HELİN AKTAN
Çığlık sesiyle gözlerimi açıp irkilerek yataktan zıpladığımda, uyku sersemi karşımda gördüğüm üç yüzün kimlere ait olduğunu ayırt etmeye çalıştım. Tek bir kişi kahkaha atıyordu, o da Işık'tı.
Bartu, Koza ve Mutlu karşımızdaydı. Işık arkalarında kahkahalarla gülüyordu. Lâl başını göğüs kafesime yaslamış, sıkıca sarılmıştı ve Işık'ın dudağına sürdüğü kırmızı ruj her yerime bulaşmıştı. Saçları kucağımdaydı, elimi tutmuştu ve derin bir uykudaydı.
Mutlu bir kez daha çığlık attığında, "Biliyordum, biliyordum!" dedi. "Bunların ikisinin arasındakinin nefretten doğan aşk olduğunu biliyordum!"
Bartu afallamış bir ifadeyle bakarken, Koza gözlerini ikimizin üzerine dikmişti, yüzünde hem rahatlamış hem de şaşkın bir ifade vardı. Nasıl görünüyorduk? Üstümü başımı düzelttim; saçlarımı geriye atıp yorganı üzerimize çekerken gözümden uykusuzluk akıyordu.
"Ne oluyor ya?" dedim afallayarak. "Ne işiniz var burada?"
"Biri bana tokat veya yumruk atsın," dedi Bartu. "Bu kâbusu bir daha yaşayamam." Tam o sırada Lâl hareket ederek göğüs kafesime biraz daha sokuldu ve daha sıkı sarıldı. "Helin, sırtımdan bıçakladın," dedi. "Hayalimi yaşıyor kız."
Koza ise hiç beklemediğim o cümleyi kurdu: "Yankıcan ve Helinhan'dan kurtuldum, bu da bir şey."
Lâl'i hafifçe dürttüğümde gözlerini araladı ve ilk önce gülümseyerek bana baktı, sonra elini yüzüme koydu. Hâlâ kendine gelememişti.
Işık daha büyük bir kahkaha attığında Koza Işık'a döndü. "Senin bu hikâyedeki yerin ne?"
"Çocuklarıyım," dedi göz kırparak. "Anne," dedi bana. Sonra Lâl'e baktı. "Anne iki, kalkın hadi. Ergenler geldi."
"Helin," dedi Bartu, kollarını önünde bağlayarak. "Umarım bir açıklaman vardır."
"Bartu," dedim. "Açıklayabilirim."
"Oha! Bu cümle de geldi." Lâl o sırada hepsine tek tek baktı ve irkilerek o da yorganı kafasına kadar çekti. "Ve bu cümle. Yankıtu'm olsaydı ortalık yere bayılırdı."
Işık üzerimizdeki yorganı çektiğinde o kadar komik bir haldeydik ki gülmemek için kendimi zor tuttum. Üzerimde tüylü bir mor kazak vardı, altımda dize kadar mor çoraplar ve gri erkek eşofmanı. Yankı'nın eşofmanını Bartu'nun valize koyması trajikomikti.
Lâl'in üzerinde siyah, göğüs dekolteli, dar bir elbise vardı; ayaklarında pembe, çilekli çoraplar. Yanaklarında çiller, dudaklarında kırmızı ruj. Saçları dağınık toplanmış, yarısı dökülmüştü.
Işık ise çoktan uyanmış, Koza gelecek diye yine fazlasıyla şık giyinmişti. Üzerindeki siyah dar pantolonu, mavi boğazlı kazağı ve onun üzerine giydiği siyah deri ceketiyle karşımızda dikilmişti. Ayağındaki siyah topuklu botlarıyla Koza'nın boyuna yetişmişti.
"Bensiz eğlendiniz mi?" dedi Mutlu. "Parti mi verdiniz? Alındım ve gücendim."
"Sizin burada ne işiniz var?" diye sordum bir kez daha.
Bartu kaşlarını çatarak, "Seni alıp götürmek için gelecektim ama Koza, ‘Ben de geleceğim,’ diye yalvardı, Koza geleceğini söyleyince Mutlu da, ‘Kardeşime sarkarsın sen,’ deyip peşimize takıldı. Şimdi siz anlatın, neden seviştiniz?" dedi.
"Ne?" Gülmeye başladığımda yorganı üzerimden atıp ayağa kalktım. "Sadece sarılıp uyuduk."
"Ve bu cümle de geldi. Nereye düştüm ben? Klişe bir yaz dizisinin içine mi?" Mutlu'nun üzerinde pembe bir takım elbise vardı, kravatı Pembe Panterliydi; Bartu ile Koza'nın da takım elbiseli olduğunu gördüm. Saat kaçtı? Ve neden böyle şık giyinmişlerdi?
"Nereye gideceğiz?" diye sordum ama Lâl biliyormuş gibi hızla kalkıp banyoya koştu.
"Sürpriz," dedi Bartu. "Gidince görürsün. Şimdi benimle konuşmak ister misin?"
"Bartu saçmalama lütfen," dedim gülerek. "Lâl benim kardeşim gibidir."
"Bu cümle de geldi," dedi Mutlu. "Artık hiçbir şüphem kalmadı." Bartu'ya baktı. "Canım Grey'im, ben de seni kardeşim gibi görüyorum."
Bartu tam anlamıyla ikna olmadı ama kollarını önünde bağlayıp geriye çekildi. Koza ile Işık'ın ise birbirine bakıp sessizce konuştuklarını gördüm. Mutlu baktığım yöne döndüğünde ikisinin yanına doğru yürümeye başladı.
"Nil," dedi Koza sessizce. "Bugün aynaya baktığında kendini övdün mü yoksa övgüler için beni mi bekledin? Çünkü öylesine bir güzellik değil bu."
"Öğle mesain mi başladı, Kelebek?" diye sordu Mutlu.
Işık Mutlu'yu duymazlıktan geldi. "Ah," dedi atkuyruğu yaptığı saçını geriye ittirerek. "Teşekkür ederim, Koza." Koza'nın üzerindeki lacivert takım elbisenin yakasını tuttu. "Gözlerinin rengi daha fazla açığa çıkmış."
Bartu öksürüp göz ucuyla onlara baktı ama eskisi kadar rahatsız olmadığını fark ettim.
Bir süre sonra Lâl banyodan çıktı. Giyinmiş ve makyajını silmişti. Kıyafeti simsiyahtı ama üzerindeki bej rengi montu tenini açık göstermişti. Saçları dağınıktı; duş aldığı için şampuanın kokusu odayı kaplamıştı.
Bartu göz ucuyla ona baktı, sonra bir kez daha baktı, ardından bir kez daha. Kaşları çatıldı, yüzünde hafif bir gülümseme oluştuğunda ellerini birbirine çarpıp beni kaldırdı. "Çabuk Helin, çabuk! Acelemiz var, hazırlan, çıkacağız!"
Saat öğleden sonrayı gösteriyordu. Sorgulamak yerine oflayarak yataktan kalktım ve kısa bir duş aldım, ardından Işık'ın ben duştayken bıraktığı kıyafetleri üzerime geçirdim.
Onları gördüğümden beri aklımda dönüp duran Yankı ve nerede olduğu hakkındaki teorilerimi de geriye attım. Belki de o konuşmamızdan sonra vazgeçmişti, çabalamak istememişti hatta başka yollarımız ve kaderlerimiz olduğuna inanmıştı.
Bu canımı yaktı.
Kalın bir beyaz kazak, altımda siyah bir pantolon ve kalın bir mont. Soğuk bir yere mi gidecektik?
