logo

2. MERHAMET

Views 1041 Comments 15

Çocukların gözlerinin içine hiç dikkatli bir şekilde baktınız mı?

Çocuklar, gözlerinin içinde bütün duyguları barındırır ve o duygulara erişmek oldukça kolaydır bana kalırsa. İsteklerinin, doğrularının, yanlışlarının, sevinçlerinin, üzüntülerinin gözlerinin içinde yer aldığına ve o gözlerin içine bakarken duyduğumuz şefkatin oradan geldiğine inanırdım.

Şu an ise karşımda beş küçük çocuk varmış gibi hissediyordum ve bir o kadar beş olgun kişi. Hepsinin gözlerinin içindeki çocukluğu görebiliyordum ama hiçbirinin gözünün içindeki duyguları okuyamıyordum.

Gözlerinin içine en dikkatli baktığım kişi Yankı'ydı ama onda da erişebildiğim hiçbir duygu yoktu. Tek görebildiğim boş bir odaydı.

Elini çeken ilk kişi Yankı oldu. Düz kaşlarının gergin duruşu düzeldi ve kirpiklerinin arasından yüzümü incelerken ben de bakışlarımı bir an olsun onun yüzünden ayıramıyordum. Gözlerindeki çocuksu ifadeyi en fazla saklayabilen kişi Yankı Sarca'ydı; grup hakkında ilk fark ettiğim buydu.

Arkamızda kalan Önder Sarca, bizim yanımıza doğru yürüdü ve tam yanımızda durduğunda Lâl ve Bartu'nun da hareketlendiğini gördüm. Yağmur şiddetini durdurmak yerine daha fazla artırmıştı; Yankı'nın saçları alnına doğru düşmüştü.

"Helin seni tanıdığından bahsetmişti." Önder'in sesi, daldığım düşüncelerden kendime gelmeme neden oldu ve bakışlarım ona doğru yöneldi. Tam cevap vereceğim sırada Yankı sözü aldı.

"Beni tam olarak tanıdığı söylenemez," imalı bakışları hala üzerimdeydi, "eğer tanısaydı bir aydır yaptıklarının çeyreğini yapmazdı."

Ne demeye çalıştığını anlamamıştım ama korkutmaya çalışmış olabileceğini düşünerek hafifçe tebessüm ettim. "Cesur biriyim, korkaklık pek bana göre değil."

Yankı'nın tek kaşı havaya doğru kalktı ve alaya alırmış gibi "Bu yüzden çeyreğini yapmazdın," dedi ve dakikalar sonra benden bakışlarını ayırarak Önder'e baktı. "Cesareti, isteklerinin peşine düşmek ya da korkaklık olmadığını savunan birisi var karşımızda. Bize ayak uydurabileceğine emin misin?"

Önder Sarca'nın cevap vermesini bile beklemeden, “Seni tanısam neden çeyreğini yapmazdım? Cesaret senin için nedir?" diye sordum. "Korkulacak birisi olduğun için değil mi?"

Yankı bembeyaz dişlerini sergileyerek geniş bir şekilde güldü ama o kadar samimiyetsiz, o kadar uzak birisiymiş gibi güldü ki kendimi bir aptalmış gibi hissetmiştim. "Korkulacak birisine göre fazla masumum bence?" Başını hafifçe yana yatırdı ve gözlerine bir anda sanki masumiyet erişti. Öyle güzel rol yapıyordu, öyle güzel maske takıyordu ki şaşkınlığımı belli etmemek için çaba sarf ettim. "Ayrıca o kadar da klişe bir adam sayılmam."

"Senden korkmamı bu yüzden peşine düşme cesaretini göstermemem gerektiğini savunuyorsun," diyerek direttim ve ben de onun gibi gülmeye çalıştım ama çok zordu.

"Yanlış," dedi Yankı ve dudaklarını büktü. "Cesaret senin düşündüğünün aksine daha zordur ve sen zoru henüz görememiş biri gibi konuşuyorsun.”

“Bunu bilemezsin,” dedim sakin bir sesle.

Gözlerimin içine bakmaya devam etti. “Ayrıca korkak olmamak bir tercihtir,” dedi aklıma kazınacak bir cümleyi bana bahşederek. “Bir cesaret örneği değil."

"Onu küçümseme." Önder Sarca aramıza girdiğinde grubun diğerlerinin bizi dinlediğini sonradan fark etmiştim. "Dosyasını gördün, okudun mu?"

Önder mi Yankı'dan emir alıyordu, Yankı mı Önder'den?

"Her türlü dövüş dalıyla ilgilenmesi ve hepsinde iyi olması. Silah kullanmayı da biliyormuş. Başka? Bartu'nun kadın haline çok da ihtiyacımız yoktu." Gözlerim Bartu'ya kaydı ve ifadesiz gözlerle Yankı'nın sırtını izlediğini gördüm, Yankı ise işaret parmağıyla üç kere şakağına vurdu. "Önemli olan burası," diyerek beni hangi noktadan küçümsediğini gösterdi. "Ve bir aydır gördüğüm kadarıyla kafasının içindekini pek kullanamıyor."

Yediğim lafın etkisiyle kaşlarım çatıldı ama Önder Sarca benim aksime gülümsedi ve elini Yankı'nın omzuna koydu. "Dosyasının hepsini okumamışsın, boş birisi değil."

Susup geri çekilmemi ya da ona boyun eğmemi mi bekliyordu? Onu taklit ederek işaret parmağımı şakağıma bir kere vurup, “Burayı kullanmasaydım," diye fısıldadım. “İstediğime ulaşamazdım.”

“Neymiş istediğin?”

“Aklında bu kadar yer etmezdim.” Yüzümde gerçek bir şeytani tebessüm oluştu. “Bir aylık çabamın her anı zihninde. Etkilenmiş görünüyorsun ha?"

Yankı'nın yüzünün değişmesini ya da bozulmasını bekledim ama bunun aksine, “Seninle alakalı değil," dedi kendinden emin bir sesle. “Ben dikkatliyimdir.” İnanmadım. "Ayrıca senin istediğin aklımda yer etmek değildi, senin derdin benim hayatımı ezberlemekti ve ben de sana o izni verdim."

Fazla sakin bir adamdı. "Yine kendinden çok emin konuştun."

Yankı gözlerini kıstı ve alt dudağını içeriye doğru kıvırdı. “Ne yani? Aklımda yer etmek mi istedin? Bu olayı romantik kılar öyle değil mi? Yoksa sen benden?” Kaşları çatıldı. “Gerçekten mi?”

“Ne?” dedim anlamıyormuş gibi.

“Belli ki Takipçi sadece hayatımı ezberlemek istememiş, benden de etkilenmiş."

"Hayır," diyerek hızlı bir cevap verdiğimde kendimi fare kapanına kısılmış gibi hissetmiştim.

"Daha ne kadar bekleyeceğiz?" Yankı'nın arka tarafında kalan ikizlerden kız olan Işık homurdandı. "Yağmurdan sıçana döndük ve ailemizin yeni seksi üyesi için,” imalıydı, “bunu yapıyoruz. Bir an önce eve gidebilir miyiz?"

Mutlu dirseğiyle Işık'a vurdu. "Ondan seksi diye bahseden bendim, neden repliğimi çaldın?"

Işık kızgın gözlerle kardeşine baktı ve o da dirseğiyle vurdu. "Ne zaman bahsettin?"

Mutlu güldü ve ellerini iki yana açıp, “İkizler arasında telepati olduğunu ne zaman kanıtlayacağım diye düşünüyordum," dedi. "İç sesimi duydun ve aynısını tekrar ettin."

"Mutlu." Ses Bartu'dan çıkmıştı ve ona baktığımda kaşları çatık bir şekilde Mutlu'ya baktığını gördüm. "Yine çok konuştun." Mutlu Bartu'nun verdiği tepkiden sonra sustu ama yüzündeki gülümseme silinmedi. Pozitif enerjisi anında karşı tarafa geçen biriydi ve Mutlu'ya bakarken anlık olarak kendimi huzurlu hissetmiştim. "Sıkıldım," dedi Bartu, Önder Sarca'ya dönerek. "Işık doğru söylüyor artık gidelim."

Yankı, başını yan çevirdi ve göz ucuyla Bartu'ya baktı. Tek sessiz kalan Lâl'di ama onun da gözlerindeki öfkeyi en başından beri görebiliyordum. Grupta Mutlu dışında kimse beni istemiyordu, belki de Mutlu da istemiyordu.

"O halde siz bisikletlere binin," dedi Önder Sarca. "Ben de Helin'i alıp eve geliyorum."

"Ev?" Bartu öne doğru çıktı ve Lâl'in de hareketlendiğini hissettim. "Onun bizim evimizde ne işi var?"

"Sizi tanıması gerekiyor, evi tanıması gerekiyor, her şeyi bilmesi gerekiyor." Önder, Bartu'yla konuşurken sürekli sabır sınırlarını zorluyormuş gibiydi.

"Eve gelmesine gerek yok bunun için." Işık öyle sert bir ses tonuyla söylemişti ki kaşlarımı çatıp ona bakmak zorunda kaldım. Lâl, birkaç saniye de olsa kafasını salladı ve gözleri Önder'in üzerinde gezindi. Önder ise gözlerini Yankı'ya çevirdi ve onun dudaklarının arasından çıkacak kelimelere muhtaçmış gibi ona baktı.

