logo

34. YILBAŞI PARTİSİ

Views 344 Comments 1

Helin Aktan'ın güncesinden...

01.01.2020

Bugünü tarihe ben kazıdım.

İtiraf ettim.

Gücüm, kuvvetim, ellerim, dizlerim, sesim...

Ben ona itiraf ettim, hem de yıkıcı bir itiraf değildi bu kez.

Ben sana itiraf ettim; Yankı Sarca, ne olur seneler sonra bu satırları sensiz değil, seninle okumama izin ver.

"Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin"

Üzerini karaladım.

"Sadece Helin"

Yeni bir sene daha geliyordu. Tek bir rakam değişiyordu ama bu rakam değişmeden önce hayatımda çok büyük değişiklikler olmuştu.

2019 senesi bana Sokak Nöbetçileri'ni kazandırmıştı yani bana bir aile vermişti. Dört rakam, bir insana ailesini verebilir miydi? Bana bunu hediye etmişti o yüzden 2019 en sevdiğim sene olacaktı.

Her şeye sinirlenen ama yumuşacık bir kalbi olan, en fazla savaş vereceğimi düşündüğüm ama herkesten önce kalbinin kapılarını bana açan Bartu Sarca'yı kazandırmıştı. Onu asla affetmeyeceğimi düşündüğüm zamanlardan, sadece onu affettiğim zamanlara gelmiştik. Beni yerden kaldırdığı ve sırlarımı paylaştığım, kollarında abi sıcaklığı olan adamı kazandırmıştı.

O beni Sokak Nöbetçisi, grubun altıncısı, kız kardeşi gibi görüyordu.

Şu an Koza'ya alıcı gözlerle bakan ve alt dudağını utanıyormuş gibi göstermeye çalışmak için(!) kemiren kız kardeşim, Işık Sarca'yı kazandırmıştı. Onların arasına katıldığım ilk gün, beni birçok testten geçirmişti, bakışlarıyla neredeyse öldürecekti ama şimdi göz göze gelince birbirimizin ne demek istediğini bakışlarımızdan anlayacak duruma gelmiştik.

O beni Sokak Nöbetçisi, grubun altıncısı, kız kardeşi gibi görüyordu.

Beni hiç umursamıyormuş gibi davranan hatta iyi polisi oynayan erkek kardeşim Mutlu Sarca, biliyordum ki bu gruba ilk girdiğim an, Yankı'dan sonra bana en fazla dikkat eden kişiydi. İyi polisi oynamıştı ki ona istediklerini vereyim ve gerçek yüzümü ortaya çıkarsın ama bir süreden sonra bunu da unutmuştu. Kasıtlı olarak kalbimi kırmaya hiçbir zaman çalışmamıştı. Haylaz küçük erkek kardeşim gibiydi hatta bazen onu çocuğum gibi görüyordum çünkü yaramazlıklarını göz ardı etmeyi seviyordum.

O beni Sokak Nöbetçisi, grubun altıncısı, kız kardeşi gibi görüyordu.

Bir kez dışında bana karşı duvarlarını indirmeyen ve hiçbir şekilde, hiçbir duygusunu anlayamadığım ama hayatımın en eğlenceli gününü beraber geçirdiğim Lâl Sarca. Sadece bir kez bana duvarlarını indirdiği zaman birbirimize sarılmıştık ve onun kollarından bir annenin sıcaklığını almıştım. Sonrasında ise iki sarhoş, çılgınlar gibi eğlenmiştik. Aslında, bana karşı duvarlarını indirdiği zaman, ikimizin beraber aşamayacağı hiçbir şey yoktu.

Beni belki de sevmiyordu. Beni belki de istemiyordu. Benden belki de rahatsız oluyordu. Ama yine de ona sarıldığımda aldığım anne şefkatini öylesine çok benimsemiştim ki onu seviyordum ve ondan asla nefret edemezdim.

O beni elbette ki bir Sokak Nöbetçisi olarak görmüyordu; grubun hiçbir şeyiydim, yabancıydım.

Ve o: Yankı Sarca. Adını içimden tekrar ettiğim zaman, kalbimin atışını bile değiştiren o adam. Bana kurduğu ilk cümle, "Beni mi arıyordun?" olmuştu. Onu o gün mahvetmek için arıyordum ama kalbimin de mahvolacağından habersizdim. Tanımlayamıyordum, anlatamıyordum, açıklayamıyordum. Öyle bir histi ki onunla tanışmama ihtimalimin olduğunu düşünmek bile gözlerimi dolduruyordu. O gün vazgeçmenin eşiğindeydim ve eğer vazgeçseydim şu an o hemen bir adım uzağımda olmayacaktı.

Eğer onu tanımadan ölüp gitseydim bu hayatın bana en büyük kötülüğü olurdu ve gücüm olsaydı kaderimden onunla tanışmamanın hesabını sorardım.

Onun beni Sokak Nöbetçisi olarak görmemesiyle ilgilenmiyordum, umurumda değildi. Sadece Helin, demişti, eğer Yankı bunu istiyorsa onun sadecesi olurdum. Daha fazlasını istemiyorsa daha fazlası olmazdım. Bunun adı aptallık değildi, bunun adı güvendi.

Bakışlarını yavaşça bana çevirdi. Hep böyle oluyordu, ne zaman onu derin düşüncelerle izlesem, nerede ne şekilde olursak olalım, hissedip o da bana bakıyordu. Boş bulunup gülümsedim, aptal bir gülümsemeydi ama gülümseyişime aynı şekilde karşılık verdiğinde sanki aklımdan geçenleri okumuştu.

Koza boğazını temizledi.

2019 senesinin bana kattığı bir diğer kişi de Koza'ydı ve aslında en büyük ödüldü çünkü beni ailemle tanıştıran Koza'ydı. En büyük minnetim ona olmalıydı, kaderimi kendi elleriyle çizmişti ve bunu yaparken sonucunun bu şekilde olacağını bile büyük ihtimalle tahmin etmemişti.

Belki de etmişti?

Yankı ve Koza'nın aklına yetişemiyordum o yüzden sorgulamayacaktım.

Koza alayla güldü. Her zamanki o gülümsemesiyle Yankı'yı baştan aşağı süzdü ve ağzındaki sakızı diğer tarafa yatırırken ellerini cebine yerleştirip, "Kostümünü erkenden mi giydin yoksa?" diye sordu. Yankı'nın altındaki battaniye ve üzerinin çıplak oluşu bütün ciddiyetini bozuyordu. "Ne kostümü bu Sonuncu? Tellak kostümü mü?"

Yankı üzerimdeki bakışlarını yavaşça Koza'ya çevirdi, dikkatlice inceleyip, "Senin yüzündeki maskeyi de ben yaptım," dedi. "Tek başına kostümsüz kal istemedim."

Mutlu nefesini verip kısık sesle, "Yankıtu sapladı, gol Koza'nın götüne girdi," dediğinde Işık dirseğiyle sertçe Mutlu'nun karnına vurup uyaran gözlerle baktı.

Koza'nın yüzünde mimik oynamadı, gülümsemesinin soğukluğu aynı şekilde kaldı. Birkaç saniye bekledi, söyleyecek bir şeyler düşündü ya da aklından daha farklı şeyler geçti, bilmiyordum ama bir anda bana bakıp, "Helin!" diye seslendi. "Neredeyse seni göremeyecektim, Sonuncu önünü kapatmış. Öne çıkar mısın, güzel yüzünü göreyim."

Yankı'nın çenesi kasıldı, eli direkt burun kemerine gidip sıktı. Bir an kalbimi büyük bir huzursuzluk kapladı. Dün konuştuklarımızı hatırlıyor muydu? Her şeyiyle hem de. Bana ihanetimi bildiğini söylemişti, anladığını dile getirmişti ama gitmemişti, kovmamıştı ve hayatım boyunca asla unutamayacağım şekilde dizlerinin üzerinde, bir çocuk gibi bacaklarıma sarılıp bana gitme demişti.

Ben de ona kim olduğumu itiraf etmiştim.

Bunları hatırlıyor muydu? Sarhoşluğun etkisiyle unutmuş olabilir miydi? Her şey boşa mı gitmişti? Yüzleşmiştim ve tekrar yüzleşmeyi asla kaldıramazdım. O da yüzleşmiş, bana Koza'yla aramda bir şey olması ihtimalinden bahsetmişti. Dışarıdan böyle mi görünüyorduk? Aslında Koza'nın kurduğu bu cümlelerle ve geçmişimizle Yankı'nın anladığı gibi görünebilirdi. Ama yine de böyle düşünmesi aptallıktı. Ona en büyük yalanları söyleyebilirdim, ona belki ihanet bile edebilirdim ama ona hislerim konusunda oynayamazdım.

Tedirginlikle Yankı'ya bakmaya devam ederken şimdi de aklımdan geçenleri okusun istedim. Biz dün gece, ikimizin de silemeyeceği bir gece yaşamıştık. Lütfen hatırlıyor olsun, dedim kendi kendime. Lütfen unutmuş olmasın. Lütfen beni ne olursa olsun kabullenmiş olsun.

Sonra duraksadım. Her şeyi bilmiyordu. Örneğin günlüğü verdiğimi bilmiyordu, Işık'ı vuranların Ekip olduğunu bilmiyordu, Koza'yla geçmişimi, onun abim olduğunu bilmiyordu. Yine kaçıyor muydu yoksa anlatmamamı mı istemişti?

Düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum.

Bartu iç hesaplaşmamı fark etmiş gibi öksürüp Koza'ya döndü ve sandalyeye rahatça yaslanıp ağzına sanki daha fazla yiyebilirmiş gibi ekmek tıktı. Daha lokmasını yutmadan, "Seni bu eve çağırmamız, seni kabullendiğimiz anlamına gelmez," dedi göz ucuyla bana bakıp. "Eğer anlattıklarının çeyreğinde bile doğruluk payı varsa seni tanımak istediğimiz için çağırdık."

Koza neyse ki gözlerini gözlerimden çekti ve direkt Bartu'ya baktı. Gözlerini göremiyordum ama Bartu'nun yüzü fazlasıyla sabit ve ifadesizdi. İlk zamanlar bana baktığı gibi Koza'ya bakıyordu. Benimle kolayca aştığı yolları Koza'yla aşabileceğine inanmıyordum.

"Çoğul konuşuyorsun," dedi Koza. "Beni kabul etmeniz için kendi aranızda oylama mı yaptınız yoksa?" Sırıttı ve yan döndüğünde çehresini gördüm. İlk önce Mutlu'ya baktı, sonra Lâl'e. Lâl'e baktığı an gülümsemesi ürkütücü bir hal aldı ama neyse ki Lâl ona bakmıyordu, gözleri hâlâ önündeki tabaktaydı. En sonunda Işık'a döndüğünde o da olduğu yerde hareketlendi.

Koza Işık'ı süzdü, süzdü, süzdü. Ve bunu yaparken yüzündeki gülümseme öyle hırçın bir hal aldı ki Işık'ın heyecanını ben ondan adımlarca uzakken hissettim. Öyle bir bakıyordu ki asla gizleme zahmetine girmiyordu.

"Bilmem farkında mısınız ama," dedi Mutlu. "Tam yirmi iki saniyedir ikizimi Koza Alço gibi kesiyor bu."

Bir anda Işık, "Yirmi sekiz," diye düzelttiğinde ellerimle ağzımı kapatıp nefesimi verdim. Mutlu da şaşkınlıkla ona baktığında Bartu kaşlarını çattı.

Koza ise kısık bir kahkaha atıp bakışlarını kaçırdı. "Otuz saniyeye tamamlamayayım güzel kız, eğer tamamlarsak ikimiz için de çok fena olur."

Yankı elini saçlarına geçirdi ve imayla Bartu'ya baktığında kaşlarını kaldırdı. Bartu ise ikisinin arasındaki bu durumdan duyduğu rahatsızla Koza'ya sandalyeyi gösterip, "Otursana," dedi. "İlk önce konuşalım."

Lâl başını kaldırıp Bartu'ya baktı. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı ve yüzündeki renk gitmişti ama yine de Bartu'ya bakarken içindeki o durmadan sözünü geçiren kadını susturamıyordu. Yapma demek istedi bakışlarıyla ama Bartu oralı bile olmadı. Koza'nın masaya oturmasıyla Lâl elektrik çarpmış gibi bir anda masadan kalktı ve odadaki koltuğa ilerledi, onlardan uzaklaştı.

Koza Lâl'in yaptığına ağız ucuyla gülümserken Bartu görmezlikten gelmeye devam etti. Koza'nın hemen arkasından Işık da masaya oturdu, Işık oturunca Mutlu da dayanamayıp yanına oturdu. Bartu Yankı ve bana baktığında bir an ne yapacağımı bilemedim. Sürekli böyle tercihlerin içinde kendimi bulacaksam, yeni gelen sene benim için berbat geçecek gibi görünüyordu.

Koza da başını çevirip bize baktığında, Yankı çenesini havaya kaldırdı, ardından bana yaklaştı. Bir elini omzuma attı, beni kendisine çekti, çenesini şakağıma dayadı, sonra saçlarımdan derin bir nefes çekti ve dudaklarını şakağıma bastırıp öptü. Sıcak dudaklarını hissettiğim anda kalbimin ritmi değişti. Bu belki birkaç saniye sürdü, kolu öyle sıkı dolandı ki Koza'ya âdeta benim onun sokaklarına ait olduğumu göstermeye çalıştı.

Koza yemi yutmuş bir şekilde, "Görüyorum ki, dünden sonra sizde değişen bir şeyler olmamış," dedi ama iması daha çok bana yönelikti. "Mutlu aile tablosu gözlerimi yaşarttı."

Yankı nefesini verip başını ona çevirdiğinde ne koltukların oraya gitti ne de sandalyelere oturdu. Öylece ayakta kaldı. "Bir şeylerin değişeceğini mi düşünmüştün Koza?" diye sordu sanki fazlasıyla önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi. "Gördüğün gibi burada hâlâ altı kişiyiz ve yine gördüğün gibi bu masada altı sandalye var. Kısacası o sandalyelerden kimse kalkmadı ama fazladan da bir sandalye gelmedi."

Koza gülümsedi. Gözleri ikimizin üzerinde gezinirken artık onun birbirinden farklı gözlerine bakarken içimin acıdığını hissediyordum çünkü doğuştan değildi. Bir an, daha fazla yaklaşıp gözlerini incelemek bile istedim çünkü hangi güç, bir insanın gözünün rengini kaybetmesine neden olurdu, anlayamıyordum.

"Doğru, burada altı sandalye var," diyen Koza, sırtını daha fazla yaslayıp rahat bir pozisyona geçti. "Ve bu sandalyeye de gerçekten sahibi oturdu. Ayakta kalan da sen oldun. Fazlalık olan bu durumda yine sen oluyorsun, kader hep bunu yüzüne vuracak gibi görünüyor."

Gözlerim irileşti, Yankı'nın omzuma dolanmış kolu kasılırken parmaklarını sıktı. Koza Sokak Nöbetçisi'ydi. Hem de Birinci Sokak Nöbetçisi'ydi. Bunu söylediğinde karşı gelmeyen Yankı Sarca, şimdi de karşı gelmedi.

"Oğlum çok güzel laf sokuyorlar," diyen Mutlu, ellerini yüzüne yerleştirip ikisini izledi. "Çok fazla beyin yüklemesi yaşıyormuş gibi hissediyorum, devam edin lütfen, hoşuma gidiyor bu. Beynim ıslandı şu an size."

"Salak salak konuşmasana," diye fısıldayan Işık'ı elbette ki hepimiz duyduk.

"Senin de birbirlerine laf soktukları zaman kalkıp alkışlayasın gelmiyor mu?" Yankı'ya omzunun üzerinden baktı, sonra Koza'yı inceledi. "Bir bir oldu Yankıtu. Biliyorsun, ben senin tarafındayım."

"Mutlu, yine çok konuşmadın mı sence de?" Bartu ağzına bir şeyler tıkmaya devam ederken Mutlu gözlerini devirdi.

"Yine bir boğanın doyacağı kadar fazla yemedin mi sence de?" Önünden tabağı çekip aldığında Bartu kızgınlıkla ona baktı. "Boğa kızdı. Sakin ol boğa, sadece yılbaşı kostümünün içinde daha güzel görünmeni istiyorum."

"Siz kostümleri aldınız mı?" diye soran Işık'ın gözleri açıldı. "Hangi ara?"

"Ohoo…" Mutlu gülümsedi. "Biz bunun planını günler önce yapmıştık aslında. Bartukıç ve benim kostümümüz hazır. Ve…" Bakışları Koza'ya döndü. "Onun kostümünü de bugün gidip alacağım."

Bartu gülerken bu sefer de uzanıp Lâl'in bıraktığı tabaktaki zeytinlerden ağzına attı. "Anlamadım?" dedi Koza. İlk defa Koza'nın ağzından duyduğum bu kelime, en azından onun da insan olduğunu bana göstermişti. Anlamayabiliyordu...

Bartu bu sefer de peyniri reçele bandırıp ağzına attığında Mutlu sinirle bütün tabakları önünden almaya başladı. Ağzı dolu bir şekilde, "Senin kostümüne Mutlu karar verdi," dedi keyifle. "Eğer karşı geleceksen..."

"Neymiş o kostüm?" İkisine birden baktı ve ikisi de güldü. Koza'nın ilk defa anlamayan bakışlarını görüyordum. Direkt Işık'a baktı, etkileyici bir şekilde, "Sen biliyor musun?" diye sordu.

"Bilmiyor tırtılım," dedi Mutlu. Kendimi tutamayıp güldüğümde Yankı ciddiyetle bana baktı ve gülüşümü düzeltip boğazımı temizledim. "Seni kozandan çıkaracak bir kostümüm var."

