logo

45. BAŞKA YOLLAR

Views 298 Comments 0

Lâl Sarca'nın güncesinden...

05.04.2007

Bugün seni uyurken izledim; bütün kâbuslarını dinledim.

En çok seni duydum, en çok seni gördüm.

Sonra aldım, saçlarını sevdim.

Ardından sürekli susan kendimi affetmek yerine, konuşup çığlık atan ama kardeşimden vazgeçen kendimi affettim.

Sadece onu affettim ama yine de kendimden nefret etmeye devam ettim.

“Dördüncü Sokak Nöbetçisi, Lâl Sarca”

Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçtiğinde fark ediyordum; üçe ayrılıyordu.

Üç Helin vardı. Üç Helin Aktan. Hepsi birbirinden son derece farklıydı, bense içimde hepsini büyütebiliyordum.

Yedi yaşına kadar olan Helin; korkak, çekimser, sessiz ve ölmeyi dileyen bir kız çocuğuydu ve kalbi başkalarından nefret etmek için fazla siyaha boyanmadığından kendinden nefret ederdi.

O Helin sanki arkamdaydı, parmakları elimin içindeydi ve çekimser gözlerle bana bakıyordu. Kimseden nefret edemiyordu, bir tek kendinden nefret edebiliyordu; hep ben suçluyum, diyordu iç sesim ve dışarıya gözyaşlarını akıtıyordu.

Yedi yaşından yirmi iki yaşına kadar olan Helin; korkusuz, hırçın, yüksek sesli ve başkalarını öldürmeye meyilli bir kız çocuğuydu. Büyüdükçe kalbi karanlıklaştı, başkalarından da nefret edebilen bir kadın haline dönüştü. Evet, diyordu, ben suçluyum ama dinleyin, onlar da suçlu ve ben, kalbimi karanlığa boyayan ufacık bir acıya bile nefret besleyeceğim.

Kendini yirmi iki yaşına kadar nefretle sulayan Helin Aktan, belki de içindeki korkusuzluk ile nefret duygusunu karıştırmıştı.

Çünkü yirmi iki yaşından sonra yepyeni bir duyguyla tanışmıştı: kaybetme korkusu.

Öyle büyük bir korkuydu ki onu bambaşka yollara sokuyordu.

Yalana. Sevgiye. İhtiyaçlara.

Şefkate. Merhamete. Öfkeye.

Ve aşka. Gerçek bir aşka.

Yirmi iki yaşından sonra Sokak Nöbetçileri'yle tanışan Helin, hem aile diyebileceği insanların arasına ajan olarak girip onları yıkmak isteyecek kadar korkusuzdu hem de onların canına zarar gelecek diye korku doluydu. Onlara karşı kendini savunup çenesini kaldıracak kadar hırçın, aynadaki aksiyle karşılaştığında onların yüzüne bakamayacak kadar çekimserdi.

Yirmi iki yaşından sonraki Helin, Sokak Nöbetçileri için çırpınacak kadar yüksek sesliydi fakat onları çoğu zaman yok etmek isteyecek kadar da sessizdi.

Fakat yirmi iki yaşından sonraki Helin için bir duygu eksikti: ölme isteği. Bir silah tutmuştu elinde, göğsüne dayamıştı ve kendini öldürmek istemişti. O gün ölmeyi dilemişti, sonra kendisini sevmeyi ona öğretmişlerdi. Bu yüzden bile minnet duyabileceği kişileri tanımıştı.

Yirmi iki yaşından önceki Helin önümde duruyordu, çocukluğuma öfkeyle bakıyordu; onu affedemiyordu hatta herkesten nefret ediyordu.

Ve ben şu an fark ediyordum: Şu an olan kadın, bütün yaşlarındaki duyguları içinde barındıran kadındı. Hepsiydi.

Kendimi bulmuştum. Kendimi bulmamı sağlayan bir ailem olmuştu; hiçbir kan bağımın olmadığı kişiler.

Ne yedi yaşındaki Helin'i istiyordum ne de on sekiz yaşındaki Helin'i.

Ben şu an olan kadındım. Küçüklüğünde acı çekmiş ve geçmişi mahvolmuş, dayısı tarafından istismara uğrayan Helin Aktan. İnsanlardan nefret eden ve onları tek bir kurşunla öldürebilecek cesarete sahip, korkusuz Helin Aktan. Ve Sokak Nöbetçileri'yle tanıştıktan sonra hepsini içinde büyütüp, köprünün ortasında bütün benliğini kabul edebilen Sokak Nöbetçileri'nin sadecesi Helin.

Hem Helin Aktan'dım hem sadece Helin'dim.

Bartu Sarca'ya öfkesi, Mutlu Sarca'ya neşesi, Işık Sarca'ya gücü, Lâl Sarca'ya sessizliği, Koza'ya acımasızlığı benzeyen Helin Aktan.

İçimdeki bu üç kadının ve kız çocuğunun ise tek bir sorunu vardı: güven.

Onlar hep güvenmeyi seçmişti, biz güvenmeyi seçmiştik.

Küçükken dayısına, büyüdükçe Ekip'e, bir türlü göremediği patronu Koza'ya hep güvenmeyi seçti. En büyük yıkımı da Yankı Sarca'ya güvenmek olmuştu.

Birisi günler önce ikimizi izleseydi ve benim gözlerime dikkat etseydi, Yankı Sarca'ya koşulsuz şartsız, her şeyiyle güvendiğimi bilirdi. Ona öyle güveniyordum ki kendimi tam kalbimden vurduğumda bile bunun için bir nedeni olabileceğini düşünmüştüm. Ne büyük aptallıktı, halbuki onu yeni tanıyordum.

Ama hep diyordu ki iç sesim, Yankı Sarca'ya güven, hatta devam ederdi, onun adı senin için güven.

İşin tuhafı, artık Yankı Sarca'yı anlayabiliyordum. Bana güvenmiyordu, haklıydı; hiçbir zaman bana güvenmesini istememiştim ama nasıl olmuştu da bana güvenmiyorken bile yanımda durabilmişti? İnsan güvenmediği zaman sırtını bile dönemiyordu, o bana nasıl sırtını dönebilmişti?

Onun elinden güveni almak çok kötüydü, yeni fark ediyordum çünkü benim de ellerimden ona karşı olan koşulsuz şartsız güvenimi almıştı.

Seneler sonra dilden dile bile dolaşabilecek Helin Aktan'ın Yankı Sarca'ya olan güveni, yerle bir olmuştu.

Ama lanet olsun ki yerle bir olmayan tek bir şey vardı: ona karşı olan ve söz geçiremediğim duygularım. O duygunun adı sevgiydi, o duygunun adı aşktı.

Ve fark ediyordum; güvenmiyordum ama sırtımı yine ona dönebilirdim, bir bıçağı sırtıma saplayabilecek mi diye görmek için. Çünkü âşıktım.

O sırtını neden bana dönüyordu? Güvenmediği halde neden bunları yapmıştı?

Günler sonra tam karşımdaydı; kalbim, göğüs kafesimin içinde çırpınıyordu çünkü söz geçiremiyordum. Her kalp atışımda özlemi hissediyordum, her kalp atışımda gözlerinin içine daha fazla bakıyordum ve her kalp atışımda gözlerimin içine baktığında ne gördüğünü merak ediyordum.

Her zaman olan Yankı değildi, bir şeyler değişmişti. Turkuaz gözleri biraz daha soluktu, saçları biraz daha dağınık, göz altları daha çökük. Ama bunların dışında başka bir şey vardı, bakışlarında daha farklı bir anlam.

İhtiyaç mı?

O ana kadar fark edememiştim ama şu an anlıyordum, onu günlerce görmediğimde kalbimin attığını unutmuştum.

Çenem dik, duruşum sağlamdı ve büyük bir déjà vu içindeydik. Aylar önce onun bana sorduğu soruyu, ben ona sormuştum.

Dolan gözlerine baktım. Sorduğum soruyu duydu mu anlayamadım ama öylece beni izlemeye devam etti. Gözleri kısıldı; bakışları gözlerimden yüzüme, oradan dudaklarıma, sonra saçlarıma kaydı.

Elini yavaşça kaldırdı, dokunmak ya da elimi tutmak istedi, bilmiyordum ama geri indirdiğinde elinin titrediğini gördüm. Yankı Sarca'nın da elleri titrebiliyordu...

Ne olacak senin bu titreyen ellerin Yankı Sarca?

Büyük bir ihtiyaçla ben de onun yüzüne baktığımı fark ettiğimde bakışlarımı kaçırdım ve omzunun üzerinden geriye baktım. Bir şeyler söylemesini bekledim ama aramızdaki bir adımlık mesafeden bile bir sıcaklık yüzüme vuruyordu. Yerdeki kar erimek üzereydi; bunun kalbimin üzerindeki ateşten olduğunu bile düşündüm.

"Helin," dedi. Adımı söylemesini bile özlemiş olamazdım, değil mi?

Gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Sanırım," dedim boğazımı temizleyerek ama sesimin titremesini engelleyemedim. "Adımı öğrenmen için sana bozuk bir rubik küp vermem ve onu tamamlaman için süre tanımam gerekiyor."

Çünkü o öyle yapmıştı; elime rengârenk, bozuk bir rubik küp vermişti ve onu tamamladığımda adını söyleyebileceğini söylemişti. Aptal yerine mi koymuştu yoksa sadece ne yapacağımı mı bilmek istiyordu? Eh, birkaç saatimi almıştı ama yapabilmiştim.

Başını omzuna doğru yatırdı; aramızdaki mesafeyi az da olsa azalttığında titreyen ellerimi montumun cebine gizledim. "Bu yeniden tanışmamız olurdu, değil mi?" diye sordu ama ilk defa Yankı'nın konuşurken sanki cümlelerinin farkında değilmiş gibi olduğunu gördüm.

"Bu imkânsız," dedim gelişigüzel. Ama onunla yeniden tanışmak için can atıyordum, bunun farkındaydım.

Elini yavaşça üzerindeki montun cebine attı ve tamamlanmış bir rubik küpü çıkarıp bana uzattı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında, "Sanırım artık adını öğrenmiş sayabiliriz," dedi. Uzattığı küp, aylar önce bana verdiği küpün aynısıydı. Onu saklamış mıydı?

Yüzümdeki şaşkınlığı gizlemeye çalıştım ama başaramayıp elindeki bana uzattığı küpe baktım. Ellerimi çıkarırsam titrediklerini görürdü.

Ah, kimden neyi gizliyordum?

Hızlıca küpü elinden aldım ve temastan kaçınarak, "Bu kez Takipçi sen misin?" diye sordum. "Eğer öyleyse senin kadar sabırlı olacağımı düşünme, birisi beni takip ediyor diye polisi ararım."

Yankı'nın kaşları havaya kalktı. "Beni polise mi vereceksin?" diye sordu.

"Gerekirse." Verdiğim kısa yanıt onu öfkelendirir sanmıştım ama özlemle gözlerimin içine bakıp hafifçe tebessüm etti.

"O halde polisi arasan iyi olur," dedi. "Kaldığın apartı, çalıştığın kafeyi, odanın ışığını kaçta kapattığını hatta mesai saatlerini bile biliyorum."

Gözlerim bir kez daha şaşkınlıkla açıldı. "Odamın ışığını kaçta kapatıyorum?" diye sordum boş bulunup, sonra bu saçma soru yüzünden kendime öfkelendim.

