IŞIK SARCA
Dışarıda bir köpek havlıyordu, hava aydınlanmak üzereydi ya da ben yanlış biliyordum. Yanımda Mutlu'nun derin nefesleri vardı, arada sırada irkiliyor ama derin uykusuna geri dönüyordu. Normalde Mutlu'nun nefes sesiyle uyumak bana iyi gelirdi fakat bu kez öyle hissetmiyordum.
Gözlerimi kapatıp uyumak istedim, çaba gösterdim ama uyuyamadım çünkü bu eve ilk geldiğim günü hatırlıyordum, Koza'nın yüzünü de öyle ve bana hissettirdiklerini de.
Başımı yan taraftaki pencereye çevirdiğimde boğazın ışıklarını görebiliyordum; Koza ikimize Mutlu'nun istediği odayı vermişti. Koza’nın da şu an odasında uyumadığını biliyordum. Çünkü ona bir sözüm vardı, bu sözü ikimiz de unutmuş olamazdık.
Bir tarafım, ona verdiğin sözlerin artık bir anlamı yok derken, diğer tarafım son bir kez onunla mutluluğunu paylaşmayı istedi. Bir tarafım dedi ki, hak etmiyor bütün bunları ama diğer tarafım da dedi ki, belki yarından sonra onu göremeyeceksin, yap gitsin. Ne kaybedersin ki?
Ne kaybedeceğimi bilmiyordum ama ona direnmekten vazgeçerim diye ödüm kopuyordu.
Yataktan doğruldum ve çıplak ayaklarım yerle buluştu. Oda tamamen ruhsuzdu; Koza için bu evin bir anlamı yoktu, odasının anlamı vardı, bunu zaten biliyordum.
Ayağa kalktım. Mutlu'nun üzerini örttükten sonra odadan çıkıp merdivenlere yöneldim ve aşağıya inerken evin içindeki ölüm sessizliğine kulak kesildim. İlk önce mutfağa gidip kendime bir su doldurdum, gözlerim dalgın bir şekilde mutfağın penceresine döndüğünde sudan büyük yudumlar içtim.
Üzerimde Koza'ya ait bir tişört ve yine ona ait siyah bir eşofman altı vardı. Verdiğinde ikiletmeden almıştım, karşı gelmeyi düşünmüştüm ama nedeni onun kıyafetleri olduğu için değil, kokusunu paylaşacağım içindi.
Çünkü onun kokusunu çok seviyordum, her şeye rağmen.
Bardağı tezgâha bıraktım ve mutfaktan çıkarken bakışlarım istemsizce salona kaydı. Tam o anda onları gördüm: Yankı ile Helin'i. Üçlü koltukta birbirlerine sarılmış, uyuyorlardı. Gülümsedim.
Helin inadını kırıp yatağından ayrılmış ama yine de Yankı'yla uyumaya gitmişti. Belki de artık onsuz uyuyamıyordu, belki de akşam gireceğimiz büyük savaştan ötürü bu geceyi yok etmek istemiyordu.
Belki de aşk buydu ve ben o kadar acının içinde aşkı tanıyamıyordum.
Bakışlarımı salondan ayırdım ve merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladım. Her adımımda iki tarafımla savaş verdim, hangi tarafın galip geleceğini ise biliyordum.
Yattığım odanın önünden geçip Koza'nın odasına doğru ilerledim; kulakları hemen işitirdi ve adım seslerini duyduğuna bile öyle emindim ki. Kapının önüne geldiğimde dik durdum ve derin bir nefes verdim. Son kez kendi içimde kendimle savaştım ve galip gelen tarafım kalbim olurken, kapıyı çalmadan kolu çevirip açtım.
Çünkü biliyordum, bugün gelmemi istemezse kapıyı kilitlerdi, rehabilitasyon merkezindeyken de böyle yapardı.
Kapı ardına kadar açıldığında başımı eğip içeriye baktım ve yatağının bozulmamış olduğunu gördüm; koltuğunda oturuyordu ve gece lambası yanıktı. Elinde de bir kitap tutuyordu, masal kitabı: Peter Pan.
Bakışlarını bana çevirmeden, “Gel, Nil," dedi sakince. "Ben de seni bekliyordum."
Elbette bekliyordu çünkü beni tanıyordu. Onun gibi değildim, sözlerimi tutardım. En kötü anlarımda ve ondan ölesiye nefret ederken bile.
"Ben de uyumadığını biliyordum," dedim ve kapıyı ardımdan kapatıp odanın ortasına doğru yürüdüm. "Sonunda masal kitaplarını okumaya başladın, ha?"
Birbirimiz hakkında bu kadar şey bilmemiz akıl kârı değildi ama her adımda, başka bir adımın nasıl geleceğini ölçmüştük.
Bir adım hariç. Ben onun gerçekten bana zarar vermeyeceğine inanmıştım.
"Çünkü Helin bana bu masalı anlattı," dedi ve elindeki kitabı masaya bırakıp bakışlarını bana çevirdi. Gözleri üzerimde gezindiğinde karnımda yine o yanmayı hissettim ve lanet ettim; heyecanlandığım için. Yenmek istiyordum ama yeniliyordum. Nefret ediyordum ama karşı da koyamıyordum. "Sonunu okumuyorum ama Helin'in bana okuduğu yerlerin üzerinden geçiyorum." Eliyle yanını işaret etti ve yerdeki viski şişesini gösterdi. "Gelsene, bir kadeh içelim."