Koza gözlerini devirdi. "Bana kelebek kostümü mü giydireceksin yoksa? Çok zekice."

Mutlu gözlerini kocaman açıp Koza'ya yaklaştı. "Sen baksana benim gözlerimin içine," dedi. "Baktın mı? Biraz daha bak." Koza ona bakmaya devam etti, Mutlu gözlerinin içine baktırdı. Bir süre öyle devam ettikten sonra, "Evet, biraz daha," dedi Mutlu yarı alaylı, yarı ciddi. "Bak bak, iyice bak." Koza kaşlarını çattığında onu bile çığrından çıkaracak kişinin Mutlu olduğunu gördüm. "Biraz da sol gözüme bak. Sağa da bak. Oh, ortaya bak, şaşı olursun belki."

"Sen deli misin?" diye sordu Koza, sonra Işık'a dönüp, "Senin ikizin olduğuna emin miyiz?" diye sordu.

"İkizimle gözlerimiz aynı," dedi Mutlu. "Yirmi beş saniye baktın bana. Otuz saniyeyi tamamlamayayım güzel tırtıl, eğer tamamlarsak ikimiz için de çok fena olur."

Gülmemek için kendimi zor tutarken Bartu, hiç öyle bir zorunluluğu yokmuş gibi kahkaha attı. Mutlu da güldüğünde Işık ikisine de kızgınlıkla baktı. Koza ise kaşlarını kaldırıp Mutlu'nun söylediklerini sindirdi, ardından, "Sonuncu’nun dediği kadar varmışsın," dedi.

"Zekâ bakımından mı?" diye sordu Mutlu.

"Hayır, bir insanı sadece konuşarak çığrından çıkarmak bakımından."

Yankı alaycı bir ifadeyle gülümsediğinde yüzünde samimiyetten eser yoktu. "Her neyse," dedi en sonunda Bartu. "Kostümü giymek istemiyorsan kendin bir tane seçip gel, keyfin bilir."

Koza umursamaz bir sesle, "Ayak uydururum," dedi. "Önemsediğim bir konu değil."

"Emin misin?" Bartu yine gülmemek için kendini zor tuttu. Kostümü o an aşırı merak ettim. "Bak, son kararın mı? Mutlu'dan bahsediyoruz, seni her şekle sokabilir."

Koza omzunu indirip kaldırdı ama Işık sözü devralıp, "Bence vazgeç," dedi. "Kostüm ne bilmiyorum ama Mutlu bir insanla uğraşırsa onu rezil edene kadar durmaz."

Mutlu gururla çenesini kaldırdığında, "Evet, o kişi benim," dedi. "Ve korkuyorsan kendi kostümünü giyip gel. Yani kelebek kostümünü." Dudaklarımı birbirine bastırdığımda bir insanı gerçekten de sadece konuşarak öfkeden delirtmeyi Mutlu'dan öğrenebileceğimi gördüm.

"Sorun yok." Koza hızlıca devam etti. "Çocukları mutlu etmeyi severim, sen de çocuk gibisin zaten."

"Sen de çocuk gibisin zaten," diyerek Mutlu Koza'nın söylediğini tekrar etti. "Rezil olunca görürüm seni altın kafalı tırtıl."

Yankı'nın başı diğer tarafa döndü ve Lâl'e baktı. Lâl uzaktan masada olanları izlerken Yankı'nın ona baktığını fark etti, gözlerini gözlerine çevirdi. Aralarında sözsüz birkaç saniyelik bakışma gerçekleştiğinde ilk gözlerini ayıran Yankı oldu, yeniden bana döndü. Onları izlediğimi gördüğünde sessizce, "Lâl kötü görünüyor," dedi. "Onun için bir şeyler yapmam gerekiyor."

"Ne gibi?" Soruyu sorarken sakin görünmeye çalışıyordum ama Lâl gerçekten de hiç iyi değil gibiydi.

"Bilmiyorum," diye mırıldandı Yankı. "Onun böyle yalnız kalmasına müsaade edemem."

"O yalnız değil Yankı," diye fısıldadığımda göz ucuyla Mutlu ve Işık'ı gösterdim. "Eminim ki dün gece boyunca ikizler onun yanındaydı. Sen zaten hep onun yanındasın. Konuşmayan tek kişi Bartu."

"Sen?" dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi açtım.

"Ben mi?"

"Evet, sen," dedi üstten üstten bakarak. "Neden onunla konuşmuyorsun?"

Sorduğu soruyu çok uzun süre düşünmeme gerek kalmadı. "Çünkü o benimle konuşmuyor."

"Çünkü o konuşamıyor," dedi Yankı göz ucuyla Koza'ya bakarak. Dinleyip dinlemediğinden emin olmaya çalışıyordu. "Seninle problemi olduğunu sanmıyorum. Ona böyle davranma, onunla kötü olma. Lâl muhteşem bir kalbe sahiptir Helin. Sadece onu tanıman gerekiyor."

Yüksek sesle, "Ne?" deyip alayla güldüğümde masadakilerin bakışları bize kaydı. Yankı omzumu sıkarken Bartu masada kalan son lokmaları izliyordu. O nereyi izlerse, Mutlu da önünden çekiyordu.

"Ne yapılacaksa yapılsın artık," dedi Yankı Bartu'ya bakarak. "Sonra misafiri gönderelim." Kelimeye yaptığı vurgu Koza'yı güldürdü.

Bartu göz ucuyla bana baktı, sonra Işık'a döndü ve en sonunda Koza'ya bakarken, "Burada olman, seni bizden birisi olarak kabul ettiğimiz anlamına da gelmiyor," diye açıklamada bulundu. "Buradasın çünkü bizimle aynı kaderi paylaşmışsın ama bilirsin ki aynı kaderi paylaşanlar, her zaman göt göte olacaklar diye bir kaide yok." Mutlu elini çenesine koyup dik dik Koza'ya baktı. Mimiksiz dinleyen Koza gözlerini Bartu'dan ayırmıyordu. "Seni aramızda isteyenler kadar istemeyenler de var..." Nefesini verdi. "Gibi bir durum söz konusu değil. Aramızdan birisi bile seni istemese, asla burada olmazdın."

Yalan söylemesi kaşlarımı çatmama neden olurken Yankı'nın yüzünde mimik oynamamıştı. "Buna inanmamı mı bekliyorsun?" Koza elini saçlarına geçirip yüzünü buruşturdu. "Sonuncu ve onun biricik kızı Lâl beni istememiştir."

Lâl başını kaldırıp Koza'ya baktı, ben kasıldım, Yankı nefesini tuttu. Yankı'nın biricik kızı, Lâl Sarca. Hangimizin damarına basmaya çalışıyordu? Yankı'nın mı? Bartu'nun mu? Yoksa bizzat benim mi?

Bartu çenesini kaşıyıp bana bakarken, "Şöyle bir baktım, Yankı'nın biricik kızına," dedi. "Senden rahatsız gibi görünmüyor." Bartu'nun bakışlarındaki iç rahatlatan ifade, tuttuğum nefesimi vermeme neden oldu.

Koza başını iki yana salladı. "Benimle aynı masaya oturmak sana yaramış gibi görünüyor koca adam. Senelerdir Sonuncu’nun sana yapamadığını ben yaptım. Teşekkürü hak ediyorum bence."

Bartu gözlerini devirdi. "Her neyse," deyip konuyu kapattı. "Buradaki kimse sana güvenmiyor." Işık olduğu yerde hareketlendi, Bartu ona ters bir bakış attı. "Hem de hiç kimse. Ve sana soracak sorularımız var." Masanın üzerindeki çatalı eline aldı ve Koza'dan bakışlarını ayırıp çatala baktı. "Ama öncesinde başka bir uyarım olacak." Kaşları yavaşça kalktı, Koza'ya tehditkâr gözlerle baktı. "Lâl’le aranda ne geçerse geçsin, benimle arasında ne geçerse geçsin, onu sana ezdirmeyeceğimi bil. Kılına zarar verirsen derini işkence çektire çektire kazırım."

Koza Lâl'in adı geçtiğinde bile kasılıyordu ama bunu belli etmemeye çalışıyordu. Göz ucuyla Lâl'e baktım; kaşlarını havaya kaldırmış, büyük bir şaşkınlıkla Bartu'yu izliyordu. Bartu durmadı, devam etti. "Işık'la aranda ne geçerse geçsin, ona ne yardımın dokunursa dokunsun…" Burnundan nefesini verdi. "Ona da bir yavşak gibi yürümeyeceksin. Yavşaksın, tamam da, yavşaklığını ona göstermeyeceksin."

Koza ellerini ceplerine yerleştirdi, önce Işık'a sonra Bartu'ya baktı fakat hiçbir şey demedi. "Helin konusunda kimsenin damarına basmayacaksın," deyip çatalı masaya bıraktı. "Geçmişinizde ne yaşanmış olursa olsun, istediğin kadar bizden önce tanımış ol, o artık bir Sokak Nöbetçisi ve bizim kardeşimiz. Davranışlarına buna göre dikkat edeceksin."

Koza, "Sokak Nöbetçisi mi?" dedi bana bakıp. "O hiçbir zaman bir Sokak Nöbetçisi olmayacak."

"Kime göre, sana göre mi?" Bartu soruyu sorarken umursamaz görünmeye çalışıyordu ama onunla paylaştığım sırların tırnaklarını omzuna geçirdiğinin de farkındaydım.

"Sonuncu'ya göre," deyip Yankı'yı gösterdi. "Onu hiçbir zaman bir Sokak Nöbetçisi olarak görmeyecek."

Kısa bir sessizlik oldu. Yankı elini yavaşça omzumdan çekip masaya doğru birkaç adım attı. Koza'nın arkasından önüne geçti. Bir elini masanın üzerine, diğer elini Koza'nın sandalyesinin arkasına koydu. Tam gözlerinin içine bakarak, "Dağlarımı yıkacak, denizlerimi taşıracak, savaşımı başlatacak, zaaflarımdan vuracaksın sandın, değil mi Koza?" diye sordu. Eğilip yüzüne yaklaştı. "Dağlarımı yıktın, denizlerimi taşırdın, kendi savaşını başlattın ama zaaflarımdan vuramadın çünkü benim senden her zaman bir adım önde olduğumu hesaba katamadın. Oyun oynuyorsun, oyununa devam et, seninle savaşmayacağım ama bak." Kendisini gösterdi. "Bu duvarı yıkamayacaksın. Helin de o duvarın arkasında, ona ulaşamayacaksın."

Koza gözlerini kırpıştırdı, şiş gözü seğirir gibi oldu ama gülümsemesini silmedi. "Oyun mu oynuyorum?" dedi gerçekçi bir tınıyla. "Ailemi tanımak istiyorum, yerimi istiyorum, geçip giden zamanı istiyorum. Bundan daha doğal ne olabilir?"

"Hayır," dedi Yankı. "İnsanların en zayıf noktası vicdanlarıdır. Sen o noktaya oynuyorsun." Bartu'yu işaret etti. "Onun vicdanına oynuyorsun, değil mi? İyi dinle, Bartu'nun vicdanı, en sevdiği zarar görene kadardır. Bunu da biliyor muydun? Derini kazımaktan bahsederken öylesine söylemiyor bunu. Her şeyi alaya alan Koza, seni en iyi ben tanıyorum. Sakın bana oynama."

Koza başını omzuna yatırdı, gözlerini kıstı, uzun bir süre Yankı'yı inceleyip, "Öncesinde bana böyle nefretle bakmazdın," dedi. "Şimdi ne oldu da benden nefret etmeye başladın?" Gözlerini bana çevirdi. "Hayatının büyük bir kısmını bana borçlu olan Helin'le ilgisi olabilir mi bunun?" Dudağını zorlukla büktü. "Hadi ama, bana teşekkür etmeyecek misin seni onunla tanıştırdığım için? Bu hayatta sen bana hep zararlar verirken, ben sana Helin'i verdim; en güzel hediye değil mi bu?"

Kasıldım ve ikisinin arasına girip girmemek konusunda kararsız kaldım. Işık'la göz göze geldik, kaşlarını kaldırdı, ardından Bartu'ya baktım. Onlardan gözlerini ayırmıyordu.

"Sana karşıma Helin'i getirdiğin için teşekkür edeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun," diyen Yankı bir anda eğildiği yerden doğruldu ve ellerini birbirine sürtüp bakışlarını bana çevirdi. "Ben bu dünya üzerinde Helin gibi birinin varlığını sen olmasan da hissederdim ve onu bulana kadar asla vazgeçmezdim. Bunun seninle uzaktan yakından alakası yok, bunun Helin ve benimle ilgisi var."

Hafifçe tebessüm ettiğimde kalbimin çağlayan bir ırmak gibi attığını hissettim. Bir keresinde, Yankı'yla birbirimizi tanımadan nasıl olacağımızı konuşmuştuk. ‘Çıkmaz sokaklar,’ demişti, şimdi onu daha iyi anlıyordum. Yankı olmasaydı, benim bütün yollarımın sonu, çıkmazdı.

Kısa bir sessizliğin ardından Koza alayla Yankı'yı alkışlamaya başladı. Bir yandan da ıslık çalarken, "Bravo," dedi gösteri alkışlıyormuş gibi. "Romeo ve Juliet alıntısı mıydı bu?" Bana sırıttı. "Etkilendin mi Helin? Bu cümleler mi etkiliyor seni?"

Ağzımı açtığım sırada Yankı sözü devralıp, "Boş boş konuşmayı bırak artık," deyip ardından Bartu'ya baktı. "Neyi bekliyoruz?"

"Helin," dedi Koza direterek. "Benimle konuşmuyor musun yoksa?"

Yine dudaklarım aralandı ama yine Yankı sözümü kesti. "Bartu, neyi bekliyoruz dedim?"

Elleri yumruklara dönüşmüştü, boynundaki damarlar açığa çıkmıştı. Aklından ne geçiyordu bilmiyordum ama Koza'yla konuşmama bile tahammül edemeyecek duruma gelmişti.

O sırada evin kapısı çaldığında Işık ortamın gerginliğini bozmak istiyormuş gibi, "Mutlu'nun sevgilisi geldi!" diyerek kıkırdadı. "Mutlu, koş kapıyı aç oğlum."

"Of!" Mutlu ellerini yüzüne geçirdi. "Buna gerek var mıydı gerçekten? Yeterince şey yaşanmamış gibi bir de Osman amca mı gelecek şimdi?"

Kapı bir kez daha çaldığında Işık söylene söylene oturduğu yerden kalkıp kapıya gitti. Yine dönüp Lâl'e baktığımda elleri saçlarında, başı yerde, ayaklarını izlediğini gördüm. Ne düşünüyor olabilirdi? Koza'yla karşı karşıya geldiğimizden beri onu böyle deviren neydi? Bartu'nun ondan vazgeçmesinin onu bu kadar etkilemeyeceğini düşünüyordum çünkü zaten onu sevmiyormuş gibi davranıyordu.

"Çocuklar!" Sesle beraber başımı kapıya çevirdiğimde Osman amcayı gördüm. Üzerinde pembe, siyah benekli bir kazak vardı, altında ise mor bir pantolon. Bu anlam karmaşasına bakarken saçlarını uzatıp ensesinde topladığını gördüm. Göbeklenmişti. Hepimize tek tek bakarken içtenlikle gülümsüyordu. Bende duraksadı, Koza'ya gelince dudakları aralandı. "Merhaba," dedi duraksayarak. "Sizi..."

Bartu ayağa kalkıp, "Osman amcam," dedi sırıtarak ve elini omzuna koyup sıktı. "Tanıştırayım, bu Koza, bizim..." Ne diyeceğini bilemeyip, "Tanıdık," diye geçiştirdi. "Çok uzaklardan geldi."

"Evet evet, çok uzaklardan geldi," diyen Yankı, Osman amcaya başını salladı. "Yerin altı kadar uzaklardan. Geri dönecek umarım tekrar."

"Osman amca!" Işık şakıyıp Osman amcanın boynuna atladı. "Nerelerdesin, hiç görünmüyorsun! Mutlu seni çok özledi!"

Osman amcanın gözleri parladı, direkt etrafa baktı ve ben de dönüp Mutlu'nun oturduğu sandalyeye baktığımda boş olduğunu gördüm. "Ee," dedi Osman amca hevesle. "Nerede Mutlu?"

"Sizlere ömür," diye bir ses geldi derinden. Bu ses Mutlu'ya aitti ama ortalıkta görünmüyordu. "Helvasını kavurduk, yedik, afiyet olsun."

Bartu gülmeye başladığında Işık da ona eşlik etti. Osman amca, "Mutlu!" diye seslendi etrafa. Bartu gözüyle masanın altını işaret ettiğinde Osman amca dudaklarını birbirine bastırıp, "Yaramazım benim," dedi. "Çık bakalım dışarı."

"Bir de yaramazım demez mi cilveli cilveli," diyen Mutlu'nun sesi ağlamaklı geliyordu. "Ya, benim kaderim mi bu? Ya, ben ne olursa olsun yüzü gülmeyen Bihter miyim?"

"Evet!" Osman amca başını eğip masanın altına baktı ve Mutlu'nun kolunu tutup kendine çekti. "Neden saklandın oralara?"

Yankı yüzünü buruşturdu, Işık kıkırdadı ve Koza, Işık güldüğü anda dönüp ona baktı. Bartu ise eğilip Mutlu'yu zorla masanın altından çıkardı. Mutlu hepimize kızgın gözlerle bakarken Osman amca gözlerini kırpıştırıp ellerini aşağıda birleştirdi. Mutlu ilk önce Osman amcaya bakıp başını çevirdi, sonra bir kez daha baktı, ardından bir kez daha. "Ne olur bakma bana öyle," dediğinde burnunu kırıştırdı. "Hayalim Kırbaç Grey, hayatım Cilve Osman." Başını iki yana salladı. "Ne olur bakma ya öyle."

