logo

32. GERÇEK YÜZLER

Views 225 Comments 5

Lâl Sarca'nın güncesinden...

07.05.2009

Bugün bana bir tercih hakkı sunuldu, Önder tarafından. Ve bana bu tercih hakkını sunarken, yanıtımı bildiği halde bunu yaptı.

Bana dedi ki, "Seç güzel kızım, Bartu mu yoksa Yankı mı?"

"Onlara ne olacak?" diye sordum.

"Birisi zarar görecek," dedi.

"Ben zarar görürüm, onların yerine," dedim.

"Sen benim zarar veremeyeceğim tek gözbebeğimsin," dedi.

"İkisi de zarar görmesin," dedim.

"Seçmezsen ikisine de zarar veririm," dedi.

Sonra durdum. Ve hangisinin acısını kaldıramayacağımı düşündüm, ikisinin de acısını kaldıramazdım. Bir tarafımda beni her fırsatta iyileştiren, sesime ses olan Yankı vardı.

Bir tarafımda beni iyileştirmek için kendi acılarını yok sayan, sessizliğime sessiz sevgisiyle karşılık veren Bartu vardı.

Hangisinin acıyı kaldıramayacağını düşündüm, hangisinin daha güçlü olduğunu ve hangisinin vazgeçmeyeceğini.

"Yankı," dedim ardından Önder'e. "O zarar görsün. Bartu kaldıramaz, o kadar güçlü değil."

Benim seçtiğim yine Yankı oldu ama bu sefer, bu onun iyiliği için değildi.

"Dördüncü Sokak Nöbetçisi, Lâl Sarca"

Zaman durdu.

Gerçekten zaman durdu.

Çünkü ben ruhumun vücudumdan uzaklaştığını ve kalkıp tek tek Sokak Nöbetçileri'ne dokunduğunu hissettim. O büyük masanın etrafında dönüp durdum, tek tek hepsine dokundum ama tek bir kişi için zaman durmadı.

Bu kişi Koza'ydı.

Gözleriyle beni izledi, ne yaptığımı gördü, bakışları üzerimden ayrılmadı.
Ve ben onu hatırladım.

Aslında hatırlamadım, ruhum onu da hissetti ve o bunu anlarmış gibi gülümsedi, tam gözlerimin içine bakarak.

Altı yaşımdaydım. Dayımın evindeydim, dayımın küçük bahçesindeki salıncağına oturmuştum ama sallanmıyordum çünkü o yaşıma rağmen böyle şeyler beni mutlu etmezdi. Diğer çocukları böyle şeylerin nasıl mutlu ettiğini ise merak ederdim.

Bana göre, o yaşımda, bütün dayılar küçük yeğenlerine bana dokundukları gibi dokunurlardı. Hiç unutmuyorum, karşı komşumuzun kızı vardı ve annesi, onu gözlerimin önünde benimle konuşuyor diye azarlamıştı. Hep kendimde suçu bulmuştum ama o kız sonrasında bana ailesinin dayımı sevmediğini, kötü birisi olduğunu ve benim de o kötülükle yaşadığımı söylemişti.

O an, asıl problemin dayımla benim aramdaki ilişkide olduğunu anlamıştım ama dayımın yanından ayrılana kadar bana yaptıklarından korksam bile, ondan kaçmama neden olsa da normal gelmişti.

Çünkü bana bunların normal olduğunu söylerdi. Bunun normal bir sevgi olduğunu, beni bu şekilde sevdiğini ve onun dışında beni kimsenin bu şekilde sevemeyeceğini. Her dokunduğunda bana bunları söylerdi, her kucağına aldığında ve her saçlarımda parmaklarını gezdirdiğinde.

Şimdi düşünüyorum da, o küçücük yaşımla ben kendimi suçlamıştım da, o arkadaşım olmasını istediğim kız çocuğunun ailesi bir kez olsun kendilerini suçlamamışlardı. Beni o kötülükle bırakmışlardı, sadece kendi kızlarını o kötülükten kurtarmışlardı.

İnsanlar bencildi. İnsanlar sadece kendilerini düşünürdü. İnsanlar gördükleri her kötülüğe başlarını çevirirlerdi.

Yolda bir kadının dayak yediğini gören ama aile arasına girmemek için karışmayan insanlara rastlayabilirdiniz.
Yolda şiddete uğrayan bir çocuk gören ama öylesine yürüyüp giden insanlar da görebilirdiniz.

Hatta vücutlarına başkasının dokunduğunu söyleyen çocukları dinlemeyen ebeveynler ve yabancılar da görebilirdiniz.

Ama bunlara duyarlı insanları görebilmeniz çok zordu.

Yine de o kız çocuğunun ailesine minnettardım, beni kurtarmasalar bile kendi çocuklarını dayımdan kurtardıkları için çünkü o kız çocuğunun da zihninde kirli anılar kalmasını istemezdim.

Bu şekilde büyümüş, bu şekilde yaşamıştım. Herkesin gözleri kördü ama sonra Sokak Nöbetçileri'ni tanımıştım.

Belki de onlara bu denli bağlı olmamın nedeni buydu. Hepsi bir çığlıktı. Hepsi, bütün o insanlardan daha farklıydı. Hiçbiri bencil değildi.

Fakat sadece onların böyle olduğunu düşünmek, Koza'nın gözlerinin içine bakarken haksızlık gibi geliyordu çünkü hissediyordum, görüyordum ve hatırlıyordum.

Benim Sokak Nöbetçileri'nden önce tanıdığım ve bana ellerini uzatan kişi Koza'ydı.

Dayımın yanından kaçmamı sağlayan kişi Koza'ydı.

Beni büyüten ilk kişi Koza'ydı.

Ve ben ona, o birkaç saniyede bunları hatırlayıp bakarken, o nasıl olduysa beni anladı ve bir kez başını salladı.

İlk defa, gerçek ve yalın bir şekilde, şüphesiz onun abim olduğuna inandım.

Ama ruhum vücuduma geri döndüğünde ve zaman yeniden işlemeye başladığında Sokak Nöbetçileri'nin nefes seslerini duydum.

Aslında zaman ilerlemişti de Koza ve benim için sadece birkaç saniye durmuştu, o an anlamıştım.

Ve başka, çok önemli bir durum daha vardı.

Koza'nın kurduğu son cümle.

Masadaki ölüm sessizliği.

Yankı'nın üzerindeki sessizlik.

Bartu hariç herkesin gözlerindeki ifadesizlik ve Bartu'nun gözlerindeki merak.

Lâl gözlerini Yankı'dan ayıramıyordu. Bir an bile gözünü kırpmadan ona bakıyordu. Mutlu da öyle. Ama Işık yani gerçek adıyla Nil sadece Koza'yı izliyordu. Bartu ise herkesi izliyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Bakışlarım zorlukla da olsa Yankı'ya döndü. Sivri çenesi kasılmıştı, yüzündeki kemikler daha fazla belirginleşmişti ve dudakları düz bir çizgi halindeydi. Gözlerini kısmış, Koza yerine masaya bakıyordu. Bir an bile gözlerini kırpmıyor, her ne düşünüyorsa çenesi daha fazla kasılıyordu. Fakat tek sorun bu da değildi.

Eli hâlâ elimin içindeyken öyle bir sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Sakinleştirmek istermiş gibi diğer elimi elinin üzerine koyup yavaşça okşadım. Bundan sonra sanki onun da donduğu bir zaman dilimi varmış gibi kendine geldi, bakışları direkt bana döndü. Nefes almayı unutmuş gibi dudakları aralandı, nefesini verdi. Varlığım bir anlık ona iyi geldi ki parmakları parmaklarımı sıkmadı artık ama kesinlikle elimi de bırakmadı.

Bıraksın da istemedim.

Koza gülmeye başladı. Onun kahkahası hepimizi bulunduğu konumdan uzaklaştırdığında şen kahkahası restoranın içini dolduruyordu. Gülünce kapanan gözkapakları ve yanağında oluşan gamzesiyle dışarıdan biri onun çekici göründüğünü düşünebilirdi ama şimdi, şu konumdayken fazlasıyla korkunçtu.

"Ah," dedi nefesini verip. "Klişe Türk filmi sahnelerinden hoşlanmam sevgili Sonuncu. Susacak mısın böyle?" Ellerini birbirine çarptı, uzaktaki garsonu çağırdı. "İki viski, beş tane de soğuk su. İhtiyaçları olacak." Ardından o gülümsemesiyle Işık'a baktı. "Sana viski söyledim güzel kız. İçmesen de elinde havalı duracağını düşündüm, görmek isterim."

Bartu'nun dudaklarının arasından bir küfür çıktı ama tuhaf bir şekilde o da sessizliğini korudu çünkü gözleri Yankı'dan ayrılmıyordu. Ondan bir tepki ya da bir savunma beklediği ortadaydı.

Mutlu ise Işık'a her dönüp baktığında bir şeylere anlam vermeye başlamış gibi başını iki yana sallıyor, ardından derin nefesler veriyordu.

Yine hiçbirimiz konuşmadık. Garson ise gerçekten de iki viski ve beş soğuk su bardağıyla geldiğinde tek tek önümüze sular koyuldu. Koza'nın gözleri Bartu'ya kaydı. "Keşke sana damacana getirseydik koca adam. En çok senin ihtiyacın olacak."

Bartu önüne koyulan bardağı alıp hiç beklemediğim şekilde sakince havaya kaldırdı ve büyük yudumlarla içti. Koca bardak üç yudumda bittiğinde o bardağı masaya koymak yerine yere bıraktı. Bardak tuzla buz olurken Koza'nın önündeki viskiyi aldı ve onu da kafasına dikti. Gözlerim irileştiğinde onu daha hızlı bitirdi, ardından bardağı yere atmak yerine Koza'nın önüne tekrar koydu.

Koza alkışlamaya başladı. "Çok etkilendim, bana mı yürüdün şimdi?"

Bartu boynunu çıtlattı, omuzlarını esnetti. "Bak, ben sabırlı bir adam değilimdir," diye konuşmaya başladı. "Ve diğerlerine hiç benzemem. Yani şunu bilmelisin, tersim pis değildir, tersim öldürür. Duydun mu? Biraz daha üzerime gelirsen bu bardağı sana yediririm, yetmezse de diğer bardakların üzerine seni oturturum."

Koza'nın yüzündeki gülümseme silinmedi ama neyse ki artık kahkaha atmıyordu. Garson hızlıca yeni bir viski bardağı getirip Koza'nın direkt önüne koydu, sonra Bartu'ya su getirmesi gerekiyor mu diye Koza'dan emir bekledi ama Koza başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Biliyor musun? Gerçekten biraz daha damarına basarsam beni öldüreceğini hissediyorum ama bu masadaki üç kişi beni öldürmene izin vermez. Birincisi," çenesiyle Işık'ı gösterdi. "Güzel kız, Nil."

"Ona Nil deyip durma." Mutlu konuya dahil olduğunda ilk defa sesini bu kadar sert duyuyordum. "O artık Nil değil."

"Kime göre? Önder'e göre mi?" Kaşlarını havaya kaldırdı. "Onu Önder kendisi istediği için değil, sadece senin için aldı. Yani Nil, Önder için önemsiz bir parça. Neden o ismi taşımasını istiyorsun?"

Bakışlarım yine Yankı'ya kaydı. Hiçbir şey söylemiyordu, bir yabancı gibi olanları izliyordu.
Gerçekten masanın yedinci kişisi olmuş gibiydi, Koza'nın yerine o geçmişti.

"O ismi taşımasını istiyorum çünkü Nil, ona hiçbir zaman iyi gelmedi." Mutlu ağız ucuyla güldü, acılıydı. "Tabii bunu sen nereden bileceksin?"

"Senin için babasını öldürdü diye mi?" Koza'nın sorusu tokat gibi Mutlu'ya çarpıp dengesi sarsıldığında Bartu zorlukla sandalyede oturuyordu.

Işık konuya dahil oldu. "Ben Işık ismini seviyorum," dedi Koza'nın tam gözlerinin içine bakıp. Ama sanki ona bakarken, öfkeliyse bile öfkesi geçecekmiş gibiydi. "Ve bunu kullanıyorum, ayrıca birçok şeyi de yanlış biliyorsun Koza ama düzeltmeyeceğim."

"Işık ismini seviyorsun ama aslında hâlâ Nil'in karakterine sahipsin." Başını iki yana sallayıp Işık'a alıcı gözüyle baktı, ona her baktığında gözlerine bambaşka duyguların dolduğuna emindim. Aralarında öyle bir çekim vardı ki her an beraber masadan kalkabilirler, içeriye gidip birbirlerine ne yapacaklarsa yapıp hiçbir şey olmamış gibi geri aramıza dönebilirlerdi. Belki de bu kadar yoğun bir çekim olmasının nedeni, bunların hiçbirini yapamamalarındandı ya da Koza'nın o herkesle flört ediyormuş gibi görünen kişiliğindendi.

"Sen onu ne kadar iyi tanıyorsun ki?" Soruyu soran Bartu'ydu. "Madem bir şeyler konuşmaya geldik bu masaya, laf kalabalığı yapmayı bırak."

"Zamanı gelecek koca adam." Koza gözlerini açıp Bartu'ya baktı. "Ne diyorduk? Hah, üç kişiden bahsediyorduk. Birincisi, Nil beni öldürmene izin vermez çünkü onu senden çok daha öncesinden tanıyorum ama tek neden de bu değil, senden çok daha önce onu anladım. Bizim ikimizin arasındakini hiçbiriniz anlayamazsınız."

Yankı boğazını temizledi. Başını öne doğru eğip Koza'ya baktı. "İddiayı kaybettin, Işık'ı nereden tanıdığını anlatacaksın."

"Zaten anlamışsın." Koza Yankı'ya döndü. "Ama Bartu gibilerin anlaması için tane tane anlatayım..."

Yankı nefesini verdi, bu nefes artık sabrının son kırıntılarının kaldığını gösteren bir nefesti. "Sınırları çok fazla zorluyorsun Koza."

Koza gözlerini devirdi. Elinde duran viski bardağını Işık'a kaldırdı. "Onunla hepinizden çok önce tanıştım." Diliyle dudaklarını ıslattı. Işık'ın başını silik bir şekilde, yapma, dermiş gibi salladığını hissettim ama Koza'nın tek kaşı havaya kalktı. "Bunu yapmak zorundayım, bunu artık sen de yapmak istiyorsun."

Bartu dirseğini masaya yasladı, parmakları şakaklarını ovaladı. "Aklımı kaçıracağım," dedi ağız ucuyla ama Koza onu duymazlıktan geldi, Lâl ise ummadığım şekilde destek olmak istiyormuş gibi elini Bartu'nun koluna yerleştirdi. Bartu bu hareketten sonra Lâl'e dönüp baktı. Ama bu, beni iyileştir, bakışı değildi ya da Lâl'e her zamanki bakışlarından değildi, ilk defa ona bile şüpheyle bakıyordu.

