Işık Sarca'nın güncesinden...
04.06.2019
Onun gözlerinin içine baktım ve orada seneler önce acı çeken kendimi gördüm.
"Bu hapishaneden kurtulmak istiyorsan seni kurtarabilirim," dedim. Bir adım attı, ardından bir adım daha. Kirlenmiş parmakları demir parmaklıkları kavradı. Geriye doğru çekildim çünkü ona yaklaştığımda kaçamazdım, bunu biliyordum. Ona bir hayat borçluydum.
"Bu hapishaneden kurtulmak isteseydim zaten kurtulurdum, Nil," dedi çenesini kaldırarak. "Fakat bir gün çıkarsam senin dışında hepinizin felaketi olacağım."
"Bunu yapamazsın."
"Yaparım."
"Yapamazsın."
"Yaparım." Parmakları bana doğru uzandı ve beklemediğim anda çenemi kavradı, beni kendisine çekti. "Buraya benim yanıma gizli geldin, değil mi? Çünkü sen de benim haklı olduğumu biliyorsun." Ve düşünmeden elini çekti, parmakları yeniden demir parmaklıkları tuttu. "Savaşım başlayacak," diye mırıldandı.
"Nasıl?" diye sorduğumda ondan korkmuyordum, aksine kendimden korkuyordum.
"Aranıza bir ajan göndereceğim." Sonra nefesini verdi, gülümsedi; en içten gülümsemesiydi. "Ve sen bana bu yolda yardım edeceksin."
Onun gözlerinin içine baktım ve orada acısını gördüm. Ne kabul ettim ne reddettim.
Fakat bir gün cevap vermek zorunda kalacağımı biliyorum.
"İstenmeyen Sokak Nöbetçisi, Işık Sarca"
Hayatımı bütün olası sonlara hazırlamıştım, mutluluk dışında.
Nasıl öleceğimi defalarca düşünmüştüm. En ince detayına kadar hem de ve her seferinde farklı farklı ölüyordum.
Hepsinde de yalnız başıma çürüyordum çünkü kimsem yoktu. Ben ölüyordum, ölü bedenimi kimse yerden kalmıyordu ve ben çürüyordum.
Çünkü yalnızlık, biraz da yalnız başına öleceğine kendini inandırmaktı.
Kafama bir kurşun sıkılarak öleceğimi düşünmüştüm; kalbime bir bıçak da saplanabilirdi. Dövülerek de öldürülebilirdim. Belki de beni boğacaklardı. Ya da en kötüsü alevlerin arasında kalacaktım. Bunların dışında işkencelerle günlerce beni aç da bırakabilirdi. Vücudumu delik deşik edebilirlerdi. Ama bunların dışında kalp krizi de geçirebilirdim, nefesim bir anda da kesilebilirdi.
Hiçbir zaman yaşlanmış bir şekilde yatağımda huzurla ölebileceğimi düşünmemiştim, mutlu bir sonu hiç düşünmediğim gibi.
Çünkü yolun sonuna yaklaştığımı hissettiğimde, Sokak Nöbetçileri'ne ilk adımımı atıyordum.
Temmuz sıcağıydı, tepede güneş vardı. Ekip karşıma geçip bana Sokak Nöbetçileri'nden bahsetmiş ve aralarına ajan olarak gireceğimden söz etmişti. Tuhaf olan, onlardan önce de ajanlık yapmıştım fakat bu sefer daha farklı olduğunu hissetmiştim. İlk sorduğum soru, "Onları bu işin sonunda öldürecek miyim?" olmuştu. Çünkü şu an anımsadığımda Ekip üyelerinin hepsinin yüzünde Sokak Nöbetçileri'ne karşı nefretlerini görmüştüm.
Sadece yüzüme bakmış, hiçbir cevap vermemişlerdi ve ardından planlarını devreye sokmuşlardı. İkinci sorduğum soru onları şaşırtmıştı. "Ben bu işin sonunda ölecek miyim? Onlar beni öldürecek mi?"
Bu sefer cevapsız bırakmamışlardı. Bir hafta önce tek bir kurşunla öldürdüğüm Ekip lideri bana dönüp, "Eğer kendi ölümünden kaçmazsan, onlar sana ölümü getirir," demişti.
Hislere inanan birisi olmasam bile, o an kalbimin üzerine çöken karanlığın tarifi yoktu. Öleceğim, demiştim kendi kendime.
Kendi ölümüm için intiharı da düşünmüştüm. Sokak Nöbetçileri'nin arasına ajan olarak girmek benim için en büyük intihardı, hissetmiştim.
Ve intihar olarak gördüğüm Sokak Nöbetçileri, beni mutlu bir son olabileceğine inandırmıştı hatta bir masalın içindeymiş gibi hissettirdikleri de olmuştu.
Ve intihar olarak gördüğüm Sokak Nöbetçileri, beni yalnız ölmeyeceğime inandırmıştı.
Ve intihar olarak gördüğüm Sokak Nöbetçileri, eğer ucunda ölüm olacaksa bunun onlar için olabileceğini de bana hissettirmişti. Ben onlar için ölürdüm.
Kalbimin üzerindeki karanlık kalkmamıştı, Sokak Nöbetçileri'nin hâlâ benim hayatımın sonu olduğunu düşünüyordum ama mutlu bir son muydu yoksa mutsuz bir son muydu, bilmiyordum. Yine de ne olursa olsun yalnız olmayacağımın güveni, o karanlığın içine aydınlığın doğmasına neden oluyordu.
"Uyumadığını biliyorum aslan parçası!" Yüzüme kadar örttüğüm yorganı Bartu çektiğinde saçlarım yüzümde dağıldı ve ellerimle gözlerimi kapattım. "Artık şu yataktan çıkma vaktin geldi!"
Derin bir nefes alıp ellerimi gözlerimden çektim ve direkt olarak komodinin üzerindeki telefonuma uzandım. Ekranda ne arama vardı ne de mesaj.
Yankı, bir haftadır ortalarda yoktu, Koza da öyle. En son Harun Aktan konusunda Koza'yla konuşacağını söylemişti ve sonra bir kez bile onu görmemiştim. Defalarca aradığım halde telefonu kapalıydı, Koza'yı aramak istememiştim ama en sonunda dayanamayıp mesaj attığımda cevap alamamıştım. İkisinin de nerede olduğunu bilmiyordum. Koza'dan, Harun Aktan'ı Yankı'nın nereden bildiğini öğrenebilirdim.
Bartu, yalnız uyumamam için Yankı'nın yatağını bana vermiştim, seve seve bunu kabul etmiştim çünkü olur da Yankı gelirse ilk gireceği oda burası olurdu ve onu görebilirdim. Bir gece onu gördüğümü ve üzerimi örttüğünü hissetmiştim fakat gözlerimi açtığımda o yoktu. Uyanıp Bartu'ya sorduğumda ise böyle bir şey olmadığını söylemişti.
Bir haftadır Bartu'yla aynı odayı paylaşsak bile birkaç kelime dışında hiç konuşmamıştık. Diğerlerini neredeyse hiç görmemiştim, yattığım yataktan doğru düzgün kalkmıyordum bile. Bartu'yla da aramızda geçen sohbetler, "Yankı seni aradı mı?", "O nereye gitmiş olabilir?" , "Ona ulaşmamızın bir yolu yok mu?" ile sınırlıydı. Bu sorularımın hepsine Bartu, "Yankı ulaşılmak istemiyorsa ulaşamazsın," diye yanıt vermişti.
Halbuki öyle değildi. Bir keresinde onu Önder sayesinde bulmuştum. Önder bunu, karşılığında beni borçlandırarak yapmıştı ama bana yaptığı tek iyiliği buydu. Onu ailesinin evinin orada, sokak lambasının altında bulmuştum. Yataktan çıktığım zamanlar o sokak lambasının altına gittim ve çentikleri kontrol ettim.
Benim ardımdan hiç oraya gitmemişti. Çentiklerin sayısı hâlâ aynıydı. Bu kalbimi sızlatmıştı çünkü oraya canı yandığı zaman gittiğini biliyordum; artık canı yandığı zaman gideceği yolu da mı kapatmıştım yoksa ben varken canı yanmıyor muydu? Acıyla gülümsedim, Bartu yüzümdeki gülümsemeyi gördüğünde kendime öfkemin altında ezildim.
Ben varken canı yanmıyor olabilirdi ama canını yakmaktan bir an bile çekinmemiştim.
Yataktan doğrulduğumda Bartu'yu inceledim. Üstü çıplaktı ve pembe mutfak önlüğü giymişti, üzerinde çilek desenleri vardı. Burnunun ucunda ve yanağında un kalmıştı, elleri pembeleşmişti. Kasları ise tamamen ortadaydı, altında dışarıda lapa lapa kar yağsa da şort vardı. Evin içi sıcak olmasaydı en çok üşüyen o olurdu... Bartu, aşırı seksi görünüyordu ve duruşuyla bunun farkında olduğunu bana gösteriyordu.
İlk sorduğum soru yine aynı oldu. "Yankı geldi mi?"
Bartu dudaklarını birbirine bastırdı ve nefesini verdi. "Endişelenmekten vazgeç, Helin. O iyidir."
Hepsi nasıl bu kadar rahat olabiliyordu, anlayamıyordum. Saçlarımı geriye doğru attığımda, "Bir haftadır hiç haber almadık," dedim kelimelerin üzerine basa basa. "Bu sizi neden hiç endişelendirmiyor?" Bartu önümde dikilirken alttan alttan ona baktım. "Üstelik iyi bir ruh halinde de değildi."
Pencereden vuran gün ışığı gözlerimi almaya başlamıştı çünkü yataktan sadece geceleri herkes uyuduktan sonra çıkıyordum. Bartu bir keresinde beni yakalamıştı ama uyuyormuş gibi davranmıştı, bunu anlamıştım. Bir keresinde de kötü bir kâbus gördüğümde beni uyandırıp tekrar uyuyana kadar başımda beklemişti.
Beni bile bu kadar fazla düşünen Bartu'nun, konu Yankı olunca bu kadar umursamaz olması kalbimi kırıyordu.
Bartu, sakin birkaç adım atıp yatağa yanıma oturdu ve odanın içindeki panoya doğru baktı. Orada da fotoğrafları vardı fakat onların içinde ben yoktum. "Yankı'nın on gün kaybolduğu zamanları da gördük çünkü," dedi açıklama yaparak. "Yirmi gün kaybolduğu zamanları da. Hatta bir ay kaybolduğu zamanları da. Bu sana tuhaf gelebilir ama senin sayende Yankı daha fazla yanımızda durmaya başladı. Onun her zaman gittiği bir yerleri vardı, buna hepimiz alışığız. Bizi o alıştırdı." Ardından bakışları bana döndü. "Ve sen alışık değilsin çünkü sana hiç yapmamıştı. Endişelenmeni anlıyorum ama alışsan iyi olur çünkü..."
"Alışmayacağım." Baskın bir sesle sözünü kestiğimde kaşları düz bir çizgi halini aldı. "Çünkü bu normal değil." Elime yeniden telefonu aldım ve son aramalara girip yine adını tuşladım, kulağıma doğru götürürken Bartu elimden telefonu alıp kulağına koydu ve birkaç saniye sonunda başını sallayıp yine kulağıma koydu. Hâlâ kapalıydı. Telefonu sertçe yatağın üzerine koyup ellerimle saçlarımı karıştırdığımda, "Onun için endişeleniyorum," dedim. "Ve bu endişeyi, alışkanlığa dönüştürmesine izin vermeyeceğim."
Kısa bir sessizlik oldu. İçimde öfke vardı ve bu öfke kendimeydi. Alışmayacağımı düşündüğüm birçok şeye aslında alışmıştım. "Bize kızıyorsun, değil mi?" diye sordu Bartu öfkemi anlayarak. "Ama bazen insanlar bizi alıştırır. Dinle, Mutlu'nun sürekli bizi güldürmesine alıştın değil mi?" Cevap vermemi beklemedi. "Hep neşeli olmasına ya da."
"Evet," diyerek başımı ona çevirdim. "Ama bir gün mutsuz olursa ona dönüp neyi olduğunu sorarım, kendi haline bırakmam."
"Sürekli bir mutsuz, bir mutlu olursa artık sormazsın." Nefesimi verdim. "Yankı'yı her zaman kendi haline bırakmadık," dedi başını sallayarak. "İlk başlarda onu merak ediyorduk ama sonra her geldiğinde iyi olduğunu söylüyordu. Sonra her seferinde iyi olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu gördük." Gözlerimi gözlerine diktim. "Ya da öyle gösterdi, bilmiyorum ama buna alıştık işte. O kendi başının çaresine bakmayı seviyor, kimseden yardım istemiyor. Yardım istemeyen birisinin ayaklarına kapanamazsın, değil mi?"
Öyle değildi ama onların da suçu yoktu, biliyordum. Yankı bile kendini bu duruma öyle bir alıştırmıştı ki, onu o sokak lambasının altında bulduğumda bu onu bozguna uğratmıştı, asıl olanın bu olması gerektiğini bilmiyordu. Kimse öğretmemişti, kendi de öğrenmemişti. "Gerekirse yardım etmek için ayaklarına kapanırsın," dedim sert bir sesle.
Bartu, elini sırtıma koydu ve bana doğru eğildi. "Biz sana o gece yardım edebildik mi?" diye sordu. Sesinde iğneleme yoktu ama soruyu sorarken aynayı kendime çevirmeme neden oluyordu. "O gece Yankı sana yardım edebildi mi? Sana yalvardı ama onun elini tutabildin mi?" Soruları hançer gibi saplanırken tırnaklarımı avcuma batırdım. "O gece olanları bize anlattın mı peki?" Gözlerimi direkt olarak kaçırdım. "O gün bizim önümüze duvar ördün, hiçbirimiz o duvarı geçemedik. Yankı da hep böyleydi. Aranızdaki tek fark, sen kendi başına halledemiyorsun, o kendi başına halledebiliyor. Bir gün eğer bana ihtiyacı olduğunu söylerse ya da bunu hissedersem canımı bile veririm Yankı için çünkü bu hayatta en güvendiğim kişi o."
"Sırf canını verirsin diye sana bunu ne söyler ne de hissettirir," dediğimde gerçeklerle yüzleştim. Yankı'nın belki de bu kadar içe dönük olmasının sebebi, dışarıya yansıtırsa insanların onun önünde duracağını bilmesindendi. Fedakârlık. Onun kendi dışında herkes için fedakârlıkları vardı. Ve kendi başına da halledemediği zamanları oluyordu, her insanın olurdu fakat bunu Bartu'ya söylemek istemedim. "Onu çok kırdım, değil mi?" diye sordum yere doğru bakarak.
"Kötü bir haldeydin," dedi Bartu iç rahatlatan bir sesle. "O an söylediklerinin hiçbir önemi yoktu, önemli olan sendin. Hepimiz kötü olduğumuzda ağzımıza geleni sayıyoruz." Omzuyla omzuma vurdu, tebessüm etti. "Merak etme, Yankı kırılmaz." Ben de tebessüm ettim ama tebessümüm acı doluydu. Ne konuşursam konuşayım onların gözündeki Yankı değişmeyecekti. Robot gibi görmeye devam edeceklerdi onu. Kırılmaz diyordu, neden kırılmayacağını sorsam cevap bile vermezdi.
"O gün için üzgünüm," dedim Bartu'ya günler sonra. "Eğer sana da yanlış bir şey söylediysem ya da..."
Bartu, elini saçlarıma geçirdi ve karıştırdıktan sonra, "Keşke ağız dolusu sövseydin be," dedi hafif dalga geçen bir sesle. "Bak aşırı rahatlatıcı. Bir dahaki sefere bana söv, burun deliğimden kulağıma kadar." Saçlarımı düzeltirken bir kez daha dağıttı. Sonra omzuma hafif bir yumruk attı fakat bu yine savrulmama neden oldu, kolumu tutup düşmemi engelledi. "Beni bu hayatta tek kırmayan sensin lan aslan parçası."
"Keşke öldürmeseydin beni bunu söylerken," derken yüzümü buruşturdum ve ben de onun omzuna yumruk attım ama güldü.
"Bak ciddiyim," dedi sonra, yataktan kalkıp karşımda dikildi yine. "Sendeki hiçbir erkekte yoktur, seni tartsak on kiloysan, dokuz kilosu taşşş..."
"Bartu!" diye inleyip ayağa kalktığımda bu sefer de karnına yumruk attım. "O kadar da erkek muhabbetine girmesen mi acaba? Bilmem farkında mısın ama ben kadınım ve taşım maşım yok benim."
Ellerini yumruk yaptı, havaya doğru savurdu sonra olduğu yerde boksör gibi sallandı. "Beni tek yumrukla bayıltacağına eminim," dedi. "Ama seni zorlayabilirim, gel bana delikanlı, hadi."
Dayanamayıp güldüğümde orta parmağımı ona gösterdim. "Doğru söylüyorsun," dedim. "Seni tek yumrukla bayıltmak bir yana dursun, öldürürüm."
"İşte bu be!" diye bağırdığında refleksle yine omzuma vurdu fakat bu sefer yatağa düştüğümde dehşetle bana bakıp gözlerini açtı. "Ulan elimden kaydı, galiba seni erkek olarak gördüm bir an. Lan Helin," dedi üzerime doğru eğilerek. "Lan Helin, nefes al lan."
"Omzum!" diye inleyip elimle omzumu tuttuğumda acıyla nefesimi verdim. "Ah! Omzum! Çok kötü acıyor! Yerinden çıktı galiba! Ah! Kolum koptu!"
Bartu endişeyle bana yaklaştığında kahkaha atıp bu sefer ben de onun omzuna yumruğumu geçirdim ve bu sefer sert davrandım. Bartu da inleyerek geriye doğru çekildi. Düştüğüm yataktan kalktım, yumruklarımı havaya savurdum. "Seni tek yumruğumla öldüreceğim ama öncesinde bana neden üzerinde bu çirkin mutfak önlüğünün olduğunu söyleyeceksin."
Yüzünü buruşturup eliyle omzunu sıvazlarken, "Elinin ayarını..." dedi. "Çünkü pasta yapacağım, aşağıda bütün malzemeler duruyor. Senden başka kimse yardım etmez bana. Diğerleri kılını bile kıpırdatmaz."
Şaşırdım ve yumruklarımı aşağıya indirdim. "Pasta mı? Sen mi?" Daha önce hiç pasta yapmamıştım. "Ayrıca diğerleri neden yardım etmeyecekmiş ki?"
Bartu gözlerini devirdi. "Çünkü pastayı Rüya'ya yapacağım."
"Ne?" dediğimde şaşkınlıkla gözlerimi açtım. "Sen? Bir kadına? Pasta yapacaksın?"
"Olamaz mı kardeş?" dedi alıngan bir sesle. "Rüya'yı bize çağırdım, konuşurken de pasta yapabildiğimden bahsettim. Yarın gelecek." Başka bir şaşkınlık vücudumda dağılırken gözlerim daha fazla açıldı. "Tamam, yalan söyledim ama internette kızların yemek yapan erkeklerden hoşlandığı yazıyordu, ben de bu şekilde düşürürüm sandım." Kaşlarını çattı. "Gerçi Yankı'nın sana bir kez olsun yemek yaptığını görmedim ama ağzının içine düşüyorsun hep." Sonra kendisiyle konuşmaya devam ederek odanın kapısına doğru yürüdü. "Oğlum, ben mi malım acaba? Neden anlamıyorum bu işlerden? Neden kimse bana düşmüyor?"
Peşinden giderken, "Rüya'nın sana bakışlarını gördüm," dedim. "Sana bayılıyordu." Dört gün boyunca Bartu'yla aynı odayı paylaştığım için geceleri de durmadan mesajlaştığını görmüştüm. "Ayrıca bir kız geceler boyunca seninle mesajlaşıyorsa, bu onu etkilediğini gösterir." Sonra yüzümü buruşturdum. "Tabii, mesajda lahmacun arası çikolata yediğini söylemediysen." Merdivenden inerken kolunu tuttum. "Aranız nasıl? Neden onu düşürmeye çalışıyorsun?"
Basamaklarda durduğunda saf saf yüzüme baktı. "Aramız nasıl bilmiyorum. İnternette her sabah günaydın mesajı alan kızların mutlu olduğu yazıyor ama ne zaman uyansam o çoktan günaydın yazmış oluyor. Ben kız mıyım lan? Niye o yazıyor?"