"Osman amcacığım, bakma sen ona," diyen Işık hâlâ gülüyordu. "Kendisi senin gelmeni en çok isteyenlerden bir tanesi."

Bartu da diğer taraftan, "Herhalde be amca," dedi. "Kırbaç Grey dediği kişiyi biliyor musun sen?"

Mutlu'nun gözleri kocaman açıldı. "Hayır," dedi Osman amca. "Kim o?"

"Bir yemek çeşidi," diye lafa atladı Mutlu, sonra dişlerini sıkarak, "Yapmayın," dedi. "En son Batman sevdiğimi öğrendiğinde Batman kostümü giymişti. Yapmayın."

"Yemek çeşidi mi?"

"Evet," dedi Mutlu. "Bol tuzlu yenir. Senin tansiyon filan var. Ağır gelir sana o yemek. Boş ver."

"Yalan söylüyor Osman amca," diyen Işık, Mutlu kolunu sıktığında bile görmezlikten geldi. "Bir film karakteri. Kendisinin kırbacı var ve oyuncakları."

"Oyuncakları mı? Çocuk mu bu karakter?" Osman amca masum bir ifadeyle Mutlu'ya baktı. "Bir çocuğa mı hayransın?"

Bartu kendini sıkıp gülmemek için zor tuttu, ben dayanamayıp güldüm, Yankı ise Işık'a ayıkla pirincin taşını, der gibi baktı. Mutlu kollarını önünde bağlayıp, "Cevabını o kadar çok merak ediyorum ki kırık yumurta," diye mırıldandı. "Bakalım nasıl bir açıklama yapacaksın."

Işık bir ayağına ağırlık verdi; gözlerini açıp önce bana, sonra Yankı'ya baktı. "Şey… Oyuncaklar…" Alt dudağını dişledi ve Bartu'ya kaş göz yaptı. "Çocuk değil. Yani adamın yaşı büyük ama oyuncuklarla oynamayı seviyor."

"Kocaman adam oyuncuklarla mı oynuyor? Deli mi bu adam?" diye sordu Osman amca bu kez de. "Nasıl oyuncaklar bunlar?”

Bartu kahkahayı bastığında Koza'nın da tebessüm ederek onları izlediğini gördüm ve kalbimi burkan bir detaya da dikkat ettim. Gerçek bir tebessümdü, alaycı değildi, içtendi. Koza'nın gerçek gülümsemesinde her yaşının kederini görebiliyordum.

Yankı omzuyla omzumu itekledi bir anda, başımı çevirip ona baktığımda göz kırpıp, "Ne dersin," diye sordu kısık bir sesle. "Güzel bir delilik değil mi sence de bu?"

Gözlerim kocaman açıldı, dudaklarım aralandı. "Yok artık," dedim şaşkınlıkla. "O kadar mı?"

Yankı gülümsedi ama öyle bir gülümsemeydi ki dün geceden sonra her gülümsemesinin içinden tutku geçecekmiş gibi geliyordu. Kulağıma yaklaştı, fısıldayarak, "Oyuncaklar insanı ısıtır Helin," dedi. "Dün çok soğuk olunca fark ettim bunu. Özellikle şu pantolonumu çıkarıp..." Dirseğimle sertçe karnına geçirdiğimde Koza göz ucuyla bize baktı.

Dişlerimi sıkıp gülümsüyormuş gibi görünerek, "Dün hakkındaki her şeyi hatırlıyorsun demek," dedim. "Unutmaman hoşuma gitti."

"Hatırlamaz mıyım," dedi bu kez Yankı, yine kulağıma eğildi ve nefesi boynuma çarptı. "Şu birkaç saniyelik pantolonu çıkardığın kısım var ya. O kısım hafızama işledi, ölsek çıkaramazsın aklımdan."

Başımı yan çevirip ona baktım, fazlasıyla yakın dururken, "Benim de ölsem unutamayacağım anlarım vardı," diye fısıldadım. "Onları da hatırlıyor musun acaba?"

"Ee!" Osman amcanın sesi aramıza girdi. "Kim söyleyecek bana bu oyuncakçı adamı?"

"Of!" Işık hepimize ters ters baktı. "Yardım etsenize! Tek başıma kaldım!"

Bartu kaşlarını kaldırıp, "Boş ver Osman amca sen şu adamı," dedi. "Yarın gri takım elbiseni ve kırbacını alıp gel. Mutlu o zaman gözlerini senden alamaz."

"Keşke gözlerim kör olsa da o görüntüyü görmesem," diyen Mutlu, Osman amcanın ona her cilveli bakışıında gözlerini deviriyordu.

Bartu masanın üzerine bırakılan fanusu eline aldı ve içindeki kâğıtları çalkalayıp eliyle karıştırarak, "Çekilişi yapalım," deyip tek tek hepimizin yüzüne baktı.

Tam o anda Yankı, "Lâl," diye seslendi koltuğa doğru. Lâl başını eğdiği yerden kaldırdığında olanların farkında değilmiş gibi Yankı'ya baktı. Yankı ise onun bakışlarını gördüğü anda yanımdan uzaklaşıp ona doğru yürüdü. "Gel," dediğini işittim. "Kısa sürecek."

Lâl oturduğu yerden Yankı'nın yüzüne bakarken, Yankı başıyla bir kez daha kalkması için işaret verdi. Işık da, "Hadi Lâl!" diye bağırdı.

"Lâlito!" diye bağıran Mutlu, Osman amcaya bakmamaya çalışıyordu. "Beni bu azaptan ne kadar kısa sürede kurtarırsan o kadar iyi."

Lâl Bartu'ya baktı, Bartu ise Lâl'e bakmak yerine fanusun içindeki kâğıtları karıştırıyordu. Yapacak hiçbir şey olmadığını fark ettiğinde yavaşça ayağa kalktı ve Yankı'yla beraber yanımıza geldi. Koza'ya oldukça uzak bir yerde durduğunda Koza bakışlarını ona çevirmemeye çalışıyordu, görmezlikten gelmekti bu.

"Tamam," dedi Bartu fanusu öne uzatarak. "İlk önce Osman amca çekiyor." Osman amca fanusun içine baktı ve çok kısa bir süre sonra kâğıdı çekti.

Bartu ona başını salladığında bu sefer fanus Koza'ya uzatıldı. Koza oturduğu sandalyeden kalkıp elini fanusa soktuğunda bakışları Işık'ın üzerinde gezindi. "İstersen," dedi Işık'a doğru. "Seni çekeyim."

Işık gözlerini kaçırdığında Bartu fanusu Koza'nın önünden sertçe çekip Işık'a uzattı. Işık hiçbir şey demeden kâğıt çekti. Sonra isteksizce Mutlu da bunu yaptı. Ardından Lâl'e fanusu uzattığında ona bakmamaya dikkat ediyordu. Lâl Bartu'yu izledi, ona bakmasını bekledi ama karşılık bulamayınca elini fanusa daldırıp o da bir kâğıt çekti.

"Sizin sıranız," deyip fanusu bize uzattı. Yankı'yla kısa bir süre bakıştık, Yankı nefesini verdi, ardından elini daldırıp kâğıt çekti, ondan sonra ben de çektim. En son kalan kâğıdı da Bartu çekip boş fanusu masanın üzerine koydu. "Herkes ilk önce kimi çektiğine baksın, birbirinize göstermeyin, sonra sırayla söyleyeceğiz," dedi Bartu.

Başımı sallayıp elimde duran kâğıdı açmak için uzandığımda Yankı'nın arkamdan eğilip gizli gizli kâğıdıma baktığını gördüm. "Ya," dediğimde kâğıdı göğsüme çektim ve kaşlarımı çatıp diğer tarafa yürüdüm. "Yankı kâğıdıma bakmaya çalışıyor." Yankı kaşlarını çattığında dilimi uzatıp tekrar kâğıda döndüm.

İlk tepki Osman amcadan geldi. Gülmeye başladığında Bartu da ona katıldı ve birbirlerine göz kırptılar. Nedense açmak yerine ilk önce herkesin tepkilerini izlemek istediğim için yüzlerine baktım.

Osman amcadan sonra kâğıdı açan kişi Bartu oldu. İsime baktıktan sonra kaşlarını kaldırdı ama rahatsız oluyormuş gibi değildi. Onun arkasından Mutlu kâğıdını açıp ismi okudu. Sonra yaklaşıp okudu, ardından uzaklaştırıp okudu, arkasını çevirdi, önünü çevirdi ve başını kaldırdı. Osman amcaya baktı ve benim onu izlediğimi gördü. Sonra bir anda kâğıdı ağzına atıp çiğnemeye başladığında şaşkınlıkla gözlerimi açtım fakat o parmağını dudaklarına götürüp sus işareti yaptı.

Başımı dehşet içinde iki yana salladım ama Mutlu kâğıdı çiğnemeye devam ederken o da dram filminden fırlamış gibi bana bakıyordu.

Osman amca ona çıkmıştı...

"Yok artık ya!" Işık'ın inlemesiyle beraber bakışlarım ona döndü, kâğıdı masaya atıp sinirle sandalyesine oturdu. "Ben saymıyorum bu oyunu!"

Koza başını kaldırıp ona baktı, sonra tek kaşını kaldırıp kâğıdını açtı. İsme bakarken gözleri kısıldı ve dudaklarına keyifli bir gülümseme oturduğunda sırtını sandalyeye yaslayıp direkt Yankı'ya döndü. Yankı'nın da gözünün onun üzerinde olduğunu fark ettiğimde ikisinin arasında sözsüz bir bakışma geçti.

Lâl nefesini verip kâğıtta yazan ismi avcunun içinde sıkıca tuttu ve elini yumruk yaptı. Gözlerinden hiçbir duyguyu okumadım ama çenesi titredi. Korkudan mıydı yoksa ağlayacak mıydı, bilemedim.

En sonunda Yankı da kâğıda uzandığında bir anda durdu ve başını kaldırıp bana baktı. Onu izlediğimi fark ettiğinde, "Önce sen," dedi. Gözlerimi devirip ikiye katlanmış kâğıdı açtığımda bakışlarımı ondan ayırdım ve kâğıda umursamaz gözlerle baktım ama ismi gördüğüm anda nefesimi tuttum:

Lâl Sarca.

Çekilişte bana onun ismi çıkmıştı, hediye alacaktım. Başımı yavaşça kaldırdığımda Yankı'yla göz göze geldik, dudaklarımı öne çıkarıp onu işaret ettim.

Yankı son kişi olarak kâğıdını açtı ve başını eğip isme baktığı anda yüzünde mimik oynamadı. Nefesini verdi, dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kapattı. Kâğıdı avcunun içine aldığında yumruk yaptı ve başını kaldırıp gözlerini açtı. Bana değil, boşluğa baktıktan sonra burnunu çekti.

Bartu herkesin açtığından emin olduğunda, "Osman amca," dedi. "Sana kim çıktı, ilk sen söyle."

Osman amca âdeta kötü adam kahkahası atıp, "Elbette ki yaramazım," dedi Mutlu'yu göstererek. "Kader bizi birleştiriyor."

Bilerek yapmışlardı... Ama nasıl?

"Ah," dedi Bartu şaşırmadan. "Kader işte."

Gözlerim Mutlu'ya döndü fakat hareketsizce hazır olda durduğunu ve nefes bile almadığını gördüm. Boşluğa bakıyordu. Gözleri bile kırpılmıyordu. Hepimiz onun büyük bir tepki vermesini bekliyorduk ama donuktu.

"Mutlu'yu atlıyorum çünkü inme inmiş numarası yapıyor, sorsak da söylemeyecek. En son ona kimin çıktığını anlarız." Çenesiyle Işık'ı gösterdi. "Sana kim çıktı?"

Işık sertçe masanın üzerindeki kâğıdı alıp havaya kaldırdı. "Bana ben çıktım!" dedi öfkeyle. "Böyle bir şans olabilir mi ya? Kendi kendime mi hediye alacağım ben şimdi? Sayılmaz, bir daha çekelim, ne olur!"

Bartu kaşlarını çatıp, "Bu nasıl şans lan?" dedi. "Vasıfsız."

"Sensin o. Bilerek yaptın, değil mi?" Kâğıdı Bartu'nun yüzüne attı. "Oynamıyorum ben."

Koza gülümseyip, "Ah, Nil," dedi her zamanki o etkileyici bakışlarını Işık'a göndererek. "Biraz daha sinirlensene, izlemesi güzel." Masanın üzerinden Işık'a eğildi. "Oynamıyor musun sen?" diye sordu çocuğa sorar gibi. "Bir daha söyle, duyamadım."

"Oynamıyorum," dedi Işık da kollarını bağlayıp dudaklarını öne çıkararak. "Böyle bir şanssızlık olabilir mi ya?"

"Ben hayatımda bundan daha güzel bir mızıkçı görmemiştim." Koza kaşlarını kaldırdı. "Bir daha söylesene."

Bartu elini sertçe Koza'nın omzuna koyarken resmen vurmuştu. "İkinci maddeyi unuttun mu?" diye sordu. "Çapkınlığını git başka yerde göster." Koza sırıtırken söz dinlemeyen bir çocuğu anımsattı. "Sana kim çıktı?"

"Önce siz söyleyin," dedi Koza. "Ben sürprizi sona saklayayım."

Bartu ikiletmeden önündeki kâğıdı havaya kaldırıp Yankı'yı gösterdi. "Bana Yankı çıktı." Yankı başını bir kez salladı. "Ve ben sanırım onun ne hediye istediğini biliyorum."

Yankı hiçbir tepki vermedi, aklı tamamen dağılmış gibiydi. Onun yerine ben, "Ne hediye istiyor?" diye sordum.

Bartu gözlerini devirdi ve imalı imalı bakıp, "İkinize ait bir oda tabii ki," diye mırıldandı. "Bu hediyeyi ona vermenin vakti gelmişti."

"Pardon," dedi Osman amca kaşlarını kaldırıp. "Daha önce tanıştıysak da hatırlamıyorum. Bu küçük hanım kim?"

Kısa bir sessizlik oldu, kimse ne diyeceğini bilemedi. Zaten Işık Koza'nın cümlelerinden sonra ona odaklanmış vaziyetteydi, Mutlu'ya inme inmişti, Yankı ise...

"Bizden biri," dedi Bartu Osman amcaya. "Benim kardom." Bana göz kırparken içimin burkulduğunu fark etti.

"Ha," dedi Osman amca bana bakıp. "Ben de ilk gördüğümde beyefendinin eşi filan sandım." Beni unutmuştu. Bir hastalığı olabilir miydi? Osman amca Koza'yı işaret ettiğinde Yankı hızlıca dönüp Osman amcaya öyle bir baktı ki korkuyla ben bile titredim. Osman amca da Yankı'nın bakışlarını gördü, yutkundu. "Ama değilmiş. Yanlış anlamışım." Yankı bakmaya devam etti. "Oğlum," dedi korkuyla. "Yanlış anlamışım dedim ya."

"Çok yanlış anlamışsın," diye homurdandı Yankı. "Helin benimle birlikte. Bir başkasının eşi değil."

Helin benimle birlikte. Bir başkasının eşi değil.

Koza Yankı'yı belki yıkamazdı ama her seferinde kendini tutamayıp böyle tepki verdiğinde Koza'nın keyiflendiğini görebiliyordum. Osman amca Yankı'nın bu sert tepkisinden sonra bakışlarını masaya çevirdi ve bir süre sonra ortamı yumuşatmak istermiş gibi, "Lâl, kızım," dedi ona bakıp. "Hasta görünüyorsun, eve geldiğimde de beni karşılamadın, iyi misin?"

Lâl sadece başını salladı, ardından elindeki kâğıdı yavaşça Bartu'nun önüne itekledi. Bartu dirseğine çarpan elini gördüğünde masanın üzerinden dirseğini çekip kâğıda baktı. Yutkundu, kaşları çatıldı. Hiçbir şey söylemeden kâğıdı havaya kaldırdığında hepimiz onun ismini gördük. Lâl'e Bartu çıkmıştı.

Bartu bu durumdan hiç etkilenmemiş gibi çenesiyle Yankı'yı işaret etti. "Sana kim çıktı Yankı?"

Lâl Bartu'nun onu zerre önemsemediğini gördüğü anda gözleri doldu fakat Koza'nın karşısında bunu göstermek istemiyormuş gibi sandalyeden kalktı. Sandalye yere devrildiğinde kaldırma zahmetine bile girmeden masanın etrafında dolanıp kapıya doğru yürüdü. Yankı Lâl'e bakarken Işık da ayağa kalktı ama Lâl elini kaldırıp onları durdurdu ve odadan ayrıldı.

Merdiven basamaklarında adımları duyulduğunda Işık Bartu'ya, "Abarttın artık," dedi. "Ona düşmanınmış gibi davranmana gerek yok." Bakışlarım Yankı'ya döndü, o da kaşlarını çatmış, Bartu'ya doğru bakıyordu.

Bartu, Işık'ı duymazlıktan gelip, "Yankı," dedi. "Sana kim çıktı, söylesene?"

Yankı avcunda buruşturduğu kâğıdı masaya atıp ters ters Koza'ya baktı. Koza onun bakışlarından ne olduğunu anladı ama yine de masanın üzerine atılan kâğıdı eline alıp havaya kaldırdı ve şen kahkahayı ortaya salıverdi. "Vay be Sonuncu," dedi. "Bana hediye alacağın günleri de mi görecektin?"

"Koza mı çıktı sana?" diye sordum gözlerimi açıp.