Banyonun dışından gelen seslere bakılırsa Koza ve Mutlu yine bir tartışma içerisindeydi bu yüzden saçlarımı kurutmadan banyodan çıkıp ayakkabılarıma yöneldim. Bartu ise dün Lâl'in getirdiği yaprak sarmasından geriye kalanları ve poğaçaları midesine indiriyordu. Ağzı dolu dolu, "Helin," dedi. "Harika görünüyorsun küçük kardeşim, böyle güzel bir kardeşim olduğu için hayranlık duyuyorum." Göz ucuyla Koza'ya baktı, kaşlarının belli belirsiz çatıldığını gördüm ve sırtını yasladığı duvardan ayrılıp bana baktı.
"Çok çirkin olmuşsun," dedi Koza, Bartu'nun aksine. Bir insana beyaz ne kadar yakışmazsa o kadar yakışmaz."
Mutlu gelişigüzel, "Ne bu? İyi abi, kötü abi mi oynuyorsunuz?" diye sordu. Fakat bu sorusu üçümüzün de duraksamasına neden oldu.
"Tabii ki iyi abi benim," dedi Bartu bozuntuya vermeden yanıma doğru yürüyüp. Montumu bana uzatırken çoktan botlarımı giymiştim. "Sıkı giyin." Ardından elini omzuma attı ve Koza'ya bakarken yaprak sarmasını ona uzattı. "Al, ye, iyi gider. Ya da su ister misin? Hazımsızlığını alır."
Koza'nın o yaprak sarmasını almasını beklemiyordum ama bir anda Bartu'nun elinden sertçe çekip ısırdıktan sonra Bartu'ya bakıp duraksadı, Lâl'i işaret ederek, "O mu yaptı?" diye sordu. Birbirlerini o kadar mı tanıyorlardı? El lezzetini bilecek kadar? Lâl cevap vermezken, Işık başını aşağı yukarı salladı. "Tüh," dedi son lokmayı yutarken. "Bilseydim yemezdim."
Artık Lâl'in canının yandığını hissettiğim için, "Kus o zaman," dedim. Koza ağzımı taklit ederek Bartu'nun omzuma attığı eline bir kez daha baktı, sonra odadan ilk çıkan o oldu. Arkasından biz de çıktık.
Asansörde sessizce inerken dayanamayıp, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Hiçbirinden ses çıkmadı ama birbirlerine baktılar. Koza normalde alaylı konuşmasıyla her şeyi söylerdi ama o bile sessizdi. "Umarım istemediğim bir yere gitmiyoruzdur," dedim bu kez. Yine hiçbirinden ses gelmedi.
Asansör son kata gelip herkes dışarı çıktığında, kapının önündeki Bartu'nun başka bir son model arabasını gördüm. Mutlu Bartu'ya, "Kucağında gidebilir miyim?" diye sorarken Işık da onların yanındaydı ve Koza önümde yürüyordu.
Hiçbir şey söylemeden ellerimi cebime yerleştirip yürümeye başladığımda Koza derin bir nefes alıp bir anda durdu. Sanki hiç yapmak istemediği bir şeyi yapıyormuş ya da kendini durduramıyormuş gibi montunun içinden siyah beresini çıkardı ve bana yaklaşarak başıma taktı. Ardından montumun kapüşonunu geçirdi. "Islak saçla dışarı çıkarsan hasta olacağını bu yaşa kadar öğrenemedin mi?" diye sordu.
Afalladım; ona baktığımda gözlerimdeki şaşkınlığı gördü ama arkasını dönüp arabaya doğru yürümeye başladı. "Öğrenemedim," dedim arkasından. "Küçükken öğretecek kişiler, beni askeri sanmakla meşguldü."
"Askeri olarak görmeseydi seni," deyip omzunun üzerinden bana baktı. "Bu kadar güçlü olmazdın ve hastalandığında yataktan bile kalkamazdın." Ardından beresine baktı. "Çirkinliğine güzellik katan benim berem oldu, hemen teşekkür et abine, küçük kardeşim."
Ona dilimi uzattım, sırıttı. "Sinir bozucu olduğunu sana söyleyen oldu mu hiç?"
"Evet," dedi.
"Deli?"
"Çoğu zaman."
"Yazık sana," dedim.
"Asıl sana yazık," dedi bu kez, sonra yüzüme baktı. "Biz seninle kardeş miyiz acaba gerçekten? Ben böyle çirkin değilim, sen neden böylesin?" Vücuduma baktı. "Kilo vermişsin, Sonuncu olmadan açlık grevine mi girdin?"
"Sonuncu'nun da senin de…" deyip Bartu'nun olduğu tarafa yürüdüm ama o bizi görmezlikten geliyordu. "Ne oldu, artık birbirinizi itekleyerek su savaşı yapmıyor musunuz? Düşmancık Koza."
"Bir anlaşma yaptık," dedi ciddiyetle. Gerçekten soruma cevap mı vermişti?
"Umurumda değil," dedim ama umurumdaydı. "Umarım biriniz o su savaşında boğulursunuz." Sonra duraksadım, vicdanım titredi. "Of, neyse, boğulmayın."
Bartu'nun yanına giderken kolumdan tutup beni kendisine çevirdi. "Bugün gittiğimiz yerin düşmanlıkla hiçbir ilgisi yok, Helin," dedi yine ciddiyetle. "Kimse için bugünü zehir etme."
"Buna ben karar veririm," dedim kaşlarımı çatarak. "Bana emir verme." Kolumu ondan kurtarıp Bartu'nun arabasına yürüdüm.
Sürücü koltuğuna Bartu oturdu, hızlıca arka koltuğa geçtim çünkü Lâl'in yanına oturmasını istedim. İkisi de afalladı ama hiçbir şey demediler.
Koza, Işık ve Mutlu ise arkamızdaki Koza'nın arabasına bindiler. O da lüks arabaydı.
"Koza bu kadar parayı nereden buluyor?" dedim Bartu arabayı çalıştırırken. "O araba da neyin nesi?"
"Benim hediyem," dedi Bartu dikiz aynasından bakarak. "Gariban mutlu olsun istedim."
"Gariban mutlu olsun diye, demeyelim de Koza'ya hava atıp üstünlük taslamak için, diyelim." Açıklamama güldü.
"Plakasını gördün mü?"
Bakışlarım arkaya döndü ve plakasına odaklandım. BRT yazıyordu. "Sen gerçekten kekosun," diyerek gülmeye başladım. O da güldü. Lâl ise sessizce pencereden dışarıyı izlemeye başladı.
Arabanın içini sessizlik kapladığında Bartu bir animasyon açtı ve Lâl'e, "Yol boyunca sıkılma," dedi. "Seversin bu saçma şeyleri. Senin için indirdim."
Lâl gözlerini şaşkınlıkla ona çevirdi ve ellerini birleştirerek büyük bir minnetle Bartu'ya baktı. Bartu ise gülümsemeden yola bakmaya devam etti. Lâl'in o kırgın, o acılı geçmişinde hiç izlemediği için çizgi filmlere bu kadar bağımlı olduğunu biliyordu. Belki de Hüseyin seviyordu? Ah Hüseyin...
Gözlerim yine dolduğunda bakışlarımı pencereye çevirdim, yol boyunca Lâl sırıtarak o animasyonu izledi, Bartu göz ucuyla ona bakıp gülümsedi ve ben ikisine bakıp iç çektim.
O neredeydi? Gerçekten benden vazgeçmiş miydi? Sormalı mıydım? Bartu aklımdan geçenleri okurdu, neden söylemiyordu? Düşünmek istemiyordum ama aklımdan da çıkmıyordu.
Yol en sonunda bizi Sokak Nöbetçileri'nin evinin olduğu tarafa yönlendirdiğinde, "Bartu," dedim tedirginlikle. "Eğer o eve gidiyorsak..."