"Çok kalmayacağım," desem de koltuğa doğru yürüdüm.
"Aslında çok kalacaksın," dedi gülümseyerek.
"O halde hep kalmayacağım," diye düzelttim. Bu kez sustu ve ne demek istediğimi anlasa bile ses çıkarmadı.
Yanına oturduğumda kendi bardağına viski doldurdu, ardından benim için hazır tuttuğu bardağa da viskiden koydu. Öne uzattığında bakışlarım kitabın üzerindeyken bardağı aldım. "Sonunu biliyor musun?" dedim. "Yani mutlu mu yoksa mutsuz mu bittiğini?"
"Masallar mutlu biter," dedi ezberden bir cümleyle.
"Yine her zamanki gibi yanılıyorsun," dedim gözlerimi devirip viskiden bir yudum içerek. "Aslında masallar oldukça mutsuzdur, hepsi içinde farklı hüzünlü hikâyeler barındırır. Tıpkı çizgi diziler gibi. Kaldı ki masallar saçmadır, yazanların çoğu da kendi dünyalarından uzaklaşmak için onları kaleme almıştır. Peter Pan mutlu bitmiyor ve..."
"Yapma, bu konuda yakma canımı," dedi Koza susturup gözlerimin içine bakarak. "Bırak ben neye istiyorsam ona inanayım, inandığım çok az şey var bu hayatta. Biri de masallar. Annemin okuyacağına inanıyorum hâlâ. En büyük inancım bu. Eğer bu masal kötü bitiyor dersen inancım da biter."
"Diğerleri ne?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "İnandığın yani? Eskiden inandığın hiçbir şey yoktu neredeyse."
Gözlerimin içine baktı, sonra bakışları yüzümde gezindi; ilk önce gözlerimde, ardından çenemde ve dudaklarımda. Gözlerimi ondan ayırdığımda bitmek üzere olan viski şişesi sarhoş olduğunu gösteriyordu. "Ve sen de inanmadan yaşanmayacağını söylüyordun," dedi. "Mesela artık kurtuluşa inanıyorum, Nil. Hayallere de inanıyorum. Güven konusunda hâlâ zorluklarım var ama geçmeye başladı. Yara izleri de geçermiş, insan ailesini de yeniden bulurmuş. Haklıymışsın aslında."
Güldüğümde bardağı masaya bıraktım ve bakışlarımı ona çevirdim. "Seninle ilk karşılaştığımız gün benim için bir sokak ortasında değildi, biliyor musun? Ben seninle rehabilitasyon merkezinde tanıştım, Koza. Oradaki kişi benim için gerçek olan kişiydi. Gerçek sendin. Mesela odama ilk girdiğin günü unutamıyorum. Rehabilitasyon merkezine yattığımın beşinci günüydü, ilaç veriyorlardı ve benim gerçekten ilaçlara ihtiyacım yoktu. Bileğimdeki sargıyı her gün değiştiriyorlardı ama onlara yaşadığım olayın bir intihar değil, feda olduğunu anlatamıyordum." Gözlerimi ona çevirdim. "Kapı açıldı, sen geldin, ilk başta tanımadım ama sonradan anladım. Yüzüme baktın, gülümsedin, bir neşter bırakıp, ‘Yaşamaya çalış güzel kız,’ deyip gittin. Benim için kurduğun ilk cümle bu mesela."
Derin bir nefes verdim. "Altıncı gün de geldin ve yine bıraktın; yedinci gün, onuncu gün, on beşinci gün... Hiçbirinde benimle konuşmadın. O kadar neşteri nereden bulduğunu bilmiyordum; ölmemi isteyip istemediğini sorguluyordum fakat çok sonradan anladım. Sen kendini öldürmemek için bana o neşterleri veriyordun." Boğuk bir nefes daha verdim. "Aslında o an anlamalıydım, senin savaşlarının benim canımdan da hayallerimden de daha önemli olacağını ama anlayamadım. O neşterlerden biriyle kesebilirdim bileğimi ama önemsemedin bunu. Kendi canın için bile o neşterleri bana verdin."
"Nil..."
"Sus, dinle," dedim onun konuşmasına izin vermeyerek. "Şu an kaçıncı gün olduğunu bilmiyorum ama o geldiğinde..."
"Yirmi ikinci gün," dedi Koza başını sallayıp.
Hatırlıyordu, aklındaydı. "Yirmi ikinci gün gelip yanıma oturdun ve bana her şeyi anlattın. Her şeyi ama. Aklına gelebilecek her şeyi. Çektiğin acıyı, yaşadıklarını." Gözlerine baktım. "Anneni anlattın. Rehabilitasyon merkezinde olduğunu, bir şekilde onu kurtaracağını, o yüzden orada olduğunu. Sonra Sokak Nöbetçileri'ni anlattın; yaşadıklarını, yaşatılanları, yaşatacaklarını. Kardeşini anlattın, Helin'i. Ondan hiç nefretle söz etmedin ama sevgin de yoktu. Bunları yaparken nefes bile almadan anlattın, söz hakkı bile vermedin, sonra bir neşter daha bırakıp gittin."