Yankı, Önder'in üzerinde olan bakışlarını bana çevirdi ve yüzümdeki kızgınlığı fark etmiş olacak ki hayrete düşmüş gibi kaşlarını kaldırdı. Kendimi savunmak istedim ama en başından beri dışlanacağımın bilincinde olduğum için söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu.

Her şey Yankı'nın söyleyeceklerine bağlıydı.

"İzin verelim de eve gelsin, bizi tanısın," dedi Yankı ve sesinde farklı bir duygu hissettim. "Kabul etmemiz gerekiyor ki ailemizin yeni bir ziyaretçisi var ve bu yeni ziyaretçinin eğitilmesi gerekiyor."

Ziyaretçi.

"Benim eğitilmeye ihtiyacım yok," diye mırıldandığımda aslında sesim öfkeden dolayı titremesin diye kısık sesle konuşuyordum. "Benden bir hayvanmış gibi bahsetme."

Ona başkaldırmıştım ve sanki buna alışık değilmiş gibi bir anlık afalladı fakat ardından düzeltti. "Sakin ol, Takipçi," dedi o da kısık bir sesle. "Biz hepimiz çocukluğumuzdan beri eğitildik ve emin ol eğitilirken bir hayvandan farkımız yoktu. Sen insan olarak eğitileceksin ve bunun daha kötü olacağına emin olabilirsin."

Gözlerindeki yaşanmışlığı bir anlık gördüm ama o yaşanmışlığın toz olup uçması saniyeleri almadı. Ne demek istediğini anlayamamıştım ama onun ne yaşamış olabileceğini merak etmeme neden olmuştu.

"Gidelim," dedi Önder konuyu kapatmak istermiş gibi ve benim omzuma dokunarak arabasını gösterdi. "Ev çok yakın, onlar bisikletleriyle giderken, biz de arabayla eşlik edelim."

Yankı, hiçbir şey söylemeden bana bakarak geriye doğru adımlar attı ve en sonunda bisikletine bindi. Diğer üyeler de bisikletlerine bindiğinde önümde sıkıca bağladığım ve uyuşmaya başlayan kollarımı gevşetip Önder Sarca ile beraber arabasına yürüdüm.

Gözlerim tekrardan Yankı'ya döndü ve üzerindeki kot ceketinin renginin koyulaştığını, turkuaz rengi gözlerinin, o koyu rengi aldığını gördüm. Karanlık sokağa rağmen parlayan gözleri bir an olsun benden ayrılmıyordu, beni izleyen diğer gözler de vardı ama en rahatsız edeni Yankı ve Lâl'in gözleriydi.

Araca bindiğimiz anda dışarının ne kadar soğuk olduğunu yeni fark etmiştim, vücudum kasılmıştı. Üzerimdeki deri ceketim sırılsıklamdı ve içime giydiğim siyah kazağım da ıslanmış olmalıydı.

Önder, motoru çalıştırdığında beş tane bisiklet önümüze dizildi ve arabanın hareket etmesini beklediler. Önder arabayı hareket ettirdiğinde onlar da pedalları çevirdi ve eve doğru ilerlemeye başladık.

İlk konuşan Önder Sarca oldu. "Sana alışacaklardır." İç sesim, hiçbir zaman alışamayacaklarını söylüyordu ama sessiz kaldım. "Onlar birbirlerine bile birkaç senede alıştı."

"Kaç senedir birlikteler?" Bu merak ettiğim bir ayrıntıydı.

Önder, derin bir nefes aldı ve nefesini verirken sanki seneler önünde devrildi. "On beş sene."

On beş. On beş sene. "Sürekli yan yanalar mıydı?" O kadar sene aralarında oluşan bağı hayal bile edemiyordum. Beni aralarına kabul etmemeleri kadar normal bir şey yoktu.

"Hemen hemen," dedi Önder ve bu sorudan rahatsız olduğunu anladım. "Bartu ve ikizler bir an olsun benden hiç ayrılmadı ama Yankı ve Lâl'in bir dönem yanımda yoktu."

İkisi beraber Önder'den uzakta durdukları bir dönem olmuştu. Ayrı ayrı değil, beraber. İkisinin arasında farklı bir bağ olmalıydı, diğerlerinden daha farklı bir bağ. Aşk? Lâl'i öfkelendiren belki de buydu.

Gözlerim hepsinin sırtına kaydı ve en önde bisikleti süren Yankı'ya baktım. "Hepsinin bir özelliğini tanıtırken söyledin. Peki ya Yankı?"

Önder Sarca gülümsedi ve gözlerim gülümsemesine kaydığında bütün duyguları yüzünde gördüm. Yankı onun için hepsinden farklıydı ve bunu her şekilde belli ediyordu. "O grubun zekâsıdır, lideridir, her şeyidir," dediğinde sesindeki hayranlık beni bozguna uğratmıştı. "Yankı olmazsa grubun yani senin deyiminle o insanın beyin ölümü gerçekleşir. Bir makineye bağlı yaşarlar, tek yapabildikleri nefes almak ve kalplerinin atması olur. Zamanla çürürler, çürürken yok olurlar."

Yankı'nın grup için çok önemli olduğunu biliyordum ama bu kadarı beni şaşırtmıştı ve şaşkınlığımı Önder'den gizleyemedim. "Herkesin bir aklı vardır. Onun zekâsını diğerlerinden ayıran ne?"

Önder Sarca bu soruyu bekliyormuş gibi kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "Sana onu anlatamam, onu tanıman lazım." Bakışları bana döndü. "Onu gerçekten tanıman lazım."

"Onu tanımama izin vereceğini sanmam," döküldü dudaklarımdan ve bakışlarımı Önder'den ayırarak tekrardan Yankı'nın sırtına baktım. "Hiçbir duygusu yokmuş gibi davranıyor. Sadece dalga geçiyor, başka hiçbir duyguya yeri yokmuş gibi."

"Aksine," dedi Önder Sarca. "Diğerleri değil ama Yankı içinde bütün duyguları barındırır iyisiyle ve kötüsüyle. Önemli olan o duygulara erişebilmektir." Direksiyonu sağa doğru kırdı ve bisikletler de sağa döndü. "Yankı, ulaşması en zor olanıdır ama ulaştığında adının hakkını verdiğini göreceksin."

Daha fazla dayanamadım ve "Ona hayransın," dedim. "Onu diğerlerinden ayırıyorsun."

Bir süre düşündü ve omzunu indirip kaldırdı. "Kendine hayran olmak gibi bir şey," dediğinde diğer cümleme cevap vermeyeceğini anlamıştım. "Onu bulduğumda parçalanmış aynadan kendime bakıyormuş gibi hissetmiştim."

Yankı da Önder Sarca'ya bu derece değer ve önem veriyor muydu? Zamanla anlayacaktım ama içimden bir ses Yankı'nın daha farklı duyguları olduğunu söylüyordu.

"Sanırım en zoru Lâl," dedim konuyu Yankı'dan çıkararak. "Ve şu Bartu. Kocaman olan. Her an beş altı kere beni döndürüp duvara fırlatacakmış gibi bakıyor."

"Dediğim gibi Bartu'yla anlaşmak zordur ama kendini sevdirirsen," imkânsızdan bahsediyormuş gibiydi, "ki bu çok zor ama seni severse onun gerçek yüzünü görürsün. O birilerine çok zor değer verir, hep uzak durur ama severse o kişi için her şeyi yapar. İnanamayacaksın ama grubun en merhametlisi Bartu'dur ve bazen en saf olanı."

Lâl hakkında yorum yapmak istememişti ve ben de onu bu konuda zorlamamıştım. Araba yavaş yavaş durduğunda başımı çevirip geldiğimiz eve baktım; önümüzdeki bisikletler de durmuştu.

İki katlı ahşap, siyah boyalı bir evdi ve ne çok zengin ne de çok fakirdi. Çatısı kerpiçtendi. İki tane penceresi üstte bir tane penceresi alttaydı, kapısı tahtadandı. Daha önce zile basıp kaçtığım için evi biliyordum ama ilk defa bu kadar dikkatli inceliyordum.

Ev, küçükken çizdiğim resimlerdeki eve benziyordu. Tek eksik olan yan tarafından akan dere ve evin boyu kadar ağaçtı. Bir de dağların arasından gülümseyen bir güneş. Huzurlu görünüyordu, hiçbir zaman bu eve ait olamazdım.

Arabadan ilk inen Önder Sarca oldu ardından beklemeden ben de indim ve gözlerim kapıyı anahtarıyla açan Yankı'ya takıldı; hemen arkasında Lâl duruyordu. İçeri art arda geçtiklerinde Önder, elini sırtıma dayadı ve kapıdan içeriyi gösterdi.

Adımlarım ne kadar geriye doğru gitse de ve ne kadar geleceğim geriye adım atmamı haykırsa da o sesi dinlemedim, evden içeriye girdim. Önder kapıyı arkamdan kapattığında başımı çevirip son kez girdiğim kapıya baktım; ilk adımda huzuru hissetmiştim, bu çok tuhaftı.