Geriye iki isim kalmıştı: Lâl ve ben. Lâl bana çıktığına göre...

"Ne güzel eşleşmeler bunlar," dedi Koza, sonra oturduğu sandalyeden kalkıp elindeki kâğıdı Yankı'nın yüzüne tuttu. "Helin'e hediye alırken sana sormak isterdim ama maalesef onu senden daha iyi tanıdığımı düşünüyorum." Sonra bana bakıp göz kırptı. "En güzel hediyeyi alacağım sana Helin; merak etme, çok seveceksin."

Yankı kasıldı. Benim şaşkınlıkla gözlerim açıldı. Lâl, ben, Yankı ve Koza arasında olanlardan sonra çekilişte böyle bir şey çıkmasında Tanrı’nın bizimle bir planı olduğunu düşünüyordum. Bakışlarım Yankı'nın yüzünde gezindi, onun kasılması ya da kendini kötü hissetmesi beni de olumsuz etkiliyordu.

Tepki vermesini, sinirlenmesini bekledim ama o yine kendini sakin göstererek, "Artık git Koza," dedi âdeta evden kovup. "Buradaki şovun da işin de bitti."

Işık'ın dudağını büktüğünü gördüğümde artık onunla konuşma kararı almıştım. Aralarında ne geçmişti ya da kendini Koza'nın gözünde nasıl görüyordu bilmiyordum ama gitgide ona çekildiği ya da zamanında olanlardan dolayı Koza'dan etkilendiği fazlasıyla açıktı.

Mutlu hâlâ kaskatı durmaya devam ederken gözlerini karşıdan ayırmıyordu. Yine ortamı yumuşatacak kişi o olmalıydı ama bunu yapmıyordu.

Koza gülerek omuzlarını kaldırıp indirdi, sonra Yankı'nın sinir sistemini çökertemediğini fark ettiğinde direkt Bartu'ya dönüp, "Yarın akşam görüşürüz," dedi.

Bartu kaşlarını çattı, oturduğu yerden kalktı. "Koza," dedi uyarıcı bir tınıyla. "Bizim için yılbaşı günleri çok önemlidir, hiçbir olumsuzluğa yer vermeyiz. Bunu bozacak hiçbir şey yapma."

Yankı sırf bu yüzden mi sakinliğini koruyordu?

Koza'nın sadece bir anlık buna bozulduğunu hissettim ama imkânsızdı. İstenmemeye ya da hor görülmeye alışmıştı ama bu uyarıyı alması neden gözlerine birkaç saniyede kırgınlığı ekmişti, bilmiyordum. Rol mü yapıyordu yine? "Öyle bir planım yok," dedi sakin bir sesle. "En az sizin kadar eğlenmek istiyorum yarın çünkü benim de ilk eğlendiğim yılbaşım olacak."

Bartu başını onaylarmış gibi sallarken Koza herkesin yüzüne bir kez daha baktı, ardından Yankı'nın yüzünde daha uzun oyalandı. Yankı bir an olsun çenesini indirmezken bakışlarını ondan ayıramadı. Birkaç saniye sonunda odadan dışarıya çıktı; hiçbirimiz peşinden gitmeyince Bartu ilerlemek için adım attı, onunla aynı anda Işık da yürüdü.

Bartu kapıdan çıkarken Işık'ı görmedi, Işık peşinden gitmek istediğinde tam Yankı'nın yanından geçerken Yankı Işık'ın kolunu tutup gidişini engelledi. "Işık, kendini kaybetmeye başladın." Kısık sesle söylemişti, Koza'nın duymamış olduğunu umdum. Işık Yankı'nın onu tutan eline baktı, kaşları çatıldı. "Hiçbir şeyi düşünemeyecek duruma geldiğine inanmak istemiyorum, ne oldu sana böyle?"

Dış kapının kapandığını işittim. Işık kolunu sakince Yankı'nın kolundan kurtarıp bakışlarını bana çevirdi. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu, ardından bir kez daha kaşlarını çattı. Yankı onun bakışlarından ne demek istediğini anlamışa benzerken, Bartu da odaya geri döndü. "Benden ne istiyorsun, bilmiyorum," dedi Işık. "Ama Koza'dan hiçbir zaman nefret etmeyeceğim ya da ona düşman olmayacağım. Bunu bil. Sizin aranızdakiler sizi ilgilendirir."

"Kimsenin düşmanlığını istemiyorum," dedi Yankı kelimelerin üzerine basarak. Bartu'ya da duyurmaya çalışıyordu. "Ama onu bu kadar kolay kabul edemezsiniz hiçbiriniz."

"Hiç kimsenin onu kabul ettiği yok." Bartu diğer tarafa yürüyüp koltuğa yerleşti. "Sadece düşmansa da dostsa da kardeşse de yakınımızda tutmak istiyoruz, hepsi bu."

Yankı omzunun üzerine ona baktı, Bartu'ya karşı dindirmeye çalıştığı bir öfkesi vardı. "Gerçekten bunlar için mi yapıyorsun yoksa canını yakanların canını yakmaya mı çalışıyorsun Bartu?" Gözleriyle kapıyı gösterdi. "Lâl'i onun yanında küçük düşüremezsin, bu kadarını yapamazsın."

Bartu Lâl konusu yine açıldığında gözlerini devirip ellerini ensesine yerleştirdi ve karşısındaki duvara baktı. "Lâl'in hislerini önemsediğin kadar benim de hislerimi önemsersen neden böyle davrandığımı anlarsın."

Yankı'nın vücudu kasıldığında dayanamayıp, "Bence," dedim. "Bugün ya da yarın bu konuları rafa kaldıralım, olmaz mı? Yeri ve zamanı değil."

"Ben de öyle düşünüyorum," diyerek bana katıldı Bartu. "Bu zamana kadar susup hiçbir şey anlatmıyordun Yankı, şimdi ne oldu da böyle oldun? Eğer amacın bizi korumaksa..."

"Of," dedi Mutlu en sonunda yüksek sesle. Osman amca olanları şaşkınlıkla izliyordu, ilk defa onları böyle gördüğü ortadaydı. "Sokak Nöbetçileri için yılbaşı geliyor, farkında mısınız?" Bakışları Yankı'ya döndü. "Nereden nerelere geldik Yankı? Neleri atlattık? Burada Yeşilçam filminden fırlamış gibi konuşmak istemiyorum ama Koza'nın amacı eğer bu ise onun istediğini yapıyorsun, eğer değilse de yaşayıp görürüz." Mutlu Yankı'nın karşısına geçti. "Öyle çok değiştin ki aklını dinleyemez oldun."

Işık dayanamayarak, "Aklını dinleyemeyen tek kişinin ben olduğumu sanıyor," dedi. "Ama kendisi benden daha da kötü durumda."

Yankı kaşlarını çatarak ikisine birden baktı. "Biliyorum, bunları bizden duymak hoşuna gitmiyor," dedi Mutlu sakin bir sesle. "Ama artık bizi toparlamaya çalışırken kendi dağınıklıklarını göremeyecek duruma geldin, bizden daha kötü haldesin."

Bartu gülümsedi. Bu gülümsemesinde öyle bir ima vardı ki Yankı en çok onun yüzüne bakarken kasıldı. Omuzları gerginleşti, kardeşlerinin yüzüne baktı, ardından dudaklarını ıslattı. Bir şey söylemek istedi, sonra vazgeçti. Bana bakmadan herkese arkasını döndü ve odadan çıkıp merdivenlere yöneldi. Öylece kaldığımda Osman amca, "Size ne oluyor?" diye sordu büyük bir şaşkınlıkla. "Yankı'ya neler oluyor?"

Bartu gözleriyle bana dikkatlice bakıp, "Aklını kaybediyor Yankı," dedi. "Ve bu hepimizi etkiliyor çünkü artık duygularıyla hareket eden bir adama dönüştü."

Bir an ne yapacağımı bilemedim, ardından yine kendimi sadece bir kez dinleyip Yankı'nın arkasından odadan ayrıldım ve merdivenleri hızlı adımlarla çıktım. Lâl'in yanına gitmiş olmalı diye düşünürken, onu tam aksi şekilde banyoya girerken gördüm. Kapıyı kapattığı anda koşar adımlarla peşinden devam ettim ve banyonun kapısını açıp içeriye girdim.

Yankı altındaki battaniyeyi yere attığında sırtı bana dönüktü, kimin geldiğine bakmadı ama anlamış olacak ki derin bir nefes verdi. Kapıyı arkamdan kapattım, sırtımı kapıya yasladım. İkimiz o banyoda yalnız kaldığımızda ilk ne konuşacağımızı, ilk kimin ne tepki vereceğini bilmiyorduk. Ne konuşacaktık? Dünden sonra ilk kurulan cümle ne olacaktı?

Yavaşça bana döndü. Altında sadece siyah baksır vardı fakat bunu görmezlikten gelmem gerekecekti. Bakışlarım yavaşça yine dövmesine kaydı ama inceleyemeden yüzüne tekrar baktım.

"Görüyorsun, değil mi?" diye sordu sakin bir sesle ama derinden. "Görüyorsun. Her şeyi görüyorsun." Elini yavaşça saçlarına geçirip başını iki yana salladı. "Bana neler yaptığını görüyorsun, değil mi? Beni ne hale getirdiğini?" Parmaklarıyla saçlarını çekiştirdi, öfkeli bir konuşması yoktu. "Ben artık kendimi tanıyamıyorum." Ama bunu söylerken rahatsızmış gibi söylemedi.

"Bu seni rahatsız ediyor mu?" diye sordum yine de. Evet, derse ne yapacaktım? Biliyordum ki hiçbir şey yapmayacaktım ama yine de artık sorulardan kaçmamaya çalışacaktım.

"Bu beni mahvediyor," diye yanıtladı bir anda. Ardından bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı.

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı aşağı yukarı salladım. "Sanırım şu anki Yankı, bana o rubik küpü veren Yankı'yla konuşsa onu engellerdi."

"Aksine Helin, aksine," deyip önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Beni mahveden de bu. O Yankı, bütün bu yaşanacakları eski Yankı'ya anlatsaydı seni bulmak için daha fazla çabalardı." Parmakları yanaklarıma dokundu, gözlerimin içine baktı. "Aşağıda söylediklerimin arkasındayım. Ben ne olursa olsun seni arar bulurdum."

Gülümsemeden edemedim, Yankı'nın gözleri gülümsememe kaydı. "Sanırım, 'Beni mi arıyordun?' diyen kişi bu kez ben olurdum."

O da gülümsedi, öyle güzel gülümsedi ki parçalandığımı hissettim. "Öyle olurdu." Daha fazla gülümsedim, sırtımı kapıya biraz daha yasladım. Gülümsememi izlerken odağını benden asla ayırmıyordu. Uzun bir süre izledi, zaman umurumda bile değildi.

"Dünün her detayını hatırlıyorsun, değil mi?" diye sordum, parmaklarımı kıvırıp tırnaklarımı avcuma batırarak.

Yankı muzipçe sırıtıp, "Pantolonumu çıkardığın kısımdan mı bahsediyoruz?" diye sorduktan sonra başını salladı. "Hatırlıyorum. İlk önce işaret parmağın kasıklarıma değdi, sonra orta parmağın. Düğmeyi açarken iki kez nefes alıp verdin, gözlerini çok kırpmadın. Bana kaçamak bakışlar attın. Fermuarı indirirken nefesini tuttun, serçe parmağın benimkine değdi."

"Benimki mi?"

Yankı başıyla aşağı tarafı gösterdi ama asla bakmadım. "Sonra derin bir nefes alıp pantolonumu çıkardın. Ondan öncesinde de gömleğimi çıkardın tabii. Düğmeyi açarken ilk başta çok rahattın mesela. Ben sana bakınca iki kez dudaklarını ısırdın. Dudaklarının kızarıklığını karanlıktan göremedim, her ısırdığında çok fena kızarıyor."

"Yankı," dedim dehşet içinde. "Ayaklarını bulamayacak kadar sarhoştun, bunları nasıl hatırlayabiliyorsun?"

"Ayaklarımı gerçekten bulamayacak kadar sarhoştum," dedi gülümsemeye devam ederken. "Ama aklımı tamamen kaybedecek kadar sarhoş olsam bile senin nefesini de, ellerini de, bakışlarını da unutmam."

Kasıklarıma ince bir sızı girdi, dayanamayıp elimi kaldırdım ve yüzüne dokundum. Kirli sakalları avuçlarıma batarken hafifçe başparmağımla çenesini okşadım. Gözlerini kapattı, derin bir nefes alıp tekrar açtı. "Peki," dedim korkuyla. "Diğerlerini de hatırlıyor musun?"

Çenesindeki parmağım alt dudağına kaydı; nefesimi tutmuş ondan cevap beklerken Yankı kısık sesle, "Bilmem," dedi. "Başka bir şeyler de mi oldu?"

"Hatırlamıyor musun?" dedim gözlerimi kocaman açarak. "Bana neler söylediğini."

"Sana ne söyledim ki?" Alt dudağını öne doğru çıkardı. "Tek hatırladığım beni soyduğun ve uyuduğumuz. Ondan öncesinde her ne olduysa unutmuşum."

Gözlerimi daha fazla açtım, Yankı yalan söylemezdi. Gerçek miydi? "Ciddi misin?" diye sordum kızgınlıkla.

"Ciddiyim," dedi başını sallayıp. "Ne yaptım? Her ne yaptıysam sarhoşluktandır."

"Yuh!" Elimi yüzünden çektim ve omzundan hafifçe itekledim. "Beni kandırıyorsun, değil mi?"

Yankı kaşlarını kaldırdı, beni anlamaya çalışarak, "Ne yapmış olabilirim ki?" diye sordu. "Hiç bilmiyorum. Aydınlat beni."

"Söylemeyeceğim," dedim ve arkamı dönüp banyodan çıkmak için kapının kolunu çevirdim ama Yankı bir anda açılan kapıyı eliyle kapatıp beni kapıyla kendi arasına sıkıştırdı. Ellerini başımın iki yanına koyup yüzüme yaklaştı.

"Söyle bana," dedi fısıldayarak. "Ne yaptım? Yüzüme bakarak söyle."

"Söylemeyeceğim," dedim kaşlarımı çatarak.

"O zaman yalan söylüyorsun."

"Yalan filan söylemiyorum," deyip ellerimi göğsüne koydum ve onu iteklemek istedim; tabii ki başarısız oldum, zaten fazla da güç sarf etmedim.

"O zaman inandır beni," diye karşılık verdi. "Yoksa yalan söylediğini düşünürüm."

Kaşlarım daha fazla çatıldı, çenemi sıkıp, "Seninle ilk tanıştığımız zamanlar seni önümde diz çöktüreceğimi söylemiştim, hatırlıyor musun?" dedim. "Dün önümde diz çöktün, bacaklarıma sarıldın, bana, ‘Gitme,’ dedin. ‘Gitme,’ dedin bana Yankı, kim olursam olayım, gitmemi istemedin. Bunu unutmuş olamazsın."

Şaşırmadı, tepki vermedi, sadece gözlerimin içine baktı. Unutmamıştı, benden duymak istemişti ya da daha fazlası. "Dizlerimin üzerine mi çöktüm?" diye sordu. "Bir de, ‘Gitme,’ dedim, öyle mi?" Tek kaşını havaya kaldırdı, beni baştan aşağı süzdü, ona böyle yakın dururken kızgın olsam bile tepki vermek imkânsızlaşıyordu. "Bir de bacaklarına sarıldım. Daha neler Helin. Ben sadece tek bir an, dizlerimin üzerine kapanırım, yalan söylüyorsun bence."

"Bilerek yapıyorsun," dedim sert bir sesle karşılık vermeye çalışarak. "İlk tanıştığımız zaman da böyle söylemiştin ama öyle olmadı. Eğer pişman olduysan bunu unuturum ve sana da asla hatırlatmam ama bu yaşandı."

Yankı'nın gözleri daha fazla yoğunlaştı. "Pişmanlık mı?" diye sordu sakince. Bir elini kapıdan çekti, omzuma dokundu ama tüy gibi dokunuşu ürpermeme neden oldu. Yavaşça kolumdan aşağıya kaydı, oradan da belime ilerledi, belimin kavisini kavradığında diğer elini de aynı şekilde kaydırıp belime koydu. Dik durup bana öyle baktığında aramızdaki boy farkından dolayı başımı kaldırmak zorunda kaldım.

Çıplak göğüs kafesinden kokusunu soluyordum; öyle güzel kokuyordu ki bunu tarif etmeye kalksam bütün ormanları, bütün çiçekleri, bütün toprak kokularını aynı anda söylerdim. O dünyanın bütün güzel kokularına sahipti.

"Evet, pişmanlık," dedim tedirgin bir sesle. Bakışlarım göğüs kafesine indi, karın kaslarına da baktım ama hızlıca yukarıya tırmandım. "Sarhoştun, bunu belki de alkolün etkisiyle yaptın ve şu an pişman olduğun için unutmuş numarası yapıyorsun. Merak etme, bir daha dile getirmem ve ben de unuturum." Sonra yalan söylediğimi fark ettim, kendime kızdım. "Yalan söylemeyeceğim, asla unutamam ama unutmuş numarası yaparım senin gibi."

Yankı belimi daha sıkı kavradı. "Sarhoştum," dedi başını sallayıp. "Ama artık sarhoş değilim, değil mi?"

"Değilsin," diye cevapladım.

