Her yalan zamanla gerçeğe dönüşürdü ve her gerçek zamanla bir yalan uğruna hiç olurdu.
Bu yaşıma kadar söylediğim ya da söylemek zorunda kaldığım bütün yalanlarım gerçekleşmişti. Gerçeklerim ise yalanlarımın altında ezilmiş, beni hiçliğine feda etmişti.
Yalanların ve gerçeklerin zaman geçtikçe birbirlerine dönüşme gibi huyları vardı. Karışırlardı, renklerini verirlerdi, zaman onları tek bir renge dönüştürürdü ve o renk, hangisine inanmamız gerektiğini bizden gizlerdi.
Caner'in yüzüne bakarken tam olarak birbirine karışmak üzere olan yalanla gerçeğin arasındaydım. Yüzünde tehditkar bir ifade vardı, altında yatan ise daha fazlasıydı. Eli havada kalmıştı. Yankı'nın onun elini sıkıp sıkmayacağını merak etmiyordum, Yankı'nın şu an nasıl bir ifadede olduğunu merak ediyordum fakat yüzüne bakacak cesaretim de yoktu.
Caner bir bana, bir Yankı'ya bakıyor, aramızdaki elektriği kesmek için elinden geleni yapıyordu. Başım ne kadar dönerse dönsün ve kanımda ne kadar alkol olursa olsun gerçeklerin içindeydim, zihnim yerine gelmişti. Keşke gelmeseydi ve ben kendimi bu andan bir anlık bayılmayla, öfke nöbetiyle, kahkaha kriziyle kurtarabilseydim.
Neredeyse dakika geçti. Yankı Caner'in elini sıkmadı, kendini tanıtmadı. Zamanın geldiğini biliyordum, onun yüzüne bakmalıydım.
Caner'in üzerinde olan keskin bakışlarımı ürkerek ona doğru çevirdim ve o an gerçekten dizlerimin üzerine düşüp bayılmak istedim. Caner'i görmezden geliyor, direkt bana bakıyordu. Az önceki o çocuksu hevesi yoktu, heyecanı tuz taneleri gibi dağılmıştı, bakışlarından ne demeye çalıştığını anlayamıyordum ama çoktan yaptığı sürpriz için pişman olduğunu görebiliyordum.
Bir anda elimde sıcaklık hissettim. İrkilerek elime baktığımda Caner'in elinin, elimin içinde olduğunu, parmaklarının parmaklarımın arasına yerleştiğini fark ettim. Yaptığı baskısı elimi çekmek istersem canımı yakacağını gösteriyordu.
Yankı'nın gözleri, gözlerimden ayrıldı. Yavaş yavaş sımsıkı kenetlenmiş olan ellerimize baktığında birkaç saniye içerisinde ifadesi tamamen değişti ve hep o gördüğüm alaylı gülümsemesi dudaklarına yerleşti. "Sanırım arkadaşın kendini tanıtmayacak." Caner'in sesi, ikimizin arasına bir balta gibi indiğinde Yankı hâlâ ellerimize bakıyordu. "Sen tanıştırmak ister misin?"
Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Zihnimi kurcalıyor, her kilitli kapıyı açmaya çalışıyordum. Anahtarları ellerimde yoktu fakat o kapıları kıracak gücüm de yoktu. Elimi çekmeli miydim? Bu yanlış olurdu, Caner bunu sorgulardı hatta daha fazlasını yapardı. Yankı'ya onun sevgilim olduğunu söylemeli miydim? Bu birbirine karışmak üzere olan yalan ve gerçeğin tek bir renk almasına neden olurdu.
Tek bir renk almasını istemiyordum, birbirlerinden de ayıramazdım. Kaçamak bir cevap verip, “Yankı Sarca," diye mırıldandım. Çatallaşan sesimin nedeni alkol olmalıydı, hissettiğim tedirginliğin buna etkisinin olmaması lazımdı.
"Ha şu laf arasında önemsiz bir şekilde bahsettiğin çocuk mu?" Parmaklarımla elinin tersine baskı yaptım, etkilenmedi. "Adını bile söylememiştin, o bu muydu?"
Yankı'nın gözleri ellerimizden ayrıldı. Bana bakmayı tamamen pas geçerek hatta beni tamamen görmezden gelerek direkt Caner'in yüzünü inceledi. Alaylı ifadesi silinmemişti, biliyordum ki Caner ne derse desin Yankı'ya etki bile etmezdi. Onun ucuz cümleleri, Yankı'nın umurunda bile olmazdı.
Derin bir nefes aldı, çenesini havaya kaldırdı. "En azından benden öyle ya da böyle bahsetmiş," dedi Yankı yüzündeki alaylı ifadesini destekleyici bir tınıyla. "Senin varlığını bile bilmiyordum çünkü hiç lafın bile geçmedi. Bir sevgiliye göre fazla onur kırıcı."
Alkolün verdiği etki miydi bilmiyordum ama gülmek istedim. Mutlu eğer yanımızda olsaydı Yankı'nın Caner'e verdiği yanıttan sonra hareket çeker ya da bu kapağı alıp evine götürmesini söylerdi. Bakışlarım Caner'e döndüğünde kulaklarının kızarmaya başladığını fark ettim. Küçümseyici gülümsemesi siliniyordu, burun delikleri ise açılmaya başlamıştı.
Boğazını temizledi, bana bakıp kaşlarını kaldırdı. "Artık gizlememize gerek olmadığını söylemiştim sana, neden gizledin?" Toparlamaya çalışıyordu fakat iş işten çok geçmişti. Onun gibi kaşlarımı havaya kaldırıp başımı iki yana salladım. Verebileceğim bir cevabım yoktu, yalana başvurmamak için çaba sarf ediyordum. "Her neyse," dedi Caner Yankı'ya dönüp. "Varlığımı bilmiş oldun. Önemli olan da bu değil mi?"
Yankı, Caner'in tehdidini tamamen görmezden geldi. "Aslında," deyip bana baktı. "Kim olduğun önemli değil ve umurumda da değil." Yüzüme bakarken turkuaz gözlerinin altında ezildiğimi hissediyordum.
"Güzel." Caner'in parmaklarının baskısı arttı, elimi elinden çekmek istediğimde beni asla bırakmadı. "Bisiklet kim için?"
Bilerek yapıyordu, Yankı'nın damarına basmaya çalışıyordu ama onun sakinliğinden, kendinden emin duruşundan tamamen habersizdi ve yaptıklarının hepsi beni vuruyordu. Hızlı bir şekilde, “Benim," dediğimde gözlerimi Caner'e çevirdim.
"Sen bisiklete binmezsin ki." Caner yüzünü buruşturdu ve bisiklete küçümseyici bir bakış attı. "Bu saçma şey de nereden çıktı?"
Yankı güldü. Parmaklarını şakaklarına bastırıp kafasını iki yana salladı. Neden güldüğünü bilmiyordum ama bir şeyler onu keyiflendirmiş gibiydi. "Caner," dedim elimi yine ondan kurtarmaya çalışarak. "Bisikletleri seviyorum, küçüklüğümden beri de hep bir bisikletim olsun istemiştim."
"Ama seni hiçbir zaman bisiklete binerken görmedim." Caner ciddi ciddi Yankı'nın önünde bu konuda beni sorguluyordu.
"Çünkü," dediğimde Yankı sözümü kesti.
"Çünkü elini tutup sevgilim dediğin kişi bisiklet sürmeyi bilmiyor. Bunu benim bilip senin bilmemen de yine çok onur kırıcı oldu." Yankı'nın art arda Caner'e verdiği bu cevaplara belki öfkelenmem gerekiyordu ama öfke yerine keyif hissediyor, Caner'in yüzüne bakıp kahkahalar atmak istiyordum.
Caner dişlerini sıktı. Onu kızdırmak işte bu kadar basitti, can sıkmak için geldiği yerde canı sıkılmıştı nedeni ise Yankı Sarca'yı tanımaya başlamasıydı. "Senin ağzın çok iyi laf yapıyor," dedi ve gülümsemeye çalıştı. O kadar başarısız oldu ki gözlerimi devirdim. "Kadınları genelde böyle mi etkilersin?"
"Hayır," diyerek ellerini kaldırdı Yankı. "Kadınlar benden henüz konuşmadan etkilenirler ve konuşmaya başladığımda âşık olurlar." Caner'le öyle bir dalga geçiyordu ki fiziksel şiddet daha acısız olurdu, bundan emindim. "Neden sordun? Benden etkilendiğini düşündüğün bir kadın mı var?"
Caner'in gözü seğirdi, yüzündeki zoraki gülümsemesi silindi ve Yankı'ya doğru bir adım attığında sıktığı dişlerinin arasından, “Sen canımı sıkıyorsun," dedi kendini tutamayarak.
Yankı, masum bir şekilde kaşlarını kaldırıp, “Hey, sakinleş," dedi. "Az önce çocuk diye bahsettiğin bendim, şimdi sen çocukluk yapıyorsun."
"Yankıtu!" Mutlu'nun sesi aradaki gerginliğe bir balta gibi indi. "Helinski!" Sesi çadırın yan tarafından geliyordu fakat ortaya çıkmıyor, bizden ses gelmesini bekliyordu. Yankı da ben de hiçbir şey demediğimizde öksürdü. "Hey! Öpüşüyorsunuz değil mi?" Gözlerim irice açıldı, Yankı yine güldü ve Caner'e dik dik baktı. "Oha daha mı fazlası? İşte beklediğim an!" Bir anda çadırın yanından fırladı ve bir flaş patladı; bu flaş Mutlu'nun elinde duran Lâl'in fotoğraf makinesine aitti.