"Hayır, Helin," dedi. "Öyle bir yere gitmiyoruz. Sadece bekle."
Ona güvendim ve sessizce beklemeye devam ettim. Gerçekten de Sokak Nöbetçileri'nin ahşap evinin önünden geçip gittik ve başka bir yola döndük. En sonunda bir binanın önünde durduğumuzda, balonlarla süslendiğini ve rengârenk bir bina olduğunu gördüm. Bartu gülümsediğinde ve Lâl de içtenlikle tebessüm ettiğinde nereye geldiğimizi tam olarak anlayamamıştım ama kalbim teklemişti.
İlk onlar arabadan indi, ardından ben.
Gözlerim altı katlı binanın üzerinde gezindi; her kat, gökkuşağı gibi rengârenk boyanmıştı. Fakat sadece bu da değildi.
Bir tabela asılıydı:
SOKAK NÖBETÇİLERİ YETİŞTİRME YURDU
Altında ise iç içe geçmiş, daha önce vücudumuza damgaladıkları S ve N harfleri.
Gözlerim doldu, pencerelerden çocuklar bakmaya başladığında yutkunmakta zorlandım. Bartu ve Lâl yanıma yaklaştı; ardından Koza, Işık ve Mutlu da geldi. Sonra onu gördüm, Yankı'yı. Kapıya yaklaşıp önce bana, sonra hepimize baktı. Başıyla selam verdiğinde, "Bu…" dedim Bartu'ya doğru. "Nasıl yani?"
"Artık resmi bir yetiştirme yurdumuz var ve kurucuları yedi kişi," dedi. "Tabii resmi kaynaklarda daha farklı geçiyor ama görmek ister misin?"
İçeriden çocuk ve müzik sesleri geliyordu. Koza'yla gözlerimiz kesişti, bana demiştim der gibi baktı, dolu gözlerime tebessüm etti. Aynı şekilde karşılık verdim.
"Hadi," dedi Işık, kolumu tutup beni çekerek. "Gel, bak, neler var içeride!"
Beraber kolumdan çekiştirdiklerinde, Yankı bana bakmaya devam etti, ardından Bartu ile Koza onun yanına gitti, Mutlu ile Işık da yanımıza geldi.
İlk başta ince bir koridor geliyordu ve tam karşısında bir tabela vardı, üzerinde kurucular yazıyordu.
Kurucularda adımızın yazması değildi beni ağlatan, yazılma şekilleriydi.
Birinci Sokak Nöbetçisi, Koza
İkinci Sokak Nöbetçisi, Bartu
Üçüncü Sokak Nöbetçisi, Mutlu
Dördüncü Sokak Nöbetçisi, Işık
Beşinci Sokak Nöbetçisi, Lâl
Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin
Sonuncu Sokak Nöbetçisi, Yankı
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda, en yakınımdaki kişiye, Işık'a sarılıp, "Bu…" diye mırıldandım.
"Sen Altıncı Sokak Nöbetçisi," dedi Işık şefkatle. "Hep öyleydin."
"Bu…" dedim bir kez daha, ağlamam şiddetlendi. Koza da vardı, ben de vardım.
Aklımdan geçeni okumuş gibi, "İstediğimiz kadar savaş içerisinde olalım," dedi. "Konu çocuklar olduğunda hepimizin kalpleri bir atıyor. Bu yurt için çok çabaladık ve sen de tüm kalbinle emek verdin."
Hiçbirinin soyadı yoktu, bu dikkatimden kaçmamıştı ama sormak istemedim; ağlamam durmadan bir daha o duvara döndürdüm başımı.
Yarattığın gerçek adalet, kalbinin sesinden ibarettir.
Korkular, vicdan ve vicdansızlık… Hiçbiri değil, çocuklar için bu cümleyi seçmişler ve en üste bunu asmışlardı. Bir keresinde Yankı'yla konuşurken bunu ona söylemiştim ama böyle değil. “Bizim adaletimiz, kalbimizin sesi,” demiştim, bunu unutmamıştı ve farklı bir şekilde Koza'ya da, “Korkularından sadece kalbinin sesiyle vazgeçebilirsin,” demiştim. Benim için öylesine bir cümleydi ama unutulmamıştı.
"Gel," dedi Işık çekerek. "Bu kadar da değil, yürü."
Beni çekiştirmeye devam ederken, ona karşı gelmeye çalışmadım ve geniş bir alana çıktık. İlk gözüme çarpan geniş salondu; bir tarafta oyuncakların olduğu salon vardı, bir tarafta seksek oynamak için yere çizgiler çekilmişti, bir tarafta kitaplık vardı ve bahçesi dışarıya açılıyordu. Orada da park vardı. Öyle geniş bir alandı ki onlarca çocuk dolabilirdi. Tam karşımda bir sahne vardı; elliye yakın çocuk o sahnenin önünde animasyon izliyorlardı.
Işık kolumu çekiştirip beni başka bir koridora soktu; o koridorda ise çocukların, bizim, hepimizin fotoğrafları vardı.
Bir kısma yurttaki çocukların fotoğrafı asılmıştı, başka bir kısımda Sokak Nöbetçileri'nin her üyesinin çocukluk fotoğrafı vardı. İşin tuhafı, benim fotoğrafımı da bir şekilde yanlarına eklemişlerdi.
Yedi çocuk. Koza da vardı.
Tekrar ağlamaya başladığımda, Mutlu, "Benim işçiliğim," dedi. "Lâl'in fotoğrafları ve hazırlayan da Işık. Sen odadaki fotoğrafları istemedin, biz de burayı yaptık. Sevdin mi?"
Üstte sadece Yankı ile ikimizin olduğu bir fotoğrafımız vardı; o bana bakıyordu ve ben gülümseyerek başka yöne dönmüştüm.
Onun altında Koza ile Işık.
Mutlu nefesini verdi. "Maalesef hassaslık gereğince tepki veremedim."
Bartu ve Lâl.
Mutlu ve Pembe Panter’i.
Sonra hepimizin beraber, sonra beşimiz, sonra üçü, sonra yine ikisi. Fotoğraflar öyle güzel duruyordu ki gözyaşlarımı engelleyemiyordum.
Tam bu esnada birisi bacaklarıma sarılıp, "Helin!" diye bağırdı. Başımı eğip baktığımda Ferda olduğunu gördüm ve daha fazla ağlayarak eğilip ona sarıldım. Onu uzun zamandır görmemiştim, öyle çok zaman geçmişti ki kendimi fazlasıyla suçlu hissediyordum.
Geriye çekilip baktığımda yüzüne renk geldiğini gördüm, gözleri parlıyordu, saçları uzamıştı, sevgiyle sarılabiliyordu artık ve korkmuyordu. "Ferda," dedim sevgiyle. "Nasılsın?"
"Harikayım, kraliçe," dedi gülerek. "Sen kraliçe," Yankı'yı gösterdi, ileride Koza ve Bartu'yla duruyorlardı, yanlarında Nadir vardı. "O kral. Ben de prenses." Ellerini birbirine çarptı. "Gelsene, oyun oynayacağız!" Bu sefer beni çekiştiren oydu; peşinden ilerlerken Yankı'yı da üzerindeki takım elbisenin ceketinden tutup çekti. "Seksek," dedikten sonra Nadir'i çağırdı. "Seksek sözü."
Günler hatta aylar önce Nadir'e verilen o söz. Ferda'ya bundan mı bahsetmişti? Diğerleri de bizimle geldiğinde seksek çizilen yerin yanına gittik ve Ferda bize bakmadan diğer taraftaki duvarın kenarından taş alıp bir kareye attı. 4'e geldiğinde zıplayarak geçti ve tamamladığında taşı bana uzattı.