"İzin ver, ben yapayım o zaman." Işık'ın sesi biraz daha yüksek çıktığında bakışları Yankı'ya döndü. Aralarında sözsüz birkaç saniye geçti, Işık'ın ilk defa Yankı'ya öfkeyle baktığını gördüm ama Yankı tepkisizdi. Belki onu şu an için zorladığından, belki de geçmişten gelen bir şeyden ötürüydü, bilmiyordum.

"Ah," dedi Koza, ardından sırtını sandalyeye yaslayıp kollarını önünde bağladı. "Senin o güzel sesinden hikâyemizi dinlemek daha güzel olur elbette."

Mutlu gözlerini kapatıp yutkundu. Tamamen çökmüştü, onu bu kadar çökerten neydi? Bilmedikleri mi, bilmek istemedikleri mi? O an Mutlu'nun bütün gerçeklerden kaçmak istediğini anladım. Benden bile fazla istiyordu, sanki onu bütün gerçekler yıkacakmış gibiydi.

"Biz Koza'yla sizden daha önce tanıştık," diye anlatmaya başladı Işık ve yeşil gözleri Koza'dan başka kimseye dokunmadı. "Mutlu'yla benim geçmişimi biliyorsunuz." Ben tam anlamıyla bilmiyordum ama şu an o kadarını da kaldıramayacağımın farkındaydım. "O günden sonra, yani ben, o yaşıma rağmen babamı bir silahla öldürdükten…” Koza’ya imayla baktı, diğerlerinin gözlerine şüphe oturdu. “Ve o evden kaçtıktan hemen sonra Koza'yla tanıştık." Dudaklarım aralandı, zihnimde Işık'ın küçük vücudunu düşündüm ve bunu yapmaya onu neyin ittiğini bile düşünmek istemedim. "Kalacak hiçbir yerimiz yoktu ve Mutlu çok zor durumdaydı."

"Atlayarak anlatıyorsun," dedi Koza yapay bir kızgınlıkla. "Babanı öldürdüğünün gecesi seninle tanıştık biz ve Mutlu hastalıktan gözlerini bile açamıyordu."

Işık gözlerini ilk defa Koza'dan kaçırdı ama hiçbirimizle de temas kurmadı, bakışları masanın üzerindeki tabaklarda gezindi. Uzun bir süre sessiz kaldı, Yankı'nın elimi sıkıca tutan eli olmasaydı hissetmeyi bile unuttuğumu düşünebilirdim.

"O gün kader miydi, tesadüf müydü yoksa bir plan dahilinde miydi, bilmiyordum ama Koza'yla tanıştım..." dediği sırada Koza lafını kesti.

"Bir plandı; ben sokakta kalan çocukları toplayan ve yaşı en büyük olan o çocuktum." Göz ucuyla Bartu'ya baktı. "Yani koca adam, yaş olarak senden sonra en büyük olan benim."

Işık onu duymazlıktan geldi. "Sokakta kalmıştık. Mutlu şu an olduğu gibi biri değildi. Yani..." Işık yutkundu ama Mutlu hâlâ gözleri kapalı, olanları dinliyordu. "Onun gözlerinin önünde bunu yapmamın ardından onda böyle kalıcı hasarlar bırakacağımı bilmiyordum fakat bir süre benimle konuşmadı hatta sessiz kaldı. Ağlamadı bile. Onu benimle çıkmaya ve bu hayata zorlayan aslında bendim. O sadece benim elimi tuttu ve benimle beraber o evden çıktı."

Mutlu gözlerini aralayıp Işık'a baktı. "Seninle geldiğim için hiçbir zaman pişman olmadım."

"Ama pişman olmamanın en büyük nedeni, benim Koza'yla tanışmamdı ve bizi Önder'e götürmesiydi."

"Ne?" Bartu sertçe başını çevirdiğinde ve elleri hareket ettiğinde masanın üzerindeki çatal yere düştü.

"Evet," dedi derin bir nefes verip. "Babamı öldürdüğüm gece Koza bizi buldu. Burada dram filminden bir sahneyi anlatıyormuş gibi konuşmak istemiyorum fakat inanılmaz soğuk bir kış gecesinde Koza benimle Mutlu'yu bulmasaydı ne Mutlu böyle bir insan olabilirdi ne de ben..." Ardından devamını getirmedi. Bakışları yine Koza'ya kaydı. "İlk tanıştığımızda bir sokaktaydık, köpek kulübesinin içine girip ısınacak kadar da küçüktük. Koza bizi o köpek kulübesinin içinde buldu. Yardım edeceğini söyledi, iki gün sonra ise Önder'in önüne bizi çıkardı."

Kendimi tutamayıp, "Önder'in önüne mi?" diye sordum ve gözlerim Yankı'ya kaydı ama o ne Işık'ın söylediklerini dinlerken şaşırmıştı ne de sonradan kurulan cümleler yüz ifadesini değiştirmişti. Bakışları sadece Işık'taydı, daha fazlasını istediği ortadaydı.

Koza beni duymazlıktan geldi. "Seni ilk bulduğumda ne dediğimi hatırlıyor musun?" Gözlerindeki alay uzaklaştı, bir an öfkenin rengini gördüm.

"Evet." Işık başını önüne eğdi. "Bana, 'Yaşamaya çalış güzel kız,' demiştin. Ve sonra eklemiştin: ‘Ben bunu yapıyorum.’"

"Ve sen bana verdiğin sözü tutmadın." Koza'nın sesindeki sertlik beni bozguna uğrattı. İlk defa hiçbir şekilde maske takmadan ve öfkesini gizlemeden konuşması, nefesimi tutmama neden oldu. Işık ise bu tepkiden sonra başını önüne eğdi.

"Ve sen de bunu yapamadın." Gözlerini yerden kaldırdı. "Sonra intihar ettiğim zaman yatırıldığım rehabilitasyon merkezinde Koza'yla yeniden karşılaştık. İkimiz de yaşamaya çalışamamıştık ve ikimiz de intihara kalkışmıştık." Koza'nın çenesi kasıldı ama hiçbir şey demedi. "Fakat onu gördüğümde hem fiziksel hem de ruhsal olarak onu tanıyamayacak durumdaydım. Ayrıca, gözleri ve bakışları..." Başını iki yana salladı. "Değişmişti. Her gün bana bir neşter verdi ve bana, 'Yaşamaya çalış,' diyene kadar onun olduğunu bile anlayamamıştım. O rehabilitasyon merkezinde her gün beni kendimle sınadı ve her gün benim önüme bir neşter getirdi. Bana, ‘Yaşamaya çalış,’ derken, gerçekten buna çabalamamı istedi. O neşteri verdiği ilk günü unutamıyorum. Kendimi öldürmemi istediğini düşünmüştüm."

Yankı kısık bir sesle, "Ölümden kaçamıyorsan onunla savaşmayı öğren," dedi ve Koza onun söylediğini aynı şekilde tekrar etti. "Ölümden kaçamıyorsan onunla savaşmayı öğren Sonuncu. Biz birbirimize bunu öğrettik. Öyle değil mi?"

Mutlu kaskatı kesilmişti. Işık'tan başka hiç kimseye bakamıyordu, Lâl ise gözlerini Bartu'dan ayıramıyordu. Daha olacakların ağırlığından mı yoksa Bartu'nun bembeyaz kesilen yüzünden mi bilmiyorum, onu daha fazla sakinleştirmek istermiş gibi kolunu sıkıyordu.

Masayı büyük bir sessizlik kapladı. İkisinin arasındakinin sadece bununla sınırlı olup olmadığını merak ediyordum. Evet, onu kurtaran Koza'ydı, evet, sonra tekrar yolları kesişmişti fakat bir daha birbirlerinin yüzlerini görmemişler miydi?

Koza bütün aklımdan geçenleri okuyormuş gibi, "Bizim hikâyemizin başlangıcında da ve devamında da ben durmadan Nil'i kurtardım," dedi. "Yaşaması için."

"Bunu yapmak için bir nedenin yoktu," dedi Bartu şüpheyle ama sesinde kızgınlık yoktu. "Bunu neden yaptın?"

Koza ilk defa Bartu'yu tiye almadı hatta sorduğu soru yüzünde kederli bir gülümseme oluşturdu. "Bazen, bazı insanların ilk bakışını asla unutamazsın. Ben ne olursa olsun Nil'in bana o ilk bakışını unutamadım. Bana ihtiyacı varmış gibi baktı ve kurduğu ilk cümle, 'Yardım et,' olmuştu. Bana birçok insanın ilk bakışı öyleydi ama Nil'in bakışları hep ayrıydı. Bundan olmalı ki sonradan beni kurtarmak yerine iteklediğinde bile ona kızamadım, kızmayacağım. Bu hayatta intikam almayacağım tek kişi, o." Gözleri Bartu'ya döndü. "Belki de senin ve benim gibi adamların bakışları o kadar da iz bırakmıyordur koca adam. Ama..." Yankı'ya döndü. "Onun gibi adamlar hep iz bırakır çünkü gözleri hasarsızdır."

Işık önünde duran viski bardağını kafasına dikip geri masaya koyduğunda gözlerinin dolduğunu gördüm. Bir anda bütün dengeler tersine dönmüştü. Işık Koza'yı nereye ve nasıl iteklemişti?

Koza Işık'ın gözlerinin dolduğunu fark etti ve gülümseyerek, "Sana kızmıyorum güzel kız," dedi içten bir sesle. "Her zaman Sonuncu benden daha çok sevilmiştir, ona benden daha fazla değer verdin."

Işık kendini savunmadı, Koza ise bir açıklama bekliyor muydu, bilmiyordum. Bartu Koza'nın cümlelerinden sonra bambaşka düşüncelere dalmış, Yankı'nın yüzüne bakıyordu. Koza'ya karşı olan öfkesi bitmişti, şüphe ise gözlerine ekilmişti ve bu şüphenin nedeni Yankı'ydı.

"Yine de," dedi Koza garsonu yanına çağırıp yeni viskisini doldururken. "Beni öldürmek istersen koca adam, onun hayatını defalarca kurtardığım için Nil'in bu kadarına da izin vereceğini sanmıyorum."

"Diğer kişi kim?" diye sordu Bartu. Bütün soruları o soruyordu hatta masada en fazla konuşan kişi de yine oydu. Nedeni büyük ihtimalle aramızdaki en masum kişinin o olmasıydı, hangimiz ne sorarsak bıçakların bize saplanacağının farkındaydık.

"İkinci kişi," dedi Koza, ardından vücuduyla beraber sandalyesini de Yankı'ya döndürdü. "Sonuncu Sokak Nöbetçisi." Bartu buna şaşırmadı. "O beni öldürmeni istemez çünkü ilk kardeşi benim."

"Ne?" Farkında olmadan tepki verdiğimde Yankı'ya değil, Koza'ya bakıyordum.

Koza yine beni duymazlıktan geldi. Bartu'ya bakmadan ona doğru, "Günlüğünün sonuna ne yazıyorsun koca adam?" diye sordu.

Bartu düşünmeden, "Birinci Sokak Nöbetçisi, Bartu Sarca," diye açıkladı.

"Değiştir onu," dedi Koza rahat bir sesle. "Birinci Sokak Nöbetçisi, benim. Sen İkinci Sokak Nöbetçisisin."

Nefesim kesildi hatta öyle bir kesildi ki diğer elim boynuma gitti; birisi boğazıma ellerini mi geçirdi diye merak ettim. Bartu'nun gözleri irice açıldı, Mutlu'da da aynı ifade peydahlandı ama Lâl ile Yankı'da değişiklik yoktu, Işık ise sanki daha önceden bu hikâyeyi dinlemiş gibi Koza'nın yüzünü izliyordu.

"Yani," dedi Yankı'nın gözlerinin içine bakarak. "Hepiniz bir sıra atlarsanız, Altıncı Sokak Nöbetçisi Yankı Sarca oluyor ve bana göre bu masanın yedinci kişisi, fazlalığı o, ben değilim."

Koza daha önce Sokak Nöbetçisi'ydi.

Koza daha önce Önder'le beraberdi. Koza çok daha önceden Yankı'yla kardeş gibiydi. Bütün bunları kafamın içinde düşünürken bile hızına yetişemiyor, soluklanmak istiyordum. Sanki yokuşlu bir yolda koşuyor, arkama bakıyor ve yeni yeni üzerime binecek olan o taşlardan kaçıyordum. Çünkü aklım durmaya başlamıştı.

Bu zamana kadar altıncı kişi olmak istemiştim. Lâl ve Yankı hariç, diğerleri beni altıncı kişi olarak kabul etmişti ama ikisi, beni asla kabullenmemişti. Hatta Yankı'ya göre, bir sokak nöbetçisi bile değildim, ben sadece Helin'dim. Ve onun sokaklarına aittim.

Şimdi görüyordum; ben Altıncı Sokak Nöbetçisi olsaydım Yankı'nın yerini alacaktım.

Koza yine gülmeye başladı. Eliyle garsonu yanına çağırıp kaş göz hareketi yaptı. Garson koşar adımlarla uzaklaştı, Koza gülüşünü bir an bile olsun gizlemedi. Yankı ise ona bakmak yerine masayı izliyordu. Birinin açıklama yapması gerekti ama emindim, o an masadaki herkes benimle beraber o yokuşu koşuyordu.

Garson birkaç dakika sonra elinde fazlasıyla eskimiş kahverengi bir defterle geldiğinde neler olacağını az çok tahmin etmiştim. Yankı çenesini kaldırdı ama omuzları hâlâ düşüktü; bu suçluluktan değildi, kardeşlerinin karşısında gerçeklerle duracağı içindi. "Hadi ama," dedi Koza ciddiyetsizlikle. "Bunu beklemiyordun, değil mi? Yoksa bu defteri yok edemediğin için üzgün müsün?"

Yankı dudaklarını ıslattı ve diğer elini masaya yerleştirip, "Yok etmek istesem yok ederdim, biliyorsun," dedi.

"Bilmez miyim?" Başını öne arkaya salladı. "En sevdiğin hareketlerden bir tanesidir Sonuncu. Beni ve benimle alakalı her şeyi yok etmek." Defterin ilk sayfasını açıp bize çevirdi. Bozuk bir el yazısıydı, okunmuyordu ama tarih seneler öncesine aitti ve sonuna yazılan isim...

Birinci Sokak Nöbetçisi, yazıyordu ama ismin olduğu yer karalanmıştı. "Önder'in ilk evlatlık aldığı çocuk bendim," dedi Yankı'nın gözlerinin içine bakarak. "İlk çocuk, ilk Sokak Nöbetçisi, ilk acı, ilk işkence, ilk başkaldırı ve ilk çaba bendim. Ve ilk sevmediği, ilk gözden çıkardığı, ilk gizlediği de bendim. İkinci gözden çıkardığı ise Nil'di." Yankı'nın bir şeyler demesini bekledim ama sessizliğini korudu. "Ve sen, bunları gören, bilen kişilerden biriydin."