Yavaşça eğildi, omuzlarını indirdi ve ayakları geriye gitti. Elleri belimden kasıklarıma ilerlediğinde eğilmeye devam etti. Gözlerim onu izlerken yüzüyle yüzüm aynı hizaya geldi, öpecek sandım fakat beni dehşete düşürerek daha fazla eğildi, daha fazla ve daha fazla. Elleri bacaklarıma kaydığında tek dizinin üzerinde durdu, aşağıdan bana baktı. "Ve önünde böyle çöktüm Helin. Sen Yankı'yı dizlerinin üzerine çöktürdün." Elleri bacaklarımdan altımdaki eteğin ucuna kaydı, parmaklarıyla kavradı. "Pişman değilim, yine olsa yine yaparım. Hepsini hatırlıyorum, her kelimesiyle."

"Yankı," diye fısıldadım, ona dikkatle bakarken. Bir elim saçlarına dokundu, parmaklarımı arasında gezdirdim. "Bunu yapmak zorunda değilsin."

"Sana sadece tek bir an dizlerimin üzerine çökerim derken de yalan söylememiştim," diye fısıldadı. "Sadece eksik söylemişim, gitme diye de yaparım bunu. Ve daha fazlası için de."

Yutkundum, parmakları bacaklarımda gezindi, dizlerime dokundu, ardından üzerimdeki elbisenin uç kısımlarının biraz daha yukarıya sıyrılmasına neden oldu. Kasıklarımdaki sızı daha fazla arttı, yapma, dedim kendi kendime, engelle kendini, dur ama içimdeki arzuya karşı koyamayarak, "Tek bir an dediğin neydi?" diye sordum sanki bilmiyormuş gibi.

Yankı gülümsedi, öyle bir gülümsedi ki bu soruyu beklediği ortadaydı. Parmakları bacaklarıma daha sıkı tutundu, yaklaştı ve nefesi bacaklarıma dokundu, ardından dudaklarını dizlerime bastırdı. "Çare olacağım dizlerin," dedi kısık sesle. O ana kadar titrediklerini bile fark etmiyordum, heyecan beni mahvetmeye başlamıştı. Fakat Yankı durmadı, dudakları yukarıya kaydı ve dizlerimin üstünden de öptü. "O tek bir anı göstereyim sana şimdi."

"Yankı," diye fısıldadım.

Parmakları eteğimin uçlarını tutarken, nemli dudaklarını bacağıma bastırdı ve ıslak bir şekilde öptü. Sonra yavaş yavaş yukarıya çıkarken, elbisemi de yukarıya sıyırdı. Gitgide tırmandığı yerde benim de kalbim, göğüs kafesimi delip geçecek kadar hızlı attı. Kasıklarımdaki sızı acıya dönüştü ya da yanmaya ama o ateş kasıklarımda dururken nefes almakta bile zorlandım. Elbise gitgide yukarıya tırmanırken bacaklarımı öpmeye devam etti. Kapalı gözleri ve derin nefesleriyle önümde eğildiğinde bir elim kapının koluna tutundu, Yankı'nın bir anda gözleri açıldı ve eli direkt kapının anahtarına gitti, çevirdi. Dudakları daha yukarıya tırmanırken, "Bu sefer önlemimi alıyorum," dedi gülümseyerek.

"Yankı, ne yapıyorsun?" diye en aptal soruyu sordum. "Bu yaptığın şu an çılgınlık."

"Sen buna çılgınlık mı diyorsun?" diye sorduğunda keyifli bir gülümsemeyi bana gönderdi. "Henüz değil." Elbisem baldırlarıma kadar sıyrılmışken onu biraz daha yukarıya çekti ve bir elim kapının kolunu sıkıca tutarken, diğer elim saçlarını okşadı. Sırtımı öyle bir yasladım ki kapıya, dudağının her darbesinde omurgamdan aşağıya inen ürperti beni mahvedecek gibiydi.

Dudaklarını yukarıya kaydırıp iç bacağımdan öptüğünde, "Gitgide sıcak oluyorsun," diye fısıldadı. "Ben en çok bu yolu sevdim sanırım vücudunda." Elbiseyi biraz daha sıyırdı. Yankı'nın bir eli bacağımı tutarken, diğer eli elbisede gezindi. Kalçamın çizgisine geldiğinde eli ileriye doğru gitti. Önden elbisemi kaydırmak yerine arkadan yukarıya sıyırdı ve parmakları kalçama dokundu. Tamamen iç çamaşırım ortaya çıktığında kapalı gözlerini açtı ve bakışlarını üzerimden yavaşça aşağı indirdi. Baktığı yer utançla kıvranmama neden olmalıydı ama öyle değildi, aksine kıvranmama bakışları neden oldu.

"Kırmızı mı?" diye sordu. Altımdaki dantelli kırmızı iç çamaşırına bakarken yutkundu. "Siyah olsaydı..." Devam etmedi, dudaklarını iç bacağımdan yukarıya tırmandırdı, parmaklarım bu sefer saçlarını sıkıca kavradı. Kapının koluna baskı yaptım ama kilitli olduğu için açılmadı. İç çamaşırımın çizgisine geldiğinde orayı öpmek yerine nefesini verdi ve öperek değil, dudaklarını sürterek leğen kemiklerime doğru çıktı. Islak dudaklarını belirgin kemiklerime bastırdı. Arkamdaki eli, kalçamın çizgisinde dolandı.

"Yankı," diye fısıldayıp saçlarını çekiştirdim. "Bunu..." Bir anda dişlerini kasıklarıma sürttüğünde "Yankı," diye inledim. Kasıklarıma artık ateş oturduğundan emindim, ensemden ter boşandı. Dişlerini sürterek iç çamaşırımın lastiğine kadar geldi ve dişleriyle tutup bir kez çekiştirdi. Gözlerimi kocaman açtığımda bakışlarımız kesişti.

"Gözlerimin içine bakıyorsun, bunun adı ne bilmiyorum ama ben teslimiyet derdim. Ben şimdi nasıl dayanayım buna?" Dudaklarını ıslattı, ardından nemli dudaklarını bastırdı. Kumaş parçasına rağmen dudaklarını hissetmek sırtımın daha fazla gerilmesine ve hafifçe inlememe neden oldu. Yankı dudaklarını art arda iç çamaşırımın üzerine bastırdığında kadınlığım kasılıyordu. Gözlerimi kapattım, çenemi kaldırdım ve farkında olmadan ilkel bir dürtüyle kendimi ona itekledim. Yankı'nın kalçamda duran eli bir anda çıplak kalçamı kavradığında o da hafifçe inleyip bir kez daha iç çamaşırımın lastiğinden dişleriyle çekiştirdi.

Kalbimin sesi kulaklarımı doldurduğunda saçlarını daha sert çekiştirdim ve başını kendime bastırdığımda gülümsediğini hissettim. Kalçamı parmaklarının arasına aldı, hafifçe sıktı, sonra dudakları aşağı tarafa kaymaya başladı. Tam kadınlığımın olduğu yere doğru. Hafifçe inlediğimde kalçamı öne arkaya itekledim; Yankı'nın bacağıma tutunan eli, yukarıya tırmanıp göğsüme doğru ilerledi. İç çamaşırımın üzerinden beni öperken sıcak nefesiyle bile delirecek gibi oluyordum.

"Ben artık o tabloyu," dedi dişlerini sıkarak. "Ben artık o tabloyu…" Derin bir nefes aldı. "Kokun en çok şu an yaşadığımı hissettiriyor."

Dudaklarını bir anda tam kadınlığımın üzerine bastırdığında yüksek bir sesle inleyip, "Yankı!" dedim ve parmaklarım saçlarını kökünden çekiştirdi. Bir kumaş vardı, tek bir kumaş fakat hiçbir anlamı yoktu. Onu hissediyordum, nefesini, dudaklarını hatta şu an... "Yankı," dedim daha kısık sesle. "Yankı."

Göğsüme tırmanan eli kasıklarıma geri döndü fakat bu kez, iç çamaşırımın lastiğini tutup hafifçe aşağıya indirdi. Dudakları hâlâ kadınlığımın üzerinde dururken, "Ben nasıl dayanayım?" diye sordu derinden gelen bir sesle. "Artık dayanamıyorum." Kasıklarımda duran eliyle beni kendine sertçe çekti; ben onu kendime bastırdım, o beni kendisine bastırdı. Koluyla dolanıp kaçacak hiçbir yerim kalmadığında kapının kolundaki elim de saçlarına kaydı. "Ben daha önce böyle hissetmedim, hiç hissetmedim."

Dün bacaklarıma gitme diye sarılan adam.

Yine dizlerinin üzerine çöktü, yine bana sarıldı ama bu kez... Dişlerini kadınlığıma sürtüp nefesini verdiğinde kasıklarıma dolan ateş, kadınlığıma ilerliyordu. "Ben daha önce," dedim nefesimi vererek. "Daha önce hiç böyle hissetmedim." Kendimi tutamadım, engelleyemedim. "Ben bir tek seni istedim."

Durdu, kapalı gözlerimi araladım, ona baktım, aşağıdan bana baktı, turkuaz gözlerinde öyle dalgalar çıkmıştı ki ben o dalgaların ortasında yok olacaktım. Bir anda çöktüğü yerden kalktı, beni sertçe kapıya yasladı, ardından kasıklarımda duran elini kadınlığıma bastırdı. Avcuna sıcaklığım dolduğunda alnını alnıma yasladı, diğer eliyle çenemi kavradı. Dudaklarıma baktıktan sonra dudaklarını dudaklarıma bastırdığında ilk defa bu kadar sert öptü beni. Dişleriyle alt dudağımı defalarca çekiştirdi, avcunu daha fazla bastırdı. "Aklımı," dedi dudaklarımı çekiştirip. "Sadece sen durdurdun." Sonra öptü. "Vücudum," dedi şehvetle. "Sadece sana böylesine delirdi." Bir kez daha öptü. "Kalbimin içini bir görsen," diye fısıldadı. "Sadece kendinle karşılaşırsın."

"Yankı," diye mırıldandım titreyen bir sesle.

Çenemi daha sıkı kavradı, gözlerini gözlerime dikti. "Şimdi söyle bana, bu Yankı, eski Yankı'ya bunları söylese, yerinde durabilir miydi? Sen bir robota yaşamayı öğrettin. Gerekirse bin kez daha önünde diz çökerim sırf bunun için."

Aptallıktı, biliyorum çok büyük aptallıktı ama gözlerim doldu. O an, hiç olmayacak o anda gözlerim doldu. "Yankı," dedim titreyen bir sesle. "Ne söylesem az kalacak ama tek bir şey söyleyeceğim, şu anki bütün hislerimle." Başımı iki yana salladım. "Ben artık sensiz yaşayamazmışım gibi hissediyorum, beni hiç bırakma, olur mu?"

Yankı elini kadınlığımdan yavaşça çekti, sonra dudaklarını alnıma bastırdı. Uzun uzun öptü, sertliği bana sürtündü, kalbim hâlâ hızlı atıyordu ve biliyordum ki Yankı'ya hiçbir zaman dur diyemezdim. Şimdi, şu anda, birlikte olmak isteseydi ona asla dur demezdim. Gözleri gözlerime çevrildi, itaatkâr bakıyordu ama bana itaat edecekmiş gibi. Benim ona itaat etmem söz konusu bile değildi.

Bir anda banyonun kapısı çalmaya başladı. Yankı dudakları alnımda gülmeye başladığında, "Geç kalmıştınız amına koyayım," dedi kısık sesle. "Hayatım bir film olsaydı, yönetmenin bana bir garezi olduğunu düşünürdüm."

Ben de güldüğümde elimin tersiyle akmak üzere olan yaşlarımı sildim. "Bence yönetmen sana âşık ve benimle paylaşamıyor," dedim alayla. "Bunun başka açıklaması olamaz." Dizlerim hâlâ titriyordu ve ayakta durmakta zorlanıyordum.

Yankı başını salladı. "Yine de o yönetmen seni benim karşıma çıkardı," diye mırıldandı. "Bu da yeterli."

"Yankıtu," dedi Mutlu'nun sesi. "Oğlum, ne yapıyorsun lan içeride, köpek gibi ortalığa işeyeceğim şimdi. Aç kapıyı."

Yankı nefesini verdi, kapının kilidini çevirdi ve gözlerini devirerek beni kapının arkasında bırakıp kapıyı açtı. Elbisemi hızla aşağıya indirdim. Bir elini beline koyarak, "Mutlu, bir daha işeme Mutlu," dedi Yankı. "Altına bez bağlayayım Mutlu. Canımı sıkıyorsun artık Mutlu. Vazgeç artık benden Mutlu."

Mutlu'nun yüzünü göremiyordum ama bir süre Yankı'yı inceledi, ardından, "Ne yapıyorsun lan dakikalardır içeride sapık herif?" diye sordu. "İyice delirdin sen. Banyo da yapmıyorsun." İçeriye girdi, etrafa baktı, sonra benimle göz göze geldi. "Ee yuh artık lan!" dedi yüksek bir sesle. "Evin denemediğiniz bir köşesi kaldı mı? Bir mutfakta yakalamadım sizi ben."

"Mesela yakalamamayı denesen Mutlu?" diye sordu Yankı bıkkınlıkla. "Mesela saygın olsa özelimize. Nasıl fikir? Bu ev çok kalabalık ya. Bu evin nüfusu batmaya başladı bana."

"Ulan daha düne kadar kızın fotoğraflarını gizli gizli çekiyordun, ne ara özeliniz oldu hayvan herif." Utançla dudaklarımı birbirine bastırıp küçük adımlarla öne yürüdüm ve Mutlu'yu arkamda bırakıp banyodan çıkmak için hamle yaptım. Yürümekte zorlanıyordum, bu yüzden küçük adımlar atmak en doğrusuydu.

"Fotoğraflarımı mı çekiyordu gizli gizli?" diyerek kaşlarımı kaldırdım.

"Aç telefonunu bak," dedi. "Kızım bak, sen bu sapığa çok güveniyorsun, delirmiş bu. Her anını fotoğraflıyor bu senin. Yetmiyor kıyafetlerini koklu..."

"Sus," dedi Yankı, sonra Mutlu'yu kendine çekip ağzını kapattı. "Sus yoksa kırbaçlatırım seni Osman amcaya."

"Kıyafetlerimi?" diye sordum. Mutlu ağzının kapandığı yerde konuşmaya çalıştı ama Yankı izin vermedi.

"Helin, hadi git sen," dedi Yankı bana. "Ve kostümü de dert etme, ben ikimize uygun bir kostüm buldum."

Şaşkınlıkla, "Ne ara düşündün?" diye sordum.

"Az önce," dedi. "Tam beş dakika önce."

"Bu beni ürküttü," dediğimde Mutlu durmuş bizi izliyordu.

"Ürkütmesin," diye karşılık verdi. "Az önce de ürkmemiştin zaten."

Mutlu Yankı'nın elini ısırırıp acıyla inlemesine neden olduktan sonra, "Ulan gözümün önünde yapmayın bari!" dedi ve beni kolumdan tutup dışarı attı. "Biraz daha durursan suratınıza işerim sizin! Lanet olsun be."

Kıkırdayarak diğer tarafa ilerlediğimde kasıklarımda hâlâ yanma vardı ve bacaklarım uyuşuyordu. Odaların önünden geçerken açık bir kapıyla karşılaştım. Lâl'in odasıydı ve içeride Işık ile Lâl oturuyordu. Işık kucağına bilgisayarı çekmişti, Lâl yanında başını Işık'ın omzuna yatırmıştı ve boş gözlerle ekrana bakıyordu. Birkaç saniye duraksadım ama sonra görmezlikten gelip diğer tarafa ilerledim. "Helin!" Işık'ın sesi durmama neden oldu. "Gelsene, nereye gidiyorsun?"

Geri adımlar atıp odadan içeriye başımı eğdim. "Bartu'nun yanına gidiyordum," dedim Lâl’le göz teması kurmadan. O da bana bakmıyordu zaten. "Siz ne yapıyorsunuz?"

"Lâl'e kostüm bakıyorum," dedi göz ucuyla onu göstererek. "Gelsene, beraber bakarız."

Aklımda Yankı'nın söyledikleri çınladı. ‘Onunla konuşmuyorsun,’ demişti. ‘O konuşamıyor,’ diye de eklemişti. "Bilemiyorum..." dediğim sırada Işık sözümü kesti.

"Lütfen gel," dedi dudaklarını bükerek. Yatakta diğer tarafa kaydı ve benim için yanında yer açtı. "Beraber bakalım." Duraksadım, birkaç saniye düşündüm, ardından Lâl'e baktım. Umurunda değilmiş hatta bizi duymuyormuş gibi görünüyordu. Başımı sallayıp odadan içeriye girdim ve Işık'ın yanına oturup ayaklarımı uzattım.

Işık hevesle gülümsedi, bir Lâl'e, bir bana baktı sonra, "Bu hoşuma gitti," dedi. "Şimdi, Lâl'e her kostümü düşündüm. Gerçi o gelmek istemiyor ama eğleneceğini biliyorum. Malefiz nasıl olur?"

Yüzümü buruşturdum. "Bence Lâl'in karakterine uygun değil. Herkes karakterine uygun kostüm giymeli." Sonra ona baktım. "Sen ne giyeceksin?"

Işık sırıttı. Yaramaz gülümsemesi sorgulamama neden oldu. "Aptal Mutlu, internet geçmişini temizlemeyi unutmuş. Koza'ya ne kostüm alacağını biliyorum, ona uygun bir kostüm aldım."

Gülmemem gerekiyordu ama kahkaha atıp, "Şaka yapıyorsun!" diye bağırdım. "Mutlu delirecek."

"Sorma," deyip omzuyla omzumu itekledi. "Karşısında beni öyle görünce ikisinin de planları suya düşecek."

"Kostüm ne peki?"

"Sürpriz olsun," deyip göz kırptı. "Sen ne giyeceksin?"

Omzumu indirip kaldırdım. "Bilmiyorum, Yankı bizim için karar vermiş."