Sessizlik oldu; gözlerimi gözlerine dikmiştim ve onu izliyordum. "Artık birine anlatmam gerekiyordu," dedi başını sallayıp. "Kurtulmam gerekiyordu ve sana inandım. Belki benim de bu hayattaki en büyük inancım sensindir, Nil."
Başımı iki yana sallayıp, “Değildim," dedim hayal kırıklığıyla. "Çünkü sonra geldiğin günlerde de seninle saatlerce sohbet ettik. Ben anlattım bu kez, her şeyi. Yaşadığımı, yaşatılanları, ölümü, intikamı, zorla evlendirildiğimi, evlendirildiğimde henüz bir çocukken bir bebeğe bakmak zorunda kaldığımı ve onun öldüğünü." Yutkundu, kasıldığını hissettim. "Sonra söyledim sana, en büyük hayalimi paylaştım. Dedim ki, bir ailem olsun istiyorum, bir çocuğum. Kız çocuğu. Dinledin beni, anladığını düşündüm. Emin ol ben de inandığını düşündüm." Bir kez daha hayal kırıklığıyla başımı iki yana salladım. "İnsan en büyük inancının ellerinden hayalini almaz, Koza. Sen bana bunu yaptın. İnanç bu mu?"
Sessizleşti ve canımın yandığını hissederek konuşmaya devam etmemi bekledi. "Ve kırk ikinci gün," dedim, ardından yüzüne yaklaştım. Bir gözü mavi, bir gözü kahverengi. "Artık gidiyordum ve biz birbirimize söz verdik, ne olursa olsun birbirimize zarar vermeyeceğimiz konusunda. Ben bu sözümü tuttum, sen tutmadın." Bir anda önünde duran elini aldım ve karnıma koydum. "Başka bir söz daha verdik; sen hayalini gerçekleştirdiğinde ilk bana gelecektin, annene kavuşursan yani ve ben senin yanında olacaktım. Bak, buradayım, yanındayım. Sözümü tuttum." Elini daha sertçe karnıma bastırdığımda gözlerimin acıyla dolduğunu fark ettim. "Ama sen de bana söz verdin, hayalimde yanımda olacaktın." Hayalim seninleydi, diyemedim. "Sen yanımda olmayı bırak, o hayali aldın. Bana inançtan, sözlerden bahsetme. Her şeye en çok ben inandım ve sadece ben sözlerimi tuttum."
Elini iteklediğimde, hiç beklemediğim şekilde o elimi tuttu. "Ben bugün susmayacağım," dedi sert ve baskın bir sesle. "Yüzleşmek gerekiyorsa yüzleşeceğim her şeyle ama susmayacağım." Dişlerini sıktığını fark ettim. "Ve seni de bırakmayacağım."
Elimi elinden kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi. "Senin cümlelerinin artık bir anlamı mı var benim için?"
Vardı, bunu biliyordum.
"Nil," dedi, sonra diğer eliyle yüzümü tuttu; uzun zamandır bana böyle dokunmadığını fark ettim. Kalbim hızlandı. "Hayatının büyük kısmında nefretle yaşamış ve kendisini zerre sevmemiş bir adamım ama sen zarar görme diye birçok şeyi göze aldım ben." Dudaklarım aralandığında, “Sus," dedi. "Çünkü bugün konuşmazsam hiç konuşamam. Aslında nasıl konuşulur, onu bile bilmiyorum ama başaracağım bunu."
"Bana yalanlar söyleme, Poyraz," dedim isminin üzerine basarak. "Bana gerçekleri söyle. Beni kandırmaya çalışma çünkü ben sana kanıyorsam da istediğim için kanıyordum."
"Poyraz," dedi tekrar ederek. "Canımı bu şekilde mi yakacağını sanıyorsun?" Elini yüzümden çekti ve diğer elini de elimden. "Kötü biri olmayı bile beceremiyorsun, çektiğin tek silah Harun Aktan'ın bana verdiği isim."
"Seninle savaşmak istersem savaşırım," dedim çenemi kaldırarak.
Güldü ve yeniden bana döndüğünde, “Anlamıyorsun," dedi gözlerimin içine bakarak. "Savaş, terk et, karşımda dikil, bağır, hakaret et, damarıma bas hatta çek vur beni, bunlar umurumda değil. Ben sana zaten yenildim, bu hayatta senden başka yenileceğim bir kadın daha yok."
Yutkunduğumda, “Bu da ne demek?" diye sordum. Cevabı hem duymak istiyordum hem de istemiyordum. Yine kanacaktım, kandıracaktı beni.
"Ne demek, biliyor musun?" dedi ve yerdeki şişeyi alıp kafasına dikti. Onun için çok zor bir sınava hazırlanıyor gibiydi. "Sen çekip gitsen ve senelerce ben seni görmesem ama bir gün karşıma yeniden çıksan bile ben sana yine yenilirim, demek." Gözlerinin içine baktım. "Anlıyorsun," dedi. "Ama anlatmamı istiyorsun." Başını aşağı yukarı salladı ve ayağa kalktı, ardından içerideki odaya gitti, geri geldiğinde elinde bir defter tutuyordu. Kucağıma bırakıp karşımda dikildi. "Senden başka hiçbir kadını çizmedim, senden başka hiçbir kadınla hayal kurmadım," dudaklarım aralandı, "senden başka kimseye yenilmedim."