Dayanamayıp güldüm. "Demek ki her sabah aklına geliyorsun ve seninle konuşmak istiyor."
"Ayrıca her gece de iyi geceler mesajı alan kızlar mutlu olurmuş. Her gece ben uyuyakalıyorum ve o iyi geceler yazıyor." Duraksadı, kendini süzdü. "Ben galiba bir doksan üç boyunda yüz kilo bir kızım."
Gözlerimi devirerek kolumu omzuna attım ve yüzündeki saflığa dayanamayarak yanağını sıktım, ifadesi değişmedi. "Bence sen Rüya'yı çoktan etkilemiş, bir doksan üç boyunda, yüz kilo, yakışıklı, seksi, pembe önlüklü kocaman bir adamsın. Ben bile düştüm anlatınca, o nasıl düşmez?"
Şaşkınlıkla bana döndü. "Benden etkilenmek mi?" diye sordu. "Bu gerçekten olmuş mudur?"
"Olmuş olmuş," deyip onu da kendimle beraber merdivenlerden indirdim. Kolum hâlâ omzuna dolanmış olduğu için parmak uçlarımda zorlukla yürüyordum. "Tabii lahmacun arası çikolatadan bahsetmediysen..."
"Aslında," dedi sonra sırıttı. "Bundan bahsettim ve sevimli bulduğunu söyledi. Menemen ve reçel olayını da biliyor. Deneyecekmiş bir gün. Bak hele, bak bak bak," dedi ağzını yaya yaya. "İlk lokmada kusmaya gider."
"E yuh artık koca adam," dedim yüksek bir sesle. "Bu kız sana deli oluyor desene!" Bartu içten bir şekilde gülümsedi. "Bana başka neler konuştuğunuzdan bahsetsene."
Mutfağa doğru yürürken, "Aslında çok normal muhabbetler ve buna alışık değilim," dedi. "Yani gününün nasıl geçtiğinden bahsediyor, okuldaki küçük çocukları anlatıyor. Bazen annesiyle, babasıyla film izliyor." Sesinin tonu düştü, fark ettim ama bunu belli etmedim. "Çoğunlukla o konuşuyor ve onu dinlemeyi seviyorum çünkü kimse bana kendini böyle uzun uzun anlatmamıştı. Sesi çok güzelmiş, bana ses kaydı atıp şarkı söyledi. Yarısında uyumuşum ama olsun." Mutfağa girmeden önce durup bana baktı. "Bana beni tanımak için sorular soruyor. En sevdiğim rengi sordu mesela, daha önce hiç düşünmemiştim çünkü hiçbir kadın bunu sormamıştı. En sevdiğim renk koyu yeşilmiş, Rüya sayesinde öğrendim bunu."
Gülümseyerek, "Sana kendini düşündürüyor," dedim.
"Evet." Başını salladı. "Bu zamana kadar başkasının en sevdiği rengi, en sevdiği diziyi, en sevdiği filmi, en sevdiği kitabı öğrenmeye çalışmaktan kendime hiç dönüp bakmamışım. Rüya sayesinde animasyon filmleri dışında tarihi filmleri sevdiğimi fark ettim." Gözlerini kaçırdı. "Zaten animasyon filmlerini de seven ben değilmişim. Başkası için sevmeye çalışmışım, belki bir yararı olur diye."
İçim acıyarak elimi koluna koyup okşadım. "Peki, ne hissediyorsun?" diye sordum. "Yani ona karşı?" Soruya hazırlıksız yakalandığı için gözlerindeki korkuyla bana baktı. "Zaten bu kadar kısa sürede sevgi olmaz, hoşlantı bile olmayabilir," deyip içini rahatlatmaya çalıştım. "Sadece onunla konuşmak seni mutlu ediyor mu?"
Eliyle ensesini kaşıdı ve ilk defa Bartu'nun utangaç bakışlarını gördüm. Kaşlarını kaldırdı. "Yani," dedi ağzının içinde geveleyerek. "Önemsendiğimi hissettiriyor. Onunla konuşurken yeni bir dünyanın da olabileceğini gördüm. Yeni bir Bartu olabileceğini."
"Ya da asıl olan Bartu'yu ortaya çıkarıyordur belki de?" dediğimde göz kırptım.
"Ama bir gün geçmişimi merak edecek," dedi başını sallayıp. "En basitinden, çaldığım arabalar onun yaşından daha fazladır. Bu bile ona ağır gelebilir. Bunun dışında daha ağır gelebilecek gerçeklerim var çünkü o," doğru kelimeyi bulmaya çalışırken duraksadı, "nasıl anlatsam, çok normal bir kadın. Hayatı çok normal. Annesi ve babası var, Helin. Ben bir anneye babaya nasıl davranılır onu bile bilmiyorum." Tedirginlikle hareket etti. "Bir gün geçmişimi öğrenirse üzerindeki bütün etkimin biteceğini düşünüyorum. Bartu Sarca kabullenilmesi zor bir adam."
Bu cümleleri bana kendimi hatırlattı, "Her kim olursan ol," dedim içten bir sesle. "Eğer seni gerçekten severse, daima sana sarılacak ve seni değiştirmeye çalışmayacaktır. Gözlerinin içine baktığımda gördüğüm bu iyi adamı, daha önce hiçbir adamın gözlerinde görmedim." Çenemle onu işaret ettim. "Ne karar verirsen ver, kiminle olursan ol, kim ne derse desin, ben daima senin yanında olacağım."
İçten bir şekilde gülümsedi. "Beton yetmez sana," dedi sonra elini kaldırıp çakmam için bekledi. Ellerimiz birbirine çarptı, ardından yumruk yaptı ve ben de yumruğumu onun yumruğuna vurdum. En sonunda ikimiz de birbirimizden habersiz omuzlarımızı çarptığımızda güldük. "Delikanlı selamlaşması," dedi göz kırpıp.
"Hadi," dedim onu itekleyerek. "Gidip şu pastayı yapalım." Ardından ikimiz de mutfağa girdiğimizde Sokak Nöbetçileri'nin diğer üyelerini de mutfakta gördüm.
Işık, sandalyeye oturup ayaklarını masaya uzatmış, elindeki elmayı yiyordu. Mutlu pencere kenarındaydı, elleri ceplerinde Işık'a bir şeyler anlatıyordu. Beni şaşırtan Lâl'in de mutfakta olmasıydı. O da diğer sandalyede oturmuş, Işık ile Mutlu'yu izliyordu.
"Kızım âşık oldum diyorum, neden anlamıyorsun?" diyen Mutlu'nun üzerinde mor bir tulum vardı, tulumun kulakları upuzundu.
"Mutlu saçmalıyorsun," diyen Işık'ın gözleri bize döndü. Yine fazlasıyla şıktı. Evin içinde topuklu ayakkabı giymeye başlamıştı. Benim üzerimde ise Yankı'nın bol gri eşofman altı ve siyah kazağı vardı. Lastiği öyle bir sıkmıştım ki bel kısmı büzüşmüştü. Saçlarım tepede dağınık topuzdu. "Bilmiyorum farkında mısın ama âşığım dediğin insan Henry Cavill. İmkânsız bir aşk bu."
"Sensin imkânsız," diyen Mutlu'nun da bakışları bize doğru döndü. Işık'la bir hafta boyunca neredeyse hiç karşılaşmamıştık evin içinde, Mutlu'yla da karşılaştığımızda birkaç gülümseme dışında iletişimimiz olmamıştı. Bana karşı ya kırgınlığı ya da kızgınlığı yoktu ama uzaklığını hissedebiliyordum.
"Helin bana pasta konusunda yardımcı olacak," dedi Bartu Mutlu ve Işık'a bakarak. Lâl'i görmezlikten geliyordu. "Siz de kendi bokunuzu yersiniz artık."
Işık gözlerini devirip ayaklarını salladı. Simsiyah pantolonun üstüne simsiyah dar bir kazak giymişti. Sapsarı saçları dalga dalga omuzlarından dökülüyordu. Topuklu ayakkabıya tamam ama yüzündeki makyaj… Koza hayatımıza girdiğinden beri her gün böyle hazırlanıyordu. "Helin gerçekten bu ayıya yardım edecek misin?" diye sordu Işık. "Bir kızı etkilemek için pasta yapıyor. Romantik komedi filmlerinde bile böyle sahneler yok artık."
Tezgâhın üzeri dağılmıştı, bütün pasta malzemeleri her yerdeydi. Yerlere kadar dökülen kakaoyu gördüğümde yüzümü buruşturdum. "Bartu..." dedim aynı ifadeyle ona bakıp. "Gördüğüm kadarıyla yapmayı denemişsin ama başarısız olmuşsun..."
Bartu saçlarını karıştırdı. "İki defa denedim ama bir türlü kıvamı olmuyor. Kulak memesi kıvamı yazıyor," kulağına dokundu, "aynı kıvamı tutturamıyorum."
"Kardeşim, bahsedilen kulak memesi sanmıyorum ki senin gibi bir ayının kulak memesi olsun," dedi Mutlu. "Sen bütün insanlıktan daha farklı bir modelsin."
"Kıskanma lan, sıska," diyen Bartu ona terslendi. "Çok biliyorsan gel kendin yap."
"Gerçekten," dedim ikisine bakıp. "Neden yardımcı olmuyorsunuz? Adamın size ihtiyacı var."
Mutlu omzunu silkti. Işık, "Bize yapsaydı pastayı, yardım ederdim," dedi rahat bir sesle.
"Biz de yiyeceğiz ama," deyip tezgâha doğru ilerledim.
"Ama Rüya için yapıyor." Işık'ın kaşları çatıldı, ayaklarını masadan indirdi. "Eğer ben bu evde bir adam için pasta börek yapacak olsaydım, Bartu o adamı fırına atıp pişirirdi ve bana asla yardımcı olmazdı. Ben niye ona olacağım ki?" Pekâlâ, haklıydı ama asıl nedenin Lâl olduğuna yüzde yüz emindim.
"Çünkü Işık, nerede bir serseri var, gidip ona takılıyorsun," dedi Bartu dik dik bakıp. "Bu kadar meraklıysan bulalım sana eli yüzü düzgün birini, baş göz edelim. Bir çocuk vardı, neydi onun adı?" Mutlu'yla bakıştılar. "Seyfi. Tıp okuyor. Daha önce hiç sevgilisi olmamış, sana da âşıktı. Seni görünce ağlamaya başlıyordu çocuk. Onu ayarlayalım sana, ne dersin?"
"İstemez." Işık, elmasından bir ısırık daha aldı. "Ayrıca serseri dediğiniz insanlardan beş kat daha serserisiniz." Taşı ikisine de attı. "Bartu Sarca, çalmadığın bir mezardaki dedemin arabası kaldı. Açılan bütün kasalardaki paraları cebe indirdin. Dövdüğün adamların haddi hesabı yok." Mutlu'ya baktı. "Seni söylememe bile gerek yok. Bartu'nun dövdüğü adamların yüzde yetmişi senin yüzünden. Üstelik paraları pavyonda yerken böyle demiyordunuz. Arabaları sen seçiyorsun, o çalıyor."
"Pavyona dans etmeye gittim ben bir kere," dedi Mutlu kırgın bir sesle.
"Çıkarttırma şimdi buraya pavyon fotoğraflarınızı." Işık'ın kaşları çatıldı.
"Ulan kırık yumurta," dedi Mutlu. "Düştüğün mahalle serserilerini mumla arar olduk. Bizden daha beterine yürüyorsun. Adı Koza, kod adı Kelebek."
"Ben ona yürümüyorum," diyen Işık'ın gözlerinin içi güldü. "Sadece arkadaşız."
"Aynen kardeşim," dedi Bartu tezgâha yanıma gelerek. "Az önce ‘sadece arkadaşınla’ konuşurken yüzünde çiçek bahçesi vardı."
Diğer pembe önlüğü üzerime giyen ellerim duraksadı ve Işık'a şaşkınlıkla bakıp, "Koza'yla konuştun mu hiç?" diye sordum.
Işık beni onayladı. "Evet." Yüzüne bakmaya devam ettim. "Ve hayır, Yankı hakkında bir şey söylemedi, daha çok ikimiz hakkında bir konuydu…"
"İkiniz hakkındaki konu mu?" Mutlu pencerenin kenarından ayrıldı. "Adam seni aradı, sesinin güzelliğinden bahsetti ve kapattı." Işık sırıttı.
"Nereden çıktı bu?" diye sorarken yüzündeki gülümseme daha fazla yayılıyordu. "Hem arada Koza beni arar böyle."
Mutlu sandalyeye oturdu, önüne gelen saçı arkaya atıyormuş gibi davrandı, bacak bacak üstüne attı, ardından sesini inceltip, "Yaaa," dedi uzatarak. "Güzel mi gerçekten sesim?" Işık'ı taklit ediyordu. "Bu yüzden mi beni aradın gerçekten? Sesimi duymak için mi?" İşaret parmağını ağzının içine alıp gözlerini kocaman açtı. "Ya, Koza, saçmalıyorsun şu anda… Ne demek sesim en güzel melodi?"
"Beni mi dinliyorsunuz lan siz?" Işık elindeki elmanın çöpünü Mutlu'nun kafasına attı. "Hayatıma giren bütün serserilere posta koydun, Koza'ya gelince niye koymuyorsun? Yemiyor mu?"
Mutlu kaşlarını çattı. "Ondan mı korkacağım?" dedi ama söylerken bile Bartu'ya baktı. "Arkamda kapı gibi Bartukıç'ım var. Sadece ortalık gerilmesin istiyorum ben. Yoksa onu tek yumruğumla…" Sonra kendi dediğine de inanmadı ve sustu.
"Yemezler," dedi Işık gözlerini devirip. "Bal gibi Koza'dan çekiniyorsun."
"Onu bir öperim, çekinecek hiçbir şeyimiz kalmaz," diyen Mutlu oldukça ciddiydi.
"Bak, biz evleniriz, sen de avcunu yalarsın. Çok ciddiyim, yaparım bunu. Ne sen unutabilirsin, ne Kelebek unutabilir ne de ben. "
"Yeter." Bartu, ellerini beline dayadı, bakışları Işık'a döndü. "Koza'ya bir şey demiyoruz çünkü bu diğerlerinden farklı bir durum. İkinizin arasındakinden bahsetmiyorum, hepimizle arasındakinden bahsediyorum ama bu demek değil ki ikiniz saman altından su yürütün." Kaşları çatıldı. "İkinizin geçmişine saygımdan bir şey demiyorum ama bokunu da çıkarmayın."
Işık, umursamayarak başını salladığında gözlerim Lâl ile kesişti. Bir haftadır onu da hiç görmemiştim ama daha iyi görünüyordu. En azından gözlerindeki kızarıklık geçmiş, yüzüne renk gelmişti. Bana bakarken öfkesini görmeyi bekledim ama aksine silik bir ifadeyle gülümsediğinde ben de aynı şekilde ona karşılık verdim. Bir şeyleri kabullenmiş gibiydi ya da kendi kafasında verdiği kararların ışığında yürüyordu.
Bartu'yla beraber tezgâha döndüğümüzde ilk önce her yeri temizledim ardından pasta malzemelerini önüme koydum. Tarif kâğıdına bakarken kakaolu pasta olduğunu gördüm. Başka zaman olsa umursamazdım ama en son gördüğüm kâbustan sonra ürpermiş ve kâğıdı sertçe bırakmıştım. "Bartu," dedim kısık bir sesle. "Kakaolu yapmasak olur mu? Meyveli yapsak?"
Bartu ne olduğunu anlamadı ama sorgulamadan kâğıdı buruşturup çöpe attı, sonra telefondan meyveli pasta tarifi açtı. "Meyveli daha güzel olur, haklısın," dedi beni onaylayıp.
Yarım saat boyunca pasta üzerinde çalıştık. Bir kez kıvamını hiç tutturamadık ve Işık'ın kahkahalarına maruz kaldık. Mutlu ise hareketli bir şarkı açıp bize bakıp dans ederek dikkatimizi dağıtmaya çalışıyordu. Ne olursa olsun, mutfağın içini neşeli bir hava kapladığında ben de Mutlu'ya gıcıklık olsun diye onun dansına karşılık vererek pastayı hazırlamaya devam ettim. Bunu beklemeyen Mutlu abartarak tezgâha çıktı ve hazırladığımız kremayı ağzına doğru sıkarak her tarafı mahvetti, ardından bir klibin içinde oynuyormuş gibi her tarafını krema yaparak vücudunu okşamaya başladı. Bu beni kızdırmak yerine güldürdü.
Üçüncü denememizde kulak memesi kıvamını tutturduk ama bu kulak memesinin gerçekten de Bartu'nun değil, benim kulağım olduğu konusunda hemfikirdik. Sonuç olarak, Bartu'nun kulak memesinin sıkıntılı olduğunu bile düşündük ve bu bizi epey eğlendirdi.
Mutlu, ne olursa olsun hazırladığımızı fark ettiğinde kafasını karışımın içine sokmaya çalıştı ama Bartu büyük bir öfkeyle Mutlu'yu buzdolabının üzerine oturttu. Ardından Lâl'in önündeki fotoğraf makinesini alıp hepimizin fotoğrafını çektiğinde mutsuz tek kişi Mutlu'ydu. Dört-beş fotoğraf çekti. Birinde Lâl yoktu ama diğerlerinde olması için onu da çağırdı. Hepimiz gülüyorduk, Mutlu en son fotoğrafta hareket çekiyordu, birinde de tükürmüştü.
O an fotoğrafları çekerken aşırı mutluydum ve eğleniyordum ama sonrasında o fotoğrafta eksik olan kişiyi hatırlamak, canımın yanmasına neden oldu. Yankı yoktu. Sokak Nöbetçileri yine beş kişiydi ama asıl kişi yoktu.
Sokak Nöbetçileri’nin ne hissettiğini anladım çünkü aynı duygular içerisindeydim.
Bir noktadan sonra insan istemese de alışıyordu.
Sıra süslemeye geldiğinde Bartu şarkının ritmine uyup kafasını sallarken, "Üzerine ne deseni çizsek acaba?" diye sordu. "Etkileyici bir şeyler olsun. Şöyle çiçek mi çizsek? Gül?"
"Kanayan gül çiz," dedi Mutlu bir daha hareket çekerek. "Yanında silah olsun. ‘Deli Yürek Bartu’ yazarsın altına da."
"Bartu," dedim yüzümü buruşturarak. "Mutlu haklı. Abartmasak mı? Çok da önemsediğimizi göstermeyelim bence..."
"Gelinlerin tatlı telaşı," diyen Işık sandalyede ters oturuyordu. "Fiyonk da tak çay bardaklarına, yakışır koca oğlanıma."
Bartu ona ters bir bakış attı sonra ikimiz de pastayı izledik. İki katlı pasta bembeyazdı ve arasında muz ve çilekler vardı. Bartu inatla havuç koymak istediğini söylemişti, çok saçma bir fikir olduğu konusunda onu ikna etmek çok zordu. Mutlu ise neredeyse Bartu'yu soğanın tat katacağı konusunda ikna edecekti.
Üstünün süslemesi kalmıştı. Birkaç parça çilek koymuştuk ama bir şeyler eksikti. İkimiz de elimiz çenemizde pastayı izlerken sanki yüz yıllık bir tabloyu inceliyorduk. "İstersen kakao dök," dedim istemeyerek.
"Hayır," dedi Bartu, ardından üzerine birkaç parça bonibon attı. Sonra yine hoşuna gitmedi ve krema sıktı ama kremayı öyle kötü sıktı ki yüzümü buruşturdum. "Of," dedi kremaya bakarak. "E bu böyle bok gibi durdu üzerinde."
"Ver bir de ben deneyeyim," deyip şansımı denedim ama beceremedim.
"Senin yaptığın da küçük bok oldu," dediğinde Mutlu'yla Işık keyifle kahkaha atıyorlardı.
Tam o esnada Lâl oturduğu sandalyeden kalktı ve yavaş adımlarla bizim yanımıza doğru yürüdü. Ben onu gördüm ama Bartu görmedi, dikkati pastanın üzerindeydi. Yan taraftan pastaya doğru baktı, yüzünü buruşturdu. Aralarında en iyi yemek yapan kişinin Lâl olduğunu hatta Bartu'nun onun yemeklerine âşık olduğunu da biliyordum.