Mutlu şen kahkahalar atarak bize doğru birkaç adım attı ve yüzüne yaklaştırdığı fotoğraf makinesini indirdi. Yaklaşırken Yankı'nın kapattığı Caner'i gördü. Kahkahası gülümsemeye dönerken kenetlenmiş ellerimizi fark etti ve gülümsemesi hızlı bir şekilde silinip, “Siktir!" diye bağırdı. "Ne yapıyorsunuz lan? Grup mu?"
"Mutlu! Lütfen!" Utançla soludum, boşta olan elimle alnıma vurdum.
Mutlu bize doğru yaklaştı, bir dedektif gibi ellerimize eğilip baktı, uzun uzun inceledi hatta dokundu. Caner dehşetle Mutlu'nun hareketlerini izlerken Mutlu başını kaldırıp Caner'e baktı ve omzuna dokundu. "Ee gerçek bu," dedi şaşkınlıkla. "Bir an alkolden kâbus gördüğümü sandım çünkü kâbus gibi bir tip."
"Merhaba ufaklık." Caner küçümseyerek güldü.
"Ufaklık mı?" Mutlu baştan aşağı Caner'i süzdü. "Çüküm senin boyun kadardır, yer elması."
Aralarında fazla bir boy farkı yoktu ama Caner daha kısaydı. Yankı ondan fazlasıyla uzundu, ayağımdaki topuklu ayakkabılarımla Caner'le aynı boya gelebiliyordum fakat Yankı'ya yine başımı kaldırıp bakmak zorunda kalıyordum.
Caner şaşkınlıkla gözlerini açtı ve bana baktı, o sırada Yankı gülerek, “Helin'in," dedi ardından duraksadı. Gözleriyle beni alaşağı etti. "Çok kıymetli sevgilisiymiş."
"Sevgilisi mi?" Mutlu'nun şaşkınlıktan çenesi neredeyse yere düşecekti. Bana hayal kırıklığıyla bakıp başını iki yana salladı. "Bu çüküm tipliyle sevgili misin gerçekten?"
"Çüküm tipli mi?" Caner için bu son damlaydı. Elimi hızlıca bıraktı ve Mutlu'yu sert bir şekilde omzundan itekledi. Mutlu geriye doğru sendeleyip Yankı'ya çarptığında Caner'i sertçe kolundan çekmeye çalıştım. "Seni mahvederim."
Yankı bir anda Mutlu'nun önüne geçti ve dakikalardır ilk defa ciddiyetle, öfkeli bir şekilde Caner'in yüzüne baktı. Eliyle sertçe o da iteklediğinde bu sefer Caner sendeledi, ben de tam o sırada kolunu tutup kendime doğru çektim. "Bir daha bunu yaparsan," dedi Yankı kısık ve ürkütücü bir sesle. "Senin gelmişini geçmişini gözünün önünde..."
"Neler oluyor orada?" Bize doğru hızlı adımlarla gelen Bartu ve onun arkasındaki Lâl ile Işık şaşkın gözlerle olanlara bakıyorlardı. Önder, Önder'in yanındaki orta yaşlardaki bir kadın ise çadırın köşesinde durmuş merakla bizi izliyorlardı.
"Bartukıç, bu çüküm tipli beni itekledi," dedi Mutlu babasına şikâyet eden küçük bir çocuk gibi. "Omzum yerinden çıktı, kolum kırıldı, parmaklarım parçalandı. Yerler kan oldu ama sen endişelenme diye hemen temizledim." Acıyla inledi. "Canım çok yanıyor, o canımı yaktı!"
Mutlu eğlence arıyordu ve aradığı eğlenceyi çoktan bulmuştu fakat onun ne düşündüğünün çok da bir önemi yoktu. Bartu için ilk cümleden sonrası sessizlikti ve bakışları, Caner'e döndüğünde hızlı adımları koşuya döndü. Birkaç saniye sonra yanımıza geldiğinde sertçe az önce Yankı'nın yaptığı gibi Caner'i itekledi fakat bununla yetinmedi, eliyle yakasını tuttu. "Doğru mu lan?"
Mutlu keyifle gülümseyerek Caner'e baktı ve orta parmağını gösterdi, Işık ise onun hemen yanına gelip kolunu sıvazladı. "Doğru," dedi Caner. O da elini Bartu'nun yakasına yapıştırdığında parmaklarının ucuna kalkmak zorunda kalmıştı. "Küçük çocuk gibi abisinin arkasına saklanmasaydı daha kötüsü de olurdu."
Bartu, Caner'in yakalarını tuttuğu yerde sertçe silkelediğinde Caner yumruk atmak için elini havaya kaldırdı fakat Bartu, çevik bir hareketle yumruğunu tuttu ve kolunu çevirdi. "Hey!" diye bağırdım ve arkadan öne çıkıp Yankı'ya yardım istiyormuş gibi baktım. O ise büyük bir keyifle kollarını önünde bağlamış, Bartu'nun yapacaklarını izliyordu. "Bartu tamam, bırak." Bartu'nun gözleri bana döndü ama Caner'i bırakmadı. "Lütfen bırak, o Mutlu'ya zarar vermek istemedi."
"İstedi!" diye bağırdı Mutlu. "Ah, omzum! Omzum kopmuş, yok artık yerinde!"
"Mutlu, lütfen," diyerek ellerimi ona salladım. "Sen yapma bari, lütfen."
"Senin o elini kırar, götüne sokarım tıfıl," dedi Bartu Caner'e bağırarak. "Elin kuyruğun olur, eşek gibi ortada dolanırsın."
"Oha!" diye haykırdı Mutlu. "Aşırı yaratıcıydı bu, atım kişnemedi resmen vurdu, gol oldu!"
İkisinin arasına girmeye çalıştım fakat faydasızdı, Bartu Caner'i bırakmıyordu. "Tek kişi yetmiyorsunuz, üç kişi mi olacaksınız?" diye sordu Caner. "Korkak mısınız?"
"Lan kör, tekim, görmüyor musun?" Bartu güldü ve Yankı'ya dönüp baktı. "Kim lan bu havuç tarlası?"
Yankı'nın gözleri bana döndü, o da alayla güldü fakat cevap vermedi. Mutlu "Helin'in sevgilisiymiş," dediğinde söylediğine kendisi de inanmak istemiyormuş gibiydi.
O an sonradan gelen herkesin gözleri bana doğru döndü. İleriden yanımıza gelmek üzere olan Önder bile duraksadı, yanındaki kadın bir anda ortadan yok olmuştu. Bartu şaşkınlıktan dolayı Caner'in tuttuğu elini bıraktı, gözlerini açarak bana baktı. Işık, “Sevgilisi mi?" diye sordu Mutlu'ya. "Dalga geçiyorsan vazgeç çünkü komik değil. Gerçekse hiç komik değil."
"Bartu, lütfen bırakır mısın?" Bu sefer ikisinin arasına girebildiğimde Bartu ellerini Caner'in yakasından çekti. Önüne geçtim, kollarımı iki yana açtım. "Kimse kimseye zarar vermek istemedi, konu kapansın."
Bartu'nun yüzünde hala şaşkınlık vardı ve bir Yankı'ya, bir bana bir de arkamda kalan Caner'e bakıyordu. Birilerinin bir şeyler söylemesi gerekiyordu ama kimsenin ağzını bıçak dahi açmıyordu. Lafı en sonunda ortalığı toplamak isteyen Önder aldığında, “Sakinleş," diyerek Bartu'yu geriye doğru çekti. "Yankı, neden Bartu'yu engellemiyorsun?"
"Üçe karşı bir," dedi Caner öfkeyle. Hala arkamdaydı ve sesi gür çıkıyordu. Küçük bir çocuk gibi gücünü kanıtlamak istiyor, kaybedeceği savaşının nedenlerini ortaya döküyordu.
Yankı hala aynı şekilde duruyordu. Keyifliydi. Aynı keyifli ses tonuyla, “Neden engelleyeyim ki?" diye sordu. "Bartu çok pis dayak yiyecekti çünkü ikiye karşı birdi. Görmüyor musun? Caner, Helin'in arkasına saklanıyor."
Bartu şaşkınlıkla karışık gülmeye başladığında Mutlu da ona katıldı. Gözlerim o anda Lâl ile kesişti ve bir tek bana baktığını gördüm, tek kaşı havadaydı. Durumdan keyif almasını beklerdim fakat o keyiflenmek yerine sorguluyordu.
"Lan seni var ya!" Caner arkamdan öne doğru çıktı fakat hızlıca onu durdurdum ve Önder de bana yardım ederek Caner'i kolundan çekti.
"Sal küçük enişteyi, Helin," dedi Yankı boynunu omzuna düşürerek. "Bu gece çok öfkelendi, öfkesini atması gerekiyor."
"Yankı," diye uyarıcı bir ses tonuyla Önder konuştuğunda gülümsediğini yüzünü göremesem de sesinden anlayabiliyordum. "Ortamı kızıştırma." Birkaç saniye sonra bakışları bana döndü ve Caner'i yanıma doğru hafifçe itekledi. "Sevgilini sakinleştir, ailemde böyle olaylar olmasından hoşlanmam."
