logo

26. İNTİKAMIN İLK LEKESİ

Views 263 Comments 2

Yankı Sarca'nın güncesinden...

07.11.2019

İntikam, güçsüz insanların kurtuluş kapısıydı.

İntikam, başka bir yolu kalmayan insanların seçtiği bir tuzaktı.

İntikam, benim yarattığım bir yol olamazdı.

Fakat artık her şey değişmişti.

Ben kendimi yalnız hissedemeyecek kadar çoğul olmuştum.

Güçsüz insanları da yolları kalmayanları da çok iyi anladığım bir çift göz bana acıyla bakmıştı.

Bu gözlerde geçmişin acısı vardı, bir çocuğun ağlamaları ve kurtuluş çağrısını bekleyen elleri. Onu bu azabından, geçmişinden intikam alarak kurtarabilirdim.

Beklemedim, durmadım.

İlk defa sözümü çiğnedim, günler önce onun bana güvendiği için verdiği mektubu okudum; o mektup geçmişinden gelmişti.

Sonra tekrar onun uyuyan yüzüne baktım, kâbuslarına ve korkularına rağmen nasıl da hâlâ bir yuvayı anımsattığını izledim. Gece boyunca onu izledim.

Ben bir kadını ilk defa bu kadar uzun izledim, ilk defa bir kadını izlerken huzuru hissettim.

Sonra o mektupta yuvamı yıkacaklarını öğrendim.

Ve ona başka bir söz verdim, bu sefer verdiğim söz ne olursa olsun gerçekleştireceğim bir sözdü; çiğnediğim sözün yerine geçecekti.

Ben o Yuva dağılmasın diye kendi sokaklarımı bile yok edecektim.

"Beşinci Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca"

"Sonuncu Sokak Nöbetçisi, Yankı Sarca"

Hayaller kurmazdım.

Yaşamak istemezdim.

Kendimi öz hissetmezdim, bütün hücrelerime kadar üveyken.

Nefes almazdım.

Geleceği beklemezdim.

Geçmişi yok etmeye çalışmazdım.

Mucizelere inanmazdım.

Yankı Sarca'yla tanışmasaydım eğer.

Onun adı Yankı'ydı. Adının anlamını taşıdığını şimdi daha iyi anlıyordum çünkü kalbimde büyük bir gürültü vardı; duvarlara çarpıyordu, yankı yapıyordu, kalbim yankı içindeydi.

Kalbim Yankı'lanıyordu.

Bütün inançları körelmiş, bütün gerçekleri yok olmuş bir kadınken, iyileşmeye çalışan ama iyileşirken de yaralarını saramayan o kadına dönüşmüştüm. Bu zamana kadar yaralarım nasıl sarılır bilemediğim için şimdi ellerim kan içinde yerde oturuyordum.

Kapı açılıyordu.

Yankı geliyordu, kalbimdeki gürültü artıyordu. Ellerimi saklamak istesem de saklayamıyordum. Bir şekilde o yaralarımı görüyordu, ilk günden beri hem de. Sonra parmaklarımı tutuyordu, parmaklarımdaki kanlar onun parmaklarına bulaşıyordu.

Temizlenmeyeceğimi biliyordum ama Yankı da benimle beraber kirlenerek beni yalnız bırakmıyordu.

Onu ilk tanıdığım günü, o gece rüyamda gördüm. Karşımda dikiliyordu, arkasında kardeşleri vardı ve elinde bir rubik küp. Yüzüme bakıyordu, yüzüme bakarken daha ilk günden benim her zerremi gördüğünü hissediyordum.

Ama rüyamdaki Helin geri geri adımlar atıyordu, Yankı'dan kaçıyordu. Kendi gözlerimden kendimi izliyordum, oradaki bir ruhtum. "İstemiyorum," diyordum kaçarken. Yankı durmaya devam ediyordu, beni izlemeye devam ediyordu. "Bunu hak etmiyorum," diyerek ağlamaya başlıyordum.

Bu bir rüya değildi, bu bir kâbustu. Yankı Sarca'yla tanışmamış, hayatının kıyısına bile uğramamış bir Helin, bütün hücrelerine kadar kötülüğe batmış bir kadın olurdu.

"Şşş," diye bir ses duydum kulağımın dibinde. Rüya olduğunun farkında olsam bile korkuyla gözlerimi açtım ve elim hızlıca bir eli tuttu. İrkildiğim yerde zamanın ve yerin varlığına erişmeye çalıştım. "Kâbustu," dedi kulağımın dibindeki o ses. İşittiğim anda rahatladığımı hissettim. "Buradayım."

Gözlerim eline kaydı ve parmaklarım elini daha sıkı tuttu. Sırtım ona dönüktü, yatağındaydık. Saçlarımda ve ensemde nefesini hissedebiliyordum, diğer eli yüzüme uzandı. Önüme düşen saçlarımı geriye iteklerken yutkunmakta zorlandım.

Defalarca uyuyup uyanmıştım, kâbuslar beni bir türlü rahat bırakmamıştı ama tek hatırladığım, bu son gördüğümdü. Her uyandığımda ise Yankı'nın beni sakinleştiren sesini işitmiştim.

"Yankı," dedim kuru bir sesle ve boğazımı temizledim. Yankı'nın söylediği gibi hasta oluyordum, ayrıca gece boyunca ağladığımdan sesim kısılmıştı. Gözlerim yanıyordu. Uykum yoktu ama sonsuzluğa kadar uyumak isteyeceğimi biliyordum. "Ne zamandan beri uyuyorum?"

Beni öylesine sıkı sarmıştı ki hareket bile edemiyordum. Eli sıcacıktı, vücudu sıcacıktı, kokusu hemen yanıbaşımdaydı.

Sonsuzluğa kadar uyumayı şimdi daha fazla istiyordum.

"Altı-yedi saat oldu," dedi Yankı. Onun sesi benim sesimin aksine daha netti.

Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Sen hiç uyumadın mı?"

İlk önce sessiz kaldı. Kendimi suçlu hissetmemi istemedi belki de çünkü biliyordum ki uyumadıysa da tek nedeni bendim. Rahat bir sesle, "Ben vampirim," dedi, sesine muzırlık yerleşti. "Bunu bilmiyor muydun yoksa? Asla uyumam."

Kaşlarım daha fazla çatıldı. Benim yüzümden bütün gece uyuyamamıştı, uyusa bile benim sesimle uyanmış olmalıydı. "Vampir mi?" diye sordum. "Benim yüzümden uyuyamadın, değil mi?"

Tuttuğum elini çekti ve parmaklarını koluma ilerletti. Çıplak tenime dokunup hafifçe gezdirdiğinde bu beni içsel olarak rahatlattı. "Doğru, senin yüzünden uyuyamadım," diye mırıldandı. "Kanını emmemek için çok çabaladım, kendimle savaştım. O kadar zor bir geceydi ki."

Kaşlarım çatık olsa da gülümsedim. "Bugün güne Edward Cullen olarak mı başladın Yankı?" Kendimi ona daha fazla yasladım. "Unutma ki hiç kimse Edward Cullen olamaz."

"Ne?" Parmakları duraksadı. "O adama sen de mi âşıktın?"

"Sen de mi derken?" Zorlukla da olsa ona dönmek istedim ve izin verdiğinde sırtım yatağı buldu, yüzünü gördüm. Yan yatıyordu, benim üzerim örtülüydü ama o üzerini örtmemişti. Saçları dağılmıştı, gözleri kıpkırmızıydı.

Gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı olmalıydı. Umarım ki öyleydi.

Sarıldığı kolu üzerimde dururken diğer elini ensesine yerleştirip hafifçe doğruldu. "Yani," dedi gülümseyerek. "Her küçük kızın bir aşkı olur, senin de Edward Cullen."

Gözlerim gülümsemesine takıldı. Ne kadar içten olmasa da beni gülümsetmek için gösterdiği çaba çatılan kaşlarımın düzelmesine ve derin bir nefes vermeme neden oldu. "Hımm," dedim dudaklarımı bükerek. "Kabul ediyorum, Edward'a âşıktım ama sen de bir kitap karakteri olsaydın onun kadar olmasa da sevilirdin bence Yankı Sarca."

Kaşları çatıldı. "Onun kadar olmasa da mı?" diye sordu homurdanarak. "Ben bir kitap karakteri olsaydım beni yazan kişi bile bana âşık olurdu bence."

"Ne?" derken içten bir şekilde güldüm. "Bu özgüven nereden geliyor? Hem de kendini Edward Cullen’la kıyaslayacak kadar."

"Edward Cullen’la kıyaslayacak kadar mı?" Gerçekten sesinin tonu değişmeye başlamıştı. "Sen ciddi ciddi bu adama âşık mıydın?"

"Geçmiş zaman mı kullandın sen az önce?" Başımı iki yana salladım. "Ona hâlâ aşığım. Pencerem açık uyurdum, belki içeriye girer diye." Gözlerim pencereye döndü. "Ah, pencere kapalı, tüh."

Gözlerini devirip derin bir nefes verdi, sonra ağız ucuyla, "Kitap karakteri o," dedi ama daha çok kendisine konuşuyor gibiydi. "Sadece kitap karakteri."

"Efendim?" diye sordum.

"Beyaz peynir suratlı Edward Cullen," dedi küçük bir erkek çocuğu gibi. "Onu tek yumruğumla yere yığarım."

Elimle ağzımı kapatıp gülmeye başladığımda bakışları bana döndü. "Yalnız," dedim gülmemin arasından. "O vampir, çok hızlı ve çok güçlü. Seni soru işaretine çevirmesin de dikkat et."

"Bana bak," deyip bir anda beni kendisine çekti. Göğüs kafesim göğüs kafesine çarptığında ellerim ikimizin arasında kaldı. Burnuma fiske vurdu, kaşlarını çattı. "Bir kitap karakteri değiliz diye bizi fazla hafife alıyorsun sen."

Gözlerimi kocaman açtım, kafeslendiğim yerde ellerimi hareket ettirip, "Sen niye bu kadar tepki verdin ki?" diye sordum. "Söylediğin gibi altı üstü kitap karakteri."

Dudakları aralandı, hızlı bir cevap verecekti ama sonra sustu. Gözlerini kaçırıp duvara baktı. "Sadece kıyaslanmaktan hoşlanmam," dedi umursamaz bir sesle. "Yani bilirsin, liderler kıyaslanmaz, onlar her zaman tektir."

"Ah, tabii ya," dedim ben de başımı sallayıp. "Şu lanet olasıca liderliğin." Gözleri gözlerime çevrildi. "Dünya üzerindeki tek lider sen misin yoksa?"

"Senin dünyandaki tek lider benim," dedi hızlıca.

"Sen sadece benim liderim misin peki?" diye sordum bu kez.

Sıra ona geçmiş gibi muzip bir ifadeyle güldü. "Bilmem ki," dedi gözlerini kısarak. "Senin şikâyet ettiğin liderliğimi isteyecek binlerce kadın bulabilirim gibi geliyor bana."

Başka kadınlar mı? Bu düşünce beni sinirlendirmişti. "Nah bulursun," dediğimde gözlerini kocaman açtı. "Ne?" dedim kaşlarımı çatarak. "Nah bulursun işte."

"Sen niye sinirlendin ya?" diye sorduğunda gözleri hâlâ iriydi. "Nah mı?" Bunu söylediği anda orta parmağımı kaldırıp ona gösterdim, gülümsedi. "Yani kimse benim liderliğimi istemez mi?"

"İstemez," diye homurdandım. Bu hissettiğim neydi bilmiyordum ama ilk defa Yankı'nın bana konuştuğu gibi başkasına konuşacağını düşünmek, öfkelenmeme hatta öfkeden yanaklarımı ısırmama neden olmuştu. "Hem liderleri olsan ne yapacakmışsın ki? Kimse benim gibi kaldıramaz böyle lideri. Ayrıca ben de bunu istemiyorum. Liderler kıyaslanmaz, liderler şunu ister, liderler bunu ister. Yok liderin olarak şunu yaptım, bunu yaptım. Sözlükteki liderliğin tanımı dile gelse seni parçalara ayırırdı."

"İstemiyor musun?" diye sorup kaşlarını kaldırdı. "Ayrıca onlara ne mi yapacağım?" Beni bırakıp yan durmaya devam ederken sırtüstü uzandı, bir elini başının altına koydu, diğer eli karnına yerleşti. "Sana yaptığım birçok şeyi." Dudaklarını büktü, bu hareketi onu fazlasıyla sevimli gösterdi. "Mesela bisikletime bindiririm." Göz ucuyla bana baktı. "Önüme bindirmekten bahsediyorum yani. Tam önüme."

Yanaklarımın içini daha fazla dişledim ama ona belli etmemeye çalışarak, "Ee," dedim umursamaz bir sesle. "Bu mu yani? ‘Bin bakalım önüme,’ diyeceksin. O kişi de, 'Aman Tanrım, ne muhteşem bir lider,' mi diyecek?"

"Hayır tabii ki," diyerek gözlerini tavana dikti. "Eğer bisiklet sürmeyi bilmiyorsa ona bisiklet sürmeyi öğretirim, mesela ona güzel bir bisiklet alırım." Gülümsedi. "Sonra ona dövüşmeyi de öğretirim ki ben yanında yokken de kendini koruyabilsin ama şu da var, lideri olarak onu asla yalnız bırakmam." Kanım alevlenmeye başladı. "Ona insanları öğretirim, ona gerçekten insanları tanıtırım ki karşısına çıkacak herkesin amacını anlasın. Kötü insanlar çok, o kötü insanların ona zarar vermesini istemem."