"Yankı." Bartu sakince konuşmaya çalışıyordu ama sesindeki şüphe gitgide artmıştı. "Neler oluyor?" Başını iki yana salladı. "Doğru mu? Bu herif ne saçmalıyor?"

Mutlu şaşkın değildi, Lâl de öyle. Hatta Lâl Yankı'ya öyle bir bakıyordu ki, Yankı'nın elini tutan ben iken, o sanki Yankı'nın elini tutup destek oluyordu. Birkaç saniye birbirlerine baktılar, Yankı da onun desteğini bekledi.

Hepimiz ama hepimiz Yankı'ya baktık. Onun sözleri, gerçeklerdi. Hepimiz buna inanıyorduk hatta öyle bir durumdu ki gözlerimizle bile Koza'nın söylediklerini görsek, bize yalan dediği an Koza'ya inanmazdık. Ama Yankı, "Doğru," dedi Lâl'den gözlerini ayırıp. "Koza, Birinci Sokak Nöbetçisi'ydi."

Mutlu soluk bir sesle, "Biz onu neden görmedik o halde?" diye sordu.

Koza artık susmuştu, Yankı'nın tek tek her şeyi bize anlatmasını bekliyordu. En zoru da buydu, biliyordum. İnsanın kendi ağzıyla bir şeyleri itiraf etmesi, başkasının onun yerine itiraf etmesinden daha zordu.

"Çünkü Önder, Koza'dan vazgeçtikten hemen sonra bizleri yanına aldı." Koza güldü, Yankı ise turkuaz gözlerini ona çevirip ilk defa büyük bir şefkatle baktı. "Ve aranızdan sadece benim Koza'yı tanımamın nedeni, Önder'in Koza'yı bitirmek için beni seçmesiydi."

Koza sözü devraldı. "Sizi birbirinize bağlılıkla ve kardeşlikle büyüttü. İkizlerin dışında hiçbiriniz öz olmadığınız halde kardeş gibiydiniz." Omzunun üzerinden Bartu'ya baktı. "Sözüm senin kalbine değil koca adam." Kendisini gösterdi. "Ben üvey evlattım. Önder'in maşasıydım, Önder'in gizlediği çocuğuydum, hem de sağ koluyken. Benden vazgeçti."

Yankı konuşmasını devam ettirdi. "Bizi aldığı ilk hafta beni Koza'nın yanına götürdü Önder. Kaldığı yer..." Boştaki elini saçına daldırıp karıştırdı. "Sokak Nöbetçileri'nin hapishanesiydi."

Başımı sertçe Yankı'ya çevirdim. "Koza kaç yaşındaydı? Çocuk değil miydi?" Sesimin öfkeli çıkması Yankı'nın kaşlarını kaldırıp bana bakmasına neden oldu. Bir başkası da olsa aynı tepkiyi verirdim, biliyordum ama artık içimde Koza'ya karşı olan kin uzaklaşmaya başlamıştı.

"Çocuktum." Koza Yankı'nın cevap vermesini beklemedi. "Ama aranızdan bazılarımız..." Işık'a dönüp baktı. "Biliyoruz. Önder için çocuk olmamızın bir önemi yoktur. Beni bir hayvan gibi o hapishaneye kapattı, Yankı'yı ise benim yanıma savaşı başlatmak için gönderdi."

"Ve sizin aranızda bu düşmanlık mı başladı?" Bartu soruyu sorarken rahatsızlıkla hareketlendi, Lâl’se elini çoktan Bartu'nun kolundan çekmiş, gözlerini masaya dikmişti. Her şeyi biliyordu, en ince detayına kadar ama neden gözlerinin suçlulukla ya da endişeyle dolu olduğunu anlayamıyordum.

"Hayır tabii ki!" Koza heyecanla nefesini verip gözlerini açtı. "Sonuncu, Önder'e her zaman bir başkaldırıydı. Benim yanıma geldiği ilk günü unutamıyorum. Aramızda üç yaş olmasına rağmen o bana abim gibi davranmıştı. İlk kurduğu cümle, 'Benden seni yok etmemi istiyor,' oldu."

"Koza o zamanlar böyle bir adam değildi." Yankı Koza'dan bahsederken sahiden de eski bir dostundan bahsediyor gibiydi. "Daha..."

"Masumdum." Gülümsedi, içten bir gülümsemeydi. "Ve daha iyi. Hatta daha insan. Daha gerçek. Daha fazla yaşayan ve daha az ölü."

"Hâlâ öylesin." Işık'ın sesiyle Koza o tarafa baktı.

"Değilim Nil," dedi bu sefer gülümsemesi korkutucu bir hal aldığında. "Ben tek gözümü kaybettiğimde bütün iyi duygularımı da kaybettim."

"Ne?" Bir Yankı'ya bir Koza'ya baktım. "Tek gözümü kaybettiğimde derken?"

Koza elini kahverengi gözünün altına bastırdı, o çarpı dövmesine dokundu. "Doğuştan böyle değilim. Önder'in işkenceleri yüzünden tek gözümü kaybettim. Kahverengi gözümde görme kaybı var, gördüğüm fiziksel zararlardan dolayı sonradan heterokromi oldum."

Anılar yuvarlandı, yuvarlanırken büyük bir buz kütlesine dönüştü ve zihnime o buzlar çarpmaya başladı. Neden onu ilk gördüğümde hatırlayamadığımı anladım çünkü beni dayımın ellerinden kurtaran çocuğun iki gözü de masmaviydi. Tıpkı kahverengi olmayan gözü gibi. Daha duru bakıyordu, daha iyi. Gecenin karanlığında bile onun mavi gözlerini unutamazdım.

Peki neden kurtarıldığım anı düşündüğümde bir şeyler eksik gibiydi?

"Önder Koza'ya işkence ediyordu. Her işkenceden sonra Koza'nın yanına ben gidiyordum." Yankı diğer elini yumruk yaptı.

"Önder Sonuncu'ya işkence ediyordu," dedi Yankı gibi Koza. "Ve hepsinin en büyük nedeni ben oluyordum."

Elim ağzıma gidip şaşkınlıkla nefesimi verdiğimde onlara yapılanların kaldırabileceğimden daha ağır olduğunu fark ettim.

"Ama ikimizi birbirimize düşman ettiremedi." Koza başını iki yana salladı. "Hatta biz iki yakın dost, kardeş olduk. Hepiniz bana üveydiniz, öz olan tek kişi Sonuncu'ydu. Hiçbirinizi tanımıyordum hatta Nil'in sizin aranızda olduğunu bile çok sonra gördüm. Sonuncu bana sizi anlatırdı." Tek tek masadaki herkese baktı, benim dışımda.

Yankı, "Hepinizi bu kadar iyi tanımasının nedeni benim," dedi. "Çünkü sizi ona ben anlatırdım. Kardeşlerini merak ederdi, onları dinlemek isterdi."

Koza dudaklarını büzdü, gözleri Bartu'nun üzerinde takılı kaldı. "Öfkeli ama en merhametlisi, Bartu Sarca. Kimsesiz, bir ismi bile olmayan hatta belki de en kötü çocukluk geçirmiş Bartu Sarca. Yankı senin nasıl böylesine saf kaldığını hep merak ederdi çünkü bildiğim kadarıyla sana yapılan kötülük kalmamıştı." Bartu'nun çenesi kasıldı, Yankı'ya öfkeyle baktı. "Merak etme, büyük sırlarını paylaşmadı benimle. Ama seninle biz kardeş gibi büyüseydik koca adam, çok iyi anlaşırdık çünkü ben de senin gibi sokaklarda büyüdüm. Senin gibi öfkeliydim. Senin gibi merhametliydim. Ve senin gibi..." Göz ucuyla Lâl'e baktı, ardından Işık'a. "Küçük bir kız çocuğu için her şeyi yapabilirdim. Aslında bu masada en az benzemek isteyeceğim insan sensin ama eski Koza, en fazla sana benziyor."

Bartu Koza'nın söylediklerini kabullenemedi hatta başını iki yana salladı ama hepimizi şaşkına uğratan o hareketi yaptığında ne diyeceğimizi bilemedik. Garsonu yanına çağırıp, "Bana sek rakı," dedi. Sanki gözleri Koza'yı kabullenemese de içsel olarak kabullenmiş gibi. "Su istemiyorum."

Yankı Bartu'nun bu hareketinden sonra cebinden sigarasından çıkardı ama bunu yaparken hâlâ elimi bırakmıyordu. Bu akşam içerisinde elimi hiç bırakır mıydı? Yapmayacağını söylemişti, bana bunun sözünü vermişti. Her ne olursa olsun bunu yapmazdı.

Sigarasının ucunu yaktıktan sonra paketi masanın üzerine koydu ve Koza da o paketten sigara alıp yaktı. Aralarında sözsüz birkaç saniyelik bakışma geçti. Koza bu sefer gözlerini Mutlu'ya çevirdi.

"Grubun neşesi ve Sonuncu'dan sonra en zekisi, Mutlu Sarca." Kaşlarını havaya kaldırdı. "Hatta belki de Sonuncu'yla aynı. Bazı durumlarda senden akıl aldığını söylerdi, ona yardım edermişsin. Neşeli kişiliğinin altında ise en dibi gören bir adam yatıyormuş. Hatta bildiğim kadarıyla psikolojik olarak en ağır çöküntülere sahip olan da senmişsin. Çocukluğun Nil'in ellerinde geçti, o senin için Önder'e bile göğüs gerdi hatta yeri geldi Önder'e başını eğdi. Aslında kardeşine muhtaç büyüdün, değil mi? Eğer Nil olmasaydı çoktan ölmüştün."

Işık, "Yapma," diye fısıldadı.

Koza susmadı, devam etti. "Nil," dedi ona bakıp. "Seni anlatmayacağım güzel kız. Seni anlatırken objektif bakamıyorum, seni anlatırken bu Koza değil, çocukluğumdaki Koza konuşuyor, bu yüzden bana öyle bakma, dayanamıyorum." Alaya aldı ama ciddi olduğunu bile düşündüm.

"Benim hakkımda neler biliyorsun?" Mutlu sorarken çekimserdi, Yankı'ya o da öfkeyle bakmaya başlamıştı. Yavaş yavaş Koza'nın anlattıklarından sonra herkes Yankı'ya öfkelenmeye başlamıştı. Bu masaya gelirken büyük bir nefret kazanacak kişinin ben olduğumu düşünüyordum ama hiç ummadığım şekilde, Yankı kardeşlerinin gözünde en derinlere batıyordu.

"Sonuncu'nun senin sırlarını verip vermediğini merak ediyorsan, hayır, bunu yapmadı, yapmaz ama senin hakkında bildiklerim anladıklarımdan ibaret. Eğer bir gün bu masaya senin için tekrar oturursak sırlarını konuşuruz."

Mutlu yapmazdı, Mutlu'nun hepimizin içini yıkan sırları olmazdı. Bu kadar da olamazdı.

"O da mı?" diye sordu Bartu. Bu soruyu sorarken garson ona rakısını getirmişti, Bartu ise su katılmamış rakıyı tek nefeste kafasına dikti. Sek getirmesi, Yankı'ya karşı olan bakış açısını gösteriyordu.

Koza Bartu'ya şöyle bir baktı ama ona cevap vermek yerine gözlerini Lâl'e çevirdi. Düşündüğümden daha uzun süre onu izlediğinde her ne düşünüyorsa, bu onu rahatsız etti. Bartu da bunu fark etmişti ve dudaklarından, "Hayır," kelimesi dökülmüştü. Lâl ise gözlerini hâlâ masadan ayıramıyordu.

"Grubun gözbebeği, sessizi ve her şeyin başlangıcı ile sonu olan Lâl Sarca." Kelimeler dudaklarından çıkarken ilk defa nefreti de hissetmiştim. "Daima korunmaya ihtiyacı olan ve ailedeki herkesin canını bile verebileceği kişi, Lâl Sarca. Sevgileriyle boğulan, gözlerini kırpmadan ihanete atlamalarına neden olan Lâl Sarca. Önder'in tek kızı, Lâl Sarca. Söylesene, bu kadar fazla sevilmek nasıl bir duygu?"

Lâl yutkundu ama başını kaldırıp Koza'ya bakmadı. Bartu normalde Koza'nın bu cümlelerinden sonra öfkelendirdi ama bunu da yapmadı. Yeni rakısını istedi, sakin ve tedbirliydi.

Koza devam etti. "Söylesene," deyip masanın üzerinden ona eğildi. "Ailenin bütün bireylerini parmağında oynatmak nasıl bir duygu? Özellikle Sonuncu'yu? Bana söyle, hayatımı mahvetmek nasıl bir duygu?"

Lâl gözlerini masadan ayırıp Koza'ya baktı ve ben şaşkınlıktan olduğum yere daha fazla sindim. Gözleri dolmuştu, başını iki yana salladı. Koza onun gözlerinin dolmasını Işık gibi umursamadı hatta daha fazla acımasızlaştı.

Yankı dakikalar sonra sakince, "Yapma," dedi koruma içgüdüsüyle. İlk defa elimi tutan eli gevşedi ama bırakmak için değildi. Lâl ağladığından ötürü güçsüzleşmişti.

"Her şeyin farkındasın," dedi keskin bir sesle Koza, Lâl'e doğru. "Arkanda bıraktığın bütün enkazın bile farkındasın. Hatta öyle bir farkındasın ki…" Korktuğum o cümleyi kurdu. "Bartu Sarca senin aşkından ölürken bile dönüp Sonuncu'ya sarıldın ve bunun Bartu'nun canının yakacağını bile bile yaptın." Donuklaştım, Yankı kasıldı ve Lâl'in gözünden yaşlar aktı. Bartu ise yeni gelen rakısını kafasına bir kez daha dikti ama bardağı bırakmadan masaya koydu. "Ve yetmedi, Sonuncu'yla düşman olmama neden oldun."

Lâl ağlamaya başladığında ve Bartu ilk defa onu umursamadığında gözleri Koza'daydı. Lâl kardeşlerine baktı. İlk defa ağlıyordu ve ilk defa onun önünde kimse siper olmuyordu; en önemlisi, Bartu ilk defa onun canını yakan kişinin önüne geçmemişti.

Ve açıkça, Bartu'nun Lâl'e karşı olan duygularını ilk dile getiren kişi Koza oldu. Bartu aksini iddia etmedi, gerçekler konuşulurken bunun da konuşulacağını hesaba kattığından ötürü mü bilinmez, sessizliğini korudu.