"Şu an bir şey yapamıyorum," dedi Caner Yankı'ya dişlerini sıkarak. "Ama bu öfkenin sonucunu sonradan çok fena ödeyeceksiniz."
"Hadi lan oradan sikim boylu, " diyerek Bartu bir daha öne atıldığında Önder onu hızlıca tuttu ve geriye doğru götürdü. "O benim lafımdı!" Mutlu kaşlarını çattı. "Biraz daha kibarını söyle, 'çüküm tipli.'"
Caner, yerinde duramayarak bir kere daha çırpındı ve Önder yine onun önüne geçti. "Kahretsin, tamam!" diye inledim ve ellerimi saçlarıma geçirdim. "Lanet olsun Caner, ne yaptığını sanıyorsun? Kendine gel!"
Dişlerini sıkarak bana baktı, öyle öfkeli görünüyordu ki onun adına bir anlık üzüldüm. "Bana neler söylediklerini görmüyor musun?" dedi sessizce. Söylediğini sadece benimle Önder duyduk. "Öylece susacak mısın? Sana neler oluyor böyle?"
Onu senelerdir tanıyordum, çoğu durumda omuz omuza kalmıştık. Birbirimizi kolladığımız, birbirimize yardım ettiğimiz zamanlarımız vardı fakat şu an her şey daha farklıymış gibi geliyordu. Onu savunmak istesem de savunamayacakmışım gibi geliyordu. Bunu anlaması için onun gözlerinin içine baktım fakat o bana öfkeyle ve yanına yerleşen hayal kırıklığıyla bakmaya devam etti.
"Caner, gitmen gerekiyor," dediğimde arkamı döndüğüm Sokak Nöbetçileri'nin yüzlerinin aldığı şekli merak ediyordum. "Burada durduğun sürece olaylar daha fazla büyüyecek ve birileri zarar görecek."
"Birileri zarar mı görecek?" Bartu beni alaya aldı. "Sevgilin tek başına zarar görecek... Yoksa bir bu kadar da yerin altında mı var?"
Caner artık onları duymuyor gibiydi, gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. Önder'e dönüp baktığımda ve başımla işaret ettiğimde Caner'i tuttuğu kolunu bıraktı. Neredeyse tamamen aydınlanan gökyüzü, onun öfkeden dolayı kızarmış yüzünü açığa çıkarmıştı.
Elimi kaldırıp omzuna koydum, gözü hızlıca omzuna koyduğum eline kaydı. Bu bile onu sakinleştirmeye yeterdi. "Caner, lütfen," diye fısıldadım kimsenin duyamayacağı şekilde. "Git, sonra konuşuruz, olur mu?"
Kafasını iki yana salladı. Bir anda omzumdaki elimi itekleyip kolumu kavradı ve beni sertçe kendine doğru çekti. Sakat olan kolum acıyla kasıldığında dişlerimi sıktım fakat sessizliğimi korumaya devam ettim. Yüzü yüzüme doğru yaklaşırken gözleri arkama doğru kaydı, Yankı'ya baktığını biliyordum. Kulağıma doğru "Benimle geliyorsun," diye fısıldadı. "Bugün yurtta konuştuklarımızı unuttun mu?"
Yutkundum. "Kolumu bırak." Söylediğimi yapmadı aksine parmaklarını koluma daha fazla bastırdı ve kendine biraz daha çekti. Omzumdaki acının şiddeti artarken, “Canım yanıyor," diye inledim. "Bunu yapma. Şu an seninle gelemem."
"Geleceksin!" dedi ve fısıldayışı bile haykırış gibi çıktı. "Gelmezsen neler olacağını biliyorsun."
"Gelmeyeceğim," diye bağırdığımda artık sınırlarımın sonuna ulaşmıştım. Geriye doğru bir adım atıp ondan kurtulmak istedim fakat bana izin vermedi.
"Bugün yurtta yaptığımız konuşmayı şimdi tekrar etmemi ister misin?" dedi bu sefer o da yüksek sesle. Arkamda kalan herkesin büyük bir merakla bizi dinlediklerini biliyordum.
Dudaklarımı birbirine bastırıp ona bakmaya devam ederken, “Her şeyi mahvedeceksin," diye fısıldadım.
"Hey!" Yankı'nın sesi aramıza girdiğinde Caner gözlerini sıkıca yumdu. Birkaç adım sesinden sonra Yankı hemen yanımda durduğunda ona değil, Caner'in yüzüne bakıyordum. "Bu kadar eğlence yeter, uzaklaş buradan." İkimizin arasına girdi ve düşündüğümden daha sert bir şekilde Caner'in kolumu tutan elini itekledi. Beni tek eliyle arkasına aldığında onun omzunun üzerinden Caner'in hala kapalı olan gözlerini görebiliyordum.
"Onu almadan hiçbir yere gitmeyeceğim." Caner'in sesi ilk defa sakin çıkıyordu, ilk defa kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Bu şaşırtıcıydı çünkü Caner fazlasıyla fevriydi ve nasıl hissederse öyle yaşardı. Gözlerini açtı, kaşlarını kaldırdı. "Sevgilim için senden izin mi alacağım?"
Bu soru Yankı'nın beni Caner'in kollarına bırakması için yeterliydi çünkü cevabı çok açıktı. Yankı böyle olayların savaşına girebilecek birisi değildi, ona göre zaman kaybı olmalıydı. Beni Caner'in elinden kurtarmıştı, canımın yandığını anlamıştı ama sadece bu kadardı.
Yankı beni Caner'in kollarına bırakmadan önce ben öne çıkmak istedim fakat Yankı yine beni eliyle arkasına doğru itekleyip, “Evet," dedi tek nefeste. "Ben istemediğim sürece onu alamazsın." Şaşkınlıkla gözlerim açıldı ve başım hızlıca grubun diğer üyelerine doğru döndü, onlar da birbirlerine dönüp bakıyorlardı.
"Sen kimsin lan?" dedi Caner ve gülmeye başladı. Aklını yitirmek üzereymiş gibiydi, tepkileri anormal bir hal almıştı. "Ne haddine?"
Yankı duruşunu dikleştirdi, sırtı gerildi. Omzunu indirip kaldırdığında Caner'e doğru eğilip, “O bizim yanımızda ve ben Sokak Nöbetçileri’nin lideriyim," diye kısık sesle konuştu. "Ben ne istersem o olur, ben neye karar verirsem ona göre hareket eder, ben ne dersem onu yapar. Ayrıca onun hakkındaki herhangi bir konu için de liderinden izin almalısın." Güldüğünü hissettim adeta Caner'le küçük bir çocukmuş gibi dalga geçiyordu. "Sevgilinin elini mi tutmak istiyorsun? Bana soracaksın. Eğer izin verirsem tutacaksın." Caner hızlıca kafasını iki yana salladı ama hiçbir şey diyemedi. "Kurallarım hoşuna gitmedi mi?" diye sordu. "O zaman bu kuralları yıkman gerekecek, dene bakalım."
Kollarını iki yana açtı Yankı. Caner'den gelecek herhangi bir darbeyi bekliyordu, o darbe geldikten sonra karşılık verecekti; kendisi bu konuda ilk adımı atmak istemiyordu. Caner'in koyu renk gözleri uzun bir süre Yankı'yı izledi sonra arkada kalan diğer grup üyelerine döndü ve en sonunda benimle göz teması kurdu. Yüzüme bakarken, yüzü renkten renge girdi, ona yardım etmemi bekledi. Şaşkınlıktan dolayı ağzımı bıçak açmıyor, olanları öylece izliyordum.
"Onu hiçbir şeye zorlamıyorum," dedi Caner geriye doğru bir adım atarak. Yankı'ya darbesini indirmemiş, aksine savaş meydanından uzaklaşmıştı. "Kuralların bana geçerli olabilir ama ona olmamalı ve hiçbir şeye zorlamamalısın." Az önce kolumu kavrayıp beni bir şeylere zorlayan Caner, şimdi sözde insanlık dersi veriyordu.
Gitmek istesem giderdim, bunu biliyordum; Yankı’nın tek amacı korumak ve meydan okumaktı.
Yankı ellerini aşağıya indirdi ve başını çevirip bana baktı. Gözlerimiz kesiştiğinde turkuaz gözlerindeki ciddiyet ondan çekinmeme neden oldu. "Kalıyor musun, gidiyor musun?" diye sordu bana. Birkaç saniye sonra gülümseyip Caner'e döndü ve gözlerimde ne gördüyse yanıtımı bile beklemedi. "Aslında sevgilini de ben yönetiyorum ve maalesef ne istersem yapmak zorunda. Şu an kalmasını istiyorum."
Gitmek istemediğimi anlamıştı, belki de canımın yanacağını fark etmişti, zor durumdaydım, bunu görmüştü. Belki de bunların hepsinin dışında onlarla kalmamı istiyordu. Son ihtimal çok düşüktü, çok çok düşüktü ama nedense o ihtimale tutunmak istedim.
Caner, düşündüğümden daha uzun süre boyunca sessizliğini korudu. Bu sessizliğini bana gönderdiğini ve ona yardım etmem için beklediğini biliyordum ama asla karşılığını alamayacaktı çünkü onunla şu an yaşayacağım bir savaş, her şeyi mahvedebilirdi.