Herkes ne tarafa gidiyorsa ben de o yöne yürüdüm ve evin içini incelemeye başladım. Hemen girişin yan tarafında bir mutfak vardı ve dışarıdan vuran sokak lambasıyla mutfağın orta büyüklükte olduğunu görebiliyordum. Sol tarafta ise bir oda açılıyordu, herkes o odaya doğru yürüyordu. Yukarıya çıkan merdivenler tahtadandı ve odalar büyük ihtimal yukarıda olmalıydı.

"Hepsi aynı evde mi yaşıyor?" diye sordum Önder'e ve odadan içeriye girdim.

Önder'in cevap vermesine izin vermeden Işık sert bir sesle, “Hayır, ayrı ayrı villalarda yaşıyoruz ama sana belli etmemek için bu eve toplandık," dedi, gözlerini devirdiğini gördüm.

Bana en yakın olan Mutlu başını çevirip, “Ona aldırış etme," diye mırıldandı kardeşini göstererek. "Dişlerini gösterir ama ısırmaz." Duraksadı. "Desem de inanma, ondan kork."

Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladım ve oturma odasına girdiğimizi fark ettim. Yankı ayaklı lambanın düğmesine bastığında etraf sarı loş ışıkla aydınlandı ve incelemeye buradan devam ettim. İki tane üçlü koltuk duvar kenarlarındaydı ve bir masa dışarıdan gördüğüm pencerenin hemen yanındaydı. Duvara monte edilmiş bir televizyon vardı ama öyle çok tozlanmıştı ki hiçbirinin izlemediği çok belliydi. Duvarlarda çerçeveler vardı ve çerçevelerin içi birçok fotoğrafla doluydu. O kadar çok fotoğraf vardı ki kaşlarımı çatmadan edemedim.

Çocukluklarından bu zamana kadar olan bütün fotoğrafları duvarları süslemişti, genelde dörtlü fotoğraflardı. En az fotoğraf ise Lâl'e aitti.

"Zaman tüneli gibi," diye fısıldadığımda sesli düşündüğümü sonradan fark ettim. Bakışlarım onlara doğru döndü ve masadaki beş tane sandalyeye kurulduklarını gördüm. Bir boş sandalye vardı fakat ona oturacak kişinin de ben değil, Önder Sarca olduğunu biliyordum.

"Lâl küçüklüğünden beri fotoğraflara çok ilgili," dedi Önder Sarca, sandalyeyi işaret etti. "Otursana, benim yukarıda birkaç telefon etmem gerekiyor." Duraksayarak hepsinin yüzüne baktım ve Önder sırtımdan beni itekledi. "Otur, alışman," grubun üyelerine döndü, "alışmaları gerekiyor."

Yankı'nın yüzünde daha fazla oyalandım ve bir şeyler söylemesini bekledim. O ise cebinden bir sigara paketi çıkardı ve masaya bıraktı. İçinden sigara aldığında onu takip eden Bartu ve Işık oldu. Çakmağıyla sigarasının ucunu alevlendirdiğinde diğerleri de yakmıştı.

Üzerimdeki ıslak deri ceketi yavaş yavaş çıkarmaya başladığımda o kadar tedirgin görünüyordum ki rol yapmamış olmak beni bile şaşırtmıştı. Ceketi çıkarıp sandalyeye astım ve kısık gözlerle sandalyeye oturdum. Önder Sarca ise ben oturduktan sonra odadan çıktı.

Işık güldü ve başını hayal kırıklığına uğramış gibi iki yana salladı. "Bu çıtkırıldım kızın bizim yanımızda ne işi var hâlâ anlayamıyorum." Beni inceledi ve tiksiniyormuş gibi başını geriye doğru yatırdı. "Kardeşlerimden hangisine âşık olacaksın?" Kardeşlerine döndü. "Hanginiz ona abayı yakacak?"

Gruptaki erkeklerin yüzüne baktığında açık sözlülüğüne dudaklarım aralandı ve söylediklerini idrak etmeye çalıştım. Dışarıdan nasıl bir izlenim veriyordum bilmiyordum ama Işık'ın kardeşi gibi olan yeşil gözleri küçümsemeyle doluydu. Turuncuya çalan saçları gelişi güzel toplanmıştı ve septum piercingi vardı. Yüzünde makyaj yoktu ve oldukça rahat giyinmişti. Üzerinde kapüşonlu, altında siyah bir pantolon vardı.

"Benim pek tipim değil," dedi Mutlu ve gözlerim onun yeşil gözlerine kaydı. Kıvırcık saçları ıslandığı için düzleşmişti. "Biliyorsunuz, renkli gözlüler dışında kimseyle olmam, ileride yanlışlıkla çocuğum olacak olursa riske atmak istemem."

Işık Mutlu'nun kafasına vurdu. "Çocuğunun nasıl olmayacağını ve nasıl korunacağını bilmiyor musun?"

"Biliyorum," dedi Mutlu çenesini dikleştirerek. "Erkeklerle yatarak."

Bartu, elini alnına vurdu ve "Mutlu," dedi dişlerinin arasından. "Yine çok konuştun."

"Yine mi?" dedi Mutlu ve ellerini masaya koyarak Yankı'nın yüzüne baktı. "Bir şey söyle, sürekli bana karışıyor." Babasına şikâyet ediyormuş gibi masum bir hava takınmıştı.

"Uzun zamandır seni silkelemedim değil mi?" Bartu'nun sorusu Mutlu'nun yüzünün ekşimesine ve midesini tutmasına neden oldu.

"En son silkelediğinde kusmuştum, inanmamıştın ardından yüzüne de kusmuştum İri Bebek." İşaret parmağını havaya kaldırıp salladı. "Eğer beni bir daha silkelersen bu defa yüzüne işerim."

Bartu, kaşlarını çattı ve "İşemedin mi?" diye sordu. Ciddiyet maskesi yüzündeydi ama derinlerde gülmemek için kendini tuttuğunu anlamıştım.

"Aman be," dedi Mutlu ve gözlerini devirdi. "On altı yaşındaydım ve beni, Yankı'nın cin olduğuna inandırmıştın."

Işık kıkırdadı. "Yankı içeriye kısılmış bir sesle girdiğinde olanları dün gibi hatırlıyorum."

Yankı, başını Mutlu'ya çevirip, “Sadece konserden gelmiştik ve şarkıya çok eşlik etmiştim," dedi. Bu detay dikkatimi çekmişti ve onun da bir konsere gidip bağıra çağıra şarkı söylüyor oluşu şaşırtmıştı.

Mutlu dudaklarını büktü. "Ama Zekâ Küpü, o kısık sesin karanlık odada bir cine aitmiş gibiydi ve ilk kurduğun cümlenin 'Çok açım Mutlu eğer yemek yapmazsan seni yerim' olması da berbat bir rastlantıydı. Sonrası malum zaten..."

"Fıskiye gibi işedin ulan," dedi Bartu ve sesindeki iğrenmeyi duydum. "Bildiğin etrafa saça saça işedin. Sonra beni gördün, kasıtlı yüzüme işemeye devam ettin."

"Sahiden," dedi Işık ve elini çenesine koyarak Mutlu'ya baktı. "Neden şortunu indirip işedin ki?"

Mutlu, Işık'a kırılmış gibi baktı. "Nasıl unutursun?" diye inledi. "Şortun üzerinde en sevdiğim karakter olan Pembe Panter vardı ve o şortu çiş yapacağıma İri Bebek'in yüzünü çiş yapmayı yeğlerdim."

Bir anlık, sadece bir anlık beni unutmuşlardı ve aslında kendi içlerinde ne kadar da eğlenceli ve bir o kadar da nasıl kendi dünyalarında olduklarını görmüştüm. Mutlu grubun neşesiydi. O olmasaydı her şey mahvolabilirmiş gibi görünüyordu ve ben bu grupta kendimi daha şimdiden fazlalıkmış gibi hissetmiştim.

Bartu'nun oturuşu değişti ve benim olduğumun farkına varıyormuş gibi konuyu boğazını temizleyerek kapattı.

Yankı hemen karşımda oturuyordu, onun hemen yanında ise Lâl ve Bartu vardı. Lâl masaya oturdu oturalı tırnaklarıyla ahşap üzerinde ritim tutuyor ve bir an bile ritmini şaşırmıyordu. Bartu ise rahat bir şekilde sırtını sandalyeye yaslamış, elleri eşofmanının cebinde beni inceliyordu.

"Kimseyle aşk yaşamak gibi bir derdim yok," dedim Işık'ın yüzüne bakarak ve az önce söylediğine cevap vererek. Aralarındaki konuşmaları dinlememiş gibi davrandım. Kollarımı önümde bağlayıp rahatsız bir şekilde kendimi gizledim. "Erkeklerin dikkatini çekmeye çalışan bir kız gibi mi görünüyorum?"

Yankı, hafifçe tebessüm etti ve nedenini anladım; onun dikkatini o şekilde çekmeye çalışmıştım. "Belki de, tanımıyoruz seni," dedi Işık ve saçını kulağının arkasına itekledi. "Tek bildiğim seni hiçbir şekilde gözümün tutmadığı."

Lâl ritmine devam ediyordu ama Işık'a bakıp hafifçe gülümsediğini görmüştüm.