Bartu tezgâha ellerini yaslayıp, "Olmadı bu," dedi nefesini vererek. Eğilmişti, mutsuz görünüyordu. "Yenisini yapalım."
Lâl, onun yüzüne baktı ve gerçekten hevesinin kırıldığını gördüğünde gözlerine aynı mutsuzluk oturdu. Bunu açıkça gördüm, öyle bir mutsuzluktu ki Bartu'yu düşündü, kendisinden önce belki de bunu ilk defa yaptı.
Başını eğdi, Bartu'nun sol kolunun altından geçip tezgâhla onun arasına girdi ve sırtını Bartu'ya yasladı. Bartu irkildi ama geriye doğru çekilmedi. Önünde duran Lâl'e bakarken eğildiği yerde dudakları Lâl'in saçlarına değiyordu. Lâl, gözlerini kapattı ve bir karar aşamasında olduğu yüzünden okundu. Ardından krema sıkacağına uzandı ve pastanın üzerine öyle güzel şekiller verdi ki bizim yaptıklarımızı bile silip attı. Işık oturduğu yerden şaşkınlıkla kalktığında Mutlu bile buzdolabının üzerinden düşecek gibiydi.
Lâl, Bartu'nun Rüya için yaptığı pastayı süsledi, Bartu için.
Bu çaresizlik miydi yoksa en büyük çare miydi bilmiyordum ama hepimiz nefesimizi tutmuştuk. Lâl, sırtını daha fazla yasladı Bartu'nun göğüs kafesine, Bartu ise yutkundu. Geri çekilebilirdi ama bunu yapmadı. Hatta başını bile çekmedi. Biliyordum, o an mantıklı düşünemiyordu. Biliyordum, Lâl ilk defa ona karşı böyleydi.
Pastanın süslemesini yaptıktan sonra yavaşça Bartu'ya doğru döndü, sırtını bu kez tezgâha yasladı. Aralarında bir karışlık mesafe kaldığında birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Lâl'in gözleri bana doğru kaydı sonra ellerini kaldırdı. Benim de anlayacağım işaret diliyle, "Böyle daha güzel oldu," dedi. Bartu'ya baktı yeniden. "Umarım sever."
Bartu yine hareket etmedi, hiçbir şey diyemedi. O mesafede Lâl'in gözlerinin içine bakmaya devam etti ve uzun zamandır onun gözlerine bakmıyordu bile. Lâl gülümsedi. İçten bir gülümseme değildi bu, daha çok Bartu'nun içini rahatlatmak istiyormuş gibiydi. Ardından yine eğilip Bartu'nun kolunun altından çıktı. Ağlamasını bekledim ya da mutfaktan çıkıp gitmesini ama sakince mutfak masasına yürüdü ve sandalyesine geri oturdu.
Bartu onun bıraktığı boşluğa bakarken kımıldamıyordu. Işık'ın dudakları aralandı, dönüp Lâl'e baktı sonra yine göz göze geldik. Mutlu'da da aynı şaşkınlık vardı. Neredeyse yarım dakika öyle kaldık, Lâl ise gözlerini Bartu'nun sırtından ayırmadı.
Bunun ne demek olduğunu biliyordum. Bu, kararlarına saygı duyuyorum demekti; bu, ne olursa olsun ben de senin yanındayım demekti. Ama bu, Bartu'yu kazanmak için bir hamle değildi yine. Lâl, yine Bartu’yu kazanmak için değil ama günler sonra ilk kez onun iyiliği için savaştı.
Boğazımı temizledim. "O zaman," dedim Bartu'ya doğru yürüyerek. "Onu dolaba koyalım, soğusun." Yine hareket etmedi, boşluğa bakmaya devam etti. Lâl'in ne demek istediğini anlamış mıydı? Belki de ben yanlış anlamıştım. Elimi omzuna koydum. "Bartu," dedim, gözleri yavaşça bana döndü ve bakışlarındaki o adamı gördüm. Lâl'e baktığında dağılan o adamı gördüm. Ya da kendine öfkelenen o adamı. "Pasta," dedim gözlerinin içine bakarak. "Dolaba koyalım. Soğusun." Başını sakin bir şekilde salladı. Benimle göz göze gelmemek için çaba sarf etti çünkü göreceklerimin onu rahatsız edeceğini biliyordu. Bu yüzden odaklanmamaya çalışarak gözlerimi pastaya diktim ve dudaklarımı ısırdım. "Dünyanın en güzel pastasını yaptık, kardo."
"Öyle oldu." Tezgâha yeniden döndü ve eşyaları yerlerine yerleştirmeye başladı. Onun sırtına bir süre baktıktan sonra Lâl'e döndüm. Elini çenesine dayamış Bartu'yu izliyordu. Üstün bir bakış değildi ama ne anlatmaya çalışıyorsa dudaklarında silik bir tebessüm vardı.
Eğer planlarının sonunda yine canı yanan Bartu olursa bu sefer Lâl'i koşulsuz şartsız karşıma alacağımı biliyordum hem de her şeye rağmen.
Yeniden arkamı döndüğümde ve buzdolabına doğru ilerlediğimde Mutlu'nun müzik sesine rağmen hafif çığlığını duydum, ardından Işık yanımdan rüzgâr gibi geçti. Neler olduğunu anlamak için mutfak kapısının oraya doğru baktığımda neredeyse elimdeki pastayı bile düşürecektim çünkü Yankı gelmişti ve benim kalbim, her zaman olduğu gibi, onu gördüğüm anda teklemiş sonra da hızlı bir şekilde atmaya başlamıştı.
Yüzünün her zerresini izledim, her parçasını… Hatta izlerken nefes alışım değişti çünkü bir haftadır onu görmemiştim. Yedi gün. Yedi koca gün. Bu benim için çok fazlaydı, diğerleri için ne anlam ifade ederdi bilmiyordum ama yedi gün boyunca onu görmemek, içimdeki özlemi gördüğüm anda alevlendirmişti. Kaskatı kesildiğimden olsa gerek, birisi elimden pastayı aldı.
Yankı'nın yüzünde izler vardı. Kaşının kenarı kabuk bağlamıştı, dudağının kenarı da öyle. Hatta geçmeye yüz tutmuştu. Kavga mı etmişti yoksa bir kaza mıydı bilmiyordum ama canım daha fazla yandı. Berbat görünüyordu.
Işık Yankı'nın boynuna sarıldı ardından yüzünü buruşturarak geriye doğru çekildi. "Leş gibi alkol kokuyorsun," dedi. "Hem de bu saatte." Kimse onun yüzündeki izleri sormadı, demek ki buna da alışıklardı.
İşin tuhafı bunu ben de sormadım.
Yankı, kollarını önünde bağlamıştı, omzunu kapının pervazına yaslamıştı. Altında gri bir eşofman vardı, üzerinde ise beyaz bir kazak. Saçları darmadağınıktı ve gözlerinin altı mosmordu. İçleri kıpkırmızıydı. Turkuaz gözleri daha fazla belirginleşmişti. Aklımın oyunu muydu bilmiyordum ama zayıfladığını bile düşünmüştüm ya da çökmüştü. Fakat dik duruşu değişmemişti.
"Yankıtu Sarcaios!" diye bağırdı Mutlu buzdolabının üzerinden. "Seni çok özledim! İndirir misin beni buradan?" Yankı'nın bakışları mutfakta geziniyordu fakat bana dokunmuş muydu ben onu görmeden önce bilmiyordum, şu an bakmıyordu.
Mutlu'ya bakarak, "Bartu'yu yine kızdırmışsın belli ki," dedi kısık bir sesle. Sesinden bile yorgunluk akıyordu. Ve kelimeleri telaffuz ederken dili pek dönmüyor gibiydi. "Cezaysa biraz daha kal orada."
Bartu, öne çıkıp Yankı'nın karşısına geçti. Lâl'in de Yankı'ya doğru yürüdüğünü gördüm. Kaskatı duran tek kişi bendim. Eskiden olsa Işık gibi boynuna atlayabilirdim ama şimdi, o son günden sonra aramızda kapkalın bir duvar varmış gibi hissediyordum.
Yankı direkt olarak Lâl'e baktı. "Sen mi yaptın pastayı?" diye sordu.
"Hayır," dedi Bartu, ellerini üzerindeki önlüğe silmeden önce unlu parmaklarıyla Yankı'nın yanağını kirleterek. "Ben ve Helin yaptık." Yankı başını onaylarmış gibi salladı. "Ve sen yoktun." Bartu bu sefer elini Yankı'nın kazağına sürdü. "Umarım mantıklı bir açıklaman vardır." Bunu benim için yapıyordu, biliyordum.
Yankı tek bir cümle kurdu. "İşlerim vardı."
Ardından Koza'nın sesini duydum. "İşlerimiz demek istedin galiba Sonuncu." Kapıdan içeriye girdiğinde başka bir şaşkınlıkla bakışlarım ona kaydı. Yüzünde yine o haylaz çocuk gülümsemesi vardı ve Yankı'nın aksine oldukça toparlanmış görünüyordu. Hatta gereğinden fazla toparlanmış. Saçlarını taramıştı, üzerine tek gözünün mavisini ortaya çıkaran mavi bir kazak giymişti, altında da kot pantolonu vardı. Siyah botlarındaki karlar yerleri ıslatıyordu.
Mutlu, buzdolabının üzerinden nefesini vererek, "Ne?" diye inledi. "Siz birlikte miydiniz bu kadar gündür?" Bir anda kendini buzdolabından aşağıya attığında dengeli bir şekilde yerle buluştu. "İşte şimdi teorim tutmaya başlıyor."
Işık gözlerini bir an bile olsun Koza'dan ayırmazken kafasına vurup kendine gel, demek istemiştim çünkü şu an ne hissettiğini en iyi ben anlıyordum.
"Ne teorisi?" diye sordu Yankı Mutlu'ya.
Mutlu kaşlarını çattı, bana dönüp baktı sonra, "Üzgünüm Helinski," dedi başını sallayarak. "Sanırım bu ikisi eski sevgili ve yeniden barışma yolunda ilerliyorlar."
Yankı gözlerini devirdiğinde Koza güldü. "İşte şimdi gerçekleri konuşmaya başladık desenize." Yankı bir kez daha gözlerini devirdi, Koza omzuyla Yankı'nın omzuna vurdu. "Ellerini gizleme, göster nişan yüzüklerimizi Sonuncu. Onlar senin kardeşlerin." Yankı üçüncü kez gözlerini devirdiğinde nefesini verdi. "İşte şu hareketlerin," dedi dilini dudağında gezdirerek. "Nil gibi biriyle tanışmasaydım çoktan sana kayıyordum, Sonuncu." Koza, yine aynı Koza'ydı.
"Sadece merakımdan soruyorum," dedi Bartu Koza'ya dönüp. "Konuyu yine Işık'a nasıl getirebildin?"
"Konu hep o," diyen Koza, bu kez bakışlarını Işık'a çevirdi ve göz kırptı. "En azından benim için."
Işık gülümseyerek, "Nasılsın?" diye sordu Koza'ya.
"Seni görmeden öncesini mi soruyorsun, sonrasını mı?" dedi karşılık olarak Koza. "İkisi arasında dağlar kadar fark var çünkü."
"Senin ben ağzına sıçayım ama artık ya," dedi Mutlu ona doğru yürüyerek. "Her cümlede kardeşime yürümek için uygun cümleleri nasıl buluyorsun lan?" Işık'ın yüzündeki gülümseme daha fazla genişledi. "Yavşak gibi gülüyorsun ama karizmatik görünüyorsun. Ne ayaksın Kelebek sen?"
Koza, Mutlu'ya bakıp daha geniş sırıttı. Bartu ise Yankı'ya dönüp, "Sahiden siz bir haftadır birlikte miydiniz?" diye sordu. "Ve onun burada ne işi var?"
"Kalbimi kırıyorsun, koca adam. Beni özlemedin mi?" Bartu'yu inceledi. "Bu gösteri benim içinse pastanın içinden çıkmaya hazırım."
"Gevşek gibi konuşmasan artık?" Bartu ters ters ona baktı. "Senin burada ne işin var?"
"Ben çağırdım." Yankı kelimeleri düzgün telaffuz etmeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu. "Yarın Koza'nın Helin'e yaptığı sürpriz için göreve gideceğiz, bugün beraber plan yapacağız."
"Oha!" Işık hevesle ellerini birbirine çarptı. "Siz ikiniz beraber operasyon mu yöneteceksiniz?"
"Evet." Koza Işık'ı baştan aşağı inceledi sonra bulunduğu yerden kalkıp bir de arkasına geçerek incelediğinde Bartu, Koza'yı omzundan itekleyip eski yerine gönderdi.
"Ve senin benimle beraber çalışman için elimden geleni yapacağım." Kaşlarım çatıldı. "Bunu onayladığımı hatırlamıyorum," dedim Yankı'nın yüzüne bakarak. "Neden bana fikrim sorulmuyor?"
Yankı düşünmeden yanıtladı. "Koza sürprizi seveceğini düşünüyor," dediğinde gözleri pencereye döndü. "Ve seni iyi tanıdığını varsayarsak bu göreve katılmamız en doğrusu."
"Sen biliyor musun sürprizi?" diye sorduğumda kaşlarım daha fazla çatıldı. "Sen beni Koza'dan daha iyi tanıyorsun. Sevebileceğim bir sürpriz mi?"
Yankı, bakışlarını pencereden çevirdi ve yüzüme baktı ama gözlerime değil. "Biliyorum," dedi başını sallayıp. "Ben sana böyle bir hediye vermezdim ama Koza'nın önünde de durmayacağım."
Eğer Yankı Koza'nın önünde durmayacaksa ona olan güvenimle kabul ederdim. "Öyle olsun," dedim omzumu silkerek.
"Siz bir haftadır beraber miydiniz?" diye soran Mutlu sabırsızca hareketlendi.
"Bazı günler beraberdik," diye yanıtlayan Yankı yaslandığı yerden doğruldu ve bakışlarını Koza'ya çevirdi. "Sandığınız gibi de değil."
"Hepimizin sandığı bence çok farklı," diyen Mutlu'nun gözleri ikisini de dikkatle inceliyordu. "Eğer benim sandığım gibi değilse çok kırılırım çünkü çatır çutur seviştiğinizi hayal ediyordum."
Işık, Mutlu'nun saçını çekiştirdi ve geriye doğru çekilmesine neden oldu. "Çatır çutur sevişmek ne demek Mutlu? Senin ağzının yayı çok fazla gevşemedi mi sence de?"
"Çatır çutur işte kızım," dedi Mutlu saçını düzeltirken. "Bunların ikisini sevişirken düşünsene. İki düşman beyinlerini yalıyor full hd izle. Reklamı geç, reklamı geç, reklamı geç."
"Of." Bartu, Mutlu'ya kaşlarını çattı. "Yine çok konuştun Mutlu," diyerek Koza'ya çevirdi bakışlarını. "Umarım sürprizinin sonunda bok yoluna götürmezsin bizi, yoksa canını yakarım."
"Hey koca adam," Koza gözlerini kırılmış gibi açtı, "biz seninle iyi anlaşıyorduk, ne oldu?" Sadece bir anlık Lâl'e baktı. "Şeytana mı uydun yine?"
Bartu'nun çenesi kasıldı. "Boş boş konuşma."
Geride durup hepsini izlerken sadece bir anlığına benim yerime aslında Koza'nın onların arasında olması gerektiğini düşündüm. Onun hakkıydı, onun yeriydi; beni onların arasına gönderirken kendi yerini geçici bir şekilde doldurmam için mi göndermişti?
"Helin!" dedi Koza sanki aklımdan geçenleri okuyarak. "Nasılsın? Görmeyeli daha da güzelleşmişsin. Seni son gördüğümde acının verdiği çirkinlik vardı üzerinde."
Son cümleden sonra Yankı, çenesini hafifçe kaldırdı ve gözlerini kapatıp açtı. Buradan aramızdaki sırrı henüz öğrenmediğini anlamıştım ya da öyle düşünmem için böyle davranmıştı, artık hiçbir şeyden emin değildim.
"Sen gerçekten yavşak bir adamsın, Koza," dedi Bartu başını iki yana sallayarak. Koza umursamadan ona bakıp sırıttı. Keyfi mi yerindeydi yoksa yine maske mi takmıştı anlayamıyordum. Koza'yı hiçbir şekilde anlayamıyordum. Belki de onu tanımak için uğraşmadığımdandı ama Koza bana kapılarını gerçekleriyle birlikte açmadığı sürece, onun kapısının önünde bekleyip aralamasını beklemeyecektim.
Çünkü bu Koza, gerçekte o adam değildi. Benim istediğim, yedi yaşımdayken beni kurtaran adamdı; oysa bu Koza, yedi yaşındaki o çocuğun kalbini bile kırardı.
"İyiyim." Koza'ya verdiğim tek yanıtla bakışlarımı onun üzerinden ayırdım ve yeniden Yankı'ya baktım. "Seninle konuşabilir miyiz, Yankı?"
Yankı'nın bakışları ilk defa dikkatli bir şekilde bana döndüğünde kalbim yine tekledi fakat bu sefer sadece özlemden değildi, acıdandı. Bana baktığında yüzünde her zamanki ifade yoktu. Ruhsuz değildi, hayır hissiz de değildi ama bir şeyler vardı. Bakışlarında çözemediğim bir ifade vardı. Yine perdelerini kapatmıştı fakat gözlerime ilk defa anlayamadığım bir duyguyla bakıyordu.
"Öncesinde Koza seninle konuşacak," dedi Yankı ifadesiz bir sesle. "Sana söyleyecekleri var."
Başımı yana doğru yatırıp neler olduğunu anlamaya çalışarak Koza'ya döndüm. "Koza'yla mı?" diye sordum. "Ben seninle konuşmak istiyorum."
Koza sözü devraldı. "Biz seninle konuşalım," dedi, dakikalardır ilk defa sesinde dalga geçen bir tını yoktu. "Ardından onunla da konuşursun."
"Biz çıkalım," diyen Yankı Koza'ya dönüp başıyla işaret verdi. Koza ise gözlerini kısıp Yankı'nın bakışlarından emin olup olmadığını anlamaya çalıştı, alnında çizgiler oluştu. Yankı ise bir kez daha işaret verip mutfaktan ayrıldı. Onun hemen ardından beklemeden çıkan kişi Lâl'di. Sonrasında da Mutlu. Bartu'yla Işık kalmıştı. Işık, Koza'ya dönüp neler olduğunu anlamaya çalıştı; Bartu ise kaşları çatık bir şekilde bana döndü. Sonra Işık da beklemeden mutfaktan çıktı.
Sanki çok biliyormuş gibi, "Bartu, neler oluyor?" dedim korkuyla. "Kötü bir şeyler mi olacak?" Ve kalbimdeki o özlemin verdiği his korkuya dönüşmüştü. Öyle bir korkuydu ki ne ile yüzleşeceğimi bile bilmiyordum.
"Müsaade edersen koca adam," dedi Koza Bartu'ya bakıp. "Küçük kardeşimle konuşmak istiyorum. Yalnız."
Bartu bana bakmaya devam ederek, "Keşke ağzına aldığın kelime gibi davransan biraz da," dedi ters bir sesle. Sonra bana onay bekliyormuş gibi baktı, biliyordum kal dersem, kimse onu buradan çıkaramazdı.
"Tamam," dedim Bartu'ya bakıp. "Sorun yok."
"Umarım." Sert bir sesle konuşarak Koza'ya baktı. "Umarım," dedi bir kez daha, sonra mutfaktan o da çıktı.
"Bu koca adam canımı sıkmaya başladı." Koza kaşları çatık bir şekilde onun arkasından bakarken ellerini ceplerine yerleştirdi. "Senin abin gibi davranıyor."
"Abim gibi davranmıyor, o benim abim." Koza'nın yüzündeki ifade değişti ve yavaşça bakışlarını bana çevirdiğinde iki kaşının ortasındaki çizgi belirginleşmeye başladı. Bunu umursamadım, onun düşündüklerini de anlamaya çalışmayacaktım çünkü biliyordum ki anladığımı düşünsem bile rol yapıyor olabilirdi. "Benimle ne konuşacaksın?"