Caner, ellerini birbirine çarptı ve geriye doğru birkaç adım atarak, “Öyle olsun bakalım," dedi. "Ama bilmelisin, bunun acısını çok fena çıkaracağım."
Yankı gittiği yola doğru vücudunu döndürdü. Yüzünü hala göremiyordum. "Sen de bilmelisin," dediğinde omzunun üzerinden bana baktı. "Benim yönettiğim kimsenin kılına zarar gelmesine izin vermem."
O an, bu kadar sahiplenmenin ve bu kadar kollamanın nedenini anladım. Bugün yurtta canımı yakan kişinin Caner olduğunu bir şekilde duymuştu ya da anlamıştı. Beni korumak adına yaptığı bu atak, benimle beraber diğer grup üyelerinin de şaşırmasına neden olmuştu.
Caner, Yankı'nın son cümlesini duydu mu duymadı bilmiyordum ama arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladığında başka bir sokağa döndü. Ortamdaki gergin sessizlik bir an bile kesilmeden devam etti. Hepimiz Caner'in gittiği yöne doğru dönmüştük ve o çoktan gözden kaybolsa da hareket edemiyorduk.
Hava fazlasıyla soğuktu ve gökyüzü aydınlanmaya başlasa bile güneş yüzünü göstermemiş aksine kapkara bulutlar yerini almıştı. Sağanak bir yağmur geleceği belliydi, bakışlarımı gökyüzüne doğru çevirdiğimde yüzüme bir damla düştü.
Önder bu anı bekliyormuş gibi "Hadi gidelim, yağmur yağacak," deyip hepimizin önüne geçti. Bu hareketi grubun diğer üyelerinin de hareket etmesine neden olduğunda Lâl yanımdan omzuma çarpıp geçti ve sendeledim. Bakışlarım ona döndüğünde burnundan derin nefesler alarak bana baktığını gördüm.
Bartu, Yankı'nın hemen yanında durduğunda, “Ne zamandan beri bizimle alakalı konulara liderimiz karar veriyor?" diye sordu. "Birini yatağıma almadan önce senden izin almasını söylemeliyim, öyle mi?" Lider kelimesinin üzerine yaptığı vurgu ve iğneleyici ses tonu rahatsız ediciydi. Bakışları bana döndüğünde onunla ilk tanıştığımızda olduğu gibi baktığını gördüm, aramıza yine uçurumlar girmişti. "Sevgiline söyle, bir daha Mutlu'ya dokunursa onun canını affetmem."
"Üzgünüm," döküldü dudaklarımdan ve başımı önüme eğdim. "Böyle davranmaması gerekiyordu." Mutlu bile küçümseyici bakışlarıyla beni süzüyordu. "Saygısızlık yaptı."
"Evet yaptı." Işık da Bartu'nun yanına geçti ve çenesini havaya kaldırdı. "Sevgilin bir daha kardeşime dokunursa asıl onu ben mahvederim, duydun mu? Mutlu benim yaşama sebebimdir."
"Hey," diyerek Mutlu ellerini Işık'ın omzuna koydu. "Bir şeyim yok bebeğim, sesin titremesin. Sadece eğlenmek istedim."
"Ben söyleyeyim yine de," deyip o da omzuma çarptı ve yanımdan geçti. Lâl ile beraber bisikletlerinin yanına doğru yürüdüklerinde kendimi hiçbir suçum olmamasına rağmen fazlasıyla suçlu hissediyordum.
"Bartu," diye mırıldandım. Hâlâ yola bakan Yankı'ya ters bakışlarını gönderiyor, ondan cevap bekliyordu. "Yankı sadece beni korumak istedi, amacı liderlik taslamak değildi."
"Aramızdakiler için açıklama yapacak son kişi bile değilsin." Bartu çevirdiği bıçağını öyle derine batırmıştı ki ne diyeceğimi bilemedim. "Bu ben ve Yankı arasındaki bir konu."
Mutlu Bartu'nun omzuna vurdu ve gülümsedi. "Hadi ama Bay Asabi Grey, kendine gel. Çok ciddisin."
Bartu, omzunu silkeledi. Yankı'dan bakışlarını ayırmıyor, bir şeyler söylemesini bekliyordu. Yankı ise sessizliğini korumaya devam ediyordu. Bir şekilde gerçekleri söylemesini istiyordum ama bunu yapmayacağından da adım kadar emindim.
"Gidelim," dedi Yankı en sonunda. Arkasını hızlıca döndü, yüzümüze bile bakmadı ve bisikletlerin olduğu yere doğru adımladı. Bartu öfkeyle Yankı'nın kolunu tutup kendine doğru çevirdiğinde kaşları çatıktı. "Bartu," diye soludu Yankı kolunu tutan eline bakarak. "Şimdi değil."
"Ne zamandan beri kendini lider olarak nitelendiriyorsun?" Bartu'nun bu konuya neden bu kadar takıldığını anlayamıyordum. Bakışlarımı büyük bir ihtiyaçla Önder'e çevirdim fakat olanları izlemekten başka hiçbir şey yapmadığını gördüm.
"Bu çok başka bir konuydu," diyerek Bartu'nun elini itekledi Yankı. "Ayrıca istediğin cevap liderin olmadığım mı?" Yankı'nın kaşları çatıldı, öne doğru bir adım attı. İlk defa Bartu'ya karşı böyle bakarken görüyordum. "Liderinim. Ben ne istersem onu yapmak zorundasın ve seni de yönetiyorum." İkisinin de gözleri keskin bir kartal gibi kesişti. "Bu seni rahatsız mı ediyor, kardeşim?" Bana karşı yaptığından sonra tamamen her şeyi dağıtıyordu.
Şu an yaşanılanların sorumlusu olmak ve ne yapacağımı bilememek suçluluk duygusuyla ikisinin arasına girmeme neden olmuştu. Ellerimi havaya kaldırdığımda Önder'e yine ihtiyaçla baktım fakat o hiçbir şey yapmıyordu. "Hey," dedi Mutlu. O da yanıma geldiğinde Bartu'nun omuzlarını sıktı. "Kendine gel şampiyon."
Uzakta kalan Lâl ile Işık ne konuşulduğunu bilmiyorlardı ama gerginliği hissetmiş olmalılar ki ikisi de tedirginlikle birbirlerine bakıyorlardı.
"Beni kimse yönetemez, sana bunu daha önceden de söyledim," dedi Bartu ve çatık kaşları daha fazla çatıldı. Konu bambaşka noktalara doğru ilerliyor, o noktalar ise karanlığa doğru gömülüyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyormuş gibi hissediyordum ama ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum.
"Ama yönetiyorum." Arkamda kalan Yankı'ya dönüp baktığımda ilk defa Bartu'nun meydan okuyan bakışlarına karşılık veriyordu. "Bu seni neden rahatsız ediyor, kardeşim?"
Önder en sonunda devreye girdiğinde, “Saçmalıyorsunuz," diyerek mırıldandı ve yanımıza doğru geldi. Bakışları Yankı yerine Bartu'ya döndü. "Bunları tartışacağın yer burası," beni işareti etti, "özellikle bu kızın önü mü? Kendine gel." Grubun içinde kendimi yine tamamen yabancı hissetmeme neden olacak Önder'in bu cümlesi yüzüme tokat gibi çarptı. "Evinize gidin, sonra konuşuruz."
Mutlu Bartu'yu kolundan zorlukla çekip bisikletlerin olduğu yere doğru götürdüğünde Önder, ben ve Yankı hareket dahi edemedik. "Hadi Yankı," dedi Önder şefkatli bir sesle. Gözlerimi onlar yerine boşluğa diktim. Birkaç saniye sonra, “Helin'i eve arabayla bırakırım," dedi. "Hadi oğlum, hareket et."
Yankı'nın hareket ettiğini hissettim. En sonunda başımı çevirip onun sırtına baktığımda düşük omuzlarla bisikletine doğru ilerlediğini gördüm. Arkasına dönüp bana bakmadı. Yanında Mutlu yürüyordu, Bartu ise adımlarca önündeydi. Mutlu bir şeyler söylüyor, ona gülümsüyordu fakat Yankı'nın gülümseyip gülümsemediğini göremiyordum.
Bütün hepsi bisikletlerine binip hareket ettiklerinde Önder'in bakışları bana döndü. Kollarımı bedenime sararak havanın soğuk etkisini yok etmeye çalıştım. Yağmur damlaları hızını arttırmıştı, saçlarımın arasındaki ıslaklıklara rüzgâr çarptıkça gitgide daha fazla ürperiyordum. "Bisikletimi de alabilir miyiz?" diye sordum Önder’e arkamda kalan siyah bisikleti işaret ederek.
Önder, göz ucuyla bisiklete baktı ve hafifçe gülümsedi. "Onu sana Yankı mı aldı?" Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım, bunu hak etmediğimi gösteren bakışları yerine geldiğinde gülümsemesi de silindi. "Bunu alması için kendini acındırdın mı?" diye sordu gaddarca. Bana öfkeli miydi yoksa canımı mı yakmaya çalışıyordu, anlayamıyordum.
"Asla," dediğimde geriye doğru bir adım atarak ondan kaçmak istedim. "Bunu asla yapmam."
Önder tek kaşını havaya kaldırdı. "Yankı kimseye hediye alacak birisi değildir." Çözmeye çalıştığı bulmacanın neresindeydim, bilemiyordum. "Ama fazlasıyla merhametlidir. Onun merhametli tarafına oynamış olmalısın."