"Evet, tanımıyorsunuz," dedim ve yüzümü buruşturdum. "Anlıyorum senelerdir birliktesiniz ve gruba yeni birinin girmesi sizi etkiliyor ama..."

"Grup değil, aile." Bartu sert bir sesle düzeltti. “Ve bizim aramıza neden katılmak istedin?” Rahat görüntüsünün altında aslında benden ne kadar da çok rahatsız olduğunu sesiyle belli ediyordu. "Bizi nereden biliyorsun?"

Cem abinin söylediği bütün cümleleri ezberlemiştim. "Ben istemedim," dediğimde gözüm Yankı'ya kaydı. "Beni gönderdiler çünkü onlar için fazlalıktım."

"Bu çıtkırıldım diğer Nöbetçi gruplarından mı geldi?" dedi Işık ve elini karnına koydu. "Kusacağım şimdi."

"Hayır," diye fısıldadığımda onlara ne dersem diyeyim etkisi olmayacağını düşünüyordum. "Sizi anlıyorum, aranıza girdim ama emin olun ailenizi bozacak ufacık bir şey yapmam."

"Yapmam değil." Yankı sözü aldığında sigarasını önündeki küllüğe söndürüyordu. "Yapamazsın ve emin ol bunun senin cesaretinle bir ilgisi yok."

"Öyle bir çabaya girmem." Dudaklarımdan çıkan cümleye kendim bile inanmamıştım ama yüzüme yerleştirdiğim maskem o kadar sağlamdı ki Yankı'nın dikkatli incelemeleri bile maskemi görememişti. "Hiçbirinizle bir derdim yok, birbirimizi kabullenmek zorundayız."

"Zorunda mı?" Bartu hafifçe gülümsedi ve onun yüzünü ilk defa dikkatli bir şekilde inceledim. Gözleri kahverengiydi ama öyle bir kahverengiydi ki sanki gölgeler gözlerini esir almıştı. Siyah saçları kısaydı ve siyah sakalları yeni uzamaya başlamıştı. Burnu hasarlı görünüyordu, onun da burnunun kaç defa kırıldığını merak etmiştim. "Benim hiçbir zorunluluğum yok," dediğinde kalın sesi yükselmişti. "Ayrıca hiçbirimiz seni kabullenmeyeceğiz. Bu bir tiyatro, Önder’in canı sıkılıyor olmalı."

"Beni kabullenmeyecekseniz sürekli böyle küçümseyecek misiniz?" Sorduğum soru Işık’ın yüzünde gülümseme oluşmasına neden oldu. Lâl en uzun süre gülümseyendi.

"Kendinden bahset," dedi Yankı ve sigara paketinden başka bir sigara daha çıkardı. Dudaklarına götürürken Lâl masanın üzerindeki çakmağı aldı ve sigarasının ucunu alevlendirdi. Yankı'nın bakışları Lâl'e döndüğünde ifadesi kimseye bakarken olmadığı kadar değişti ve samimi bir şekilde tebessüm etti.

İkisinin arasındaki bağ ne kadar kuvvetliydi bilmiyordum ama kendilerinin o bağ kopmasın diye defalarca düğümlediğine adım gibi emindim. Lâl'in gözlerindeki ifadede duvarlarda onlarca fotoğrafı olan Yankı vardı ve her yaşına hayrandı fakat Yankı'nın gözleri küçük bir kız çocuğuna bakıyormuş gibiydi.

"Ne öğrenmek istiyorsun?" Yankı'nın gözleri Lâl'den ayrıldı ve bana baktığında ifadesi anında değişti.

"Ailene ne oldu?" Soruyu o kadar rahat sormuştu ki. Rahatlığı büyük ihtimâl bu sorunun ona defalarca sorulmasından geliyordu.

"Ben bu soruya cevap verdiğimde sizler de bana söyleyecek misiniz?" Sorum hepsini tedirgin etmişti ve hepsi Yankı'nın yüzüne bakmıştı. Bartu derin bir nefes aldı.

"Seninle bir konuda anlaşalım Takipçi," dediğinde sigarasından bir duman çekti ve üflerken masanın üzerinden bana doğru eğildi. "Aramıza sonradan girdiğini hiçbir zaman unutma ve bize şartlar koyma. Buradaki kimse sana kendini anlatmak zorunda değil ama sen kendini bize anlatmak zorundasın."

"Zorundayım?" dedim ve alayla güldüm. "Yapmazsam ne olacak?"

Yine bir başkaldırı yapmıştım ve Yankı yine bu durumdan rahatsız olmuştu.

"Yapmazsan gerçekten birimize âşık olmak istediğini düşüneceğim," dedi Mutlu ve elini çenesine koyarak beni inceledi. "Gerçekten böyle bir amacın varsa benden uzak dur çünkü seninle evlenemem, hem tipim değilsin hem gözlerin kahverengi."

İkizler aslında karakter olarak da birbirine benziyordu. Tek farkları Işık ne kadar sivri dilliyse Mutlu sivri dilini espriyle örtüyordu, genel olarak mizacı bu olmalıydı.

"Adım Helin Aktan." Derin bir nefes aldım ve teslim olmuş gibi ellerimi masaya koyarak, “Ailemi hiçbir zaman tanımadım," diye mırıldandım. "Annem babamdan hamile kaldığında on yedi yaşındaymış ve beni doğurduğunda reşit bile değilmiş. Doğum yaptıktan sonra hastaneyi terk etmiş ve dayım beni sahiplenmiş. Babam ise benim onun çocuğu olmadığımı söylemiş." Kelimeler ağzımdan çıkarken ben de çok rahattım çünkü defalarca anlattığım bir hikayeydi. "Yedi yaşıma kadar dayımla yaşadım fakat sonrasında defalarca evden kaçtığım için beni yetiştirme yurduna yerleştirdiler..."

Yankı lafımı kesti. "Neden kaçıyordun?"

"Bunun bir önemi var mı?" dediğimde tek kaşımı havaya kaldırdım. "Çocuktum ve kaçtım." Defalarca tekrarlamış olsam da yine kalbimde durmadan kanayan sızının acısı boğazıma vurdu ve yutkunmak zorunda kaldım. Yankı dikkatli bir şekilde beni incelediğinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anladı.

"Sonra?" dedi lafı değiştirerek. Hepsinin gözleri beni inceliyordu ama en dikkatli bakan ve en dikkatli dinleyen kişi Yankı'ydı.

"On altı yaşıma kadar yetimhanede kaldım ve orada büyüdüm. On altı yaşımdan sonra beni tek başına bir iş insanı evlat edindi ama iyi kalpli birisi değildi." Durdum ve başımı önüme eğerek gözlerimi kapattım. "Benden yaşça büyüktü ama evlat edinme nedeni babalık yapmak değildi, bakıcısı gibiydim. Kumarhane işletiyordu." Daha fazlasını anlatmak istemedim, yapamadım.

Lâl'in masanın üzerinde ritim tutan parmakları duraksadı ve sonrasında ağır ağır geri devam etti. Yankı bitirdiği sigarasının ardından başka bir sigara daha yaktığında bu sefer sigarasının ucunu ateşleyen kendisiydi. Bartu da hemen Yankı'nın arkasından başka bir sigara yaktı.

"Sonra?" dedi Yankı o aradaki detayları atlayarak ve sormayarak. Şaşırtıcıydı. Halbuki yalanlar sıralamaya kendimi hazırlamıştım.

"Bir yıl o evde kaldım, boyun eğdim." Bartu kaşlarını çattı, Mutlu'nun dudakları aralandı, Lâl ise gözlerini kıstı. Işık ise, “Neden?" diye sordu.

"Zorundaydım," dediğimde Yankı'nın gözlerinden bir anlık hayal kırıklığı geçti ama bu çok kısa sürdü. En ifadesiz bakan en fazla ifadesini gizleyen şu an oydu. Bu yüzden ona bakarak konuşmaya devam ettim. "Gidecek hiçbir yerim yoktu ve gidecek olsam da beni elbet bulurdu. Rıza, hepinizi tanıyor, hepimizi tanıyor ve bu işlerle ilgili birisi."

"İşler?" dedi Bartu ve öne doğru eğilerek konuya dikkatini verdi. "Çocukları o da mı satın alıyordu?"

"Onun amacı Önder gibi masum değildi ama evet," dediğimde Önder Sarca'nın bahsettiği merhameti Bartu'nun gözlerinde gördüm. "Ben bir nevi o çocukların başındaydım."

"Sen çocuklar satın alınırken öylece izledin mi?" Işık'ın sesi öfkeli çıkıyordu.

"Ben olmasaydım onların hayatları daha kötü olabilirdi," dediğimde gözlerim tekrardan Yankı'yı buldu. "Sonrasında daha fazla dayanamadım ve evden gitmek istedim. O sırada beni evlatlık alan adamın bir arkadaşıyla tanıştım. O bana çok yardımcı oldu ve kaçmamı sağladı. Kıbrıs'tan Bozcaada'ya taşındım, bana ulaşmaya çalıştı ama ulaşamadı. Hayatım boyunca rastlayacağım en doğru insan Cem abi, o olmasaydı şu an ne halde olurdum bilmiyorum." Minnetim sesime yansımış olacak ki hepsinin bakışlarındaki ifade değişti. "Sonrasında bana eğitimler verdi, beni büyüttü, kendimi geliştirmemi sağladı, yardım etti.”