Çekingenlikle hepsine baktım ve bütün Sokak Nöbetçileri beni başıyla onayladı. Attığım taş 6'ya gitti ve birkaç kez tökezlememe rağmen ben de yapabildim. Kıkırdamaya başlayınca taşı hafifçe Koza'ya attım. Koza şaşkınlıkla bana baktığında, "Zekâ işi değil, denge işi bu," dedim. "Görelim."
"Ah," dedi Koza. "Beceremediğim hiçbir şey yoktur." Taşı attı, 7'ye geldi ve 7'ye giderken üç-dört kez yandı.
Mutlu, "Bu Kelebek’in lafları gibi kendisinin de dengesi yok ama nasıl hâlâ karizmatik görünebilir, bilmiyorum," dedi. Işık onaylıyormuş gibi başını salladığında omzuyla onu itekledi. "Sen katılma, kırık yumurta."
"Aslında basit," dedi Koza, sonra taşı Işık'a attı. "Ben çok basit diye yapamadım."
"Aynen, bro," dedi Bartu alayla. "Zaten seksek oyununu da kesin sen bulmuşsundur."
Işık 8'e attı; dikkatlice, dengeli bir şekilde oraya kadar gidip geri döndü, sonra Koza'ya bakıp, "Hep yenileceksin bana," dedi. Koza duymazlıktan geldi, kaybettiği için küsmüş bir çocuk gibiydi.
Onun arkasından Lâl de harika bir şekilde geçtiğinde taşı Bartu'ya verdi. Bartu henüz 1'e gelmişken tökezledi ve devam etmedi. Gülmeye başladığımızda Yankı'nın arkasındaki Nadir'le göz göze geldik. Daha solgundu, zayıflamıştı ve gerçekten nefes almakta zorlanıyor gibiydi. Yüzümdeki gülümseme silinse de hatta boğazım düğüm düğüm olsa da bakışlarımı ondan kaçırdım.
Bartu, "Kaslarımdan dolayı böyleyim," diye mırıldandığında hepimiz gözlerimizi devirdik. Taşı Yankı'ya verdi. "Sıra sende." Aralarındaki soğukluk yavaş yavaş ısınmaya başlamış gibiydi.
Koza'nın, "Eğer yaparsa…" diye mırıldandığını gördüm.
Gerçekten birbirini hem çok seven hem çok kıskanan iki kardeş gibilerdi; bu halleri komikti.
Yankı taşı attı, 5'e geldiğinde üzerindeki takım elbisenin yakasını düzeltti. Derin bir nefes aldı. Simsiyah takım elbise, siyah gömlek ve siyah kravat beni bambaşka noktalara iteklese de düşünmemeye çalıştım.
"Bir de bayıl istersen Yankıtu," dedi Mutlu. "Savaşa gitmiyorsun, iki-üç zıplayacaksın."
Güldüğümüzde Yankı zıplamaya başladı ve o da Koza gibi dengesini sağlayamadı. En keyif alan da Koza'ydı. "Beceriksiz," dedikten sonra bana döndü. "Gerçekten bu adam mı?" diye sordu. "Bir daha düşün."
Dayanamayıp güldüğümde Yankı da Koza gibi küsüp geriye çekildi; son kalan kişi Nadir'di.
"Efendim," dedi kısık sesle. "Nefesim yeter mi ki?"
"Yeter," dedi Bartu. "Zorlama kendini. Taşı ben atayım mı?"
Nadir hevesle başını salladığında Bartu taşı aldı ve çok uzağa değil, 3'e attı. Nadir sakince ilk adımını attı, düşer gibi olduğunda hemen Bartu tuttu. Diğerine adım attı ve diğerine. Kalbim teklediğinde arkamızdan bir ses geldi.
"Keşke bundan benim de haberim olsaydı." Önder'in sesi.
Ürperdiğimi hissettim, nefretle ve öfkeyle. Hepsinin bakışları ona döndüğünde tek bakmayan kişi Koza'ydı ama Önder’in gözleri direkt Koza'nın üzerindeydi, ardından Yankı'ya döndü. Yankı hiçbir şey söylemeden ellerini cebine attığında gözleriyle Önder'i izledi.
Nadir geriye döndüğünde o anı bile mahvetmiş Önder Sarca'yı görmezlikten gelemiyorduk.
"Davet edilmemiştin," dedi Işık sakince. "Burada ne işin var?"
Önder onu duymazlıktan gelip direkt Yankı'ya bakarak, "Neden o panoda soyadlarınız yok?" diye sordu. "Öğrenebilir miyim?" Koza hafifçe gülümsedi. "Üstelik benim size verdiğim isimleri kullanmaya devam ediyorken."
"Çocuklar bizi böyle tanıyor diye o isimleri koyduk," dedi Işık bu kez.
"Seninle ilgilenmiyorum," dedi Önder küçümseyici bir tınıyla. "Hatta seni görmüyorum." Yeniden Yankı'ya döndü, âdeta baskı kuruyordu. "Neden Sarca yok?"
Hiçbir cevap vermediğinde Koza'nın yüzündeki gülümseme genişledi ve tam o esnada Önder elini Koza'nın omzuna koydu. Koza ise gerildi, yüzündeki gülümseme silindi. "Çek elini," dedi sadece. Bu ondan duyduğum en korkutucu sesti. Ferda bile irkilerek bacağıma sarıldığında onu diğer çocukların yanına gönderdim ve Nadir de fark etmiş gibi elinden tutup götürdü.
"Her şey silindi mi?" dedi Koza'ya. "Yanıma gelmedin."
Koza'nın bakışları Yankı'ya döndü, Yankı çocukları gösterdi. Bu kısa süren sessiz anlaşmanın ardından Koza başını çevirip Önder'e baktı, duruşunu dikleştirdi.
"Önder Sarca," dedi net bir sesle. "Ben hayatımda bir insana üç değil, iki şans veririm." Ona bir adım yaklaştı. "Eğer bir daha karşıma çıkarsan, bana dokunursan veya fark etmez yakınımda nefes alırsan yemin ederim ki gözümü kırpmadan seni öldürürüm, diğerlerinin yapamadığını ben yaparım. Ve bil diye söylüyorum, şu an bunu yapmıyorsam çocuklara saygımdan. Onların kalplerine korku bulaşmasını istemediğimden."
Önder duraksadı, kaşları çatıldı. Nöbetçileri'nden ses çıkmasını bekledi ama hiçbiri bir şey demedi. Yine dönüp baktığı kişi Yankı oldu. "Bir şey demeyecek misin?" diye sordu. "Buna izin mi vereceksin? Neler yaptığını biliyorsun?"
Yankı hiçbir şey söylemeden ellerini cebine yerleştirdi ve yüzündeki silik tebessümle, "Artık bize hiçbir şekilde karşı koyamayacaksın," dedi. "Buradan uzak dur ve şimdi git."
"İkinci defa yakınımda olma," dedi Koza. "Gerçekten gözümü bile kırpmam, öldürürüm seni."
Nefret. Lâl'e karşı nefret duyduğunu sanıyordum ama asıl nefret buydu. Önder'e karşı olan nefreti.
Sessizlik. Kimse ama kimse hiçbir tepki vermedi. Bartu bile. Önder'e en sıcak olan kişi Bartu'ydu ama o bile çenesini kaldırmış, Bartu'ya bakıyordu.
Birkaç dakika sonunda Önder hiçbir şey demeden arkasını dönüp gittiğinde Yankı ile Koza bir kez daha bakıştı ve sözsüz birkaç kelime konuştular.
O sırada animasyon bitti; çocukların ilgisi dağıldığında başka bir müzik sesi ortalığa yayıldı.