Fakat bunun önüne geçen kişi Yankı oldu. Yine. Lâl için Koza'ya sert bir ifadeyle bakıp, "Şunu yapmaktan vazgeç," dedi dişlerini sıkarak. "Biz seninle dosttuk, biz seninle kardeştik ama sen Lâl'i o gün hiçe saymasaydın biz seninle düşman olmazdık."

Koza gözlerini Lâl'den ayırmıyordu, yüzündeki gülümseme silinmiyordu ama acımasızlık hâlâ canlı bir şekilde ortadaydı. "Bu gruptaki herkes Lâl'in sesi oldu," dedi. "Ama en çok sen Sonuncu. En çok sen Lâl'in sesi oldun. Ta ki…" Gözleri bana döndü, dakikalar geçti. "Helin, sadece Helin, sizin yanınıza gelene kadar. Sonra Lâl için artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı." Yapay bir üzüntüyle Lâl'e dudak büktü. "Ne yazık, artık Sonuncu için vazgeçilmez olmamak nasıl bir duygu?"

İşte şimdi bütün okları bana çeviriyordu. Sokak Nöbetçileri'nin karşısında ilk devrilişim ve belki de ilk maskemin düşüşü şu an olacaktı. Bartu parmaklarının arasında bardağı sıkıca tutarken az önce konuşulanların etkisinden çıkmamış gibi, "Lâl," dedi Koza'ya. "Yankı'ya mı âşık?" Soruyu sorarken düşünmemişti, cevabına düşünmeden karşılık verecekti. Ama o kadar kişi arasından bunu sorduğu kişinin Koza olması tuhaftı.

Belki de tek doğruyu söyleyecek kişinin o olduğuna inanıyordu.

Dehşetle ona baktım ve Yankı da başını iki yana salladı. "Bunu yapma Bartu. Belden aşağı vuruyor, doğru değil. Bu doğru değil."

Koza Bartu'nun güvenini çoktan kazanmıştı. Bu nasıl olmuştu anlayabiliyordum çünkü en masum ve en saf olan Bartu'ydu. Direkt inanırdı, konu gerçekler olduğu zaman ve birisi ona gerçekleri döken ilk kişi olduğunda Bartu'nun inanmaktan başka hiçbir çaresi kalmamıştı.

Koza yeni bir viski daha istedi sonra Bartu'ya da rakı söyledi. İçkiler gelene kadar sabırla bekledi, düşünceli görünüyordu ama biliyordum ki aklından geçenler tam olarak netti.

Rakı geldi, Bartu'nun elinde duran bardağa sek bir şekilde dolduruldu. Ardından kendi viskisi de öyle. Koza viskisinden sakince içti, bitirmedi ama Bartu üçüncü bardağını da kafasına dikti. Sözleri bekledi, Lâl'in gözlerinden ise sessizce yaşlar dökülmeye devam etti. Yanında oturan Mutlu'nun ona destek vermesini bekledim ama Mutlu sadece Bartu'ya bakıyordu.

Gözbebeği demişti Önder, Lâl için. Artık o gözbebeği, Koza tarafından herkes için silinecekti.

Yankı hariç.

Onun bakışları hâlâ Lâl'in üzerindeydi.

"Lâl Sonuncu'ya âşık mı?" diye tekrar etti Koza. Bartu bardağı elinde tutarken gözleri bir an bile olsun Koza'dan ayrılmıyordu. "Bunun cevabını ben veremem koca adam ama şunun cevabını verebilirim, daha önce Önder, Sonuncu ve senin için bir tercih hakkı sundu Lâl'e." Devamını dinlemek istemedim ama acımasız bir şekilde devam etti. "Lâl'in tercih ettiği, Sonuncu oldu." Koza’nın gözlerinden ürkütücü bir ifade geçti. “Ve bu yalan değil. Yine onu seçti.”

Sessizlik oldu. Kulaklarım çınladı. Bartu bunu kaldıramazdı, biliyordum. Daha önce düşünmüş olmalıydı, üzerinde defalarca da gezinmişti ama birinden bunu duymak, özellikle Koza'dan, onun dengesini sarstı. Parmaklarının arasında duran bardağı sıkarak tutmaya başladığında Lâl'e değil, Yankı'ya, "Doğru mu?" diye sordu.

Yankı'nın turkuaz gözleri, Bartu'nun gözlerinden elinde tuttuğu bardağa kaydı. Yutkundu. Yalanlamadı ama onaylamadı da. "Düşündüğün gibi değil. Hem de hiç değil. Beni seçmesi, seni seçmesinden çok daha iyiydi. Bu seni…"

"Ben yalan söylemem," diyen Koza, Lâl'e gözlerini kısıp bakarken Yankı’nın sözünü kesti. "Yankı'yı seçmedin mi? Seçtin. O zaman bile düşündüğün sadece kendindin."

"Yankı, biz seninle kardeş gibi büyüdük," dedi Bartu bütün bunları dinlemeyip hayal kırıklığıyla. "Ve sen Lâl'in duygularını bildiğin halde benden gizledin mi?"

Yankı başını iki yana salladı. "Bartu, buraya gelirken konuştuklarımızı hatırla. Bilerek yapıyor. Tek istediği senin bunları sorgulaman."

Koza gözlerini devirdi, ardından geriye kaydı ve ayaklarını masanın üzerine atıp çapraz birleştirdi. Tam o esnada bakışlarımız kesişti, bana bir evi yıkan o adammış gibi baktı ve ben de ona, o evde kaldığımı göstermek istedim. Yapma demek istedim ama istediği buydu. Hepsini parçalamaktı, parçaları ise ellerinde ezmek istiyordu.

"Bu doğru, değil mi?" Bartu'nun sesine öfke bulaştı. Parmak boğumları bembeyaz kesildi. Sonra Lâl'e baktı. İlk defa sevgiyle değildi, ilk defa şefkat de yoktu. "Biliyor musun?" dedi ona bakarken. "Ben sadece ve sadece senin için Yankı'ya ihanet ettim, sen ise ne olursa olsun hep onu tercih ettin."

Mutlu diğer taraftan, "Bartu," dedi ama artık hepimiz sakin olmayacağını biliyorduk. Bir anda cam parçalanma sesi geldi ve dehşetle inlediğimde Bartu'nun elinde duran rakı bardağının parçalandığını ve avcunun içinin kanadığını gördüm. Ayağa fırladığımda Bartu benden önce ayağa kalktı ve ellerini saçlarına geçirdi, yüzünün yarısı kanla kaplandı.

"Senin için her şeyi yaptım!" diye bağırdı gür sesle. Öfkeydi. Bartu Sarca'nın öfkesiydi ve bu öfke, ilk defa Lâl'e yönelikti, farkındaydım çünkü bütün Sokak Nöbetçileri dehşetle Bartu'ya bakıyordu. Lâl de onun arkasından ayağa kalktı ve eline uzanmak istedi ama Bartu elini kaldırıp ondan uzaklaştı. "Senin için bir şey yapamadığım zamanlarda en çok kendimi suçladım, ben senin için her şeyi hiçe saydım. Ben senin için en çok kendimi suçladım. Önder bizi aldığı ilk gün ben seni tutmasaydım hayatın daha mı güzel olurdu diye kendimi her gün suçladım!" Kanayan eliyle göğsüne sertçe vurdu. "Ve senden hiçbir beklentim olmadı ama senin için hiçbir zaman bir Yankı Sarca olamadım."

Mutlu da ayağa kalkıp Bartu'nun önüne geçti. Elleri omuzlarını tutarken onu sakinleştirmek istedi ama Bartu Mutlu'yu itekleyip Lâl'in karşısına geçti. Lâl'in gözlerinden yaşlar akarken sadece başını iki yana sallıyordu, başka hiçbir şey yapmıyordu. Yankı'nın elimi tutan eli buz kesti, gözleri ise Koza'dan ayrılmadı. Koza bir film izlermiş gibi ikisine odaklanmışken keyifle gülümsemesini beklerdim ama ciddiydi.

Canı yanan Bartu'ydu ama canının yanmasını istediği kişi Lâl'di.

Koza, Lâl'e nefretle bakıyordu.

Bartu başını sağa yatırdı. "İlk defa fark ediyorum," dedi acılı bir sesle. "Koza haklı. Sen benim sana âşık olduğumu hep biliyordun ama beni parmağında oynattın." İtiraf. Gözlerinin içine bakarak ilk itirafı, bir felaketin ortasında olmuştu.

Eliyle yeri gösterdi. "Şu kadardık, ben seni seviyordum, büyüdüm, yine seni sevdim ve kendimi, hep benim seni sevdiğimi anlamadığın konusunda kandırdım ama Yankı da haklıydı. Sen beni hiçbir zaman sevemezdin." Başını iki yana salladı. "Madem öyleydi Lâl, neden seni sevmeme izin verdin? Neden beni engellemedin? Evet, elimi hiçbir zaman tutmadın ama elimi sana uzattığımda da geri çekilmedin."

Işık da ayaklanıp Lâl'in yanına gittiğinde sarsılan omuzlarıyla sessizce ağlayan Lâl artık ayakta duramıyordu. Işık ona arkadan destek verdi. Bartu'nun cümleleri parçalanan bir adamın son cümleleri gibiydi, Lâl bunun farkındaydı.

"Tamam, beni sevmedin," dedi Bartu kırgınlıkla. "Ama bari umut vermeseydin. Bana sakın umut vermediğini söyleme Lâl. Sen bana umut verdin. Sen beni başkasıyla gördüğünde o umudu verdin, sen bana sarıldığında o umudu verdin, sen benim arkama saklandığına o umudu verdin. Ben sadece o umut için sevdim seni. Ve belki de sen sadece bana acıdın."

Lâl ellerini kaldırıp Bartu'ya işaret diliyle bir şeyler söylemek istediğinde Bartu başını çevirip onu dinlemek istemedi ve aslında en çaresiz olan da buydu. Konuşamıyordu, çığlık atamıyordu, kendini savunamıyordu ve Bartu başını çevirdiği anda aslında Lâl ebediyen sessizdi.

Bu ilk başını çevirişiydi.

"Bartu, yapma," dedi Işık arkasından. "Sakinleş."

"Bana acıdı," dedi Koza'ya bakarken. "Öyle değil mi? Bana acıdı."

"Belki de." Koza hayal kırıklığıyla gülümsedi. "Lâl'in duygularını anlamak zordur."

"Yeter!" Yankı bu kelimelerin ardından ayağa fırladı. Bir anda eli elimden ayrıldığında, ilk defa o an elimi bıraktı ve Bartu'nun karşısına yürüdü. Lâl'in önüne geçti. Korumak için miydi yoksa Bartu'yu engellemek için miydi bilmiyordum. Lâl'in sesi olmak için benim yanımdan uzaklaştı.

Ve o masada sadece ikimiz kaldığımızda Koza bana öyle bir imayla baktı ki boğazıma bir yumru oturdu.

Ben olsam onun elini bırakır mıydım diye düşündüm birkaç saniye. Bir yanıta ulaşamadım ama bildiğim tek bir şey vardı: Lâl bir gün yere düştüğünde onun önüne kimsenin geçmediği bir zaman olacaktı.

Tıpkı benim elimin boş kaldığı gibi.

"Bunu yapma," dedi Yankı Bartu'ya ve ilk defa sesi yalvarır gibi çıktı. "Pişman olacağın şeyler söylüyorsun yine. Bak, karşındaki Lâl. Onun kim olduğunu biliyorsun."

Bartu'nun gözleri Lâl'in ağlayan yüzünden ayrıldı ve Yankı'ya baktı. Ona öfkelenmesini bekledim ama Yankı'ya bakarken acısını gizlemedi. "Seni de suçladığım zamanlarım oldu," dedi Yankı'ya. "Özür dilerim, aslında senin de hiçbir suçun yoktu."

Mutlu diğer taraftan, "Bartu, yapma," dediğinde ellerim titremeye başlamıştı. Bugün bir cehennemi yaşayacağımızı biliyordum ama bu benim cehennemim olacak diye düşünürken, cehennemi yaşayan Sokak Nöbetçileri'ydi.

Koza yine düşündüklerimi duymuş gibi omzunun üzerinden bana bakıp göz kırptı. Keyifli görünüyordu ya da keyifli görünmeye çalışıyordu ama bana bakarken yüzümdeki acı çeken ifadeyi gördü. "Ah," dedi bana bakıp. "Nasıl da için acıyor, öyle değil mi?"

"Yapma." Sesim inler gibi çıktı, karşımdaki görüntüler kaldırabileceğimden daha ağırdı. Onları bu şekilde görmek, parçalanmış bir aileyi izlemekten farksızdı. O an, onları parçalanmış bir aile olarak görmektense, kendimi bir parça gibi onlardan ayırmak daha doğru geliyordu. "Bunu yapma," dedim titreyen bir sesle yalvarır gibi. Gözlerine baktım ama artık gözlerine bakarken içim acıdı. "Beni anlat onlara, benim sayemde birleşmelerini sağla. Onlara ihanetimi söyle."

Koza'nın yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi ve ilk defa onu böylesine şaşkına uğrattım. Dudakları aralandı, gözleri kısıldı. "Bu kadar olamazsın," dedi kısık bir sesle. "Bu kadar olamazsın küçük kardeşim."

Mutlu ve Yankı Bartu'yu sakinleştirmeye çalışırken ve Işık da Lâl'in yanında dururken o birkaç saniyede karar vermek benim çok da zor değildi.

Onları parçalanırken görmektense kendimi onların gözlerinin önünde parçalamak daha kolay olurdu.

"Yap bunu, şimdi söyle onlara kim olduğumu," dedim Koza'ya dişlerimi sıkarak. "Sen yapmazsan ben yaparım."

"Yapacağım zaten ama..." Koza bana öfkelenirken gözlerini kapattı. Bacaklarını masanın üzerinden indirdikten sonra eğilip sandalyesini bana yaklaştırdı. "Onları görmüyor musun? Onlar düşündüğün gibi değiller. Onların birbirlerine olan ihanetleri, senin ihanetinin yanında hiçbir şey."

Yankı bize dönüp baktı. İkimizi masada o şekilde konuşurken bulduğunda kaşları düz bir çizgi halini aldı ve sorguladı. Gitgide öfkelenmeye başladığını görebiliyordum ama sadece bununla da sınırlı değildi, Koza'ya karşı olan şefkat duygusu, kine dönüşmeye başlamıştı.

"Helin," dedi Yankı dişlerini sıkarak. Artık ne düşündüğünü bile tam anlayamıyordum. "Yanıma gel, senin yerin burası."

Ayağa kalktım onun yanına gitmek için ama Koza bir anda bileğimden tutarak gidişimi engelledi. "Benimle olanı benden alamazsın Sonuncu."