Kollarımı sıkıca önümde bağlasam da korkudan titreyen ellerimi gizleyemiyordum ve bu Koza'nın gözünden kaçmadı. "Oturalım," dedi sanki ayaktayken söylese yere yığılacakmışım gibi. "Kahve var mı?"
"Koza." Adını söylerken sesim öfkeli çıktı. "Neler oluyor?"
Elini belime koydu ve beni mutfak masasına doğru yönlendirdi fakat onun temasından kaçınarak daha önden gittim ve az önce Lâl'in kalktığı sandalyeye oturup masanın üzerindeki çatalı elime aldım. Titreyen ellerimi bu kez de onunla oynayarak gizlemeye çalıştım ama çatal defalarca elimden düştü, geri aldım fakat yine düştü.
Koza, diğer sandalyeyi önüme doğru çekti ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Tamamen göz göze geldiğimizde arkamdaki pencereden vuran gün ışığı gözlerini aydınlatıyordu. Dikkatli bir şekilde beni inceledikten sonra, "Nasılsın?" diye sordu ve sesinde ne bir alay vardı ne de nefretin bir işareti.
"İyiyim."
"Gerçekten nasılsın?" Dirseğini masaya koydu ve parmaklarıyla oynamaya başladı. "Seni son gördüğümde gerçekten mahvolmuştun."
"Ve bu senin ne kadar umurunda?" Soruyu sorarken elimdeki çatal bir kez daha düştü ve yine onu elime aldım. "Kötüysem bile sana bunu söyleyeceğimi düşündüren nedir?"
Koza, bakışlarını ellerime doğru çevirdi ve nefesini verdi. "Aslında kötüyüm yerine gerçekten iyi olduğunu duymak için sormuştum," dedi samimi bir sesle. "Fakat görüyorum ki iyi değilsin."
"Ve yine soruyorum, bu ne kadar umurunda?" Parmaklarım çatalın sivri uçlarına dokundu.
"Bu bir haftada benden daha fazla mı nefret etmeye başladın?" Koza oldukça ciddi görünüyordu, o gülmüyorken ben daha fazla kasılıyordum. "Halbuki son ayrıldığımızda bu kadar kötü değildik, gözünü bile kırpmadan birini öldürdün, bu keyifliydi. Seninle gurur duyduğum nadir anlardan birisiydi."
Bunu aklımdan sürekli silmeye çalışıyordum çünkü vicdan azabı çekmemem de kendimi sorgulamama neden olmuştu. Onu öldürmüştüm. Tek bir an bile düşünmeden ve sonra vicdan azabı çekmemiştim. Günler geçmişti, hâlâ vicdan azabı yoktu. Bu kimdi? Ben kimdim?
"O ben değildim," diye yanıt verdim. "Ekip'in bana öğrettiği gibi davrandım." Çatalı ona doğru salladım. "Eğer elinde silahı tutuyorsan," diye mırıldandım Ekip'in bana öğrettiği cümleyi söyleyerek, "Karşında birisi duruyorsa..."
Devamını o getirdi, "Ve namlunun ucu onu gösteriyorsa bir an bile şüphe etme, tetiği çek. Çünkü seni o konuma gelmeye zorlamıştır." Çatal bir kez daha düştü fakat bu sefer yerdeydi, masanın üzerinde değildi. Koza eğilip çatalı aldı, benim elime tutuşturdu. "Bunu Ekip'e ben öğrettim, Ekip de sana öğretti."
"İşte bu yanlıştı," deyip kaşlarımı çattım. "Bir insan kötü biri de olsa hayatı önemlidir."
"Bu cümlenin devamını hatırlıyor musun?" diye sordu dikkatli bir sesle.
"Hatırlamıyorum," deyip yalan söyledim ama yalan söylediğimi anladı.
"Eğer tetiği çekmezsen," dedi devam ettirerek, "bir gün o namlunun ucu sana döner ve sen ölürsün." Başını aşağı yukarı salladı. "O kötü bir adamdı, olması gerekeni yaptın. Sen yapmasaydın o yapardı."
"O ben değildim," dedim üstüne basa basa. "O eski Helin'di."
"Hayır, o sendin, eski Helin dediğin kadın senin gerçeğin," diye karşı çıktı. "Buna damarlarımda akan kan kadar eminim çünkü kardeşimsin." Gözlerinde zerre duygu yoktu o kelimeyi söylerken. Bartu'nun gözlerinde gördüğüm duygunun ufacık kırıntısı bile Koza'nın gözlerinde yoktu.
"Seninle tartışmayacağım." Çünkü ne zaman tartışsam düşüncelerimi değiştirebiliyordu, Koza'nın böyle bir etkisi vardı. Öyle bir konuşuyordu ki, oynuyor bile olsa ona inandığımı fark ediyordum. "Benimle ne konuşacaksın?"
Çatalı elimde döndürürken, bakışları yine ellerime kaydı sonra ilk defa gözlerini benden kaçırdı. Pencereye odaklandı, boynunu çıtlattı. Koza'yı bile böyle düşündüren neydi? Doğru cümleleri bulmaya çalışıyor gibiydi.
"Artık benimle kalmalısın," dedi Koza gözleri penceredeyken. "Yani evine dönme zamanın geldi. Buradaki görevin bitmek üzere."
"Ne?" Çatalı sıkıca parmaklarımın arasında tuttuğumdan dişli tarafı avcumun içine battı. "Bu da ne demek?"
"Sokak Nöbetçileri'nin arasına bir ajan olarak gönderildin," diye açıklama yaptı sanki bilmiyormuşum gibi. "Ve bunu ben yaptırdım. Ama artık görevin bitmek üzere. Burada pek bir işin kalmadı."
Görevin bitmek üzere. Ajan olarak gönderildin.
Benim için Sokak Nöbetçileri'nin bunlarla sınırlı olduğunu mu sanıyordu? Güldüm. Gerçekten yüzüne bakıp güldüm ama o hâlâ bana bakmıyordu. "Benim burada görevim çoktan bitmişti ki zaten," dedim titreyen bir sesle. "Burası benim evim. Onlar benim ailem."
"Hayır, burası senin evin değil," diye yanıt verdi. "Hiç olmadı. Sen onların arasına gönderilen bir ajandan başka hiçbir şey değildin. Sadeceden ibaretsin. Onlar beş kişilik bir aile, sen bu ailenin bir üyesi değilsin."
"Olabilir," dediğimde yüzümdeki gülümseme acılı bir hal aldı. "Sokak Nöbetçileri'nin sadecesi de olsam burası benim evim."
Koza, derin bir nefes alıp gözlerini kapattı ve eliyle şakaklarını ovaladı. "Evine ihanet etmezsin," dedi canımı yakarak. "Ailene ihanet etmezsin. Sen bu eve ihanet etmek için gönderildin ve ihanet ettin. Yüzün bile kızarmıyor buraya evim derken, onlara ailem derken. Farkında değil misin? Senin ailen de evin de benim."
Başımı iki yana sallayıp, "Ama Bartu da Yankı da beni ihanetlerimle kabul etti," dedim çatalı daha sıkı tutarak. "Biliyorlar, onlara söyledim. Lâl de biliyor."
"Lâl biliyor mu?" Gözlerini açıldı ve bakışları bana döndü, direkt olarak kaşları çatıldı. Fakat ona cevap vermedim. "Ona söyledin mi?"
"İlk söylediğim kişi Lâl'di." Çaresiz bir nefes verdim.
"Ve Sonuncu'ya söylemedi, öyle mi?" Soruyu sorarken, zihninin içinden neler geçtiğini bilmiyordum ama gözlerinin içinde ışıklar patlamaya başlamıştı. "Ve Sonuncu'dan bu ihaneti sakladı, öyle mi? Hatta ona yalan söyledi?"
"Yankı'ya ben söyledim çünkü," deyip konuyu Lâl'den uzaklaştırdım, büyük ihtimalle farkında olmadan Koza'nın eline büyük bir koz vermiştim. "Ajan olduğumu biliyor."
Koza'nın bakışları sıkıca tuttuğum çatala doğru kaydı; canımın acıdığını bile o bakana kadar fark etmemiştim. Sakin bir şekilde elimin tersine uzandı sonra parmaklarımı sıkıca kapattığım yerden açtı. Gücüm kalmadığından çatal masanın üzerine düştü fakat bu kez Koza çatalı benden uzaklaştırdı ve kendi eline aldı. "Yanlış," dedi gözlerini çatala çevirerek. "Sonuncu sadece ajan olduğunu biliyor." Sonra yutkundu. "Geriye kalan hiçbir şeyi bilmiyordu."
"Bu da ne demek?" Aklımı kaçıracaktım çünkü Koza'yı rahatsız eden bir şeyler vardı.
"Sonuncu senin hakkındaki her şeyi öğrenmek istedi."
"Her şeyi derken?" Nefesim kesildi ve olduğum yerde rahatsız bir şekilde hareketlendim. "Her şeyi derken?" diye tekrar ettim. "Ne demek bu? Neyi öğrenmek istedi?" Pencereden vuran soğuk hava enseme çarpıyordu fakat öyle bir haldeydim ki terlemeye başlamıştım, dizlerimin titremesi duracak gibi değildi. "Koza bir şeyler söyle, ne demek istiyorsun?"
Elini saçlarına geçirdi ve dağıttı. "Sonuncu," dedi sonra gözlerimin içine baktı. "Lâl'in günlüğünü Ekip'e verdiğini biliyor, hatta bizzat Caner'le konuştu." Bir gün bunun karşıma çıkacağını biliyordum, yemin ederim biliyordum ama bu şekilde değildi, Koza'dan duyarak değildi.
"Bunu ona söyleyecektim," dedim ağzımın içinde fakat artık her şey için çok geçti.
"Sokak Nöbetçileri'ne dahil olduğundan beri Ekip'le birlikte yürüttüğün bütün işleri biliyor." Sonra yüzünün sertleştiğini fark ettim, gözleri daha dikkatli baktı. "Ve Işık'ı vuranın Ekip olduğunu da öğrendi, Caner bunun senin yüzünden olduğunu söyledi."
Bunun olacağını bilmiyordum, bir gün bunun gerçekleşeceğini bilmiyordum çünkü en acılarını hep gizlerdim. "Benim," dedim titreyen bir sesle, "yüzümden mi?" Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Benim yüzümden değildi. Hayır, değildi."
"Defalarca uyarıldığını söyledi Caner. Hatta sana ulaşmaya çalışmışlar fakat ulaşamamışlar." Daha hızlı bir şekilde başımı iki yana salladım. Bana acımadı bile. "Nil senin yüzünden vuruldu," dedi en keskin bıçağı bana çevirerek. "Eğer onları hayatından tamamen çıkarmasaydın böyle bir uyarı yapmak zorunda kalmayacaklardı. Sorumlusu sadece sensin."
"Hayır," dedim acıyla.
"Evet," dedi üzerine basarak. "Ve Sonuncu bunların hepsini öğrendi."
Dürüst müydü? Altında başka bir şeyler olabilir miydi? Kulaklarıma inanamıyordum.
Tırnaklarımı dizlerime geçirdim ve Koza'ya bakarak, "Yankı'yla o inşaata gitmiştik," dedim. "Orada Ekip'in inine girdik. Beraberdik. Aslında orada ne olduğunu biliyor muydu?"
Koza, omzunu kaldırıp indirdi. "Benden öğrenmek istedi. Ben de bildiğim her şeyi anlattım, Caner'le konuşturdum, Cem'le konuşturdum. Neyi anlayıp anlamadığını bilmiyorum, bunu ona sormadım. Ne istiyorsa verdim. Senelerdir benimle olduğunu, Ekip için çalıştığını biliyor." Başını omzuna yatırdı. "Bir şeyi düşündüğünde o şey sadece bir teoridir. O kanıtlanırsa teori olmaktan çıkar. Sonuncu artık senin kim olduğunu kanıtlarıyla biliyor."
"Onlar neler anlattılar?" diye sordum acıyla. "Yalanlar mı söylediler?"
"Sanmıyorum çünkü benim olduğum yerde yalan söyleyemezler." Gözlerini kıstı. "Fakat Sonuncu'nun öğrenmek istediğinden daha fazlasını verdiklerine eminim. Cem sana Sonuncu'ya yaklaşman gerektiğini söylemiş, Sonuncu öğrendiğinde en çok buna şaşırdı." Sırtını sandalyeye yasladı. "Tuhaf, o kadar da şaşıracak bir şey değildi. Sokak Nöbetçileri'nin merkezi oydu, ona oynayacaktın elbette."
"Ona oynamak mı?" Ellerimi saçlarıma geçirdim ve yutkundum. "Onunla tanıştığımdan beri bir kez bile oynamadım."
"Ama ona yalanlar söyledin."
"Ama o yalanlarımı anlıyordu," dedim karşılık olarak.
"Anlamak ve bilmek," dedi başını iki yana sallayıp. "Yani kısacası küçük kardeşim, o yalanların doğrularını de öğrendi Sonuncu."
Bir an dayanamayarak kılıcımı Koza'ya doğrulttum. "Bunu neden yaptın?" diye sordum öfkeli bir sesle fakat sesim acılı çıkıyordu. "Neden ona her şeyi anlattın?"
"Yalan mı söylemeliydim?" diye sordu. "Bu pek benim tarzım değil." Ellerimi tekrar saçlarıma geçirdiğimde elindeki çatalla masanın üzerine şekiller çizmeye başladı. "Sözün özü küçük kardeşim, valizini eline almanın vakti geldi. İster benimle kalırsın, istersen de sana ayrı bir ev açarız ama benimle çalışmaya devam edeceksin. Benim tercihim, ayrı bir evde yaşaman çünkü yalnız yaşamaya alıştım ve..."
"Hiçbir yere gitmeyeceğim." Sözünü kestiğimde bakışları bana döndü. "Buradan ayrılmayacağım."
"Görevinin sonundasın," dedi bir kez daha. "Burada kalman için bir neden yok, anlamıyor musun bunu?"
"Asıl sen anlamıyor musun?" dediğimde nefesimi verdim ve gözlerimin tekrar dolduğunu fark ettim. "Sokak Nöbetçileri benim her şeyim, bırakamam." Gözümden bir damla yaş aktı ve onu elimin tersiyle sildim. "Sokak Nöbetçileri benim ailem, bırakamam. Sokak Nöbetçileri beni hayata döndürdü, bırakamam. Sokak Nöbetçileri benim yaşama nedenim, onlar olmazsa yaşayamam. Yaşasam bile böyle hissedemem." Elim bir anda masanın üzerindeki eline uzandı ve tuttum. "Anlamıyor musun Koza? Sokak Nöbetçileri benim bu hayattaki tek gerçeğim. Sen bırakabilir miydin benim yerimde olsaydın?"
"Bıraktım," dedi hızlı bir şekilde. "Ve senden çok daha küçüktüm."
Gözümden başka bir yaş daha aktı ama onu silmedim. "Gitmeyeceğim," dedim omzumu indirip kaldırarak.
Koza, yardım için tuttuğum elimi itekledi ardından bir anda bileğimi tuttu ve beni kendine doğru çekti. Dişlerini sıkarak, "Görmüyor musun?" dedi. "Sonuncu aklını dinlemeye başladı."
"Umurumda değil," deyip bileğimi ondan kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi. "O beni her halimle kabul edeceğini söyledi, bunu söylediğinde..."
"Helin," dedi lafımı kesip. Sonra canımı yakan o cümleyi kurdu, "Senin artık benimle kalman Sonuncu'yla ortak kararımız."
"Hayır," dedim sadece çaresizce. "Şu an bunu bilerek söylüyorsun."
"Ortak kararımız," diye tekrar etti. "Sonuncu Ekip liderini öldürdüğünü de öğrendi. Sonuncu birçok şeyi artık biliyor. Ve senin benimle daha iyi olacağına ikna oldu. Anlamıyor musun? Bu kadar mı aptallaştın? Eski Helin diye bahsettiğin o kadını Sonuncu kabullenemez çünkü sana güvenmiyor. Onun yerinde ben de olsaydım, azıcık aklım varsa seni yanımda daha fazla tutmazdım. Görmüyor musun? O hâlâ benim düşmanım ve sen benim kuklamsın. Sen busun. Senin bizim hikâyemizdeki rolün bu. Sen sadece benim askerimsin."
"Yeter," diye inlediğimde art arda yaşlar gözlerimden düşmeye başladı ve sertçe elini itekledim. "Yeter!" dedim daha yüksek bir sesle. "İkinizin ortak kararı mı? Benim ne istediğimin bir önemi yok mu?" Sandalyeden kalktığımda titreyen dizlerime rağmen dimdik ayakta durdum. "Madem onun düşmanısın, burada kalmamı daha fazla istemen gerekmiyor mu? Bu nasıl bir oyun böyle?"
Koza da ayağa kalktı ve ağlamamı umursamadan sert bir sesle, "Sonuncu, Harun Aktan'ı biliyor," dedi dişlerini sıkarak. "İşlerin rengi değişmeye başladı. Oyunun içinde oyun oynamaya başladım, her şey kördüğüm olacak. Şu an benimle gelmen gerekiyor, artık bu evde kalamazsın. Asıl savaş şu an başlıyor."
"Ne saçmalıyorsun?" diye hırladım. "Oyunun içinde oyun oynamaya mı başladın? Bu da ne demek?"
Koza, "Sikeceğim," dedi ve ilk defa öfkelendiğini gördüm. "Bu evde işin bitti. Onlarla görüşmeye devam edebilirsin ama artık onlarla bu kadar yakın olmayacaksın. Bitti, Helin. Bitti!"
"Seni ilgilendirmez," diye karşılık verdiğimde içimdeki acı, öfkeye dönüşmeye başlamıştı. "Ben senin kuklan değilim. Askerin de değilim. Benim bir aklım var, benim kendi kararlarım var. Beni iyi dinle, Koza. Benim bir hayatım var. Benim artık gerçekten bir hayatım var, bu hayatın sorumlusu benim."
"Ama o hayatın asıl sahibi benim," dedi bencilce. "Ben olmasaydım bir hayatın olmayacaktı."
Ona karşı hayal kırıklığı hissetmek istedim ama öyle bir duyguyu bile hissedemiyordum Koza'ya karşı. "Hayatımı kurtardığını mı sanıyorsun?" dedim gözlerinin içine bakarak. "Senin gerçekten hiçbir şey bildiğin yok."
Onu omzundan itekledim ve yanından geçmek için hamle yaptığımda bir anda kolumu kavradı, beni kendisine doğru çekti. "Kulaklarını aç, beni iyi dinle," dedi kelimelerin üzerine basarak. "Sonuncu aklını dinlemeye başlıyor. Bu savaşta canı en çok yanan sen olmak istemiyorsan benim yanımda dur."
"Yeter." Dişlerimi sıkarak ona döndüm. "Artık beni hafife almaktan vazgeç." Sonra ilk defa ona karşı en büyük kinimle, "Bir savaştan mı bahsediyoruz?" diye sordum. "O halde benim de bir savaş çıkaracağımı bil."
"Benimle mi savaşacaksın?" dedi küçümseyerek. "Sen mi?" Başını iki yana salladı. "Kendini ne sanıyorsan, o değilsin. Sen benim askerimsin."
Kolumu onun elinden kurtardım. "Kulaklarını aç, beni iyi dinle Koza," diye mırıldandım çenemi kaldırarak. "Sadeceden ibaretsem, tek başımayımdır. Bu zamana kadar da hep tek başımaydım, yalnızdım. Çok büyük savaşlar atlattım, en büyük acıları çektim ama yine doğrulmayı başardım. Bu savaş en büyük savaş da olsa, beni öldürecek de olsa tek başıma atlatırım. Çünkü bana öğrettiğin asıl şey buydu. Tek başıma savaşmak." Sonra kaşlarımı havaya kaldırdım. "Ve bir asker savaşırken her şeyi öğrenir. Senin askerin miydim? Öyleydim. Ama artık değilim. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Bence biliyorsun." Ben de onu küçümseyerek karşılık verdim. "Asıl sen kendini ne sanıyorsan, o değilsin. Çünkü en güçsüz olduğunu düşündüğün askerine en büyük zaaflarını gösterdin."