Sessizliği ilk bölen kişi olarak, "Keşke saklambaç oynasaydık," dedim. Yankı'yla göz göze geldik, anılarımı biliyordu.
"Ya," dedi Işık. "Şu konuşmaları yaptıktan sonra mutlaka oynayalım."
"Konuşmalar?" dediğimde Mutlu boğazını temizledi.
"Çocuklara konuşmalar yapacağız, onların geleceği için. Sen tabii hazırlanmadın. Vah vah."
"Ya," dedim kaşlarımı çatarak. "Ne konuşacağız ki?"
"Sadece beni izle bebek," dedi Mutlu ve sahneye ilerledi, ardından biz de yürüdük. Bir yanımda Koza, diğer yanımda Yankı durdu; arka tarafımızda da Bartu, Lâl ve Işık vardı.
Çocukların dağılan ilgisi Mutlu'nun Pembe Panterli takım elbisesiyle yeniden toplandığında ilk önce sahnenin arkasına gidip bir kutu getirdi. O kutunun içindeki çikolatalı, muzlu ve çilekli sütleri ortalığa serdi. "Sırayla sütlerinizi alın çocuklar," dedikten sonra bize de işaret etti. "Siz de öyle, iyi örnek olun bebekler!"
İlk alanlar biz olduk, çocuklar da arkamızdan geldi. Herkes sütünü alıp yerine oturduğunda tek ayakta kalan bizlerdik.
Mutlu sütüne pipeti geçirdi, önüne ayaklı bir mikrofon çekti ve birkaç defa mikrofonun ucuna vurdu. Gülümsediğinde çocuklar da gülümsedi. Sütünden büyük bir yudum içtiğinde yanımdaki Koza'nın da sütü çoktan açıp içtiğini gördüm.
Şaşkınlıkla baktığımda lezzetinden dolayı derin bir nefes verdi ve göz göze geldiğimizde, "Ne?" dedi. "Çocuklar için."
"Hâlâ çocuksun," dedim kendimi tutamayıp. "Hepimiz gibi. Keşke koca adam gibi davransan."
Koza başını Mutlu'ya çevirip, "Belki ben de bunu öğrenememişimdir," dedi sadece.
Tam o sırada Mutlu, "Herkese merhaba," diye konuşmaya başladı. "Ben yakışıklı prens Mutlaga, hepiniz beni tanıyorsunuz. Gördüğünüz gibi kâğıttan okumayacağım çünkü aramızda en zeki olan benim." Gözlerimizi devirdik. "Neyse, konumuz bu değil. Biz burada hepimiz belki haddimiz olmadan geleceğiniz için konuşacağız ve hayatınız boyunca unutmamanız gereken şeyleri anlatacağız."
Nefesimi verip ellerimi kollarıma sardım ve Yankı'nın kolu koluma değdi. Bakışlarım ona döndüğünde beni izlediğini gördüm, yeniden sahneye baktım ama hissettim, beni izlemeye devam ediyordu.
"Zor bir çocukluk geçirdim," dedi Mutlu; sesindeki ciddiyeti duydum, nadir olurdu. "Hastalıklarla savaştım, çok kişiyi kaybettim, çok kişiyi kendimden uzaklaştırdım ama asıl önemli şeyin sevgi ve neşe olduğunu hiçbir zaman unutmadım. Gülümsedim, içimden geldiği gibi davrandım fakat eleştirdiler." Kendini gösterdi. "Üzerimdeki takım elbisenin renginden bile eleştirecek yüzlerce kişi tanıdım, öyle bir yargıları vardı ki aklınız almazdı ve biliyorum, aranızdan bazıları da benim gibi yargılandı." Birkaç çocuğun yüzüne baktı, yaşça daha büyüklerdi. "İyileştiğimi düşünmeyin, hiçbir zaman tamamen iyileşemezsiniz, sizi kandırmayacağım ama daima gülümseyebilirsiniz." Sütünden birkaç yudum içti. "Sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyin, sevginizi yaşamaktan da. Adaleti savunun, sessiz kalmayın ve benim yaptığımı hataları yapmayın."
Işık'ın gözlerinin dolduğunu gördüm.
"Aranızda anne veya babasından şiddet görenler var, biliyorum, yoldaki yabancılardan ya da arkadaşından. Size onlarca sebep sunsalar bile hiçbirine aldırış etmeyin ve kendinizi koruyun. Ben bir sokak arasında sadece başkaları gibi sevemediğim için saatlerce dövüldüm, başka bir gün onlarca kişi benimle dalga geçti, lisede yaz tatilinde saçlarımı uzatmaktan zevk alıyorum diye zorla saçlarımı kestiler. Tehditler aldım, her türlü hakarete maruz kaldım ama kendimi savunamadım. Siz bunu yapmayın. Kalbiniz," eli kalbine doğru gitti, "kimi istiyorsa onu sevin. Ne şekilde olursa olsun. Karşı koyun, savunun çünkü sizin gibi düşünenler elbet çıkacaktır." Işık'ı işaret etti. "Orada gördüğünüz, benim ikizim." Güldü. "Evet, ben çok daha güzelim, biliyorum ama ne yapalım, o da böyle işte." Işık ağlamasının arasından güldü ve herkes ona katıldı. "O beni hep olduğum gibi sevdi, diğerleri de öyle." Bizi gösterdi. "Ayırmadılar, aşkın sadece aşk olduğunu gösterdiler, sevginin kalbimizden geldiğini ve dünyanın rengârenk bir yer olduğunu. Bu dünyada ellerinizi uzattığınızda tutacağınız kişiler olacak; güvenin ve kendinizden hiçbir zaman vazgeçmeyin." Ardından sütünden başka bir yudum daha çekti ve dolan gözlerini sildi. "Vücudunuzdaki şiddetin izlerini önemsemeyin, onlar sizin anılarınız ve tecrübeleriniz. Ve…" Başını salladı. “Pembe Panter’i daima sevin. Sevgiyle kalın.”
Herkes ilk önce duraksadı, ardından alkışlamaya başladıklarında biz de eşlik ettik. Mutlu sahneden inerken âdeta bir ünlü gibi öpücükler saçıyordu, yanımıza gelir gelmez Işık’ı sahneye itekledi.
Sahneye çıkan ikinci kişi Işık oldu. Duraksadı, boğazını temizledi. “Iıı…” dedi çocuklara bakarak. “Merhaba.” Hâlâ gözleri yaşlıydı. “Ben Işık.” Bakışları Koza’ya döndü. “Gerçek adım Nil. İkisinden birini kullanabilirsiniz, benim için isimler önemsizdir.” Utanıyor muydu? Şaşırmıştım. “Sanırım topluluk içinde konuşmalar bana göre değil ama benim de size söyleyeceğim birkaç şey var.”
Kıyamayan gözlerle ona baktım.
“Birincisi,” dedi net bir sesle. “Ben ikizimden daha güzelim. Konu kapalı.” Hepimiz güldük.
Koza, “Katılıyorum,” diye mırıldandığında, Mutlu, "Katılmasan şaşardım," diyerek omzuna vurdu.
"İkincisi, güçlü olmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyin. Bu hayatta istenmediğiniz zamanlarınız olacak; sevilmediğiniz, dışarıya atıldığınız, hor görüldüğünüz zamanlarınız olacak. Gün gelecek," dediğinde eli karnına gitti. "Hayallerinizi gerçekleştiremeceksiniz." Bakışları Koza'ya döndü. "O hayalleriniz elinizden alınacak, bir hiç uğruna."
"Hayır," dedi Koza ama onu sadece biz duyabildik.