Bartu bile o kadar öfkesinin arasından bize dönüp baktığında Yankı öne keskin bir adım attı. Az önce Bartu'nun oturduğu sandalyeyi itekleyip yere düşürdüğünde sert zemine düşen sandalye kulaklarımı acıttı. "Bana bak," dedi Yankı masanın üzerinden Koza'ya eğilip. "Biraz daha benim damarıma basarsan ve ona dokunmaya devam edersen kimse seni benim elimden alamaz Koza. Bu iki oldu. Duydun mu? Üçüncüde seni mahvederim."

"Beni duymadın mı?" diye sordu Koza gözlerini açıp. "İstersen bir daha söyleyeyim. Benimle olanı…" Kelimelerin üzerine bastı. "Benden alamazsın Sonuncu. Neden sorgulamıyorsun bunu? Korkuyor musun yoksa?"

"Seninle olan mı?" Yankı alayla güldü; önce bana, sonra bir daha Koza'ya baktı. "Biliyor musun? Onun daha öncesiyle değil şu anıyla ilgileniyorum. Seninle miydi?" Bir anda elini sertçe masaya vurduğunda viski bardağı yere düştü. "Artık benimle. Bana ait değil ama benimle beraber, benim sokaklarımda yürüyor. Eğer ait olduğu bir yer varsa da benim sokaklarım, senin değil. Ondan vazgeçmeyeceğim. Eğer çabaladığın bu ise hiçbir zaman Helin'den vazgeçmeyeceğim."

Şaşırdım ama bir yandan da bu şaşkınlığım çok kısa sürdü çünkü Koza başka bir kahkaha daha ortaya döktüğünde bunu beklemediğini düşünüyordum ama hiç de şaşırmış gibi değildi. Kolumu Koza'nın elinden kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi hatta, "Bartu!" diye seslendi. "Beni iyi dinle koca adam."

"Yankı," diye fısıldadığımda ellerinin yumruk halini aldığını gördüm. "Sakin ol."

Koza, "Benim ölmemi istemeyecek üçüncü kişi de, Helin'di," dedi gözlerini açıp bütün Sokak Nöbetçileri'ne bakarak. "Ve bilin diye söylüyorum, sizden önce ben onun hayatını kurtardım, intikamını almak için ben çabaladım ve onu büyüttüm." Ardından sadece Yankı'ya baktı. "Yani kısacası Sonuncu, sana yürüyerek gelen bu hastayı, ben yatağından kaldırdım. Helin birinin yanında kalacaksa o kişi ben olmalıyım."

Bütün Sokak Nöbetçileri bana baktı. Lâl dışında. Onun gözleri hâlâ Bartu'daydı ve hâlâ ağlıyordu. O bunu zaten biliyordu ama Koza kısmını bilmemesi gerekiyordu, neden şaşırmıyordu?

"Koza, yapma," dedi Işık diğer taraftan. "Helin'in kimin tarafında durduğunu görüyorsun, o bizimle buraya geldi."

"O halde Helin'e soralım," deyip bakışlarını bana çevirdi. "Kiminlesin Helin? Kiminle aynı yolda yürüyorsun?" Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum, ne yapmam gerektiğinin ise farkındaydım. Bileğimi sıkıca tutan Koza'nın elini itekleyip Yankı'nın yanına gidebilirdim ama bunu yapamadım; Koza'yı artık karşımda ezemedim, onu sindiremedim. Ama Yankı'dan da vazgeçemedim.

O gün, yedi yaşımdayken, dayımın ellerinden kurtulmamı sağlayan o erkek çocuğu, Koza'ydı. Ona arkamı dönemezdim, bunu yapamazdım; Yankı'nın ise elini bırakamazdım. Aslında ben bu yola ikisiyle beraber çıkmıştım ve yürürken de ikisiyle beraberdim. Koza beni Yankı'yla tanıştırmıştı ama elini sırtımdan çekmemişti; onun ihaneti için yürürken Yankı'nın elini tutmuştum.

"Helin," dedi Yankı nefesini verip. "Neyi düşünüyorsun? Ne yapıyorsun?"

Bir yolda ikisiyle beraber yürüyordum ve ikisi de farkında değildi ama aynı sokaktalardı. Ben ikisinin de sokaklarına aittim ve ikisi de aynı sokakta nefes alıyordu.

Aslında Yankı ve Koza birbirlerine ne kadar da çok benziyorlardı.

"Helin'i doğduğundan beri tanıyorum," dedi Koza sakin bir sesle. "Ve onu belli bir yaşından sonra yetiştiren de büyüten de bendim. Hatta bil diye söylüyorum Sonuncu…" Çenesini havaya kaldırıp üstün bir şekilde Yankı'ya baktı. "Eğer ben onu kurtarmasaydım sen, seni böylesine değiştiren Helin'i asla tanıyamayacaktın. O yüzden ona böyle sorular sorma, sonrasında kalbin kırılır."

Yankı ne düşündü, bilmiyordum ama gözlerindeki ifade değişmedi. Dizlerim de titremeye başladığında Koza ellerimin titrediğini tuttuğu bileğimden anladı ama umursamadı. Gizlemek istediğimde ise izin vermedi.

İkisinden birini seçemedim, bu nasıl oldu bilmiyordum ama her seferinde Yankı'yı seçerken şimdi ikisinden de vazgeçemedim. Koza benim tek ailem olabilirdi ve Yankı bana bir aileden daha yakındı.

Aklımı kaçıracaktım, bu nasıl bir araftı?

Mutlu, "Helin'i bilerek bizim yanımıza mı gönderdin?" diye sordu Koza'ya. "Yani sen olmasaydın biz onu tanımayacak mıydık? Ailemize dahil olmasını sağlayan aslında sen miydin?"

Koza Mutlu'ya herhangi bir cevap bile vermeden hayranlıkla bakışlarını bana çevirdi. Eli bir anda bileğimden elime kaydı ve bu sefer elimi tutan kişi Koza oldu. Avcuyla avcum birleştiğinde zihnime diğer anı da düştü. Dayımın yanından beni kurtardığında da elimi böyle tutmuştu. Bu çok farklı bir duyguydu; bu bir abinin, kardeşinin elini tutmasına benziyordu. Ve bunu sadece ikimiz biliyorduk.

Ama bu hikâyede yine eksiklikler vardı. Lanet olsun, bir şeyler tam değildi. Mavi gözleri vardı fakat o mavi gözler yine Koza’nın bakışlarına benzemiyor gibiydi.

Elimi elinden çekmedim, çekemedim ve Koza'nın gözlerine bakmaya devam ettim.

Yankı bana baktı, aklından ne geçti bilmiyordum ama artık ifadesi değişmeye başlamıştı. Hepsinin gözleri ellerimize odaklandı.

Bana abim olduğunu söylemişti ama orada, bunu benden ve Koza'dan başka kimse bilmiyordu. Hislerimi bilmiyorlardı. Neden ona arkamı dönemediğimi bilmiyorlardı.

Dışarıdan nasıl görünüyorduk?

"Sana neden inanayım?" diye sordu Yankı ama dişlerini sıkıyor, gözlerini ellerimizden ayırmıyordu. "Onu çocukluğundan beri tanıyor musun? Siktir git Koza, siktir git buradan." Bırak diyordum kendi kendime ama yapamıyordum çünkü Koza'nın yüzündeki o bencil ifadeye zıt bir şekilde ellerinde bir abinin şefkati vardı ya da ben bir abi şefkati istiyordum.

"Bunu soracağını biliyordum Sonuncu," dedi Koza başını sallayıp. Ardından parmağını şaklattı ve ileride bizi izleyen garsona göz işareti yaptı. Beş kişi tam karşımdaydı, ben Koza'yla beraberdim ve eli elimin içindeydi. Bütün dengeler değişiyordu ama bu hepimiz içindi. Koza beni dağıtmadan, beni parçalamadan önce onları dağıtmıştı; en çok da Yankı'yı.

Aslında yapmaya çalıştığını da anlamıştım.

Zamanında ondan çalınan Sokak Nöbetçileri'ni kendi yanına çekmeye çalışıyordu ve en başta Bartu yavaş yavaş Koza'ya çekiliyordu. Işık'ın zaten Koza'yla arasında farklı bir bağ vardı ve onu kurtaran kişi Koza olduğu için Mutlu'nun bakış açısı da değişmişti. Tek istemediği kişi Lâl'di ve ona karşı büyük bir nefret duygusu vardı. Yankı'ya karşı ise içinde tutamadığı kırgınlığı.

Ve ben Helin.

Sadece Helin.

Koza'nın kız kardeşi olduğuma inanmaya başlamıştım.

Garson elinde bir tepsiyle geldiğinde Koza'nın önünde eğildi. Bakışlarım tepsinin içine kaydığında bir mektup zarfı olduğunu gördüm ama aldırış etmeden gözlerimi yine Yankı'ya çevirdim; ellerimize bakıyordu, sadece ellerimize.

Ve ben Helin.

Sadece Helin.

Yankı'nın gözünün önünde başka birinin elini tuttum; bu kişi onun tek düşmanıydı ve benim abimdi.

Koza mektubu havaya kaldırdı, Yankı yerine bana baktı. "5 Aralık doğum günündü Helin," dedi gözlerimin içine bakarak. "Ama sanma ki hediyesiz geçti." Zarfı bana uzattığında daha söylemeden o zarfın kim tarafından bana gönderildiğini anladım ve acıyla dengem sarsıldığında diğer elimle masaya tutunmaya çalıştım. "Dayın sana bir mektup gönderdi, doğum günün için." Sonra Yankı'ya baktı, bakarken gözlerinde nefret vardı ama bu nefret Yankı'ya yönelik değildi. "Şimdi inandın mı Sonuncu, onu senelerdir tanıdığıma?"

Bana uzatılan zarf havada kaldı, yine zaman durdu ama bu sefer zaman, sadece benim için durdu.

Elini bırakmak istemediğim ve abim olarak düşündüğüm Koza, dayımın mektuplarını koz olarak kullanmıştı.

Her şey ama her şey birkaç saniyede oldu ve o birkaç saniyede herkesin yüzündeki maske düşerken benim yüzümdeki maske öyle bir yere çakıldı ki dizlerimin üzerine çökmek zorunda kaldım.

Sonra önümdeki masadaki tabaklar yere devrildi, elimin içindeki Koza'nın eli benden uzaklaştı ve Yankı Koza'nın boğazına öyle bir sarıldı ki onu oturduğu sandalyeden kaldırıp yere fırlatması aynı anda oldu. Ne düşündü bilmiyordum, o mektubu görünce aklından ne geçti bilmiyordum ama dizlerimin üzerine çöktüğüm yerde onları izlerken, zaman durduğu yerde ağır çekim ilerlemeye başladı.

Yankı Koza'yı yere yatırdı ve üzerine çöküp yüzüne sert bir yumruk geçirdi. Önüme düşen mektup zarfına bakarken uzanıp onu alabilecek gücüm bile yoktu.

5 Aralık laneti. Peşimi bırakmayacaktı, her nerede olursam olayım, benimle beraber gelecekti.

Yankı Koza'nın yüzüne bir yumruk daha indirdiğinde öyle bir titriyordum ki dişlerim birbirine çarpıyordu. Vücudumu dengede tutamıyordum, ellerimi ve dizlerimi de öyle. Hatta gözlerim bile nereye odaklanması gerektiğini bilmiyor gibiydi.

Koza sonuna kadar Yankı'nın damarına basmıştı, benim konumda. Elimi tutmuştu, onun yanlış anlayacağını bile bile ve belki de tutmasının nedeni bir abiden öte, sadece bütün bunlar olsun diyeydi ama mektup... Bu kadarı kaldırabileceğimden çok daha fazlaydı.

Koza dayımla iletişim halinde miydi? İkimizin kardeş olduğunu biliyor muydu? Yoksa ona da mı aynı mektuplardan gidiyordu?

Anlam veremiyordum ama tek bir mektup zarfı yine beni mahvetmişti.

Kim olduğunu bilmediğim eller beni omuzlarımdan tuttu; Işık olabileceğini düşündüm, belki de Mutlu ama başımı çevirip baktığımda bu kişinin Bartu olduğunu gördüm. Bana bir şeyler söyledi ama duyamadım. Art arda başımı iki yana sallarken Bartu önümde dizlerinin üzerine çöktü ve elleriyle yüzümü tuttu. Ona bir şeyler söyledim ama ne söylediğimi anlamadım. Ne söylediğimi bile bilmiyordum.

Yankı Koza'nın yüzüne art arda yumruklarını indirirken Koza karşılık bile vermiyordu; onu geri çekmeye çalışan kişiler, Mutlu ile Işık'tı. Lâl ise uzaktan bütün bu olanları izliyordu, her iki tarafı da. Hiçbir yere gitmeyecekti, biliyordum. Ortada kalacaktı, birileri onu kurtarsın diye bekleyecekti ama öyle olmadı.

Bartu, "Buradayım kardeşim," dedi bana, dudaklarını okudum, sonra kucakladığını hissettim. Bir kolu belimden sarıldı, diğer kolu bacaklarımdan tuttuğunda hiç kimsenin yüzüne bakmadan o kadar savaşın içerisinde beni o restorandan çıkarmak için yürümeye başladı.

Bilincim açıktı, sonuna kadar açıktı ama ruhum benimle beraber değil gibiydi. Vücudum Bartu'nun kucağında titrerken, beni oradan kurtaran kişi Bartu oldu ve son gördüğüm, Yankı'nın art arda Koza'nın yüzüne yumrukları indirirken, "Ondan uzak dur!" diye bağırmasıydı.

Yankı bütün öfkesini, bütün şüphelerini, bütün gördüklerini ve göreceklerini, duyduklarını ve duyacaklarını o gece Koza'dan çıkardı; bundan emindim. Koza'nın bana zarar vereceğini düşündü, belki de verdiğini ama benim ona vereceğim zararların sorumluluğunu da Koza üstlendi.
Restorandan çıktığımızda Bartu araca yürümeye başladı.

O gün, o masadan fiziksel olarak kalkan iki kişi oldu; birisi Bartu'ydu ve diğeri de bendim.

Ama o gün, o gece, o masada maskesi düşen altı kişi vardı, tek maskesiyle oturan kişi ise Koza'ydı. Aslında hepimiz ruhsal olarak o masadan ayrıldık, Koza istediğine ulaştı. Hatta Yankı tarafından yüzüne o yumrukları yerken bile bunu istediğine emindim.

Eğer tek bir kişi o masadan kalkarsa bir daha böyle olamayız, demişti Yankı.

Herkes o masadan çoktan kalkmıştı, bunu Koza başarmıştı ve savaşlarından birinde Yankı o masada aslında kaybetmişti.