Yine gülümsedi, bu kez daha genişti. "Perşembe ve cuma günleri erken çünkü ertesi gün sabahları işe gidiyorsun. Bazı günler ışığını hiç kapatmıyorsun. Bazı günler penceren açık oluyor, bazı günler ise cama çıkıp dakikalarca sokağı izliyorsun." Duraksadı. "Sokak lambasını."

"Sanırım gerçekten polisi aramam gerekecek," dedim ağzımın içinde geveleyerek.

"Ve bir arkadaşın var," dedi, yüzündeki gülümseme hafifçe silindi, kaşlarının ortasında bir çizgi belirdi. "Bazı günler seninle yürüyor. Bir çocuk."

"Güzel çocuk," dedim boş bulunarak.

Yankı duraksadı, kaşları çatıldı. "Güzel çocuk mu?" diye sordu. "Güzel mi buluyorsun?"

"Evet," nefesimi verdim, "hayır." Gözlerimi devirdim. "Yani adı güzel çocuk. Her neyse. O arkadaşım değil."

"Ama seninle yürüyor, seninle konuşuyor," dedi ve bunu söylerken sesinde sitemden ziyade bir imrenme vardı. "Hatta bazı günler onu bisikletiyle bile görüyorum."

Bisikleti mi vardı? O kadar bile dikkat etmemiştim. Omzumu kaldırdım ve belli etmeyerek, "Dünyada bisiklete binebilenler yalnızca Sokak Nöbetçileri değil," dedim sakince. "Bisikleti mi kıskandın? Sahiden mi?"

"Bisikleti mi?" diye sordu. Ardından başını iki yana salladı. "Sen gittikten sonra," dedi, bu cümleyi söylerken içi dolu doluydu. "Mavi bisikletine ben bindim, kar olmadığı günler."

"Onu bir çocuğa vermeni söylemiştim," dedim acımasızca.

"Zaten bir çocuğa ait," dedi net bir sesle.

Kalbim tekledi. "Zaten hiçbir zaman bisiklet sürmeyi öğrenemeyeceğim," dedim bu kez de. "Sen de öğretmedin. Artık bisikletler bana çok uzak geliyor."

Yankı'nın dudakları hafifçe büküldü, gözlerini hüzün kapladı. "Sana bisiklet sürmeyi öğretmekten kaçmadım," dedi. "Şu an bile bir günde değil, bin günde sana bisiklet sürmeyi öğretirim." Ardından gözlerimin içine baktı. "Daha fazla zamanlarımız olsun diye."

Yankı Sarca. Benim ilk aşkım ve emindim, ondan başka kimseye âşık olamazdım.

O beni ve çocukluğumu iyileştirdi, diğerleriyle beraber. O nefret ettiğim ve kendinden nefret eden çocukluğumu da herkese nefret besleyen kadını da sevdi. Nasıl oldu bilmiyorum ama sevebildi.

Nefret ettiğim saçlarımı okşadı, hem de hiç nefret etmeden.

En zor zamanlarımda her zaman başka bir yol olduğunu söyledi, en zor zamanlarımda bana yeni yollar gösterdi. İçimdeki umut oldu. Titreyen ellerime, dizlerime ve sesime çare oldu; geçirmedi tamamen ama güzelleştirdi.

Beni öptü, bana sarıldı; onu öptüm, ona sarıldım.

Ve bana bu hayattaki ilk hediyemi yirmi iki yaşındayken o aldı: bisiklet. Onu maviye boyadık, benim bisikletim oldu.

Yüzümde gülümseme oluştu; nedenini bilemezdi ama teklifimi kabul edip hiç sevmediği romantik komedi filmini izledi. Hayallerimi tek tek öğrendi.

Yankı Sarca'nın bana yaptıklarını anlatmak sayfalar sürerdi ama tek bir cümleyle de kalp kırıklığımı anlatabilirdim.

O bütün bunların yanında ona karşı olan güven duygumu çekip aldı.

Başka bir şeyler dememi bekledi ama sustum. Bir kez daha omzunun arkasından caddeye baktım. "Bir Takipçi olarak bilmen gerekiyor ki yarım saat sonra işte olmalıyım." Acımasızca, "Müsaade edersen," deyip yanından geçmek istedim ama yana adım atıp önüme geçti. İçimdeki ses, engellesin seni, diyordu, gitme ve orada kalın, sonsuza dek. Yüzüne bakıp, “Konuşabilir miyiz, diyeceksin galiba,” dedim net bir sesle.

"Hayır," dedi. "Biraz daha konuşsana."

Afallayarak, "Ne?" dedim.

"Biraz daha konuş, istediğini anlat, istersen polisi ara ama şu an susma."

"Neden?"

"Çünkü sesini özledim," dedi bir anda ve beni bir kez daha şaşırtarak. "Konuşmanı, konuşurken gözlerini kaçırıp dudaklarını ısırmanı, gülümserken gözlerinin kısılmasını ve kaşlarını havaya kaldırdığında çocuksu bakışlarını." Donakaldığımda biraz daha yaklaşıp mesafeyi küçülttü. "Sesini özledim Helin, konuşmanı hatta bakışlarını bile. Kokun bana yaşadığımı hissettiriyor, derdim, hayır, sesin ve bakışların bile bana yaşadığımı hissettiriyormuş." Nefesini verdi, gözlerimin içinde büyük bir özlemle baktı. "Bunlar olmadığında ölmüş gibi hissettim, bana biraz daha yaşadığımı hissettir."

Bu kez heyecandan titrediğimi hissettiğimde gözleri çok yakınımdaydı; dudakları ve kolları... Onu içimdeki mezara gömmek isterken, kendimi onsuz o mezara gömdüğümü yeni fark ediyordum.

Aynı duygular içerisindeydim; parmak uçlarımdan saç diplerime kadar ona ihtiyacım vardı ama kalbim kırgınlıkla atıyordu.

"Aynı Yankı," dedim gözlerinin içine bakarak. "Aklımı durduruyorsun Helin, de derdi. Bak," dedim kollarımı iki yana açarak, "artık yokum, aklını durdurabilecek birisi de yok, sonsuza kadar o aklını dinleyebilirsin. Eminim o aklın, şu an bunları söylediğin için sana kızıyordur."

"Sen aklım," dedi kısık bir nefesle. "Sen kalbim, sen her şey." Gözlerini kapatıp birkaç saniye sonra açtı. "Küçük bir çocuktum, bir sokak lambasının önüne bırakıldım, günlerce beni geri alsınlar diye bekledim ama gelmediler. Orası evdi, sıcak değildi." Elini kaldırdı ve bir anda bileğimi tutup avcumu kalbine yasladı. "Sonra o sokak lambasının altında otururken sen geldin, yanıma oturdun. Avcunu koyduğun yer sıcacık oldu, orası evdi Helin, sen yuvaydın. Sıcak bir yuvaydın. Sokak lambalarını seninle güzelleştirdim, o sokak lambaları yine kararmasın. Anla beni."

Kalbi hızlı atıyordu; imkânsızdı ama avcumun içinde sanki kalbini tutuyordum. Bileğimi yavaşça elinden kurtardığımda titreyen elimi fark etti ama engellemedi, ondan uzaklaşmama izin verdi.

"Sokak lambalarını aydınlatmak için bana ihtiyacın mı var Yankı?" diye sordum tereddütle. "Hiçbir zaman ihtiyacın varmış gibi davranmadın, o sokak lambalarını güzelleştirmek istedim ve sen de izin verdin. Ama dinle, ben sana öyle güvendim ki hayatımı avcunun içine bırakıp yön vermene bile izin verebilirdim. Öyle güvendim ki bütün sokak lambalarını söndürsen bile, bir nedeni vardır, diyebilirdim. Ve sen benim elimden neyi aldın, biliyor musun?" Gözlerinin içine baktım. "Güveni. Sana olan güvenimi. Sen Sokak Nöbetçileri'nin lideri Yankı Sarca ve ben sadece Helin. Hiçbir zaman Sokak Nöbetçisi olamayacak Helin. Aslında istediğin olmadı mı?"

"Olmadı," dedi. "Senin dışında herkese robotum, senin dışında herkese duvar ama sen beni bunlardan çekip çıkardın." Gözleri acıyla kısıldı. "Hiçbir zaman Sokak Nöbetçileri'nin vazgeçilmezi değildim, hiçbir zaman olmadım." Hiçbir tepki vermediğimde acıyla gülümsedi bu kez. "Ama bunun farkındaydın, değil mi hep? Sadece zayıf halka değildim ama vazgeçilmez de değildim. Hem de hiç değildim." Geriye bir adım atıp kendini gösterdi. "Zaten amaç Sokak Nöbetçileri'nin arasına ajan olarak girmekten ziyade beni yenmekti, değil mi? Çünkü Koza bunu çoktan itiraf etti."

"Ne olduğumu bilmiyordum ya da amacımı..."

Beni susturdu. "Hiçbiri umurumda değil. Herkesle savaşabilirim, şu an karşıma geçen herkese başkaldırabilirim ama sana, hayır." Büyük bir itiraftı. "Dizlerine kapandığım gün, hem aklımı hem kalbimi senin ellerine verdim. Kim olduğu bile bile sana gitme dedim. O gün kim olduğunun önemi kalmamıştı, o gün ben aslında bir Sokak Nöbetçisi değildim, Yankı'ydım."

"Koza'ya yenildiğini kabul etmek canını yakıyordur," dedim gözlerimi kaçırarak. "Çünkü bu aranızdaki savaşta ben bir piyon bile değildim hatta bir kurşun bile..."

"Hiç kimseye değil," dedi yine beni susturarak. "Sana yenildim ben. Bin kere olsa, bin kere de yenilirim sana çünkü seninle savaşamıyorum. Denedim, çırpındım, her şeyi denedim, her şeyi yaptım ama olmuyor." İlk önce aklını sonra kalbini gösterdi. "Seni tanıdığımda ben de çocuktum, Sokak Nöbetçileri'nin başkaldıran o sesli çocuğuydum ve seninle büyüdüm. Beni sen büyüttün, bana sen kendimi sevdirdin, bana beni sen gösterdin. Bana dedin ki, sen robot değilsin, sonra aldın beni, uyuttun. Sevdin, saçlarımı okşadın. Bin kere de aklımı kaybederim, bin kere de kalbimi dinlerim senin için. Çünkü ben yaşamayı seninle öğrendim."

Durdu, cebinden bir kâğıt parçası çıkarıp elime tutuşturdu. "Ben anlatamıyorum, Helin ama başka bir yol varsa yazdım senin için," dedi. "Her şeyi. Oku, bir kez oku. Beni anlayacaksın."

Duraksadığımda gözlerimin dolduğunu fark ettim ve ondan bunu gizleyemedim. "Sen bana güvenmeden bütün bunları yapabildin," dediğimde kalbimdeki kırgınlık sesime yansıdı. "Ama Yankı, ben sana artık güvenmiyorum ve sana güvenmeden nasıl yaşanır, asıl ben bilmiyorum." Başımı iki yana salladım. "Bana bunu yaptın," acı çektim, çektiğimi gördü, "ve ben bu hayatta en çok sana güvendim. Benim ellerimden geçmişimi söküp aldın. Sen benim ellerimden sana karşı olan güvenimi aldın, asıl böyle nasıl yaşanır, sen söyle."