Son cümleyi kurduğumda hepsinin beni pür dikkat dinlediğini yeni fark ediyordum. Gözlerini bile kırpmıyorlardı ve bütün cümlelerimi ezberlemiş gibi bana bakıyorlardı.

"Sonra da bahsettiğin Cem abi seni bize mi gönderdi?" diye sordu Mutlu.

"Evet," dediğimde maskem yüzümü rahatsız etmeye başlamıştı. "Tek başıma hayat süremeyeceğimi düşündü, onun da gitmesi gerekiyordu. Önder Sarca'ya çok güveniyor olmalı."

"Peki sen bizim ne yaptığımızı biliyor musun?" Soruyu soran Bartu'ydu ama hepsinin ona katıldığı çok belliydi.

"Hayır," dedim yalana başvurarak. "Tek bildiğim hepinizi var eden bir özelliğiniz olduğu ve bu özelliklerinizle işlerinizi yapabildiğiniz."

Hepsi birbirine baktı ve söylediğime inanmadıklarını fark ettim. Kısa bir süre sessizlik oldu ve en sonunda sessizliği bölen Mutlu'ydu. "Senin ne gibi özelliklerin var?"

Işık güldü ve yine bir iğnesini batıracağını anladım. Beni bir süre süzdükten sonra Yankı'ya baktı. "Onun söylediklerine inandın mı?" Başını iki yana art arda salladı. "Ben hiç inanmadım, söylediklerinin yalan olduğunu düşünüyorum. Belki de gerçekten buraya bizden birisini alt etmek için gönderilmiştir ya da hepsi bir tiyatrodur? Belki de çocukları satın alan kötü insanlardan birisidir, bize o çocuklara hiç zarar vermemiş gibi davranıyordur?"

Anlattıklarımdan sonra böyle bir yakıştırma yapması ve bunu rahatça dile getirmesi beni rahatsız ettiğinde, “Yaşadıklarımın lafını mı vuruyorsun?" dedim öfkeli bir sesle ve kendimi içten içe dizginlemeye çalıştım. "O kadar da değil. Çocuklara zarar vermem."

"Neden sana inanayım?" dedi Işık ve alayla güldü. "Yaşadıkların bizim yaşadıklarımızın çeyreği bile değil. Seni sırf bu anlattıkların yüzünden kabul edeceğimizi ve acıyacağımızı mı düşünmüştün? Başka yalanlar bul."

"Hayır." Sesim yüksek çıkmıştı. "Acınmasını istemiyorum ama anlaşılmayı ve saygı duyulmasını bekliyorum."

"Dikkatli ol," dedi Bartu. "Bu masada sesini yükseltemezsin."

Lâl'in ardı arkası bitmeyen ritimleri devam ediyordu ve gitgide hızlanıyordu. Onun bakışlarında da beni hâlâ küçümseyen ifade vardı.

"Büyük ya da küçük," dedi Yankı ve gözlerimin içine baktı. "Bir şeyler yaşamış bir insanı küçümsemeyin, kim bilir bize anlatmadığı neleri vardır. Anlattıkları yalan bile olsa,” Işık’a döndü, “şu an yolu bize düştüyse kötü bir hayat geçirmiştir değil mi?”

"Yaşadıklarını dile getirmekten, abartmaktan ya da onun arkasına saklanmaktan hoşlanan birisi değilim," dedim ve odadan içeriye Önder Sarca'nın girdiğini duydum; adım sesleri hemen yanımda durdu. "Yaşadıklarımı, başkalarının yaşadıklarıyla da yarıştırmam. Sordunuz ve anlattım. Bu kadar."

Lâl omuzlarını hareket ettirerek gülmeye başladığında masanın üzerindeki ritim tutan parmakları durdu. Beni küçümsemeye devam ettiği her halinden belliydi ve bu durum içimdeki sönmek üzere olan öfkenin daha fazla alevlenmesine neden oldu.

"Söylesenize," dedim hiddetle. "Siz neler yaşadınız?" Hepsiyle göz göze geldim ve en sonunda Lâl'in gözlerinin içine baktım. "Bu kadar eğlendiğine göre benden daha fazlasını yaşamış olmalısın. Anlat, biraz da ben güleyim." Lâl'in yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silikleşti ve yüzüme bakmaya devam etti; bakışlarına anlam veremediğim bir ifade yerleştiğinde masada derin bir sessizlik vardı. Öyle derin bir sessizlikti ki içine düşen bir daha asla konuşamaz, bir daha asla sesini duyuramazdı. "Ne oldu?" dedim üzerine giderek. "Yaşadıklarını hatırladın ve üzüldün mü? Dilini mi yuttun? Neden konuşmuyorsun?" Onun gibi gülmeye başladığımda yapaydım. "Her ne yaşadıysan komikmiş."

Patladığım kişi Lâl olmuştu ama en başından beri bana bakarken gözlerine bir tane iyi bir duygu erişmeyen yine Lâl'di. Bana öyle öfkeli bakıyor, öyle nefret ediyormuş gibi davranıyordu ki bu en sonunda dikenimi ona batırmama sebep olmuştu.

Herkes sustu; herkes öyle bir sustu ki masada sadece benim gülüşüm vardı. En sonunda Lâl sertçe ayağa kalktı ve oturduğu sandalye geriye doğru düştüğünde gitmek istedi fakat o sırada Yankı, Lâl'in kolunu oturduğu yerden tuttu. Bakışları yüzümde gezindiğinde Yankı'nın gözlerinde ilk defa saf kızgınlığı görmüştüm.

Lâl Yankı'nın onun tutan elini silkeledi ve arka tarafından geçerek masayı terk etti, arkasından bakarken merdivene doğru ilerlediğini gördüm. Hemen arkasından hızlıca Işık da kalktı ve beni bakışlarıyla öldürebileceğini hissettim. Işık'ın ardından sürekli gülümseyen Mutlu'nun bile gülümsemediğini ve bana öfkeli bir şekilde baktığını gördüm. O da ayağa kalkıp gittiğinde masada sadece ben, Bartu ve Yankı kalmıştık. Önder Sarca hemen arkamdaydı ve hiçbir şey söylemeden olanlara bakıyordu.

En sonunda bakışlarım Yankı'nın kızgın gözlerinden ayrılıp Bartu'ya döndüğünde gözlerindeki alevlere şahit oldum. Oturduğu yerden ağır bir şekilde kalktı ve üzerime doğru geldi. Oturduğum yerde rahatsızca hareket ederken yüzümdeki afallamış olan gülümseme silindi ve Bartu yüzüme doğru eğildi. Eli sandalyenin arka tarafını tuttu ve sandalyeyi geriye doğru yatırırken, “Bir daha onun canını yakarsan," diye fısıldadı. "Seni mahvederim. Duydun mu?" Kaçmak istedim ama imkânsızdı. "Duydun mu?" dedi tekrardan. "Onun bir daha canını yakmayacaksın."

Önder Sarca araya girdi. "Bartu, tamam," dedi onu çekmeye çalışarak. "Yankı bir şeyler yap." Gözlerim Yankı'ya kaydı ve hiçbir şey yapmadan öylece olanları izlediğini gördüm; hak ettiğimi düşünüyordu. "Bartu, Lâl'e git, sana ihtiyacı vardır." Önder, onu üzerimden çekemiyordu.

Birkaç dakika sonra Bartu sertçe sandalyeyi öne doğru itekledi. Masaya tutunarak yere düşmekten son anda kurtuldum. Altımdaki sandalye kayarak yere düştüğünde Bartu baskın adımlarla odadan çıktı ve o da merdivenlere yöneldi.

Yaşadığım büyük şok ile düştüğüm yerde masaya tutunurken gözlerim sadece Yankı'nın üzerindeydi. Doğrulduğumda titreyen elimi önüme gelen saçlarıma geçirdim ve geriye doğru atarak derin bir nefes aldım.

"Sana söylemiştim," dedi Önder Sarca ve onun da gözlerinde kızgınlık vardı. "Lâl göz bebeğimizdir."

Ben de bir insanım, diye bağırmak istiyordum ama bunu söylesem bile beni anlamayacaklarını bildiğimden, “Bana ne yapıyorsa aynısını yaptım," dedim. "Benim kendimi savunmaya hakkım yok mu?"

Önder, elini burnunun kemerine götürdü ve sıkarak gözlerini kapattı; ne söyleyeceğini bilmiyor gibi bir hali vardı ama Yankı kendinden emin bir şekilde ayağa kalktığında hemen karşıma geçti. "Karşındaki insanla eşit dövüşmeyi öğreneceksin," dedi. Sesi o kadar keskin, o kadar baskındı ki az önceki Bartu'dan daha çok Yankı'nın bu halinden korkmuştum. "Karşındaki kişi kendini savunamıyorsa sen de kendini savunmayacaksın." Anlamadım ve anlayamadığımı Yankı gözlerimden anladı. "O konuşamıyor," dediğinde sesinin ayarını düşürmüştü ve gözleri anlık merdivene dönmüş sonrasında bana yönelmişti. "Ama biz dördümüz onun yerine konuşuyoruz ve sen bunu bilmek, öğrenmek, ezberlemek zorundasın."