Bartu beni arabanın yolcu koltuğuna oturttu ve emniyet kemerini hızlıca bağlayıp kapımı kapattı. Donuk gözlerle, titreyen ellerimle ve dizlerimle camdan dışarıya bakarken o da sürücü koltuğuna oturdu ve kontağı çevirip arabayı çalıştırdı. Sonra gaza basıp o restoranın oradan baş başa ayrılmamızı sağladı.

Hareket bile edemedim, nefes almayı bile unuttuğumu fark ettiğimde derin nefesler aldım ama gözümden bir damla yaş bile akmadı. Arabanın içinde Bartu'nun ve benim nefesimden başka bir ses yoktu. Bartu'nun tarafındaki pencere açıktı, buz gibi hava içeriye doluyordu ve hafif hafif yağmur yağıyordu, belki de kar atıştırıyordu, bilmiyordum çünkü aralık ayının son haftasına girmiştik.

Yeni bir sene gelecekti, bu yeni senede başıma ve başımıza gelecek felaketlerden ise habersizdim.

Dakikalar sonra omzumda el hissettiğimde irkilip yanıma baktım ve Bartu'nun omzumu tuttuğunu gördüm. Diğer eli hâlâ kan içindeydi, direksiyon kanın rengini alıyordu ama umurunda değildi. "Bir insan nasıl sakinleştirilir bilmiyorum," dedi başını iki yana sallayarak. "Ama ben buradayım, eğer seni bu sakinleştirirse."

Başımı öne arkaya sallayıp gözlerimi kapattım. Sakince koltuğun başlığına yaslandığımda düşüncelerimi kontrol altına almaya çalıştım. Oradan ayrılmıştık, onları öylece bırakmıştık; şu an ne durumdalardı?

Geri dönmek istiyor muydum? Aslında istemiyordum ama kendimden çok, bu Bartu içindi. Gözlerimi aralayıp ona baktığımda çatık kaşlarla arabayı sürdüğünü gördüm; yollar bomboştu çünkü vakit gece yarısını çoktan geçmişti.

"Eline bakmamız gerekiyor." Titreyen ellerimle onun elini nasıl geçireceğimi bilmiyordum ama bir çaresini bulabilirdim. "Arabayı durdurur musun Bartu?"

"Önemi yok." Omzunu silkti. "Kendi kendine iyileşecektir."

"Bartu, lütfen," dediğimde yutkundum. "Düşünmemek için bana uğraşacak bir şeyler vermelisin."

Bana baktı, her nasıl bakıyorsam beni onayladı ve birkaç dakika sonra aracı deniz kenarında bir yerde durdurdu. Dalgalı denizin sesi Bartu'nun açık penceresinden kulaklarımıza dolduğunda arabanın içini aydınlatan tek ışık ayın ışığıydı. Bir sokak lambası yoktu, o sokak lambaları sadece Yankı'ya ve bana özeldi.

Vücudumu ona çevirip titreyen elimi öne uzattım ve kanayan elini vermesini bekledim. Bartu alayla güldü ama elini de uzattı. Kanla kaplanan elini görebilmek için torpido gözünü açtım ve peçeteyi çıkardım. Hijyenik olmadığını ne kadar bilsem de avcunun içini silmeye başladığımda yeni akan kanlar temizlendi ama kuruyan kanlar pembeleşmişti. Derin kesiğe bakarken, "Dikiş atılması gerekiyor," dedim. "Bu şekilde olmaz."

Bartu bir kez daha omzunu silkti. Titreyen ellerime rağmen ne yapacağımı düşündüm; hâlâ kanıyordu, onu durdurmak gerekiyordu ama aklım çalışmıyor gibiydi.

Bartu ne düşündüğümü anlamış gibi torpido gözündeki bıçağı alıp bana uzattı. "Gömleğimden bir parça kes de üzerine bağla. Kanı durdurur en azından."

Başımı sallayıp onu onayladım ve bıçakla gömleğinin etek ucundan zorlukla büyük bir parça kestim, karnı açığa çıktığında onun da vücudunda izler olduğunu görebiliyordum.

Çocukluk izleri.

Kestiğim parçayı avcunun içine bastırdığımda ve iki kere dolayıp sıkıca bağladığımda, "Hastaneye gitmemiz gerekiyor," diye mırıldandım.

"Önder'in yanına giderim," dedi. Ve o adı söylerken sesine kin bulaştı. "Ya da her neyse, bir çaresini bulurum."

Sakindi, bu beni şaşırttı ama ben onun aksine çok kötüydüm. Midem bulanıyor, başım dönüyordu. Geride bıraktıklarımın acısı, şimdi zihnime kamçılarını geçiriyordu. Ona baktım ama o yola odaklanmıştı, fazlasıyla düşünceliydi.

"Kendini nasıl hissediyorsun?" Soruyu sorarken titreyen sesimi engelleyememiştim.

Uzun bir süre düşündü ve düşünürken kaşları çatıldı. "Gerçeği mi duymak istiyorsun?" diye sordu. "Bir aptal gibi." Elini elimden çekip eline baktı. "Bugün ilk defa aptallığımdan emin oldum. Önceden de farkındaydım ama şimdi gerçekten aptalmışım Helin. Bugün o masada en yabancı olan bendim. Sen bile değildin, bendim. Işık ve Koza, Yankı ve Koza…" Duraksadı, gözlerini bana çevirdi. "Lâl ve Koza. Lâl ve Yankı. Lâl ve ben. Lâl ve ben, Helin." Başını iki yana salladığında gözleri dolmuştu ve bundan nefret ediyormuş gibi başını direksiyona dayayıp gözlerini kapattı. "Bugün birisi ilk defa düşündüklerimi sesli dile getirdi ve ben bununla yüzleştim. Ama ne var, biliyor musun? Ben aptal olmayı seviyormuşum."

Bartu'ya içimde öyle büyük bir sevgiyle bağlıydım ki o karşımdayken kendimi izliyor gibi olmuştum yine. Sevgi ve bağlılık. Onun hissettiği en net duygular bunlardı aslında ve en fazla istedikleri de bunlardı. İşte bu noktada biz aynıydık. Muhtaç olduklarımız, ihtiyaçlarımız aynıydı.

"Bir gün bunun gerçekleşeceğini biliyordun Bartu." Acımasızdım belki de ama onun gözlerini açmak gerektiğini biliyordum. "Bu belki düşündüğünden daha erken oldu ama Koza bunu sağladı."

"Ama ben anlamıyorum," dediğinde çaresizce gözlerini açıp bana baktı ve başını iki yana salladı. "Ben neden hep diğer tarafa atılan ya da umursanmayan o kişi oluyorum, anlamıyorum. Kimse bana sırlarını vermedi Helin. Kimse beni umursamadı bile. Sadece Lâl değil. Diğerleri de öyle. Çünkü ben aptalım diye mi?"

"Hayır." Dudaklarımı ıslattığımda benim de gözlerimin dolmaya başladığını fark ettim. "Bunun tek nedeni, senin hepsinden daha hassas bir kalbe sahip olman."

"Ama ben bunu aşmaya çalışsam da yapamıyorum," diye itiraf etti. "Yine de biri bana gerçekleri anlatsın isterdim. Biri bana bütün gerçekleri söylesin isterdim. Lâl karşıma geçip bana beni sevmediğini söylesin isterdim örneğin. Kötü olurdum, yıkılırdım ama bilirdim. Bu şekilde öğrenmezdim. Hepsi bana acıyor." Gözünden bir damla yaş aktığında elinin tersiyle o yaşı hızlıca sildi ve benden gizlenmek istiyormuş gibi arabadan inip kapıyı sertçe çarptı.

Ben de durmadım, peşinden indim. Arabanın kaputuna yaslandığında denize dönüktü ama dişlerini sıkmış, ağlamamak için kendisiyle savaş veriyordu. "Çocuk gibiyim amına koyayım," dedi bir yaş daha yanağından süzüldüğünde. "Canım yandığı her an ağlıyorum, ağlayamadığımda da orayı burayı yumrukluyorum. Benim bir yere kapatılmam lazım, aklını kaybetmiş götün tekiyim. Hastayım."

Onun gibi kaputa yaslandım ve rahatsız olacağı için gözyaşlarını görmezlikten geldim.

İnsan aynaya bakıp konuşabilirdi, öyle değil mi? İnsan en çok kendisiyle konuşurdu, insan en çok kendisine itiraf edebilirdi ve insan en çok kendisiyle yüzleşebilirdi.

Bartu'yla biz birbirimize benziyorduk ve ben kendimle konuşuyormuş gibi onunla konuşabilirdim.

Ona kimse hiçbir şeyi itiraf etmemişti, hiçbir sırrını vermemişti ve ben onun ilki olacaktım. "Bartu," dedim ani bir kararla. "Sana kimseye anlatmadığım bir sırrımı vereceğim." Bartu bakışlarını bana çevirdi ama ben denize bakmaya devam ettim. "Ve bu sırdan sonra belki de öfkeden deliye dönecek, bana arkanı dönüp gideceksin. Belki de bir daha beni aranıza bile kabul etmeyeceksin. Belki de benden öyle bir nefret edeceksin ki yüzümü bile görmek istemeyeceksin ama bunu senden başka kimseye itiraf edemem çünkü sana bakmak, seninle konuşmak kendimle konuşmaktan farksız. Bir kez olsun, kendimle sesli konuşacağım, senin gözlerinin önünde."

"Bunu yapmak zorunda değilsin." Bartu'nun sesi temkinliydi fakat o sırrı istediğini de biliyordum.

"Hayır, artık yapmak zorundayım çünkü aklımı kaçıracak gibiyim." Ellerimi saçlarıma geçirip karıştırdıktan sonra gözlerimi ona çevirdim, dolan gözlerimden yaşlar dökülürken midem daha fazla bulanmaya başlamıştı. "Çünkü ben artık birine anlatamazsam öleceğim. Bak, birine anlatmazsam alacağım bir silahı, bu sefer içi kurşunla dolu olacak ve tam kalbimden kendimi vuracağım. Beni duydun mu? Dayanamıyorum."

Bartu'nun kaşları çatıldı. Gözleri kıpkırmızıydı, kirpikleri ıslanmıştı fakat çiseleyen yağmurun da bunda etkisi vardı. Hava buz gibiydi ama o soğukluğu hissetmek beni daha iyi ediyordu.

"Eğer aramızda kalacağı konusunda sana söz vermem gerekirse..."

"Hayır," deyip onu susturdum. "Bana söz vermek zorunda değilsin hatta bunları duyduktan sonra canın ne isterse onu yapmakta özgürsün."

"Helin," dedi duraksayarak. O sır için eskisi kadar istekli olmadığını anladım. "Bu sır..."

"Bu sır hepinizi ilgilendiriyor." Gözlerimi kaçırmak istedim, omzumu düşürmek ya da başımı önüme eğmek ama bunların hepsi için fazlasıyla kendimle savaştım çünkü yapmayacaktım. Sadece bir kez olsun, bir Sokak Nöbetçisi'nin gözlerinin içine bakıp kim olduğumu anlatacak, ona kendimi gösterecektim.

Bartu sessiz kaldı, anlatmamı bekledi. Gözlerinde bana karşı inanç vardı, bu inanç söner miydi bilmiyordum ama tek istediğim bir gün benden nefret etmemesiydi.

"Sana anlattığımda," dedim kısık sesle. "Benden nefret edeceksin. Hem de gerçek bir nefret." Dizlerim yine titremeye başladı fakat bu sefer ben ellerimi yumruk yapıp engellemeye çalıştım. "Sizin hikâyenizdeki en kötü insan ben olacağım, en azından senin kafanda."

Bartu kaşlarını kaldırdı. Şaşkınlık değildi ama kulaklarına inanamıyormuş gibiydi. "Beni düşünüp saatlerce o rakı masasında konuştuğum kız mı kötü biri?" dedi aynı ifadeyle. "Sana kötü biri olmadığını söylemeyeceğim çünkü bunu bilemem ama iyiliğini gördüm Helin. Ve sırf bu yüzden senden hiçbir zaman nefret etmem." Aksini kanıtlamak için konuşabilirdim ama bunu yapamadım çünkü gözlerinde öyle bir samimiyet vardı ki ona inanmak istedim. "Şu an anlayamazsın ama zamanı geldiğinde anlayacaksın. Sen benim nefretimi artık göremezsin. Ayrıca en kötü insanı sen mi olacaksın? Hadi ama! Sokak Nöbetçileri böylesine mahvolmuşken sen en kötüsü olamazsın."

"Gerçekten benden nefret etmez misin?" diye sorduğumda titreyen sesimle ona bakıyordum.

"Asla." Kollarını önünde bağlayıp yutkundu. "Ben birini sevdiysem ve o kişiye kardeşim dediysem elleriyle beni öldürse bile ondan nefret etmem."

"Peki ya elleriyle sevdiklerini öldürürse?" diye sorduğumda bakışları değişti ama hiçbir cevap vermedi. Derin bir nefes verdim, gözlerimi kapattım ve denizin kokusunun beni sakinleştirmesini bekledim, imkânsızdı. Yap, dedim kendi kendime, aynanın karşısındasın ve kendinle konuşuyorsun. Yap bunu, Helin. Şimdi yapmazsan bir daha yapamazsın. "Ben sizin ailenize," diye söze başladım, sonra yarım bir nefesin ardından devam ettim. "Koza tarafından ajan olarak gönderildim. Sizi mahvetmek için."

Ona bakmadım, gözlerimi açmadım ama nefesinin kesildiğini hissettim. Devam etmemi bekledi, devam etmek için kendime birkaç saniye verdim ve o birkaç saniyede kendi içimde savaşan iki kişiyi de susturdum. "Ekip için çalışıyorum. Ekip'in asıl sahibi, Koza. Ekip beni Koza'yı bulmam ve sizi mahvetmem için aranıza gönderdi. Ben Koza'nın kim olduğunu bilmiyordum ve sizinle tanıştığımda aklından ne geçiyorsa hepsinde haklıydın. Yani bana güvenmemek konusunda, bana önyargılı yaklaşmak konusunda. İçten içe sizi çürütmek asıl amacımdı." Yutkundum, yine gözlerimi açmadım ama kalbimde yangın vardı. "Fakat sizi tanıdığımda işler benim için istediğim gibi ilerlemedi. Bak, benim ailem hiç olmadı ama siz benden nefret ederken bile öyle bir aile sıcaklığınız vardı ki ben sizi çürütebilecek cesareti kendimde bulamadım."

Sustum. Bu söylediklerimi sindirmesi için ona süre verdim. Sonra yavaş yavaş gözlerimi aralayıp ona baktığımda beni izlediğini gördüm ama bütün bunların yanında bakışlarında öfkeyi aradım, yoktu. Nefret yoktu. Hatta hâlâ aynı inançla bakıyor, aynı istekle beni dinliyordu. Şaşkındı, bozguna uğramıştı ama bana karşı duyguları değişmemişti.