Yutkunduğunda aynı acı onun da gözlerinin içindeydi. Derinden ve geçmişten gelen bir sesle, "Bir kız çocuğu tanıdım," dedi. "Ve ben o kız çocuğunu aslında tanıyamadım."

"Anlamadım?" dedim elimin tersiyle gözümden akmak üzere olan yaşı silerek.

"Belki o kadar da geçmişini ellerinden almamışımdır," dedi bu kez. Yine anlamadığımda mektubu gösterdi. "Oku, anlayacaksın."

"Yankı," dedim mektuba bakarak ama devam etti.

"Çaresizdim Helin," dedi, sesi titriyordu. "Çok çaresizdim." Ellerini gösterdi. "Bu ellerimle senin saçlarını kestim ben, karşımda acı çektin, öyle acı çektin ki o acıyı söküp almak istedim. Senden almak istediğim, güven ve geçmişin değildi, acındı. Kâbuslarında sayıkladın, ağladın. Çare bulamadım, yapacak hiçbir şeyim yoktu." Sonra başına sertçe vurdu birkaç kez. "Ve bunu yaptım. Amacım geçmişini almak değildi, geçmişini kurtarmaktı çünkü söz verdim." Bir kez daha başına vurdu. "Ama neden bunların hiçbiri değil biliyorum çünkü bu aptal kafam seçilmemesi gereken bir yolu seçti."

"Yolu değil," dedim sözünü keserek. "Yolları. O mektubu okudun ama sonrasında durmadın, geçmişi deştin, her şeyi yaptın. Peşine düştün, daha fazlasını istedin." Yüzüne dikkatlice baktığımda gözümden bir damla yaş aktı. "Bana sormadın. Neden sormadın? Benden utandın mı? Geçmişimden?"

"Hayır," dedi hızlıca; bana doğru yaklaştı ama geriye bir adım attım.

"O halde neden sormadın? Hiçbir şeyden korkmayan ve güven duvarları bu kadar kalın olan Yankı Sarca neden gelip bana bir şeyleri itiraf etmek yerine kendi başına bunları çözmek istedi? Hatta tek başına da değil, değil mi? Kimdi o tek düşmanın?" Güldüm. "Koza. Sahiden düşmanın mı? Çünkü ben kendimi size karşı daha fazla düşman hissediyorum. Sahiden ona mı sordun geçmişimi?"

"Bilmiyorsun," diyeceği sırada sözünü kestim.

"Evet, bilmiyorum çünkü hiçbir şey anlatmadın. Yetmiyormuş gibi beni ittin, Koza'yla anlaşma yaptın ya da senin canın öyle istedi, bilmiyorum ama beni o evde istemedin." Gözümden başka bir yaş daha aktı. "Gurursuz muyum ben Yankı? Senin için bu muyum? Geçmişini bildiğin o kız çocuğunu ve bu kadını o evden göndermek istedin."

"Bilmiyorsun," dedi bir kez daha.

"Neyi?" dediğimde sesim beklediğimden daha yüksek çıktı.

Sakince, "O kaldığın yeri biliyordu, öğrenmişti, evin çevresinde geziyordu," dedi. Dayım. Dayımı tanıyor muydu? Görmüş müydü? "Seni o evden uzaklaştırmamız gerekiyordu."

"O?" derken damarlarımda öfke gezindi. "Dayım?" Hiçbir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. "Bunu sen," dişlerimi sıktım, ellerimi saçlarıma geçirdim ve bağırarak, "Bana söyleyebilirdin!" dedim. "Bu benim hayatımdı! Bu benim savaşımdı ve benim geçmişimdi! Senin ya da Koza'nın ya da başka birinin savaşı değildi, benim savaşımdı! Bana yardımcı olmak istiyorsan önümde değil yanımda durabilirdin ama arkamdan iç çeviremezdin! Çünkü bu benim geçmişimdi, benim acımdı!"

Omuzları düştü, utançla başını önüne eğdi. "Onu gördüğünde bile bayıldın, seni öyle kötü etkiliyordu ki..."

"Onu gördüğümde?" Gözlerim açıldı. "O sokakta eğlendiğimiz gün gördüğüm kişi sahiden oydu, değil mi? Bir hayal değildi, oydu. Bana bir nefes kadar yakındı. Oydu!" Ellerimi bir kez daha saçlarıma geçirdim ve öfkeyle ona baktım. "Ve bunu bana söylemedin?" Art arda geliyordu. Sertçe onu omuzlarından itekledim fakat sarsılmadı. Bir kez daha itekledim. "Aklımı kaçırıyorum sandım! Korkularım beni deli ediyor sandım! Gözlerinin önünde delirdiğimi düşündüm ve sen bunu benden sakladın mı?" Bir kez daha onu itekledim. "Benden bunu nasıl saklayabilirsin? Benden daha başka neler saklıyorsun?"

Gözlerimden yaşlar art arda akarken açıklamaya başladı. "Koza'yla beraber..."

"Koza'nın da senin de canınız cehenneme!" diye daha gür bir sesle bağırdığımda başkalarının bakışları umurumda bile değildi. "İkiniz de insanları elinde oynatabileceğinizi sanan aptallarsınız. Canları sıkıldığında da birbiriyle savaşan iki çocuksunuz."

"Helin," dedikten sonra bana doğru bir adım daha attı ama geriye kaçıp ellerimi kaldırdım. "Bir hata yaptım, hatalar birbirini kovaladı ve kurtaramadım. Seni de kendimi de bizi de. Ve biliyorum, hataydı, farkındayım. Ne desen haklısın ama bana öyle bakma, bu beni mahvediyor."

"Nasıl bakıyorum Sokak Nöbetçisi Yankı Sarca?" dedim. "Güvenmiyormuş gibi mi?" İşaret parmağımı ona kaldırdım. "Sen bana aylarca böyle baktın. Ben aylarca bu bakışlarla yaşadım."

"Nedenlerim vardı, kendimi bile dinlemiyordum," deyip gözlerini kaçırdı. "Ama görüyorum, bu katlanılmaz bir şeymiş."

"Biliyor musun, Yankı," dedim solgun bir sesle. "Ben asla ama asla senin geçmişini kurcalamadım. Ben senin gerçek adını bile sorgulamadım, sen Yankı'yım dedin ve ben kabullendim. Babanı gördüm, peşine düşmedim. Meraklandım ama senin anlatmanı bekledim ve sen her zaman olduğu gibi anlatmadın bana hiçbir şey çünkü güvenmedin."

"Anlamıyor musun Helin?" dedi bakışlarını yeniden bana döndürerek. "Ben anlatmayı başaramıyorum, ben anlatmak nasıldır bilmiyorum. Her şeyi öğrendim, bunu öğrenemedim. Ben acı çekmeyi değil, acının üzerini kapatmayı öğrendim; acının tadını bile yeni alıyorum. Terk edildiğinde yapılması gereken sadece beklemek sanıyordum, küçükken bunu öğrendim; oturdum yine seni bekledim. Ben kendi hayatım için bile çabalamayı bilmiyorum ama senin hayatın için çabalamak istedim ve hatalar yaptım. Ben Yankı, Sokak Nöbetçisi’nin canı cehenneme. Sadece seni Yankı'n. Yankı'ya kendini sevdirebilen kişisin sen. Dinle, benim de hatalar yapmaya hakkım yok mu?"

Sanki onu dinleyemiyordum, zihnim bozuk bir saat gibi dönüyordu. Geçmişim hakkında ne öğrenmişti? Ne biliyordu? Ellerimden neleri almıştı? Ona sarılarak anlatmak isteyeceğim hangi sırlarım şu an onun avuçlarının içindeydi?

Ona doğru birkaç adım attım ve tam karşısına geçtiğimde aramızdaki mesafeyi kapattım. Yüzü ile yüzüm arasında bir karışlık mesafe kalmıştı, gözlerini net görmek istiyordum. "Hakkımda ne biliyorsun?" diye sordum, ardından devam ettim. "Ellerimden sana anlatacağım neleri aldın?" Hiçbir şey demeden gözlerimin içine baktı ama omuzlarının daha fazla düştüğünü gördüm. "Dayımın ellerinde yedi yaşına kadar büyüdüm," dediğimde dudaklarını araladı ama elimle ağzını kapattım ve gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "İlk cinsel istismarını dördüncü yaş günümde gerçekleştirdi. Kendimi bile bilmezken onun o iğrenç ellerini vücudumda hissettim. O yaşımda ne yaptığını bilmiyordum ama yanlış bir şeyler olduğunu anlamıştım çünkü başkalarının babası, amcası, dayısı bana dokunduğu gibi dokunmuyordu, görüyordum. Başka babalar çocuklarının saçlarını seviyordu, o benim şu saçlarımı çekiyordu."

Gözümden başka yaşlar akmaya başladığında aşağıda duran elini elimin üzerine koydu, buz gibiydi. Yankı kaybetmekten korktuğunda üşürdü, soğuk olurdu ve şimdi buzdan farkı yoktu. Turkuaz gözleri bir mezarlığa dönüşmüştü.

"Beşinci yaş günümde ikinci cinsel istismarına uğradım. Küçücüktüm Yankı, anlıyor musun? Küçücüktüm ve o benim bir çocuk olduğumu görmeyecek kadar iğrenç birisiydi. Önüme koyduğu pastanın mumlarını üflerken bile beni sevdiğini sanıyordum, saçlarımı okşarken de öyle ama o beni sevmiyormuş, o bu hayattaki en kötü insanlardan birisiymiş." Parmakları elimi sıkıca kavradığında gözleri doldu ve başını iki yana salladı yavaşça ama elimi tutmasına izin vermedim. "Beşinci yaşımdan sonra beni kırmızı ışıklı bir odada uyuttu her gün ve o günden sonra yanıma daha sık uğramaya başladı. Birini adım seslerinden tanımayı ben o yaşımda, o pislik yüzünden öğrendim. Bu ne demek, biliyor musun? Beni dövdü, saçlarımı tutup yerlerde sürükledi, aç bıraktığı günler oldu, nefessiz de kaldım hatta kaburgalarımı kırdı ama o adım sesleri en korkutucu olanıydı."

Elim saçlarıma gitti. "Saçlarımı sevmeye başladı, saçlarımdan nefret ettim." Elim koluma gitti. "Kollarımdan." Boynumu tuttum, göğüs kafesimi ve karnımı. "Nefret ettim. Beş yaşında bir çocuk kendinden nefret edebilir mi Yankı? Ben ettim. O mektupta neler yazıyor bilmiyorum ama ben o mektubun içindeki kendinden nefret eden kız çocuğuydum. Ve en kötüsü neydi, biliyor musun? Kendimi hep suçladım, kendimi suçlamak en büyük yanılgımdı. O kötüydü ve ben masumdum. Ben küçücük çocuktum."

Gözlerini kapattı, birkaç saniye nefesini verip geri açtığında gözlerinin tamamen dolduğunu ve akmak üzere olan yaşları gördüm.

"Altıncı yaş günümde de ve yedinci yaş günümde de aynı şeyleri yaşadım. Sırtımı kapıya yaslayıp onu engellemek istedim, inanabiliyor musun buna? Gücüm yeter sandım, gücüm kendime bile yetmiyordu. Çığlık attım, kimse duymadı, yardım istedim, insanlar arkasını döndü. Çabaladım, kendim için ve çocukluğum için ama başaramadım ve sonra kendimi ölümün kollarına bıraktım çünkü biliyordum, o kırmızı ışıklı oda beni öldürecekti." Gülümsediğimde gözlerimden hâlâ yaşlar akıyordu. "Sonra bir şey oldu, o yedinci yaşımda oradan kurtuldum. O odadan, o evden."

