?" Şaşırmış mıydı?

"Neden bırakmasınlar ki?" diye sordum. Bu taktiği Yankı'dan öğrenmiştim. Yalan söylemek istemediği zamanlarda sorular sorardı. "Onlar beş kişi. Bunu sen söylüyordun. Beni sevdiklerine inanıyor musun? Ya da beni bırakmak istemeyeceklerine?"

"Aslında senin bunu yapabileceğine inanmıyordum." Dürüst cevabının ardından bana baktı. "Çünkü kimsesiz bir kız çocuğu gibi davranıyordun, onlar da ailenmiş, falan filan." Gözlerini devirdi. "Çok duygusal ama her ne olduysa kimsesiz de yaşayabileceğini fark etmişsin yeniden." Beni kabullenmedi… Zaten hiçbir zaman beni kabullenmemişti ki Koza. Ben onu bulduğumda ve bana abim olduğunu söylediğinde her şeyi yanlış anlayan bendim. "Sen ve ben sadeceyiz, Helin. Gözlerini açmana sevindim."

"Sen sadece olabilirsin," dedim karşılık olarak. "Ama ben Helin Aktan'ım." Soyadımı söylerken gözlerinin içine baktım. "Bütün yaşadıklarımla Helin Aktan'ım. Hepsini kabullendim. Bir daha bana sadece olduğumu söyleme, bu sensin, beni yanına çekmeye çalışma." Kısa ve net cevabımın ardından Yankı'nın içinde olduğu arabaya doğru yürüdüm ve onun bizi camdan izlediğini gördüm. Arka koltukta Lâl ve Bartu oturuyordu. Işık, Koza'nın arabasına gitmişti, Mutlu da onları yalnız bırakmak istememiş olmalıydı.

Arkamı dönüp yeniden ona baktım. Söylediklerimden ne anladı bilmiyordum ama şaşkındı. Yolun ortasında kaldığımızda bütün Sokak Nöbetçileri bizi izliyordu ve ikimiz de bunu biliyorduk. Onun yüzüne beni eğiten bir adammış gibi değil, bir abiymiş gibi bakmak istedim ama öylesine hissizdim ki bunu o hatırlasın istedim. "Gideceğim, Koza," dedim. "Hepinizi bırakacağım. Söyleyeceğin bir şey var mı?" Kimsesizdim, o varken de yokken de ama gitmek istediğimde onun ne yapacağını bilmek istiyordum.

Çok kısa bir an sessiz kaldı ardından kolunu omzuma koyup sıktı bir komutanın askerinin omzunu sıkması gibi. Ya da bir öğretmenin öğrencisinin omzunu sıkması gibi. "İyi bir oyundu," dedi başını sallayıp. "En iyisi sendin, senden başka kimse bunu başaramazdı ve elime bunu verdin. Eğer gidebilirsen," dedi sanki buna inancı yokmuş gibi, "seni ben de serbest bırakıyorum." Elini omzumdan çekti. "Bir şeye ihtiyacın olursa bana ulaşabilirsin," dedi bir yabancı gibi. "Sen iyi bir askerdin. Güzel bir öğrenciydin benim için." Sonra daha fazlasını yaptı. "Yüklü miktarda parayı banka hesabına yatırırım karşılık olarak."

Canımın acımasını bekledim. Ama acı yoktu. Hâlâ hissizdim. Ruhsuzdum. Öyle inançsızdım ki ona karşı. "Para istemiyorum, onlarla geçirdiğim güzel günler oldu. Bu bir ödemeydi zaten." Gülümsedim ama samimi olmadığımı o da gördü. "Sen de iyi bir öğretmendin, Koza," dedim ve çenemi havaya kaldırdım. "Bana çok şey öğrettin ve öğretmeye devam ediyorsun. Ölsem unutmam." Başımı iki yana salladım, "Ölsen, unutturamazsın."

Abi ve kardeş değildik. Öğretmen ve öğrenciydik. Komutan ve asker. Biz Koza'yla böyleydik. Bunu aklımdan asla çıkarmayacaktım çünkü bunu bana bugün son kez o öğretmişti.

Yankı'nın yanına oturup kapıyı kapattığımda Koza da kendi arabasına doğru ilerledi. Bakışlarım direkt pencereye döndü çünkü yüzümdeki ruhsuzluğu Yankı’nın görmesini istemiyordum. Baktığım yerde bisikletleri vardı. Benim hiç süremediğim o mavi bisiklet de orada duruyordu. Beş bisiklet vardı. Yankı'nın bisikletine tartışırken ben zarar vermiştim, o da kendisine almamıştı bir daha.

Yankı arabayı çalıştırdı. Başımla bisikletleri gösterdim. "Ben gittikten sonra mavi bisikleti sen al, Yankı," dedim soğuk bir sesle. "Artık istemiyorum."

Bartu arkadan sinirle güldüğünde Yankı, "Onu," dedi şaşkınlıkla. "Götürmeyecek misin? Ama o ilk hediyeydi."

"Götürmeyeceğim," dedim ve bütün hissizlik kalktı, acı kalbime oturdu. "Kullanmayı bilmiyorum, öğreteceğini söylemiştin ama sen de öğretmedin. Beni üzmekten başka hiçbir işe yaramaz o bisiklet. Sen aldın, sana kalsın."

Bu kırıcıydı, biliyordum. Neden yaptığımı bile anlamıyordum ama acımı bu şekilde dışarıya vuruyordum. Belki üçünün de kalbini kırarak, belki de en çok kendi kalbimi kırarak.

"Haklısın, söz vermiştim," dedi Yankı kısık bir sesle. "Öğreteceğim kadar kal o halde ama onu bana bırakma, o bisiklete sensiz asla binmem."

Omzumu kaldırıp indirdim. "O halde bir çocuğa ver," dedim mavi bisiklete yeniden bakarak. "Ve ona sürmeyi öğret. İkimize de kalmamış olur."