Gülümsedi ama bu her zamanki gülümsemesi değildi. Başını önüne eğdi ve iki yana salladı. "Bu sondu, bu son uyarımdı," dedi sonra başını kaldırıp bana baktı. "Sandığın kadar güçlü olmadığını gördüğünde ben de dahil yanında kimse olmayacak. Kendi acında boğulacaksın." Acımasız cümleleri vardı fakat bu sefer en ağır cümlelerini seçiyordu. "Çünkü sen iki taraf için de silahtan başka hiçbir şey olmayacaksın artık."
Bir an bile şüphe etmeden, "Yankı beni hiçbir zaman bir silah gibi kullanmaz," dedim. Öyle emindim ki kendimden, ona güvendiğim kadar kimseye güvenmiyordum. "Ama sen de artık beni kullanamazsın."
Ardından hiçbir cevap vermesini beklemeden mutfaktan çıktım. Hiçbir şey söylemedi, dönüp baktı mı onu bile bilmiyordum.
Düşünceler zihnimde dönüyordu, o kadar fazlaydı ki hangisine yetişmem gerektiğini bile bilmiyordum. Yankı, Koza'dan her şeyi öğrenmişti. Yankı bana neden sormamıştı? Ona anlatmak istediğimde beni ya susturmuştu ya da üzerini kapatmıştı. Neden dinlemek istediği Koza olmuştu? Bana inanmayacağı için miydi yoksa başka bir neden mi vardı?
Aralarında nasıl bir konuşma geçmişti? İkisinin ortak kararı benim bu evden gitmemdi, öyle mi? Yankı, Koza'ya, al onu, götür mü demişti? Bu cümleyi kurarken bile onu düşünemiyordum, hayal edemiyordum. Benim ait olduğum yerin, onun yanı olduğunu defalarca söylemişti. Her şeyi öğrendikten sonra mı değişmişti? Bunları göze almamış mıydı?
Kim olursan ol, dememiş miydi?
Bir şeyler olmalıydı, başka bir şeyler. Bir oyun demişti Koza. Neden ikisinin de şu an bana oyun oynadığını hatta Yankı’nın yalan söyleyemediği için Koza’yı konuşturduğunu düşünüyordum?
Yoksa bütün bunların dışında beni gerçekten istemiyor muydu? Bir veda bile etmek yerine, bütün gerçeklerimi öğrendikten sonra Koza’yı bana göndermişti, öyle mi?
Hiçbirinin cevabı yoktu ama bildiğim bir şey vardı: Artık kaçmayacaktım. Mezar bile kazsalar, o mezarın içine girerdim. Fakat artık mezar kazan kişi olmak istemiyordum. Geçmişti, bitmişti. Bir son varsa o sonu ben de yazabilirdim. Eğer bir savaş çıkacaksa, o savaşta arada kalmak yerine hangi taraf olursa olsun savaşacaktım. Ve Yankı biliyordu, ben onun için de, onunlayken de savaşırdım. Karşımdaki öz abim bile olsa.
İçimdeki o yaşlı kadının sesini duydum tekrar. Belki de o yaşlı kadın eski Helin'di. Emin misin, diye soruyordu bana üstün bir sesle. Onunla savaşmaz mısın? Sesinden gülümsediğini anlamıştım ama şu an bütün kalbimle onunla savaşmayacağımı biliyordum. Sonra eklemişti o kadın: Belki de ikisiyle de savaşacaksın ve tek kazanan sen olacaksın, bunu hiç düşündün mü? Gücünün farkına var.
O yaşlı kadın da bensem eğer, onunla da savaşabilirdim.
Hepsinin olduğu odaya girdiğimde gergin bir şekilde beklediklerini gördüm. Lâl ile Mutlu sandalyelerde oturuyorlardı, Işık Bartu'nun yanında koltuktaydı. Yankı ise ayakta, pencerenin kenarındaydı.
Direkt Işık ile göz göze geldik ve beni görür görmez ayağa kalkıp yanıma geldi, kolunu belime doladı. "İyi misin?" dedi. Bu sorusundan sonra, Yankı benim odaya girdiğimi fark etti ve sırtı dönük olsa bile omuzları havalandı.
"İyiyim," dedim ama titreyen sesimi engelleyemedim. Işık Sarca. Sokak Nöbetçileri'ne dahil olduğum zaman en sert yüzünü gösterse de şimdi gerçek bir kız kardeş gibiydi. Bana ne yaparsa yapsın, ondan hiçbir zaman nefret etmemiştim ve etmeyecektim. O eder miydi? Bütün bunların içinde unuttuğum bir detay vardı. Işık, onu vuranın Ekip olduğunu öğrendiğinde beni affedebilir miydi?
Gözlerim Mutlu'ya kaydı. Bakışlarında bana karşı hâlâ kırgınlık vardı fakat yanına bir de endişe yerleşmişti. Kaşlarını havaya kaldırdı, dudaklarını birbirine bastırdı. Işık affetse bile Mutlu affetmezdi, bunu çok iyi biliyordum. Işık'ın canı bir yandıysa, Mutlu'nun canı bin yanmıştı. Mutlu'nun en büyük zaafı Işık'tı. Ve biliyordum ki Mutlu, birçok şeyin farkındaydı. Gülümseyen yüzünün ve eğlenceli kişiliğinin altında yatan bir Yankı Sarca vardı. O Yankı Sarca, benim Yankı Sarca'mdan daha acımasızdı.
Bartu'yla göz göze geldik. Bir şeyler olduğunu anladı ve başını omzuna doğru yatırdı. Ona Ekip'in Işık'ı vurduğunu söylememiştim. Aslında bunu neden söylemediğimi bile bilmiyordum. Belki de içten içe korkmuştum, belki de kendimi hiçbir zaman sorumlu tutmadım. Ya da en büyük neden: Bartu'yu kaybedeceğimi hissetmemdi.
Şimdi baktığım zaman, o da affetmezdi beni. Bartu'nun da sınırları vardı elbette, bu sınırlarda kardeşlerinin canı ön plandaydı. Ve bu işin peşini bırakmadığını da biliyordum. Işık'ı vuranların peşindeydi, bir gün ben söylemeden ortaya çıksa bile o anlayacaktı, işte o zaman aramızdaki ilişkinin rengi karanlığa boyanacaktı. Lâl'in günlüğünü vermemi affetmişti çünkü ne Lâl'in canı yanmıştı ne de diğer kardeşlerinin. Ve biliyordum ki Bartu'nun canını yaksam beni affederdi ama diğerlerinin canını yaktığımda aramızdaki bu bağ kopardı.
Her şey, herkes bir yanaydı. Bartu'yu kaybedemezdim. Bartu'nun kollarındaki o güven duygusunu kaybedemezdim. Ne olursa olsun bana kollarını açacağına inandığım Bartu'yu kaybedemezdim çünkü o, bu hayatta bir an bile düşünmeden sarılabildiğim tek kişiydi. Bir gün ona sarılmak istersem ve o bana kollarını açmazsa bir daha kimseye sarılamazdım.
O an fark ettim. Hepsi beni kabul etmiş görünse de aslında ben hiçbir zaman o beş kişinin arasındaki altıncı kişi olmamıştım. Çünkü eğer olsaydım, beni bırakmayacaklarına yürekten inanırdım ama o inancı hissetmiyordum.
"Yankı," dedim kuru bir sesle, "konuşalım mı?"
Bu anı bekliyordu. Başını çevirdi, elindeki bira şişesinden son yudumlarını içti ve bana bakmadan, "Konuşalım," dedi, ardından şişeyi pencerenin kenarına bırakarak arkasını döndü. Hiç kimsenin yüzüne bakmadan yanımdan rüzgâr gibi geçti. Yutkundum, kokusunu hissettim ama daha kötüsü, Bartu'ya koşulsuz şartsız nasıl sarılabiliyorsam, Yankı duvarlarını ördüğü zaman ona sarılamamak da canımı öyle yakıyordu.
"Ben artık bu aksiyondan öldüreceğim kendimi," diye mırıldandı Mutlu. "Kendimi her an bir dram filminin içinde gibi hissediyorum. Normal tek bir günümüz bile yok amına koyayım, bu nedir ya?"
Koza'nın arkamdan odayı girdiğini hissettim. Sonra sesini duydum. "Değil mi?" dedi Mutlu'ya alayla. "Helin sizin yanınıza geldi geleli burnunuz boktan kurtulmadı." Ona bakmadım ama söylediği büyük ihtimalle onu keyiflendiriyordu, bunu biliyordum. Çünkü onun yarattığı bir cehennemdi, cehennemin ateşini harlayan ise bendim.
"Ne oldu bilmiyorum ama Yankı'yla halledersiniz siz," dedi büyük bir inançla Işık bana, Koza'yı duymazlıktan gelerek. "Ben senin yanındayım. Hey yavrum, bunun adı kadın dayanışması, ihtiyacın olduğu her an buradayım."
Yüzündeki o inanç, dudaklarındaki o tebessüm ve ne kadar acı çekerse çeksin, bunu kimseye göstermeme çabası… Neden yaptım bilmiyordum ama son kezmiş gibi onu omuzlarından tutup kendime çektim ve sıkıca sarıldım. Elleri havada kaldı, ne olduğunu anlayamadı sonra güldü ve o da bana sarıldı. "Işık," dedim kulağına doğru kısık bir sesle. "Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi? Ben bazen sevgimi gösteremem, doğrusu bir kardeşe sevgi nasıl gösterilir bilmiyorum ama seni çok seviyorum, sen benim kardeşimsin. Bunu bil, olur mu?"
Işık'ın eli saçlarıma doğru kaydı ve nazikçe okşadıktan sonra, "Ben de seni çok seviyorum," dedi bir an bile düşünmeden. "Ne olursa olsun seveceğim." Sonra benim ona sarıldığımdan daha sıkı sarıldı bana. "Ve her zaman yanında olacağım. Ne Koza'nın yanında ne de Yankı'nın yanında. En çok senin yanında duracağım." Yüzümü geriye doğru çektiğimde ellerini yüzüme yerleştirdi. Gözlerimin içine sanki her şeyi biliyormuş gibi baktı ama her şeyi bilemezdi, o kadar da değildi. "Anladın mı beni? Ben seni anlıyorum, kardeşim." Elini kalbimin üzerine koydu. "Ben senin kalbini hissediyorum."
Dolan gözlerimi kaçırıp başımı onu onaylayarak aşağı yukarı salladım. Geriye doğru çekildiğimde Bartu'yla göz göze geldik. Onu rahatlatmak istedim ama hiçbir şey yapamadım. Hiçbirinin yüzüne bakmadan odadan çıktığımda sırtımda Koza'nın gözlerini hissedebiliyordum. En son duyduğum Bartu'nun sesiydi. "Ona ne söyledin de canını böyle yaktın göt herif? Bir daha buna izin vermeyeceğim."
Koza ise bir şeyler söyledi fakat ne dediğini duyamadım. Büyük ihtimalle dalga geçmiş olmalıydı, başka bir açıklaması olamazdı.
Merdivenleri çıkarken titreyen dizlerimi de ellerimi de görmezlikten geldim. Aceleyle değil, yavaş yavaş o merdiveni tırmandım sonra koridorda aynı sakinlikle yürüyüp Yankı'nın odasının aralık kapısından içeriye girdim. Arkamdan kapıyı kapattım, üzerindeki kilidi çevirdim. Ben bunu yaptığımda sırtı bana dönük olan Yankı, omzunun üzerinden bana baktı. Umursamadan anahtarı sutyenimin içine koydum. Biliyordum ki ben istemediğim sürece bana dokunmazdı ve anahtarı alamazdı.
Gözleri kapıya döndü sonra yeniden bana baktı. "Neden kilitledin kapıyı?" diye sordu. Sesinde hem alkolün hem de yorgunluğun verdiği bir umursamazlık vardı. Sarhoştu. Gerçekten sarhoştu ve aklı başında mıydı, onu bile bilmiyordum.
"Çünkü kaçacak yerin kalmasın istiyorum." Bakışlarım önünde durduğu pencereye kaydı, "Eğer pencereden atlamayı düşünmezsen." Vücudunu tamamen bana çevirdi, kalçasını pencerenin kenarına, sırtını da cama yasladı. Gitgide hava kararıyordu ve sokak lambasının ışığı yanmıştı. Birbirimize bakarken ona doğru yürüdüm. "Çünkü kaçacak yerin olduğu zaman benden başka herkesi dinliyorsun. Şimdi beni dinleme sırası."
Yutkundu. Gözlerimin içine bakıyordu ama bakarken sanki gerçekten görmek istemiyor gibiydi. Benim önüme duvar örerken sanki kendi önüne de duvar örmüştü. "Bana hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin." Sesindeki o umursamazlığın nedeni, bunu bana yansıtmak için çaba sarf etmesi miydi? Onu koca bir hafta boyunca görmemiştim ve özlemden ölecek gibiydim ama onun tek söylediği bu muydu?
"Neden?" diye sordum ona doğru biraz daha yaklaşarak. Aramızda iki adımlık bir mesafe kaldı. "Tek düşmanın Koza'yla benim hakkımda konuşmak daha mı keyifli? Yoksa o benden daha mı dürüst? Pardon," dedim gözlerimi kısarak, "belki de bana ne kadar güvenmiyorsan, ona o kadar güveniyorsundur."
Nefes aldı ve yavaşça verdi, göğüs kafesi kalkıp inerken boğazından tuhaf bir ses çıktı. Öfke değildi ama artık Yankı'nın da yolun sonuna geldiğini hissediyordum. "Hangi neden olursa olsun, yine sadece beni suçluyorsun," dedi, ardından omzunu kaldırıp indirdi. "Öyle olsun, suçlu ben olayım."
"Evet, seni suçluyorum," diye yanıtladım onu. Bir adım daha attım ve aramızdaki mesafeyi azalttım. "Çünkü sen korkak ve ufacık bile cesareti olmayan bir adamsın." Yankı bunu beklemediği için bakışlarındaki ifade değişti. Fazlasıyla sakindim, sesim titriyordu ama sakindim. Bu şaşırtıcıydı. "Hayır, şu an öfkeden dolayı böyle konuşmuyorum," diye açıkladım ona. "Hayır, kızgınlık da değil bu. Hayır, sonrasında da pişman olmayacağım bunun için. Bir kez daha söylerim, bin kez daha. Sen korkak ve cesareti olmayan bir adamsın."
Hafif bir tebessüm oluştu yüzünde. "Senin için cesaret ve korkaklık nedir Helin?" diye sordu.
Biraz daha yaklaştım, aramızdaki mesafe azaldıkça kasıldığını hissettim ama umursamadım. Tam gözlerinin içine bakarak, "Cesur değilsin çünkü beni bu evden göndermek için tek düşmanın Koza'yı benim ayaklarıma gönderiyorsun, sen bana ‘Git’ diyemeyecek kadar cesaretini kaybetmişsin," dedim tane tane. "Korkaksın çünkü karşıma geçip bana kim olduğumu, neler yaptığımı soramıyorsun. Yine gidiyorsun, tek düşmanın Koza'dan bunları öğreniyorsun. Sana anlatmaya çalıştığımda beni susturan sendin, ben senden daha cesurdum çünkü. Karşındayım, azıcık cesaretin varsa ve korkmuyorsan sorsana bana da kim olduğumu?"
Elleriyle oynuyordu. Tırnaklarının kenarının kan topladığını gördüm, bir hafta önce onun elinde bıraktığım izler geçmeye başlamıştı ama şimdi onları aşındırıyordu. Tek bir cümle kurdu: "Düşüncelerini değiştirmeye çalışmayacağım, istediğini düşün."
"Aslında amacım düşüncelerimi değiştirmen değil," diyerek yalan söyledim. Ona onlarca yalan söylemiştim, bir yalan daha söyleyebilirdim. "İstediğim korkak davranmaman. Benden kim olduğumu dinlemek istemiyor musun?"
Bir an bile düşünmedi. "İstemiyorum," dedi çenesi kasılırken. "Çünkü kim olduğunu biliyorum."
"O halde istediğim bir kez olsun cesur olman," dedim bu kez de. "Gitmemi istiyor musun, Yankı? Tek bir cevap. Gerçekten Koza’yla ortak bir şekilde bu evden gitmem için karar mı verdiniz? Sanki benim ne düşündüğümün hiçbir önemi yokmuş gibi. Gerçekten bir askermişim gibi. Öylesine biriymişim gibi. Bu hikâyenin sadecesi Helin. Öyle değil mi? Cevap ver, bunu yaptın mı?"
Parmakları kabuk bağlamış yaraları daha fazla aşındırırdı. Sessizliğini korudu, hiçbir cevap vermedi ve bunların hepsini onayladığını gösterdi.
"Bana cevap ver," dedim dişlerimi sıkarak. "Gitmemi istiyor musun Yankı?" Susmaya devam etti, kabuk bağlayan yaralarının olduğu yer kanadı ama ağzını bıçak açmadı. "Seni korkutan asıl şey ne? Bana sen git dersen öleceğimi mi sanıyorsun? Yapamayacağımı mı düşünüyorsun?" Ağız ucuyla gülümsedim, "Eskiden olsa belki bunları ben de düşünürdüm ama artık değil. Bana çok şey kattınız, hepiniz. Önceden siz olmadan yaşamak beni öldürebilirdi ama siz bana yaşamak için savaşabileceğimi öğrettiniz. Öyle kolay pes etmem. Bulurum bir yolunu, yaşarım. İçimde beş kişi var. O beş kişiden de öğrendiğim çok şey var. Biri ölse diğeri yaşar. Beni düşünme, ne istiyorsan söyle." Sessizliğe devam etti. Ona yaklaşıp yüksek bir sesle, “Cevap ver korkak herif!” diye bağırdım. “Git de bana! Sığınma başkalarının cümlelerinin arkasına. Yüzüme bak ve bunu söyle!”
Sessizlik devam etti. Öfke ve acı iç içe geçmişti ama en çok hissettiğim gururumdu. Artık o gururum, karşımda dimdik durmuş bana kendini kanıtlıyordu.
"Bu evden gidersen ölmeyeceğini biliyorum," dedi başını kaldırıp gözlerimin içine bakarak.
"O halde?" diyerek üzerine gittim. "Söylesene. Gitmemi istiyor musun? Tek bir kelime."
"Konuşmak istemiyorum," dedi. Kapı kilitliydi ama o yine kaçmak istedi. "Sonra konuşalım mı? Başım çok ağrıyor ve..." Aramızdaki o aşılamayacakmış gibi görünen mesafeyi de kapattım ve ona doğru yaklaştım, cümlesi yarıda kesildi. "Yapma işte," dedi sesinde anlayamadığım bir duyguyla. "Yapma bunu. Yapma ulan bana bunu, yapma. Ne duyduysan o, ne anlattıysa o. Ne olması gerekiyorsa o."
Pencerenin kenarına oturduğu için yüzüyle yüzüm aynı hizadaydı, söylediklerini duymazlıktan geldim. "Git, de. Bunu söyle, çekip gideyim bu evden." Sesim daha fazla titredi ve gözlerimin dolduğunu hissettim ama aldırış etmeden devam ettim. "Gidemem sanıyorsan, yanılıyorsun. Giderim. Bu zamana kadar yalnızlıkla ve kimsesizlikle baş etmiş bir kadınım, yine yaparım. Üzülürüm, yıkılırım ama hallederim. Hep hallettim." Yalandı, parçalanırdım ama giderdim de. Belki de nadiren cesur olduğum zamanlardan biriydi yine. "Fakat gittiğim yer Koza'nın yanı olmaz, belki bana inanırsın diye söylüyorum." Bakışlarındaki ifade değişti yine. "Tek başıma giderim, tek başıma yaşarım. Bir daha ne adımı duyarsın ne beni görürsün. Ne Koza adımı duyar ne de beni görür."
Kuruyan dudaklarını ıslattı ve nefesini verdi. "Bu zamana kadar yalnızlıkla ve kimsesizlikle baş etmiş bir kadın olduğunu da biliyorum," dedi beni onaylayarak. "Ve ölmeyeceğini de biliyorum. Hatta halledebileceğinden de eminim." Sonra sustu, yine sustu. Ama sarhoştu. Turkuaz gözleri baygın bakıyordu, artık karşımda daha fazla iradeli duramıyordu.