"Hımm," dedim lafını keserek sert bir sesle. "Sonra ne yaparsın? Onu ayağında sallayıp uyut istersen bir de?"

"Yok, onu yapmam," dedi ciddi bir sesle. "Yani uyuturum ama bu ayağımda sallayarak olmaz. Bilmem ki," diyerek gözlerini kıstı. "Belki ıslık çalarım, ıslığımla uyur."

"Ne?" diye lafa atladım. "Dün bana çaldığın gibi mi?"

"Evet ama sen memnun değilsin bu liderlikten, değil mi?" Gözleri bana döndü.

İlk başta cevap vermedim, yüzüne bakmaya devam ettim ama öfkeleniyordum. "Onu lideri olarak öper misin?" diye sordum.

"Bilmem," deyip bakışlarını yine üzerimden çekti. "Onu öperim ama bunu ne olarak yaptığımı sadece ben bilirim. Dur." Kaşları çatıldı. "Ona öpmekten çok daha fazlasını da yapabilirim." Sustu, sessizlik oldu, nefesini verdi. "Tabii bu kısım seni ilgilendirmez, bu lideriyle arasında özel bir konu."

Elim boynuma gitti ve parmaklarım ateş gibi tenime dokundu. "Ona hediyeler de alır mısın?"

"Elbette," diye keyifli bir sesle karşılık verdi. "Hediyem bile aklımda."

"Neymiş o?" Bamtelime doğru ilerliyordu.

Gülümsedi, arada sırada yüzüne uğrayan o çapkın gülümsemelerinden biriydi. "Siyah iç çamaşırı," diye karşılık verdiğinde gözlerim açıldı. "Ona yakışır. Hem de çok."

"Çüş," diye inleyip sertçe karnına vurdum. "Her kadını siyah iç çamaşırıyla mı hayal ediyorsun sapık herif?"

Hızlıca bana baktı. "Yok," dedi aynı gülümsemeyle. "Sadece lideri olmamı isteyen kadınları."

Gülümserken öfkeden güldüğüm o kadar belliydi ki Yankı'nın yüzü daha fazla aydınlanmıştı. Ben kızardıkça, tepki verdikçe bu onun çok daha fazla hoşuna gidecekti, biliyordum. "Başka?" diye sorduktan sonra doğrulduğum yerde ben de kendimi sırtüstü yatağa bıraktım. "Başka ne yapacaksın?"

Ona bakmıyordum ama hâlâ gülümsediğini hissedebiliyordum. "Hasta olduğunda ona bakardım," diye içten bir sesle soludu. "Onun başında beklerdim. Ona ilaç alırdım."

"Şurup da alır mıydın?" diye sordum kırgın bir sesle.

"Evet," dedi. "Hem de acı olanından değil, tatlı olanından."

"Bana yaptığın gibi mi yani?" Gözlerimi ona çevirdim, gözleri tavandaydı, gülümsüyordu ama şefkatli bir gülümsemeydi.

"Sana da liderin olarak yapıyordum ama mutlu değildin bu durumdan," dedi. "Ben de ne yapayım, gidip başkasına yaparım sana yaptıklarımı. Bakarsın şikâyetçi olmaz."

"Bana yaptıklarının aynılarını başkasına mı yapacaksın?" diye sorduğumda istemeden de olsa alt dudağım bükülmüştü. "Bu lanet liderlik kitabında, 'Sadece tek bir kişiye yapılır' kuralı yok mu?"

O da bakışlarını bana çevirdi, kaşlarını kaldırdı. "Sadece sana yapmamı mı isterdin bunları?"

Gardımı düşürdüğümü anladığımda turkuaz gözlerine odaklanmadan, "Yok," diye yanıt verdim. "Söylediğim gibi liderliğini istemiyorum."

"İyi o zaman, sorun yok," diye mırıldandı. "Bunlarla beni kimse lideri olarak istemez mi diyorsun hâlâ?"

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Maalesef istemez."

Yine yan döndü ve bana yaklaştı, alnıma düşen saçı geriye iteklerken, "Böyle dokunsam," dedi, sonra parmağı yanağımda gezinip çeneme indi. Kolu belimi kavrayıp sıkıca sardı, beni kendine çekti. "Böyle sarılsam," diye fısıldadı kulağıma eğilip. Nefesi yüzümde gezindi. Ona hâlâ bakamıyordum, gözlerim tavandaydı ama göğüs kafesim inip kalkıyordu. Nemli dudaklarını yanağımda hissettim, parmakları çenemden tutup beni çevirdi ve gözlerimiz kesişti. "Böyle baksam," dedi etkileyici bir tınıyla. "Yine mi istemez beni?"

Turkuaz gözleri öylesine büyük bir şefkatle bakıyordu ki rol mü yapıyordu yoksa gerçek miydi, anlayamadım. "Bilmem," diye kekeledim. "Bilmiyorum." Başka hiçbir şey söylemedim, gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Bakışları gözlerimden saçlarıma kaydı, sonra çenemdeki eli saçlarıma ilerledi. Bakışlarının rengi değiştiğinde acıyı onun bakışlarında gördüm, kederi de ve pişmanlığı da. Kendini affetmeyen Yankı vardı.

Tamam ama kendini neden affetmiyordu?

Saçlarıma dokundu, yine hiç elleri titremeyen Yankı Sarca'nın elleri titredi bir kez daha.

Parmakları saçlarımın arasında gezindi, kaşları çatıldı, yutkundu. "Böyle okşasam saçlarını," dedi ama daha çok bana konuşuyor gibiydi. "Böyle sabaha kadar sevsem," diye devam etti. Çenesini havaya kaldırdı, dudaklarını alnıma bastırdı, gözlerimi sıkıca yumdum. Nefesi saçlarıma ulaşınca saçlarımdan öptü yine. "Böyle öpsem saçlarından," dedi. "Her telinden öpsem." Yine yutkundu, acı benim de kalbimin ortasına oturdu. "Yok," dedi bir anda keskin bir sesle. "Sadece senin saçlarını okşar, sadece senin saçlarını sever, sadece senin saçlarını öperim."

Gülümsediğimde sanki daha fazla yaş üretebilirmişim gibi gözlerim dolsa da onları kapalı tutmaya devam ettim. "Lütfen," dedim fısıldayarak. "Sadece benim saçlarımı okşa, sev, öp."

"Peki, geçer mi?" diye sorduğunda onda bıraktığım yara izini yeni görebiliyordum. O güçlüydü, Yankı Sarca bu zamana kadar tanıştığım en güçlü insandı ama şimdi, ben onda öyle büyük bir yara bırakmıştım ki içten içe ize dönüşmemesi için dualar ediyordum. "Ben bunları yapınca kendini iyi hisseder misin?"

Sorduğu soruya cevap vermedim. "Özür dilerim," diye mırıldandığımda sesim titriyordu. "Bunun seni bu kadar etkileyeceğini düşünmezdim." Saçlarımda gezinen parmakları hâlâ titriyordu. "İlk defa ellerin titriyor Yankı." Uzanıp saçlarımda gezinen elini tuttum ve gözlerimi açtığımda direkt göz göze geldik. "Benim yüzümden."

"Senin yüzünden değil," dediğinde o an tuhaftı, öylesine tuhaftı ki benim de ellerim titremeye başlamıştı. "Benim yüzümden." Başını iki yana salladı. "Başka bir yol bulabilirdim ama o an bulamadım, kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim."

İlk defa ikimizin de elleri titriyordu. "Hayır," derken bakışlarımı ona çevirdim yine. "Saçlarım umurumda bile değil. Sen olmasaydın çok daha kötüsü olabilirdi ama olmadı. Sen vardın çünkü. Buradaydın."

"Ama iyi gelmedi sana," derken turkuaz gözleri öfkeyle doldu ama öfkesi bana değildi. "Gece boyunca ağladın, gece boyunca kâbuslar gördün, gece boyunca sayıkladın. Gece boyunca kaçtın. Kurtulmak istedin, ben seni kurtaramadım. Geçmişin senin kâbusun, ben seni kâbusundan kurtaramadım." Çenesi kasıldı, kasıldığı yerde elimin içindeki eli yumruk oldu. "Çaresizliği sevmiyorum Helin ve sen bana ilk defa bu kadar çaresiz hissettirdin."

Parmaklarım yumruğunun üzerine kapandı. "Kendini suçluyorsun Yankı," dedim acıyla. "Geçmişimin sorumlusu sadece benim, sen yoktun. Kendini suçlama. Seneler geçti, seneler geçerken beni de yaktı ama geçti. Geçmişte kaldı, yapabilecek bir şey yok."

Hiçbir zaman geçmişte kalanların iyileşebileceğine inanmamıştım, çabalamıştım ama olmamıştı çünkü geçmişte kalmıştı. İntikam duygusunu hissetmeye başlasam bile yollarımın olmadığını da görebiliyordum, hem intikam beni daha fazla tüketmeyecek miydi? Hızlı tükenmektense yavaşça tükenmek bana daha iyi gelecekti.

Yankı'nın yumruğu daha fazla sıkıldı. İlk defa gözlerinde bambaşka bir adam gördüm, bu adam gerçekten kötü bir adamdı ve gözlerinde ilk defa intikamın ateşi yandı. Hiçbir zaman yollarının arasında intikam olmayan adam, bana büyük bir intikam ateşiyle baktı.

İşte o gün, intikamın ilk lekesi, onun gözlerine düştü.

"Dün ben kendime bir söz verdim," dedi. "Senin için." Gözlerimin içine sanki o an, dünya üzerinde benden başka kimse yokmuş gibi baktı. "Hiçbir zaman kendim için seçmediğim ve seçmeyeceğim bir yol var: intikam. Senin için yollarım çok daha fazla Helin ve o yollarda intikam da var." Elleri bir anda yüzümü kavradı, yaklaştı. "Kesilen her saç telin kadar intikam alacağım. Kesilen her saç telin kadar canlarını yakacağım." Öfkesi, nefreti, kini; daha önce hiç görmediğim duyguları gözlerine yerleşti, bu sadece benim için oldu.

"Yankı," döküldü dudaklarımdan ve gözümden bir damla yaş düştü. "Bu," sustum, gözlerimi kapatıp ellerimi ellerinin üzerine koydum, avcunun içini öptüm ve öyle kaldım.

Yaşanmıştı, yaşadıklarım hâlâ diriydi, geçmiş her anımdaydı ve bu zamana kadar cesaret edemediğim o yol, Yankı'nın benim için kendine çizdiği yol olmuştu.

Birisi gelecek ve senin çocukluğunun intikamını alacak deselerdi inanmazdım ama alacaktı.
Birisi gelecek, senin çocukluğun için savaşacak deselerdi inanmazdım ama savaşacaktı.
Birisi gelecek, senin saç tellerini bile önemseyecek deselerdi inanmazdım ama önemsemişti.

Beni benden daha çok önemsemişti.

"Dün son damlaydı," deyip kapalı gözlerimi açtım. "Ben seni gördüm. Ben sizi gördüm." Başını iki yana salladı. "Senin intikamını kendi intikamım yapacağım ve biliyorsun, Yankı Sarca yapacağım derse yapar."

Ben de yüzünü ellerimin arasına alarak, "Bunu neden yapıyorsun?" diye sordum. "İlk defa gözlerinde hiç görmediğim duyguları görüyorum. Özellikle öfke. Daha önce hiç böyle öfkeli baktığını görmemiştim ve şu an nedeni benim. Geçmişimi bile neden bu kadar önemsiyorsun? Saçlarımı önemsiyorsun Yankı, saçlarımı. Neden?"

Soruma hazırlıksız yakalanmıştı, kendisine bile yöneltmediği bir soru olduğu açıktı. Kaşları çatıldı, bir süre yüzümü inceledi. Bunu yaparken kendi iç hesaplaşmasında olduğunu görebiliyordum.

"Liderin olarak mı diyeceksin yoksa?" dedim ve burnumu çekip gülümsedim. "Liderim değilsin artık, unutma."

Kaşları daha fazla çatıldı. Dilini alt dudağında gezdirip ıslattı sonra başparmağı hafifçe yanağıma dokundu. Yüzü yavaş yavaş değiştiğinde kendisine verdiği cevap yutkunmasına neden oldu ama o cevabı bana vermeyecekti, bunu anladım. "Sadece," dedi bana dikkatli bakarken. Başparmağına gözümden düşen bir yaş daha bulaştı. "Sevdiğimden saçlarını Helin. Sevdiğimden saçlarını."

Aklından geçen bu muydu bilmiyordum ama gözlerine bu sefer de adını koyamadığım bir ifade yerleşmişti. Sorgulamadım, üzerine düşmedim. Başımı göğüs kafesine yaklaştırdığımda kollarını belime doladı ve ben de ona sırtından sıkıca sarıldım. "Vazgeç desem de vazgeçmezsin, değil mi?" diye sordum boğuk bir sesle.

"Vazgeçmem," diye karşılık verdi.