"Ona kendimi acındırmadım ve merhametli tarafına da oynamadım," dediğimde dişlerimi sıkıyordum. "Almak istedi ve aldı. Bu yüzden de beni mi suçlayacaksınız?"
"Belki de," diyerek gözlerini benden kaçırdı. "Sadece senin bir amacın olduğu gibi başkalarının da amacı olabileceğini aklından çıkarma. Senin gibi kimsesiz bir kızın bazı duygulara umut bağlamasını istemem, bu daha acınası olur."
Yutkunduğumda ve onun gözleri tekrardan bana döndüğünde amacını anlamıştım, canımı yakmaya çalışıyordu. "Bak," deyip ellerimi havaya kaldırdım ve geriye doğru bir adım attım. "Bartu ve Yankı'nın arasında olanların benim suçum olduğunun farkındayım. Hatta az önce olanlar çok yanlıştı ve bir daha tekrar etmeyeceğim hatalar olduğunu biliyorum. Bu yüzden beni suçlamakta haklısın ama neden böyle konuşup canımı yakmaya çalıştığını anlayamıyorum."
Kaşları düz bir çizgi halini aldığında geriye ne kadar adım atarsam atayım yine de o başka bir adım atarak mesafeyi kapatmıştı. "Onların arasındaki tartışmanın seninle hiçbir alakası yok," dedi. Bu tartışma yaşanırken yüzünün aldığı hal, ürpermeme neden oldu. Bartu ve Yankı'nın karşılıklı durmasından keyif alıyor gibiydi. "Ama bugün olanlar, sonrasında büyük felaketlere yol açarsa her şey seninle alakalı olur Helin. Şu an canını yakmaya çalışmıyorum, gerçekleri konuşuyorum fakat ailem zarar görürse işte o zaman canını yakarım."
Kapının dışına iteklenmiş ve içeriye bir daha alınmayacağının farkında olan bir çocukmuş gibi baktım. Önder'i ilk defa böylesine pervasız ve tehditkar görüyordum. Ailesi söz konusu olduğunda neler olacağı konusunda beni daha önce de uyarmıştı, bu ikinciydi. "Anlıyorum," diye mırıldandığımda yine geriye doğru bir adım attım. "Emin ol, bu konuşmayı üçlemene izin vermeyeceğim."
Önder gülümsedi. "Emin ol ben de üçüncüyü tekrar etmeyeceğim." Geriye doğru döndü ve köşedeki arabasına doğru ilerledi. Kollarımı bedenime daha fazla sararak beni de yanına almasını bekledim ama bunu yapmadı. Arabasının yanına gittiğinde sürücü koltuğunun kapısını açtı. "Kendi başının çaresine bakıp eve kadar bisikletinle gidebilirsin herhalde?" diye sordu.
"Ama ben bisiklet sürmeyi bilmiyorum ki," dedim ellerimi iki yana açarak. "Ve evin yolunu da bilmiyorum. Burada öylece kalırım."
Kararından vazgeçmesini bekledim ama o sürücü koltuğuna yerleşip başını eğerek konuşmaya devam etti. "Öğrenirsin o halde? Bu yaşa kadar fazlasıyla başının çaresine bakmışsın, şimdi de yalnız kalıp başının çaresine bakmalısın." Aklı sıra beni cezalandırdığını sanıyordu ya da ondan yardım dilenmemi bekliyordu fakat ikisi de benim için gerçekleşmeyecekti. "Hem biraz yalnız kalıp az önce olanları düşünecek vaktin olur."
Sadece dudaklarımı oynatarak, “Kendim gidebilirim ama yolu bilmiyorum," diye inledim.
"Ne yazık ki kimse de seni almaya gelmez." Arabanın ön camından gökyüzüne doğru baktı ve dudaklarını büktü. "Hava yağmurlu ve daha fazla yağacakmış gibi görünüyor. Kendine korunabileceğin bir yer seçmelisin."
"Beni cezalandırmaya çalışıyorsun," diye fısıldadım. Duyamayacağını düşünmüştüm ama duymuştu.
"Cezalandırmak mı?" Arabanın kapısını kapatmadan önce beni baştan aşağı süzdü ve sonra devam etti: "Buna ceza diyorsan hayatın boyunca hiç ceza görmemişsin demektir." Sonra arabasının gazını alevlendirdi, benimle kesişen gözlerini kaçırdı ve hızlıca önümden geçip gitti.
Arkasından bakarken kendimi o sokağın ortasında yalnız kalmışım gibi değil de fazlasıyla kalabalıkmışım gibi hissettim. İçimde binlerce ses vardı, hepsi farklı farklı şekillerde haykırıyordu ve çevremde binlerce insan varmış da suçlayıcı bakışlarla beni alt ediyormuş gibiydi.
Öylece yolun ortasında durdum. Yağmur Önder'in söylediği gibi şiddetini artırmaya başlamıştı. Saçlarım arasında dağılan yağmur taneleri yüzümde yollar çiziyordu ve çıplak kollarıma her çarptığında daha fazla üşüyordum. Başımı çevirip arka tarafta kalan apartman boşluğuna baktım, oraya girip yağmurdan gizlenebilirdim. Fakat bunu yapmadım.
Arkamdan bir korna sesi yükseldiğinde irkilerek yolun kenarına geçtim ve araba yanımdan geçerken sürücü koltuğundaki adam eğilip bana baktı. Çadırın içindeki herkes dağılmaya başlamıştı, tek tük insan kalmıştı ve onlar da çoktan gidecekmiş gibi görünüyordu.
Adam, sürücü koltuğunun camını aşağıya indirdi ve kendimi koruma içgüdüsüyle geriye doğru birkaç adım daha attım. "Sen Yankı'nın grubundaki kız değil misin?" diye sordu merakla. Başımı hızlıca aşağı yukarı salladım. Adam, düşündüğümün aksine bana zarar vermek istemiyormuş gibiydi. "Yardım etmemi ister misin? Seni evlerine götürebilirim."
Gözlerinin içine baktım. Son derece samimi görünüyordu. Yaşı otuzlarında olmalıydı. Hemen yanındaki koltukta bir kadın uyuyakalmıştı. Kısa bir an düşündüm ve sonrasında, “Birazdan beni almaya gelecekler zaten," diye mırıldandım yalana başvurarak. "Teşekkür ederim."
Adam düşünmeden kaşlarını havaya kaldırdı ve bekledi. Kararımı değiştirmemi bekliyor gibiydi, bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştı ama ona başka bir karşılık vermediğimde dikkatli olmamı söyleyip arabasını hareket ettirdi.
Yolun ortasında durmak yerine arkadaki kaldırıma doğru ilerledim, bisikletimin hemen yanına oturduğumda ise gülümsedim. Kollarımı bacaklarımı sardığımda iki yanımdaki araçlar yüzünden tamamen görünmez olmuştum. Yoldan geçen insanlar beni görmüyordu, görenler de başlarını çevirip bir daha bakıyor fakat bana yaklaşmıyorlardı.
Yağmur şiddetliydi, sağanak bir hal aldı ve benim kalabalığımdaki herkesi ıslatacak kadar fazla yağdı fakat ben de kendimi şiddetinden korumadım. Kendimi mi cezalandırıyordum? Bu gerçekten bir ceza bile değildi çünkü özgürdüm, hürdüm ve canım yanmıyordu.
Parmaklarım yanımdaki bisikletimin direksiyonuna tutundu, yepyeniydi. Yağmurun bıraktığı toprak kokusuna rağmen onun yeni kokusunu alabiliyordum, tekerlekleri tertemizdi ve lastik kokuyordu. Gözlerimi sıkıca yumduğumda kendimi o bisikletin üzerinde hayal ettim, hayallerimde ise şimdiki halimle değildim. Belki beş yaşındaydım ya da altı yaşında?
Ellerim direksiyonu sıkıca kavrıyor, az önceki yolda bisikletimi sürüyordum. Yalnız olabileceğimi düşünmüştüm hayalimde ama yalnız da değildim, çocukluğum buna izin vermiyordu.
Hemen arkamda Yankı vardı, benimle yarışıyordu ama bu yarışı benim kazanmamı istiyor gibiydi.
O an kalbimden gelen ve kalabalığıma ait olan haykırış, onlarla tanışmak için çok geç kaldığımı söyledi. Benim canım yanmıştı, benim canım belki de onlardan daha az yanmıştı ama onlardan daha fazla hissetmiştim çünkü onlar birbirlerinin ellerini tutabiliyorlardı ve canın yanarken birinin ellerini tutmak, o acının dağılmasına neden olabilirdi.
Yirmi iki yaşındaydım ve hayatımda ilk defa çocukluğuma dönmeyi diliyor, o çocuklumu Sokak Nöbetçileri'yle büyütmek istiyordum.
Kafamı iki yana salladığımda parmaklarım bisikletimden ayrıldı, alnımı dizlerime yasladım. Onların üzerimde bıraktıkları etkiden nefret etmeye başlamıştım. Onlarla tanışmadan önce nefret ve öfke dışında hayatımda hiçbir duyguya yer vermezken şimdi bütün o hissedemediğim duygular üzerime gelmeye başlamıştı.