"Fakat o zaman bile çabalamaktan vazgeçmeyeceksiniz. Hayaller, ulaşabildiğiniz her noktadır. Belki bir şeyler istediğiniz gibi ilerlemeyecek ama daha iyisi olacak. Bazen biri için kurşunlara atlayacaksınız," Mutlu'ya baktı, "bazen biri sizi öfkelendirecek ama ondan vazgeçemeyeceksiniz," Bartu'ya baktı, "bazen birini hiç anlamayacaksınız ama gözlerinizle anlaşacaksınız," Lâl'e baktı, "bazen biri sırdaşınız olacak, umut olarak göreceksiniz ama birbirinize anlatmadığınız sırlarınız bile olacak," Yankı'ya baktı, "bazen birine güveneceksiniz, güvenmemeniz gerekirken bile fakat bu bir kumar ve o kişi size kalbini açacak," bana baktı, en son Koza'ya döndü. "Bazen biri gelecek,” dedi, “onu nefret ile sevgi arasındaki inci çizgide tutacaksınız ve neşter gibi keskin olacak aranızdaki ama ona her baktığınızda kendinizi göreceksiniz." Başını aşağı yukarı salladı. "Bunları yaşamaktan korkmayın, çekinmeyin, başkaldırın, karşı gelin, güçlü olun ve her zaman eşitliği savunun. Kimsenin siz izin vermediğiniz zaman sınırlarınızı geçmesine izin vermeyin ve gücü şiddet sanmayan erkekler, kendini daima koruyabilen kadınlar olun." Elindeki sütten büyük bir yudum içti. "Korkularınızın sizi engellemesine izin vermeyin ve en çok beni sevin."
Güldü, biz de güldük. Gözlerim dolu dolu ona bakarken sahneden indi ve başka bir alkış daha koptu. Onun arkasından Bartu sahneye çıktı. "Ah Grey'im," diye fısıldadı Mutlu, "kesin bana şiir okuyacak."
Bartu sahneye çıktığında direkt kızardı. "Benden uzun bir konuşma beklemiyorsunuzdur umarım," dedi çocuklara bakarak. Çocuklar gülmeye başladı. "Size tek diyeceğim şey; çığlık atmaktan, kendinizi korumaktan, karşı koymaktan ve yumruklarınızı sıktığınızda bunun güçsüzlükten değil, güçten geldiğini hiçbir zaman unutmayın." Bakışları Lâl'e döndü. "Birini seveceksiniz, belki onun için kendinizi adayacaksınız ama karşılık bulamayacaksınız. Üzülmeyin, bunu yaşadım. Acıtıyor ama acıya alışabiliyorsun. İstiyorsun ki o kişi de seni sevsin; izlerinle, karakterinle ve kendi korkularınla bile." Nefesini verdi. Lâl'in ağladığını gördüm. "Biliyor musunuz; bazen bir insanı hem anneniz hem babanız hem sevgiliniz hem her şeyiniz yapabiliyorsunuz. Bundan kaçmak yerine bu duyguları yaşayın ve korkak olmayın. Sevginizi gösterin; nasıl gösterilir bilmiyorum, öyle alengirli cümlelerim yoktur ama ona, onun için bile yaklaşamadığınızda bunun adı sevgi olabiliyor." Gözleri diğer Nöbetçiler'e kaydı. "Aranızda benim gibi ailesini hiç tanımayanlar var. Belki de benim gibi adı seneler sonra verilenler ama bakın, şurada gördüğünüz koca çocuklar benim ailem ve kardeşim," göz kırptı, "hepsi çok değerli ve canlarına ufacık zarar gelmesi durumunda önlerinde ben dikilirim. Korumaktan çekinmeyin ama siz benim yöntemlerimi boş verin."
Güldü, güldük.
"Korkularınızı yaşamaktan çekinmeyin, kendinizi öfkenizin arkasına gizlemeyin ve Işık'ın söylediği gibi, gücü daima kendi içinizde yaşatın." Sütünden içti. "Ayrıca bunu söylediğim için belki kızacaklar ama hepinize yumruk atmayı öğreteceğim, gerektiği zaman kullanmanız için. Yumruklarımız daima tokuşsun."
Alkışlar eşliğinde Bartu tam sahneden ineceği sırada Lâl yanına gitti ve elindeki kâğıdı ona tutuşturdu. Ardından işaret diliyle, "Beni sen oku," dedi.
Bartu duraksayıp bana baktı. Başımla onayladığımda kâğıdı elinde düzleştirdi ve yeniden mikrofona döndü. Lâl ise hemen yanında durdu.
"Ben Lâl," dedi Bartu, onun cümlelerini okurken. "Konuşamıyorum. Aranızda benim gibi birkaç kişi olduğunu biliyorum bu yüzden benim gibi olanlara tek önerim, başkalarının sizin sesiniz olmasına izin verin." Bartu'nun kendisi için konuşurken titremeyen sesi, titremeye başladı. Farkında olmadan kendimi Yankı'ya yasladığımı o an fark ettim ve geriye çekildim.
"Çok korkak biriyim," dedi Bartu okumaya devam ederken. "İnsanlardan korkan biriyim; onlardan kaçan, onları görmek istemeyen ve bir türlü anlamayan. Hatta öyle büyük hatalar yaptım ki kocaman bir bencillik olduğunu fark ettiğimde çoktan en sevdiğim kişileri kaybetmiştim." Bartu duraksadı ve devam etti. "Sizden ricam, korkmayın. Bütün insanlar güvenilmez değil, bütün insanlar anneniz ya da bütün insanlar babanız da değil." Bartu bir süre sessiz kaldı, ben ağlamaya başladım. "Bu yazıyı okuyan kişiyi, bu bencil duygularımla kaybettim ve nasıl kazanılır hiçbir zaman bilemedim ama ona söylemek istediğim tek bir şey var." Bartu bakışlarını Lâl'e çevirdi. "Çocukken yere düştüğümde dizlerimi üflediğini, babamın karnımda bıraktığı izleri iyileştirmek için her yöntemi denediğini ve onları da geçmesine rağmen üflediğini unutmayacağım. Geçen bir yarayı üflediğinde hiçbir etkisi olmaz ama sen bunu yaptın, ben senin geçmiş yaralarını üflemeyi bile tercih etmedim ama sen hep beni sevdin."
"Lâl," dedim ağzımın içinde ve hıçkırarak ağlamaya başladım.
"Bana sevmeyi öğreten asıl kişiyi kaybettim, şimdi onun sevgisi olmadan eksik hissediyorum ama bu bencil duygularla nasıl çabalanır, onu bile bilmiyorum. Şunu bilmeni istiyorum, vücudumda senden önce ve senden sonra olan bütün yaralarım senin nefesinle iyileşti. Sana açtığım bütün yaralar bir başkasıyla iyileşecekse bunu yap. Engellemem. Hayallerindeki gibi değilim belki ama dinle, seni babam gibi görmek haksızlıktı."
Bartu kâğıdı aşağı indirip birkaç nefes verdi. Lâl dolu gözlerle bize bakarken, Işık da ben de ağlıyorduk. Bartu devam etti.
"Bu hataların bazen geri dönüşü olmaz. Lütfen konuşabiliyorken konuşun, gülebiliyorken gülün ve korkmaktan vazgeçin. Bazen her şey için çok geç olacağını unutmayın. Sessizliğimden beni anladığınız için teşekkür ederim."
Sahneden ilk inen Lâl olurken, ardından Bartu onu takip etti. Birbirleri ardına gelirlerken çocuklarda büyük bir sessizlik vardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bartu şaşkınlık, üzüntü hatta bir miktar acıyla yüzüme bakarken, "Koza," dedim. "Çık ve topla ortalığı."