"Bana hayallerden bahsedecek son insan bile..."
Cümlemi yarıda keserek, “Yok olup giden sadece senin hayallerin mi?" diye sordu acıyla. "Kendimden en nefret ettiğim zamanlarda bile seninle bir hayal kuracak kadar aptaldım. Senin hayalinde yaşattığın o kız çocuğunu ben de yaşattım." Kaşlarım havalandı. "Benden beklenilmeyen bir şey mi? Neden öyle bakıyorsun? Sandığın kadar kalpsiz değilim; bok gibi bir babanın oğluyken bile seninle birlikte bir aile hayal edip baba olabileceğimi düşündüm ben. Aslında çok düşünmedim, kendime kızdım çünkü ama insanın kaçtığı bir yer oluyor, ben de bu hayale kaçtım."
"Sana inanmıyorum," dedim başımı iki yana sallayarak. "Beni şu an kandırıyorsun..."
"Kandırmıyorum!" dedi yüksek sesle, ardından defteri açtı ve ilk karşısına çıkan çizimi gösterdi. "Ben senin bu hayalin gerçekleşsin diye kendi en büyük hayalim olan annemden bile vazgeçerdim çünkü umudum kalmamıştı. Diledim ulan, yemin ederim diledim. Bencilliği bir kenara bıraktım, benimle olmasa bile biriyle olsun diyerek bile diledim. Nil…" dedi dişlerini sıkarak. "Seni asla paylaşamadım; bütün o takıldığın şerefsizlerin de gelmişini geçmişini sikeyim ama biriyle bu hayalin gerçek olacaksa şimdi yine her şeyden vazgeçerim. Duydun mu? Biliyorum zaten benimle olmaz artık, imkânsız bu."
Gözlerim acıyla dolduğunda bakışlarım önümdeki çizimdeydi. Yeşil gözlü bir kız çocuğu. Saçları altın rengi. Hayalimdeki kız çocuğuna o kadar yakındı ki. "Yalan söylüyorsun," dedim ve kendimden nefret ederek ağlamaya başladım. "Beni yine kandırıyorsun. Daha önce de kandırdın."
"Seni sadece bir kez kandırdım," diye itiraf etti ve önümde çöküp ellerini dizlerime koydu. "Hapishanedeydik. Her şey başlamadan önceydi. Her şeyi biliyordun Nil. Helin'in geleceğini, kardeşim olduğunu, hepsini sana tek tek anlattım çünkü sen farkında olmasan bile ben en çok sana güveniyordum o zaman. Bana ne sorduğunu hatırlıyor musun?"
Bir cevap vermedim başta, ardından, “Beni seviyor musun?" dedim. "Bunu sormuştum."
"Tek kandırdığım zaman o zamandı."
Başımı yine iki yana salladım. "Bana yalan söyleme," dedim ve gözümden akan yaşı hızla sildim. "Bana yapacağın en büyük kötülüğü yaptın, benimle oynama. Yalanlarına kanmamı sağlama. Bu kadarını hak etmiyorum ben çünkü sana hiçbir kötülük yapmadım."
"Yalan söylemiyorum," dedi gözlerimin içine bakarak. Daha şiddetli ağlamaya başladığımda art arda elimle siliyordum ama durmuyordu. Nefret ediyordum ağlamaktan ve onun karşısında bunu yaşamaktan ama ağlıyordum.
"Yalan söylüyorsun," dedim yine.
"Söylemiyorum, Nil," dedi acıyla. "Ağlama güzelim, içim gidiyor. Ağlama, yalvarırım gerekirse, ağlama. Senin ağlamana alışık değilim ben."
"Gitmez senin için," dedim omzumu kaldırarak. "Sevmezsin böyle şeyleri sen. Sıkılırsın. ‘Gözyaşları silahtır,’ demiştin bir keresinde bana. Ağlamak üzereydim ama bu yüzden ağlayamamıştım. Gitmez senin için falan."
"Gidiyor ulan, içim gidiyor," dedi. "Öylece durup baktığında bile içim gidiyor sana."
İnanmayıp başımı iki yana salladım. Eli yine yüzümü buldu ve bu kez o gözyaşlarımı sildi. Engellemedim, bunu yapmasını istedim.
"Sana hapishanede demiştim ki: ‘Ben şu an hiçbir şey hissetmiyorum, seni de sevmiyorum.’" Başını iki yana salladı, kalbim yine kırıldı. "Aslında tam olarak bir kandırma değildi, öyleydim, hiçbir şey hissetmiyordum ama şu an fark ediyorum, yine de seni korumaya çalıştığımı. Nil," dedi ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Canımı bile almak istiyorsan al, her şeyi yap bana inan. Ben senin hayallerini çalmak istemedim."
"Ama emri sen verdin," dedim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Yalan söyleme, kandırma beni."
"Verdim," dedi hiç düşünmeden. "Ama hedefim hiçbir zaman sen değildin. Aslında plan o gün bile değildi, ben yine sırtımdan bıçaklandım ama vurulması gereken kişi sen değildin."
