logo

57. MASALLAR

Views 201 Comments 4

Helin Aktan'ın güncesinden...

08.04.2020

Bugün bir anne, bir çocuğa sarılmadı ama bugün bir anne, bir çocuğu dizlerine yatırdı ve ona sonu mutsuz biten bir masal anlattı, mutlu kılacağına inanarak.

Bugün bir çocuk, annesi için değil ama kardeşi için duvarlarını kırdı fakat en kalın duvar kırmızı ışıkların ardına gizlendi.

Bugün Koza'yla tanıştım.

Hem en çocuk ve masum tarafıyla.

Hem de bütün kırmızı ışıkların ardına sakladığı en gerçek yüzleriyle.

"Altıncı Sokak Nöbetçisi, Helin S. Aktan"

***

Koza'nın güncesinden...

08.04.2020

Günlüğümün ilk sayfasını sana ayırdım ve bu da günlüğümün son sayfası, sevgilim kardeşim, yine sen varsın.

Bugün bütün yüzlerimle beni gördün, hiç görmemen gerekenlere rağmen.

Ben Koza. Bir gün belki günlüğümün ilk sayfasını okuyamayacaksın, bunu hiç istemeyeceğim ama sana bu son sayfayı bir şekilde okutacağım çünkü ben de çocuktum, hiç büyümedim.

Büyümek istemedim. İstemiyorum. Şu an bile.

Tıpkı bana okuduğun o masaldaki karakter gibi. Belki beni hiçbir zaman Peter Pan'in olarak kabul etmeyeceksin ama ben senin için her zaman Peter Pan olacağım.

Beni hatırlayacaksan bu son sayfayla hatırla, ilk sayfayla değil. Çünkü ilk sayfayı yazan, bir çocuk bile olamamıştı.

"Poyraz Aktan"

"Birinci Sokak Nöbetçisi, Koza"

Karanlıktayken bir anda aydınlığa çıktığımı ve yeniden karanlığa döndüğümü söylemişti, Işık. Bu şekilde hiçbir şeyin düzelmeyeceğini hatta beni kötü etkileyeceğini. O an bu söylediklerini mantıklı bir şekilde düşünememiştim ama şu an bu söylediklerine verebileceğim bir yanıtım vardı.

Ben artık karanlıktan korkmuyorum ki o karanlığa dönmekten korkayım, Işık, diyememiştim ama şu an bu düşünce bile yüzümün gülümsemesine neden oluyordu.

Benim korkularım da hiçbir zaman karanlık olmamıştı. Kırmızı ışıklar kâbusumdu, asla aşamam sanıyordum ama aşmıştım. Şimdi dünyanın en zifiri karanlığında bile gülümseyecek bir neden bulacağımı ve ışığa ulaşabilmek için aylarca yürüyeceğimi biliyordum.

Çünkü bir kez umudu tatmış, o duyguyu kalbimde hissetmiş, kırmızı ışıklardan korunmayı öğrenmiştim.

Helin Aktan bile kırmızı ışık korkusunu yendi, cümlesi literatürde onaylanmalıydı. Her umutsuzluk ve korku hisseden kişinin kalbinde bir çiçek açtırmalıydı çünkü bu o böyle bir acıydı ki ölen çocukluğumu bile canlandırmıştım. Bundan daha büyük bir umut olamazdı.

Hatta öyle bir umuttu ki bu, en karanlık yolun ortasında elime bir kırmızı ışık verseler ve yolumu sadece bu şekilde aydınlatacağımı söyleseler karşı gelmez, kabul ederdim, içimde de hiçbir korku tohumu yeşermezdi.

İnsan umutsuzlukla yaşarken umuda ihtiyacı olduğunu bilmiyordu ama bir kez umut kalbine uğradığında bir daha geriye dönüp bakamıyordu.

Benim kalbimde bir umut vardı, hem duygusuyla hem kişi olarak Hiç kimsenin içimdeki bu umudu almasına izin vermeyecektim çünkü bir kez tatmıştım o hissi.