Koza başını aşağı yukarı sallayıp sahneye çıktı. Lâl önümde dururken, Bartu arkamdaydı. Ne olacaktı? Ne yapacaklardı? İster istemez gözlerim Yankı'ya döndü ve o da benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki omzunu kaldırdı.
"Hey," dedi Koza her zamanki sırıtmasıyla. "Öncelikle ben burada gördüklerinizden daha harikayım ve mükemmelim, bir de en zekisi benim." Gözümdeki yaşları silip başımı iki yana salladım. "Ama madem size bir şeyler öğreteceğiz, beni dinleyin. En çok beni dinleyin ama."
"Şu egonu bir köşeye at!" dedi Mutlu yüksek sesle. "Çocukların kafasını karıştırma."
Koza gözlerini devirdi. Çocuklardan bile önce sütünü bitirmiş, ikinciye geçmişti. "Sütü çok sever," dedi Yankı arkamdan. Dakikalardır ilk defa konuşmuştu. "Aklında bulunsun." Bana mı söylüyor diye etrafıma baktıktan sonra anlamsız gözlerle ona döndüm. "Öyle, söylemek istedim," dedi.
Koza konuşmaya başladı. "Ben de hepiniz gibi ailesiz büyüdüm ama hepinizden ayrı olarak kötülüğü seçtim çoğu zaman. Yani ufak çocuklara ya da kadınlara zarar vermedim ama yoluma hep intikam duygusu ışık tuttu. Şimdi düşündüğümde, o intikam duygusuna aktardığım hırsımı kendime aktarsaydım, geride kendi çocukluğumu da başkalarının çocukluğunu da öyle mutsuz bırakmazdım."
Bakışları bana döndü ilk önce. Sonra başka yöne baktı. "Bir kız kardeşim vardı," dedi. "Küçükken onu büyük bir bataklıktan çıkardım, tanıdığım bir bataklıktı ve onun için yaptığım tek iyilikten dolayı ondan günlerce nefret ettim. Kendimi sevdiğimi söyleyerek günlerce kendimi kandırdım ama ona baktığımda acılarımı gördüğüm için onu arkamda bırakmıştım. Ben hiçbir zaman sevmek nasıldır bilemedim ama sevdiğim kişiler oldu. Gerçekten sevdim." Yankı'ya bakıp yine gözlerini kaçırdı. "İhanete uğradım, ihanet ettim, canım yandı, can yaktım ama bazı insanlar için acımasız olamadığımızı fark ettim. Ya da ne kadar acımasız olursanız olun, bazı insanlar sizin gerçeğinizi görür. Sizin gerçeğinizi görenleri yanınızda tutun, sizi anlayanları." Bakışları yeniden bana döndü. "Ve kendi yaşadıklarınızdan dolayı asla küçük bir çocuğa sırtınızı dönmeyin çünkü bir gün karşınıza çıktığında tamamen acıya batmış olabilir ve kendinizi daha fazla suçlayarak körleşebilirsiniz."
Şaşkınlıkla karışık hüzün içimde yeşerdiğinde ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
"Ben yapamadıklarımı başkaları yapsın diye bir aile yarattım, sonra o aileden atıldım ve bir başkası da o ailenin ne demek olduğunu öğrensin istedim. Sevgi, nefret, kin, öfke; hepsi iç içeydi ama biliyordum, buradaki herkesin kalbi eş." Bakışları Işık'a döndü. "Sevgi ne demek bilemedim, diğerleri gibi sevgimi göstermeyi de öğrenemedim ama çevremdeki herkesin sevgi anlayışı nefretten geliyordu bir süre. Sonra bir kadın tanıdım, benim gibi acı çekiyordu. Ölmek istediğim bir zaman o bakışlarıyla beni ölümden döndürdü." Eli boynuna gitti ve bir kolye çıkardı, kolyenin ucunda gri bir neşter vardı. Çocuklar ne olduğunu anlayamadı ama biz anladık.
Kolyeyi boynundan çıkarıp havaya kaldırdı. "Bugüne kadar intihar edeceğim an için bu kolyeyi boynumda taşıdım ama artık ölmek istemediğimi fark ettim çünkü kendimi gerçekten sevmeye başladım, başka birini sevmeyi de öğreneceğim. Bundan sonraki bütün hatalarıma, intikamlarıma rağmen." Ardından Işık'ı çağırdığında, afallayarak da olsa yanına gitti. Işık yanına geldiğinde elindeki kolyeyi onun boynuna taktı. Bunun anlamı neydi, bilmiyorduk ama çocukların önünde söylemedi. Yeniden mikrofona yöneldi. "Bu kadın bir gün çok güzel bir anne olacak, inanıyorum." Işık'ın gözleri doldu. "Kaybettiğiniz her şey için savaşmayı bırakmayın ve lütfen benim gibi mükemmel olmaya devam edin."
İkisi beraber sahneden inip yanımıza geldiler. Işık da anlamamış olacak ki, "Bu nedir?" diye sordu Koza'ya.
Koza başka yöne bakarak hiç düşünmeden, "Belki bir gün benim için intikam almak istersiniz," dedi sessizce ve sadece bizim duyabileceğimiz şekilde. "O zaman o kişiyi benim hiç boynumdan çıkarmadığım bu neşterle öldürmenizi isterim."
Anladım. Koza, dayımdan intikam alacağımı biliyordu, Işık da anlamıştı.
Sessizlik.
Daha fazla beklemeyip Mutlu'nun sırtımdan iteklemesiyle sahneye ilerledim ve ışıkların olduğu yere çıktığımda afalladım. Herkesin gözü üzerimdeyken ve özellikle tam karşımda Yankı dururken ne diyeceğimi başta bilemedim. İlk defa bu kadar kalabalığın ortasında konuşuyordum.
Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapatıp açtıktan sonra, "Ben Helin Aktan," dedim. “Sadece Helin. Belki Saye. Her neyse." Elimdeki sütü yere koydum. "Şu an hepinizin çok güzel çocuklar olduğunu biliyorum ve bazılarınızın kendinden nefret ettiğinin farkındayım. Yalnız değilsiniz, küçükken ben de kendimden nefret ederdim. Öyle nefret ederdim ki her şeyin suçlusu ben sanıyordum. Sonra ben kurtarıldım, ardından kendimi kurtardım." Hem Koza'nın hem Yankı'nın yüzüne baktım. "Öyle bir kurtarılmaydı ki bütün hayatımı etkiledi. Bazen öfke duydum, bazen huzur ve minnet ama en sonunda kendi çocukluğumdan nefret etmek yerine insanlardan nefret etmeye başladım." Lâl'e baktım. "Ve bu da yanlıştı." Omzumu kaldırdım. "Ardından ne oldu, biliyor musunuz? Bir aileyle tanıştım, her parçasıyla bana benzeyen bir aile. Onlara kırıldım; onları kırdım, parçaladım ve birleştirdim ama bana kendimi sevdirdiler."
Yankı'nın ve ardından diğerlerinin yüzünde bir tebessüm oluştu.
"Öfkenin gücünü," dedim Bartu'ya bakarak. "Sessizliğin de bir ses olduğunu." Lâl. "Başkaldırmayı ve direnmeyi." Işık. "Daima gülümsemeyi ve kabullenmeyi." Mutlu. "Acımasızlığın içindeki çocukluğu." Koza. "Umudu ve aşkı." Yankı. "Bunların hepsini ailemden öğrendim ve öğrenirken gerçeklerin sevgiden geldiğini gördüm. Kendimi tanıdım, tanırken başkaları bana yol gösterdi. Bazen kalbim öyle bir kırıldı ki iyileşmez sandım, bazen öyle bir parçalandım ki toplanamazdım ama buradayım. Kendini sevebilen Helin olarak. Sadece Helin olarak. Saye olarak. Helin Aktan olarak. Daha yenemediğim korkularım var, kırmızı ışıklar mesela." Sesim titredi. "Ama yeneceğim çünkü savaşı da öğrendim." Yankı'ya baktım. "Ve güvenmeyi öğrendim; o güveni kaybetmeyi, vazgeçmeyi."