"Ama Koza," deyip iç çektim, "Poyraz," diye düzelttim.
"Yanmıyor canım," dedi kafasını sallayarak. "Ama için rahat edecekse söyle, mutlu olacaksan Poyraz de bana."
"Ama bana hapishanede sonradan demiştin ki, ‘Seni hiçbir zaman kullanmayacağım,’ ama beni kullandın. Biliyorum kullandığını."
"Kullandım," dedi bu kez de. "Ama amacım hiçbir zaman sana zarar vermek değildi."
"Ama zarar gördüm."
"Gördün," dedi ve içinin acıdığını hissettim. "Ben zaten suçsuzum demiyorum." Çöktüğü yerden ayağa kalkıp tavana baktı. "Geçmiş acıydı, Nil. Şimdi de yaptıklarımın acısını çekiyorum. Ben bu acıyı çekeceğimi bilseydim bu yola çıkmazdım ama sanki nefretin kuklasıydım. Suçluyum, yaptım. Affedilmeyecek hatalar yaptım, üst üste dizildi hepsi ve benim bile kaldıramayacağım duruma geldi," gözleri bana döndü, "ama hiçbirinde senin canını bile isteye yakmadım. Ben bu yola, yolun sonunda herkesi bitirip kendimi de yok etmek için çıktım ama bitirmek istediklerimi kurtarıyorum, yok olmamak için savaşıyorum. Bana rehabilitasyon merkezindeyken, ‘Hayatı sev,’ demiştin. O gün çok imkânsızdı ama şimdi imkânsız gelmiyor. Nankörlük, belki de bencillik ama çabalıyorum." Ellerini iki yana açtı. "Nasıl çabalanacağını bilmeden çabalıyorum hem de."
"Kendini yok etmek mi?" diye sordum.
"Evet," dedi tek nefeste. "Sana vermediğim tek bir neşter var, o benim için ayrılmıştı."
Bir cevap vermeden yüzüne baktım ve onu seyrettim. Altın rengi saçları, kemikli yüzü, yeni çıkmaya başlayan sakalları, kalın dudakları, kavisli burnu, çenesindeki hafif gamzesi. Kahverengi ve mavi gözü. Kahverengi gözünün altındaki çarpı dövmesi. Onu seyretmeyi hep çok sevmiştim ama bu kez bir daha göremeyecekmişim gibi hissederek baktım. "Ben gideceğim," dedim ona en sonunda. "Yarından sonra. Yani eğer yaşarsam, bir zarar görmezsem. Mutlu'yu alıp gideceğim."
"Biliyorum," dedi başını sallayarak.
Çaresizlikle ve kendimden nefret ederek, “Bana gitme demeyecek misin?" diye sordum. Gurursuzluktu belki ama bunu ona sordum.
Sustu, gitme demedi ama onun yerine, "Bugün ben çok mutluyum," dedi. "Biliyorum, beni öldürmek istiyorsun ama bugün bunu birazcık rafa kaldırsak olmaz mı?"
"Bana gitme demeyecek misin?" diye sordum bir kez daha.
Duymazlıktan geldi yine. "Mesela bir hayali gerçekleştirsek seninle," diye mırıldandı. "Benimle bir kez daha dans etsen, son dans olsun, öyle kabul edelim, tamam ama bir kez daha benimle dans etsen?"
"Ben bu hayalimizi hatırlamıyorum," dedim kaşlarımı çatarak.
"Zaten benim hayalim," dedi gülümseyerek. "Çünkü artık seninle en fazla dans ederken yakın olabilirim. O şekilde dokunabilir, o şekilde gözlerine daha yakından bakabilirim. İnan bana iğrenç dans ederim, Nil ama sana ayak uydururum. Bok gibi bir adam da olabilirim ama centilmen yönlerim vardır. Benimle bir kez daha dans et, olmaz mı? Bencil şerefsizin tekiyim ama bak, ben bugün çok mutluyum ve sen iyi bir insansın. Beni kırmazsın."
"Aptal herif," dedi yarı gülerek yarı ağlayarak. "Ağzın çok iyi laf yapıyor ve bunu biliyorsun."
"Bu evet demek mi?" dedi gülerek.
Elimdeki defteri koltuğun üzerine koyup ayağa kalktım ve karşısına geçtim. "Aç şarkıyı," dedim. "Kısa olsun, mesafeni koru ve sakın ellerin aşağılara kaymasın."
Asker selamı verip koşa koşa masasının üzerindeki telefonuna gitti ve bunu bekliyormuş gibi bir şarkı açtı, bu şarkıyı biliyordum.
"Saudade," dedim başımı sallayarak. "‘Son Dans’."
"Aklıma hep sen geliyorsun," dedi gülümseyerek bana doğru yürürken. "Yani bu şarkıyı dinlerken."
Kendimi tutamayıp güldüğümde, “Liseliler gibi şarkılarla bana gönderme mi yapacaksın?" diye sordum. "Sen kimsin ve Koza'ya," kaşlarımı çattım, "Poyraz'a ne yaptın?"