Bunları hissetmeyi bile hak etmiyordum. Bana güzel hisler vermeleri bile onlara haksızlıktı çünkü aralarındaki bağı tek bir bıçak darbesiyle kesecek olan o cellat bendim. İçten içe bunu yapamayacağımı düşünerek kendimi rahatlatıyordum fakat kim olduğumu, ne uğruna yaşadığımı da unutamıyordum. Bıçağı tutan elim titrerdi, o bıçak paslansın diye elimden geleni yapardım ama yine de o bıçağı aralarındaki bağa indirir, tek seferde koparırdım.
Doğduğum anda bana ihanet eden bir ailem vardı, ben hayata gözlerimi açtığımda ilk olarak ailemden ihaneti öğrenmiştim ve ikinci öğrendiğim ise ihanet bıçağının hiçbir zaman paslanmayacağıydı.
Yerdeki su birikintisine birinin ayaklarını bastığını hissettim, paçalarıma su sıçradı. Alnımı yasladığım dizimden yavaş yavaş kaldırdığımda görüş alanıma siyah botlar girdi. Gözlerim yukarıya doğru tırmandığında Yankı'nın turkuaz gözleriyle karşılaştım. "Önder cezalandırmayı sever," dedi düz bir sesle. "Ama üşümek bir zamandan sonra alışkanlığa dönüşür, hissetmezsin. Ben o kadar çok soğukta kaldım ki artık hasta bile olmuyorum. Önder'in verdiği derslerden bir tanesi." Üzerindeki siyah yağmurluğunu çıkardı ve omuzlarıma hızlı bir şekilde koydu.
Yalnız kalmak istiyordum, yalnız bırakılmak istiyordum, terk edilmek istiyordum, bunu hak ettiğimi hissetmek istiyordum. Sonra bu yüzden Yankı'ya öfkelenmek istiyordum, ona kin beslemek istiyordum, kötülüğüme kötülükle karşılık versin istiyordum fakat bunların hiçbiri olmuyordu, benim kötülüğüme bir kere olsun kötülükle karşılık vermiyordu.
Oradaydı, karşımdaydı ve yine gelmişti. Bunu hak etmediğimi bilecek kadar zekiydi ama yine de gelmişti; bana daha fazla vicdan azabı çektirmek istiyormuş gibi dizlerinin üzerine çöktü ve direkt olarak benimle göz teması kurdu.
İyiliği canımı yaktı; iyiliği kalbimi paramparça etti ve yağmurlara parçalanmış kalbimi gösterdiğimde gökyüzü bile halime acıdı.
"Bunu neden yapıyorsun?" diye sorduğumda çatallaşan sesim öfkeli çıkmıştı. Ağlamamıştım ve ağlamayacaktım da. Turkuaz gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan omzuma yerleştirdiği yağmurluğunu düzeltti. "Neden geldin?"
Böyle bir tepki beklemediği açıktı. Kaşlarını ilk önce havaya kaldırdı, sonra geri indirdi. "Önder seni getirmedi," diye açıklamada bulundu. "Yağmur yağıyor ve hava soğuk. Bünyenin benim kadar üşümeye alışık olmadığını düşündüm."
"Gelmek istemedim," diye inlediğimde omzumdaki yağmurluğunu itekleyerek düşmesini sağladım; kaldırımın kenarındaki su birikintisine düşen yağmurluğuna bakışları takıldı. "Burada böylece durmak, yalnız kalmak istedim. Yağmur da hava da umurumda değil. Bunu neden yapıyorsun?"
Sıktığım dişlerim çenemi ağrıtmaya başlamıştı, Yankı hiç beklemediği tepkilerle karşılaştığı için fazlasıyla şaşkındı ama bunu gizlemeye çalışıyordu. Başkası olsa sinirlenebilirdi ama o sakinliğini koruyarak, “Burada böyle duracak mısın?" diye sordu. "Üşümene izin vermem."
"Lanet olsun," diye bağırdığımda sertçe oturduğum yerden kalktım ve ellerimi saçlarıma geçirdim. "Diğerlerinin hepsi bana öfkeli, hiçbiri yüzümü bile görmek istemiyor ve umurlarında bile değilim. Sen neden bunu yapıyorsun?" Yankı da benimle beraber çöktüğü yerden kalktı. "Bana bunu yapma, hak etmiyorum."
"Neyi hak edip etmediğinle ilgilenmiyorum," dedi sakin bir sesle. Dinlendirici tınısı ve insanı etki altına bırakan gözleriyle titreyen ellerimi sakinleştiriyordu. Sinirden mi, soğuktan mı yoksa yeni hissetmeye başladığım duygularımdan mı bilmiyordum titriyordum. "Burnunun ucu kıpkırmızı, donuyorsun."
"Bana öfkeli değil misin?" diye sordum tek nefeste.
"Değilim," dedi fakat gözleri daha farklı kelimeleri taşıyordu. "Sana öfkeli olmam için bir neden yok."
"Size daha önce bir sevgilim olduğunu söylemedim, size bundan bahsetmedim ve bir anda hayatımıza girdi. Mutlu'nun canını yakmak istedi, Bartu ile tartışmana neden oldu." Etrafa baktım ve bir şeyler söylemeye devam etmek istedim, aklıma başka hiçbir şey gelmiyordu.
Yankı, hafifçe gülümsediğinde, “Onun sevgilin olmadığını biliyorum," dedi. "Elini tuttuğunda yüzünün aldığı hali gördüm, rahatsız oldun."
Acıyla gülümseyip, “Sen de bu yüzden sevgilim olmadığını mı düşündün?" diye sordum. "Ona öfkeliydim çünkü bir anda karşımıza çıkmıştı ve haberim bile yoktu."
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Yağmur onun da saçlarını ıslatmaya başlamıştı ve alnına dalgalı saçları dökülmeye başlamıştı. Üzerindeki yarım kollu beyaz tişörtü üzerine yapışmıştı, şu an bile nefes kesici bir görüntüsü vardı. "Beni onun sevgilin olduğuna inandırmaya mı çalışıyorsun?" Bir adım attı ardından başka bir adım daha attığında yüzü yüzüme yakındı. "Bizi günlerdir takip eden herifin o olduğunun farkındayım, Helin."
Gözlerim açıldı. İnkar etmek ya da karşı çıkmak istedim ama nasıl bir yalana başvuracağımı bilmediğim için sustum. Her anımı izlerken ve her anımdan başka bir sır çıkarmaya çalışırken gözlerimi ondan kaçırıp, “Bu da sevgilim olduğunun kanıtı," diye mırıldandım. "Beni paylaşamıyor."
"Sikerim ama onun paylaşamamasını," dediğinde bakışlarım hızlıca ona döndü. "Şu an burada olmadığına göre sikmişim de."
Gözlerim açıldı. Bartu'nun ağzının bozukluğuna alışmıştım ama Yankı'dan ilk defa böyle kelimeler duyuyordum.
Korkularımın üzerine gitmeli miydim? Bir kere olsun bunu Yankı'ya karşı yapmak istedim. "Teorin ne?" diye sordum. "Sevgilim olmadığını düşünüyorsun ama bizi takip ettiğinin de farkındasın. Neden bunu yapsın?"
Yankı'nın bir şeyler düşündüğü açıktı ama bana açıkça düşündüklerini de söylemeyecekti; onu en azından bu kadar tanımıştım. "Konu bunlar değil aslında," dedi ve gözleri boynuma doğru kaydı. "Neden onun sana zarar vermesine izin verdin?"
Bu konuda itiraf etmemi bekliyordu ama bunu yapmayacaktım. "O bana zarar vermez," dediğimde yalan söylediğim sesimden bile belliydi.
"Helin," dedi ve elini koluma yerleştirdi. Buz gibi koluma, onun sıcak avuç içi çarptığında ürperdim, Yankı da bunu hissetti. "Seni bir şeylere zorlayan birileri varsa bunu bana söyle." İyiliği yine canımı yakmıştı, iyi niyeti ise ona hiç ama hiç yakışmamıştı fakat gerçekten bunun ihtimalini bile düşündüğü açıktı. "Söyle ve ne gerekiyorsa onu yapalım. Eğer oyun oynamak gerekiyorsa sen değil, biz hep beraber oynayalım."
"Lanet olsun, Yankı," dedim ve elini itekledim. "Muhteşem zekânla yine her şeyi çözdüğünü sanıyorsun, değil mi?" Geriye doğru adım atarak gözlerimi devirdim. "Caner benim için değerli birisi ve bu konuyu artık seninle daha fazla konuşmak istemiyorum. Liderim olarak beni zorla konuşturacak mısın?"
Öfkelenmesini bekledim ve bunun imkânsız olduğunu anladım çünkü ifadesiz gözlerle beni izlemeye devam ediyordu. "Değerli birisi mi gerçekten?" diye sorduğunda cevap vermemi bile beklemediğini fark ettim. Cümleyi tekrar etmek istemişti ve daha çok kendisine soruyor gibiydi.
"Evet," dedim tek seferde. Bu konuda yalan söylemiyordum çünkü Caner gerçekten de benim için değerliydi. Aşk, sevgi değildi konu. Onunla geçirdiğim zamanlarım vardı, onunla hiçbir zaman çok yakın olmamıştım ama beni korumak için defalarca kendini ateşe attığı zamanları da unutamıyordum. Tabii ki bu iyilikleri karşılığını bulmuştu çünkü ekipte kimse karşılıksız bir şeyler yapmazdı.