Işık'ın gözleri dolduğunda, Koza bakışlarını Yankı'ya çevirdi.
Bütün Sokak Nöbetçileri'nin gözü üzerimdeydi, benim gözlerim ise onun turkuaz gözlerinden ayrılmıyordu. Hepimiz yine bir amaç uğruna toplanmıştık.
"Sokak çocuklarını her gördüğünüzde saçlarını okşayın," dediğimde gözlerim onun kumral saçlarına kaydı, alnına bir tutam saç düşmüştü ve her zamanki gibi dağınık, özensizdi. "Onları sevin, gülümseyin. Bir gün o çocukların büyüyeceğini ve karşınıza çıkacağını unutmayın." Hafifçe tebessüm ettiğimde canım hiç olmadığı kadar fazla yanıyordu. "Büyüdüm, büyüdün, büyüdük. Keşke hiç büyümeseydik. Keşke o sokaklara ait kalsaydık." Öfkeli değil, bıkkındı. Ruhsuz değil, tepkisizdi. Yalnız değil, kimsesizdi. "Her zaman başka yollar vardır," dedim. "Ve başka kaderler. Kendinizi sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyin, hatalarınızdan kaçmak yerine onların üzerine gidin. İyileşin, merheminizi kendiniz sürün ve bir başkasının önünüzde değil yanınızda durmasına izin verin. Çünkü bunun adı güvendir, bunun asıl adı umuttur. Yarattığınız gerçek adalet, kalbinizin sesinden ibarettir."
Sahneden inip onlara doğru yürümeye başladım; Yankı da bana doğru yürürken bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu. Dolan gözlerimi ondan kaçırıp diğerlerinin yanına geçtim, Yankı ise sahneye çıktı.
Derin bir nefes alıp çocuklara baktı, ardından bize. "Konuşmayı hiç beceremeyen birisiyim," dedi; sesini duymak bile bana iyi hissettirdi. Bu tuhaftı, bu olmamalıydı. "Hatta bazen öyle konuşamam ki insanlar benden nefret eder, beni anlamaz, beni görmez ama ben yine hiçbir şeyi dile getiremem." Omzunu kaldırdı. "Küçüklüğümden beri robot olarak büyütüldüm. İlk önce kendi ailem, sonra beni büyüten adam tarafından. Herkes, her şeyi halledebileceğime inandı, canımın yanmayacağına, ağlamayacağıma hatta düştüğümde beni kaldırmayanlar bile oldu." Nöbetçiler'e baktı. "Hiçbirine öfkeli değilim ama siz kendinizi robot gibi büyütmeyin, büyütmelerine izin vermeyin ve her şeyi halledemeyeceğinizi görün." Eli kalbine doğru gitti. "Bir kalbiniz olduğunu fark edin, o kalbin sesini dinlemekten kaçınmayın. Kendiniz için de nefes alın ve kendinizi sevmeyi öğrenin."
Ardından cebinden kâğıt parçası çıkardığında, bana verdiği kâğıt olduğunu gördüm. "Ben bu yazıyı tek bir kişi için yazdım ama ona bile anlatamadım, kaleme döktüm. O ise dinlemek istedi ve anladım ki, bildim ki sadece benim bilmemle bir şeyler olmuyormuş. Herkes bilsin istedim, herkes anlasın istedim."
Elimle ağzımı yavaşça kapattığımda Işık'ın gözleri bana döndü, kaşlarını kaldırdı.
Yankı kâğıdı açtı, boğazını temizledi. Zaten ezberlediğine emindim ama yanaklarının hafifçe kızardığını görmek bana utandığını gösterdi.
"Yuvam Helin," diye başladı. Bu cümle beni mahvetti.
"En büyük hatalarımı, kendi bildiğim yollarımı yürümeye çalışırken yaptığımı fark ettim, Helin. Canım yandı, kendi yollarımı çizdim; canları yandı, onlara yol çizdim; senin canın yandı, sana yeni bir yol çizdim ama bir şey fark ettim: Sen de bana bir yol çizmişsin. O yola sevginin adını vermişsin. Her adımda sevginle beni iyileştirmişsin, küçükmüşüm de sanki sen beni büyütmüşsün. Öyle bir sevmişsin ki ben kendimi artık evsiz değil, bir yuvanın içinde hissetmişim. Öyle bir inandırmışsın ki beni sevgiye, ben değil kalbimin sesini dinlemek, tamamen senin sesinle büyümüşüm. Almışsın sen de beni, göğüs kafesine yaslamışsın, saçlarımı okşayıp sevmişsin. Ve ben aklımı kaybetmişim, en çok senin için ve senin uğruna. Umurumda mı? Artık değil."
Bakışlarını kaldırıp bana baktı; gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken nefesim de kesiliyordu.
"Hatalar yaptım, Helin. Ve ben bütün hatalarımı bile senin için yaptım. Seni ilk tanıdığımda dizlerimin üzerine asla çöktüremeyeceğini söylemiştim ama hatırlasana, ben senin önünde dizlerimin üzerine çöktüm ve sadece senin için yaptım. Ben hatalar yaptım, Helin. Belki robot olsaydım hatalar yapmazdım ama hataların hepsini kalbimin sesiyle yaptım." Tedirgindi, konuşmayı hâlâ tam anlamayla beceremiyordu ama bakışlar bir tek bana dönüyordu.
"Ama Helin, ben senin geçmişini elinden almaktan ziyade zaten o geçmişin içinde değil miyim?" Dudaklarım aralandı, gözlerim açıldı ve başka bir yaş daha düştü. "Kırmızı ışıklar, Helin. Korkutucu, biliyorum çünkü gördüm. Ben seni gördüm. Biz seni gördük. Kim olduğunu bilmek, o geçmişin içinde yaşamakla yüzleştim. Yan yanaydık, Helin. Yanımdaydın; çıplak ayaklarınla, üşüyerek ve ben de vardım. Her parçasını hatırlıyorum; her bakışını ve her korkunu. Ve bu gerçekle o kadar geç yüzleştim ki en büyük hatam bu oldu." Nefesini verdi. "Çocuktuk, Helin ve biz yine yana yanaydık. Sence başka kaderlerimiz olabilir mi?"
Hıçkırarak ağlamaya başladığımda Koza'ya dönüp baktım ve gözlerinin dolduğunu gördüm fakat hızla bunu yok edip gözlerini kapattı.
"Artık konuşuyorum," dedi. "Ve dile getirmekten kaçınmıyorum. Ben sana zaten güveniyormuşum Helin. Ben sana ne olursa olsun güvenmişim, bunu sen bana güvenmediğinde anladım."
Işık kollarıyla beni sarıp omzumdan öptü.
"Her zaman başka bir yol vardır," dedi. "Fakat benim senden başka yolum ve kaderim yok." Nefesini verdi, çenesini kaldırdı ve gözlerinin bir kez daha dolduğunu gördüm. "Seni seviyorum," dedi. "Seni seviyorum küçük kız çocuğu Helin, seni seviyorum Helin Aktan. Seni seviyorum Altıncı Sokak Nöbetçisi Helin ve seni seviyorum benim yuvam Helin." Başını iki yana sallayıp, "Dinle, "dedi. "Her parçana, her zerrene, kim olursan ol, sana âşığım, Helin."
Paragraf Yorumları