Gözlerini açıp kapattığında bir damla yaş elime aktı, ardından başka bir yaş daha yuvarlandı ve elimi tutan elinin titrediğini gördüm fakat bu kez titreyen ben değildim, hiç değildim.

Elimi yavaşça ağzından uzaklaştırdım ve gözyaşlarını sildim. İlk defa onun gözyaşlarını sildim, beni engellemedi. İlk önce avuçlarımın içiyle, sonra parmaklarımla. Bunu yaparken yüzünü avcumun içine yasladı, ardından avcumun içini öptü fakat gözlerinden başka yaşlar da düştü.

"Ben de hatalar yaptım, Yankı. Sana, diğerlerine ama en çok kendime. Ama sonra sizi tanıdım. Bana kendimi sevmeyi öğrettiniz. Ben de senden bir şeyler gizledim, Yankı. Ben de kaçtım senden ve ben de sana doğru koştum ama en sonunda kendimi buldum. İlk önce kendimi sevdim sizinle ve seninle, sonra saçlarımı sevdirdin bana." Bir daha sildim gözyaşlarını. "Evet, seviyorum artık saçlarımı. Ne zaman sevdim, biliyor musun? Kestiğin gün, o saçlara değer verdiğini gördüğümde. Sen belki çaresiz hissettin ama benim için tek çare o an, senin gözlerinde gördüğüm değerdi. Sonra bana hayaller kurmayı öğrettin."

Dudakları büküldü, çenesi titredi, yüzünü avcumun içine daha fazla yasladı. Acıyla bana baktı. "Seninle hayaller kurdum. Hatta dinle, inanmayacaksın belki ama seninle evlenmeyi bile düşündüm ben. Belki çocuklarımız olurdu. Yankıcan ve Helinhan." Güldüm ve başımı iki yana salladım. "Ve ben sana âşık oldum Yankı ama ben hep sana geldim. Gururumu ayaklarımın altına aldım, hatalar yaptım ama yüzsüz gibi sana sığındım. Dinle, ben sana bütün bu karmaşanın, intikamın ve nefretin içinde âşık oldum. Bana birçok şey öğrettin. Bana sen aşkı öğrettin."

"Helin," dedi sesi titreyerek.

Elime verdiği kâğıdı yeniden montunun cebine yerleştirdim. "Elbette hatalar yapabilirsin Yankı, buna hakkın var çünkü ben de hatalar yaptım. Dinle, güven bile yeniden kazanılabilir ama artık kaçışlara ve sessizliğe tahammülüm yok. Ben kendimle, çocukluğumla, öncesiyle ve sonrasıyla karşında en imkânsız olanları bile sana anlatabiliyorken sen bir kâğıttan bunu okumamı isteyemezsin. Anlatmayı öğrenmek mi istiyorsun? Konuşmayı? O halde konuş Yankı. Konuş, dinleyeyim; ben de göreyim kalbini, ben de alayım kalbini avcumun içine."

"Helin," dedi bir kez daha.

Geriye bir adım atıp gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim. "Biz seninle çok büyük hatalar yaptık, Yankı ama belki de bizim başka yollarımız ve kaderlerimiz vardır, bunu yaşamamız gerekiyordur. Biz seninle belki de birbirinden ders çıkarması gereken iki insandık. Biz belki de bu kadardık."

Yankı'nın arkasında bir araba durduğunda öyle mutsuz, öyle yıkılmış bakıyordu ki bana, dik durmakta bile zorlanıyordum.

"Ben sensiz hiçbir şeyim," dedi sadece. "Bunun adı işkence, ne başka bir yol ne de başka bir kader. Bunun adı yaşarken ölmek."

Yankı'nın arkasında duran arabadan Bartu indiğinde başka bir déjà vu’nün daha kollarına itildim. Boğazım düğümlenmişti, konuşursam çığlık atardım, konuşursam yere düşerdim, konuşursam dayanamazdım.

Sabah onunla plan yapmıştık ve tamamen aklımdan çıkmıştı ama şimdi buradaydı. Bartu arabanın önünde durdu. Onu ilk gördüğümde ters baktığı kişi bendim, Yankı onun yanındaydı fakat bu kez ters baktığı kişi Yankı oldu ve bana doğru yürümeye başladı.

Bartu Sarca. Ona ihtiyacım vardı.

Bize yaklaşınca, "Helin," dedi direkt, ardından yanıma geldi. "Ağladın mı?" Sonra bakışları Yankı'ya döndü ve Yankı'nın boşluğa baktığını gördü. Yeniden bana döndü. "İyi misin?"

Başımı aşağı yukarı salladım ve hiçbir şey söylemeden kimden çaldığını bile bilmediğim son model arabasına ilerledim. Adımlarım sarsak ama kendinden emindi. Arkama bile bakmadan kendimi yolcu koltuğuna bıraktığımda Bartu'nun Yankı'ya bir şeyler dediğini gördüm ama bakışlarımı yanımdaki pencereye çevirdim.

Birkaç dakika, belki de daha uzun zaman sonra Bartu sürücü koltuğuna oturduğunda, "Helin," deyip bana döndü.

"Sür," dedim sadece. "Sür."

Arabanın gazını kökledi ve büyük bir u dönüşü yaparak caddeye çıkmasıyla hıçkıra hıçkıra ağlamam bir oldu; hıçkıra hıçkıra bile değil, âdeta bağırıyordum. Öyle büyük bir acı kalbimin üzerindeydi ki kaldıramıyordum. Bartu bir şeyler dedi ama onu duyamadım, ellerimle bacaklarıma vururken ne yaptığımı bile bilmiyordum ama sadece bağıra çağıra ağlamak istiyordum.

Arabayı bir köşeye çektip kollarımı tuttuğunda, "Bartu," diye bağırdım. "Çok seviyorum. Çok seviyorum. Yemin ederim, çok seviyorum. Nasıl unutacağım? Nasıl geçecek?"

"Hey hey," dedi Bartu ve arabadan inip yanıma koştu. Yolcu koltuğunun kapısını açtı, dizlerinin üzerine çöktü, emniyet kemerini kilidinden çıkarıp bana sarıldı. Kollarımı onun boynuna doladığımda, "Sakin ol," dedi eliyle sırtımı okşayarak ama olamıyordum. İçim çıkana kadar ağlamak, haykırmak istiyordum. "Helin," dedi.

Ve o an bir şeyle daha yüzleştim. Yankı düşündüğümden daha fazla Sokak Nöbetçileri'nin hiçbir şeyiydi. Bartu onun yanında değildi, benim yanımdaydı. Çünkü o hallederdi.

Bu düşünce daha fazla ve daha fazla ağlamama neden oldu. Bartu'nun omzunda üzerindeki ceketini ıslatacak kadar fazla ağladım ve her nefes alışımda mahvolduğumu hissettim. Sırlar, ölümler, yaşamlar, acılar, sevgiler ve aşk.

Güçlüydüm, aynada kendimle yüzleştiğimde artık o aynadaki kızın saçlarını okşayacak kadar güçlüydüm ama aşk zaten başlı başına güçsüz bir duyguydu.

"Bartu," dedim gözyaşları içinde ve düşünmeden devam ettim: "Nasıl unuttun? Nasıl unutabildin Lâl'i?"

Sırtımı okşayan eli duraksadı, nefes alışı değişti ve geriye çekilip yüzüme baktı. Bakışlarını gördüğüm anda sorduğum sorudan pişmanlık duydum. "Unutmak zorunda kaldığında daha fazla hatırlıyorsun," dedi kısık sesle ve dizlerinin kara gömüldüğünü gördüm, üşüyor olmalıydı. "Vazgeçmek zorunda kaldığında ise acıya batıyorsun. Lâl'in nefes alışını dinleyerek uyudum küçüklüğümden beri, o nefesten vazgeçmek belki de en zoruydu." Ardından nefesini verdi, gözlerini kaçırdı. "Ve vazgeçmek de unutmak da bazen imkânsızdır, Helin ama acıya alışıyorsun tek başına değilken." Sonra başını iki yana salladı ve bakışları yine bana döndü. "Fakat sizin aranızdaki bizimki kadar imkânsız değil, o beni hiçbir zaman görmedi. Yankı'nın gözlerinin içinde bile sadece sen varsın, o senden ibaret."

Elimle yanaklarımı silerek, “Bilemezsin ki,” dedim. “Lâl’le birbirinizi kazanmak için hiç çabalamadınız.”

Yankı’yla aynı cümleyi kurdu: “Ben çabalamak nasıl olur bilmiyorum, Helin; kalbim sadece sevmeye alışık, o sevginin peşinden gitmeye değil.” Beni işaret etti. “Ama benim gözlerimin içine baktığında bile Lâl’i görebiliyorsan bu bir çabadır.” Geldiğimiz yöne baktı. “Yankı çabalamayı öğreniyor çünkü sana baktığında gözlerinin içinde kendisini görüyor. Ben kırıldım Helin, defalarca kırıldım. Ve ben artık kırılmaktan da korkuyorum.”

“Bir gün Lâl sana gelse?” diye sordum. “Onu affeder miydin?”

“Kırık kalbimi bir tek o onarabilir,” dedi. “Ama ben bir daha kalbimi onun ellerine verebilir miyim?” Omzunu kaldırdıktan sonra ayağa kalktı. “İmkânsızı konuşuyoruz.”

“Ben verebilir miyim kalbimi yine?” diye sordum. “Çok kırgınım,” dedim. “Çok üzgünüm, çok parçalandım.”

“Hepimiz, Helin,” dedi üzerine basarak. “Hepimiz birbirimize affedilmez hatalar yaptık, bazen yapmaya devam ediyoruz. Çünkü biz hatalarla büyüdük, tek öğrendiğimiz hata yapmaktı, onları onarmak değildi. Neden hiçbirimiz çabalamak ne demek bilmiyoruz?” Beni işaret etti. “Sen çabalamayı seçtiğinde ne yaptın?”

“Kaçtım,” dedim ağzımın içinde geveleyerek.

“Bak,” dedi. “Bizim gibi çocukluğundan hasarları olanlar, büyüdükçe başka kalplere hasar verirler. Biz birbirimize o hasarları tamir etmeyi öğretebiliriz.” Ona büyük bir minnetle ve ihtiyaçla baktığımda ellerimi sıkıca tuttu. “Bırak aksın, bırak yollar ilerlesin, sen yürü ama güzel olan hiçbir duyguya sırtını dönme, onlar sana sırtını dönerse de geriye dönüp onların peşinde gitme.” Gözlerimin içine daha dikkatli baktı. “Geçmiş gibi Helin, hepimizin geçmişi gibi. Geriye yürüyerek geçmişini kurtaramazsın, ilerleyerek o geçmişi onarabilirsin.”

Onu kendime çekip sarıldığımda başımı omzuna yasladım ve yola baktım. “Başta birbirimizi devirebilecek durumdayken, nasıl oluyor da seni bu kadar çok seviyor ve sana güvenebiliyorum.”