"Senin bir amacın olduğunun içten içe hepimiz farkındaydık ama bu… Bizim yanımıza ihanet için gönderildin," dedi en yalın özetle. "Fakat bunu yapamadın, öyle mi?"

Öyle olmasını ben de dilerdim ama öyle olmamıştı. Ve bunun suçlusu Bartu'ydu ama şimdi bakıldığı zaman kendime bir suçlu aradığımı da yeni fark ediyordum.

"Yaptım." Bu yanıtımdan sonra Bartu'nun yüzündeki ifade değişti, nefret etmedi ama tedbirli bir şekilde geriye adım attı. "Ve bunun suçlusu, sendin."

"Ben miydim?"

"Evet." Başımı iki yana salladım. "Bana inanmıyordun, bana önyargıyla yaklaşıyordun ama bazen öyle haksız şekilde beni suçluyordun ki..." Yine de hiçbir neden, onlara ihanetimin gerekçesi olamazdı, biliyordum. "Bir keresinde beni öylesine kötü biri olmakla suçladın ki sana duyduğum öfkeyle ilk ihanetimi gerçekleştirdim."

Yine tepki vermesini bekledim ama vermedi, sakince fakat kaşlarını çatarak, "Ben sana zarar vermeye çalıştım ve sen de bunun karşılığını bana vermek istedin," dedi. "Fakat bana hiçbir şey olmadı, neden?"

"Çünkü zarar vermeye çalıştığım kişi sen değildin." Anlayamadı, kaşları daha fazla çatıldı. "Yani sana zarar vermek istedim ama sana bizzat zarar vermek zordu, umursamazdın. Sevdiğin birisine zarar gelirse altından kalkamazdın, bu yüzden sevdiğin birisi zarar görsün istedim."

İşte o anda bakışları değişti, nefreti değil ama öfkesini gördüm. "Helin," diye fısıldadı. "Ne yaptın?"

Aslında kime yaptığımı anladı ama ne yaptığımı merak etti. Korktum ama bana bir şey yapacağından değil, onu kaybedeceğimden ötürü korktum. Yine de yalanlara sığınmadım, bir kez olsun gerçekleri bütün çıplaklığıyla onun önüne sermek adına, "Lâl'in günlüğünü," dedim. "Ekip'e verdim. Sana en fazla bu şekilde zarar verebilirdim, kendim de en fazla bu kadar kötülük yapabilirdim ve ben de bunu yaptım."

Bartu'nun dudakları aralandı, gözleri kısıldı. Yaralı olmayan eli yumruk halini alırken geriye bir adım attı. Kendini dizginlemeye çalıştı, öfkesi tamamen gözlerine doldu ama yine nefreti yoktu. "Bunu," dedi zorlukla konuşarak. "Nasıl?"

"Merak etme," diyerek hızlıca ellerimi kaldırdım. "Hiçbir şey olmadı. Yankı bana güvenmediği için hepinizin ortadaki günlüklerini değiştirmişti, Lâl'in de öyle. O gün Ekip'e verdiğim günlükte sadece beş sayfa doluydu ve hepsi Lâl'in geçmişinden bir anıydı. Hiçbirinin işine yaramazdı ama o günün cezası sadece bu değildi." Bartu'nun rahatladığını hissettim ama öfkesi hâlâ yerli yerindeydi. "Bu sırrı senden başka birisi daha biliyor, ona ben anlatmadım ama kendisi gördü. Lâl, o gece, günlüğü verirken beni yakaladı."

Bartu büyük bir şaşkınlıkla, "Lâl senin ajan olduğunu biliyor mu?" diye sordu.

"Evet." Aklından geçenleri okudum. "Ve hayır, Yankı'ya söylemedi hatta benim için, Yankı'ya yalan söyledi. Bu hayatta Yankı'nın tek güvendiği insan, benim için yalanlar söyledi."

Bartu bana arkasını döndü, ellerini saçlarına geçirip karıştırdıktan sonra sargılı elinin parmağını bana doğru kaldırdı. "Bu nasıl olur?" diye sordu. "Lâl asla Yankı'ya bunu yapmaz, yalan söylüyorsun."

Kalbim kırıldı, haksız yere. Elbette bu anlattıklarımdan sonra bana inanmayacaktı ama yine de, "Yalan söylemiyorum," dedim kısık sesle. "İstersen gidip Lâl'e sorabilirsin. Bunu neden yaptı bilmiyorum ama yaptı, bu sırrı sakladı."

Elini aşağıya indirip dehşet içinde, "Başka ne yaptın?" diye sordu.

"Başka hiçbir şey yapmadım."

"Helin," dedi keskin bir sesle. "Başka ne yaptın?"

"Başka hiçbir şey yapmadım Bartu," dedim inleyerek. "Yemin ederim yapmadım. Tek yaptığım buydu, başka hiçbir şey olmadı."

"Ama sen..." Bartu ellerini şakaklarına bastırdı ve kendi bulunduğu yerde öne arkaya birkaç adım atıp başını salladı. "Zaten çok büyük bir ihanetsin. Yani senin Koza'yla bir ilişkin var, onun hayatındasın ve Yankı'yı da parmağında oynatıyorsun..."

Şaşkınlıkla, "Ne?" dediğimde gözlerim irileşti. "Hayır, böyle bir şey yok. Ben Koza'nın kim olduğunu bile çok sonradan öğrendim, onu ise Ekip'in başında hiçbir zaman görmemiştim. Aramızda bir ilişki filan yok!"

Bartu nefesini verdi. "Beni aptal yerine koymaya çalışıyorsun Helin. Bugün o herif senin elini tuttu."

"Evet ama..."

"Doğruları anlattığını söylüyorsun ama yalanlardan sıyrılamıyorsun."

Öfkeyle üzerine yürüyüp, "Kahretsin," diye bağırdım. "Şu an hayatımda hiç olmadığım kadar dürüstüm ve ilk defa sana itiraf ediyorum bunları ama sen bana inanmayacak mısın?"

Bartu sinirlenmeye başladığımı gördüğünde o da öfkesini dışarıya vurarak, "O halde onun sana böyle yakın davranmasına neden izin verdin?" diye sordu.

Bir tarafım söyle dedi, diğer tarafım beni yalanlara itekledi. Ama Bartu, bana öyle masum, öyle büyük bir inançla baktı ki onu kim kandırırsa kandırsın, artık o kişi ben olmayacaktım.

"Ailenin kimler olduğunu hiçbir zaman bilemedin, değil mi?" Sorumu sorar sormaz kasıldı, omuzları titredi ama gözleri ruhsuz bir şekilde baktığında yanıtı aldım. "Ya bir gün ailenin bir üyesi karşına çıksaydı? Onun için birçok şeyi yapar mıydın?"

Vereceği cevap benim için oldukça önemliydi çünkü birbirimize bu konuda benziyorduk. O da ailesini hiçbir zaman tanımamıştı, ben de. Ve Koza bana abim olduğunu söylediğinden beri kalbimdeki tomurcukların yeşermesi akıl kârı değildi. Bugün de o tohumlar çiçeklenip büyümüştü, hissetmiştim.

Koza beni kurtarmıştı, bir yabancı bir yabancıyı kurtarmazdı; o benim abim olabilirdi.

"Bilmiyorum," dedi dürüstçe saniyeler sonra. "Ama ilk yapacağım şey kim olursa olsun ona sarılmak olurdu çünkü nasıl hissettirdiğini merak ederdim." Yutkunduğunda âdemelması hareket etti, ay ışığı yüzünü aydınlatıyordu. "Onun dışında bilmiyorum. Empati bile kuramıyorum çünkü imkânsız." Gülümsedi, içten bir gülümseme değildi. "Küçükken yani Sokak Nöbetçileri'yle tanışmadan önce diğer kimsesiz çocuklar bana Meryem'in oğlu derlerdi. İsa yani. Onların aileleri vardı, terk edilmişlerdi ya da sokağa atılmışlardı ama ben gerçekten Meryem'in oğlu gibiydim." Dudaklarını büktü.

"Seninle biz birbirimize benziyoruz," dediğimde ona doğru bir adım daha attım ve aramızdaki mesafeyi aştım. "Ben de hiçbir zaman ailemi tanımadım ama seneler sonra..." Bartu'nun gözlerindeki donukluk uzaklaştı, dudaklarımdan çıkan kelimelerin ardından gözlerimden yaşlar boşandı. "Koza benim abimmiş, öyle söyledi." Başımı iki yana salladım ama dizlerim öyle bir titriyordu ki uzanıp ona tutunmak istedim. "Başta inanmadım Bartu. Yemin ederim inanmadım hatta ondan kaçtım çünkü imkânsız dedim senin gibi ama bugün hissettim. O benim abim olabilir."

"Koza senin abin mi?" dedi söylediğimi tekrar ederek. "Yani Yankı'nın düşmanı, senin abinmiş, öyle mi?"

"Öyleymiş." Umutla ona baktım ve o gözlerimdeki umudu gördü. "Ben bu hayatta iki kişiden abi sıcaklığını aldım. Biri sendin." İşaret parmağımı ona doğru uzattım. "Bu saatten sonra benden nefret eder misin, bilmiyorum ama o abi sıcaklığın hiç geçmeyecek. İkincisi ise Koza'ydı. Bugün elimi tuttuğunda, daha önce beni kurtardığı zamanki sıcaklığını aldım."

"Seni kurtardığında mı?" Sonra yüzünü buruşturdu, elleriyle yüzünü kapattı ve kendine birkaç saniye verdi. "Çok karmaşık," dedi kendi kendine söylenerek. "Çok zor, çok ağır." Sonra ellerini yüzünden çekti. "Bunları Yankı öğrendiğinde neler olacak?"

Nefesim kesildi ama korkularımı ona belli etmemeye çalışarak, "Ona söyleyecek misin?" diye sordum. "Ona anlatacak mısın?"

Düşünmedi, bir an bile. "Hayır." Onları ilk tanıdığım zaman bütün bunları duyar duymaz ortalığı ateşe verecek, Yankı'ya her şeyi anlatacak kişi Bartu'ydu. Hatta öyle bir gözü dönerdi ki bana kötülükler yapardı. Ama bu sakinliği ve karşımda dik duruşu, en fazla onun hakkında yanıldığımı gösteriyordu.

"Bana kızgın mısın?" diye sordum.

Lâl'de hissettiğim korkuyu Bartu'da alamadım. "Eğer o günlük konusunda Lâl zarar görseydi sana fazlasıyla kızgın olurdum Helin. Ama yine de senden nefret etmezdim." Aslında onun da dengesi bozulmuştu ama bana yansıtmamaya çalışıyordu. "Yine de tek bir şartım var, Yankı'ya söylememek için değil, sana olan inancımı kırmaman için. Tek bir şart."

"Nedir o?"

"Benden hiçbir şey gizlemeyeceksin bundan sonra," diye mırıldandı kederli bir sesle. "Bu saatten sonra benden hiçbir şey gizlemeyeceğine söz verirsen ne olursa olsun, kim ne derse desin önünde dururum. Bak, bana anlattın ve bu bir kez oldu, artık kim olduğunu biliyorum. Belki başka bir zaman olsa, belki öyle bir masadan kalktıktan hemen sonra bunları söylemeseydin daha büyük tepkiler verirdim ama şimdi Helin, benden öyle şeyler gizlenmiş ki senelerce, senin bu söylediklerin çok hafif kalıyor." Gözlerini açtı. "Söz ver, diğerleri gizlerse gizlesin, benden hiçbir şey gizlemeyecek tek kişi sen olacaksın."

Omuzlarım düştü, acıyla yutkundum. Aklıma Işık’ın vuruluşu ve onu vuran kişilerin Ekip olması geldi hatta sonrası da fakat bunu söyleyemedim.

Belki de söylemeyi atladığım başka sırlar da vardı ama bencilliğim bir kez daha ağır bastı.

Gözlerimden yaşlar mutlulukla döküldü. "Yani benden nefret etmiyor musun?"

Bartu bir abi şefkatiyle gülümsedi, sonra bir abi şefkatiyle ellerini omuzlarıma koydu. "Senden nefret etmemek için üç nedenim var benim Helin," dedi. "Birincisi, biz birbirimize benziyoruz, insan en çok kendinden nefret etse bile en çok kendine sığınır. Sen beni bir gün iyi ettin, o günü ölsem de unutmam." Sonra omuzlarımı tutan elleri kollarıma doğru kaydı. "İkincisi, benimle sırrını paylaştın, beni aptal yerine koymadın. Bu bile senden nefret etmemem için bir neden."

Gözlerim irileşti, yaşlar akmaya devam etti. "Peki üçüncüsü ne?"

"Brosun lan," deyip gülümsedi ama onun da gözleri dolmuştu. "Kardosun, benden sonraki en büyük kırosun. Senden nefret edilmez." Bir anda beni kendisine çekip bir abi gibi sarıldı, kolları şefkatle bana dolandı. "Kamyon arkasında benden daha iyisin kızım sen. Senden nefret edilir mi?"

"Bartu," diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda ben de ellerimi onun beline doladım; eli saçlarımda gezindi. "Söz veriyorum, her şeyi sana anlatacağım artık."

"Bartu değil," deyip geriye çekildi. "Bro."

"Bro değil," deyip ağlayarak onu düzelttim. "Brocuğum."

Bartu daha fazla ağlamamı istemiyormuş gibi gülmeye başladı. "Brocuğum ne lan?" diye inledi. "Kibar kıro."

Elimin tersiyle yaşları sildiğimde gülerek, "Bugün de yaşlar yanaklarımızdan süzüldü be," dedim ama ağlamaya devam ediyordum. "Neyse ki bardaklarımıza doldurup tekrar onları içtik, boşa gitmesin diye."

Bartu yüzünü buruşturdu ve kusuyormuş gibi bir ses çıkardı. "Bu kadarı bana bile ağır geldi." Sonra havaya baktı. "Donmadan eve gitsek iyi olacak, hadi arabaya." Korktum, tereddüt ettim ve o bunu anladı. "Merak etme," deyip yolcu koltuğunun kapısını açtı. "Artık ne olursa olsun bir sırdaşın olarak yanındayım."

Gülümsedim, boğazım acıyordu. "Sırdaş brocuk," dedim arabaya yürürken. Sonra arabaya bindik beraber.

Bir abi gibi bana arka çıkan ilk kişi Bartu'ydu. Ve ne olursa olsun yanımda olacağını söylemişti ama yine de dayanamayıp, "Bir gün beni terk edip gideceksiniz diye korkuyorum," dedim o arabayı çalıştırırken.

Bartu düşünmeden, "Ben kimseyi yarı yolda bırakmam," deyip güvenle bana baktı. "Her ne olursa olsun seni terk edip gitmeyeceğim Helin."