"Konuş Yankı," dedim ardından, çekinsem de elim çenesini sertçe kavradı ve yüzüne dokunduğum anda ona olan özlemim daha ağır bastı. "Artık kaçma." Uzayan sakalları avcuma battı, bu hissi özlemiştim en çok da. Yüzündeki yara izleri çok kötü görünüyordu. “Şu an kapının önündeyim, elim kapının kolunda. Tek bir kelimeni bekliyorum o kapının önünden ayrılıp sana sarılmak ya da o kapıyı açıp gitmek için. Bunu senden duymak istiyorum.”
"Kaçmak zorundayım," dedi dişlerini sıkarak. Kabuğunu soyduğu yarasını daha fazla aşındırdı. "Çünkü ne var, biliyor musun? Sen benim karşımda durduğunda ve bana böyle baktığında asıl ben baş edebilecekmiş gibi hissetmiyorum. Asıl ben halledebilecekmiş gibi hissetmiyorum." Çenesi kasıldı, eli bileğimi kavradı, parmaklarındaki kan bileğime bulaştı. "Sana bakıyorum," diye mırıldandı boğuk bir sesle. "Ve ölecekmişim gibi hissediyorum. Bunu ne zaman başardın bilmiyorum. Belki de seni o metroda ilk gördüğüm anda, belki de sana o rubik küpü verdiğimde. Belki de o kırmızı ışıklı odaya ilk girdiğinde ve seni bulduğumda." Sonra bir kez daha nefesini verdi. "Öyle bir his ki, kalbim tamamen sen. Kalbim aslında sen. Kalbim sadece sana bakarken var. Öyle bir his ki, aşamıyorum. Aklımı durduruyorsun ulan aklımı. Kalbimi bana sadece sen hatırlatıyorsun."
"Belki de çok daha öncesi," diyerek nefesimi verdiğimde parmakları kasıldı. "Ama bunlar seni mutlu etmiyor değil mi?" diye sordum. "Çünkü bu Yankı Sarca aklını dinleyemiyor. Çünkü bana güvenmiyorsun." Parmakları bileğimden uzaklaştı, başını önüne doğru eğdi. "Ama ne olursa olsun Yankı, gitmemi istedin değil mi?"
O kapının önünde ikimiz de duruyorduk ve sanki o da ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Bir karar aşaması, belki cesaret, belki korkusuzluk ve belki de bir oyun.
"Bu eve girerken bir amacın vardı. Koza'nın bir amacı vardı. Ama öğrendim." Yüzüme bakmıyordu. "Korkak değilim," diyerek başını iki yana salladı. "Senin kim olduğunu bile bile korkusuzca sana kollarını açan bendim. Emindim ihanetinden, yine de daha fazlası için şans verdim. Aklımı kapatan bendim. Seni isteyen bendim." Başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. "Seni öyle çok istedim ki hayatımda, bana bazen aklımı kaybettiren buydu. Çünkü ben daha önce kimseyi bu kadar çok istemedim. Cesurum, Helin. Senin yanında, senin kollarında uyudum. Sana kendimi anlatmadım ama acılarımı gösterdiğim oldu." Doğruldu, elini göğüs kafesime yerleştirdi. "Sonra başımı yasladım buraya, bir yuvanın sıcaklığını aldım. Seni yuvam yaptım. Ben hayatımda hiç bu kadar korkusuz olmamıştım."
"Bana hiç sormadın," diye fısıldadım. "Kim olduğumu."
"Çünkü yalanlarına inanmak istedim, bu da büyük bir cesaretti," dedi başını sallayarak. "Çünkü sen bir ajandın," dedi ve ikinci defa onun sesinden kendimi duydum, kim olduğumu duydum. "Ve ben o ajana bir gün beni bıçaklayacağını bile bile sarıldım. Çünkü ben o ajanla en huzurlu uykumu uyudum. Ben o ajan için bile bile aklımı kaybettim, bundan daha büyük bir cesaret duydun mu sen? Ben hem aklımı kaybettim sana karşı hem kendimi kaybettim."
"Ama ben değiştim," dedim başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarak.
"Ama ben sana hiçbir zaman güvenmedim," dedi net bir sesle. "Ve hâlâ güvenmiyorum. Ve belki de sana hiç güvenmeyeceğim. Ama sikeyim, güvenmeden de yine sana sarılırım, yine elini tutarım, yine önüne geçerim, yine senin için her şeyi yaparım. Bu en kötüsü, bu en kötüsü Helin." Kendisine öfkesiydi biliyordum ama ilk defa böyle açıktı. "Hatta şimdi bu kapıdan çıksam bunları söylediğim için kendime de kızacağım ama bu kadarım işte. Kabullendim, ben bu kadarım ulan."
"Yankı," diye fısıldadım gözlerinin içine bakarak. Biliyordum, sarhoş olmasa bunları bile söylemezdi ama belki de artık son noktadaydı. Çünkü ilk defa böyle açıktı.
"Bak işte," dedi, "sesin titriyor." Sonra elimi tuttu. "Ellerin titriyor. Dizlerin titriyor. Bu bile beni mahvediyor."
"Yankı," dedim bir kez daha ve gözümden bir damla yaş aktı.
"Ne korkaklık ne de cesur olmamam bunların nedeni," diye mırıldandı ve ilk defa onun da sesinin titrediğini fark ettim. "Bunun nedeni senin karşındaki güçsüzlüğüm." Başını iki yana salladı, kabullendi, kabullenirken dişlerini sıktı. "Bunu da kabullendim," dedi.
"Bana gücünü de göstersen, güçsüzlüğünü de göstersen hep yanında olacağım ben."
Gözlerine korku oturdu. "Beni sadece sen yıkabilirsin, senden başka kimse beni yıkamaz." Sonra ellerini yüzüme yerleştirdi, turkuaz gözleri beni tepetaklak etti. "Ve bunu yapmayacağına güvenmiyorum, ne dersen de."
Gözlerinin derinliklerinde sanki başka bir şeyler vardı ama bu belki de benim aklımın oyunuydu.
Asıl sona yaklaşıyorduk, olması gerekene ve en başından beri düşündüğüm filmin o en kötü sahnesine.
Bahsettiği o adamı izledim, o adamın bıraktığı izleri takip ettim ve aslında ne demek istediğini anladım. Onun elinden en büyük silahını almıştım. Aklını. Ve ben, Koza'nın bir askeriydim belki de onun için. Bana güvenmiyordu ve birine güvenmiyorken de onun için her şeyi yapmak ne demek, bunu bilemezdim. Bunun tarifi olamazdı.
"Sana bunu hiçbir zaman yapmam," dedim ama bana inanmazdı, biliyordum.
"Bir gün beni yıkabilecek tek kişi sen olacaksın," dedi kendinden emin bir sesle. "Ve bunu yapmak isteyeceksin."
"Bu hiçbir zaman olmayacak," dediğimde gözümden başka bir yaş daha aktı. "Ben sana zarar veremem."
Beni dinlemedi. "Ve ben o zaman da aklımı dinleyemiyor olursam karşında, dizlerimin üzerine çökeceğim yine. Sen beni yıktığın halde yine de senin için… Hep göz yumduğum gibi, kulaklarımı kapattığım gibi o zaman da bunu yapacağım." Ardından bir anda beni omuzlarımdan tutup kendine çekti ve dudaklarını alnıma yasladı, uzun uzun öptü. "Kaybetmekse sadece sana kaybetmek, Helin," dedi nefesi saçlarımdan dökülürken. Kolları beni sıkıca sardı, çenesini başıma yasladı. "Güçsüzlükse sadece sana güçsüzlük."
Düşünmeden ben de kollarımı onun beline doladım ve başımı göğüs kafesine yaslayıp iç çektim, kokusunu soludum ve gözlerimi kapattım. "Tam tersi olacak belki de," dedim yaslandığım yerde. "Sen aklını dinlemeye çoktan başladın ve aklını dinlediğinde bu Helin'i istemediğini fark ettin. Belki de bu cümleler sadece alışkanlıktan."
Söylediğimi ne onayladı ne reddetti. Bu bir veda sarılması mıydı? Belki de son kez yüzleşmemizdi.
Başımı yasladığım yerden yavaşça kaldırdım ve alttan onun yüzüne baktım. "Gitmemi istemenin nedeni bu mu?" diye sordum. "Sana zarar verecek olmam mı?" Bana bakmadı, gözleri yataktaydı ve parmakları saçlarımı kavrayıp gevşetiyordu. "Eğer bu ise sana zarar vermem, Yankı. Yemin ederim vermem."
Bir süre sessizlik oldu. O sessizlikte böyle sarılan, böyle öpen, böyle tutsak birisi nasıl olurdu da güvenmeden bunları yapar diye düşünmeden edemedim.
Boşlukta olan gözleri bana kaydı. Nasıl bakıyorsam dudaklarını birbirine bastırdı sonra bütün sıcaklığını benden uzaklaştırarak geriye çekildi. "Konu bana zarar vermen değil. Konu diğerleri. Bu olanlardan sonra seni kabullenecekler mi sanıyorsun? Lâl'in günlüğünü," duraksadı, öfkelenmesini bekledim çünkü konu Lâl'di ama öfke yerine gözlerine hayal kırıklığı uğradı, "bu yüzden Lâl de Bartu da seni affeder mi sanıyorsun?"
Bartu çoktan affetmişti, Lâl zaten biliyordu. Ve o Lâl'in bunu bildiğini bile bilmiyordu. "Bartu biliyor," dedim kuru bir sesle. Şaşırmasını bekledim ama sadece kaşlarını kaldırdı. "Yani Lâl'in günlüğünü onlara verdiğimi..."
Susturdu, duymak istemedi. "Mutlu ne olursa olsun seni affetmez, Işık..." Elini saçlarına geçirdi ve arkasını dönüp cebinden sigarasını çıkardı, ucunu yaktıktan sonra büyük bir nefes çekti. "Sen sadece benim aklımı durdurdun, onların değil. Sana bir şeyler öğrettiklerini düşündüğün o dört kişiyle karşı karşıya kalmanı istemiyorum." Ardından yine bana baktı. "Keşke benim günlüğümü verseydin, keşke vurulan ben olsaydım."
"Işık'ın vurulmasını istemedim," dedim ürkek bir sesle.
"Biliyorum," dedi, sesinde ne kızgınlık vardı ne de kırgınlık. Sadece üzgündü. "Ama her şeyin sonu sana bağlanıyor. Onlar benim olmadığım bir gün bunu öğrendiğinde bu evde olursan, hem kalbin kırılacak hem sen parçalanacaksın. Hem de onlar paramparça olacak."
Kalbim kırıldı. Ama ona değildi, yaptıklarımaydı. Yaptıklarımın sonuçlarınaydı, olduğum kişiyeydi. Ve en çok da nefreti hissetmiştim. "Ama Yankı," dedim omzumu indirip kaldırarak. "Onlar beni kardeşleri olarak, onlardan birisi olarak görüyorlar. Birbirlerine arkalarını dönmezlerken bana nasıl arkalarını dönsünler ki?" Yankı hiçbir şey söylemedi ama içinin acıdığını hissettim; bana mıydı yoksa beni öyle görmediklerine miydi? "Değil mi?" diye sordum. "Hepsi için Sokak Nöbetçisi oldum, altıncısın dediler bana."
"Hiçbir zaman Sokak Nöbetçisi olmadın." Acımasızdı ama beni böyle gördüğünü çok iyi biliyordum. "Ve hiçbir ilişki sırlarla devam etmez. Onlar senin kim olduğunu bilmiyor," ardından hızlı bir şekilde de devam etti, "bilmek zorunda da değiller. Bunu onlara söylemem. Onların karşısında hiçbir zaman durmadım, hiçbir zaman böyle büyük bir sırrı onlardan saklamadım ama senin için saklarım fakat sadece bu kadar. Bilmen gerekiyor, Helin. Kimse kardeşine yalan söylemez. Sen onlara da yalanlar söyledin. Seni öğrendiklerinde kalbini kırarlar, sen onları kaybedersin, onlar seni kaybeder. Bunların olmasını istemiyorum çünkü Koza'nın asıl planı ne, bilmiyorum. Senin bu evde kalman, farkında olduğun ya da olmadığın bir durumda da onlara zarar."
Planlar, olmuşlar ve sonrası… Kalbimi kıran tek bir şey vardı.
"Onlara da zarar vermem," dedim acıyla. "Onları çok seviyorum."
"Sen zarar vermeyebilirsin," dedi kaşlarını çatarak. "Ama Koza verir. Bunu daha önce de yaptı." Söylediklerine inanıyor muydu yoksa başka bir şeyler mi vardı?
"Koza benimle savaşırken benden başka kimseye zarar vermez demiştin bir keresinde," diyerek başımı iki yana salladım. "Onun savaşı seninle."
"Benimle savaşırken sadece bana zarar verir," dedi sonra gözlerine öfke oturdu. Öylesine ezberden konuşuyordu ki Koza’yla arasındaki bu savaş kumkumasında tam da Koza’nın dediği gibi ben mahvolacakmışım gibi hissettim. "Bizim savaşımız bana değil, bir başkasına zarar verdiğinde başladı zaten. Şu anda her şeyi yapabilir, bunun için ilk adımını da atmıştı hatırlarsan."
"Onun ne olursa olsun seni sevdiğini düşünüyorum," dedim neden Koza'yı savunduğumu bilmeden. "Bana bir hafta önce seni savundu."
"Bu Koza'yla benim aramda," diyerek sert çıktı bana. "Belki de savunduğunu düşünmeni istiyordur çünkü onun eline istediğini veriyorsundur?" Güldü. "Onu benden iyi kimse tanıyamaz, bu zamana kadar seni kandırmasına izin verdiysen de bu saatten sonra dikkatli ol." Sonra hangi düşünce onu rahatsız etti bilmiyordum ama gözlerindeki öfkeyle bana baktı, Koza'nın kurduğu cümlenin bir benzerini önüme sundu: "Bu savaşta en çok senin canının yanmasını istemiyorsan, iki tarafta da durma." Tek fark, Koza onun tarafında durmamı istiyordu, Yankı bunu da istemiyordu.
Düşündüğümden daha yüksek bir sesle "Bana ne yapacağımı söylemekten vazgeçin," dedim çenemi kaldırarak. "Ayrıca haklısın, ortada bir yalan ve sırlar varken hiçbir ilişki devam etmez." Geriye doğru bir adım attım. "Ama ben en zor kısmı atlattım, o sendin. Onların karşısında dikilip kim olduğumu söyleyecek kadar cesaretim var. Artık kaçmayacağım, Yankı. Ne olacaksa olsun," geriye doğru bir adım daha attım, "duydun mu? Ne olacaksa olsun artık. Kardeşlikse kardeşlik, düşmanlıksa düşmanlık."
Sonra arkamı dönüp kapıya yürüdüm ve sutyenimin içinden anahtarı çıkardım ama Yankı bir anda kolumu tutup beni çekiştirdi. "Sakın," dedi baskın bir sesle. "Sakın bunu yapayım deme. Onları tanıyorum. Onları biliyorum. Ne kendine ne onlara bunu yapma."
"Kaçmayacağım," dedim kolumu ondan kurtarmaya çalışarak ama izin vermedi. "Gerekirse hepsi üzerime gelsin, kaçmayacağım."
"Hayır." Kolumu daha sıkı tuttu hatta ilk defa canımı bilmeden yaktı. "Beni bir tercih yapmak zorunda bırakma, beni bunun içine sokma. Onlar hiçbir şey bilmeyecek."
"Tercih mi?" diye sordum. "Sen Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca'sın, ben sadece Helin'im. Onlarla büyüdün, onlarla yaşadın, onlar için kendini feda ettin, onlar için her şeyi yaptın çünkü onlar da Sokak Nöbetçisi." Kolumu tutan elini itekledim. "Beni tercih etmeyeceksin, bunu ben de istemem çünkü bu benim yalanım, benim ihanetim. Yüzleşecek olan da benim."
Anahtarı kilide soktuğumda kollarımı tuttu ama onu geriye doğru itekledim ve anahtarı çevirdim. Öfkeyle, "Bunu yapman her şeyi mahveder," dedi. "Bunu yapman, Koza karşısında bir duvarımın yıkılmasına sebep olur, Helin," dediğinde çoktan kapıyı açmış koridordaydım. "Helin," dedi yeniden ve beni tutup kendine çevirdi. "Bunu yapma." Gözlerimin içine baktı, aşağıdan sesleri geliyordu. Büyük ihtimalle Koza'yla Mutlu savaş içerisindeydi. "Koza'nın önünde, kardeşlerimin karşısında durup seni koruyamam. Bunu yapma. Şu an değil." Sesi yalvarır gibi çıkmaya başlamıştı. "Lütfen," dedi kelimenin üzerine basarak. "Bunu yapma, hazır değilsin."
"En kötü ne olabilir Yankı?" dedim ondan kolumu bir kez daha kurtararak. "En kötüsünü yaşamadık mı zaten? Benim göğsüme bir silah dayanmıştı, silahı ben tutuyordum ve hepiniz karşımdaydınız. O gün bir tercih hakkın vardı, tercihin işkence çekmemdi. Tercihleri ölümümdü. Bana bundan daha kötü ne yapabilirsiniz? Bana zaten en kötüsünü yaptınız. Sen işkenceme göz yumdun, diğerleri ölümüme. Bunun daha kötüsü yok, beni duydun mu?"
O günü hatırlatmak bile Yankı'nın omuzlarının düşmesine ve gözlerinin içine büyük bir acının oturmasına neden olmuştu. Bir gün onun karşısına geçip bunları söyleyeceğimi biliyordum ama bu şekilde olmamalıydı çünkü bu söylediğim Yankı'yı durdurmuştu.
Arkamı döndüm ve yürüyerek merdivenlere doğru ilerledim. Peşimden geldiğini adım seslerinden anladım ama arkamı dönüp bakmadan merdivenleri inmeye başladım. Sonra Yankı son basamaktayken kolumu tuttu ve kısık bir sesle, "Yapma," dedi. Bakışlarımız son kez kesişti. "Dağılırsa bir daha toplayamam, duydun mu? Yapma."
Ama ben kararımı çoktan vermiştim. Sakin bir şekilde son basamaktan indim ve kolumu bir kez daha ondan kurtardım. "Birkaç dakika sonra onların karşısına geçip kim olduğumu anlatacağım Yankı Sarca," dedim acılı bir tebessümle. "Ve ilk defa benden dinleyeceksin. Belki benden dinlemek kalbini durdurur, aklını çalıştırmana yardımcı olur. Çünkü biraz da senin de yüzleşmeni istiyorum. Sesimden Lâl'in günlüğünü nasıl verdiğimi duymak istemez misin? Çok değer verdiğin Lâl'in." Yutkundu. "Ve Işık'ı vuranın aslında benim kuklası olduğum Ekip olduğunu. Sorumlunun ben olduğumu." Yankı gözlerini kapattı ve dişlerini sıktı. "Birkaç dakika içinde gerçek Helin'i görmek belki senin de bütün düşüncelerini değiştirecek ama iyi dinle, artık kaçmayacağım!"
Sonra hiçbir cevap vermesini bile beklemeden birkaç adımla odadan içeriye girdim ve onları gördüm. Hemen arkamdan Yankı da odaya girdi.
Mutlu, Koza'yla Işık'ın ortasına oturmuş, bacaklarını açarak ikisinin birbiriyle temas etmesini engelliyordu. Bartu karşılarındaki koltuktaydı. Lâl ise hâlâ sandalyedeydi fakat önündeki bir kâğıdı okuyordu. Biz içeriye girdiğimizde başını kaldırıp ilk bakan Lâl oldu onun arkasından Bartu da bizi gördü.
Sonra Mutlu Yankı'ya bakarak, "Ya ben bu kelebeğin kanatlarını koparacağım," dedi öfkeyle. "Ya da bu Kelebek kardeşimi kozasına alacak. Bakalım kim kazanacak?"
"Sence," dedi Koza, eğlenceli bir sesle. "O benim kozama çoktan girmiş durumda, değil mi Nil'in ikizi?"
"Nil'in ikizi ne lan?" Sonra bana baktı. "Bu Kelebek bana Nil'in ikizi deyip duruyor."