“Devirebilecek durumdayken,” gözlerini devirdiğini sarıldığım noktadan bile hissettim, “Helin, bir konuda anlaşalım, sen beni deviremezsin.”

“Deviririm.”

“Bir gün bunu deneyelim.”

Geriye çekildiğimde, "Şiir gibi konuşuyorsun," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ne oldu yumruk reise? Neler oluyor sana?"

Elini saçlarına geçirip yanağımdan makas aldı. "Rüya bana kitaplar hediye etti, onları okuyorum."

"Ne kitabı?" Burnumu çektim ve son gözyaşlarımı sildim.

"Kişisel gelişim," dedi kaşlarını kaldırarak. "Öfke kontrolüyle alakalı falan. Nefes al ve ver," gözlerini kapatıp açtı, "vay canına, nasıl sakinim ama," bir daha nefes alıp verdi, "aman Tanrım, bulutların üzerindeyim."

Yerdeki birikmiş karlardan alıp üzerine fırlattım. "Dalga geçme, o kitaplar bazen faydalı oluyor." Sonra bir kez daha attım. "Ayrıca Rüya'nın sözünü bu kadar dinlediğine göre etkileniyorsun ha?"

"Beni düşünüyor," dedi kaşlarını kaldırarak. "Tabii ki bunda seksi vücudumun, kaslarımın da bir etkisi var ama karakterimi de seviyor."

Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Evet ama fazlası seni yönetmeye ve istediği gibi birine dönüştürmeye girer," dedim. "Seni olduğun gibi kabul ediyor mu?"

Hiçbir cevap vermeden bir süre düşündü, ardından arabaya ilerledi ve sürücü koltuğuna oturdu. Kapımı kapattığımda bir kez daha arabayı çalıştırdı, ısıtıcıyı açtı. O kadar lüks bir arabaydı ki hangi iş insanını soyduğunu merak ediyordum.

"Bilmem," dedi. "Üzerinde düşünmedim." Bakışları bana döndü. "Ama en çok seni sevdi bence, hep seni soruyor."

"Ah," dedim. "Bana âşık olmuş olmasın?" Gözleri açıldı ve saf saf bana baktı. Gülmeye başladığımda değişen ruh halime bir yandan da şaşkınlık duyuyordum. Kafamı koluyla sıkıştırıp kendine çektiğinde, "Nefes," dedim soluk soluğa. "Nefes alamıyorum!"

Güldümesinin ardından, "Ah," dedi. "Koza şu halimizi görseydi kıskançlığından çat diye ortadan ikiye ayrılırdı."

Gözlerim açıldı; kendimi ondan kurtardığımda, "Kıskanmak mı?" diye sordum. "O mu beni kıskanacak? Bir de senden?" Yeniden güldüm ama alayla. "Güldürme, beni askeri olarak görüyor."

"Bu modelleri iyi bilirim," dedi Bartu göz kırparak. "Yansıtmamak için dalgaya vuranlar ve yansıtmamak için susanlar." Dudaklarını birbirine bastırıp, "Ah benim zavallı kız kardeşim, Helin," dedi. "Hayatındaki iki adam da öyle yorucu ki üzülüyorum sana."

"Keşke ikisini silkelesen," dedim; bu düşünce kahkaha atmama neden oldu ve ellerimle ağzımı kapattım. "Bartu!" dedim. "Yankı ve Koza'yı silkelediğini düşünsene!"

Bartu tek elini kaldırıp yumruk yaptı. "Bana emir vermen yeterli, huzurundayım."

"Harika birisin," dedim aynı şekilde elimi yumruk yaparak. "Sana üç kere göz kırptığım bir gün onları silkele."

"Sabırsızlıkla bekliyorum." Yumruğunu kaldırıp yumruğuma vurdu ve aynı şekilde karşılık verdiğimde gülümsedik.

Ardından arabanın içinde oldukça hareketli hatta fazlasıyla saçma bir şarkı açarak kafasıyla eşlik etti, bense ona “sana inanmıyorum” bakışları atmaya devam ettim. Pisliğin üstüne mi basmışlar? Şarkı bunu söylüyordu...

Beş dakika sonunda telefonuma mesaj geldiğinde sakince çıkarıp ekrandaki isme baktım.

Işık kızım:

Tatlım nasılsın? Ben Koza hayvanının, öküzünün, sarı civcivin ama bebek yüzlü şeytanın yanından ayrıldım. Anlatacaklarım var, plan tıkır tıkır işliyor. Eğer müsaitsen akşam sana kalmaya geleceğim.

Güldüğümde başka bir mesaj daha düştü.

Ve Lâl de gelmek istiyor. Onu da kabul edersen mutlu olurmuş. Gerçekten yanında olmak istiyor. xXx üçlü öpücük. Çünkü biz üç harika kadınız!

"Ne oldu?" Bartu'nun sorusuyla bakışlarım ona döndü. "Bir şey mi var?"

Lâl'i yanımda istiyor muydum? Aslında istiyordum hatta onda bulduğum anne sıcaklığına ihtiyacım vardı ve ona güvendiğimin de farkındaydım ama duvarlarımız aşılamaz görünüyordu.

"Bartu?" dedim. "Senin hislerinden tamamen ayrı olarak soruyorum, Lâl neden bu kadar soğuk birisi?"

"Soğuk değil," dedi hızlıca. "İnsanlardan kaçıyor çünkü o insanların bir gün onu kırıp dökeceğinden korkuyor. Geçmişi fazlasıyla kötü, insanlar ona hep sırtını dönmüş. İnsanları sevmek istemiyor çünkü bir gün onu terk edeceklerine inanıyor. En azından küçükken gördüğüm buydu. Tek arkadaşları biziz, başka kimse değil." Gözleri bana döndü. "Ve bir de sen. Helin, o seni seviyor ama Lâl anlaşılması zor biridir. Onu anlamaya çalış, sana karşı değiştiğini görebiliyorum."

Birkaç saniye düşündüm, ardından telefonu yeniden çıkardım ve en büyük kumarımın masasından zaten yenilgiyle kalktığım için beni başka hiçbir şeyin yıkamayacağını fark ettim.

Planı halledeceğini biliyordum bebek, akşam mutlaka gel. Evde şarap var, biraz sarhoş olmaya ihtiyacımız var.

Ayrıca... Lâl gelebilir, ona kapım açık. Lütfen enfes yemeklerinden birkaç tane yapsın.

Nefesimi verip bakışlarımı yola çevirdim. Artık insanlarla daha sağlıklı, daha doğru ve daha sağlam adımlarla yollar çizecektim.

LÂL SARCA

Ben, kendisinden nefret ederken bile kendisini çok seviyormuş gibi davranan, Sokak Nöbetçileri'nin gözbebeği konumundaki Lâl Sarca.

Herkesin bir parçası olan, önüne geçip durdukları, sevgiyle baktıkları hatta başkalarını karşılarına aldıkları o kişiyim ama bunu yapmalarının nedeni, sevgiden öte bana acımaları çünkü konuşamıyorum, konuşamadığım için başkaları sesim oldu.

Gerçek adım, Zeynep Elçeri.

Artık adımla seslendiklerinde bile dönüp bakamam çünkü bir hakaret gibi Önder pisliği tarafından adım Lâl oldu. Anlamı sessiz demek, konuşamıyorum diye bana bu adı verdi.

İnsanlar Lâl diye hitap ettiklerinde bile, bana benim gerçeğimi vurduklarının farkında değiller ama Lâl ismine öyle alıştım ki Zeynep öylesine biriymiş gibi geliyor ve gelmeye devam edecek. Zeynep bana sadece ve sadece geçmişimi hatırlatacak.

Muğla'nın bir köyünde doğdum. Annemin beni düşürmek için yapmadığı şey kalmadığı halde yine de direnerek dünyaya gözlerimi açmayı başardım. Eğer annem başarılı olsaydı ve ben dünyaya gelmeseydim, herkes için daha kolay bir hayat olurdu, biliyordum. Aslında babamın da benim ölmem için annemin karnını tekmelediği zamanlar olmuş fakat direnmeye devam etmişim. Neden? Bu kadın olmak için mi?

Annem uyuşturucu bağımlısı olduğu için onun sütüyle değil, sütannelerle beslendim ve onlar beni kendi elleriyle büyüttüler ama sevdiler mi emin değilim çünkü hiçbiri sonradan ellerimi tutmak istemedi.

O köyde, o gecekondu evinde bütün acıları tattım ve o evden kaçtığımda kendime sadece koşmayı öğrettim. Öyle çok koştum ki kendimi bir otobüs terminalinde buldum, o terminalde bir otobüsün içine girip saklandım, beni fark etmediler, ardından yolum İstanbul'a düştü. Yolda polisler beni çevirdi, konuşamıyorum diye ailem yok sandılar. Beni bir süre yetiştirme yurduna bıraktılar ama oradan da kaçtım ve sokaklarda büyümeye başladım.

Sokaklar güvenliydi ama bir kız çocuğu için bazen çukurlarla dolu olabiliyordu.

Saçlarımı erkek gibi kestirdim, erkek kıyafetleri giydim ve bana dokunmak, zarar vermek isteyen herkesten koşarak kaçtım.

Tek bir kişi dışında: Önder Sarca.

O beni kıskıvrak yakaladı, ellerinden kaçamadım, beni ilk tutan kişi ise Bartu'mdu.

Benim haylaz, kavgacı, öfkeli, hırçın, merhametli ve çocuk Bartu'm. O gün kollarımdan tuttuğunda beni iğrenç bir kaderin ellerinden başka bir kaderin ellerine itekledi. O gün beni tutmasaydı ölebilirdim ve ölmek daha iyiydi.

Benim Bartu'm beni ölmekten kurtardı ama bu iyi bir fikir değildi ve artık o da bunun farkında olmalıydı çünkü onu kimsenin üzmediği kadar üzdüm.

Karşımda duran iki kız çocuğuna, kadına ve benim için anneye baktım. Anneler benim için daima hassastır ve kız kardeşim, canımın bir parçası olan Işık bir gün çocuk sahibi olabilsin diye her gece yatmadan onun için dilekler diliyorum ve o bunları bilmiyor, bilemezdi.

Işık'ın biriciği, kardeşi, Mutlu için her gece sevgisini ve aşkını yargılanmadan yaşasın diye dualar ediyorum. O benim yüzümü güldürebilen yegâne kişilerden birisi. Kimse bilmese de birbirimizin omzunda ağladığımız çok zamanlarımız oldu.

Hemen yanında duran ve bakışlarıyla beni cehenneme itekleyen kız çocuğum Helin'e baktım. Gözlerinde öyle bir acı vardı ki onu ilk gördüğümde o acıdan nefret etmiştim çünkü tokat gibi yüzüme çarpıyordu; bana diyordu ki ben de sizdenim ve beni seveceksin ama ben seni sırtından bıçaklayacağım.

Ben konuşamıyorum diye hassas görüp günlüğümü iş yaptığı kişilere verdi. Neden ilk seçtiği kurban bendim? Bunun cevabından hâlâ tamamen emin değilim ama bana acımıyormuş gibi bakan tek kişi oydu, neden acıyormuş gibi o günlüğü vermişti?

Gözlerinin altı uykusuzluktan morarmış ve kızarmıştı. Saçlarını tepeden dağınık topuz yapmıştı; altında kısa şort, üzerinde bol tişört vardı. Kilo kaybetmişti, el bilekleri incelmişti fakat hâlâ çok güzeldi. Benim aksime onun hayat için umutları vardı ama umutla yolları şu anda ayrılmaya başlamış gibiydi çünkü artık Yankı hayatında yoktu.