"Ama intikam bazen ölüme bile götürür," deyip göğüs kafesinden derin bir nefes çektim. "Sana hiçbir şey olmasın." Ona bir şey olacağı düşüncesi bile kalbimi sıkıştırdı, daha fazla sarıldım. "Lütfen olmasın."

Bu söylediğime cevap vermedi, söz vermedi, bana bir şey olmaz demedi ve sarılmaya devam etti. Sıcacık göğüs kafesinde yaslandığım yerde, ölene kadar o şekilde durabilirdim.

Artık yeni bir yol daha vardı ve farkındaydım, hiçbir şey ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı çünkü geçmişimle defalarca yüzleşeceğim o yola adım atacaktım.

Artık hiç kimse olması gerektiği gibi davranmayacaktı; çünkü intikam, zaman geçtikçe soğuması gerekirken daha fazla yanan bir vicdan azabıydı.

Sırtında duran ellerim titremeye devam ederken, "Ne olacak senin bu durmadan titreyen ellerin?" diye sordu bana, sonra gülümsediğini hissettim. "Ve lanet olsun, ne olacak bu benim titreyen ellerim? Bir de başıma bu çıktı, senin yüzünden."

Güldüğümde onun ellerini titreten sadece kestiği saçlarımdı, bunun düşüncesi bile inanamayacağım bir masalmış gibi geliyordu.

O sırada kapı eşiğinden sesler gelmeye başladı. "Ama Bartukıç ne var yani pantolonunun arkasına, 'Bu kıç bana ait!' yazdıysam," diye bağıran Mutlu'nun sesini işittiğimde gözlerim kapandığı yerden irice açıldı ve donakaldım. "Senin kıçın bana ait değil mi Kasass'ım?"

Yankı'yla birbirimizden ayrılmamıza fırsat bile kalmadan odanın kapısı sertçe açıldığında, "Siktir," diye inleyen Yankı ve benim korkulu nefesim boğazıma takıldı. "Lan sen benim kıçımdan ne istiyorsun, hem bana..." Bir anda Bartu'nun sesi bıçak gibi kesildi ve sokulduğum yerde utançla dişlerimi sıkıp öylece kaldım. "Ananı," dedi Bartu. "Avradını," diye devam etti. "Ha ha ha siktir," diyerek Yankı beni kollarından uzaklaştırdı ve bakışlarım direkt kapıya döndü.

Bartu ile Mutlu kapının önünde durmuş, ağızları beş karış açık bize bakıyorlardı. Mutlu'nun başında Pembe Panterli göz bandı vardı, üzerinde rengârenk pijama takımı. Kıvırcık saçları fazlasıyla dağınık, özensizdi. Yeni uyandığı çok belliydi. Bartu ise dünkü kıyafetleriyleydi, yüzünde alkolün verdiği yorgunluk vardı.

Bartu'yla birbirlerine baktıktan sonra yine bize döndüler, sonra yine birbirlerine baktılar. Bir anda refleksle o filmlerdeki aptal sahneyi canlandırarak çarşafı boğazıma kadar çektiğimde Yankı dönüp bana baktı ve dudakları aralandı.

Şaşkınlıkla nefesimi verdiğimde ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette olduğum yerde kıvranıyordum. Nasıl görünüyorduk bilmiyordum ama Bartu'nun gözleri gitgide büyürken Mutlu geri geri adımlar atıyordu.

Yankı, "Mutlu," deyip burnunun kemerini sıktı. "Kapı çalma âdetin yok mu senin?"

Mutlu biraz geri adım atıp dışarı çıktı ve kapıyı kapattı. Ne olduğunu anlamayıp hepimiz birbirimize baktık ama bir anda tekrar kapı açıldığında Mutlu başını eğip bize baktı. Yine kapıyı kapattı, sonra yine açtı ve yine bize baktı. En sonunda ellerini başına vurup tekrar içeriye girdi. Gözlerine inanamıyormuş gibiydi.

"Mutlu," dedim çekingen bir tınıyla. "Neden öyle bakıyorsun?" Bize sanki çok büyük bir suç işlemişiz gibi bakarken Yankı yataktan kalktı ve üzerindeki siyah bol tişörtünü düzeltti; ben yatakta boğazıma kadar çektiğim çarşafımla kaldım.

"Mutlu," dedi Bartu gözlerini bizden kaçırarak. "Hadi çıkalım biz kardeşim." Mutlu öyle durmaya devam etti ama Bartu onun kolunu tutup çekiştirince tiz bir çığlık attı, çığlığı evin içinde inledi, duvarlara çarptı; bu o kadar uzun bir çığlıktı ki ellerimle kulaklarıma bastırmak zorunda kaldım.

Bir dakika sonra, "Siz!" dedi bize doğru, yine kafasına vurup gözlerini kapattı. "Siz öpüşmeyi geçtiniz artık çocuk yapmaya mı başladınız?" Ellerini gözünden çekti, Bartu'ya baktı. "Görüyor musunuz, çocuk yapmışlar." Kör gibi etrafa baktı. "Görüyorum, doğmamış çocuklar koşturuyor bu odada."

Yankı gözlerini devirdiğinde ben, "Çocuk mu?" diye inledim. "Biz çocuk filan yapmadık."

Mutlu başını iki yana salladı, Bartu'nun elini tutup yüzüne tokat attırdı. Bartu elini ondan kurtardığında, "Ne yapıyorsun aptal?" diye geriledi. "Kendine gelsene."

"Ben hayatımda daha önce böyle bir ihanete uğramadım," dedi kekeleyerek. "Şu an yatakta bir tane yürüyen beyin ve yanında da patates fantezicisi olmadığını söyle. Çöllere düştük de halüsinasyon mu görüyoruz Tanrım!"

Yankı Mutlu'ya doğru yürümeye başladığında Mutlu elini kaldırıp onu durdurdu ve ağlıyormuş gibi sesler çıkardı. "Mutlu," dedi Yankı; sesinden gülmemek için kendini zor tuttuğunu anladım. "Sadece Helin uyuyamadı, ben de ona yardımcı..."

"Yardımcı mı?" Yanaklarına hafifçe vurdu. "Bir kadına yardımcı olurken çocuk yapmak, ha?" Alkışlamaya başladı. "Hayatımda duyduğum en kral hareket be, devam et böyle, helal. Daha önce hiç böyle teknik duymamıştım."

Yatağın içinde kendimi daha fazla gizledim ve bu onların gözünden de kaçmadı. Bartu tek kaşını kaldırıp bana baktığında, "Biz," dedim zorlukla. "Çocuk filan yapmadık."

"Şu hareketlerine bak Helinski," dedi Mutlu hayal kırıklığıyla. "Türk dizisindeki kızlar gibi çenene kadar çarşafı çekmiş, gece boyunca Yankı'yla pişti oynamışsın gibi masum masum bize bakıyorsun." Gözleri irice açıldı, Yankı'ya bakarken işaret parmağını ona salladı. "Siz ikiniz ne zamandan beri benim arkamdan işler çeviriyorsunuz?"

"Arkandan mı?" Yankı başını omzuna yatırdı, ellerini cebine yerleştirdi. "Sen ne zamandan beri bizim her anımızdasın ya?"

Mutlu gür bir çığlık attıktan sonra dizlerinin üzerine çöküp, "Bizim mi?" diye haykırdı. "Lanet olasıca beyin herif! Siz ikiniz benim ellerimde büyüdünüz!" Dizlerine vurmaya başladı, âdeta ağıt yakıyordu. "Öpüşün diye, elleşin diye, çocuk yapın diye kendimden vazgeçtim, size adadım kendimi! Bunu mu hak ediyordum?"

Evin aşağısından sesler gelmeye başladığında Mutlu'nun çığlığına Işık ve Lâl'in de koştuğunu anladım. Birkaç saniye sonra Işık dehşetle odaya koştu. "Ne oluyor?" diye içeri girdiğinde beni yatakta gördü, başını çevirdi, sonra bir kez daha baktı. Ağzı beş karış açıldığında arkasından Lâl de çıktı ve ilk olarak gözlerimiz kesişti, o şaşırmak yerine kaşlarını çattı.

"Burada," dedi Işık nefes nefese. "Birisi bana ne olduğunu söyleyebilir mi?"

Yutkundum, ne diyeceğimi bilemedim ve bakışlarımı Yankı'ya çevirdim ama o da başını tavana kaldırıp ellerini gri eşofmanının ceplerine yerleştirdi ve sabır diliyormuş gibi durdu.

"Hayatımın en büyük pornosu çekiliyor şu anda," diyen Mutlu yıkıldığı yerde başını iki yana sallıyordu. "Kazık yedim. Kazık yemenin pornosu olur mu? Oluyormuş." Yüzü Yankı'ya döndü. "Yürüyen beyin, muhteşem kusursuz prensini nasıl satıyor konusu da."

"Bence hepimiz buradan çıkmalıyız," diyen Bartu Yankı'yla aralarında olanlardan dolayı pek büyük tepki veremiyordu ama yüzünden söyleyeceklerini yuttuğunu anlayabiliyordum.

"Biz çıkalım da," dedi Işık ve dudaklarını birbirine bastırdı gülmemek için. "Helin o çarşafın içinden nasıl çıkacak, onu bilmiyorum. Sakin ol, ne yapıyorsun?"

"Işık," dedim kaşlarımı çatarak. "Sandığınız gibi değil."

"Sandığımız gibi," dedi Mutlu ve Işık'ın aşağıdan ellerini tuttu. "Işık'ım," dedi heyecanla. "Güzel kardeşim, onlar çocuk yapıyorlardı." Yankı ağzını açtı ama Mutlu hızlıca devam etti. "Biz kapının önüne geldik Bartu'yla, tamam mı, baktık içeriden sesler geliyor." Gözlerini irice açtı ve yalanlar sıralamaya başladı. "Yok efendim neymiş, Yankı çek şu beynini ağzımdan, boğulacağım diyor Helin. Yankı da diyor ki yatağa kadar patatesleri getirmek zorunda mıydın? Biz anlamadık. Bir boğulma sesleri geliyor." Yutkundu, heyecanla devam etti. "Korktuk, içeriye girdik, bir de ne görelim? Fantezici Helinski patatesleri Yankı'nın ağzına tıkamış, kafasını yalıyor beyin gelsin diye."

Bartu dayanamayıp güldüğünde Yankı'nın bakışları hızlıca ona döndü ve o gülüşünü hemen düzeltip ciddiyetini takınmak için boğazını temizledi.

"Ya," dedi Işık sanki dünyanın en ciddi sohbetini dinliyormuş gibi. O da dizlerinin üzerine çöktü ve Mutlu'yla aynı hizaya geldi. "Sonra ne oldu kardeşim? Biliyorum, en dürüstçe sen anlatırsın olanları."

"Sonra işte," diyen Mutlu heyecanlı bir çocuk gibiydi. "Yankı boğuluyor diye biz koştuk, Bartukıç hemen ağzındaki patatesleri çıkardı, Helinski'nin ellerinden onu kurtardı ama gör." Abarta abarta mimikler yaptı. "Ortalık patatesten geçilmiyor, Yankı kusuyor, her yer her yerde. Bir anda çarşafın altından çıkan çocuklar, anında doğan bebekler. Ağlamalar, zırlamalar. Böyle bir şey olamaz." Elleriyle yüzünü kapattı. "Çok kötüydü, çok çok kötüydü. Bu sahneyi aklımdan çıkaramayacağım."

Işık Mutlu'nun boynuna sarılıp sırtını sıvazladı. "Geçecek kardeşim, unutacaksın," dedi ucuz bir dram filminden fırlamış gibi. "Sileceksin aklından bütün bunları. Unutacaksın. Hep beraber atlatacağız."

"İyi eğlendiniz," diyen Yankı gözlerini kısmış, kardeşlerini izliyordu. "Bu evin içinde bizim özelimiz olmayacak mı kardeşim? Şu kapıyı çalıp girin."

"Bak yine dedi." Mutlu ağlamaya başladığında tek bir gözyaşı yoktu ama öyle güzel rol yapıyordu ki şaşkınlıkla ona baktım. "Özel diyor, biz diyor. Düne kadar kıza kaçamak bakışlar atan Yankıtu, şimdi özelimiz diyor. Gel de çıldırma." Elini kalbine koydu. "Düşüp öleceğim şimdi şurada."

"Ne?" Hızlıca üzerimden çarşafı attığımda Bartu bir anda arkasını döndü, Mutlu gözlerini sıkıca yumdu. Beni çıplak sandılar. "Yankı bana kaçamak bakışlar mı atıyordu?"

"Ay bir de elbiseyle mi çocuk yapmış bu kıro," diyen Mutlu gözleri yarı açık beni dikizliyordu. "İşte şimdi yerin dibine girdim. İşte şimdi her şey daha kötüleşti."

Yankı, “Ne kaçamak bakışından bahsediyorsun sen?” dedi hiddetle.

"Evet." Mutlu bir anda ağlama numarasını kesti, ciddiyetle Yankı'ya döndü. "Sen değil misin çekilen fotoğraflarda en çok Helinski'ye bakan?"

"Lan." Yankı kendi kendine söylendi. "Lan sussana."

"Susmuyorum." Mutlu tükürüyormuş gibi hareket yaptı. "Bittin sen oğlum, bittin. Hiç edeceğim seni, kafatasına pipet yerleştirip beynini içeceğim, görürsün sen."