Bir eli belimi kavradı ve bütün uyarılarımı silip atarak beni sertçe kendine çekti, göğsüm göğsüne çarptığında yüzlerimiz arasında bir karışlık mesafe kaldı. Kolu belimden sıkıca sarılırken, diğer eli elimi tuttu ve dans pozisyonu aldı. Gözleri dudaklarıma kayarak, “Beni üzmek için söylediğin Poyraz ismini seveceğim neredeyse," dedi ve hafifçe hareket etti. "Sırf senin dudaklarından çıktığı için. Lütfen devam et. Poyraz de bana."
Diğer elimi omzuna koyduğumda onunla beraber hareket ettim ve vücutlarımız birbirine sürtündü. "Sen bu yalan laflarla başka kızları kandırırsın ancak," dedim gözlerinin içine bakarak. "Yemem ben bunları artık."
"Başka kızlar umurumda olmadı hiç," dedi ve sanki daha fazlası olabilirmiş gibi beni kendine daha çok çekti. "Ve senin başkalarını da sikeyim Nil ama şu an romantik bir dans ettiğimiz için bunu söylemek bana yakışmaz. Centilmen bir adamım ama hayatına girmiş olan başkalarının da gelmişini geçmişini sikeyim."
Güldüğümde, “Gideceğim ben," dedim yine. "Belki başka biriyle tanışacağım." Şarkıda da bundan bahsediyordu ve bilincindeydi. "Bir hayatım olacak, mutlu olacağım. Âşık olacağım ben," dedim kaşlarımı çatarak. "Onu öpeceğim, ona sarılacağım, onun için nefes alacağım. Onunla sevişeceğim ve onunla..."
"Biraz daha konuşursan sana verdiğim sözü çiğneyeceğim," dedi başını sallayarak. "Ve çiğnediğim en güzel söz olacak."
"Hangi söz?"
"Seni öpmeme sözü. En son dans ettiğimizde verdirmiştin."
Koza beni o an öpse kalbim dururdu, bunu biliyordum çünkü vücuduyla temas eden her bir parçam ateşler içinde yanıyordu. Her uzvu, nefesi, dudakları. "Öpme," dedim yutkunarak. "Gideceğim ben." Geriye çekildi, beni itekleyip kendi etrafımda döndürdü ve yeniden kendine yasladığında yüzlerimiz daha yakındı. "Görürsün, aklı başında birine âşık olacağım."
"Daha önce aklı başında olmayan birine âşık olmuşsun gibi konuşuyorsun," dedi gülümseyerek. Dudağı ile dudağımın arasındaki mesafe o kadar azdı ki kalp atışlarım hızlandı. "İnsan bir kez âşık olur bence, Nil. Diğerleri aşk değildir, sadece bir duraktır. Kendine yeni duraklar mı bulacaksın?"
Sustum. Ona katılıyordum ama bunu söylemedim. "Gideceğim," dedim yine. "Yıllar sonra eğer karşılaşırsak âşık olduğum o adamı da göreceksin. Belki senin de yanında birisi olur."
Gözlerini yüzümden ayıramazken, “Söyledim ya," dedi sakince. "Aşk bir kere olur, güzel Nil. Benim için bir kere oldu, bir kez daha tekrar etmeyecek." Belimdeki eli, bel boşluğumdan aşağıya indi ve kalça kıvrımımın hizasında durdu. "Ama yıllar sonra karşılaşırsak ve gerçekten yanında birisi olursa çekeceğim acıyı tahmin bile edemezsin. Dudaklarından çıkan Poyraz kelimesi yanında sıfır kalır. Öyle bir acı."
"O halde hemen âşık olmalıyım," dedim fakat burnu burnuma dokunduğunda gözlerini kapattı. "Gideceğim ben, Poyraz. Gerçekten gideceğim. En azından benden özür dileyemez misin?"
"Senden özür dilemeyeceğim," dedi. "Çünkü hiçbir özür yaptıklarımı karşılamaz, biliyorum ama başka bir şey söyleyeceğim. Dinle, Nil. Sana gitme demeyeceğim, diyemiyorum, buna hakkım yok ama kaç sene geçerse geçsin, yıllar sonra bana gelirsen ve affettim dersen, o an yine seni böyle istiyor olacağım. Benim senden başka biriyle hayalim yok, olmayacak. Hiç kimse sen olmayacak. Seni bekleyeceğim de demeyeceğim, bu üzerine yük olur ama gidersen ve geri dönersen aynı adamı bulacaksın."
"Nereden biliyorsun?" dedim yutkunarak. "Bana karşı aynı kalacağını?"
"Çünkü sana karşı hep aynı kaldım." Nefesi dudaklarıma çarptı, gözlerini açmadı, şarkı son buldu fakat beni sarmayı bırakmadı. Elim göğüs kafesine gittiğinde kalbinin hızlı attığını fark ettim. "Çocukken de, ergenliğimde de ve büyüdüğümde de. Henüz büyümedim ama hayatımın bütün zamanlarında hep sen vardın."
"Yine kendinden çok emin konuşuyorsun," dedim fakat cümleleri gerçek olsun diye her şeyimi verirdim.
"Biliyorum çünkü, hissediyorum," diye mırıldandı. "Senden başka kimseye böyle olamam, bu cümleleri belki sarhoşluktan söylüyorum, belki de yarın büyük bir savaşa gireceğimizden, belki de gideceksin ve seni bir daha görmeyeceğim diye ödüm koptuğundan ama ben burada olacağım. Bak, belki ben yarın bu cümleler için utanacağım ama şimdi beni susturamazsın."