Helin Yankı'ya âşık. Hayran olunası bir aşk. İmrenilecek bir aşk. Kıskanılacak bir aşk.

Benim merhametli, sevgi dolu, sessiz, kendinden en fazla nefret eden çocuğum: Yankı. Kendinden nefret etmesine en fazla neden olan kişi olduğum halde hâlâ beni nasıl sevdiğine aklımın ermediği, mavi gözlerini kardeşim Hüseyin'e benzettiğim, bazen çocuğum ama bazen de baba yerine koyduğum Yankı.

Keşke o benim babam olsaydı diye dua ettiğim zamanlarım olmuştu ama biliyordum, küçükken konuştuğumuzda onun da en büyük hayali muhteşem bir baba olmaktı. Bir gün olacaktı.

Helin hayatımıza ilk girdiği anda, yanımıza gelmeden önce ondan bana bahsederken bile gözleri parlardı ve o an anlamıştım; benim gibi Helin de kendisinden nefret etmesine neden olacaktı ama sadece bu kadar da değildi, kendisini sevmesini de sağlayacaktı.

Helin, Yankı'nın kendisini sevmesini sağlayacaktı ve sağladı da. Bense kendi içimdeki nefretle yalnız kaldım.

Helin, benim ellerimden kendinden nefret eden birisini almış, onun kendini sevmesini sağlamış ve beni daha fazla yalnızlığa iteklemişti. Sonra aramızdaki güven duvarları Helin için yıkılmıştı, Yankı benden uzaklaşmıştı.

Hayır. Yankı Helin'e âşık.

Bunu hiçbir zaman sesli dile getirmedi, biliyorum ama Helin'e bakarken kendi kurtuluşunu izliyor gibi. Ben Bartu'ya izin vermedim ama o kapılarını Helin'e açtı ve bencilliğimle onun beni yalnız bıraktığını düşündüm.

Halbuki biliyordum, Yankı da kendini sevmeliydi. O da kendini sevmeyi hak ediyordu.

Helin aramıza ilk geldiği zaman Yankı boş bulunup bana Helin için, "Kalbini görsen içinde yaşamak istersin, yuva gibi," demiş ve sonra eklemişti: "Onun yanında huzurlu hissediyorum. Bunun adı ne?"

Onu kaybetmemek için bunun adı aşk diyemedim ama gözlerinde gördüm, o artık Helin için vardı.

Yankı'nın gözlerinde başka bir korku daha vardı, diğerlerinin de gözünde olan. Belki de benim ona âşık olmam korkusu.

Hayır, Yankı'ya hiçbir zaman âşık olmadım; ona hayran oldum, onu hiç sahip olmadığım babam, Hüseyin gibi sevdim ama âşık olmadım çünkü o benim ilk yol arkadaşım, ilk sırdaşımdı. Bartu beni Yankı'yla paylaşamadı, bunu gördüm ama engellemedim.

Çünkü Bartu’dan bana ulaşan her duyguya açtım, iyisine de kötüsüne de bencildim.

Çünkü hiç böyle sevilmemiştim ve sevilmenin ne demek olduğunu, Bartu'mun sevgisinden mahrum kaldığımda anladım.

Beni kendi yuvası gibi gören Bartu'mu kaybettim. Onun sevgisini elimdeki bir kâğıt parçası gibi yırtıp attım, bencilliğimle onu kaybettim.

Ama çocukken o uyuduğunda yanağına öpücük kondurmayı, gözlerini kapattığında saçlarını sevmeyi, sadece o seviyor diye yemekler öğrenmeyi hiç bırakmadım. Herkes benim çok güzel yemek yaptığımı konuşuyor ama kimse neden bu kadar güzel yemek yaptığımı sorgulamıyordu.

Ben küçücük yaşımda Bartu obur birisi olduğundan onun için yemek yapmayı öğrendim; herkes kendisi için sandı, ben Bartu için yaptım.

Ve o bunu hiçbir zaman bilemedi. Çünkü ben anlatamıyordum, konuşamıyordum, bilmiyordum, tanımıyordum. Ben duygularımı, kaybettiğimde anlıyordum.

"Koza'nın bir yandan bu kadar yakışıklı bir yandan da sinir bozucu olması ve bir yandan zekâsıyla düşürüp bir yandan da bok gibi olması sinirlerimi bozuyor."

Koza. Benim ve Yankı'nın ilk oyun arkadaşı. Önder'in en büyük kumarı ve o kumardaki en büyük piyon Koza.

Benden nefret ediyor ama ben bazı geceler onun için de dua ediyorum, ediyorum ki bir gün Önder'den intikamını alabilsin ve küçükken ettiği o yeminini gerçekleştirsin, Önder'i öldürebilsin.

Ardından istiyorsa beni de öldürebilir ama Koza'yı tanıyorum, o öldüremez. O benden intikam almak istiyor ama alamayacak.

Gözlerinin içine her baktığımda, ondan vazgeçtiğim anı hatırlayıp acı çekiyorum ama o bunu görmüyor. Zorundaydım.

İlk Koza'dan vazgeçtim, ardından Yankı'dan. Bartu'dan vazgeçemezdim.

"Hiçbir şeyden şüphelenmediğine emin misin?" Helin soruyu sorarken temkinliydi.

Üçümüz Helin'in yatağında oturmuştuk. Bir şarap şişesi açıktı, üçümüzün de elinde kadeh vardı. Işık, bacaklarıma uzanmış, bacaklarını ise Helin'in yanına uzatmıştı. Helin sırtını yatağın başlığına yaslamıştı, renkli çorapları onu ilk gördüğümde güldürmüştü ama yine neye güldüğümü anlamamış, büyük ihtimalle sorgulamıştı.

Ben Helin'i anlıyordum ama o beni hiç anlamıyormuş gibi geliyordu.

Ona verdiğim günlüğüm hâlâ komodinin üzerindeydi; Yankı ve Helin'in çektiğim fotoğrafını ise gece lambasına dayamıştı, onu yırtıp atmak yerine her gece ona bakacağından emindim.

"Eminim." Işık doğruldu ve şarabından birkaç yudum aldı. "Bilgisayar sistemine eriştim ve o adamın yerini buldum. Tuhaf, açık bir şekilde adres vardı ama onu oyalamak hiç zor olmadı." Göz kırptı.

Işık, Koza'dan etkileniyordu ama bir yandan da ondan nefret ediyordu.

"Ne yaptın?" dedi Helin imalı bir sesle.

Işık kadehini Helin'in kadehine tokuşturdu. "Orası da bana kalsın."

Helin'in gözleri yavaşça bana kaydı, ne düşündüğünü anladım. Plandan haberim olup olmaması konusunda kararsızdı. İkilemdeydi. Bilmeli miydim? Bilmemeli miydim? Peşine düşeceğimiz adam kimdi?

"Eğer bilerek yaptıysa bile sorgulayacağını sanmıyorum," dedi Helin mutsuz bir sesle. "Koza'nın umurunda değilim; hem umurunda olsam bile bugün Yankı'ya yaptığım konuşmadan sonra hayatıma müdahale edeceklerini sanmam."

Neden mutsuz oluyordu? Koza'yla aralarındaki bağı, ben ve Yankı arasındaki bağa benzetmem çok tuhaftı.

Işık dudaklarını büktü. "Birkaç gün önce Yankı'yla konuştuk," dediğinde üzgünlüğünü hissettim. Yankı artık benimle konuşmuyordu. "Helin, o çok pişman. Aranızda ne geçti bilmiyorum ama gerçekten çok pişman." Sonra duraksadı. "Ve bu adam, yani Koza'nın dosyasından bulduğum adam, senin dayın..." kelimeleri özenle seçiyordu, "intikamla Yankı'nın bir ilgisi var mı?"

Helin'in gözleri yeniden bana döndü. "Aslında," dedi. "Size anlatacak bir hikâyem var, benimle nedensiz bir yola çıkıyormuş gibi görünmenizi istemem ama henüz bugün dile getirdim, bir kez daha getirirsem bu beni yıkar diye korkuyorum."

Işık doğrulup Helin'in elini tuttu. Onun elini istediği gibi tutabiliyordu, ben bu konularda neden bu kadar korkaktım? Oysaki Helin'e sarıldığımda bir keresinde anne sıcaklığını almıştım.

"Nedenlerin umurumda değil, istediğin zaman anlatırsın. Yarın akşam o adamı halletmeye gideceğiz, planı oluşturmamız yeterli." Yatağın aşağısına eğildi, getirdiği bilgisayarı açtı, ardından kalem ve kâğıt aldı. "Şimdi bu adamın yaşadığı yer gereğiyle Bartu'nun arabalarından bir tanesini çalmak zorundayız. En hızlı olanı. Ayrıca silahları da alacağım. Anahtarı Yankı’da ama bir çaresini bulacağım artık."

Helin'in bakışları yeniden bana döndüğünde güvensizliğini fark ettim ve elimi kaldırıp Işık'ı durdurdum.

Bakışları bana döndüğünde komodinin üzerindeki günlüğü aldım ve Helin'in kucağına koyup işaret diliyle, "Devamını okudun mu?" diye sordum. Başını iki yana salladığında Işık'ın kasıldığını hissettim. Bu hikâyenin tamamını o da bilmiyordu ve buna hazırlıksızdı. "Oku," dedim aynı şekilde. "Bilmeni istiyorum. Sonra bu yolda beni isteyip istemeyeceğine karar verirsin."

"Emin misin?" diye sordu Helin tedirginlikle.

"Yeni bir şey öğrendim," dedim, konuşabilseydim ağlardım. Aslında konuşabilseydim her cümlemde ağlardım, belki de bu yüzden susuyordum. "Bir şeyleri söylemek ya da anlatmak için geç kalmamak gerekiyormuş." Defteri işaret ettim. "Bir kişiye anlatmaya geç kaldım, sana da geç kalmak istemiyorum. İçim böyle rahat edecek." Defteri elinden aldım, bıraktığı yeri açtım. "Hiçbir şey yarım kalmasın. Lütfen oku." Gözleri deftere kaydığında omzuna dokunup bakışlarımı çevirdim. "Sesli oku," dedim. "Işık da duysun."

"O bilmiyor mu?"

"Hikâyenin sonunu yeni öğrenecek o da."

Işık anlamış gibi duruşunu dikleştirdi ve elindeki şarap kadehini yavaşça yere bıraktı.

Gözleri yeniden defterdeki kelimelere kaydığında, bıraktığım yerdeki sayfayı kıvırdığımı gördü ama o da nerede bıraktığını hatırlıyordu, dün gibi.

"...Biz o gece zaten mahvolduk. Bu beraber son mutsuz aile tablomuzdu, sonrasında her şey daha da kötüleşti." Derin bir nefes alıp sayfayı çevirdi. "Günler geçti. Babam annemi daha fazla dövmeye başladı, annem uyuşturucu batağına daha fazla saplandı ve ben onları kapının deliğinden daha fazla izledim. Kardeşim Hüseyin ise daha fazla kötüleşti." Eli kalbine gitti. "Eve her gün farklı farklı adamlar gelmeye devam etti. Önceden babam yokken gelirlerdi, artık babam varken de geliyorlardı. Annem ve babam kilo kaybetmeye başlamışlardı, annem yaşayan bir ölü haline gelmişti ama biraz daha uyuşturucu için her şeyi yapabilirdi. Bunu görebiliyordum."