O sırada Işık'ın dikkatlice bana baktığını fark ettim. Nereye baktığını anladım ve elim hemen saçlarıma gitti. Eskiden omuzlarımdan aşağıya dökülen saçlarım, şimdi omuzlarımın üzerindeydi ve bu fark edilmeyecek gibi değildi. Bakışlarımı direkt Işık'tan ayırdığımda bunun üzerine konuşmak istemediğimi belli ettim.

Lâl Işık'ın arkasından çıktı, onun da gözleri saçlarıma kaydı fakat ben gözlerimi kaçırsam da o benim üzerime doğru yürüdü. Yankı'nın yanından geçip yanıma gelmek istediğinde bir anda Yankı onu kolundan tuttu. "Lâl," dedi kısık bir sesle. "Şu an değil."

Lâl bakışlarını Yankı'ya çevirdi, kısa bir süre bakıştılar, sonra Lâl bir daha bana baktığında gözlerinde günlerdir bana karşı oluşan öfkesi silinmeye başladı; yerine, yine o tadına vardığım anne şefkati oturdu. Neler olduğunu anlayamadım ama bana güç veriyormuş gibi gülümsediğinde parmaklarım tekrar saçlarıma gitti. Başını aşağı yukarı salladı, bu sanki beni bu şekilde daha fazla kabul ettiğini gösteren bir hareketti.

Bartu arkasını dönüp, "Bence çıkalım," dedi ve o an hâlâ beni çıplak sandığını anladım. "Çıkalım, değil mi? Çıkalım çıkalım."

"Evet," dedi Işık da ve çöktüğü yerden doğrulup Mutlu'yu yerden kaldırmaya çalıştı. "Hadi Mutlu, bu odadan çıkalım. Sonra konuşuruz."

Mutlu cevap vermedi, gözlerini yere dikip başını art arda iki yana salladı. "Mutlu," dedi Yankı. "Kardeşim, seninle sonra konuşacağız, olur mu?" Mutlu yine başını iki yana salladı. "Şimdi çıkalım da Helin üzerini filan değiştirsin." Mutlu asla hareket etmedi.

"Of," dedi Işık ellerini beline koyarak. "Yine inme indi, saatlerce inadından böyle durur." Bakışları Bartu'ya kaydı. "Şunu taşıyalım hadi." Sonra Yankı'ya odaklandı. "Yani siz ikiniz taşıyın."

O an Yankı ve Bartu bakıştı, ilk gözlerini kaçıran Bartu oldu. Ya tavrını devam ettiriyordu ya da Yankı'nın yüzüne bakamıyordu, bilemiyordum ama aralarındaki o mesafe asla aşılamayacak gibi görünüyordu.

Bartu Mutlu'nun ayak ucuna geçti, bana sırtını tamamen döndü. Yankı kollarının olduğu yerde durdu. Mutlu art arda başını sallamaya devam ediyordu, odadan çıkmamak için bütün gücünü verebileceğini biliyordum.

Yankı Mutlu'yu kollarından tutarken o çırpınmadı bile. Bartu da bacaklarından kavradığında o şekilde havaya kaldırdılar ve odadan çıkarmak için kapıya yürüdüler. İkisi de birbirinin yüzüne bakmazken Mutlu, "Siz bittiniz," dedi dişlerini sıkarak tepesindeki Yankı'ya bakıp. Sonra tam kapıdan çıkmadan önce gözlerimiz kesişti. "Sen," dedi ve şeytani bir şekilde güldü. "Bittin. Seni mahvedeceğim Helinski. Bunun cezasını ödeyeceksin."

"Mutlu," diyen Bartu'nun sesini işittim. "Yine çok konuştun."

Odadan çıktılar, ardından Lâl ve Işık da daha fazla durmadan odadan ayrıldığında tek başıma Yankı'nın yatağında öylece kaldım. Dünden sonra ilk yalnız kaldığım an olurken ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma baktım, daha sonra parmaklarım yine saçlarıma uzandı. Bunu düşünmek istemediğim için zihnimdeki bütün kötü görüntüleri silip hızlıca odadan çıktım ve banyoya ilerledim.

Banyodan içeriye girdiğim anda üzerimdeki elbiseden ve iç çamaşırımdan kurtulup aynaya bakmadan direkt duşa girdim. Buz gibi suyla kendime gelmeye çalışırken zihnimin içindeki iyi ya da kötü bütün düşünceleri atmaya çalışıyordum. Soğuk su bu konuda iyi gelirdi, biliyordum. En sonunda üşümeye başladığımda sıcağa getirdim ve beklediğimden daha uzun bir duşun ardından kendime ait havluya sarılıp dişlerimi fırçaladım ve banyodan çıktım.

Adımlarım istemeden de olsa Lâl'in odasına ilerledi, aşağıdan ise sesler geliyordu ama bu sesler Işık ve Mutlu'ya aitti. Bartu zaten konuşmazdı, biliyordum, Yankı ise sabırla Mutlu'yu dinliyordu, emindim.

Altıma bol bir kot pantolonumu, üzerime de boğazlı beyaz kazağımı giydikten sonra saçlarımı bile taramadan odadan dışarıya çıktım ve merdivenlere ilerledim. Su damlaları omuzlarıma çarparken parkenin üzerinde lekelerini, çıplak ayaklarım ise arkamdan izimi bırakıyordu.

Bir süre kendimle baş başa kalmak istemeyeceğimi bildiğimden olabildiğince kendimden ve yalnızlığımdan kaçıyordum.

Oturma odasından içeriye girdiğimde ilk Yankı'yla göz göze geldik. Sandalyeye oturmuştu, elleri ceplerindeydi, bacaklarını ise öne uzatmıştı. Gözlerimiz kesiştiğinde direkt ıslak saçlarıma baktı, sonra bakmak bile ona yetti, gözlerini kaçırdı.

Canının yandığını hissettim.

Saçlarıma her baktığında canı mı yanacaktı? Kendimi suçlamama neden olmuştu, ona büyük bir yük verdiğimi yeni fark ediyordum.

Birkaç adım daha attığımda koltukta oturan Bartu'yu gördüm, hemen yanında Lâl vardı ama aralarındaki mesafe hem ruhsal hem fizikseldi. Evet, Lâl'in Bartu'dan uzak durmasına alışmıştım ama şimdi Bartu da Lâl'den uzak durmaya çalışıyor gibiydi.

Işık diğer koltuktaydı, yüzünde gülümseyen ifadesi vardı, beni gördüğü anda alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Siz ikiniz," dedi Yankı'yla beni göstererek. "Bittiniz. Mutlu'nun gazabından korkun."

O an pencerenin önünde duran Mutlu'yu gördüm. Sırtı bize dönüktü, üzerinde pembe bir sabahlık vardı. Biraz daha yürüdüğümde profililini gördüm. Gözleri kısık bir şekilde pencereden dışarıyı izliyordu, Yeşilçam filminden çıkmış gibi dururken çenesi dikti. Parmaklarının arasında tuttuğu bardağından birkaç yudum içtiğinde sanki viskisini içiyormuş gibi görünüyordu fakat renginden de anladığım kadarıyla çilekli süttü.

"Mutlu," dedim boğazımı temizleyerek. "Neden öyle duruyorsun?"

Bardak tutmayan elini kaldırdı, işaret parmağını gösterip beni susturdu. "Tek bir kelime daha etme, halkımın yüz karası," dediğinde sesini kalın tutuyordu. "Senin cezanı sonradan keseceğim, önceliğim arkandaki senelerdir kardeşim bildiğim herif."

Işık gülerek, "Şu an Mutluga Prens oldu," diye bana açıklama yaptı. "Sizin cezanızı belirleyecekmiş."

Mutlu, "Bir zamanlar," deyip bardağından birkaç yudum içti, sonra yüzünü buruşturdu. "Fakir ama İBAK'ı olan Bartukıç'la sevişen bir Mutlu Sarca vardı, bilir misiniz?"

"Lan." Bartu söze atladı. "Biz seninle ne zaman seviştik?"

"Sus," diyen Mutlu yine işaret parmağını kaldırdı. "Seninle geçirdiğimiz ateşli gecelerimizi sonra konuşacağız. Şimdi senin sıran değil."

"Mutlu." Yankı kollarını önünde bağladı. "Sence de fazla abartmadın mı şu küslüğü? Biz sana ne yaptık?"

"Sus!" diye bağırdı Mutlu. "Fakir ama Bartukıç'la sevişen adam artık aptal değil. Size süre tanıdım. Prensliğimin asaletiyle sizin ayaklarınızla bana gelmenizi bekledim. Ama siz!" Bir anda döndüğünde göz göze geldik. "Birbirinizin ağzını yediniz!" Üzerime yürümeye başladığında gözleri fazlasıyla korkutucu bakıyordu. "Sadece tek bir gün kendimi iyi hissetmedim ve siz aynı yatağa girdiniz. Hem de ben yokken!"

"Ee," diyen Bartu eğleniyor gibiydi. "Seninle mi yatağa gireceklerdi kardeşim?"

"Sus!" Bartu'ya ters bir bakış attı. "Sen beni anlayamazsın. Neden, biliyor musun? Çünkü onlar benim ellerimde büyüdüler. Öpüşsünler diye ne büyüler yaptırdım, kendimi ne büyücülere sattırdım. Sen Helinski!" Sertçe bana döndü. "Yüzüme nasıl bakabiliyorsun? Seninle kardeş olduk, yetmedi sırdaş olduk. O da yetmedi, aynı büyücüye gittik. Şimdi bunu bana nasıl yaparsın?"

Yankı oturduğu yerden kalkıp bana doğru yürüdüğünde Mutlu'nun hemen yan tarafında duran Işık kahkaha atmamak için kendini zor tutuyor gibiydi. "Mutlu..." Yankı’nın onun suyuna gitmeye çalışan bir hali vardı. "Bak, çok zor bir gün geçirdik dün. Sen bana yardım ettin, şimdi neden böyle yapıyorsun?"

"Sen!" Sesi daha gür çıktı, Yankı'ya yöneldi. "Liderliğin arkasına sığınan sapık herif!" Işık daha fazla dayanamayıp kıkırdamaya başladı. "Bu patates fantezicisini öperken hiç mi aklına gelmedim ha?"

Yankı dudaklarını birbirine bastırdı. "Kardeşim," dedi burnunu çekerek. "Sence o an aklıma gelsen çok daha tuhaf olmaz mıydı?"

"Öptün yani?" Mutlu beklediği itirafı almış gibi elinin tersini alnına koydu. "Onu öptün yani."

"Mutlu..." Utançla bakışlarımı Yankı'ya çevirdim. "Seninle küs olmak istemiyorum, barışalım mı?"

"Kölem Bartukıç," diyen Mutlu gözlerini bizden ayırmıyordu. "Derhal yanıma gel."

Bartu güldü. "Kölen mi?"

"Kölem." Başıyla yanını işaret etti. "Yanıma gel dedim."

Bartu söylene söylene oturduğu yerden kalkıp elinde tuttuğu elmasından büyük bir ısırık aldı ve Mutlu'nun yanında durdu. Gözleri direkt bana odaklanırken Yankı'ya dönüp bakmıyordu, o an saçlarıma dikkatlice bakarak ağzındaki elmayı daha yavaş çiğnedi ve neler olduğunu kendi kafasında sorguladı.

Mutlu dışında herkes saçlarımı fark etmiş, zihninde sorguluyordu ama Mutlu sanki her şey normalmiş gibi davranıyordu.

"Yankıtu'yu tut," dedi bir anda Mutlu Bartu'ya. Yankı kaşlarını çattığında ben de ikisine odaklandım. "Onun cezasını keseceğim."

Kısa bir sessizlik oldu. İkisinin arasındaki soğuk rüzgârlar bizi de üşütmeye başladığında Mutlu aslında olan biten her şeyin farkındaydı ama hem aradaki buzları eritmek hem de hayatımızı normale çevirmek için böyle bir yol deniyordu.

"Tutmam." Bartu en sonunda sert bir sesle nefesini verip bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Beni bu işe karıştırma."

Mutlu'nun bu cevaptan sonra yüzü değişti ama belli etmeden yine o ciddi ifadesine geri döndü. "Eğer onu tutmazsan Mutluga Prens çok daha ağır ceza verir."

Bartu omzunu silkti. "Verirsen ver, bana ne?"

"Bartu," dedim gözlerimi açarak. "Yangına körükle gitme. Ne yapıyorsun?"

"Yangın sizsiniz." Mutlu bardağından son yudumlarını içti, ardından bardağı gerisindeki Işık'a verip ellerini arkada birleştirdi. "Sizi mahvedeceğim. Bensiz mercimeği fırına vermek ne demekmiş, cezasını ödeyeceksiniz."

"Mutlu," deyip ona uzandığımda geriye kaçtı ve elini kaldırıp beni durdurdu.

"Akşama," dedi kelimenin üzerine basarak. "Parti var. Teknede. Kendinizi hazırlayın." İkimizin gözlerinin içine baktı. "Sizin cezanız bu olacak. Özellikle senin Helinski."

"Ne?" Kaşlarımı kaldırdığımda neler olduğunu anlayamamıştım ama Yankı anlamış gibi başını iki yana salladı. "Parti mi?"