Işık dudaklarını ısırdı ve imalı bir bakış gönderip, "Yankı yine hepimizi kendine hayran bırakacak desene," dedi. "Çok merak ettim."

"Ben de öyle." Işık bilgisayardan bir şarkı açtı ve hareketli şarkı odayı doldurduğunda içeriden Mutlu ve Yankı'nın tartışmasının sesi geliyordu. Bartu elinde ağırlıkla odanın önünden geçip onlara katıldı. Biz üçümüz yatakta o şekilde uzanıp Lâl için kostümlere baktık. Her şey normalmiş gibi, küçüklüğümden beri onlarlaymışım gibi hissettiren nadir anlardan biriydi.

"Bunlar sürekli kıyıda köşede sevişiyor!" diye bağıran Mutlu'nun sesi geliyordu.

"Bırak kardeşim, sevişsinler," diyordu Bartu. "Elimize çocuk verirler belki, çocuk severiz."

"Çocuk mu?" Yankı'nın ürkek sesini işittim. "Abartmayın, çocuk doğuramam ben."

"Lan, sen doğurmayacaksın zaten." Mutlu kahkaha attı. "Bunun aklı yine gitmiş, beş karış havada."

"Çocuk falan yapamam," diyen Yankı tedirgindi. "Çıkın lan dışarı."

"Niye, çükün mü yok lan?" Mutlu'nun sorusu Işık'la beni kahkahaya boğdu. Yankı büyük ihtimalle Mutlu'ya hareket çekti çünkü Mutlu, "Ha, böyle idare ediyorsun yani," dedi.

"Yapın bir ikiz daha," dedi Bartu. "Mutlu'nun pabucunu dama atarız."

"Eğer ikiz çocuğunuz olursa intihar ederim," diye inledi Mutlu. "Duydun mu beni beybeğim, çok ciddiyim, intihar ederim."

"Lan ne çocuğu, gidin başımdan! Sevişmiyoruz biz." İkisi nasıl baktıysa Yankı, "Size ne?" dedi. "Sizin başka işiniz yok mu?"

"Yankı'yı delirtiyorlar," diyen Işık ayaklarıyla şarkıya eşlik ediyordu, bir yandan da bilgisayara bakıyordu. "Ama bu hoşuma gidiyor. Yani senin Yankı'yla arandaki ilişki. İyi ki sevgili oldunuz."

"Sevgili mi?" Kaşlarım çatıldı. "Biz öyle bir şey konuşmadık hiç." Yine aklıma “biz neyiz” sorusu gelmişti, hızlıca aklımdan attım ve bilgisayara odaklanıp lafı değiştirerek, "Lâl'in kostümü bunların hiçbiri olmaz bence," dedim. "Lâl bunların çok daha ötesinde bir kız."

Lâl ilk defa başını çevirip bana baktı, kaşlarını kaldırdı. "Nasıl yani?" diye sordu Işık.

Kendimi tutmadım, içimden geldiği gibi davrandım; Yankı'yı hep dinlerdim, şimdi de onu dinledim. "Hepimiz gerçek karakterlere sahibiz ama Lâl sence de bir kitap karakteri, bir masal kahramanı gibi değil mi? Her şeyiyle hem de." Lâl'e baktım. "Onu ilk gördüğüm zaman da bunu düşünmüştüm. "Konuşamaması başkalarına eksiklik gibi gelebilir ama bana mucize gibi geliyor. Mucizeler genelde masallarda olur."

Lâl'in gözlerini büyük bir şaşkınlık kapladı, bunu beklemediği ortadaydı. Işık bile şaşırmıştı. "Aklında ne var?" diye sordu.

Hiç düşünmeden, "Külkedisi," dedim. "Lâl Sokak Nöbetçileri'yle tanışmadan önce bir Külkedisi'ydi. Sonra bir peri ona dokundu, prenses oldu. Herkesin gözleri onun üzerindeydi. Herkes onun üzerine titredi." Lâl'e döndüm, cümlelerimi törpülemeden, "Bartu'dan kaçtın," dedim. "Hep hem de. Ayakkabını düşürdün, Bartu elinde ayakkabıyla seni hep aradı ama bulamadı. Şimdi aramayı bıraktı diye ona kızıyorsun. Masalı değiştir, onu sen bul, gece on ikiyi vurmadan hem de. Geç kalma Lâl."

Işık'ın dudakları aralandı, Lâl'in gözleri doldu. "Vay," dedi Işık kocaman gözlerle. "Yankı'nın sana bakınca neler gördüğünü şimdi daha iyi anladım. Çok akıllıca." Sonra gözlerini kıstı. "Ama sen de Külkedisi değil misin?"

"Ben bir masal kahramanı olamam," dedim bakışlarımı Lâl'in üzerinde tutarak. "Ama Lâl bir masal kahramanı olabilir. Geç kalma Lâl. Külkedisi’ne dönüşmeden Bartu'yu sen bul yoksa bir daha bulamayacaksın."

***

Yılbaşı akşamı.

Kendimi her şekilde düşünmüştüm, hem de her anlamda. Ama şimdi aynanın karşısında gördüğüm şekilde hiç ama hiç düşünmemiştim.

Dün fazlasıyla yoğun bir gündü. Herkes yılbaşı için koşturdu. Işık kostümüne uygun ne varsa onları buldu ve Lâl’le çıkıp prenses kostümü aldı. Bartu, Mutlu ve Yankı işlerinin olduğunu söyleyip çıktılar. Gece kaçta geldiler bilmiyordum ama oturma odasında uyandığımda Yankı'nın kostümü koltuğun üzerine bıraktığını görmüştüm.

Şimdi Lâl’le aynı odadaydık. Işık kendi odasındaydı, sürpriz olsun istiyordu. Yankı, Bartu, Mutlu ise Yankı'nın odasındalardı. Koza on dakika önce gelmişti, Mutlu'nun ona kostümü verip banyoya iteklediğini duymuştum.

Lâl dışında kimin ne giyeceğini bilmiyordum, Lâl de benim kostümümü biliyordu. Üzerinde fazlasıyla kabarık bir prenses kostümü vardı, göğüs dekoltesi derindi. Saçlarını dalgalı yapmıştı Işık, ayakkabıları ise gümüş renkteydi. İlk defa onu böyle makyajlı görüyordum, inanılmaz güzel görünüyordu.

Aynaya bakarken arkadan onun beni izlediğini gördüm. Dayanamayıp, "Lâl," dedim ve nefesimi verdim. "Gerçekten bir masaldan fırlamış gibi görünüyorsun." Yanaklarındaki kırmızı allıklar öyle güzel göstermişti ki Bartu'nun ona bakınca hayranlık duyacağını biliyordum. Sahi, Bartu ne giymişti?

Lâl arkamdan bana yaklaştı ve baştan aşağı aynadan süzdükten sonra ellerini kaldırıp işaret diliyle, "Gözlerindeki lens yakıştı," dedi. "Gecenin yıldızı…" Duraksadı, üzülmedi ama buruktu. "Siz olacaksınız."

Tebessüm ettim ama kalbim öyle hızlı atıyordu ki bunu gizleyemedim. "Böyle bir kostüm beklemiyordum, ben..." Başımı iki yana salladım. "Bu çok tuhaf. Resmen üzerimde..." Aynaya dikkatlice baktım. "Kalbim yerinden çıkacak."

Lâl, "Yankı, seni böyle görmek istedi," dedi. "Sizin için."

"Bizim için," diye tekrar ettim. Bir kez daha onunla göz göze geldim, gözlerindeki buruk ifade canımı sıkarken, "Canını bu kadar sıkan ne, emin olamıyorum ama her ne ise bunu geçirmek senin elinde Lâl," dedim.

Başını iki yana salladı sadece, daha da başka bir şey demedi.

Tam o esnada koridordan Bartu'nun sesi geldi. "Hadi, çıkın dışarı!" dedi. "Ben hazırım, bu mükemmeliği görün, sonra başka bir şey görmek istemeyeceksiniz zaten."

Lâl'e hevesle bakıp kapıyı gösterdim. "İlk sen çık," dedim. "Onu etkileyeceğinden eminim."

Lâl'in günler sonra gözlerine ilk defa heyecanın ulaştığını gördüm. "Gerçekten mi?" diye sordu.

"Gerçekten," dedim ve çekingen bir şekilde elimle kolunu sıktım. "Hadi durma, kendini ona göster." Sonra hafifçe itekledim. "Hadi Lâl, kaçma artık."

Lâl hevesle başını salladı, ardından koştu ve derin bir nefes alıp kapıyı açtı, sonra bir adım atıp koridora çıktı. Profilinden Bartu'yu gördüğü anda dudakları aralandı, yutkundu, sonra ağzı daha fazla açıldı. Dehşet içindeydi.

Bartu'dan ses gelmedi. Hiçbir ses yoktu. Birbirlerine baktılar ama Bartu'nun nasıl baktığını bilmiyordum, Lâl dehşet içindeydi, sadece onun farkındaydım.

"Lâl," diye fısıldadım içeriden. "Yanına gitsene Lâl! Durma!"

Fakat Lâl şaşkınlıkla bakmaya devam etti, hiçbir şey yapamadı. Daha fazla dayanamayarak odadan çıkıp, "Ne yapıyorsunuz?" diye fırladığımda Bartu'yu gördüm. "Yok artık!" diye bağırdım. "Ne?"

Bartu gözlerini zorlukla Lâl'den ayırdığında bakışlarında hem şaşkınlık hem de hayranlık vardı ama beni gördüğü anda, "Yok artık!" dedi o da. "Yankı haklıymış!"

"Bartu!" dedim aynı şaşkınlıkla. "Sen..."

Bartu Yunan tanrısı ZEUS olmuştu. Elinde asası vardı, neredeyse çırılçıplaktı ve bütün kasları ortadaydı. İlk defa onu bu kadar çıplak görüyordum, altında öylesine krem rengi kısa bir çarşaf vardı. Bacakları tamamen ortadaydı. Kafasındaki taç altın rengiydi. Öylesine kocaman, öylesine büyük görünüyordu ki bir an onun Yunan tanrısı olma ihtimalini bile düşündüm. Kaslarını hareket ettirdi bana bakarken, karın kasları da hareket etti. Bir gram yağı olduğuna inanmıyordum, imkânı yoktu. Tamamen kas yığınıydı ve partide bütün kızları fiziğiyle etkileyeceğini biliyordum. Yedikleri nereye gidiyordu?

Kendi etrafında döndü, bana kendini gösterdi. "Yunus tanrısı Zeus karşınızda," dedi. "Nasıl olmuşum?"

"Fazla," deyip yutkundum. "Çıplak değil misin sence de?"

Mutlu'nun içerideki odadan sesi geldi. "Yunan tanrısı Bartos," dedi inleyerek. "Beni şaplakla diye ne yapmam gerekiyorsa onu yapmaya hazırım."

"Yunan tanrısı Bartos," dedim, bir kez daha yutkundum. "Umarım altında..."

"Hiçbir şey yok," dedi sırıtarak.

"Çüş!" diye bağırdım ve bakışlarım Lâl'e döndü. O hâlâ şaşkınlıkla Bartu'yu izliyordu.

"Yunan tanrısı Zeus ne der, bilirsin," dedi göz kırpıp. "Kaslarımı boşuna yapmadım, hepsi sergilemek içindi, şimdi insanlık görsün kaslarımı, bunlar deprem olayı."

Gülmeye başladığımda, "Nerede söylüyor tam olarak bunu? Rüyanda mı?" diye sordum. "En çapkın Yunan tanrısı olmuşsun..."

"Kesin söylüyordur bunu Bartos," dedi Mutlu bu kez de. "Ama yine de bugün sen ne dersen ona tamam sevgilim."

"Lan sevgilim deyip durma bana." Bartu Lâl'e bir kez daha bakmadan bana döndü. "Ve sen de..." Eliyle ağzını kapatıp fısıldayarak, "Yankı üzerinde bunu görünce çıkarmanı isteyebilir çünkü çok iyi görünüyorsun," diye tepki verdi.

"Duydum lan," dedi Yankı, sonra bir anda odadan çıktığında direkt yüz yüze geldik. Nefesim kesildi ama öyle bir kesilmeydi ki duvardan destek almak zorunda kaldım.

Yankı ve ben Corpse Bride (Ölü Gelin) filmindeki gelinle damat olmuştuk. Benim üzerimde bembeyaz bir gelinlik vardı, göğüs dekoltesi oldukça fazla olan gelinliğin karın kısmı danteldendi. Fazlasıyla uzun geldiği için kesmiştim, kestikçe daha fazla kesesim gelmişti ve kabarık etek kısalmıştı. Yüzüme filmdeki gelin gibi makyajla kesikler yapmıştım. Aynı yerlerde duruyordu. Gözlerimde ise Yankı'nın bana bıraktığı bembeyaz bir lens vardı. Filmdeki gibi, duvağım yere kadar uzanıyordu, tacı ise taştandı. Böyle daha güzel durduğuna inandığım için yüzümü Emily gibi bembeyaza boyamamıştım.

Yankı ise tam karşımda damatlıklaydı, elinde bana vereceği gelin çiçeğini tutuyordu. Simsiyah damatlığı ve papyonuyla beni çıldırtacak kadar karizmatik görünüyordu. Gömleğinin ve ceketinin bazı yerlerini kesmişti, oralardan kasları görünüyordu. O da lens takmıştı ve zaten açık renk olan gözleri, daha açık görünüyordu. Gözlerinin etrafına Victor gibi simsiyah bir makyaj yapmıştı ve bu, bakışlarının daha dikkat çekici görünmesine neden olmuştu. İnanılmaz derecede yakışıklı görünüyordu, kanımda kıskançlık alevlendi.

Yankı, "Siktir," diye fısıldadıktan sonra eliyle ağzını kapattı. Baştan aşağı beni süzdü. Ayaklarımda yüksek topuklular vardı. "Bu gelinlik..." Gözleri açıldı, yutkundu, bana doğru birkaç adım attı. Bartu ve Lâl'in varlığını bile unuttum, o da unuttu. "Sen ne yaptın?" diye sordu dehşet içinde. Bir kez daha yutkundu, gözleri açıldı ve en sonunda gözlerime baktı. "Bu..." Sonra kendini toparlamaya çalıştı, gözlerini kıstı.

"İnanılmaz yakışıklı görünüyorsun," diye fısıldadım ben de hayranlıkla ona bakıp. "Tam bir damat gibi olmuşsun." Sonra espri yapmaya çalışarak, "Ölü gelinin kaçırdığı damat gibi," dedim.

"Beni kaçır," dedi bir anda. "Hemen şimdi. Kaçır beni."

"Yankı!" deyip gülmeye başladığımda bileğimi tutup havaya kaldırdı. Beni kendi etrafımda döndürdü, sonra bir kez daha döndürdü, ardından bir kez daha.

"Sen de gelin gibi..." Devam edemedi, bakışlarındaki yoğunluk arttı. Sadece benim duyacağım şekilde, "Hayatımda gördüğüm en seksi gelin olmuşsun, delireceğim, bunu kendime neden yaptım ben?" diye sordu.

Yanaklarıma ateş bastığında, "Gelin ve damat olacağımız hiç aklıma gelmezdi," diye fısıldadım. "Nereden geldi bu aklına?"

Sustu, beni incelemeye devam etti, bakışları göğüslerime kaydı ve bir kez daha yutkundu. "Ben bir yerden başlamak gerekir diye düşündüm," dedi.

"Anlamadım?" diye fısıldadım şaşkınlıkla ona bakarak.

Yankı bileğimden elime doğru kaydı, parmakları parmaklarımı tuttu. Öne eğildi, zarafetle başını eğdi. Elimi dudaklarına yaklaştırdı ama tersini öpmek yerine avcumu kendisine çevirdi. Parmaklarımı tek tek öperken, "Benimle," dedi, sonra avcumun içini öptü. "Evlenir misin?" Hayat durdu, zaman durdu, nefesim durdu, düşüp bayılacağımı sandım. Yankı da bunu hisseder hissetmez, "Yani bugünlük," dedi. "Benimle evlen ve eşim ol."

Dudaklarım aralandı, elimle elini sıkıca tuttum çünkü düşecek gibi oldum. "Evlen," dedim kekeleyerek. "Evlenirim." Sonra başımı salladım. "Yani bugünlük evlenirim. Eşin olurum."

"Güzel," dedi dudaklarını avcumdan uzaklaştırarak. Çiçeği bana uzattı, ikinci verdiği çiçekler bu olmuştu. Filme zıt bir şekilde bembeyaz papatyalardı. Yine beyaz papatyalar. "Ölü gelin," dedi başını iki yana sallayarak. "İşte şimdi beni öldürdün."

"Kardeşim bölüyorum ama yeni yıla sizin bu halinizi izleyerek giremem," dedi Bartu ve yanımızdan rüzgâr gibi geçti. "On dakikaya çıkmamız gerekiyor." Sonra koridorda bağırdı. "Zeus sesleniyor! Herkes dışarı çıksın." Asasını sertçe yere vurdu.

Bartu merdivenlerden indi, Lâl’le dakikalar sonra göz göze geldik. Hiçbir tepki vermeden o da Bartu'nun peşinden indi, sonra Yankı'nın eli elimi kavradı. Başıyla merdivenleri gösterdiğinde beraber indik. Benim üzerimden gözlerini ayıramıyordu.

Hepimiz aşağıya indiğimizde Mutlu'nun sesi geldi. "Herkes aşağıya indi mi?" diye bağırdı. "Ona göre şovu başlatıyorum!"

"Mutlu ne giydi?" diye sordum Yankı'ya. "Ondan çok abartılı bir şey bekliyorum..."

"Prensti," dedi dudaklarıma bakarak. "Kral oldu."