Elbet karanlıklar olacaktı, çamurlar ve dikenler; güneş açmayacaktı, gün doğmadığı zamanlara uyanacaktık ama ben biliyordum, her zaman başka bir yol da vardı. Hep olmuştu, en ummadığım anlarda bile.

Umutları, sadece öldürülen umutlar öldürürdü. Benim ölü bir umudum yoktu, öldürdüğüm de.

Yankı beni kucağından indirdiğinde hepsinin yüzündeki o sevgi dolu ifadeye baktım, gözlerindeki neşeye ve anlık uğrayan o umursamazlık hissine. Aslında nasıl da kendi benliklerinde yaşama tutkulu ve birbirlerine bağlı bir aileydi.

Belki birkaç saat önce birbirlerine bıçak çekmiş bile olabilirlerdi ama şu an, bir bıçak bize çekilse herkesin birbirinin önüne atılacağına inanıyordum.

Yeniden gözlerim Yankı'ya döndüğünde turkuaz gözlerindeki o hayata bağlılığını saatler sonra yeniden gördüm. Bana karşı bağlılığı da olabilirdi ama mutluydu, her şeyiyle ve ihtiyacı olan bu andı. Diğerleri gibi.

Kendimi bir an bile tutmadan boynuna atladım ve bacaklarım havalandığında bir kez daha ona sarıldım. Belimden tutup beni kaldırdığında birkaç kez kendi etrafında döndü, yüzüme vuran rüzgârla saçlarım önüme geldi ama ona rağmen Koza'nın çatık kaşları ardındaki o sevgiyi gördüm.

Mutluysam o da mutludur, diye düşündüm. Beni bunu düşünmeye iten, aldığı derin bir nefes miydi yoksa dudaklarındaki silik tebessüm müydü, bilmiyordum ama o an kendime de bir şeyi itiraf ettim: Ne olursa olsun, onu anlıyordum. Her şeye rağmen.

Yeri yumruklayan Bartu'nun yanına ilerleyen Lâl'in onu kaldırışına şahit oldum; Bartu elini uzatıp tuttu ama yüzündeki kaybedişin verdiği hırs silinmemişti. Lâl gülerek kolunu sıvazladı ve alnındaki saçları düzeltti.

Bartu büyümüştü.

Otuz iki yaşındaki bir adam için kurulmaması gereken bir cümleydi; bizi tanımayan insanların önünde bu cümleyi kursaydık bize gülerdi ama Bartu büyümüştü ve kendine değer vermeye başlamıştı.

Öfkesini yenmişti, yumruklarını artık olur olmaz hiçbir yere indirmiyordu; kardeşlerinin kalbini kırmıyor ve sessiz kalmayı başarıyordu.

Aşkının içinde mantığını bulmaya başlamıştı, kendine değer vermekten geliyordu bu da elbette. Sorguluyordu, görüyordu ve artık duyuyordu. Ona kızamıyordum ama her zaman içimden de tekrar ettiğim gibi, Bartu mutlu olsun, yeterdi. Lâl’le ya da Lâl olmadan.

O benim, sırtımı hiçbir zaman dönmeye kıyamayacağım yegâne kardeşimdi.

Bartu'nun gözleri Lâl'in yüzüne kaydığında o masum, çocuksu aşkı bir kez daha gördüm. Derinlerde yatan çocukluğu ise ölmemişti, hâlâ orada duruyordu. Belki bir gün yeniden öfkelenirdi, yine yumrukları duvarlara inerdi ve yine tekmelerini sallardı ama kimse ona kızmazdı çünkü Sokak Nöbetçileri de artık büyümüştü.

Işık'ın ıslık çalarak beni alkışlamaya devam ettiğini gördüm, Mutlu hırçın bir ifadeyle Bartu'ya bakıyordu. İddiayı kaybettiği için mutsuzdu ama kazandığım için benimle gurur duyduğunu biliyordum. Her zaman tanıdığım Mutlu gibiydi. Belki de birkaç saat sonra yeniden gözleri bir noktaya dalacak, nefes almakta zorlanacak ve sadece Işık'ı yanında isteyecekti ama buradaydı, bizimleydi. İlk tanıdığımda bana seksi diyen ve yüzümdeki gülümsemeyi hiç eksiltmeyen o haliyle buradaydı.