"Evet, parti." Gözleri Bartu'ya kaydı. "Herkes çift çift gelecek partiye," dedi. "Sen Lâl’ gelirsin. Ben Işık'la. Bu iki sapık da beraber gelsin." Yüzünü buruşturdu. "Gerçi evden aynı anda çıkacağız ama yine de belki kaçar, kıyıda köşede sevişmek istersiniz diye söylüyorum."

"Bunu yapma." Yankı Mutlu'nun omzuna elini koyup sıktı. "Bak, her şeyi yap, bunu yapma. Olur mu?" Sevecen bir ifadeyle gülümsedi. "Ne istersen yaparım ama bunu yapma. Hak etmiyorum bu kadarını. Senin canın kaos mu istiyor?"

Mutlu kötü adam kahkahası atıp başını havaya kaldırdı. "Geç kaldın, beyin," dedi. "Seni mahvedeceğim, yalvaracaksın. Ayaklarıma kapanacaksın."

Bartu Mutlu'nun yanında rahatsızca kıpırdanarak, "Çift olarak gelmek zorunda mıyız?" diye sordu ve göz ucuyla Lâl'e baktı. "Ben tek geleceğim." Bu cümlesinden sonra ben de dahil hepimiz ona şaşkınlıkla bakarken Lâl bile gözlerini açmıştı. Elmasından bir ısırık aldı. "Partide güzel kızlar olur mu? Kısmetim kapanmasın."

Mutlu şaşkınlıkla Bartu'ya bakarken, "Senin bu dünya üzerindeki kadınlardan haberin var mıydı ya?" diye sordu. "Ben sanıyordum ki gözlerin sadece tek bir kadını görüyor."

Bartu yapay bir şekilde yüzünü buruşturdu. "O da nereden çıktı?" deyip kaşlarını kaldırdı. "Sadece yumruk atmayı, kadınlarla flört etmekten daha çok seviyordum ama bugün aynaya baktım kardeşim." Omzunu dikleştirdi. "Bana düşmeyecek kız yok."

"Bartu Sarca mı bu yoksa içine başka birisi mi girdi?" Işık da ayağa kalkıp Bartu'ya yaklaştı. "Yani o gibi görünüyor ama..." Bakışları Lâl'e kaydı. "Ne diyor bu Lâl?"

Lâl şaşkınlıkla Bartu'ya bakarken ellerini kaldırıp bir şeyler söyledi ve bu soruyu sorarken gözlerindeki ifade gitgide değişti. "Evet, güzel kızlar," diye yanıt verdi Bartu Lâl'e. "Seninle gidersek kısmetim kapanır, kızlar seni benim hayatımdaki kadın sanabilir, riske atmamak lazım." Bakışları bana döndü. "Öyle değil mi?"

Alt dudağımı dişlerimin arasına aldığımda elmasını kocaman ısırdı ve rahat bir ifadeyle gülümsedi. "Yani," deyip Lâl'e baktığımda ürkütücü bakışlarıyla yüzleştim. "Ben çok karışmayayım en iyisi ama bu parti tam olarak ne partisi anlayamadım."

"Gidince görürsün patates fantezicisi," diyen Mutlu gözlerini devirdi. "Ama emin ol, çok eğleneceğiz."

Yankı bakışlarını bana çevirdi. "Gitmeye gerek yok bence," diye mırıldanırken gözlerindeki o ifade beni şaşırtmıştı. Utanç değildi ama daha çok çekimser bir ifadeydi. "Yani gereksiz. Parti filan. Ne bileyim, hem parti havanda değilsindir sen."

Tek kaşımı havaya kaldırdığımda Yankı'nın benim o partiye gitmemi istemediğini anlamıştım. "Yok yok," dedim gözlerinin içine bakarak. "Gidelim. Kesinlikle gidelim."

Yankı dudaklarını ıslattı, sonra bakışlarını benden ayırıp Mutlu'ya döndü. "Yapma." Gözlerini kaçırdı, geriye yürüyüp koltuğa oturdu. "Acımasız olma. Bak, gerçekten büyük kaos olur. Bu kadarı fazla."

"Yalvar!" diye bağırdı Mutlu. "Yalvarman hoşuma gitti, biraz daha yalvar!"

"Yankı..." Işık omzunu indirip kaldırdı. "Bunun planını birkaç gündür yapıyor desem ne derdin?"

"Ama..." Yankı gözlerini kapattı ve dirseklerini dizine koyup öne eğildi. "Mutlu, sen elime düşeceksin."

Mutlu kaşlarını kaldırdı. "Üzgünüm Yankıtu, Helinski'yi öpmeden önce düşünecektin bunları."

"O halde." Işık hevesle ellerini çırptı. "Akşama parti var ha?" Keyfi dün hiç yerinde değilken yerine gelmişti, hepsi kendini toparlamış gibi görünse de aslında fazlasıyla zor bir gün geçirdiklerini adım gibi biliyordum. "Partileri severim, sürprizli partileri daha çok severim. Nasıl giyinmemiz gerekiyor Mutlu?"

"İç çamaşırlarınızı giymeseniz de olur aslında." Mutlu'nun imalı sesi fazlasıyla tehditkârdı. "Sonuçta ihtiyacınız olmayacak."

"Lan." Bartu şaşkınlık içinde Mutlu'ya döndü. "Çıplak mı olacağız partide?"

Mutlu Bartu'ya dönüp alayla, "Evet," dedi. "Çırılçıplak olacağız hepimiz. Çıplaklar partisi. Mis gibi, değil mi?"

"Nasıl yani?" Gözleri Lâl'e kaydı. "Hepimiz mi çıplak olacağız? Lâl falan? Bildiğimiz çırılçıplak ha? Sen bu sabah ölmek isteyerek mi uyandın aslanım?"

"Çırılçıplak." Mutlu daha fazla eğlenmeye başlamıştı. "Ne oldu ki?" Gülümsediğinde Bartu'nun kısa süreli saflığı gardını indirmesine neden olmuştu ama Mutlu güldüğü anda aslında saflığını fark etti.

"Bartu..." Işık elini Bartu'nun omzuna koydu. "Yine devre dışı bıraktın beynini, kontrol et kendini. Kontrol et. Evet, orada, hissediyorum."

"Yani, anlamadım." Bartu ellerini iki yana açtı. "Bu parti harbiden nasıl bir parti?"

Mutlu daha fazla uzatmak istemiyormuş gibi ilerleyip koltuğa oturdu ve başını omzuna düşürdü. "Akşam görürsün Grey'im. Mahvolan bir beyinle yüzleşeceğiz."

Bartu bir an Yankı'ya baktı, Yankı dönüp Bartu'yla göz göze geldi ve o kısa sürede birbirlerinden aynı anda gözlerini kaçırdılar. Bartu'nun öfkesi hâlâ yerli yerinde miydi bilmiyordum ama onun Yankı'yla küs kalabileceğine imkân bile veremiyordum. Bir kere bu bir insanın ailesiyle küsmesiyle aynı şeydi, fazla uzun süremezdi ki. Çocukluğu yapan yine Bartu'ydu ama bu sefer Yankı da onun üzerine düşmeme kararı almış gibiydi.

"Güzel bir akşam olacak," diyen Işık da kendini koltuğa bıraktı. "Değil mi Lâl?" Lâl Bartu'ya odaklanmış, onun da bakmasını bekliyordu ama Bartu umursamaz bir tavırla elindeki elmasını yemeye devam ediyordu. "Lâl," dedi yüksek bir sesle. Yine dönüp bakmadı. "Ay bu da gitti, geçmiş olsun."

Hepsinin yüzüne tek tek baktım. Yaşadıklarımızdan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmalarına rağmen Işık'ın boynundaki bandaj, Mutlu'nun üzerindeki yükü atma çabası, Bartu ve Yankı'nın uzaklığı, Lâl'in ürkek ifadesi... Hepsiyle aslında iz bırakacak bir gün yaşamıştık ve sanki hepsi, o günü tekrar konuşmamak için yeminler etmişlerdi.

"Artık konuşacak başka bir şey yoksa," diyen Mutlu ayağa kalkmak için hamle yaptı. "Dağılalım, bu ortamda daha fazla durmak istemiyorum."

Gözlerim Işık'ın boynundaki bandaja odaklandığında o da nereye baktığımı anladı ve elini bandajın üzerine götürdü. Sorgulamayı düşündüm ama bunu yapmak için ilk önce kendimi onlara açmam gerektiğinin de farkındaydım. Eğer onların yanında olmak istiyorsam Yankı'ya gösterdiğim kadar olmasa bile yaşadıklarımı benim de onlara ifade etmem gerekiyordu.

"Benim var." Sesimle beraber Mutlu'nun gözleri bana çevrildi, sırtını yine koltuğa yaslayıp dikkatlice beni inceledi.

Hepsinin aklında aynı soru vardı, biliyordum.

Saçlarıma ne olmuştu?

Sormak istiyorlardı ama soramıyorlardı. Ben bir şey söylemediğim sürece de sormayacaklarından emindim.

Bu zamana kadar onları bir şekilde içten içe kabul etmişken, şimdi kendi içimde onları kapı dışarı itemezdim, onları yok sayamazdım. Eğer bir acı çektiysem onlar da bilmeliydi, eğer bir acı çekiyorlarsa ben de bilmeliydim.

Hafifçe tebessüm ettim, Yankı dışında hepsine döndüm. "Saçlarımı," diye mırıldandım. "Fark etmişsinizdir ama sormak istemiyorsunuzdur." Elimi saçlarıma götürdüm ve nemli saçlarım yine alışık olmadığım şekilde kısa geldi. "Kısaldı." Cümleyi nasıl kuracağımı bilemediğimden başımı önüme eğip bir süre düşündüm. "Yani öyle olması gerekti." Parmaklarıma baktım, dün kan olduğunu düşündüğüm parmaklarım bugün tertemizdi. "Yankı'dan saçlarımı kesmesini istedim, o da kesti." Başımı kaldırdığımda Yankı dışında hepsinin yüzünde aynı ifade vardı.

Merhamet.

Sessizlik devam etti. Hepsi yüzüme bakarken ilk hangisinin konuşması gerektiğinden bile emin değillerdi. Yankı'nın nasıl baktığını bilmiyordum ama ona bakmayı es geçiyordum çünkü biliyordum ki göz göze gelirsem kendimi güçlü tutmaya çalıştığım omuzlarım bile devrilecekti.

Sessizlik neredeyse bir dakika sürdü. En sonunda Işık, "Hımm," deyip zorlukla gülümsedi, bakışları Yankı'ya kaydı. "Böyle hünerlerin olduğunu bilmezdik Yankı."

"Sanki," diyen Bartu gözlerimin içine bakıyordu. "Yamuk mu olmuş biraz?"

"Öpmeyi beceren Yankıtu, kesmeyi becerememiş," diyen Mutlu bile rol icabı girdiği öfkesinden kurtulmuş, bana büyük bir merhametle bakmaya başlamıştı. "Allah beyin vermiş, gerisini boş vermiş."

"Ben," derken elim enseme gitti. "Hiç aynaya bakmadım. Çok mu kötü görünüyor?" Bu sorunun ardından Lâl oturduğu yerden hızlıca kalkıp bir anda odadan çıktı. Şaşkınlıkla onun arkasından bakarken hepsi yine sessiz durmaya devam etti. Berbat mı görünüyordum? Çok mu kötüydü? Neden susuyorlardı? "O kadar mı kötü?" diye sorduğumda ilk defa gözlerim Yankı'ya döndü, o ise bana bakmak yerine yere bakıyordu.

"Kötü mü?" dedi Işık, sonra oturduğu yerden kalktı ve karşıma geçti. "Sen bu zamana kadar saçlarını kestirmeyerek hayatının en büyük hatasını yapmışsın. Neydi o saçların öyle?" Yüzünü buruşturdu. "Daha da güzelleştin."

"Utanmasam affedeceğim saçların için," diyen Mutlu'nun kaşları çatıktı. "Sana puanım sıfır ama saçlarına yüz."

Bartu da ayağa kalktı, yanıma gelip, "Bro," diye mırıldandı. Bir anda elini omzuma atıp elmasından son ısırığını aldı. "Ben bu işlerden anlamam ama şimdi bir de saçların için rakı içesim geldi."

Bu söylediğine gülerek, "Eyvallah brocuğum," diye karşılık verdim. "Bizim de hayallerimiz vardı ama saçlarımız gibi kesildi gitti. Bu da böyle işte."

Bartu da bana karşılık verip gülümsediğinde ve ellerimizi birbirimize çarptığımızda üzerimdeki o kötü enerji tamamen yok olmuştu. Ne için olursa olsun, varlıkları bana kendimi daha iyi hissettirmişti.

O sırada Yankı oturduğu sandalyeden kalktı ve hiçbir şey söylemeden odadan çıkıp gittiğinde peşinden baktım fakat hemen onun arkasından Lâl içeriye girdi. Onu bu derece yıprattığım yerde daha fazla duramadığında canımın acıdığını hissettim; kendi kirimi ona bulaştırırken aslında o kirlerin dikene dönüşeceğini fark edememiştim.

Mutlu bir an bile düşünmeden Yankı'nın arkasından odadan çıkarken Bartu ortada durup bana odaklandı ve ne yapacağından emin olmadan geriye bir adım attı. "İyiyim kardo," dedim Bartu'ya. "Sıkıntı yok."