"Nasıl yani?"

Bir anda evin içini Game of Thrones jenerik müziği doldurduğunda Mutlu, "Winter is coming!" diye bağırdı, ardından kapıların çarpma sesi ve bir at sesi geldi. Dehşet içinde Yankı'ya bakarken merdivenlerin başında Mutlu'yu da gördüm. Bacaklarının arasındaki oyuncak atı, yüzüne yaptığı muhteşem başarılı makyajı ve kostümüyle, Night King olmuştu. Hepimize üstten üstten baktığında bambaşka birine dönüşmüştü. Şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım, Yankı ise gülerek Mutlu'yu izliyordu. "Kralınız geldi!" dedi. "Kralınıza yol açın! Kış geldi! Şimdi sizi mahvedeceğim."

İnanılmaz derecede dikkat çekici görünüyordu. Merdivenleri oyuncak atıyla beraber inerken göz ucuyla bana baktı. "Hey!" dedi. "Benim gibi ölüler de buradaymış! Akgezen, Helinski, seni bu damada yem etmem."

"Mutlu," dedim hayranlıkla. "Bayıldım! Tek kelimeyle bayıldım!"

Jenerik müziği biterken son basamaktan da indi. Yavaş adımlarla Bartu'ya yaklaştı. "Bartos," dedi sesini kalınlaştırarak. "Atıma bin sevgilim. Seni de akgezen yapayım."

"Lan, yakışıyor mu sevgilim demek gece kralına?"

Mutlu bir anda yumuşadı ve sırıtarak dirseğini Bartu'nun omzuna koydu. "Ee anlatsana, geliyor musun hiç duvarın arkasına? Bir çay içmek isterim."

Bartu omzunu silkti. Mutlu dönüp Lâl'e baktı ve ona yaklaşıp eliyle döndürdü. "Lan hepimiz çok iyi olduk, böyle bir şey olamaz." Lâl'i bıraktı, merdivenlere baktı. "Ama en iyisi sona saklandı. "Koza hepimizden daha iyi oldu." Banyonun kapısının açıldığını işittim. "Koza! Hadi göster bize kendini!"

"Ne kostümü olduğunu biliyor musun?" diye sordum Yankı'ya.

"Bana da sürpriz olacak," diye yanıtladı. "Ama Mutlu onu yerin dibine sokmaktan çekinmeyecek, biliyorum."

İçimden Işık'ın söylediklerini geçirdim. "Sizi çok daha iyi bir sürpriz bekliyor bence," diye mırıldandım.

"Nasıl yani?" diye sordu fakat cevapsız bıraktım.

Koza'nın adım seslerini duydum, hiçbir şey söylememesi dikkat çekiciydi. Yoksa memnun mu kalmıştı? "Hadi ama Koza!" dedi Mutlu. "Hani sorun değildi senin için?"

Koza yavaş yavaş göründüğünde elimle ağzımı kapatıp bir anda kahkaha atmaya başladım. Bartu da kahkahayı salıverdi ve Mutlu keyifle onu izledi. Lâl bile dehşet içinde Koza'ya bakıyordu. Bakışlarım Yankı'ya kaydığında sırıtıyordu. "İnanamıyorum," dedim kahkahamın arasından. "Mutlu! Sen ne yaptın?"

Mutlu, Koza'yı GARGAMEL yapmıştı. Üzerinde siyah upuzun bir pelerin vardı, burnu takmaydı, kocamandı ve yanlarında saç olan peruk takmıştı. Elinde de oyuncak kedi. Kahkaham bir an bile kesilmezken karnıma ağrılar girmişti. Koza'nın yüzünde mimik oynamıyordu, merdivenleri inmeye başladı ama ayakkabıları kocaman olduğundan zorlukla indi. Karşımızda durup Mutlu'ya baktı. "Umurumda değil," dedi Koza bir kez daha. "Çocukla çocuk oldum."

Ama umurundaydı, yüzünden bu o kadar belliydi ki. Mutlu, "Biz Şirinleriz," dedi. "Sen de o kötü adam Gargamel. Bundan daha iyi olamazdın."

Yankı'ya baktığımda kendini gülmemek için zor tutuyor gibiydi, Koza ona baktığında yüzünü ciddileştirdi fakat başını çevirdiğinde yine dudaklarını birbirine bastırdı.

Bütün Gargamel kostümüne rağmen, yüzündeki yakışıklılık değişmemişti ve bu Işık'ın hoşuna gidecekti. Işık... O neredeydi?

Bir anda alkış sesleri geldiğinde, "Mutlu!" diye bağırdı Işık yukarıdan. "Şimdi eğlenme sırası bende!" Adım sesleri geldi, Lâl’le birbirimize baktık ve ikimizin de aklından aynı karakter geçti. Gülme sesinden sonra merdivenin en üst basamağında Işık göründüğünde daha yüksek bir kahkaha attım. Işık AZMAN kostümü giymişti. Üzerinde turuncu, dar bir kedi kostümü vardı. İnanılmaz derecede seksi görünüyordu ve yüzüne yaptığı kedi makyajı ona daha fazla seksilik katmıştı. "Gargamel, Azman olmadan olmaz ama değil mi?”

Yankı ters ters bana baktığında kahkaham kesildi fakat bu sefer kahkaha atan tek kişi Koza'ydı. "Nil Nil Nil," dedi başını iki yana sallayarak. "Sana hayran olduğumu söylemiş miydim?"

"Beş yüz kez filan," dedim ona bakıp.

Bartu ve Mutlu ağızları beş karış açık, Işık'ı izliyorlardı. Ben hayatımda böyle bir morarma daha önce görmemiştim. Işık ciddiyetle basamakları indi, Bartu ile Mutlu'ya bakarak onların yanından geçti, ikisi de şok içinde onu izliyorlardı. Yankı ise kızgındı. Işık Koza'nın yanına gidip elinde duran oyuncak kediyi Mutlu'nun yüzüne doğru attı. Sonra da Koza'ya, "Gerçek kedi burada," dedi. "Oyuncağına ihtiyaç yok."

Mutlu'ya hep inme inerdi, biliyordum ama bu sefer Bartu'ya da inmişti. Koza kahkaha atmaya devam ederken kolunu açtı ve Işık'ın geçmesi için bekledi. Işık onun koluna girdiğinde ikisi beraber gözlerimizin önünden yürüyüp geçtiler ve dış kapıyı açıp dışarı çıktılar. Hepimiz arkalarından bakarken açık kapıdan rüzgâr giriyordu.

"Bu," dedim kısık sesle. "Bu gerçekten iyiydi ama." Sonra Mutlu ve Bartu'nun yanına gidip açık kalan ağızlarını kapattım. "Bence bir şey demeye hakkınız yok, güzel morardınız."

Bartu ile Mutlu birbirlerine baktı, sonra bir kez daha kapıya baktılar, ardından Mutlu, "Sizi mahvedeceğim," diye atıldığında Yankı onun arkasından kolunu kavradı.

"Bırak, bugün böyle takılsınlar," dedi Mutlu'ya. "Günü bozma, yarın her şey değişecek zaten."

"Ulan," dedi Bartu hâlâ şaşkınlıkla. "Ben hayatımda daha önce böyle göt olmamıştım."

"Ama onlar Azman ve Gargamel." Mutlu yutkundu. "Lan kendi kazdığım kuyuya düştüm, ne yapacağız şimdi Bartos?"

Bartu, "Gece boyunca uzak durmaları için elimizden geleni yapacağız," dedi. "Ama ben bu göt oluşu hayatım boyunca unutmayacağım."

Yankı kolundaki saate bakıp, "Saat on," dedi. "Artık gidelim."

Hep beraber evden çıkıp arabalara bindik. Yankı çıkmadan üzerime mont atmayı ihmal etmemişti. Bartu arabayı sürmek istedi, Yankı, “Biz senin her yerini görmek zorunda değiliz,” deyip onu reddetti.

Yankı'nın yanına ben oturdum; arkaya ise Mutlu, Bartu ve Lâl oturdu. İlk defa sokakları bu kadar kalabalık görüyordum. Kimisinde kostüm vardı, partiye gidiyorlardı; kimisinin elinde içki şişeleri vardı, kaldırımlara oturmuş içiyorlardı. Kimisinin evinin penceresinden ışıkları görüyordum.

Yılbaşı.

Daha önce hiç kutlamamıştım, ilk yılbaşı eğlencem olacaktı ve hep imrenirdim. Koza'yla bu konuda aynı kaderi paylaşıyorduk.

Beş dakika sonra partinin olduğu yere geldiğimizde arabadan ilk inen arkadakiler oldu. Ben de inmek için hamle yaptığımda Yankı, "Dur," dedi, ardından arabadan indi. Etrafında dönüp kapıma geldi ve kibarca açtı. Elini öne uzattı. "Bugün asil davranmam gerekiyor, o yüzden elini ver bana."

Elini tuttum ve arabadan inerken, "Sen hep asilsin," diye mırıldandım.

Arabanın kapısını kapattı, parmakları parmaklarımın içine girdi ve partinin girişine yürüdük. Yerlerde karlar vardı, hava buz gibiydi ve önümüzde yürüyen Bartu inatla üzerine bir şey almayacağı konusunda diretmişti. Şimdi ise titrediğini görebiliyordum. "Bartos!" diye bağırdım arkasından. "Yunan tanrıları üşümez, titremeyi bırak."

Başını çevirip bana baktı. Çenesi titrerken, "Üşümek mi?" dedi. "Sen şu kaslara baksana, üşür mü bunlar kardo?"

Kapının girişinde Osman amca bizi karşıladığında başka bir kahkaha daha dudaklarımdan fırladı. Gerçekten de gri bir takım elbise giymişti, elinde ise kırbaç vardı ama bu kırbaç fantezi kırbacı değil, bildiğimiz falaka kırbacıydı.

"Ne yapacaksın o elindekiyle?" diye sordu Mutlu Osman amcaya. "Canımı alacaksın herhalde vura vura?"

"Sana vuramam ki ben," dedi Osman amca cilveli cilveli ama masumca. "Sana ne oldu, un mu sürdün yüzüne?"

Mutlu gözlerini devirdi. "Partide birini bulamazsam ciddi ciddi sana kendimi kırbaçlatacağım Osi."

"Ay ben sana vuramam," dedi bir kez daha Osman amca. "Kıyamam sana ben."

"Bence artık içeri geçelim," dedi Bartu titreyerek. Hepimiz ona dikkatle baktığımızda, "Yani Koza ile Işık'a bakmak için," diye mırıldandı. Ağzından dumanlar çıkıyordu. "Yoksa burada durabilir..." Bir anda nefesini verdi. "Sikerim, donuyorum ben."

Parti alanına girdi, onun arkasından Mutlu da girdi. "Işık geldi, içeride," dedi Osman amca bize bakarak. "Sizin masanız en güzel yerde. Bulursunuz zaten."

"Eyvallah Osman amca," dedi Yankı ve elini omzuna koyacağı sırada Osman amca geriye kaçtı.

"Oğlum, yanlış anlama ama," dedi gözlerini kaçırarak. "Korkutuyorsunuz beni gözlerinizle. İçeri geçseniz hemen?"

Yankı gülerek elini çekti ve başını salladı, ardından parti alanına girdik. Daha önce buraya geldiğimin üzerinden aylar geçmişti, o zaman Yankı'yla yeni tanışmıştık ve bana bisiklet hediye ettiği gündü. Şimdi ise buraya el ele giriyorduk, bana hâlâ bisiklet sürmeyi öğretmemişti ama o günkü kadın ve adama fazlasıyla uzaktık.

Mekânın içindeki varillerde ateşler yanıyordu. Kocaman bir çadırdı, masalar etrafa yayılmıştı. Ortada kocaman bir bar tezgâhı vardı. Bar tezgâhının etrafındaki yüksek masalarda kadınlar dans ediyordu. Kimisinde hemşire kostümü, kimisinde polis kostümü vardı ama bunlar fazlasıyla açıktı... Göz ucuyla Yankı'ya baktım, o dansçılara bakmak yerine masayı arıyordu.

Her tarafta "Hoş Geldin 2020!" yazıyordu.

İnsanlarda farklı farklı kostümler vardı ama gördüğüm kadarıyla kimse bizim kostümlerimizi giymemişti. Zaten Bartu gibi çırılçıplak birini görmek imkânsızdı. Kimse Mutlu gibi de abartmamıştı. Öylesine kalabalıktı ki insanların nefesleri bile ısıtacak kadar yakındı. Yankı kolunu belime koyup yürütmeye başladı.

Sağ köşede kalan masamızı gördüğümüzde Koza ve Işık'la da göz göze geldik. Ortalarına Mutlu geçmişti. Bartu Koza'nın yanındaydı. Lâl Işık'ın diğer tarafındaydı. Yankı elini kaldırıp onların yanına doğru yürüdüğünde garson alkol şişelerini masamıza getiriyordu.

"Yankı, bugün de sarhoş olacak mısın?" diye sordum hevesle. "Ol lütfen."

"O neden?"

"Çünkü aşırı sevimli oluyorsun."

Yankı yüzünü buruşturdu. "Sevimli mi?" diye sordu. "Bu hoşuma gitmedi. Ama hep pantolonumu çıkaracaksan her gün sarhoş olabilirim."

Karnına yumruk atıp, "Kafayı yemişsin," diye bağırdım.

Masaya ulaştığımızda Bartu önündeki bardaklara tekilaları dolduruyordu. Mutlu ise Işık'a bir şeyler söyleyip duruyordu. "Oo," dedi Bartu bize bakıp. "Gelinle damat da gelmiş işte. Kardo, bu nasıl gelinlik ya?"

"Senin gibi bir Zeus'a kardo demek yakışıyor mu sence?" diye sordum. "Biraz Yunan tanrısı gibi takıl."

"Zeus'un özelliklerini biliyor mu ki bu hödük?" diye sordu Mutlu. "Çıplak diye almış giymiş işte sevgilim."

"Başlatacaksın şimdi sevgiline," dedi Bartu ters ters bakıp. "Bakın, bugün içimde çok tuhaf bir his var. Bugünden sonra hayatım değişecekmiş gibi geliyor." Lâl’le kesiştik, başımla onun yanına geçmesi için işaret verdim ve beni şaşırtarak sözümü dinledi, Bartu'nun yanına geçti. Bartu göz ucuyla baktıktan sonra ona sırtını döndü. "Bugün abiniz hepinizi şaşırtacak, izleyin ve görün."

"Hadi inşallah duvarın arkasına geçip benimle sevişeceksin Bartos'um," diyen Mutlu'nun kafasına bir tane vurdu Bartu.

Işık Koza'nın önündeki bardağa uzanırken, Mutlu onun elini itekleyip bardağı yerine aldı. "Abartma," dedi Işık kızgınlıkla. "İyice kafayı yedin sen."

Koza'yla göz göze geldik. Beni inceledi, hem de fazlasıyla alıcı gözüyle. Baştan aşağı süzdü, rahatsız edici bakışlarıyla öyle güzel rol yapıyordu ki ben bile rahatsız oldum. Yankı elini omzuma attı, beni kendisine çekti ve tekila bardağını önüme itekledi. Koza'ya aldırış etmemeye çalışıyordu ama baştan aşağı onu umursadığından adım gibi emindim.

"Helin," dedi Koza yine uslu durmayarak. "Muhteşem bir gelin olmuşsun, tam hayallerimin gelini desem yeridir."

Gözlerimi devirdiğimde Işık'la göz göze geldik. Bir an aklıma şüphe düştü, Yankı bile aramızda bir şeyler olduğunu düşünürken Işık'ın düşünmemesi imkânsızdı ama o fazlasıyla rahat görünüyordu. Hatta ona baktığımda göz kırpıp gülümsedi. "Muhteşem görünüyorsun gerçekten."

Işık Koza'yla aramızdakileri biliyor muydu?

Yankı nefesini verdi ve bir anda Koza'nın yakasını tutup masanın üzerinden onu kendisine çekti. Koza'nın başı öne doğru giderken, "Koza, sana sadece birkaç saat sabredeceğim fakat damarıma basmaya devam edersen, özellikle Helin konusunda, 2020 senesine seni kör sokarım. Beni duydun mu? Gözlerini Helin'in üzerinden çek,” dedi.

Koza gülerek geriye çekilmeye çalıştı ama Yankı onu bırakmadı. "Tamam, sakin ol damat," dedi Koza, Yankı'nın elini itekleyerek. "Bugün problem çıkarmayacağım."

Yankı itekleyerek onun yakasını bıraktığında bar tezgâhının oradan genç bir adamın sesi geldi, müziğin sesi hafifçe kısıldı. "Herkese mutlu yıllar!" diye bağırdı adam. "Sabaha kadar burada eğlenmeye var mısınız?" Herkesten çığlıklar koptu. "Sizin için çok güzel sürprizlerimiz, oyunlarımız olacak. Öncelikle bir dans yarışması olacak; çift olanlar birbiriyle dans edecek, çifti olmayanlar eşini bulacak. Ama buraya dikkat, kostümünüze uygun bir çift olmazsanız yarışmaya katılmamış sayılacaksınız. Birinciye ödülümüz olacak!"

Bartu'ya bakarak, "Tango," dedim ve göz kırptım. "Sen katılsan kesin birincisin."

"Zeus'un eşi yoktur buralarda," dedi Bartu yüzünü buruşturup. "Ama katılsam iyi olurdu." Bartu'nun arkasındaki kedi kız kostümlü ve yanındaki pembe hemşire elbise kostümlü kızlar Bartu'yu öyle bir inceliyorlardı ki resmen bakışlarıyla yiyorlardı. Ardından onların arkasındaki kızların da Bartu'yu kestiklerini gördüm.