Yaptığım en büyük hataların başında bu geliyordu. Grupta Yankı dışında kimseyi araştırmamıştım ve benim elime Yankı dışında bilgiler gelse de elemiştim çünkü asıl kişinin her zaman Yankı olduğunu söylemişlerdi. "Bilmiyordum," dedim şaşkınlıkla. "Ona bu şekilde zarar vermek istemezdim." Sızlayan kalbimdeki bir damarın koptuğunu ve bu damarın Lâl için parçalandığını hissettim. En başından beri anlamam gerekiyordu, bir aydır bir kere bile konuştuğunu duymamıştım, görmemiştim.

"Evi terk et," dedi Yankı ve eliyle dış kapının olduğu yeri gösterdi.

"Yapma," dedi Önder ve başını eğdi. "Bilse yapmazdı. Aranıza dahil olduğuna göre artık bu evde kalması gerekiyor."

"Evi terk et." Kelimelerin üzerine öyle bir bastırarak söylemişti ki geriye doğru bir adım atmak zorunda kalmıştım ve bedenim Önder'e çarpmıştı. "Ona güvenmiyorum, bu evde kalamaz.”

Yankı Sarca bana güvenmediğini ilk defa o gün söyledi.

Her şeyi elime yüzüme bulaştırmış, elime yüzüme bulaştırdığım yetmezmiş gibi kendimden daha fazla nefret ettirmiştim. Kararları veren Önder değil, Yankı'ydı ve şu an beni istemediği çok açık bir şekilde ortadaydı.

"Üzgünüm," döküldü dudaklarımdan ve geriye doğru birkaç adım atarak onların yanından geçtim. "İsteyerek yapmamıştım." Yankı, benim yüzüme bakmak yerine ben daha oturma odasının kapısına erişmeden yanımdan hızlı adımlarla geçti ve merdivenlerden yukarıya çıktı. Ben ise Önder Sarca'yla göz teması kurmadan arkamı döndüm ve hızlı adımlarla dış kapıya gittim. Önder arkamdan seslendiyse de duymazdan geldim ve kapıyı açarak kendimi dışarıya attım.

Kapıyı kapatmadan hızlı adımlarla yürümeye başladığımda geriye bile dönüp bakmak istemiyordum ve kenetlediğim dişlerim çenemi ağrıtıyordu. Hepsinin gözleri ve gözlerindeki o ifade beni çoktan kazılmış olan bir mezarın içinde gibi hissettirmişti ve birbirlerine tahmin bile edemeyeceğim kadar büyük bir bağ ile bağlılardı. Hepsi birbirlerine düğümler atmışlardı.

Yağmur şiddetini azaltmıştı. Deri ceketimi bile almadan evden çıkmıştım ve üşümek istiyordum; zihnimin bile donmasını istiyordum. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum.

Arka cebimde duran telefon çalmaya başladı ama duymazdan geldim, adımlarımı bir an bile olsun yavaşlatmadım ve yürümeye devam ettim. O sırada karşıdaki bir araba selektörlerini yakıp kapattığında gözlerim o tarafa kaydı ve beni kimin beklediğini anladım.

Sürücü koltuğunda direkt Cem abi oturuyordu ve beni arayan da yine oydu. Adımlarım yavaşladı ve hayal kırıklığıyla arabaya doğru baktım, göz göze geldiğimizde kulağında duran telefonu uzaklaştırdı ve bir şeylerin yolunda gitmediğini anladı. Eliyle işaret ettiğinde adımlarımı istemeyerek de olsa o tarafa yönlendirdim.

Arabaya bindim ve kapıyı sertçe örttüğümde sanki benimle beraber içeriye yağmurun kokusu da geçmişti. "Neler oluyor?" dedi yumuşak bir sesle ve direksiyonun olduğu yere doğru eğilerek gözlerimin içine baktı.

"Her şey mahvoldu," dediğimde lanet olsun ki sesim titriyordu, bundan nefret ediyordum. "Her şeyi mahvettim. Onlar beni hiçbir zaman kabullenmeyecekler."

"Ne oldu?" dedi ardından eli çekinmeden titreyen dizime tırnaklarımı sapladığım elime gitti. İrkildim ama elimi tutmasına izin verdim. "Yankı bu zamana kadar kimseyi evine kabul etmemiş birisi, seni kabul ettiyse ışık var demektir."

Boşta duran elimi saçıma geçirdim ve olumsuz bir şekilde başımı iki yana salladım. "Beni öyle çok küçümsediler ki," dedim iğreniyormuş gibi. "Öyle çok hafife alıyorlar ki. Bir tanesi beni gruptan birilerine âşık olmak için geldiğim konusunda suçladı, bir tanesi beni resmen dövüyordu, bir tanesi sadece güldü ama öyle bir güldü ki ben karşısında ufaldım. Sonra her şeyi ama her şeyi mahvettim. Yaşadıklarımı küçümsediler diye ben de yanlış kişiye çattım ve her şey bitti. Tek bir kişinin canını yakmam, hepsinin canının parçalanmasına neden oldu. Beni artık nasıl kabul edebilirler?"

Cem abi üstü kapalı anlattıklarımı dinlerken yüzümü dikkatli bir şekilde inceliyordu ve sanki ifademde bir şey görmüş gibi "Hepsi mi küçümsedi?" diye sordu. "Hiçbiri seni önemsemedi mi?"

Duraksadım ve gözlerimi ondan kaçırarak karşıdaki evlerine baktım; defalarca ziline basıp kaçtığım ev o zamanlar daha tanıdık geliyordu ama şimdi içine girsem beni yok edecekmiş gibiydi. "Yankı," dedim ve adını söylerken derin bir nefes verdim. "O diğerlerinden daha farklı davrandı, aslında o diğerlerinden çok daha farklı. Bir anlık ben kendimi anlatırken gözlerine bir ifade ulaştı." Cem abiye döndüm ve gözlerim açıldı. "Bana beni anlıyormuş gibi baktı, diğerlerinden daha farklı baktı. Sadece bir anlık sanki bana gerçek bir merhamet gösterdi," durdum ve kaşlarımı çattım, "ya da ben öyle sandım, bilemiyorum. Zaten son gördüğüm bakışlar yine ona aitti ve değil beni anlamak, beni görmek bile onu rahatsız ediyormuş gibiydi."

Cem abi yüzümü incelerken kaşları çatılmıştı ama ne gördüğü hakkında bir fikrim yoktu. Uzun süre boyunca beni inceledi ve bir anlık kederin yüzünde dışarıdaki yağmur gibi serpildiğini gördüm. "Yankı mı farklı yoksa senin üzerinde farklı bir etki mi bıraktı?" Rahatsızca kıpırdandı ve elimi bıraktı. "Ona defalarca dikkat etmeni söylemiştim, ona inanmaman gerektiğini de. Belki de rol yapmıştır çünkü her role girebilen birisi, Koza Yankı’dan bu şekilde bahsediyordu."

"Hayır," dedim ters bir sesle. "Üzerimde farklı bir etki bıraktığı yok, senelerdir bu işin içerisindeyim. Bu ihtimalleri ben de düşündüm ama gördüğümü söylüyorum."

"Aslında rol yapıp yapmadığı çok da önemli değil bu durumda," dediğinde bakışları evin olduğu tarafa doğru döndü, çenesini dikleştirdi. "Eğer merhamet gösteriyormuş gibi davranıyorsa bir amacı vardır ve bunu devam ettirmek isteyecektir. Biz de o merhametli yönü kullanabiliriz."

"Anlamıyorsun," dediğimde sesim bıkkın çıkmıştı. "Bana güvenmediğini açıkça söyledi ve bugünden sonra her şey bitti. Gruba bir daha beni almayacaklar."

"Gruba diğerleri seni almayabilir ama Yankı seni o grupta isterse kimse karşı çıkamaz."

"Koza neden sadece ona odaklanmamı istiyor, biliyor musun?" diye sorduğumda kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.

"Rol yapıyorsa aynı şekilde rolüne karşılık vereceğiz ve bir tiyatro oyunu çevireceğiz." Derin düşünüyordu ve ne demek istediğini anlayamıyordum; beynim durmuş gibiydi.

"Onun merhametli yönüne mi oynayacağım?" Başını bu kez olumlu anlamda salladı. "Nasıl yapacağım? Yankı bir şeylerden çok çabuk etkilenen birisi değil, bu çok belli. Evet anlattıklarıma önem verdi ya da öyle davrandı ama bu kadar. Neden şu an umursasın ki?"

Çenesini kaşırken gözlerini kısmıştı ve aklından geçenleri okumak o kadar zordu ki. "Anlatmakla kalmayız o halde," diye mırıldandığında daha çok kendisiyle konuşuyormuş gibiydi. "Gösteririz." Tek kaşımı havaya doğru kaldırdığımda bakışları bana döndü. "Merhamet ve suçluluk duygusu birbiriyle kardeş gibidir Helin. Eğer onun merhametine suçluluk duygusunu eklersek farklı yollar çizebiliriz."

Alayla güldüğümde Cem abi oldukça ciddiydi. "Rol yapıyorsa ve hep rol yapmaya devam edecekse?" Hiçbir şey söylemedi ama gözlerinden geçen ifade önüme açık bir kitap gibi düştü. "O zaman zarar gören ben olurum, değil mi? Kumar oynayacağız ve belki de ben o kumar masasından paramparça kalkabilirim."