"Çünkü bununla sınırlısın," diyen Koza keyifli bakışlarını bana çevirdi. "Buradaki herkes Nil'in bir şeyi, bir Helin, sadece Helin. Diğerleriniz Nil'den ibaretsiniz." Sonra Bartu'ya baktı. "Alınma koca adam, seni arada bireysel olarak seviyorum. Ama arada."
"Koza sadece soruyorum," dedi Bartu gözlerini devirerek. "Her zaman şerefsiz misin yoksa hobi olarak mı böylesin?"
"Dünyaya şerefsiz olmak için geldim." Koza geniş bir şekilde sırıttı, "Hobilerim daha farklıdır." Sonra göz ucuyla Işık'a baktı. "Bu da Nil ile beni ilgilendirir." Sonra gözünü kırptı.
Işık utançla güldüğünde Mutlu, "Seni bir öperim, bir daha kardeşimi öpmek bile istemezsin, götteki kelebek," diyen Mutlu Koza'yı itekledi. Koza ise keyifle gülmeye devam etti.
Yankı neden böyle düşünüyordu? Koza'nın eline koz filan verileceği yoktu çünkü kendisi farkında olmasa da o da benim gibi Sokak Nöbetçileri'nin büyüsü altında kalmıştı. Benden daha dirayetli olabilirdi ama onlara zarar veremezdi.
Düşünürsem belki kaybederdim, düşünürsem belki korkardım. Bu yüzden, "Sizinle bir şey konuşmak istiyorum," dedim hepsinin yüzüne bakarak. "Benim için de sizin için de oldukça önemli bir konu. Beni cankulağıyla dinlemenizi istiyorum çünkü artık kaçmaktan yoruldum. Masaya geçelim."
Koza'nın bakışlarındaki ifade değiştiğinde direkt olarak Yankı'ya odaklandı, Yankı ise gidip sandalyeye oturan ilk kişi oldu. Gerginlikle ellerini dizlerine yerleştirdi. Bu durum Sokak Nöbetçileri'nin de gözünden kaçmadı.
Herkes kalkıp sandalyedeki yerini aldığında olarak ben de masadaki yerimi aldım ve sadece Koza koltukta kaldı.
"Evleniyor musunuz?" diye sordu Işık yarı alaylı, yarı ciddi. Aslında büyük bir cehennemin yaklaştığının farkındaydı. Ona bakıp ağız ucuyla gülümsedim, Işık benden daha gergin olan Yankı'ya döndü. "Gerçi evlenme teklifini sen etmişsin de Yankı bunun gerginliğinde gibi görünüyor."
"Bence," dedi Mutlu tamamen alayla, "Helin hamile. Yankı da çocuğu öğrendi." Sonra sırıttı. Mutlu'nun ifadesinden hiçbir şey anlayamıyordum ama beni yine güldürmeyi başardı, o an bile. "Bölemediğim bir zaman dilimi olmuş demek ki."
"Abartma," dedi Koza.
"Sana ne lan Kelebek?" Mutlu Koza'nın tepkisini anlamsız buldu.
Bartu, "Susun da kız konuşsun," derken kollarını önünde bağladı. Olası herhangi bir durum için kendini hazırladığını anlamıştım. Eskiden bana zarar vermek için karşımda duran Bartu, şimdi ben kendime zarar veririm diye duruyordu.
Yankı, yine elinin tersiyle oynamaya başladığında daha ne kadar kanatabilirdi bilmiyordum. Asıl korktuğu neydi?
Hazırdım. Hazır değilsin, demişti ama hazırdım.
En zor ama en basit cümleyle başladım söze. Tek bir cümle. Yankı’ya söylemiştim, hepsinin yüzüne bakıp söylemek mi zor olacaktı?
Yankı’nın cesaretsizliği bana cesaret vermişti.
"Sizin aranıza Koza tarafından ajan olarak gönderildim." Sonra hiçbirinden kaçmadan tek tek gözlerinin içine baktım. Bartu elbette ki biliyordu ama bu konunun neden açıldığına anlam vermek istiyor gibiydi. Lâl'in gözlerindeki ifade de zerre değişmedi. Işık’ın da öyle. Sanki bunun onlar için hiçbir önemi yokmuş gibi baktılar. En azından Işık öyleydi, Lâl ne düşünüyordu, bilmiyordum.
Mutlu ise kaşlarını kaldırdı ama bu bir şaşkınlık belirtisi değildi. "Bunu biliyoruz," derken başını sallıyordu. "Bunu o masada oturduktan sonra tahmin etmek zor değil."
"Hiçbiriniz bana gelip sormadınız," diye mırıldandım.
"Çünkü senin önceden kim olduğunla ilgilenmedik hiç." Konuşan Işık'tı, "Bizden sonrasıyla ilgilendik. Koza'nın seni aramıza ajan olarak göndermesi, seni sevmediğimiz anlamına gelmiyor."
"Öyle," diye katıldı Mutlu. "Çünkü bize hiçbir kötülüğün dokunmadı. Aksine, iyiliğini gördük."
Bartu'yla Yankı birbirlerine baktılar. Bartu bana bakıp bir kez "hayır" anlamında başını salladı. O da bunu yapmamı istemedi.
"Ekip beni sizin ailenize Koza'yı bulmak için ve sizi dağıtmak için gönderdi," dediğimde gözlerim Koza'ya döndü. "Bu emri de Koza verdi." Onu da ipe asıyordum ama çoktan kendi itiraflarını yapmıştı, kimse ona şaşırmazdı. "Ben buraya geldiğimde Koza hapishanedeydi, ben Ekip'le işleri yürütüyordum."
"İşleri yürütüyordum derken?" Mutlu'nun kaşları hafifçe çatıldı. "Hangi işlerden söz ediyorsun?"
"Başlarda beni hiç kabullenmediniz," diye açıklama yapmaya başladığımda aslında ihanetimde bile onları suçlu bulduğumu yeni fark ediyordum. "Elbette beni hemen kabul etmenizi bekleyemezdim." Yankı'nın nefesini verdiğini işittim ama ona bakmadım. Hemen yanımda oturuyordu. "Hatta bu aileye girdiğimde bana ölme ihtimalimin olduğunu bile söylediler." Sonra bakışlarım bizzat Bartu'ya döndü. Ardından hepsine. "Ama bana sizin yüzünüzden kendimi öldürmek isteyeceğim söylenmemişti."
Bartu kasıldı, Işık ve Mutlu birbirlerine baktılar. Lâl'in başını önüne doğru eğdiğini gördüm. Koza dışında hepsi gözlerini kaçırdı, Koza karşısında kendi yarattığı bir canavar varmış gibi gururla beni izledi. Aklından ne geçti bilmiyordum ama Yankı'ya gözleri takıldığında üstünlüğünü hissettim.
"Her zaman intiharı düşünen birisi oldum," dedim başımı sallayarak. "Ama o gün, sizin yüzünüzden intiharın eşiğine geldiğimi hatta intihar ettiğimi ömrüm boyunca unutmayacağım." Sonra Bartu'nun gözlerinin içine baktım, gözlerinde keder vardı; normalde üzülmem gerekirdi, sözlerimi törpülemem gerekirdi ama yapmadım. "O gün en başı sen çekiyordun," dedim acımasız bir sesle. "Bana hiçbiriniz inanmadınız ama en çok da sen beni o adamın ellerine bırakmak istedin. Senin için bu ailenin en merhametlisi olduğunu söylüyordu Önder, o gün hayatının en merhametsiz günüydü ve bana bu yüzünü gösterdin."
"Sen unutmayacaksın, ben de kendimi affetmeyeceğim," dedi Bartu kederle. "Ama o gün, o adamla çalıştığını düşünüyordum."
"Çalışmadığımı söylemiştim," diyerek gözlerimi açtım.
"Sana inanmamak aptallıktı," dedi karşılık olarak. "Ve ben kalın kafalı herifin tekiyim. Seni o gün o adamla yalnız bırakacaktık ama elbette ki gitmeyecektik. Hapishanenin her yerinde kameralar var. Sadece seni izleyecektik."
"Nasıl?" dedi Koza ayağa kalkıp masanın yanına gelerek. "Beni izlediniz mi hep?"
"Bilmiyormuş gibi davranma," dedi Yankı kısık bir sesle. "Bunu zaten biliyordun."
"Özel hayatıma saygı beklerdim senden," diyen Koza dışında herkes gergindi. "Çırılçıplak fotoğraflarımla şantaj da yapacak mısın?"
"Koza!" Baskın çıkan sesimle onu susturdum. Sonra yeniden Bartu'ya döndüm. "Konu bana inanmamanız değil," diyerek söylediklerini geçiştirdim çünkü nedenleri de umurumda değildi. Haklılardı, bana inanmalarını bekleyemezdim. "Konu, hepinizin kocaman kalpleri olduğu halde o gün kendimi öldürmeme göz yummanız ve kalbinizde benim için yer olmamasıydı." Elim kalbime doğru gitti. "Bir silah dayadım göğsüme ama biriniz bile beni durdurmaya çalışmadınız, içinde bir kurşun olsaydı siz dördünüz benim ölümüme sebep olacaktınız." Sonra Yankı'ya baktım. "Biriniz de işkence çekmeme göz yumdu."
"Ben de öyle." Işık'ın bana katılmasının ardından Koza ona dönüp baktı ve bakışlarındaki ifade değişti. sonra Yankı'ya çevirdi bakışlarını ardından bir kez daha Işık'a. Önder'in ona işkenceler yaptığını bilmiyor muydu? Bildiğine emindim.
Yankı, Koza'dan gözlerini ayırmıyordu.
"Gerçekten kendini öldüreceğine inansaydık, o silahı elinden alırdık." Mutlu konuşurken oldukça ciddiydi. "Ve o gün, hepimiz için dönüm noktası oldu."
"Üzgünüm ama bu söylediğine hiçbir zaman inanmayacağım, Mutlu," dediğimde ona nasıl bakıyorsam bir kez daha gözlerini kaçırdı. "Ve unutmayacağım da. Öfkeli miyim? Şu an hayır. Ama size güvenmediğim tek konu bu. Eğer bir gün yine göğsüme silah dayarsam, hiçbirinizin beni engelleyeceğine inanmıyorum." Sonra tek tek gözlerinin içine baktım. "Çünkü göğsümde bir iz var, bu iz bana o gün sizin tarafınızdan hediye edildi. Aynaya her baktığımda bunu hatırlayacağım."
Mutlu başını iki yana salladı ve sırtını sandalyeye yaslayıp kollarını önünde bağladı. "Bunun için hepimiz vicdan azabı çektik," dedi Bartu üzüntüyle. "Şimdi buradaki beş kişi değil kendini öldürmene izin vermek, senin için kurşunların önüne bile atlar."
"Beni katmadığın iyi oldu," diyen Koza başını salladı. "Hiçbir askerimin önüne geçip onu korumam ve Helin benim askerim." Askerim dedi, askerimdi demedi. "Ama oldukça değerli bir askerim. Eğer benim karşımda kendini öldürmek isteseydi onu engellerdim. Ne yazık ki ben sizden daha büyük bir kalbe sahipmişim, bu üzücü."
"Kes sesini," dedi Yankı dayanamayarak. "O adamın o hapishanede öyle konuşmasını isteyen sadece sendin, o adam da senin askerindi. O görev de tamamen senin planındı. Önder'in ayağına işi getiren de Ekip'ti. O adam orospu çocuğunun tekiydi ve sen benimle olan savaşında orospu çocuklarıyla bile işbirliği yapacak kadar kör olmuşsun." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, bakışlarım Koza'nın gözlerinin içine döndü. "Bunu anlamadığımı mı sanıyordun, Koza? O göreve giderken bile senin planın olduğunu biliyordum, dünyadan bir orospu çocuğunu silmek için o görevi kabul ettim."
Koza şaşırmadı ama onun dışında hepimiz şaşkındık. Hayır, Mutlu da şaşkın değildi. O biliyordu. Onun bildiği daha neler vardı? Yankı'nın gerçekten akıl konusunda sırtını yasladığı tek kişi Mutlu'ydu.
"Savaşta her yol mubahtır," dedi Koza, onun söylediklerini ne onaylıyordu ne de reddediyordu. "Hem böylesi çok daha kötü değil mi? Emin değildin ama aklında şüphe vardı. Diğerleri emindi, Helin'in kendisini öldürmesine göz yumdu, sen şüphe içerisinde olmana rağmen işkencesine göz yumdun. Ben savaşta orospu çocuklarını kullandım, sen bu savaşta Helin'i canıyla test ettin."
Yankı beni şaşırtan o cümleyi kurdu. "Bunu yaptım," dedi başını sallayarak. "Ama tek nedenim bu değildi. Ve sen hiçbir zaman diğer nedenimi anlamayacaksın."
"Belki de Helin'in işkence çekmesini istemişsindir," dedi Koza kaşlarını kaldırarak. "Belki de bunu hak ettiğini düşünmüşsündür. Önder de böyle yapardı, bunu ondan öğrendin." Yüzünde gülümseme oluştu ama dalga geçmiyordu. "Biz ikimiz de Önder'e başkaldırdık. Beni alt edemedi ve yok etmek istedi." Başını omzuna yatırdı. "Seni alt etti ve yönetti. Sen Sonuncu Sokak Nöbetçisi oldun, ben sadece Koza. Ama görüyorsun ya, Önder'e dönüşen ben değil sen oldun." Sonra kelimelerin üzerine bastı. "Sen kim olduğunu unuttun, sen aslında gerçekten Yankı oldun."
Koza, bana Yankı'nın hiçbir zaman bu adı benimsemediğini söylemişti ama şimdi ona farklı cümleler kuruyordu. Damarına basmak istiyordu. Bunu Yankı'ya karşı tek yapabilen kişi Koza'ydı.
Yankı gülümsedi. Öfkelenmedi ya da sinirlenmedi. "Öyle mi?" diye sordu. "O halde söyle bana, Ekip Helin'i yanımıza gönderdikten sonra neden Önder'e de işbirliği teklif etti?" Koza'nın bakışlarındaki ifade değişti, yüzündeki gülümseme dondu. "Başkaldırmadığını söylediğin Önder'den yardım dilenen sensin. Başkaldırmamak değil, ona baş eğmek olur bu. Seni Önder'in elinden defalarca kurtardım, sen beni bitirmek için Önder'le işbirliği yapmak istedin. Aslında o hapishaneye girmen bile planlıydı. Bütün bunları Ekip'le birkaç sene önce sen planladın, değil mi? Dikkati üzerinden çekmek için hapishaneye girmeye bile göz yumdun."
Koza uzun bir süre sessiz kaldı. Bu beklenmedik hamleyle ne diyeceğini bilemediğini gördüm. "Madem bütün bunların farkındaydın," dedi en sonunda. "Neden hiçbir şey yapmadın?" Bu sefer Yankı uzun bir süre sustu. "Çünkü başta olmasa da sonrasında Helin varken elin kolun bağlandı." Gülümsedi, işte bu zafer gülümsemesiydi. "Sadece ortalığı temizleyebildin, ortalığı ateşe veremedin. Senin yanına bir askerimi gönderdim, sen o askerimi koynuna aldın."
"O senin askerindi," dedi dişlerini sıkarak. "Ama hiçbir zaman benim askerim olmadı."
"Ama olabilirdi, bunu başarabilirdin, bana karşı kullanabilirdin," diye mırıldandı Koza. "Fakat bunu yapamadın çünkü hassas bir kalbin var, değil mi? Yazık sana, Sonuncu. Artık bir beyinsizden farkın yok. Benim askerim, benim öğrettiklerimle senin ellerini kollarını bağladı."
"Yeter!" Işık'ın sert sesi ikisinin arasına girdi ve Koza'ya baktı. "O burada değilmiş gibi konuşmaktan vazgeç. İkinizin arasındaki savaş artık Helin'i ilgilendirmiyor. Bu hiçbirimizi ilgilendirmiyor. Onu askerin, ajanın ya da her ne şekilde olursa olsun bizim aramıza göndermiş olabilirsin ama o artık ailemizin bir üyesi, bizim için Sokak Nöbetçisi. O benim kardeşim oldu. Lâl'den hiçbir farkı yok benim için."
Koza acımasız bir sesle, "Onun gerçekte kim olduğunu bilsen böyle konuşur muydun acaba?" diye sordu umursamaz bir sesle. "O sandığınız kadar masum değil."
"Koza," dedi Yankı dişlerini sıkarak.
Fakat ben bir an bile beklemeden, "Koza, haklı," dedim. Sonra lafı uzatmadım bile. "Size ihanet ettim. O gün o silahı göğsüme dayadığımda içten içe ihanete ilk adımımı attım ve Bartu'yla yaptığım ufak bir tartışma kendimi ihanetin kollarına atmama neden oldu." Çenemi kaldırdım, Mutlu'yla Işık'ın gözlerinin içine baktım. "Bartu'nun hassas noktası Lâl olduğu için gidip Ekip'e Lâl'in günlüğünü verdim. Eğer Yankı sizi önceden uyarmasaydı ve o günlükleri değiştirmeseydi Ekip şu anda bütün geçmişinizi Lâl'in günlüğünden öğrenmiş olurdu." Ve şimdi, bu yaptığımın aslında ne kadar büyük bir şey olduğunu yeni fark ediyordum.
İşte bu sefer Mutlu şaşırmıştı, Işık da öyle. Bakışları Lâl'e döndü ve dudakları aralandı. Sonra bir kez daha bana baktılar. Lâl yüzünde hiçbir şaşkınlık belirtisi olmadan bana bakarken Bartu da aynı ifadeye sahipti. Yankı'nın tek odaklandığı ise Lâl'in yüzüydü. Şaşırmasını bekledi ya da tepki vermesini, bilmiyordum. "O günlükleri değiştirdiğimi hiçbir zaman sana söylemedim," dedi Lâl'in yüzüne bakarak. "Bunu nereden biliyorsun?"
Yankı, Lâl'in bildiğini bilmiyordu ve eğer öğrenirse, bu hayatta en güvendiği kişiyi de kaybederdi. Koza kahkaha attı. Büyük bir kahkaha attı ve bakışları Lâl'e doğru döndü.
Bir yalan söyledim, bu sefer yalanımı Lâl için söyledim. "Bartu'ya anlattım bu ihanetimi," dedim onu da kendimle beraber ipe götürerek. "O söyledi günlükleri değiştirdiğini."
Bartu'ya baktı bu kez Yankı. Bartu, bir an bile düşünmeden beni onayladı. "Evet, ben söyledim." Gerçekten de söylemişti ama ondan önce Lâl'in söylediğini biliyordu. Fakat benimle beraber o da Lâl için bu yalana ortak oldu. Bunun ardından Koza daha büyük bir kahkaha patlattı ve ellerini birbirine vurdu.
"Ah, şu kız," dedi Lâl'i göstererek. "Sen herkesin sonu olacaksın ama senin sonunu da ben yazacağım."
Bartu, Koza'ya dönüp ters bir bakış attığında ben onun aksine Koza'ya yalvaran gözlerle döndüm çünkü lanet olsun ki çenemi tutamayıp Lâl'in zaten bunu bildiğini söylemiştim. Koza'nın elindeki en büyük koz belki de buydu, Yankı'yı üzebileceği en büyük koz. Yankı ise hâlâ derin bir düşüncedeydi. Lâl'e bakıyordu ama Lâl gözlerini masadan ayırmıyordu. En azından rol yapabilirdi ama bunu bile gerek görmedi.
Mutlu oturduğu yerden kalktı ve elini saçlarına geçirdi. Işık ise bana bakmaya devam etti. "Eğer senin canını yaktıysak çekip gidebilirdin ve ajanlığı bırakabilirdin," dedi Mutlu öfkeli bir sesle. "Bu aramızdan birinin günlüğünü vermeni gerektirmezdi." Sonra aynı öfkeyle Yankı'ya baktı. "Eğer o günlük, Lâl'in gerçek günlüğü olsaydı, olabilecekleri düşünebiliyor musun? Bunu ne zamandan beri biliyorsun? Bana neden söylemedin?"
Işık da oturduğu yerden kalktı ve Mutlu'nun omzuna elini koyup onu yerine geri oturttu. Yankı gergin bir sesle, "Hepinizi Helin konusunda uyarmıştım," dedi. "Hepimiz böyle bir ihtimali düşünmüştük ve Helin tam da düşündüğümüz gibi bunu yaptı." Sonra duruşunu dikleştirdi ama ayağa kalkmadı. "Aramıza bir ajan olarak gönderildi, hanginiz o kadar acıdan sonra bunu yapmazdınız?"