Dış kapının çarpma sesi geldi, ardından o kapı bir daha açılıp tekrar kapandı. Mutlu ve Yankı dışarı çıkmıştı, gözlerim pencereye çevrildiğinde ikisini de göremedim.

Bartu da odadan çıktı ama beklediğim dış kapı sesini duyamadım, merdivenlerde adımlarını duydum.

Her zorlukta ne olursa olsun Yankı Bartu'nun yanında oluyordu ama Bartu öfkesini yenip Yankı'nın yanında duramıyordu. Bu can yakıcıydı ama yine de Bartu'ya kızamadım.

Birisi kolumdan tuttuğunda Lâl'in beni çekiştirdiğini fark ettim. O an elinde tuttuğu tarağı ve fön makinesini gördüm. Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdığımda beni koltuğa çekti, sonra koltuğa oturdu ve eliyle yeri gösterip oturmamı işaret etti.

Donuk gözlerle ona bakarken ellerini kaldırıp bana bir şey söyledi; onun dilini artık öğrenmem gerekiyordu, bunu fark ediyordum. "Işık," dedim gözlerimi ondan ayırmadan. "Ne diyor?"

Işık büyük bir şefkatle Lâl'e bakarken başını omzuna düşürdü. "Saçlarını taramak istiyormuş," dedi. "Diyor ki, saçlarını taradığımızda daha güzel olacak." O an, bir aileye sahip olmamanın verdiği acıyı hissettiğimi yeni anlıyordum.

Bir baba saçlarını okşamak isterdi kızının ve benim saçlarımı gece boyunca Yankı okşamıştı. Bir anne saçlarını taramak isterdi çocuğunun ve Lâl benim saçlarımı taramak istiyordu.

"Gerçekten mi?" diye sordum Lâl'in yüzüne dikkatlice bakarak. "Yani sen bana kızgın değil misin?" Lâl hiç düşünmeden elime uzandı ve beni tutup aşağıya çekti. Karşı gelmeyerek dizlerinin dibine oturduğumda Işık da tam karşıma oturup gülümsedi.

"Lâl saçlarını tarasın," deyip yerdeki fön makinesini eline aldı. "Ben kurutayım. Olur mu?"

Eksikliğini hissettiklerim canımı yakmayı bıraktı; aile bulmanın verdiği duygu, acıyla tebessüm etmeme neden oldu. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım titreyen bir sesle. "Gerçekten teşekkür ederim."

Lâl'in parmaklarını saçlarımda hissettim, ikiye ayırdıktan sonra yavaş yavaş canımı yakmadan nemli saçlarımı taramaya başladı. Gözlerimi sıkıca yumduğumda daha önce kimseye dokundurmadığım saçlarımdaki kirleri tertemiz parmakların temizleyeceğini hissedebiliyordum. Dokundurmamıştım çünkü korkmuştum, herkes korkardı ama onlar korkmuyordu.

Onlar beni kirimle kabul edecek kadar güzel bir aileydi.

Çünkü onlar Sokak Nöbetçileri'ydi. Hiç kimseye benzemiyorlardı.

Işık, "Biliyor musun," deyince gözlerimi aralayıp ona baktım. "Yamuk kesilen bir saç, en çok sana yakışırdı. Gerçekten güzel bir kızsın."

"Komik mi görünüyor?" diye sordum ama aslında bu umurumda değildi.

Lâl'in saçlarımı tarayan eli duraksadı, Işık Lâl’le göz göze gelip derin bir nefes verdi. "Çok güzel görünüyorsun Helin." Uzanıp elimi tuttuğunda sımsıkı parmakları bana güç verdi. "Bırak saçların yamuk kalsın, bu da bizim Altıncı Sokak Nöbetçisi'nin imzası olsun, olmaz mı?"

"Işık," dediğim anda sesim titredi; Bartu'dan sonra beni altıncı olarak kabul eden ikinci kişi Işık oldu. Hiçbir şey diyemediğimde gözlerim doldu ve Lâl saçlarımı taramayı bırakıp saçlarıma dokundu. "Bırakalım, yamuk kalsın," dedim söylediğini tekrar ederek. "Bu da 'Sadece Helin'in imzası olsun."

Işık ve Lâl tekrar bakıştı. Bu bakışmada aralarında ne geçti bilmiyordum ama içimdeki acı daha fazla katlandı, katlanırken beni hak ettiklerime ve hak etmediklerime götürdü. Bartu ve Işık için altıncı olabilirdim ama Yankı Sarca beni kabullenene kadar kendimi hiçbir zaman öyle görmeyecektim.

Işık yandaki prize fön makinesinin fişini taktı. "Yeter bu kadar aylaklık!" diye bağırdıktan sonra fön makinesini yüzüme tuttu; sıcacık hava çarptığında kendimi tutamayarak çığlık atıp ellerimle yüzümü kapattım. "Çek ellerini seni lanet olasıca patates fantezicisi," dedi Işık. "Kaldır ellerini."

Lâl arkadan ellerimi tutarken Işık fön makinesini silah gibi tutuyordu ve saçlarımı o şekilde kurutmaya başladı. "Tamam," diye bağırıp gülmeye başladım. "Teslim oluyorum, çek şunu yüzümden."

"Anlat!" dedi. "Yankı Sarca'yla nasıl öpüştün?"

"Anlatamam!" diye bağırdım, bunun üzerine Işık fönü daha fazla tuttu ve Lâl ellerimi daha sıkı kavradı. Akacak gözyaşlarım bile kurudu. "Ya!" diyerek kahkaha attım. "Utanıyorum, anlatamam!"

"O zaman yanacaksın!" diyen Işık son heceyi uzattı. "Cehenneme hoş geldin bebek! Burada güzel saçlı kızları fönle yakıyoruz!"

O andan sonra Lâl ellerimi tutmaya ve Işık fönle beni tehdit etmeye devam etti. Bir süre sonra hepimizin kahkahaları birbirine karıştığında kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu ve hiç olmadığım kadar evimde hissettim; o evde ise bir kız kardeş ve bir anne vardı.

Kendim için değil, Sokak Nöbetçileri için kısa saçlarımı sevdim; onlar için gülümsedim, onların sayesinde gülümsedim.

***

Mutlu'yu tanıdım tanıyalı onu her tiplemesiyle gördüğümü düşünüyordum ama bugün... Bu akşam... O bambaşka birisi gibiydi. Bugün gerçekten şeytan kostümü giymiş bir melekti.

Günü Lâl, Işık ve ben beraber geçirmiştik. Yankı Mutlu'yla saatler sonra gelmişti, Bartu odasından çıkmamıştı. Limana ise şu an iki araba gelmiştik. Bir arabayı Bartu kullanmıştı, o Mutlu’yla baş başa gelmişti. Diğer arabayı Yankı kullanmıştı ve biz kızlar olarak onun arabasıyla gelmiştik. Lâl hiçbir şekilde Bartu'yla gitmek istemediğini söylemişti, Işık ise ön koltuğa oturmak için çocuk gibi çırpınmış, oturduğu zaman ise saçma sapan şarkılar açıp bizim bütün dengemizi bozmuştu.

"Gençliğimiz bak talan mı oldu Helin?" Işık arabada çaldığı bir şarkının sözlerini indiğimiz anda bana söylediğinde gözlerimi devirip kapıyı kapattım.

"Lütfen," dedim elimi kaldırarak. "Bir süre o şarkıyı dinlemek istemiyorum."

"Ah." Işık kırmızı ruj sürdüğü dudaklarını büzdü. "Üzgünüm tatlım. Bugün keyfim çok yerinde."

Ona ne olmuştu bilmiyordum ama dün akşama zıt bir şekilde bugün fazlasıyla keyfi yerindeydi, bu da yetmezmiş gibi hepimizin keyfini yerine getirmeye çalışıyordu.

Lâl’le arabadan indiğimizde bakıştık ve o hayal kırıklığıyla Işık'a başını iki yana salladı. Yankı ise gözlerini ilerideki tekneye dikmişti. O an limanı dolduran bu yüksek müzik sesinin bizim teknemizden geldiğine inanmak istemedim.

Önde duran Bartu ve Mutlu sırtları dönük bizi bekliyorlardı. Bartu simsiyah bir gömlek giymişti, altında da siyah pantolonu vardı. Kendisine pek de bakmayan Bartu, bugün fazlasıyla kendine bakmıştı; bu ise Lâl'in dikkatinden kaçmamış, Bartu'dan gözlerini ayıramamıştı.

Gözlerim yine Lâl'e döndü ve yürümeye başladık. Onun üzerinde dize kadar bir beyaz elbise vardı. Boğazlı elbisenin yine daha önce olduğu gibi sırtı açıktı. Saçlarını sıkı bir atkuyruğu yapmıştı... Daha doğrusu Işık yapmıştı, zorla elbiseyi giydiren de oydu. Lâl'e kalsa hiçbir şekilde partiye gelmek bile istemiyordu.

Işık sanki daha fazla göz kamaştırıcı olabilmek için çaba sarf etmişti. Yüzüne yaptığı muhteşem makyajına eş simsiyah, dar bir mini elbise giymişti. Göğüs dekoltesi olan elbise, kırmızı rujuyla inanılmaz görünüyordu. Gözlerimi ondan alamadığımı fark ettiğinde, "Ne oldu?" diye sordu gülümseyerek.

Önümüzde yürüyen Yankı duymasın diye onun kulağına doğru eğildim. "Yanlış anlama ama partide Murat Can mı var?"

Işık'ın gözleri büyüdü ilk başta, sonra dudağını büküp tekrar bana baktı. "Murat Can mı?" diye sordu. "O kimdi?"

Lâl’le beraber ikimiz donup kalırken yürümeyi kestik. "Murat Can," dedim şaşkınlıkla. "Yemeğe gittiğin, Mutlu'yla uğruna iddiaya girdiğin, edebiyat okuyan..." Işık yine ifadesiz bakmaya devam etti. "Hani şu sırf inadından herkese yalan söylediğin Murat Can." Yine aynı bakmaya devam etti. "Bartu'nun tur attırdığı," diye inlediğimde sanki hatırlamış gibi kaşlarını kaldırdı ve arkasını dönüp yürümeye devam etti.

"Ah," dedi saçlarını arkaya atarak. "Hatırladım." Lâl kolumu tutup beni yürütmeye başladığında Işık'ın tavırlarına anlam vermeye çalışıyordum.

"İşte o," diyerek açıklama yaptım. "Onu da çağırdın değil mi partiye? Ondan bu kadar süslendin?"

"Saçmalama Helin." Işık yüzünü ekşitti. "Murat Can sadece Mutlu'yla inatlaştığım birisiydi." Gözlerini kaçırdı. "Onun modası geçti. Sürekli mesaj atıp duruyor zaten. Gerçekten hakiki bir yumruğu bu sefer benden yiyecek, şerefsizin tekiymiş."

"Modası mı geçti?" Başımı iki yana salladım.

Işık kahkahayı bastığında Yankı'nın gözleri bize döndü. "Hep erkekler mi sözde çapkın olacak?" diye sorup yanına ulaşmamızı bekledi ve biz gelince koluma girip yürümeye devam etti. "Bence ben gerçekten dünyaya yalnız olmak için gelmişim, hayatıma kimse girmemeli. Özellikle Murat Can gibileri. Ne bileyim, benim hayatıma girecek kişi biraz daha farklı olmalıymış gibi geliyor..."

Bakışlarım boynuna indiğinde bandajını çıkardığını gördüm. Derin bıçak izi kıpkırmızı görünüyordu, birkaç gün içinde kabuk bağlardı. "Bunun," dedim bıçak izine bakarak. "Koza'nın bize yaşattıklarıyla ilgisi var mı?" Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi ama bana dönüp bakmadı. "Bunu sana o mu yaptı? Yani o sana zarar mı verdi?"

Eli direkt bıçak izinin üzerine gittiğinde, "Yalnızlığı seçmemin o adamla nasıl bir ilgisi olabilir?" dedi ama o an sesinden bile bizden bir şeyler sakladığını anladım. "Hem boynumu o yapmadı, böyle bir şey yapmaz."

"Yapmaz?" Emin konuşması gözümden kaçmamıştı. "Onu tanıyormuş gibi konuşuyorsun."

Duraksayıp alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Of," diye inledi. "Yani yapmaz derken o daha çok akıl oyunlarıyla uğraşacak birisi gibi. Bir kadına zarar vermek istemez, bununla uğraşmaz."

"Işık," dedim üzerine basarak. "Bak o sadece senin yanına uğramış, hiçbir kardeşinin değil, sadece senin yanına uğramış. Neden? Sana ne söyledi?"

"Helin, beni neden sorguluyorsun?" Işık'ın adımları bıçak gibi kesildi. "O yanıma uğradı, neden uğradı bilmiyorum. Geldi, baktı, izledi, gitti. Tamam mı?"

Gözlerimi kıstığımda bu konuda hissettiği rahatsızlık beni ürkütmüştü. "Biliyorsun değil mi, birkaç güne Yankı da sorgulamaya başlayacak. Senden bahsederken sürekli senin için güzel diyor . O seni güzel buluyor."

Işık bu söylediğimden sonra başını çevirip yürümeye devam etti ama dudaklarında silik bir tebessüm oluştuğunda şaşkınlıkla gözlerimi açtım; onun cümlelerini ciddiye mi alıyordu? "Boynuma Koza hiçbir şey yapmadı," dedi sadece.