"Ya da kazanmış şekilde kalkarsın?" Ellerini iki yana açtığında, “Yapabileceğimiz başka bir şey var mı?" diye sordu. "Her yolu denemek zorundayız, hem emin ol aklımdaki plandan daha kötülerini zamanında yapmıştın ve hepsinden bir şekilde sıyrılmıştın."

İç sesim, şimdi her şeyin daha farklı olduğunu söylüyordu ama bunu dile getiremeyecek kadar kendimi yorgun ve huzursuz hissediyordum. Yankı Sarca'yla oyun oynamak bir yana aynı kumar masasına bile oturmak istemiyordum çünkü ben o kumar masasında bahislerimin hesabını yaparken bile onun benim bahislerimin ne olduğunu direkt anlayabileceğini düşünüyordum. İnsanları tanıma konusunda iyiydim ve onda gördüklerimi daha önce hiç kimsede görmemiştim.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Cem abi ve yine vazgeçtiğimi söylememden korktuğunu anladım.

"Bir yola çıktım," diyerek omzumu indirip kaldırdım. "Sonunu biliyordum, gideceğim yollar önemsiz bu yüzden." Kollarımı önümde bağladığımda bedenimi ona doğru döndürdüm ve gözlerimi kıstım. "Planın nedir?" Şimşek çaktı ve gece aydınlandı; kulakları sağır edecek kadar çıkan yüksek ses bile sanki planın bir parçasıydı.

***

İnsanların duygularıyla oynamak konusunda ustaydım ama kötü anlamda. Hiçbir zaman bir insanın merhametli ya da vicdanlı yönüne oynamamıştım çünkü birisinin bana acımasını istemek, seçeceğim son yol olurdu.

Yankı Sarca bana bu yolu da seçtirmişti.

Koşar adımlarla girdiğim kafenin kapısını açtım ve kapatırken sırtımı kapıya yasladım. Elimin tersiyle dudağımın kenarındaki kanı sildiğimde gözümün altındaki morluk acıyordu. Bakışlarım direkt olarak baristanın olduğu tarafa yöneldi ve Yankı’yı, yanındaki diğer baristayla beraber gördüm.

Çalıştığı kafeye yine gelmiştim fakat bu sefer diğer günlerden farklıydı. Bu kez dikkatini çekmek için onlarca kahve içip etrafa gülücükler saçmak yoktu, bu kez her şey daha farklıydı.

Derin nefeslerle göğüs kafesim kalkıp inerken ağzımın içine de kan doluyordu. Neyse ki kafe çok kalabalık değildi, uzakta birkaç masada çiftler oturuyordu ama dikkatleri benim üzerimde değildi.

Başımı çevirip girdiğim kapıdan dışarıya tedirgin bir şekilde baktım ardından üzerimdeki montun kapüşonunu takıp baristanın hemen yanındaki masaya doğru ilerledim.

Yankı’nın yanındaki bizden altı yedi yaş büyük adamın gözleri beni ararken dudakları aralanmıştı. “Seninki gelmiş yine,” dedi duymamı aldırış etmeden. Gözleri yüzümde yeni oluşmuş yaralara odaklanmıştı.

Sandalyeye yavaşça çekip oturduğumda Yankı bana bakmıyordu ama en başından fark ettiğine adım kadar emindim. Bilerek sırtımı kapıya doğru dönmüştüm.

“Pardon,” dedim kuru bir sesle. “Bir kahve ve peçete alabilir miyim?”

Sessizlik oluştu. Vakit bir hayli geçti. Yankı temiz olan bardakları elindeki bezle kurularken, “Kahve servisimiz bitti,” dedi net bir şekilde. “Birazdan kapatacağız.” Ardından gözleri bana doğru döndü. Bir süre gözümün altındaki morluğa ve patlayan dudağıma baktı. Bardağı tezgâha koyup yenisini alırken, “Sıcak bir şey içirip canını daha fazla yakmak istemeyiz, öyle değil mi?” dedi. Cümlesi banaydı ama yanındaki cevap verdi.

“İyi misin?” diye sordu kaşlarını çatarak. “Yüzün kötü görünüyor.”

Ona cevap vermeden, “Su alabilir miyim o halde?” dedim titreyen bir sesle. “Ve lütfen peçete. Kanamayı durduramam gerekiyor.”

Yankı hiçbir şey yapmadan öylece durmaya devam etti ama diğer adam hızlı bir şekilde bir bardak su doldurup yanında peçeteyle yanıma doğru ilerledi. Masaya bırakırken Yankı başka bardaklara geçmişti ama kaşları çatık bir vaziyette bir şeyler düşündüğü açıkça ortadaydı.

“Ecza dolabından bir şeyler getirmemi ister misin?” diye sordu bu kez de adam. Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayıp önüme koyduğu sudan birkaç yudum içtim ardından peçeteyi dudağımın kenarına bastırdım ve canım yandığı için acıyla inledim.

Adamın bakışları Yankı’ya döndüğünde aynı anda kafenin kapısı sert bir şekilde açtı ve korkuyla nefesimi tutup kapüşonumun içine daha fazla gömüldüm. Adım sesleri hemen arkamda durduğunda önümde duran diğer barista bir şeyleri çözmüş gibiydi. “Evet?” dedi kaşlarını kaldırarak.

Yankı, başını çevirip gelenlere baktığında karşımdaki camın yansımasından gelen adamların Yankı’ya odaklandığını ardından bana doğru döndüklerini fark etmiştim. Bir süre arkamdan bana baktılar sonra, “Birisini arıyoruz,” dedi orta boylu olan. “Orta boylarda zayıf bir kadın.” Daha fazlasını vermesi için diğer barista kaşlarını kaldırdı. “Siyah, uzun saçları var.”

“Onu neden aradığınızı ve neden buraya geldiğinizi anlayamadım.”

“Çünkü kaçıyor.” Adamın bakışları Yankı’ya doğru döndü. “Buraya geldi mi? Onu gördünüz mü?”

“Önemli bir konu mu?” Barista korkmuştu ama Yankı sakince konuşulanları dinlerken bezi düşündüğümden daha sert bir şekilde tezgâha attı ve ellerini önündeki demire yaslayıp başını omzuna yatırdı.

“Eğer buraya öyle birisi gelirse,” dedi orta boylu adam. “Rıza’nın onu aradığını ve hiçbir yere kaçamayacağını söylersiniz.” Yeniden bakışları bana doğru döndü. “Kendisi bunu çok iyi bilir.”

Yankı, bulunduğu yerden yavaş adımlarla dışarı çıktığında üzerindeki siyah önlüğünü de çıkardı. Koyu yeşil kazağında yer yer kahve lekeleri vardı. Ağır adımlarla adamların yanına doğru ilerledi sonra hemen arkama geçip beni gizledi. “Dışarı,” dedi sakin bir sesle. Elimdeki bardağı yavaşça masaya bıraktım. Adamlar Yankı’ya bakmaya devam etti. “Dışarı,” dedi bir kez daha. “Hemen.”

“Eğer buraya uğrarsa…”

“Dışarı,” dedi üçüncü kez. “Bir daha tekrar etmeyeceğim.”

“Onun buraya uğradığını biliyoruz.” Sesindeki tehdit bardağı yeniden elime almama neden oldu. Yansımadan diğer tarafa doğru adımladı ve beni görmek için öne çıktı ama Yankı bir anda önüne geçip beni yine gizledi ve kimseye belli etmeden öyle çevik bir hareketle elini tutup kıvırdı ki önümdeki baristanın dudakları aralandı.

Orta boylu adamı kendisine doğru çektiğinde diğer adam pasif bir şekilde geri duruyordu. “Yankı,” dedi adını söylerek. “Yankı Sarca.” Sonra adamı kendiyle beraber yürüterek camdan kapıyı açtı ve onu dışarı adeta itekledi. Diğer adam da hızlı bir şekilde çıktı. “İyi akşamlar beyler,” dedi sanki bir müşteriyi yolcu ediyormuş gibi çünkü içeride olan çiftlerden birisi tam o esnada kapıdan dışarıya çıkıyordu. “Bir daha gelirseniz eğer size özel kahve ikramımın tadına bakarsınız. Ellerimle yaparım.”

Yansımadan kafeden çıkan müşterilere gülümsediğini gördüm ardından peşimde olan iki adamın uzaklaştığını. Yankı bir süre arkalarından baktı ardından içeriye yeniden girdiğinde bana bakmadan kafenin personellere ait olan kapısından içeriye girdi. Önümde duran diğer barista neler olduğunu soramadan elinde bir ecza çantasıyla çıktı ve bana bakıp başıyla dışarıyı gösterdi.

Karşı gelmeden ayağa kalktım ve peşinden ilerledim. Kalan iki müşterinin olduğu masaya bakmadan terasa çıktık. Yankı, bir sandalyeyi çekip başıyla oturmam için hareket yaptığında yine karşı gelmeden o sandalyeye oturdum ve o da karşıma oturdu.