***

Evin önüne gelip arabadan indiğimizde ben ne kadar tedirginsem, Bartu o kadar sakindi. Hatta bu sakinliği fazlasıyla şaşırtıcıydı. Omzumun üzerinden ona baktığımda, "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

Ne demek istediğimi anladı ama umursamaz bir sesle, "Benim için değişen hiçbir şey yok," dedi. "Kardeşlerim yine aynı kardeşlerim. Tek bir kişi dışında. Artık Koza benim nefretimi göremez ve Lâl de benim sevgimi."

Cebinden anahtarını çıkarıp kapının deliğine yerleştirdiğinde, "Ondan vazgeçiyorsun, öyle mi?" diye sordum kulaklarıma inanamayarak. "Yani bu sefer gerçekten vazgeçiyorsun, öyle mi?"

"Lâl'in gözümde artık Işık'tan bir farkı olmayacak Helin," dedi bana bakarak. Öyle bir gizledi ki hislerini, bir an sadece, bir an onun gerçekten vazgeçtiğini hissettim. "Ben de bunun için sana söz veriyorum."

"Ama bunu..."

"Ve konu kapanmıştır." Anahtarı çevirip içeriye girdiğinde odanın ışığı açıktı yani eve gelmişlerdi. Bartu derin bir nefes verdi, ben de aynısını yaptım. Birbirimize son bir kez baktık, sonra ikimiz de odaya yürüdük.

İçeriden kimsenin sesi gelmiyordu ama adım attığımız saniyede hepsinin yüzüyle karşılaşmamız aynı anda oldu.

Tekli koltuklardan bir tanesinde Işık oturuyordu, sırtını yaslayıp bacak bacak üstüne atmıştı ama bakışları bizimle buluştuğunda kaşları çatıldı, birkaç saniyenin ardından benim yüzümü gördüğü anda huzurla nefesini verdi.

Onun hemen yanındaki koltukta Mutlu oturuyordu. Dirsekleri dizlerinde, elleri saçlarını karıştırırken bizi gördü, derin bir nefes verip, "Nihayet," dedi ve ayaklandı. Sonra Bartu'ya koştu ve elini tutup kendine çekti. "Hayvan herif, sana bir şey olacak diye ödüm koptu." Elini inceledi, yırtık gömleğine baktı, sonra bana kızgınlıkla, "Onu hastaneye götürmedin mi?" diye sordu.

Bartu Mutlu'nun saçlarını karıştırıp odanın içindeki masaya ilerledi. "Birazdan gidip bir çaresine bakacağım. Kocan gelmiş gibi koşmana gerek yoktu."

Mutlu ilk başta Bartu'nun bu rahatlığına anlam veremedi ama saatlerdir olan gerginlikten ötürü olsa gerek derin bir nefes verip, "Kocam değil misin?" diye sordu. "Endişelenirim tabii."

Gözlerim odanın içindeki Lâl'e kaydı. Yankı'nın hemen yanında oturuyordu, üçlü koltukta. Gözleri kıpkırmızıydı ve saçları dağılmıştı. Sadece Bartu'yu izliyordu ama Bartu öylesine umursamaz davranıyordu ki bu onun canını daha fazla yakıyordu, görebiliyordum.

En son Yankı'ya baktım ve ilk gördüğüm ellerinin tersindeki yaralar ve kan izleri oldu. Koza'ya attığı bütün yumruklarının öfkesiyle ve bütün hırsıyla şimdi karşımızdaydı ama bakışlarındaki ifadeden aklından ne geçtiğini anlayamıyordum. Gözleri bir bana, bir Bartu'ya kayarken ne diyeceğini düşündü ya da bizim konuşmamızı bekledi.

Ben de kendimi masanın yanındaki sandalyeye bıraktığımda ilk konuşan Bartu oldu. Yankı'ya, "Onu fena haşlamışsın," dedi ellerini göstererek. "İyi mi?"

Yanıt Mutlu'dan geldi. "Patlamış bir ağız ve kırık bir burunla ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyi."

Bartu güldü. Evet, güldü. Az önce duyduklarına rağmen güldü hatta umursamazlıkla omuzlarını silkip, "Yankı Sarca, Bartu Sarca'ya dönüşüyor demek, ha?" dedi alayla. "Sana hiç yakıştıramadım."

Yankı ise Bartu'yu duymazlıktan gelip bana direkt, "Seninle konuşmamız gerek Helin," dedi. Korkuların en büyüğü kalbimde çalkalandığında elim yavaşça kalbime gitti.

Bartu, "Ondan önce," deyip oturduğu sandalyeden kalktı ve odanın içine yürüdü. "Benim söylemem gerekenler var."

Hepimiz onun ne söyleyeceğini merak ettik ama o Lâl hariç hepimizin gözünün içine bakarak ellerini ceplerine yerleştirdi. "Bugün herkes birileri hakkında bir şeyler öğrendi," dedi dürüst bir sesle. "Ve en masum olan taraf bendim. Fakat bu yüzden hiçbirinize kızmıyorum çünkü size kendimi böyle kabullendiren bendim." Gözleri Yankı'ya döndü, ardından Işık'a. "İkinizin…" Sonra bana baktı. "Ve senin Koza'yla bir geçmişiniz var."

"Bugün bunların olacağını size söylemiştim," dedi Yankı sakin bir tınıyla ama konuşan kendisi değilmiş gibiydi. "Ve bugün bizi parçalayabileceğini de söylemiştim. Bugün hiçbirimizin o masadan kalkmaması gerektiğini de. Ama siz ikiniz, bugün o masadan kalktınız."

"Biz o masadan kalkmadık," dedi Bartu Yankı'ya bakıp. "Biz o masadan kaçtık ve emin ol herkes o masadan kalktı kardeşim. Öfkeden gözün dönmüştü Yankı, bu ilk defa oldu ama Helin'in ne halde olduğunu bile görmedin." Çenesi kasıldı, gözlerini öfke bürüdü ama gülümsedi. "Umarım sen de ona birini hatırlatmamışsındır, bu öfkenle. Kendini dizginlemen gerekiyor kardeşim. Öfkeni dizginle, yoksa başaramıyor musun?"

Mutlu diğer taraftan sessizce, "Yavaş Bartu," dedi ama bunu hepimiz duyduk.

"Neden?" Bartu Mutlu'ya şaşkınlıkla baktı. "Doğruları söylüyorum. Durmadan beni sakin olmam konusunda uyaran Yankı Sarca, bugün değer verdiği birisi dizlerinin üzerine çökmüşken öfkesine yenik düştü, onu görmezlikten geldi."

"Bartu," dedi Yankı ayağa kalkıp. "Ne yapmaya çalışıyorsun? Amacın şimdi hepimizi parçalamak ve bu aileyi dağıtmak mı? Bunu yapmana izin vermem, asla. Senin de gitmene izin vermem."

Bartu şaşkınlıkla gözlerini açıp, "Hayır," dedi. "Siz benim hâlâ kardeşimsiniz, hâlâ oradasınız ve hâlâ yanımdasınız. Sizden vazgeçmem hatta burada sizden vazgeçmeyecek tek kişi belki de benim."

"Ben de vazgeçmem," dedi Mutlu bir anda.

Işık diğer taraftan, "Bugün olanlar bizi parçalayamaz," diye katıldı.

Bartu ise onları onaylayarak başını salladı ve yine Yankı'ya döndü. "Ama benim başka bir teklifim var Yankı," deyip başını omzuna düşürdü. "Bizim bir kardeşimiz daha varmış, adı Koza'ymış ama Önder onu üvey evladı gibi bizden gizlemiş. Bugün hepimizin gerçek yüzleri ortaya çıktı ve Koza'yı gördük. O senin düşmanın olabilir ama benim düşmanım değil." Derin bir nefes verdi, geriye adım attı. "Koza eğer kardeşimizse onun da yanımızda olmasını istiyorum. En azından onun da gerçek yüzünü görmek istiyorum."

Yankı'nın yüzünü büyük bir şaşkınlık kapladı. Böyle bir teklif beklemiyordu ve aslında hiçbirimiz bize böyle bir teklifle geleceğini düşünmüyorduk. Bir an Işık'ın yüzündeki silik tebessümünü gördüm ama Yankı ona baktığı anda gülümsemesi silindi. Mutlu da o gülümsemeyi yakaladı. Benimse kalbimdeki acı bir an silinir gibi oldu.

"Bu olmaz," dedi Yankı dişlerini sıkarak. "Onun kim olduğunu bilmiyorsun."

"Biliyorum," dedi Bartu. "Birinci Sokak Nöbetçisi ve bizim üvey kardeşimiz." Sonra Yankı'yı baştan aşağı süzdü. "Ve senin düşmanın ama bizim düşmanımız değil." Başını iki yana salladı. "Artık kararları tek başına vermeyeceksin Yankı Sarca. Burada artık bizim de sözümüz geçecek. Neden mi? Çünkü senin sakladığın sırlar belki de hepimize zarar veriyor."

Sessizlik oldu. Yankı hepimize donuk gözlerle baktı ama benim üzerimde bakışlarını daha fazla gezdirdi. "Onu hayatımıza sokmak mı istiyorsun?" diye sordu. "Koza'yı?"

"Evet." Bartu onu onayladı, ardından dönüp hepimize baktı. "Oylama yapalım. Eğer Koza'yı isteyenlerin sayısı fazla olursa o artık bizim de hayatımıza dahil olacak."

"Hayır," dedi Yankı ama karşı çıkarken belki eski hükmünün olmadığının farkındaydı. "Bu oylamayla seçilecek türden bir şey değil, saçmalamayı kes."

Bartu elini kaldırdı, ilk kaldıran oydu. "Koza'yı, Birinci Sokak Nöbetçisi'ni, üvey kardeşimizi kim tanımak istiyor?" diye sordu. "Ben istiyorum."

Yankı gözlerini Bartu'dan ayıramazken, arkasında kalan Işık ayağa kalktı, bir an bile düşünmedi ve elini kaldırıp, "Ben de istiyorum," dedi. "Ona fazlasıyla haksızlık yapıldı."

"Sadece kendi haksızlıkların için bunu istiyorsun," dedi Yankı ona dönüp. "Ben ona haksızlık yapmadım. Ben ona hak etmediği hiçbir şey yapmadım."

"Bunu bilemeyiz," dedi Bartu kaşlarını kaldırıp. "Bunu zaman gösterir."

"Bana inanmıyor musun?" diye sordu Yankı.

"Kardeşim, ben artık kime inanmam gerektiğini bilmiyorum," deyip kaşlarını çattı. "Neden bu kadar karşısın? Onun tek derdi seninleydi, bize gerçekten zarar bile vermek istemedi bence. Bunu yapmaz, eğer endişelendiğin bu ise."

Mutlu da ayağa kalktı ve elini kaldırıp Yankı'nın yüzüne baktı. "Bana kızma," dedi başını iki yana sallayıp. "Ama kardeşimin ve benim hayatımı kurtaran o adammış. Hayatımızda yeri olmalı."

"Mutlu," dedi Yankı gözlerini açıp. "Bunu nasıl..." Elini saçlarına geçirdi ve üç kardeşine de baktı. "Sizinle oynadı, bugün istediği aslında buydu ve karşılığını veriyorsunuz."

"İstediği bizi parçalamaktı," diye düzeltti Işık. "Onu kabullenmemizi hiçbir zaman istemedi ama biz onu kabullenmek istiyoruz. Parçalanmadığımızı ama buna rağmen onu kabullendiğimizi gördüğünde bozguna uğrayacaktır. Savaş değil Yankı. Barış. Koza barış yolunu bilmez."

Bartu o esnada omzunun üzerinden bana baktı ve güven veren bir ifadeyle gülümsedi.

O an bütün bu olanları benim için yaptığını anladım. Tek düşündüğü bendim, sonra Koza'ydı ama çektiğim acıyı ve çaresizliğimi gördükten sonra eğer öz abimse, onun da benim yanımda olmasını istiyordu.

Lâl başını olumsuz anlamda iki yana sallayıp Yankı'nın yanında yerini aldı.

Durum üç üç gibi görünüyordu. Bartu, Mutlu ve Işık Koza'yı istiyordu ve ben, tarafsız bir şekilde iki tarafa bakıyordum.

"Ben bir Sokak Nöbetçisi değilim," dedim Bartu'ya. "Oy kullanamam."

"Sen buradaki üç kişi için bir Sokak Nöbetçisi oldun," dedi destekleyen bir sesle. "O yüzden, hayır dersen Koza bizimle olmaz, eşitlikten dolayı ama evet dersen..." Sonra hiçbir şey söylemedi, bütün kararı bana bıraktı.

Sol elimde Yankı'nın elinin sıcaklığını hissettim. Güvenliydi, sıkıca tutarken dünyada bana kimse zarar veremezmiş gibi geliyordu ama o elin beni bir gün bırakıp gitmeyeceğinden hiçbir zaman emin olamıyordum.

Sağ elimde Koza'nın elinin sıcaklığını hissettim. Aileyi anımsatıyordu, bir abi şefkati vardı ve sıkıca tutarken dünyada bana kimse zarar veremezmiş gibi geliyordu ve vermemişti de. Koza hiçbir zaman elini elimden çekmemişti; ilk yedi yaşımda elimden tutmuştu, sonrasında ise bir an bile bırakmamıştı. Bunların dışında şefkatini hiç göstermemiş hatta Ekip’te bir hayvan gibi eğitilmeme neden olmuştu.

Beni piyonu gibi görüyordu, silahtım onun için ve belki de Sokak Nöbetçileri’nin ortasındaki canlı bombasıydım.

Biliyordum ki ikisinin de elini aynı anda tutamazdım ama seneler sonra bir ailemin olduğunu öğrenmiştim ve ilk defa, bugün, bir aileyi hissetmiştim: öz ailemi. Bu kişi Koza'ydı. O benim elimi hiçbir zaman bırakmazken, ben de onun elini artık bırakamayacakmışım gibi geliyordu.

İstediği belki de buydu, belki de abim bile değildi ve aileye bu şekilde girmek için çaba sarf ediyordu ama yine de ona arkamı dönemezdim.

Çünkü o bana arkasını dönmemişti.

O beni dayımın ellerinden kurtarmıştı, hissediyordum.

En önemlisi o bir Sokak Nöbetçisi'ydi. "Ben sadeceyim," dedim zorlukla konuşarak. "Hep öyle kalacağım ama Koza, bir Sokak Nöbetçisi'ydi. Yine olabilir. Benden daha fazla hak ediyor." Ardından elimi yavaş yavaş havaya kaldırdığımda titriyordu ama gizlemek imkânsızdı. Yankı Mutlu'ya, Işık'a hatta Bartu'ya bile bakmadığı hayal kırıklığıyla bana baktığında gözlerimi ondan ayıramadım. "Üzgünüm," dedim Yankı'ya. "Hayatımı Koza'ya borçluyum. O beni hiç bırakmadı."