Bana baktı. Acıyla değil, şefkatle. O halimi ve sakat kardeşimi düşündü, biliyordum. Bunu düşünmek kendimi daha kötü hissetmeme neden oldu. Okumaya devam etti. "Günler geçtikçe Remziye teyze de artık bize gelmemeye, yemek getirmemeye başladı. Kardeşimin ilaçlarını alamıyordum, annem artık o kadar çok kendinden geçmişti ki bizi tamamen unutmuştu. İkimiz de kilo kaybetmeye başladık, bunu görmediler bile."

"Lâl," dedi kendini tutamayıp. "Kimseden yardım istemedin mi?"

"Oku," dedim çenemle işaret ederek.

Yutkunduktan sonra okumaya devam etti: "O yaşımda bile kendimden daha çok kardeşimi düşündüm; bu yüzden babamın evde olmadığı ve annemin kendi kusmuğunda uyuyakaldığı bir gün çıkıp mahalledeki bütün komşuların kapısını çaldım. Kimisi pencereden beni görüp kapıyı açmadı, kimisi de kapıyı açtığında beni dilenci gibi görüp birkaç parça ekmek vermeye çalıştı. En sonunda yine Remziye teyzenin evine gittiğimde kapıyı eşi açtı, yüzündeki o mutsuzluğu gördüm. Bana tek bir cümle kurdu: Remziye teyzen öldü.’” Sesi titremeye başladı. "O günü unutamıyorum. Ağlamayı o kadar unutmuştum ki o gün ilk defa bu kadar çok ağladım. Oturdum o kapının önüne; içli içli, acıyla ağladım. Remziye teyze için ağladım çünkü artık beni ve kardeşimi seven kimse kalmamıştı, bunu görebiliyordum. Artık kimse ama hiç kimse saçlarımızı sevmeyecekti. İnsanlar neden ölüyordu ki?"

Ellerini defterden çekip karşıya baktı. Gözleri dolmaya başlamıştı, Işık da aynı şekildeydi, yanlarında en güçlü duran kişi bendim. Devam et dermiş gibi baktım ama birkaç dakika kendisine süre tanıdı, ardından yine devam etti.

"Sonra yaşamaktan öte kardeşimi yaşatmak istedim ve az önce kapısını çaldığım komşulara geri döndüm. Gururumdan dilenmediğim o ekmekleri onlardan aldım, elime tutuşturdukları parayı da öyle. Paralar kardeşime ilaç almaya yetmedi ama yemek için yeterliydi. Bunu üç günde bir yaptım. Artık komşular o kadar çok alışmıştı ki hepsi aynı saatlerde ekmeklerini ve paralarını hazır ediyorlardı. Hepsi de aynı şeyi söylüyordu: Babanın haberi olmasın. Dileniyordum, dilenmek kötü değildi çünkü kardeşim yaşasın istiyordum."

Yeniden başını kaldırıp bana baktı ve zorlukla yutkunduğumu gördü. Geliyordu, biliyordu. "Ben babama söylemedim ama o beni dilenirken yakaladı. Yine bir gün komşuları gezerken, onu sokağın başında görmüştüm. Elimdeki ekmekleri ve avcumda sıkıca tuttuğum parayı görmüştü. O gün, beni ilk önce sokağın ortasında evire çevire dövdü, insanlardan aldığım ekmekler etrafa saçıldı, sonra eve götürdüğünde de dövdü, küçük olmam umurunda bile değildi. Gözlerinin altı mosmordu, nefesi alkol kokuyordu. Elimden paramı aldı, birkaç parça kuru ekmeği ise mutfakta önüme attı. Sonra da dedi ki: ‘Her gün bu parayı bana getireceksin. Anneme olanlar yetmezmiş gibi, bir de benim insanlardan aldığım paraya göz dikti. Bu kez babam beni dilendirmeye başladı."

"Annen?" dedi acıyla. "Annen neredeydi? Bunları biliyor muydu?" Cevap vermedim, elindeki deftere bakmaya devam ettim.

"Artık hiçbir şey onlara yetmiyordu. Babam beni sadece kendi uyuşturucu krizlerini geçirmek için bile dövüyordu, kardeşime her adım attığında önüne geçip onu engelliyordum. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum, öyle bir bağırıyordum ki buna tahammül edemiyordu. Sus,’ diyordu bana. Sus. Döverken tek dediği buydu, sus. Annem masada oturup beni dövmesini izliyordu, öyle hissizdi ki onu hayatta tutan tek şey, damarlarından aldığı uyuşturucuydu. Babam vücudumda onlarca sigara söndürdü, hepsi acıdı ama bir kere bile Hüseyin'e vurmasına izin vermedim."

Işık'ın sessiz gözyaşları yanaklarından süzülürken, artık Helin sesinin titremesini engelleyemiyordu. "Hüseyin'in bacaklarından sonra ellerindeki hisler de yok olmaya başladı. Yemekleri kendi elleriye yiyemiyordu, psikolojisi mahvolmuştu. O kadar kötü bir durumdaydık ki artık komşular bana kapıyı açmamaya başlamıştı. Beni gördüklerinde yüzlerini çeviriyorlardı. Hiçbiri beni görmek istemiyordu. Gururum yoktu, hepsinin kapısına gidip yalvarıyordum. Öyle bir sesim vardı ki hepsi beni duyuyordu ama duymak istemiyorlardı. Artık bütün mahalle bizi biliyordu. Ta ki o güne kadar. O günden sonra bütün mahalle değil, bütün ülke bizi tanıdı."

Helin'in gözünden bir damla yaş aktı. "Eve bir adam geldi, elinde o uyuşturucuyla. Bu zamana kadar evimize gelmiş en korkunç adamdı. Borcu olduğundan bahsediyordu, bu borcu babamın ya da annemin canıyla ödeyeceğinden söz ediyordu. Kapı deliğinden izlerken, adamın adımları bile ürkütücüydü. Yüzünü göremiyordum, sesi korkutucuydu. Sesi her gece kâbuslarıma girecek kadar korkutucuydu. Babama dedi ki, ‘Sen mi ölmek istersin, karını mı öldüreyim? Hanginizin canını alayım?" Kalbim sıkışmaya başladı. "Babam hiç düşünmeden beni söyledi. Ufak bir kızım var, sana onu satabilirim,’ dedi, sanki benden bir malmışım gibi bahsederek. Kaç yaşında?’ diye sordu adam. ‘Altı,’ dedi babam. Adam pis pis güldü. O kadar küçüklerle ilgilenmiyorum, dedi. Beni istemedi. Şimdi düşündüğümde o gece yaşanacağına satılmayı bile göze alacağımı fark ediyorum."

"Ne yaptı?" dedi Işık yutkunarak. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, nefesi kesilmeye başlamıştı. Sessiz hıçkırıklarını artık gizleyemiyordu. Defteri Helin'in elinden aldı ve bu sefer o okumaya başladı.

"Babam, ‘Karımı öldür, dedi düşünmeden. Delikten onun yüzünü görüyordum. Masada oturuyordu, karşısında da annem vardı. Adam yine güldü o iğrenç sesiyle. Ardından masanın üzerine, ikisinin ortasına bir silah bırakıp, ‘Rulet, dedi. Hanginizde patlarsa o canıyla ödeyecek. Kumarda kaybettiğin parayı, yine kumarla öde."

Helin eliyle ağzını kapattığında artık gözyaşlarını durduramıyordu. Tek ağlamayan kişi bendim. Öylece bakıyordum, o anı yaşıyordum.

"Üçüncü kurşun," dedi Işık okumaya devam ederken ama artık kelimeler birbirine giriyordu. "Üçüncü kurşunda birisi öldü." Gözlerini kapatıp ağlamaya devam etti, bir süre okuyamadı, Helin de okusun istemedi ama sonra yeniden günlüğe döndü. "İlk babam denedi, annemin yüzüne bakarak. Bir an bile şüphe etmeden tetiğe bastı. Boştu. Sonra anneme geçti, annem tereddüt etti, biliyordum hatta gözleri bizim kapımıza döndü. Biraz da olsa seviyordu bizi, biliyordum. Biliyordum, kapı deliğinden sanki beni gördü ve acıyla yutkundu. Ama o da tetiğe bastı. Boştu. Sonra silahı babama verdi. Babam hissetti öleceğini fakat o bizim bulunduğumuz odaya doğru dönmedi bile. O bir babaydı ama bizi hiç sevmedi. Son istediği bir doz daha uyuşturucu oldu. O kötü adamın yanındaki diğer adamlar hem anneme hem babama uyuşturucu verdiler. Sonra babam o tetiğe bastı. Bir saniye bile sürmedi, bir saniye bile. Başı masaya düştü, yüzü kanla kaplandı ve o an ölü gözleri bizim kapıya dönüktü. Son bakışı bu oldu, son baktığı yön kapı deliğiydi. Onu korkuyla izlediğim o kapı deliği."

"Lâl," dedi Helin elleri titrerken. Uzanıp elimi tutmak istedi ama dalgın gözlerle deftere bakmaya devam etti.

Işık derin nefesler alırken günlüğü Helin'e uzatıp daha fazla okuyamayacağını bana gösterdi; bu yüzden Helin devam etti fakat bir süre tanıdı kendine, uzun bir süre.

"Babamın ölüsü o masada kaldı. Annem karşısında uyuşturucusunu aldı ve ben kapıyı açıp avazım çıktığı kadar bağırdım. Yine susmadım. Haykırdım. Kardeşim artık donuktu, o konuşamıyordu. O artık hiçbir şeyi anlayamıyordu. Yine de susmadım, susamadım. Gecenin karanlığında o adamlar gittikten sonra sokakta yardım çığlıkları attım. Bizi öldürüyorlar, dedim. Biz ölüyoruz, dedim. İnsanlardan yardım dilendim. Kimse yanıma gelmedi. Kimse yardım etmedi. Karakola gitmek istedim ama kayboldum, yolu bulamadım. Kimse polisleri aramadı, kimse bizi kurtarmak istemedi."

Acı. Hissettiğim tek duygu şu anda acıydı.

"O eve geri döndüğümde kardeşimi yerde buldum, sürünerek annemin ayaklarının dibine gitmişti. Annem ise öylece duruyordu. Konuşmuyordu, susmuş duruyordu. Masada babam vardı. Gözleri hep üzerimdeydi. Ona bağırdım, anneme bağırdım, ondan yardım istedim ama beni duymadı. Adamın giderken bıraktığı o uyuşturucudan başka hiçbir şey düşünmedi ama artık aklını kaybetmişti, bunu biliyordum. Sus, diyordu sadece bana. Sus. Susmadım. Yine susmadım. Birileri yardım eder diye bekledim ama kimse gelmedi. Sonra annemin uyuşturucusu bitti, gözleri bana döndü. Sesime daha fazla tahammül edemedi, belki de bana, bilmiyordum. Öfke nöbetleri başladı. İlk önce ağzımı bir parça bezle kapattı, sonra ellerimi bağladı. Buna rağmen sesim kısılana kadar çırpındım ama, ‘Sus,’ diyordu sadece. Sus. Tek kelime: Sus. Üç gün boyunca o şekilde aç ve susuz kaldım. İlk gün bağırmaya, ikinci gün konuşmaya çalıştım ama üçüncü gün artık susmuştum. Artık annemin istediğini yapmıştım ve annem aklını tamamen kaybetmişti. Üçüncü günün sonunda bana, Ölmek ister misin? diye sormuştu. Günler sonra ağzından başka bir cümle çıkmıştı. O gün benim kumarımın ilk seçeneğini sundu. Ağzımdaki bezi çıkardı, ellerimi açtı. Ürkütücü bakışlarıyla, Yaşayamazsın artık,’ dedi. Ölelim mi kızım?’”