Masaya ecza çantasını koyarken yüzünden ne düşündüğünü anlayamıyordum ama bakışlarını bana çevirdiğinde sorgulayan bir yüzle beni incelediğini gördüm. Titreyen elimle önüme gelen saçımı arkaya doğru iteklediğimde dizlerim de aynı şekilde titriyordu. Korku değildi, bunu anladı mı bilmiyordum ama öyle bir titriyordum ki soğuktan olduğunu düşünmesini istedim.

Eli sakin bir şekilde kapüşonuma uzandı ve izin vermem için gözlerime baktı. Bir kez başımı salladığımda yavaşça kapüşonu indirdi ve önüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına itekledi. Soğuk parmak uçlarını gözümün altındaki morluğa dokundurduğunda dişlerimin arasından tısladım, o da aynı anda parmaklarını çekti.

Ecza çantasından çıkardığı pamuğa tentürdiyotu sürdüğünde, “Başını hafifçe kaldır,” dedi. Nefesimi vererek başımı kaldırdığımda, “Biraz acıtabilir,” dedi.

“Biliyorum,” dedim ve sesim de titredi. Dizlerimin titremesinden ötürü, vücudumda titriyordu. Altımdaki kot pantolonumdaki toz toprak yerlerde sürüklenmişim gibi görünüyordu. Yankı, titreyen dizlerime baktı ardından bana biraz daha yaklaştı ve dizlerini dizlerime değdirdi. Nefesimi bir kez daha verdiğimde bu beni rahatsız etmemişti aksine rahatlatmıştı. Ama bu kadarla kalmadı. Bacaklarının arasına dizlerimi aldığında titremeler yavaşça kesildi ve bunu engelledi.

Gözlerimi kapattığımda ilacı ilk başta gözümün altına sürdü. Acımadı ve yüzümü buruşturmadan da duramadım çünkü soğukta ve hava esiyordu. “Başka bir yerinde bir şey var mı?” diye sordu.

“Bakmadım,” dedim dişlerimi sıkarak. “Sanırım dizlerimde de yaralar var ama onları ben halledebilirim.”

Gözümün altına sürdüğü pamuğu uzaklaştırdığında yavaşça gözlerimi açtım. Yeni ilacı pamuğa sürdü sonra bana döndü. Yüzü yüzüme yaklaşırken bu kez başını kaldır demedi, parmak ucuyla çenemi hafifçe kaldırdı. Dudaklarımı araladığımda turkuaz gözlerine bakmayı bıraktım çünkü yakından gökyüzüne bakıyormuş gibi hissettirmişti.

İlacı dudağımın kenarındaki yaraya sürerken acıyla inledim ve tırnaklarımı avuçlarımın içine batırdım. Canımı çok fena yakmışlardı, bu kadarını olacağını düşünmemiştim ama alışıktım; bu acı bir yandan da benim için hiçbir şeydi.

Ama ummadığım bir şey oldu.

Yankı yaranın üzerine üflemeye başladığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve yeniden ona baktım. Aniden yaptığı bu hareketi, hayatım boyunca daha önce kimse bana yapmamıştı. Hatta ellerimi kullanabildiğim sürece kendi yaralarıma ilacı da hep kendim sürmem gerektiğini söylemişlerdi.

Gözlerimdeki şaşkınlığı fark ettiğinde başımı geriye doğru çektim. “Yeterli,” dedim düşüncelerden uzaklaşarak. “Zamanla geçecektir.”

Bacaklarımı serbest bırakmadı ama hafifçe gevşetti. “Neden buraya geldin?” diye sordu pamuğu masanın üzerine bırakırken.

Yüzündeki yara izlerine aldırış etme, dedim kendime. Tak yine ezberlediğin maskeni yüzüne, Helin. Sen alışıksın. Maskeler her zaman yaralarını kapatır, ruhsal olanları bile.

“O gün yalan söylemedim ama kendimi eksik anlattım.” Yankı tek kaşını kaldırdı ama bir şey söylemedi. “Açık ve net konuşacağım.” Derin bir nefes daha aldım ve yüzüne dikkatli bir şekilde baktım. “Rıza’dan kaçıyorum. Cem artık beni koruyamıyor, onun arkadaşları da öyle.” Kaşlarım çatıldı. “Ve Rıza’nın sizi bildiğini hatta sizden korktuğunu öğrendim. Az önce gördün, beni fark ettiler ama senden dolayı bana yaklaşamadılar. Onlardan korunmam için sizinle olmam gerekiyordu o yüzden aranıza katıldım. Eğer beni bırakırsan,” gözleri bir anda yüzüme döndü, “bırakırsanız,” diye düzelttim, “o beni bulacak. Sonucu neler olur, bilemiyorum.”

Kısa bir süre daha beni izledi. Sonra masaya dönerken dirseği tentürdiyot şişesine değdi. Refleksle yere düşmeden önce hızlı bir şekilde tuttum ve yeniden masaya koydum.

Yankı yaptığım harekete bakarken ilaç şişesini almak için hiçbir çaba sarf etmediğini o an anladım. Kahretsin, beni denemişti ve aptallık yapmıştım.

“Reflekslerin oldukça kuvvetli,” dedi Yankı gözlerini gözlerimden ayırmadan. “Dövüş konusunda çok iyi olduğunu söylüyordun, dosyanda da öyle yazıyor.” Parmaklarının arasına ilaç şişesini aldı ama göz hapsinden vazgeçmedi. “Onlar seni döverken elin armut toplamış olamaz ama adamlar oldukça sağlıklı görünüyordu.”

Hafife almıştım hem de fazlasıyla. “Çok kalabalıklardı,” dedim ve sesim bir kez daha titredi. “Altı kişi belki de. Tuttular. Kendimi kurtaramadım.”

Gözlerini kıstı ve yüzümü inceledi. İşaret parmağıyla çenemi hafifçe kaldırdığında dudaklarıma ve gözümün altına baktı. “Altı kişilerdi ve sadece gözünün altındaki morluk, dudağındaki bir yarayla onların elinden kurtuldun öyle mi?” Hiçbir cevap vermedim. “Bir de dizlerindeki yaralar. Yerlerde mi sürüklediler yoksa sen mi yere düştün? Hangisi?”

“Yere düştüm.” Artık faydasızdı belki de bu kadar çabam bile boşaydı. Yalan söylemeye alışıktım ya da yalanları başka yalanlarla da kapatmaya ama Yankı Sarca’ya karşı daha fazlasını yapmamam gerektiğini anlamıştım. Beni kıskıvrak yakalamıştı.

“Sence buna değer miydi?” diye sordu.

“Belki.”

“Ne yapmaya çalıştığının farkındayım ama bu kadarını kendine yapmamalısın.”

"Söz dinleyen birisi olduğum söylenemez,” dedim onun gibi sakin kalmaya çalışarak. “Çünkü gördüğün gibi kendime karşı da pek iyi davranan birisi değilim."

"Söz dinlemediğinin farkındayım ama benim de söz geçiremediğim tek kişi kendimim ve kendim diyor ki 'bu kızın söz dinlemeyi öğrenmesi gerekiyor.'"

"İşin epey zor olacak gibi görünüyor çünkü kendine söyle, ondan daha inatçıyım.” Vazgeçmeyeceğimi ona gösterdim. “Ne olursa olsun.”

Seçeceği iki yol vardı. Ya tiyatro filmini alkışlayarak yanımdan kalkıp gidecekti ya da o tiyatro sahnesine dahil olup benimle oynayacaktı.

Bir süre boyunca gözlerimin içine baktı; o baktığı sürede kendimi öyle çok gizlemeye çalıştım ki, ruhum ne tarafa kaçacağını şaşırmıştı ama bedenim kaskatı kesilmişti. "Güvende değilsin," dedi. Sahneye doğru ilerledi.

"Ve sen bana güvenmiyorsun," dedim hızlı bir şekilde. "Gözlerinden bu okunuyor."

Bakışlarıyla sorguya çekiyor, dudakları tek bir soru dahi yöneltmiyordu. En kötüsü de buydu; Yankı Sarca'nın bakışlarında durmadan sorgulayan bir adam vardı.

"Bir süre bizim evde kal." Sahneye geldi, artık benimle beraber tiyatroya dahil olmuştu. "Seni bir kere kabul ettim, güvensem de güvenmesem de dahil oldun ve ben kolay kolay seçtiğim yoldan vazgeçen birisi olmadım, Helin."

Dudağımdaki kan, tiyatrom ve Yankı'nın gözlerindeki merhamet; hepsi bir oyunun parçasıydı ve ben o oyundan galip mi yoksa yenilgiyle mi ayrılmıştım, anlamıyordum.

Peki ya Yankı Sarca’nın planı neydi?

"Helin mi?" diye sordum. “Takipçi’ye ne oldu?”

Aklımdan geçenleri okuyormuş gibi “Bir tiyatro oyununda herkesin rolü vardır,” dedi. “Bana Yankı dediler ve Sen Helin’sin, bu kez gerçekten tanıştım.” Kucağımdaki elimi yavaşça tuttu ve yutkunduğumda ikinci kez elimi sıktı. Artık sıcaktı. “Rollerimizi ezberleyelim, Helin ve hiçbir zaman aklımız durmasın, o rolleri unutmayalım yoksa ikimiz de bu oyunun içinde kimliklerimizi kaybederiz. Ben hiç unutmayacağım.”