"Anlıyorum," diyerek başını aşağı yukarı salladı. "Ben bazı şeyleri çok kolay anlarım ama bazı şeyleri de çok zor kabullenirim. Bir dahaki sefere benim arkamda değil de onun yanında dur o halde. Bu bir şeyleri kabullenmemi kolaylaştırır."
“Hani liderdin?” dedim üzerine bastırarak. “Hani senin emrin altındaydım?”
Yankı yüzünü buruşturdu. “Kimseyi yönetmek ya da avcumun içine almak haddime değil eğer ortada bir iş yoksa.” Beni işaret etti. “Senin kadın olman benim seni yöneteceğim anlamına da gelmez çünkü ikimiz eşitiz. O an öyle söylemem gerekiyordu ve söyledim. Ne zaman gitmek istiyorsan,” yolu işaret etti, “gidebilirsin.” Emin olduğum cümleler dudaklarından döküldüğünde ilk defa kendi isteğimle esir tutulmadığım bir yerde olduğumun farkındaydım.
İkimiz de yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuştuk. Kirpiklerine asılmış olan yağmur damlası gözlerini kırptığında aşağıya doğru düştü ve yanağından süzülüp çenesine aktı. Bu onu ağlıyormuş gibi göstermişti, Yankı'nın ağladığını düşünmek dengemi bile alt üst etti. Bu düşünceyi hızlıca kafamdan kovup, “Şimdi beni yalnız bırakacak mısın?" diye sordum.
İyiliğinin artık son bulmasını istiyordum. İyiliği son bulursa benim vicdanım susardı fakat diğer duygularım? Onlar ne olursa olsun susmayacak gibiydi.
Cevap vermedi. O sırada bize doğru koşan birisi dikkatimi çektiğinde Yankı da o tarafa dönüp baktı. Lâl o kadar hızlı koşarak yanımıza geldi ki ve ellerini hareket ettirerek o kadar hızlı bir şekilde Yankı'ya bir şeyler söyledi ki hangi tarafa bakacağımı şaşırdım.
Yankı'nın yüzündeki tepkisizlik silindi ve gözleri irice açılarak, “Nereden duymuş?" diye sordu. Bakışları hızlı bir şekilde bana döndü fakat oyalanmadan Lâl'e baktığında adımları Lâl'in geldiği tarafa doğru yönelmişti. Lâl ona anlatmaya devam ederken Yankı adımlarını hızlandırdı ve koşmaya çevirdi. Şaşkınlıkla arkalarından bakarken, “Mutlu şu an orada mı?" diye sordu. Son sorusu bu oldu, hızlıca koşmaya başladılar.
Bir an afallayarak arkalarından baktım. Ellerimi saçlarıma geçirdim sonra düşünmeden peşlerinden koşmaya başladım. Ayağımdaki topuklu botlar yüzünden defalarca düşme tehlikesi atlatsam da zar zor Yankı'ya yetişebildim fakat Lâl çoktan gözden kaybolmaya başlamıştı. O kadar hızlı koşuyordu ki uzakta bir nokta gibi görünüyordu.
"Yankı!" diye bağırdım tam arkasına geldiğimde. "Neler oluyor?"
Kafasını iki yana sallayarak koşmaya devam etti ve Lâl'e, “Daha hızlı!" diye bağırdı. Yüzündeki tedirginlik ve korku, beni dehşete düşürüyordu. Ayağım yine burkuldu ve hızım yavaşladı.
"Lütfen ne olduğunu söyle!" diye haykırdım arkasından.
"Mutlu, Nadir'in durumunu öğrenmiş," dedi başını çevirip bana bakarak ve koşmaya devam ederek. "Şu an Tankut'un yanına gidiyormuş."
Önder de Yankı da Mutlu'nun öğrenme ihtimalinden fazlasıyla korkuyorlardı; ikisi de bunun ihtimalini bile düşünmek istememişlerdi. Nedenini anlayamıyordum ama onları bu kadar korkutan şey, benim ayakkabılarımı bir anda çıkarmama ve orada bırakarak koşmama neden oldu. Tepkisizliğiyle tanıdığım Yankı'nın bu derece korkmuş olması beni bile dehşete düşürmüştü.
Lâl tamamen yok olmuştu, Yankı bana uzaktı ama onu görebiliyordum. Ayaklarımın altına çarpan sular bacaklarımı ıslatıyordu, taşlar çıplak ayaklarımı kesiyordu fakat bunun acısını bile hissedemiyordum. Yankı'ya yetişmek için verdiğim çabada defalarca arabaların önüne atlamıştım ve neredeyse beyaz bir araba bana çarpacaktı. Yankı'ya da aynısı olmuştu ama o an bile durmamış, koşmaya devam etmişti.
Sola doğru döndüğünde ben de peşinden ilerledim ve çıkmaz bir sokağa girdiğimizi fark ettim. Başımı iki yana doğru çevirdiğimde etrafta tek bir bina dahi olmadığını ve tam karşımızda bembeyaz bir duvar olduğunu gördüm. Yankı o duvara doğru koşmaya devam etti. "Yankı, burası çıkmaz sokak!" diye haykırdım arkasından ama beni duymadı ya da duymazdan geldi.
Duvarın kenarına geldiğinde yerdeki rögar kapağını anımsatan demir dikdörtgene doğru eğildi ve kulpunu çekerek açılmasını sağladı. Şaşkınlıkla o kapıya doğru baktım ama o benimle göz teması bile kurmadan demir kapıdan içeriye girdi. Gözden gitgide kaybolduğunda yeni o kapının önüne gelebilmiştim. Aşağıya doğru uzanan merdiveni gördüm, merdivenin ucundan inen Yankı'yla dakikalar sonra ilk defa göz göze geldik.
"İn," dedi ve beni orada bekledi. Bakışları etrafa kaydı ve gür bir sesle bağırdı: "Sana in diyorum, çabuk ol!" Bana ilk defa bağırıyor olmasından mıydı bilmiyordum ama bacaklarıma direkt olarak kuvvet geldi ve hızlıca tahta merdivenlere çıplak ayaklarımı koyup gıcırtı çıkarmasını umursamadan aşağı inmeye başladım. "Kapıyı da kapat," dedi ve içeriye doğru yürümeye başladı. Birkaç adım üste çıkıp kapıyı kendime doğru çektim ve merdivenin son basamağına doğru hızlıca indim.
Kendimi beton zemine bıraktığımda ayaklarıma ıslaklık çarptı fakat bu yağmurun ıslaklığı gibi değildi. Mahzen gibi yer rutubet kokuyordu ve yerler nemliydi. Bakışlarımla geldiğimiz yeri incelemeye çalıştım fakat Yankı o kadar hızlı adımlar atıyordu ki bunu yapamadım.
Aydınlık bir yere döndüğümüzde tavandaki sarı floresan ışığının çevresinde dönen sineklerin sesi kulaklarıma doldu. Ayağımın dibinden bir fare hızlıca geçti, irkilip geriye doğru kaçtığımda Mutlu'nun bağırma sesleri mahzenin içini dolduruyordu. Yankı "Kahretsin," diye inledi ve daha hızlı adımlarla ileriye doğru yürümeye başladığında gözlerim şaşkınlıkla geldiğimiz yerde gezindi.
Hapishane tarzı bir yerdi ve demir parmaklıkları olan kısımlar parça parça ayrılmıştı; tuhaf olan bu değildi, tuhaf olan her demir parmaklıklı odanın içinde birilerinin olmasıydı. Yankı yürüdükçe içerideki insanlar demir parmaklıklara tutunarak, “Lütfen! Çıkar bizi buradan!" diye yalvarmaya başladılar. Başımı sola doğru çevirdiğimde yüzündeki kirle, üzerindeki yırtık kıyafetlerle bir kadının bana baktığını gördüm. "Yalvarırım çıkarın bizi," dedi kadın bana bakarak. "Su verin, lütfen."
Dudaklarım aralandı, demir parmaklıkların arkasındaki insanlar öyle bir bağırmaya başlamıştı ki sesleri Mutlu'nun sesini engellemeye başlamıştı. Ayağımın dibinden yine bir fare geçti fakat bu sefer irkilmek yerine elimle burnumu kapattım. İnsanlar kendi dışkılarıyla yaşıyormuş gibi görünüyordu.
Burası, Sokak Nöbetçileri'nin kendi adaletlerini sağladıkları hapishaneleriydi; burası kendi yetimhanelerini yarattıkları gibi kendi hapishanelerini yarattıkları yerdi. Kötülüğe bulanmış insanlar o parmaklıkların arkasından bize bakıyorlardı ve Yankı'nın bir an bile vicdanı sızlamıyor, onlara dönüp bir kere dahi bakmıyordu.
Yankı Sarca vicdanımı sızlatacak kadar iyi, vicdansızlığıyla beni mahvedecek kadar kötü birisiydi. Yarattıkları hapishanesi bunun en büyük kanıtıydı.
Yankı demir parmaklıkları açık bir odaya girdi, arkasından giderken tam karşıdaki duvarda yazan cümle adımlarımın duraksamasına neden oldu; o cümle bana adaletin hala ölmediğini ve Sokak Nöbetçileri için hala yaşadığını gösterdi.
Yarattığın gerçek adalet, vicdanının ve vicdansızlığının sesidir.
Sokak Nöbetçileri
Onlar iyi insanlardı ve onlar kötü insanlardı; onlar hem vicdanlı hem de vicdansızlardı.
Sokak Nöbetçileri’yle asıl şimdi yeni tanışıyordum.