"Kardo," dedim Bartu'ya. "Umarım bugün buradan kızlar seni yemeden çıkarsın." Bartu güldü, onun yanında duran Lâl kaşlarını çattı.

"Ardından en iyi kostüm ödülünü vereceğiz ama giydiği kostümün rolünü en iyi yapan kişiye verilecek. Umarım rollerinize çalışmışsınızdır!"

Mutlu, "Evet!" diye bağırdığında herkes ona dönüp baktı. Bütün gücüyle, "Winter is coming!" dedi.

"Gecenin ilerleyen zamanlarında oyunlarımız ve sürprizlerimiz devam edecek! On dakikaya dans yarışmamız başlıyor. Yeniden mutlu yıllar!" Müzik sesi tekrar yükseldiğinde biz de önümüze döndük.

Dolu tekila bardağını ilk havaya kaldıran kişi Mutlu oldu. "Herkes 2019'un ona kattıklarını söylesin," dedi. "İlk ben başlıyorum. 2019 bana daha fazla yalnızlıktan başka hiçbir şey katmadı amına koyayım!" Bardağı kafasına dikti.

Onun arkasından Işık bardağını havaya kaldırdı. "2019 bana," deyip gülümsedi. "Geçmişimi geri getirdi." O da kafasına dikti ve bakışları Koza’ya döndü.

Bartu bardağı havaya kaldırdı, sırtını biraz daha Lâl'e döndü. "2019 kendime değer vermem gerektiğini öğretti." Kafasına dikti, yutkundu ve elinin tersiyle ağzını sildi.

Lâl onun arkasından işaret diliyle, benim de anlayacağım şekilde, "2019 en değer verdiklerimi kaybetmeme neden oldu," deyip yavaşça içkisini içti.

Koza Lâl'in arkasından bardağı havaya kaldırdı. Yankı'nın gözlerinin içine baktı. "2019 bana…" Sonra bana baktı. "Kazandığım ve kazanmaya devam ettiğim savaşları verdi." İçip masaya sertçe koydu.

Yankı kaşlarını çattığında dirseğimle onu dürtüp bardağı havaya kaldırdım. "2019 bana," deyip hepsinin yüzüne baktım. "Gerçek ailemi verdi." Alkolü içtim ve boğazımı yakmasını umursamadan limona uzanmadım.

Yankı da kaldırdı bardağını, sadece bana baktı. "2019," dedi tam gözlerimin içine bakarak. "Yaşadığımı hissettiren bir kadın verdi." Sonra tekilayı içerken gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadı.

Koza ve Lâl hariç herkes alkışlamaya başladığında Yankı göz kırptı. Mutlu bu sefer bardaklara tekrar tekilaları doldururken, "Şimdi de 2020 senesinden beklentinizi söyleyin," dedi. Kendi bardağını havaya kaldırıp sırıttı. "Lütfen bana bir Grey ver 2020, ölene kadar kırbaçlanmak istiyorum!"

İçkiyi içerken arkasından Osman amcanın sesi geldi. "Birisi bana mı seslendi?" dedi, Mutlu alkolü püskürttü. Sonra gökyüzüne bakıp, "Hayır, hayır, 2020," dedi. "Bu değil, sakın!"

Işık kaldırdı kadehini. "2020," dedi ardından hepimizin içini yakan o cümleleri söyledi. "Bir mucize ver, ileride çocuk sahibi olabileyim." Koza direkt dönüp Işık'a baktı, ben acıyla yutkundum. Alkolü içerken Mutlu acıyla yüzünü buruşturdu.

Hepimiz birkaç dakika bekledik, ardından Bartu ortamı yumuşatmak istiyormuş gibi, "2020," dedi. "İçimdekini benden al." Ardından büyük yudumlarla yutkundu.

Lâl'e geçti sıra. "2020," dedi. "Değer verdiklerimi geri kazanmamı sağla."

Koza kadehini havaya kaldırdı. Hepimiz ondan en kötüsünü bekledik, biliyordum, felaketleri bekledik ama o Işık'a dönüp, "2020," dedi. "Nil'in isteğini yerine getir, benim hakkım da ona geçsin." Sonra sertçe alkolü kafasına dikti.

Dudaklarım aralandı, Bartu kaşlarını kaldırdı. Hiçbirimiz Koza'dan bunu beklemediğimiz için şaşkına dönmüştük. Tek şaşırmayan Işık'tı. Buruk bir şekilde tebessüm ederek, "Teşekkür ederim," dedi.

"Benim mucizelere ihtiyacım yok Nil," dedi. "Ama eğer bir mucizem varsa da senin olabilir." Yoğun baktı, ilk defa Işık'ın gözlerinin içine böyle baktı.

Kimse ona dönüp bir şey diyemedi.

Bardağımı havaya kaldırdım. "2020," deyip Yankı'ya baktım. "Yollarımızı hiç ayırma."

Ben içkimi içerken Yankı bardağını kaldırdı. "2020," dedi. "Yollarımız ayrılsa bile bütün yollarının tekrar bana çıkmasını sağla."

O da içkisini içti. Ve sonra bir kez daha tekilaları doldurduk, bu sefer sözsüz içtik ve bir kez daha... Herkesin sarhoş olmaya ihtiyacı varmış gibi görünüyordu; tuhaf olan, en fazla sarhoş olacak kişi de benmişim gibi geliyordu çünkü hiçbir şey yememiştim ve aç karnına insan daha çabuk sarhoş oluyordu.

"Yankı," dedim beşinci tekilaya uzanırken. Onu yavaş yavaş çift görmeye başladığımı fark ettim. "Ben bence…" Dilim dönmedi. "Bugün çok sarhoş olacağım gibi."

Işık diğer taraftan lafa atlayıp, "Ben de!" diye bağırdı. "Ben de, ben de, ben de!"

Şişeyi eline alan Mutlu çoktan sarhoş olmuş gibi kafasına dikip, "Sarhoş olmayanı dövüyoruz," dedi. "Kabul mü?"

"Kabul!" diye bağırdım bir anda. Işık da ona katıldı. Bartu en sakin içendi, sarhoş olmak istemiyor gibiydi. Koza ise az önceden sonra gözlerini Işık'tan ayıramıyordu.

Bir anda müzik sesi kesildi ve romantik bir dans şarkısı çalmaya başladı. "Evet!" dedi. "Çiftleri ve çiftini bulacakları ortaya alalım!"

Çift olarak katılan herkes piste ilerledi. Joker ve sevgilisi. Mr. ve Miss. Smith kostümlüler. Minnie ve Mickie Mouse... Bütün çiftler ortaya gelip dans etmeye başladılar. Dönüp Yankı'ya baktım ve önündeki sonradan istediği bira şişesini kafama diktim. Yankı sanki hiç umurunda değilmişim gibi davranıyorken, "Pislik," dedim şişeyi masaya koyarak. "Dansa kaldırsana beni."

Yankı umursamaz gözlerle bakıp, "Dans mı?" dedi. "Ah, hadi ama ölü bir gelinle dans edeceğimi sanıyorsan eğer..."

"Seni kaçırmadım mı?" diye sordum gözlerimi kocaman açarak. "Ne istersem onu yaparım." Yankı güldü, o güldü, ben gülüşünde dağıldım.

"Ananı," dedi Mutlu'nun sesi. "Çiftimi buldum! Pembe Panter kostümü giymiş!" Sonra koşmaya başladığında Gece Kralı hiç bu kadar romantik görünmemişti. Pembe Panter kostümü giymiş bir erkeğin yanına gidip kuyruğunu çektiğinde adam dehşetle ona dönüp baktı.

"Gece Kralı ve Pembe Panter," dedi Bartu masaya boş boş bakarak. Keyfi kaçmıştı. "Çok uyumlu gerçekten."

"Bartu, düşürme yüzünü..."

Bir anda Lâl'in yanına prens kostümlü bir adam geldi ve elini uzatıp, "Benimle dans eder misiniz prenses?" diye sordu. Esmer bir adamdı, bizden birkaç yaş büyüktü, Bartu'yla aynı yaşta olmalıydı. Bartu sırtını döndüğü yerden hızlıca başını çevirip adama baktı. Lâl gözlerini kocaman açmış, prense bakıyordu.

Bartu'nun bakışları değişti, onları inceledi, dudakları aralandı, sonra nefesini verdi. Ne yapacağını merakla beklerken, beni bozguna uğratıp yine ikisine sırtını döndü ve önündeki tekila bardağında kalan son içkiyi kafasına dikti.

Lâl bu tepkinin ardından yanına gelen prensi kırgın bir şekilde eliyle reddetti.

Işık Koza'ya bakıyordu ama Koza onu pek dansa kaldıracak gibi görünmüyordu.

"Merhaba," diyen bir kız sesi işittiğimde başımı Bartu'nun olduğu tarafa çevirdim ve başka bir Yunan mitolojisinden fırlamış kadınla karşılaştım. Sapsarı saçları vardı, upuzun boyu ve inanılmaz güzel bir yüzü. Bartu başını eğdiği yerden duymadı. "Merhaba," dedi tekrar daha yüksek bir sesle. "Siz sanırım Zeus olmalısınız?"

Bartu başını yavaşça kaldırdı, kadını gördü, başını eğip bir kez daha baktı. Şaşkınlıkla duruşunu dikleştirdiğinde, "Merhaba," dedi hafifçe kekeleyerek. "Evet, buyrun, Zeus benim. Bir şey mi vardı?"

Lâl kıza sert bakışlarını gönderirken, onu uyarır gibi kaşlarımı kaldırdım ama aldırış etmedi.

"Şey," dedi kadın utangaç bir ifadeyle. "Ben Hera." Sonra elleriyle oynadı. "Yani Zeus'un karısı, Hera. Gerçek adım Rüya." Elini uzattı.

"Ben de Zeus," dedi Bartu, sonra düzelterek, "Bartos," dedi, ardından, "Bartu," dedi. Öyle beceriksizdi ki.

"Eğer mahsuru yoksa dans edelim mi? Burada senden başka eş olacağım kimse yok da." Bu zamana kadar Bartu'ya yaklaşan diğer bütün kızlardan daha farklı görünüyordu. Bize döndü. "Merhaba, hepiniz çok güzel görünüyorsunuz."

Işık yapay bir gülümsemeyle yüzünü buruşturdu. Lâl tepki vermedi, Koza sırıttı. Yankı ile ben ise birbirimize baktık.

"Dans," dedi Bartu, sonra duruşunu dikleştirdi. "Benimle. Hera ve Zeus."

"Evet," diyen kızın heyecanı sönüyor gibiydi. "Yani eğer istemezseniz..."

Bir anda Lâl ikisinin arasında girerek kızı omzundan itekledi. Kız dehşetle Lâl'e bakarken, hiç olmaması gereken yerde yaptığı bu hareket, "Lâl," diye onu uyarmama neden oldu.

Bartu ise Lâl'in kolunu kavrayıp diğer tarafa çekti ve ona öyle sert baktı ki bu belki de onların son bakışmalarıydı. "Bir daha," dedi Lâl'e. "Sakın bunu yapayım deme. Sakın."

Işık diğer taraftan yürüyüp Lâl'i çektiğinde, Lâl büyük bir şaşkınlıkla Bartu'ya bakıyordu. Rüya ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Özür dilerim," dedi korkuyla. "Ben sizin çift olduğunuzu bilmiyordum. Gerçekten özür dilerim." Lâl'e özürler sıralarken ellerini birleştirdi. "Özür dilerim, haddimi aştım."

"Aşmadın," dedi Bartu, kaşlarını çatmıştı. "Ben kimseyle birlikte değilim ama seninle şimdi dans ettiğimizde eş olacağız gibi görünüyor." Kızın gözlerindeki korku uzaklaştı ve gözbebekleri parladı. Bartu elini havaya uzattı. "Hera, Zeus'la dans etsin," dedi. Kız elini tuttuğunda gülümsedi ve beraber dans pistine ilerlediler. Ardından bütün o çiftlerin arasında en muhteşem dansı ikisi sergiledi. Bartu muhteşem bir tango gösterisi sergiliyordu ama Rüya'nın da ondan geri kalır yanı yoktu. Vücutlarının yakınlığı, adımları, bakışları ve ellerinin tutuşu... "Ben hayal görecek kadar sarhoş olmadım, değil mi Yankı?" diye sordum gözlerimi açarak.

Yankı, "Hayır," dedi derinden gelen bir sesle. "Bu sefer Bartu gerçekten unutmayı deniyor. Bu sefer gerçekten istiyor."

Bakışlarım Işık'ın yanında duran Lâl'e kaydı. Göz göze geldik, bir damla yaş yanağından süzüldü. Ellerini kaldırıp, "Gece on ikiyi çoktan geçmiş," dedi bana. "Onu tamamen kaybettim."

2020 senesi kimisi için iyilikleriyle, kimisi için sürprizleriyle, kimisi için nefretleriyle, kimisi için de acılarıyla geliyordu.

Bir süreden sonra daha hareketli bir şarkı çaldı ama Bartu o kızla dans etmeye devam etti ve yanımıza bile gelmedi. Mutlu partinin içinde Pembe Panter'i kovaladı. Lâl bütün o dakikalarda Bartu'dan gözlerini ayırmadı ve kendisine acı çektirdi.

İnsanın kaybetmesinden daha kötü bir şey varsa o da kaybettiğini gözleriyle görüp, kulaklarıyla duyup, elleriyle hissetmesiydi. Lâl bunu yaşıyordu.

Işık Yankı'ya baktı, Yankı Işık'a döndü. Aralarında sözsüz bir bakışma geçti, Yankı ne demek istediğini anlamış gibi çaresizlikle de olsa bir kez onu onaylarak başını salladı. "Çok üzüleceksin Işık," dedi sadece benim duyabileceğim şekilde. "Ama böyle öğreneceksin demek ki."

Yankı onu onayladıktan sonra Işık Koza'ya yaklaşıp, "Dans edelim mi?" diye sordu. "Hiç dans etmedik seninle."

Koza başını çevirip Işık'a baktı, onu inceledi ve Işık'a özel olan gülümsemesini gönderdi. "Dans edelim Nil," dedi. "Benim bu hayattaki ilk dansım da seninle olsun."

Yankı onları görmezlikten geldi, ikisi beraber piste yürüdü ve Bartu ile Mutlu'nun göremeyeceği bir yere geçtiler. Sonra Mutlu'yu gördüm, dans müziğiyle alakası olmayan bir şekilde Pembe Panter'le köşede halay çektiğini gördüm. Bir yandan da elinde içki şişesi vardı.

"Son iki dakika," diye bağırdı mikrofondaki adam.

Bu andan sonra Yankı beni bileğimden tuttuğu gibi çekti ve dans pistine yürüttü. Arkamızda Lâl masada tek başına kaldı ama Yankı bunu umursamadı ya da o anlık görmezlikten gelmek istedi. Hafif hareketli şarkıyla beraber iki elimi tuttu, havaya kaldırıp kendi etrafımda çevirdi. Ardından kolunu belime koyup, "Dans etmeyi bilmiyorum," dedi gülerek. "Ama damatlar gelinleriyle dans eder, değil mi?"

Kahkaha attığımda beni yere doğru yatırmasına izin verdim, sonra etrafında dönüp zıpladım. "İlk yılbaşı partim," dedim. "Ve seninle beraber. Bugünü de tarihe geçelim mi?"

"Geçelim," dedi Yankı. "Ama zaten 1 Ocak özel bir gündür, daha özel bir gün yapmayalım mı?"

O an sarhoşluğun etkisi miydi, itiraflarımızdan mıydı yoksa artık onun yanında hiç maske takmadığımdan ötürü müydü bilmiyordum, kendi içimde bile dile getirmediklerimi ona söylemek istedim.

"1 Ocak tarihini daha özel yapacağım," dedim. Yankı beni yine belimi tutarak eğdi, güldü ve yeniden kaldırdığında göğüs kafesim göğüs kafesine çarptı. Dans etmeye çalışıyor ama asla beceremiyordu, tek yaptığı beni yönlendirmekti.

"Nasıl yapacaksın?" diye sordu.

"2 Kasım tarihini sen özel yapmıştın," dedim. "Sıra bende."

"Nasıl?" dedi yine merakla.

Elimi dudaklarına koydum. "Sadece," dedim. "2020'ye girmemizi bekle."

Bunun arkasından mikrofondaki adam ondan geriye doğru saymaya başladı.

Kalbim göğüs kafesimi kırdı; geride bıraktığım bir sene, bana bütün ödülünü bıraktı. Ödülüm karşımdaydı, ona bakarken ne gördüğümü biliyordum ve ona bakarken kalbimin atışlarını da hissediyordum; öylesine bir atış değildi, onun adını sayıklayarak atıyordu.

"Beş!" dedi mikrofondaki adam. "Dört! Üç!"

Yankı beni kendisine sertçe çekti. "İki," dedi dudaklarıma bakarak. "Bir," dedim, sonra alkışlar koptu ve Yankı ellerini yüzüme koyarak dudaklarıma yapıştı. Son nefesiymiş gibi ya da ilk nefesiymiş gibi, beni öyle bir öptü ki geçen sene öptüğü bütün zamanları silecek kadar tutkulu bir öpücüktü.

Ben de ellerimi onun yüzüne koydum. Başımı nefes nefese geriye çektim. "1 Ocak 2020," dedim tam gözlerinin içine bakarak. "Bu senenin ilk itirafı." Parmaklarımın ucunda yükseldim, elleri daha sıkı kavradı belimden. "Ben sana âşığım Yankı Sarca," dediğimde adı dudaklarımdan mucizeymiş gibi çıktı. "Ve bu hiçbir zaman son olmayacak çünkü sana her gün biraz daha âşık olacağım."