"Kim yaptı o zaman?" Lâl de ikimizin arasındaki sohbete odaklanmıştı, dikkatlice Işık'ı izliyordu.

Bakışları bana döndü, dudakları aralandı, kaşları çatıldı, sonra susup bütün okları bana yönlendirdi. "Bana laf söylemeden önce kendine bak," dedi. "Gelinin kız kardeşi gibi olmuşsun." Konuyu sertçe kapatması dikkatimden kaçmazken, benim anlayamadıklarımı Yankı'nın anlayacağından da adım gibi emindim.

Işık bordo bir elbise giydirmişti, mini elbise iki parçaydı. İp askılı elbisenin karnı açıktı, altı ise dapdar iniyordu ve dizime kadardı. Işık, belinin inceliğini göstermelisin derken bu derece özen göstereceğini düşünememiştim ama kendimi birisi beni belimden sıkıca tutuyormuş gibi hissediyordum. Ayağımdaki ikisinin giydiği ayakkabıdan daha yüksek olan siyah topuklularla zaten yeterince rahatsız hissediyordum. Yetmezmiş gibi yüzüme makyaj yapmış, saçlarımı yeni maşalamış, bir de parlak ruj sürmüştü. Aynaya bile hâlâ bakmamıştım.

Yankı beni ilk gördüğü anda dudağıma bakmış, sonra bir daha bakmış, sonra bir daha bakmıştı. Kaşlarını çatıp ciddiyetle, "Dudağında ne var?" diye sormuştu. Hoşuna mı gitmemişti bilmiyordum ama defalarca dikiz aynasından bile dönüp bakmasının nedeni ne anlayamamıştım.

"Sen giydirdin," dedim Işık'a. "Şu ruj saçlarıma yapışıyor!"

Tekneye gitgide yaklaştığımızda bakışlarını o tarafa çevirdi. "Biliyorum şu an rahatsız hissediyorsun," dedi. "Ama oraya girdiğimizde seni böyle güzelleştirdiğim için bana teşekkür edeceksin."

Anlayamamıştım ama daha fazla da üzerinde durmak istememiştim. Önümüzde yürüyen Yankı durup bakışlarını bize çevirdi. Üzerine giydiği mavi gömleği tekrar gülümsememe neden oldu çünkü o rengi ona yakıştırdığımı biliyordu. Turkuaz gözlerini ortaya çıkaran bu renk yüzünü inceleme isteğimi artırıyordu.

"Lâl! Işık!" Yankı ve bana baktı Mutlu. "Ve diğerleri," dedi sanki umurunda değilmişiz gibi. "Kapıdan girerken parola isteyecekler. Parolayı söylüyorum." Gülümsedi, ellerini cebine koydu. Beyaz bir gömlek giymişti, üzerinde siyah ceketi ve yakasında turkuaz parlak papyonu vardı. Kıvırcık saçları özenliydi, duruşu sanki gerçekten teknenin asıl sahibi oymuş gibiydi. Takım elbisesinin altında Pembe Panterli terlikleri olmasaydı eğer...

"Ee," dedi Işık. "Parola ne?"

Gözleri Yankı'ya kaydı, önünde durduğumuz tekneye bakarak başıyla işaret etti. "Çok basit," dedi kalabalığı işaret ederek. "Parola: turkuaz külot."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında arkasını dönüp ellerini kaldırdı ve teknenin içinde çalan şarkıya ayak uydurarak dans ede ede yürümeye devam etti. "Turkuaz… Ne?" dedim ve direkt Yankı'nın yüzüne baktım, o ise sanki hayatında daha önce bunu duymamış gibi aynı şaşkınlıkla bana baktı. "Yankı neler oluyor?"

Bir yandan da yürümeye devam ediyorduk. Mutlu ve Bartu, ilk başta tekneye ulaşanlar oldu. Kapıdaki takım elbiseli iki adam onlara doğru yürüdüğünde teknenin içindeki kalabalığı daha yakından gördüm ve bu daha fazla şaşırmama neden oldu. Daha önce içinde savaş verdiğimiz tekne, inanılmaz derecede kalabalıktı, içeride güzel bir parti var gibiydi.

Teknenin önüne asılan tabela ise, "Yok artık!" diye inlememe neden oldu.

“Mutluga Prens'in turkuaz külot partisine hoş geldiniz!”

Demire çıkan Bartu ve Mutlu oradan bize dönüp baktılar ve Mutlu benim yüzümü gördüğünde kahkahayı bastı. "Ne oldu arkadaşlar?" diye sordu. "Renginiz soldu, hayırdır?"

"Lütfen bana yanlış gördüğümü söyleyin," diye fısıldadığımda Işık bütün olanları biliyormuş gibi yanımızdan ayrıldı ve Mutlu'yla Bartu'nun yanına ilerledi. Lâl ise benim gibi tabelaya bakmaya devam etti. "Lâl," dedim. "Bana bir kâbusun içinde olduğumu söyler misin?"

Bakışlarım ona döndüğünde başını iki yana salladı ve koluma girerek sıkıca tuttu. Mutlu'nun içinde olduğu plan bu gece fena derecede bizi patlatacaktı ama en çok tepki veren Lâl ve ben olacakmışız gibi geliyordu.

Yankı bizi beklemeden ve dönüp bakmadan tekneye girdiğinde biz de onların arkasından ilerledik ama teknenin içindeki o kalabalığı gördükçe tansiyon hastası olmasam bile tansiyonumun bir düşüp bir çıktığını hissedebiliyordum, kim bilir bu gece bizi neler bekliyordu?

Hareketli şarkıyla beraber herkes dans ederken teknenin iki katı da doluydu. Küçük masalar belirli aralıklarla doluydu, ortam partiye göre hazırlanmıştı. Kocaman bir masanın yanında ise barmen durmuş, içkileri hazırlıyordu.

Şarkılar fazlasıyla hareketli ve… Seksiydi.

Bir anda o iki güvenlik görevlisi önümüzde durduğunda adımlarımız bıçak gibi kesildi ve anlamayan gözlerle adamın yüzüne baktım. Dördü içeriye girmişken bizim önümüzde neden duruluyordu?

"Hanımlar," dedi orta yaşlı adam. "Parola nedir?"

Mutlu diğer taraftan bana şeytani bir ifadeyle gülmeye devam ederken, "Görmedin mi?" diye homurdandım. "Onlarla beraber geldik."

"Üzgünüm." Adam Mutlu'yu gösterdi. "Prensimizin emri. Parolayı söylemek zorundasınız."

Yankı Mutlu'nun yanına gitmiş ona bir şeyler söylerken benimle göz göze gelmemek için çaba sarf ediyordu. Mutlu ise Yankı yokmuş gibi olduğu yerde dans etmeye çalışıyordu.

"Ben Helin," dedim adama öfkeli bir gülümseme göndererek. "O da Lâl. Sokak Nöbetçileri'yle beraberiz. Bizi tanıyorlar. Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?"

İri adam başını sallayıp arkasında kalan Mutlu'ya bizi gösterdi. "Prensim," dedi. "Sizi tanıdıklarını söylüyorlar, doğru mu? İçeriye alalım mı?" Büyük ihtimalle aynı mahallede tanıştıkları arkadaşlarından biriydi.

Yankı parmaklarını şakaklarına bastırırken sol taraftan yanına bir kadın geldi ve bir anda Yankı'nın boynuna atladığında aynı anda çığlık attım.

"Evet!" dedi Mutlu bağırarak. "Beyaz elbiseliyi tanıyorum, adı Lâl, kendisini içeriye alın lütfen." Sonra bana döndü. "Diğerini çıkaramadım..." Duraksadı. "Patatesçiye benziyor gibi ama eğer parolayı biliyorsa onu da içeriye alın."

Yankı elleri havada kaldığında gözlerimiz kesişti ve bana bakarken kadın geriye çekilip Yankı'ya heyecanlı heyecanlı bir şeyler söylemeye başladı. Başka bir kadın daha diğer taraftan geldiğinde öfkeyle iri adama baktım. "Turkuaz külot," dedim dişlerimi sıkarak. "Ya şimdi beni içeriye alırsın ya da tekmeyi iki bacağının arasına yersin!"

Adam asil bir duruşla başını sallayıp önümüzden çekildi ve bize tekneye geçmemiz için yer açtı. Lâl'in kolundan çıkıp koşar adımlarla o ince demirden geçtim ve kendimi teknenin içine attığımda Yankı'nın yanındaki kadınların üçe çıktığını gördüm. Mutlu başını sallayıp dans ederek benim yanıma geldi, yüzüme yaklaştı, göz kırptı, sonra arkasını dönüp kalçasını sallayarak dans etmeye devam etti. Işık ise Mutlu'nun kalçasına vurup o da dans etti.

"Bro," diyen Bartu'nun sesi diğer taraftan bana ulaştı. "Hepsi eski arkadaşlarımız."

"Brocuğum," dedim dişlerimi sıkarak. "Bana burada neler döndüğünü söyler misin?"

Bartu yanına geçen Lâl'e şöyle bir baktıktan sonra ona sırtını döndü ve arkasında bırakıp, "Mutlu intikam alıyor," dedi. "Buradaki kadınlardan bazıları… Yani belki… Bazılarıyla Yankı önceden flört etmiş olabilir…" Şaşkınlıkla gözlerim ona döndüğünde ilerideki iki kadını gösterdi. "Hatta şu ikisini görüyor musun? Onlar turkuaz külodu Yankı'nın başına geçirenler diye hatırlıyorum."

"Şu an," dedim kelimenin üzerine basarak. "Nasıl bir kıyametin içindeyiz acaba biz?" Kadınları işaret ettim. "Bunlardan bazıları Yankı'yla flört mü etti diyorsun yani sen?"

"Bazıları mı?" Mutlu abartılı dansıyla yine yanımıza geldiğinde elinde bir içki şişesi vardı. "Belki de hepsi tatlım." Abartıyordu, farkındaydım ama ona eğlence çıkmıştı. Başını gökyüzüne kaldırıp sallamaya devam etti. "Mutluga Sarcaios'un intikamına hoş geldin. Benden gizli öpüşmek nasıl bir duyguymuş?"

"Mutlu." Öfkeyle ona baktığımda saçlarını tek tek yolacağım enerjiyi hissedebiliyordum. "Senden bunun acısını çok fena çıkaracağım."

Mutlu kahkaha attı. "Benden çıkarma patatesçi, bence Yankıtu'yu yalnız bırakmamaya bak çünkü elden gidiyor gibi görünüyor."

Tekrar onun olduğu tarafa döndüğümde bu sefer yanında az öncekinden farklı iki kadının durduğunu gördüm. Tam o sırada, cırtlak bir ses, "Bartu!" diye bağırdı ve bir anda sarışın bir kadın Bartu'nun boynuna atladı. "Ah, benim koca adamım! Seni çok özledim!"

Bartu da Yankı gibi şaşkınlıkla kaldığında direkt Lâl'e baktım ve kadını gözleri yuvasından çıkacakmış gibi izlediğini gördüm. "Tanışıyor muyuz?" diye sordu Bartu şaşkınlıkla. "Ben sizi..."

Kadın bir anda Bartu'yu yanağından öptüğünde koyu rujunu onun yanağına bulaştırdı. "Sen beni tanımıyorsun ama ben seni tanıyorum." Kadın gerçekten de Bartu'ya hayran gibiydi. "En son katıldığımız ev partisini hatırlıyor musun? Orada sohbet etmiştik ama senin canın sıkkın gibiydi ya da keyfin yoktu, bilmiyorum. Beni hatırlamazsın."

Bartu kadının onu öpmesinden rahatsız olmuştu, bunu bakışlarından anlayabilmiştim ama göz ucuyla Lâl'e baktığında onun öfkeli bakışlarına şahit olmuş, sanki bu durumdan fazlasıyla keyif alıyormuş gibi gülümsemişti. "Hatırladım," dedi yapay bir heyecanla. "Sen şu sarışın kızsın! Seninle konuşmuştuk!"

Kadının yüzü değişti. "Yani," dedi. "O zamanlar sarışın değildim, saçlarım koyuydu ama..." Omzunu silkip Bartu'nun koluna girdi. "Olsun, önemli değil. Gelsene seni arkadaşlarımla tanıştırayım."

Bir anda Bartu'yu yanımızdan çekip aldı, Lâl ise ilk defa böyle bir şeyle yüz yüze geliyormuş gibi şok içindeydi.

Biz cehennemin içindeysek, Işık o cehennemin içinde cenneti bulmuş gibi eğleniyordu. "Işık," dedim şaşkınlıkla ama o dans etmeye devam etti.

Aklım almıyordu ama çıldıracak gibi hissediyordum. Buradaki kadınlardan bazılarının Yankı'yla flört etmiş olması, belki öpmesi hatta dokunması düşüncesi bile kanın beynime sıçraması için yeterli bir nedendi. Hayatımda ilk defa belki de kıskançlıkla bu kadar net bir şekilde tanışıyordum.

Lâl beni kolumdan çekip dürterek gözüyle ileriyi gösterdi ve o an, Yankı'nın yanında yine üç farklı kadın olduğunu ama bu sefer bir de aralarına Bartu'nun da katıldığını gördüm. Onun da yanında iki kadın vardı. Daha fazla dayanamayarak sertçe Işık'ın elinden içki bardağını aldım ve kafama diktikten sonra onların olduğu yere doğru yürüdüm. Lâl de arkamdan aynı hareketi yaptı ve benimle beraber yürüdü.