"Sarhoşluktandır," dedim. "Ya da..." Sustum, devam edemedim. "Gittiğimde..."
"Nil," dedi derin nefes alarak. "Beni hiç ummadığım kişi küçükken terk etti, terk edilmeye alışığım. En azından giderken haber veriyorsun, bu bile sana karşı aynı kalmam için bir neden. Bir sabah uyandığımda gitmiş de olabilirdin, bunu da yaşatabilirdin. Bak, bunu bile yaşatmak istemiyorsun."
Kendimi engellemeden bir elimi yüzüne yerleştirdim. Gülümsedi, hafifçe geriye çekildi ve gözlerini açtı. "‘Son Dans’," dedim başımı sallayarak. "Son şarkı." Yutkunduğumda, “Bu gece seninle uyumak istiyorum," diye mırıldandım. "Yanında. Hayal değil, böyle istiyorum."
"Nil," dedi nefesini vererek. Gözleri dudaklarıma kaydı, öyle bir baktı ki öpüşmedik ama o beni öpmüş gibi hissettim. "Ben şu an seni öpsem bu evin içi yanar, biliyor musun?"
Biliyordum çünkü aynısını ben de hissediyordum; o beni öperse yanardım, o beni öperse gitmezdim, o beni öperse ben kendime itiraf ederdim ve gitmezdim.
Şarkı yeniden başladı fakat dansa devam etmedik. Hayatıma birçok erkek girmişti, birçoğuyla fazlasıyla yakınlaşmıştım ama hiçbiri şu an Koza'nın bana olan dokunuşları gibi değildi.
Bir kez olsun onunla uyumak istiyordum, ölmeden ya da gitmeden önce bunu yaşamam gerekiyordu.
Şarkı devam etti, biz yatağa ilerledik ve sırtüstü uzandığında ben de onun yanına uzandım. Bir süre ikimiz de tavana baktık, ardından kolunu açıp göğsüne yatmamı bekledi. Diretmedim, kolunun altından göğüs kafesine yattım ve yan döndüm. Tam o sırada Koza komodinin üzerindeki paketten bir sigara çıkardı ve ucunu yaktı.
Derin bir nefes çekti, ardından başka bir nefes daha. "Bak, bu son keyif sigaram," dedi. Bakışlarım ona döndüğünde gözlerime dolu gözlerle baktı. "Bugün ben anneme kavuştum, Nil."
Gözlerinde huzur ve mutluluğun doluluğu vardı. Sözümü tutmuştum, onunlaydım ve hayalini paylaşmıştım.
"Bak, bu son hayalimdi," dedim nefesimi vererek ve kendimi tutamayıp. "İsterdim, seninle mutlu olabilmeyi."
"Nil," dedi, gözlerinde ilk kez pişmanlığı gördüm. Sigarasından bir nefes daha çekti, bu kez acıyla üfledi. "İsterdim değil, istiyorum de."
Sustum.
Öyle bir sustum ki onun da ağzını bıçak açmadı ve son keyif sigarasını içip söndürdü.
Son sigara, son dans, son şarkı, son hayal. Bizim için sondu.
Dakikalar geçti, ikimiz de uyumadık, biliyordum ama o direniyordu. Alkol onu tamamen mayıştırmıştı. Yarı açık gözlerle beni izliyordu. "Gideceğim," dedim bir kez daha. İnandırmak istediğim o değil de bendim sanki.
"Yenildim," dedi o da bir kez daha.
"Gideceğim, Poyraz," dedim.
"Sana yenildim," dedi yine.
"Gideceğim," dedim üçüncü kez. Ne beklediğimi bilmiyordum.
"Sana yenildim," dedi ve gözleri kapandı. Birkaç nefes verdi, kuruyan dudaklarını ıslattı ve yutkundu. Ardından, “Sana yenildim," dedi bir kez daha. "Ve sana yenilmek aşk demekti." Başını başıma yasladı, gülümsedi; bu duygu ona huzur verdi. "Ben sana âşıktım değil, Nil. Ben sana âşığım."
Dudaklarım aralandı ve gözlerim doldu, uzun zamandır ilk defa mutluluktan gözlerim doldu; bunu o görmedi çünkü bu cümlenin ardından uykuya daldı ama ben o uyurken dolu gözlerle hatta ağlayarak kolları arasında onu izledim.
Saniyeler dakikalara dönüştü, ben onun uyuyan yüzünü izledim; bir başka adamın kollarında aynı hisleri tatmayacağımı düşünerek izledim ve kalbimdeki kırıkların yanında ona olan hislerim vardı. Uyurken gülümsedi, acı çekti, üzüldü ve bir kez daha gülümsedi. Bana sarıldı, beni bıraktı, başını saçlarıma gömdü, bir şeyler mırıldandı.
Pencereden ışık vurmaya başladığında gözlerimi o tarafa çevirdim ve göğüs kafesinden uzaklaştım.
Cenin pozisyonu aldı, yüzünde yine bir gülümseme oluştu. O bana yenildi, ben ona yenilmemek için direndim; bütün gücümle, bütün hayal kırıklıklarıyla ve bütün acılarla.