Gücünü kaybeden adımlarıma güç verdim ve düşünmeden Yankı'nın döndüğü yere ben de girdim. O anda karşımda gördüğüm tablo, ellerimle ağzımı kapatmama neden oldu.
Mutlu'nun elinde bir silah vardı, o silahı Tankut'a doğrulmuştu. Yanında Nadir zorlukla ayakta duruyor, ağlıyordu. Sessiz ağlayışlarını karanlığa rağmen sarsılan omuzlarından anlayabiliyordum. Tankut oturduğu yerde gülümseyerek Mutlu'nun yüzüne bakıyordu, hemen önünde Bartu vardı. Ellerini kaldırmış Mutlu'yu engellemeye çalışıyordu. Işık zorlukla nefes alıyor, Mutlu'nun arkasında onu engellemeye çalışıyordu. Lâl ise bizim girdiğimizi görünce hızlıca Yankı'nın arkasına doğru saklandı, korkuyordu.
"Seni mahvedeceğim!" diye bağırdı Mutlu ve yüzünün yarısına vuran ışıkta gözlerindeki nefreti gördüm. Acıyla kasılıyor, her nefes aldığında boğazına takılıyordu. "Seni öldüreceğim! Her acı verdiğin çocuk için seni defalarca öldüreceğim!"
"Mutlu!" diye öne atıldı Yankı. Mutlu'nun gözleri Yankı'ya kaydı ve kafasını iki yana salladı. "Bana bak," dedi. "Bana bak, yüzüme bak. Bana güveniyor musun?" Gözleri Nadir'e kaydığında, Nadir'in zorlukla nefes aldığını gördüm. "O yaşıyor, ona bir şey olmadı. Ver o silahı bana."
"Olacak!" diye haykırdığında sesi mahzende çınladı, öyle gür bir sesti ki ellerimle kulaklarımı kapatmak zorunda kalmıştım. "Doktorlar onun için yapılacak hiçbir şey olmadığını söylemiş." Bakışları Bartu'ya döndü. "Onu Önder'le konuşurken duydum."
Bartu, pişmanlıkla kafasını iki yana sallarken Işık ağlamaya başladı. "Mutlu, lütfen," diye inledi. "Bir daha aynı günleri yaşamak istemiyorum, bir daha seni kaybetmek istemiyorum. Lütfen indir o silahı."
Mutlu Tankut'un üzerine doğru yürüdü ve eliyle Nadir'i de yanına çekti. "Bu farklı," diye fısıldadığında gözlerini Tankut'dan ayırmıyordu. "Bir daha o hastaneye yatmayacağım."
"Lütfen Mutlu," diyen Yankı, Mutlu'nun önüne geçti. Bartu acıyla nefesini verdiğinde eliyle demire yumruk attı. "Nadir için elimden gelen her şeyi yapacağım," dedi Yankı acıyla ve elini öne doğru uzatıp silahı ona vermesini bekledi. "Canımı bile veririm, Mutlu. Duydun mu? Bunu yaparım. Lütfen ver o silahı bana kardeşim, bunu yapmak istemediğini hepimiz biliyoruz."
Mutlu kafasını iki yana salladı. Gözlerinin dolduğunu o an fark ettim ve acıyla tuttuğum nefesimi dışarıya verdim. "Daha önce yapmak istememiştim," dediğinde krize girmiş gibi kafasını iki yana sallamaya devam ediyordu. "Çünkü öldürdüğüm kişi babamdı ama bu sefer farklı."
Ellerimi saçlarıma geçirdim ve hıçkırarak yere düşen Işık'a baktım. Yıkıldığı yerde, “Lütfen Mutlu!" diye bağırmaya devam etti. "Lütfen, seni kaybetmek istemiyorum!"
"Beni hala suçluyorsun, değil mi?" dedi Işık'a doğru ama ona bakmayarak. "Babamızı öldürdüğüm için beni suçluyorsun ama ben hasta olduğum için hiçbir şey diyemiyorsun. Geceleri ağladığını duyuyorum Işık, hala o adam için ağlıyorsun. Hala onu seviyorsun!"
Tankut kahkaha atmaya başladı. "Babandan daha iyi babalık yapabilirim sana," dedi Mutlu'ya doğru. "Beni daha çok seveceğine eminim."
Bartu çekildiği yerden doğruldu ve haykırarak Tankut'un yüzüne sert bir yumruk geçirdiğinde Tankut geriye doğru düşüp başını arkadaki duvara çarptı. Başı öne doğru düştü ama bayılmadı. Dudaklarındaki gülümsemeyle hala öyle durmaya devam etti.
Mutlu, bir anda elindeki silahı Nadir'in eline verdi ve arkasına geçerek silahı kavramasını sağladı. Nadir korkak bir şekilde kafasını iki yana sallarken, “Bak işte orada, karşında," dedi tek nefeste. "Ben yaptım, sen de yapabilirsin." Nadir'in eli titriyor, geriye doğru gitmek istiyordu ama Mutlu izin vermiyordu.
"Yap oğlum," dedi Tankut nefes nefese. "Sonradan başına gelecekleri düşünmeden yap bunu, canının yanacağını düşünmeden yap." Nadir'i hala tehdit ediyor, Nadir'in kâbusu olarak yaşamaya devam etmek istiyordu.
Nadir korkak bir nefes verip olduğu yerde çırpındı, ona zarar veremezdi. Nadir'i anlayabiliyordum. O kadar çok korkuyor, o kadar çok titriyordu ki parmakları namluyu bile bulamazdı. "Korkma!" diye haykırdı Mutlu ve gözünden bir damla yaş aktı. "Ben de korktum ama hiçbir şey olmadı, korkma! Tek bir kurşunla onu yok edebilirsin!"
"Hayır hayır hayır," dedi Nadir ve dizlerinin üzerine doğru çöküyormuş gibi oldu. O sırada Bartu koşup onu tuttu ve yere düşmesini engelledi. Nadir'in elindeki silah yere düştüğünde Mutlu, silahı almak için eğildi fakat Yankı ondan önce davranıp silahı hızlıca aldı ardından ilk gördüğü kişiye yani silaha bana attı. Havada silahı tuttum, Mutlu bana doğru geleceği sırada Yankı onu omzundan tutup çekti ve ellerini arkada birleştirdi.
"Bırak!" diye bağırdı Mutlu, çırpınmaya başladı ama gözyaşları art arda akmaya başladı. "Bırak beni, onu öldüreceğim!"
Yankı gözlerini kıstı ve onu daha sıkı tuttu. Işık, “Mutlu," diye ağlamaya devam ederken onun yanına doğru ilerleyip aşağıdan bakarak adeta dizlerine kapandı. "Ne olur," dedi nefes nefese. "Ne olur, kendine gel, ne olur!"
Mutlu acıyla haykırdığında birkaç kere daha çırpındı ardından hıçkırarak ağlamaya başladı. Öyle yüksek bir sesle ağlıyordu ki canının yandığını, parçalandığını, mahvolduğunu hissedebiliyordum. Yankı, tuttuğu ellerini gevşetti ve Mutlu'yu kendine doğru çevirdi. Onun tutsak etmek istemedi ama bırakmadı da. Bir anda kendine çekip sarıldığında elini başına koydu, Mutlu ise omzuna başını yaslayıp ağlamaya devam etti. "Unut," dedi Yankı kulağına doğru. "Çok geride kaldı, silindi, üzerinden zaman geçti. Zaman her şeyi sildi. Unut, kardeşim."
Mutlu abisinin ve belki de babasının omzunda ağlayan küçük erkek çocuğu gibi hıçkırarak ağlamaya devam ederken Işık çöktüğü yerden doğruldu ve eliyle kardeşinin saçlarını okşadı. Parmaklarına Mutlu'nun kalın bukleleri dolandı, şefkatle okşamaya devam etti.
Mutlu "Hiçbir şeyi unutamıyorum," dediğinde sanki son nefesimi veriyordum. "Bu yüzden o hastaneye geri dönmeyeceğim, değil mi?"
"Asla." Yankı daha sıkı sarıldı ve Bartu'yla göz göze geldi. Bartu'nun da gözlerinin dolduğunu gördüm, hızlıca arkasını dönüp yüzünü hepimizden gizledi. Yanımda olan Lâl, Işık'a doğru ilerleyip onu kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Işık ayakta zor duruyormuş gibiydi. "Sana bu kötülüğü bir daha asla yapmayız, beni duydun mu?"
Tankut yine gülmeye başladı. "Ne duygusal bir sahne ama," dediğinde bu sefer bakışlarının direkt olarak bana döndüğünü gördüm. "Hira Denizler." Gözleri kısıldı ve kirli yüzüyle, parçalanmış dudaklarıyla derin bir nefes verdi. "Yani Helin Aktan." Adımı bilmesi kaşlarımı kaldırmama neden olurken Bartu, öfkeyle ona doğru yönelmiş yumruğunu yüzüne geçireceği sırada öylece kalmıştı. "Seni hatırladım." Tek tek herkesin yüzüne baktı ve dudaklarını büktü. Bütün herkesin bakışları benim üzerimdeydi, büyük bir felaketin geldiğini Tankut'un gözlerinden hissetmiştim. "İhanet," dediğinde küçümseyici bir tınıyla konuşmuştu. "Sen bizim tarafımızdan onların tarafına ne zaman geçtin?"
Paragraf Yorumları