"Yankı." Yanlarına gittiğimizde direkt Yankı'nın yanında durup kadınlara gülümsedim. "Merhaba," dedim dikkatlice. "Nasılsınız?" Kadınlar beni inceledi, büyük ihtimalle diğerlerini tanıyorlardı ama beni ilk defa görmüşlerdi. "Helin ben," dedim elimi uzatarak. "Tanışalım lütfen."

"Merhaba..." Simsiyah saçları olan kadın tek kaşını havaya kaldırıp beni inceledi. "Seni tanıyor muyuz? Kıvırcığımızı, turkuazımızı ve koca adamımızı tanıyoruz ama siz..."

Gülmeye başlayıp bakışlarımı Yankı'ya çevirdim. Turkuazımızı. "Yani," dedim bıkkın bir nefes vererek. “Tanışmıyorsak da tanışmak istediğim için geldim. Bana da takacağınız bir lakap var mı?”

Kadın bir an afalladı. Yankı gülümseyerek, “Helin,” dedi yeniden, bir kolunun belime dolandığını hissettim. “Kendisi bizimle yaşıyor ve yanımızda görmeye devam edeceksiniz büyük ihtimalle.”

Kısa bir duraksamanın ardından kadın yanındaki arkadaşına dönüp baktı ve bu ailedeki yerimi sorguladı, bunu gözlerinde gördüm ama aldırış etmedim. “Tanıştığıma memnun oldum,” dedi havada kalan elimi sıkarak. “Ben de Gökçe. Bizimkilerin lise arkadaşıyım.”

“Ah,” dedim uzakta bizi izleyen Mutlu’ya bakarak. Onun istediğini eline vermeyecektim, sevecenlikle tebessüm ettim.

Bartu biraz daha uzakta, az önce boynuna atlayan kadınla bir sohbet içerisindeydi. Yanımda durmayan devam eden Lâl, benim kadar sakin karşılamıyordu çünkü o kimseyi paylaşamazdı fakat benim bu duruşum onu da rahatlatıyor olmalıydı.

Mutlu dişlerinin arasında tuttuğu bir puroyla masamıza geldiğinde en fazla onun eğlendiğini görebiliyordum. "Hepimiz kardeşiz," dedi özellikle benim yüzüme bakarak. "Yankı'nın en sevdiği kardeşi Helin'dir mesela." Kızlara beni işaret etti. “Değil mi Helin?”

"Yankı," dedim Mutlu’yu duymazlıktan gelip ona doğru eğilerek. “Buradaki kızların hangileriyle daha önce flört ettiğini öğrenebilir miyim?”

Gülerek bana doğru eğildiğinde çenesi alnıma dokundu. “Bunun ne önemi var?” diye sordu.

"Ha yani aralarında flört ettiğin var, öyle mi?"

Yankı bakışlarını benden kaçırdı, teknedeki kızların yüzüne baktı. "Yani," dedi. "Belki iki-üç tanesiyle." Ona dikkatlice baktım, bunu fark etti. "Beş-altı?" Daha dikkatli baktım, sırıttı.

“Beni kıskanıyor musun sen?”

“Hayır.” Net bir yanıtın ardından bir adam ile bir kadın da gelip selam verdi. Aslında eğlenceli bir ortamdı fakat Mutlu işi yokuşa sürmek istemişti, bu bariz belliydi.

Gökçe yanıma geldi. “Onların yanında sürekli duran başka birisini görmemiştim,” dedi sorgulayan gözlerle. Pipetini dudaklarının arasına aldı ve birkaç yudum içti. “Yeni mi tanıştınız?”

“Sayılır.” Etrafıma baktım, yanımda olmadığı için gözlerim Lâl’i arasa da onu göremedim.

“Üniversitede mi tanıştınız?”

Boş gözlerle ona baktım. “Neden sorguladığını anlayamadım.”

Sert hamlemin ardından kaşlarını kaldırdı ve yanındaki arkadaşına şöyle bir bakıp gerekli göndermeyi almış gibi kirpiklerini kırpıştırdı.

“Yankı,” dedi diğer kız bu bakışın ardından. “Artık masaja gelmiyorsun, neden?”

“Masaj mı?” Yüzümü buruşturmak zorunda kaldım. “Sen masaja mı gidiyordun?”

Yankı bir an kaşlarını kaldırdı, ardından o kıza hafifçe tebessüm ederek masanın yanından uzaklaştı ve beni de yanında götürdü. “Yankı,” dedim bir kez daha. “Masaj ve sen?”

“Ya,” dedi eliyle saçlarını karıştırarak. “Biraz bel fıtığı olabilir bende… Belki romatizma…” Gözlerini kaçırıp derin bir nefes verdi. “Mutlu, seni mahvedeceğim.”

Onun ağzını taklit ederek, “Liderin olarak masaj yaptırıyorum,” dedim ve yanımdan geçen garsonun tuttuğu tepsiden bir bardak alkol aldım. Şaşkınlıkla bana bakarken birkaç yudum içtim. “İyi ki liderim değilsin artık.”

Yankı kaşlarını kaldırdı. "Doğru ya," dedi. “Ben artık senin liderin değildim.”

Bakışlarım yüzünde gezinirken, arkasında kalan Lâl bütün dikkatimi altüst etti. Teknenin en ucundaki kimsenin göremeyeceği bir köşesine oturmuş, uzaktan Bartu’yu izliyordu. Yankı omzunun üzerinden geriye baktığında Lâl’i o da gördü ve burnundan nefesini verip bana döndü. “Onu bazen anlayamıyorum,” diye mırıldandım. Bartu hâlâ bir sohbetin içerisindeydi ama Lâl’in bakışlarının farkında olduğunu da biliyordum.

“Neden böyle söyledin?”

“Bartu’yu kıskanıyor,” dedim net bir sesle. Bardaktan birkaç yudum aldıktan sonra masaya koydum ve insanlardan bazılarının da bizi izlediğini gördüm. “Bu kıskançlığı tanıyorum.”

Yankı’nın dudaklarında bir tebessüm oluştu. “Nereden tanıyorsun güzelim?”

Gözlerimi devirdim, sonra etrafıma bakıp, “Mutlu’ya istediğini vermeyeceğim,” dedim sakin bir sesle. “Ama beni delirtmek istiyor.”

“Ama neden deliresin ki?” diye sordu bu kez de.

Konuyu başka bir boyuta taşıyıp, “Eğer bu teknede benim de flört ettiğim erkekler olsaydı ne hissederdin?” diye sordum.

Yüzündeki gülümseme silindi, iki kaşının ortasında bir çizgi oluştu. “Tanrı’ya şükürler olsun ki öyle bir şey yaşanmadı.”

“Belki bir gün yaşanır,” dedim hiddetle. “Belki bir gün flört ettiğim biriyle…” Kaşları çatılırken ellerimi yavaşça gömleğinin yakasına yerleştirip derin bir nefes verdim. “İşte şu an ne hissediyorsan ben de öyle hissediyorum Yankı Sarca.”

Buradaki kimse umurunda değilmiş gibiydi. Elleri yakasını tutan ellerime uzandığında bizi izleyen gözlerin biraz daha çoğaldığını hissettim, Mutlu’nun bıkkın bakışları ise Yankı’nın hemen omzunun üzerindeydi.

“İtiraf etmek gerekirse küçük hanım, benim bu teknede,” dedi sakin bir şekilde. “Tek dikkatimi çeken kadın sensin ve bence herkes bunun farkındadır.”

Bencil bir istekti belki ama o insanlara bunu daha fazla göstermesini isteyen tarafımı susturamıyordum.

“Yani bu itirafla,” dedim yakasından omuzlarına doğru inerken. “Sen sadece benim liderim olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?”

Sırıttı, işaret parmağıyla çeneme dokunup yüzümü ona çevirdi. “Bana bunu mu itiraf ettirmeye çalışıyorsun?”

Lâl bulunduğu yerden ayrıldı ve benim aksime öfkeyle Bartu’nun olduğu tarafa doğru yürümeye başladı fakat ikisinin yanından geçerken tek yapabildiği Bartu’nun omzuna çarpmak oldu. Bunun ardından Bartu’ya iki yol açılmıştı. Yine Lâl’i anlamak ve yanında durmak, Lâl’i görmezlikten gelmek ve keyfine bakmak.

Bartu yine kalbine söz geçiremedi ve birincisini uyguladı. Lâl’in arkasından giderken onun kalbinin sesini duyuyor gibiydim.

“Belki de,” diye mırıldandığımda Mutlu’nun öfkeli sesi bize ulaştı ama müzik sesinden ne dediğini anlayamadım.

Yankı bir anda belimden tutup beni kendisine çekti ve vücutlarımızı birleştirdiğinde, "Ya itiraf etmek bir yana dursun," dedi yüzüme doğru. "Gösterirsem herkese sadece senin liderin olduğumu?"

Kaşlarımı havaya kaldırdığımda gözleri dudaklarıma kaydı. "Nasıl yani?" dedim ne söylemek istediğini anlasam da.

"Dudaklarının o ıslak görüntüsü geçmiş,” dedi yutkunup. "Ama ben o görüntüyü sevmiştim." Kasıklarımdaki sıcaklığı hissettiğimde beni kendisine daha fazla bastırdı.

"Yankı," dedim yutkunarak. "Ne yapıyorsun? Burası çok kalabalık, herkes bize bakıyor ve..."

"Mutlu!" dedi Yankı yüksek sesle ama bana bakmaya devam etti. "İsteğin gerçekleşiyor, hazır ol." Kalabalıktı, insanlar bizi izliyordu, herkesin gözü bizim üzerimizdeydi ama bu, Yankı'nın umurunda değil gibiydi. Parmakları çenemi daha sıkı tuttu, dudaklarıma doğru yaklaştı.

Nefesimi yüzüne verdiğimde dudaklarımız arasında azıcık bir mesafe kala bekledi, yutkunup gözlerini kapattığında dudakları dudaklarımın arasına yerleşti ve diğer eli belimde gezindi. Bir süre öyle kaldı; dudaklarının hissini tamamen dudaklarıma verdi, sonra araladığı dudaklarının arasından nefesini bıraktığında beni zamana bile hükmedecek kadar fazla büyük bir tutkuyla birkaç saniye öptü. Bu birkaç saniye, hayatımın en güzel birkaç saniyesiydi çünkü içinde birçok anlam taşıyordu.

Tektim. Helin’dim. Ve Yankı için de Helin tekti. Bunu hissetmiştim.

Ellerim boynuna sarıldığında ben de onun öpmesine karşılık verdim ve onu kıskanmanın verdiği hırsla dişlerimi dudaklarına geçirdim. Yankı'nın gülümsediğini hissettiğimde yüzünü yüzümden ayırdı, gözlerimi açtım. "Bu hoşuma gitti," diye mırıldandı. "Durma, devam et.” Yeniden dudaklarımın üzerine kapandığında belimdeki eli sakince dolanıyor, diğer eli çenemden boynuma iniyordu. Boynuna dolanan elimi ensesindeki saçlara doğru ilerletip yavaşça okşadığımda üzerime eğildi ve saçlarımın geriye sarkmasına neden oldu.

Teknenin içindekiler alkışlamaya başladığında Mutlu'nun çığlığıyla irkildim ve dudaklarım Yankı’nın dudaklarından ayrıldı.

"Lan! Öptü lan! Sonunda gözümün önünde öptü lan!" diye bağırdıktan sonra bir anda Bartu'ya doğru koştu, ardından onun yanında duran Lâl'i bir an bile düşünmeden yavaşça itekleyip Bartu'nun kucağına atladı. Bacaklarını Bartu'nun beline doladıktan sonra onun yüzünü elleri arasına aldı. "Öptü lan!" dedi. "Sıra bizim lan!"

Bartu'nun dudaklarına yaklaştığında Bartu yüzünü hızlıca çevirip onun yanağını öptü, sonra alnını, sonra diğer yanağını. "Mutlu!" diye bağırdı Bartu gür bir sesle. "Bittin sen oğlum, bittin! İn kucağımdan! Her anımı mahvetmek zorunda mısın?"

Yankı gülerek tekrar bana döndüğünde ben de gülümseyerek ona baktım. "Yankı Sarca," diye mırıldandığımda kalbim hızlı atıyordu. "Sen sadece benim liderimsin."

Dudaklarımı tekrar öpmek için yaklaşmadan önce önüme gelen saçımı arkaya itti. "Ben sadece senin liderinim," diye mırıldandı. "Herkes buna şahit."

Gözlerimi kapattım, beni tekrar öpmesini bekledim ve onun da gözlerini kapattığını hissettim. Elleri belimde hareket edip sıkıca tuttu, nefesi dudaklarıma dokundu.

Sonra bir şey oldu. Zamanı bile durduracak, kulaklarımı bile sağır edecek bir ses duydum.

Silah sesi.

Bu silah sesinden sonra Yankı'nın belimi sıkıca kavrayan elleri dondu, gücü uzaklaştı, ardından başka bir silah sesi daha geldiğinde gözlerimi açıp ona baktım ama Yankı Sarca sanki bana bakmıyor gibiydi.