Helin ve Işık artık kaldıramıyordu.

"Sustum. Annem bir cevap vermemi bekledi ama cevap vermedim. Kardeşim neredeydi? Artık bilmiyordum, onu göremiyordum. Aslında artık hiçbir şeyi göremiyordum." Günlüğü elinden çekip aldım; içinden bir parça gazete kâğıdı düştü, Helin’e uzattım.

"TRAJİK ÖLÜM" başlığı vardı. "E. T. başından aldığı bir kurşunla ölmüştü ve ölüsüne çürümek üzereyken ulaşmışlardı, Y. T. ise kendisini asmıştı. İki çocuklarına ise ulaşılmıyordu." Haberin detayları bunları yazıyordu ve bir aile fotoğrafı vardı. Babamı gördüm, annemi. Küçüklüğümü ve kardeşimi. Eskimiş gazete sayfasında kardeşimin olduğu yer aşınmıştı. Gözümün önünde annem kendisini asmıştı ve haberler "trajik" ölüm demişti sadece. Hatta devamında cinnet geçiren adam yazıyordu, sanki babama hak veriyormuş gibi. Anneme suçlamalar yapılmıştı. Kimse çocukları görmüyordu. O gazete yazısında bile insanlar arkasını dönmüştü bize.

"Sonra kaçtın," dedi Helin.

"Sonra hep koştum," diye devam etti okumaya. "Özgürlük için. Kardeşim için. Ama Hüseyin'in ölü bedenini kaçırdığımı bile çok sonra fark ettim. Kucağımda ufacıktı, ben de ufacıktım. Onu taşırken buz gibi bedenini hissettim. Kendi ellerimle kardeşimi gömdüm, gücümün yettiği kadar. Gömdüğüm yeri de unuttum. Hâlâ hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum. Bir daha bağırmadım, bir daha kimseden yardım istemedim, kimseye hiçbir şey anlatmadım; son kurduğum cümle, Hoşça kal, Hüseyin, oldu. En sonunda o sokakta kendimi buldum. Önder beni istedi, yeniden tutsaklığım başladı. İlk beni tutan kişi Bartu'ydu. Eğer o tutmasaydı kaçabilirdim ama sonrasında da yaşamak için kaldım. Ve Önder, benim geçmişimi bildi. Biliyorum, Işık ve Yankı'ya işkenceler etti." Bakışlarım Işık'a döndü; artık ağlamıyordu, nefes bile almıyor gibiydi. “Fakat benim de zaaflarımla oynadı. Rulet değildi fakat tercihler sundu. İlk sunduğu kumarda Koza'dan vazgeçtim, ikinci sunduğu kumarda Yankı'dan. Bencil oldum. İnsanlara olan öfkemi insanlardan çıkardım. Ama ben en çok babamın kızı oldum. Beni zaaflarımdan vurdu."

Helin kederle bana baktı. "Ben kötü biriyim," dedim nefesimi vererek işaret diliyle. "Ama artık beni tanıyorsun."

Anne, ölmeyi değil, yaşamayı tercih ettiğim için bana kızgın mısın?” demiştim bir keresinde. Teknedeydik. O an bile aslında bir tercih sunulmuştu bana, yaşamayı seçmiştim.

"Kendim için savaşamadım. Ama kurtarabileceksek senin için savaşmaya hazırım. Bana iyi bir insan olma şansı tanır mısın?"

Helin tereddüt bile etmeden beni kendine çekip sarıldığında gözyaşları omzumu ıslattı; Işık da oturduğu yerden eğilip bize sarıldı. Üçümüz birbirimize sarılırken kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Sessizce. İçten ama anlaşıldığımı umarak.

Pişmanlıklarım için ağladım, Hüseyin için ağladım, bencilliklerim için ağladım ama en çok da kaybettiklerim için ağladım.

"Çabalayacaksın sen de," dedi Helin. "Kaybettiklerini geri kazanmak için. Dinle beni Lâl, ben seni anlıyorum." Geriye çekildi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Öyle bir anlıyorum ki aklın hayalin almaz. Kazan, Lâl. Çabala. Onun için hâlâ sen varsın."

Kimden bahsettiğini anladım ama sessiz kalırken ağlamaya devam ettim.

Benim Bartu'm.

Küçükken rüyalarında sayıkladığında, rüyalarını kovmak için onu uyandırır, susadığımı söylerdim. Farkında bile değildi ama kâbuslarını kovmak için elimden sadece bu geliyordu.

Benim Bartu'm. Her şeyim Bartu'm. Ona hiçbir zaman şu içimdeki sevgimi gösteremedim, göstermeyi bilmedim ama onun düşündüğünün aksine, en sevdiği rengi de bildim, en sevdiği şarkıyı da, en sevdiği filmleri de ve en sevdiği fotoğrafları da.

Ve her şeye rağmen o beni koşulsuz sevdi.

"Onu kaybettim," dedim sadece işaret diliyle. Bunu söylerken bile çok kötüydüm. Bir gün konuşabilirsem ilk Bartu'ya konuşurdum, özür dilerdim ondan, her şeye rağmen ve her şey için. Ama konuşamıyordum, anlatamıyordum.

Helin başını iki yana salladı ve yeniden bana sarıldı. Öyle sıkı sarıldı ki yine kollarında o anne sıcaklığını aldım, kendi annemden almadığım anne sıcaklığı onun kollarındaydı. Helin belki de hayalimdeki anneydi.

Onu seviyordum; en başta onu sevdiğim için kendime kızsam da artık diğerlerinden ayıramıyordum.

"Lanet olsun!" diye bağırdı Işık ve yataktan kalkıp şarap kadehini havaya kaldırdı. "Kendinize gelin." Ama ağlıyordu. Ağlaya ağlaya konuşmaya devam etti. "Bütün mutsuz büyümüş çocukları mutlu edeceğiz!" Bana bakıp gülümsedi, ne söylediğini anladım ve ben de gülümsedim. Helin'i yarın büyük bir sürpriz bekliyordu. "Bütün istismar edilmiş kadınları ve erkekleri elimizden geldiğince koruyacağız. Yemin ederim, bizden daha güçlüsü yok. Kendinize gelin."

Helin de ağlayarak, "Aptal," dedi. "Ağlıyorsun. Seni anlamıyoruz."

Gülmeye başladığımda Helin de ayağa kalktı ve boğazını temizleyip beni güldürmek için konuşma yapıyormuş gibi davrandı. "Kaybettiklerimize, kaybettiğimizi sandıklarımıza ve bizi kaybedenlere," dedi kadehini kaldırarak. "Yarın akşam muhteşem bir savaşın içine gireceğiz; ilk önce benim geçmişimi kurtaracağız, sonra Işık'ın," dedi ona bakarak ama Işık afalladı. Sonra bana baktı. "Ardından senin için, o sırtını sana dönen insanların yüzlerine gerçekleri vuracağız."

"Çok gaza geldin," dedi Işık gözlerini devirerek. "Bi havalara girdin sen. Konuşmacı bendim."

"Hadi oradan," dedi Helin omzuyla Işık'ın omzuna vurarak.

"Neyse," dedi Işık. "Konuşmanı yarına sakla."

"Yarına mı?" Helin afalladı. "Neden?"

"Sürpriz kızım!" Elini onun omzuna attı ve kadehindeki son damlaları içti. Şimdi ağlamayı bırakıyoruz, şarkı açıyoruz, dans ediyoruz, makyaj yapıyoruz, podyum kıyafetleri giyiyoruz," Helin'e şöyle bir baktı, "senin de podyum kıyafetin yok ki. Koca ayları Yankı'nın gri eşofmanıyla geçirdin Helin."

"Ya ne yapsaydım, Koza'yı gördüğünde gelinin kız kardeşi olmanı mı taklit etseydim?"

"Daha neler!" Sarı saçlarını geriye savurdu. "Havalıyım bebeğim, bu elimde değil."

Birbiriyle atışırlarken oturduğum yerden onları izledim ve bana iyi hissettirdiklerini fark ettim. Bir süre sonra Işık zorla ikimize saçma sapan makyajlar yaptı ve sarhoş olana içirdi. Sonra Helin'in kıyafetlerini giydirerek podyum yürüyüşünü bize öğretti. Sarhoş olduğumuz için Helin ve ben defalarca yere düştük ama Işık yine harika yürüyordu.

Gece boyunca kahkahalarımızdan dolayı yan taraftaki kız çığlıklar attı, bu bizi eğlendirdi. Hayatımda hiç gülmediğim kadar çok güldüm ve hiç ağlamadığım kadar çok ağladım. Kendimizi yatağa attığımızda ortada Işık yatıyordu, sağ tarafta Helin, sol tarafta ben.

Helin sarhoş kafayla Yankı'yla olan fotoğrafını aldı. "Göt herif," dedi bir anda ve Işık'la biz şaşırmamız gerekirken kahkaha attık. "Göt."

Işık alayla, "Bir gün evleneceksiniz bence," dedi. "Çocuklarınız olacak. Aman Tanrım, hem hala hem teyze olacağım!"

İçim burkuldu ve Helin de aynı şeyi düşündü. İkimiz de sessizleştiğimizde gün aymak üzereydi. Makyajlarımızı silmemiştik, üzerimizde saçma sapan kıyafetler vardı.

Alkoldan olsa gerek, Helin boş bulunup, "Lâl'in bu geceyi benimle geçirmek istemesi yine de şaşırttı," dedi. Başını eğdiği yerden kaldırıp bana baktı. "En son içtiğimizde yaptıklarımızı düşününce ve sonrasını..."

Gülmeye başladım. "Eğlenmiştik," dedim işaret diliyle. "Hatta en eğlendiğim günlerden biri olabilir."

"Benim de." Gülümsedi. "Bir daha tekrarlarsak bu sefer lütfen marketi yağmalamayalım." O da güldü.

"Biliyor musun," dedi Işık ikimize bakarak. "Lâl'in hepimiz için fotoğraf dosyaları var, ayrı ayrı. Senin için de oluşturmuş." Utanarak başımı çevirdim. "Kendisi belli etmiyor ama onun için de farklı bir yerin var. Hatta Kars'ta, o gecenin sabahında seni bulamadığımızda benden bile daha çok endişelendi." İkimiz de hiçbir şey söylemedik ama Helin'i yaptığım her şey şaşırtıyordu.

Bir süre hepimiz sessiz kaldık, sonra hangi ara uykuya daldık bilmiyorum ama Helin son konuşan kişi olmuştu. "Size anlatacak üzücü ve uzun bir hikâyem var," dedi. "Ama öncelikle beni sevdiğiniz için teşekkür ederim. Ailemsiniz."

"Ailemsiniz," dedi Işık onun ardından.

Başımı aşağı yukarı salladığımda uykuya daldık ve Işık ikimizi de kollarının arasına aldı.