Yataktan kalktığımda boynumdaki kolyeyi yavaşça çıkardım; onun bana verdiği neşter, boynumda bir kolye gibiydi.
Yanındaki komodine ilerledim, ardından neşteri sigara paketinin yanına bıraktım, ondan bana kalan son şey bu neşterdi, mektupları zaten gömmüştüm ve şimdi bu neşteri de bırakıyordum.
Son dans, son şarkı, son hayal, son sigara, son neşter.
Üzerine eğilip şakağından öptüm, ardından saçlarından. "Yaşamaya çalış, Koza," dedim kısık sesle. "Ben sana yenilmedim," başımı iki yana salladım, "ama ben de bir tek sana âşık oldum ve aşk sadece bir kez olur."
HELİN AKTAN
Geçmiş sürekli tekrar ederdi, hayat aslında büyük bir aforizmadan ibaretti.
Bugün Sokak Nöbetçileri'yle tanıştığım günle aynı hissediyordum; yolun sonu gibi hissetmek ama bir yandan da o başlangıç hissi. Sevmek ama kaçmak, koşmak ama geri durmak. Aitlik hissi ama vazgeçmek.
Ölüm ve yaşam.
Bugün Koza'nın Sokak Nöbetçileri'ni topladığı o masadaki gibi hissediyordum. Gerçekler ve kaçışlar. Doğrular ve yalanlar. Korkular ve vazgeçişler.
Dostluk ve düşmanlık.
Bugün kendimi ilk kez, tamamen bir Sokak Nöbetçisi hissediyordum çünkü herkes öyle hissediyordu. Bu kez düğümlenmemiştik, kördüğüm olmuştuk.
Koza'nın salonundaki büyük masadaydık. Koza bir köşede oturuyordu, Yankı bir köşede. Yanımda Bartu vardı, onun yanında Lâl.
Karşımda Işık ve Mutlu.
Işık'ın gözlerinin içine baktım, kıpkırmızıydı, uyumamıştı. Bunu biliyordum, dün gece uyanıktı ve benim uyanık olduğumu bilmeden bizi izlemişti. Büyük ihtimalle Koza'yla konuşmuşlardı.
Gözlerim Koza'ya döndü, dikkatlice masaya bakıyordu. Gözleri Işık'a kaymıyordu ama o Işık kadar tedirgin değildi ya da halsiz. Bu duruşu biliyordum, yüklerinden arınmış olmalıydı.
Lâl'e döndüm, sakince önüne bakıyordu. Bartu'nun gözleri arada sırada ona kayıyordu. Problemlerini aşmışlar mıydı, bilmiyordum ama Bartu yine her şeye rağmen onun önüne siper olurdu. Onunla konuşmam gerekiyordu.
Mutlu'ya baktım, halsiz değildi, huzursuz da değildi ama yorgunluğu anlaşılıyordu. Onun tedavi olması gerekiyordu ama en azından artık kabullenmeye başlamıştı.
Yankı'ya döndüm. O da beni izliyordu; gülümsedim, gülümsedi.
Dün gece dayanamamış ve onun yanına gitmiştim çünkü belki de son gecemizdi, belki de son kez onunla konuşacaktım ve belki de son kez onu öpecektim. Bütün hataların canı cehennemeydi; ben ona âşıktım, o bana âşıktı.
Biz yedi kişi çok kez bir masaya oturmuştuk; kimisi savaşmak içindi, kimisi kavga etmek için, kimisi kumar için, kimisi de oyun ama ilk kez Sokak Nöbetçileri bugün bir bütündü. Bugün Sokak Nöbetçileri ilk kez tek vücut olmuştu, bunu görebiliyordum.
Sanırım birimiz ölsek bile bu şekilde ölmek huzur verirdi.
Yankı kolundaki saate baktı, ardından, “Birazdan Sadık Orhan gelir," dedi. Annemi uyutuyorlardı, onunla konuşmak imkânsızdı ama bu savaşa girmeden bir kez daha onunla yüzleşmek istemiyordum. Her şey bitmeliydi, her şey bittikten sonra geriye kalanlar iyileşebilirdi.
"Biz plana başlayalım," diyen Koza ayağa kalktı ve ellerini masaya koydu. "O gelince detay geçeriz."
Bakışlarım arkamdaki pencereye döndü, yağmur atıştırmaya başlamıştı; bu artık son yağmur olmalıydı. Çünkü inanıyordum, yağmurlar dindiğinde ve güneş açtığında biz kazanmış olacaktık.
"Pekâlâ," dedi Yankı ve o da ayağa kalktı, ardından herkesin yüzüne baktı. "Bunu söylemek zor ama bugün Sokak Nöbetçileri son görevine gidiyor, son savaşını veriyor." Başımı salladım. "Ben bir söz verdim," dedi Yankı bana bakarak. "Helin'e." Işık ve Koza bakıştı, Koza gözlerini çevirdi. "Ve bunu tutacağım." Gülümsedi, uzun zaman sonra ilk kez onun yüzünde umutlu bir tebessüm gördüm, bana her zaman başka bir yol olduğuna inandıran adamın gülümsemesiydi. "Harun Aktan'ın yaşattığı kıyamet öncesiydi, biz kıyamet olacağız."
Paragraf Yorumları