"Neyi savunduğunun farkında mısın?" diye sordu Mutlu gülerek. "Lâl'in günlüğünü verdi. Lâl'in. Günlüğünü en fazla kullanan Sokak Nöbetçisi o." Sonra Yankı'ya dikkatle baktı. "Lâl," dedi, ardından Bartu'ya dönerek. "Lâl!" Sonra Lâl'e odaklandı, "Senden bahsediyoruz ulan," dedi sert bir sesle. "Bir tepki versene."
Sadece Mutlu'yu izledim çünkü kaçmayacaktım, yenilmeyecektim ve kim olduğumla yüzleşecektim.
"Onun canını çok yaktık," diyerek Bartu beni savundu. "Kendimi onun yerine koyduğumda ben daha kötüsünü yapacağımı biliyorum. Biz bir aile olabiliriz ama o an, Helin bu ailenin üyesi değildi, hiçbirimiz onu kabullenmemiştik. O sadece Koza'nın askeriydi. Hepimiz bunu kabullenerek Helin'i aramıza aldık."
"Çoğul konuşma," dedi Mutlu sert bir sesle. Sonra Yankı'yı işaret etti. "En başında hepimiz Helin'i istemedik ve Yankı'nın karşısında durduk. Onu isteyen tek kişi Yankı'ydı. İstemesinin tek nedeni de Koza'yla olan savaşıydı, bundan emindim." Öfkeli gözleri Yankı'ya odaklanmıştı. "Lâl'in günlüğünü verdi ve sen bana bunu söylemedin!"
Yankı nefesini verdi. "Bunu yeni öğrendim," dedi çenesini havaya kaldırarak. "Ama öncesinde isteseydim öğrenebilirdim, bunu istemedim." Lâl'e baktı ardından Mutlu'ya döndü, "Keşke verdiği günlük, benim günlüğüm olsaydı ama onu seçmiş."
"Lâl'i seçmenin tek nedeni sadece Bartu değildi, değil mi?" diye sordu Işık yan taraftan bana. "Çünkü hepimizin hassas noktası Lâl'di."
Ben cevap bile vermeden Mutlu, "Evet, bunun olacağını biliyorduk," dedi, sonra öfkeli ama daha çok kırgın bakışlarını bana çevirdi. "Ama bunu yapmayacağını düşündük hep. Buna inandık."
"Ama yaptı." Yankı'nın baskın sesi Mutlu'ya yönelikti. "Ve ben bu konuda Helin'i affettim." Bartu, onu onaylayarak başını aşağı yukarı salladı. Gözlerim Yankı'ya döndüğünde gerçekten beni affedip affetmediğini anlayamadım ama kızgın değildi. Işık'ın gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Mutlu ise en öfkelisiydi.
Koza bir film izliyormuş gibi kollarını önünde bağlamış, sırtını duvara yaslamıştı ve gülümseyerek olanları izliyordu.
Yankı haklıydı. Onlar buna hazır değildi. Onlar benim kim olduğumu duymaya hazır değildi. Onlar bundan daha fazlasını duymaya hiç hazır değillerdi.
Ve Yankı yine haklıydı. Ben de buna hazır değildim çünkü gözlerinde oluşan o hayal kırıklığı bile içimdeki o yaşlı kadınla küçük kız çocuğunun savaşmasına neden olmuştu.
Lâl, bütün bu olanların ortasında ayağa kalktı ve elini masaya vurup dikkati üzerine topladı. Herkesin bakışları ona döndüğünde ellerini kaldırıp, "Ben de Helin'i affettim," dedi en çok Yankı'nın gözlerine bakarak. Bana bakarken değil de Yankı'nın gözlerine bakarken hayal kırıklığı vardı. "Bu Helin'le ikimizin arasında." Belki de Yankı'nın ona arka çıkmasını bekledi ya da bana karşı onu korumasını; belki bunların dışında, aralarındaki ilişki artık yıkımda olduğu için oluşan hayal kırıklığıydı bu.
"Helin'in size anlatacakları bu kadar işte," dedi Yankı konuyu kapatmak istermiş gibi. "Başka bir şey anlatmayacak. Vicdan azabından kurtulamıyordu, artık her şeyi anlattığına göre kurtulabilir."
Ayağa kalktı ve parmakları sıkıca kolumu kavradı, beni kaldırmak istedi. Bu bir uyarıydı ama benim gözlerim Işık'a doğru kaydı. Gözlerindeki kırgınlık geçmemişti ama bana bakıp yavaşça gözlerini kırptı. Bu, yine de beni kabullendiğini gösteriyordu.
Artık kaçmayacaktım. Artık bunu yapmayacaktım. Gerçeklerse, gerçekler için yaşayacaktım. Bu yalan çıkmazı, artık beni avcunun içine alamayacaktı.
"Bu kadar değil," dediğimde boğazımda bir acı vardı ve sesim titremeye başladı. Günlüğü söylerken titremedi çünkü yine olsa yine o günlüğü verirdim ama şimdi... Şimdi kalbim sızlamaya başlamıştı.
Herkesin bakışları bana döndü. Koza kaşlarını havaya kaldırdı ve yüzündeki gülümseme daha fazla genişledi. "Cesur ol," dedi bana destek vererek. "Ya şimdi ya hiç."
"Bu kadar," dedi Yankı yeniden sandalyeye oturup ama tuttuğu kolumu bırakmadı. "Bu kadar, Helin!"
"Daha ne var?" diye sordu Mutlu, Bartu da bilmediği için başını omzuna doğru yatırdı. Hatta Lâl'in bile kaşları çatıldı.
Artık kaçmayacaktım. Hazır değildim ama artık kaçmayacaktım. Gerçeklerse, bu gerçekler için kendimi onlara adayacaktım. Bu yalan çıkmazı, artık beni öldürmeyecekti.
Gözlerim yavaşça Işık'a kaydı. Ona baktım, düşündüğümden daha uzun bir süre baktım ve Yankı'nın eli benim kolumdan uzaklaştı. Sanki beni o an yalnız, kendimle baş başa bıraktı. Biliyordum ki bu saatten sonra artık yalnızdım ama olması gereken de buydu.
Gözlerim dolduğunda bakışlarımı kaçırmadan, "Seni vuran Ekip'ti, neredeyse ölüyordun," dedim titreyen sesimle. "Benim yüzümden seni vurdular. Eğer ben olmasaydım bir çocuk sahibi olabilirdin. Ama senin ellerinden bunu alan benim. Beni uyarmışlardı. Onları dinlemedim."
Sonra zamanın durduğunu hissettim. Tek gördüğüm Işık'ın gözlerinin acıyla dolduğu ve elinin yavaşça karnına doğru gittiğiydi. Ardından benden kaçmak istiyormuş gibi ayağa kalkıp geriye doğru bir adım attı ve direkt Koza'ya baktı. Aslında sadece benim tarafımdan değil, Koza tarafından da yıkım yaşadı. Sonra bir kez daha bana baktığında gözlerine yaşlar doldu.
"Nasıl?" diye sordu Bartu fakat ona bakamadım. Lâl, hızlı adımlarla Işık'ın yanına gitti ve neredeyse bayılacak gibi olan Işık'ı belinden tuttu. "Nasıl yani?" dedi bu kez de Bartu. Gözlerimi Işık'tan ayıramıyordum. Ondan başka hiçbir noktaya bakamıyordum.
"Özür dilerim," dediğimde gözümden yaşlar akmaya başladı. Ve fark ettim ki ne kadar kaçmayacağım desem de onları kaybetmeye hazır değildim ve kaybetmiştim. Hem de hepsini. Bir anda.
Bir evin içindeydim. O evde beş güzel çocuk tanımıştım. Beşi de her şeyim olmuştu. Bazen gözyaşlarım, bazen mutluluklarım, bazen cesaretim, bazen isteklerim. Bazen onlar gibi olmak istemiştim, bazen onlar gibi olamayacağımı anlayıp üzülmüştüm çünkü hepsinden daha kötüydüm.
Bir evin içindeydim. O evde iki kız, üç adam tanımıştım. İki kızdan bir tanesinde anne sıcaklığını hissetmiştim, bir tanesinde de kız kardeş sıcaklığını. İkisini de mahvetmiştim. Üç adamdan bir tanesi abim olmuş, en büyük yıkımları yarattıktan sonra bile beni hep kollarının arasına almıştı. Bir tanesi erkek kardeşim olmuştu, beni hep güldürmüştü, mutlu etmenin bir yolunu bulmuştu.
Bir tanesi her şeyim olmuştu, hislerim olmuştu, sevgi, aşk olmuştu.
Bu eve ilk girdiğim gün oturduğum masadaydım. Aynıydık ama şimdi bir kişi fazlaydı ve ben artık eksiktim. Çünkü kaybetmiştim.
Çünkü Sokak Nöbetçileri'ni kaybetmiştim.
Beni kimsesizliğimden çekip çıkaran beş güzel çocuğu kaybetmiştim.
Her şey bir anda oldu ama sanki ağır çekimdeydi.
Mutlu oturduğu sandalyeden kalktı ve ellerini masaya vurarak bana bir şeyler söyledi fakat onu duyamadım. Duymak bile istemedim çünkü son hatırladığım görüntü bu olsun istemedim. Bartu da ayağa kalktı ve bana bir şeyler söyledi.
İlk gün hepsi karşımdaydı ve bu şimdi de böyleydi.
Başımı iki yana salladım ve elim boynuma doğru gitti. Boğulacak gibiydim çünkü onları kaybetmekle birlikte onlara verdiğim acıya da katlanamıyordum.
Son kez bakışlarım hemen yanımda duran Yankı'ya kaydı ve beni izlediğini gördüm; gözlerinden o an bir ifade geçti. Bu bir karardı ya da belki de bir tercihti; belki de en büyük yıkım ya da cehennemdi. Ama bana bakarken o acıyı gözlerinde gördüm; ilk defa acısı kimseye değil kendineydi.
Mutlu sandalyesini itekledi ve bana doğru yürüdü. Tam o sırada, Yankı yanımdan kalkıp önüme doğru geçti ve beni ayağa kaldırıp arkasına aldı. Eliyle Mutlu'yu ve diğerlerini durdurdu. Koza'yla göz göze geldik. Hâlâ olanları o gülümsemesiyle izliyordu ve benim acı çekiyor olmam o an onun umurunda mıydı bilmiyordum çünkü Yankı'yı izliyordu.
Yankı ne kararı verdi bilmiyordum ama Koza bunu çoktan anlamıştı. Dudaklarına dakikalar önceki o zafer gülümsemesi yerleşmişti yine.
Yankı koluyla beni arkasına daha fazla gizledi, sırtı önümdeydi. Ardından kendisinin ölümünü gerçekleştirdi ve Sokak Nöbetçileri'nin ona olan güvenini mahveden hamleyi yaptı. "Işık'ı vuran Ekip değil," dedi yalan söyleyerek. "Araştırdım. Helin öyle olduğunu düşünüyor ama Ekip değildi. Helin yüzünden olmadı. Kim olduklarına ulaşmak üzereyim, ulaşınca size onları getiririm." Hiçbir acı bu kadar canımı yakmazdı çünkü Yankı Sarca, ilk defa kardeşlerine benim için yalan söyledi.
Yalanı hiçbir şekilde tercih etmezdi ama beni onlardan korumak için, beni kendimden korumak için yalan söyledi.
Yankı Sarca yalan söyledi.
Kaçmamıştım. Gerçekler için onlara kendimi adamıştım ve sonucunda onları kaybedeceğimi görmüştüm. Ve bu yalan çıkmazından kurtulmuştum ama ben kurtulurken, o yalan çıkmazının içine artık Yankı Sarca düşmüştü. Hem de öyle bir düşmüştü ki, aldığı yaranın acısı onu şu an değil, çok sonra öldürecekti. Bunu Koza'nın gözlerinde o an görmüştüm.
Hepsi o an duruldu. Mutlu bile sakinleşti. "Nasıl?" dedi nefes nefese. "Neden böyle söylüyor o halde?" Çünkü onlar, koşulsuz şartsız Yankı'ya güveniyorlardı. Ben onun yalan söylemeyeceğine nasıl inanıyorsam, onlar da inanıyorlardı.
Yalan söylerken yüzü nasıl görünüyordu? Gözlerinde ne vardı? Bunu yapmamalıydı, bu benim onun sırtına bindirdiğim en ağır yüktü.
"Çünkü Koza böyle düşünmesini istedi," dedi sonra Koza'ya dönüp baktı. Kendisini Koza'nın ellerine bıraktı. "Öyle değil mi?"
Koza bir an bile düşünmeden yalana ortak oldu çünkü kazanmıştı. Çünkü aslında istediği buydu. Çünkü Yankı'nın da kastettiği buydu. "Evet," dedi başını sallayıp oturduğu yerden kalkarak. "Nil'i Ekip vurmadı. Helin'e böyle bir ihtimalden bahsetmiştim fakat sadece onu kendi tarafıma çekmek için söylediğim bir yalandı."
Koza dışında hiçbirinin yüzünü göremiyordum ama Yankı omzunun üzerinden dönüp baktığında gözlerindeki ifadesizliği gördüm. "Odaya çık," dedi bana sakin bir sesle. "Şu an burada durma."
"Yankı," dedim ağlayarak ve o an yaşların yanaklarımdan art arda süzüldüğünü bile hissetmemiştim.
Yankı, cevap vermeden beni kolumdan tuttu ve odanın dışına doğru yürüttü. Yalpalayarak yürürken odanın dışına çıkardı ve merdivenlere doğru ilerledi. "Yankı," dedim bir kez daha. "Yankı!" Ağlamaya devam ettiğimde artık basamakları çıkamadım ve kendimi ikinci basamağa bıraktım. Beni tutmasaydı neredeyse düşecektim. "Bunu yapmamalıydın," dedim acıyla. "Bunu neden yaptın? Bunu yapmamalıydın. Hayır, bu değil. Bu olmamalıydı."
Kolumu bıraktı ama yüzüme bakmadı. İlk defa destek almak istiyormuş gibi tırabzana tutundu ve gözlerini kapattı. Derin bir nefes verdi. Diğer eli de duvara tutunduğunda, "Yalansa sadece senin için yalan söylerim, Helin," dedi tek solukta. "Dinle, bu senin çektiğin değil, senin için benim kendime çektiğim tetikti. Yıkımımın başlangıcını senin için kendim yaptım." Sonra gözlerini açtı, duruşunu dikleştirdi, yüzüne ifadesiz bir maske taktı ve basamaktan indi. "Ve Sokak Nöbetçileri'nin yıkımını da başlattım." Acı çekti, mahvoldu ama yine dimdik durdu.
Arkasını döndü ve çıktığı odaya yeniden girip gözden kayboldu. Ardından seslerini işittim yine. Kollarımı bacaklarıma doladım ve o merdivende hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kendi hıçkırıklarımdan onların sesini bile duymuyordum. Olduğum kişi, herkesin sonunu getirecekti ve farkında olmadan yaptığım şeyin sonucu herkesin canını yakacaktı. Öyle bir ağladım ki, neredeyse ölecektim.
Bir gölge göründü, ardından Koza karşımda durdu. Bulanık bir şekilde ona bakarken, "Mutlu musun?" diye sordum zorlukla konuşarak. Nefesim kesiliyordu, tir tir titriyordum.
Gülümsüyordu. Mutlu muydu, bilmiyordum ama gülümsüyordu. Yavaş adımlarla yürüdü ve merdivene, yanıma oturdu. Cebinden sigara paketini çıkardı sakince, dudaklarının arasına bir dal sigara koydu ve ucunu yaktıktan sonra bana da bir tane uzattı. "Keyif sigarası?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. Ona bakmaya devam ettim ağlayarak. Ve bunu söylemesi daha fazla canımı yaktı. "Pekâlâ," deyip omzunu kaldırıp indirdi ve paketi yeniden cebine koydu. "Tek başıma da keyiflenebilirim."
"Bu kadar acımasız olma, yalvarıyorum," dedim başımı iki yana sallayarak. "Seni bu acımasızlığınla kimse sevemez. Sana yalvarıyorum, bu kadar kalpsiz olma."
"Sen seviyorsun beni," dedi. "Ve benim tarafımdasın."
"Hiçbir zaman senin tarafında olmayacağım." Öyle büyük bir nefretle söyledim ki bunu ona, o bile inanamadı nefretime.
"Farkında değilsin," derken omzuyla omzuma dokundu. "Hep benim tarafımdaydın ve bu ikimizin zaferi ama en çok da senin zaferin."
"Ne saçmalıyorsun?" diye sordum hıçkırıklarımın arasından. Tırnaklarımı bacaklarıma geçirdim. "Acıdan başka hiçbir şey hissetmiyorum şu anda ben."
Sigarasından büyük bir nefes çekti ve dumanı havaya doğru üfledikten sonra, "Lâl ile Bartu," dedi başını sallayıp. "Onların arasındaki bitti. Lâl artık Bartu’nun önceliği değil, ondan vazgeçebilir. Bunu ikimiz yaptık."
Fark ettim, fark etmek canımı daha fazla yaktı ve o can acısıyla daha fazla ağladım.
Ardından bir duman daha çekti sigarasından. "Mutlu ve Bartu," diye devam etti. "Mutlu'nun Bartu'dan sakladığı çok büyük bir sır var, Nil bunu bana söyledi. Onların arasındaki bağı koparacak bir sır."
Onları parçalıyordu, onları dağıtıyordu.
İçten bir şekilde gülümsedi. "Nil. O zaten benim avcumun içinde. Yönetebiliyorum."
Işık ona güveniyordu. Dahası, ona gözü kapalı bir şekilde inanıyor olmalıydı. Çok daha fazlası, Koza'yı seviyor muydu?
Sonra gülümsemesi soldu Koza'nın. "Lâl ve Yankı," dedi. "Aşılmaz bir bağ olduğunu düşünüyordum ama Lâl yine beni şaşırtmadı ve bugün onu da bana sen söyledin. Sonuncu, Lâl'in ondan sakladıklarını duyduğunda artık ona güvenmeyecek."
Onları parçalamasına izin vermiştim, onları dağıtmasını izlemiştim. Dahası, onları parçalayanlardan birisi de bendim.
"Sonuncu," dedi en sonunda. "Sokak Nöbetçileri'nin en güçlü halkası ve Sokak Nöbetçileri'ni ayakta tutan kişi. O bugün kardeşlerine ilk yalanını söyledi. Senin için." Bakışları bana döndü. "Gerçekler açığa çıktığı zaman, onları tek tek kaybedeceğini bile bile yaptı bunu."
"Bunu istemedim," dedim acıyla ağlayarak. "Ben bunu istemedim. Bunun olmasını istemiyorum. Onları seviyorum." Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve onun yüzünde ufacık acı yoktu. "Onlara zarar vermek istemedim. Onları parçalayacağıma ölürdüm."
"Hayır, küçük kardeşim," dedi Koza sonra hiç beklemediğim anda elimi tuttu ve sıktı. "Her şeyi ama her şeyi sen yaptın, ben sadece konuk oyuncuydum ama sen hâlâ benim kuklamdın, bunu fark edemedin. Bir gün bu sokakları talan etmeye yemin ettim. Şimdi elimde bir makas duruyor, bir de ip. Onların arasındaki bağı tek bir makasla keseceğim. Onların sokaklarını talan edeceğim." Sonra bana baktı, gözlerinden ne düşündüğünü anlayamadım ama ilk defa sevgi vardı bu bakışlarda; bana sevgiyle bakmasının tek nedeni bile nefretiydi. Çünkü onun nefreti için savaşmıştım farkında bile olmadan. Bir kalbi yoktu. "Sen başardın. Biz başardık, kardeşim. Her şey için teşekkür ederim. Görevin asıl şimdi bitti."
Ben o merdiven basamağında, canım çıkana kadar ağlarken kendisinin tek düşündüğü zaferiydi.
Her şeyi unuturdum ama bunu unutmazdım çünkü bu kez, göğüs kafesime o kurşunun sıkılmasına izin veren kişi Koza olmuştu.
Paragraf Yorumları