Işık da öyle. Koza'ya olan o nefreti ve kabullendiğim sevgisiyle yanımızdaydı. Şu an unutmuştu, belki de unutmak istemişti ama gözlerindeki o perde kalkmıştı. Öyle ki Koza'nın ona olan kaçamak bakışlarından bile habersizce, "Kadın gücü!" diye bağırarak zıplıyordu.

Geçmişinde neler yaşadığını tam olarak bilmiyordum ama onun da kalbini birkaç saat önce kırdığımın farkındaydım. Güçlü gibi davrandığını söylemek, onu güçsüz kılmazdı. Asıl sormam gereken, neden böyle davrandığıydı ama bunu yapmak yerine içimdeki mutluluğu aldığı için öfkelenmiştim.

Fark ettiğim bir diğer detay daha vardı: Ben de büyümüştüm. Her şeyimle.

Eskiden kendi içimde kırıldığım ve aşamadığım duvarlar şimdi benim kendim yıkacağım ve kırılanları kendim onaracağım bir ruha dönüşmüştü.

Çocuktum ve buradaydım. Büyümüştüm ve hâlâ buradaydım.

Çocuklardı ve buradalardı. Büyümüşlerdi ve hâlâ buradalardı.

Asıl acı veren ve her şeyin kökünde olan tohum da bizim geçmişimiz değil miydi? "Normal büyümedik ki normal tepkiler verelim," demişti Yankı. Bizim özetimiz buydu.

Belki de bu hislerimin hepsi son bulacaktı, belki de bu düşündüklerimde haksızdım, belki de hiç büyümemişlerdi ve büyümemiştim ama önemli olan şu andı.

Umut vardı.

Yankı beni indirdiğinde ayaklarım yeri buldu ve zıplayarak yeniden boynuna sarıldım. İçimdeki sevinç, Bartu'ya karşı kazancımın bir sonucu değildi, sevgi ve umuttu.

"Altı üstü Bartu," dedi Işık dilini uzatarak. "Bu kadar sevinmene gerek yok kardeşim. Bu koca herif zaten gıdıklanıyor, karnına dokundun mu bayılıp kayılıyor."

Bartu, kaşlarını çatarak Işık'a döndü, ardından bana baktı. "Dans da edecek misin lan?" dedi öfkeyle. "Altı üstü bilerek kaybettik."

"Aynen, turşu," dedi Mutlu gözlerini devirerek. "En son götün yerde izini bırakmış ağlıyordun, hâlâ şov peşindesin."

"Mutlu, seni salata yaparım," dedi Bartu hırsla. "Ne kaybettiysen vereyim de sus."

"Kimden çalarak?" dedi Mutlu.

"Senden," dediğinde gülmeye başladım. "Şu yastık kılıfına sakladığın paralardan vazgeç, babaanne misin lan sen?"

Mutlu'nun gözleri kocaman açıldı ve üzerine yürüyüp yumruğunu karnına geçirdi. "Ben de diyorum, dolarlarım nereye kayboluyor?"

"Abin kumar işine girdi," dedi Bartu sırıtarak. "Enayi parasıyla."

"Osman amcayla pişti oynadıktan sonra girdiğim ruh hali," dedi Işık gözlerini devirerek. "Bartu, senin matematiğin kötü ki. Ayrıca Mutlu'nun parasını çalman hiç etik değil, lütfen biraz daha saygılı olabilir misin?" Işık'ın bu kibar konuşması karşısında hepimiz kaşlarımızı kaldırdık. O da bakışlarımızdan anlamış olacak ki gözlerini kapatıp açtı. "Artık böyleyim, arkadaşlarım. Kibar olmaya karar verdim, bana her şey yakışıyor ama bu daha ayrı yakışır."

"Şu diksiyona, şu konuşmaya, şu ses tonuna bakar mısınız?" dedi Koza dayanamayıp. "Malvarlığımı önüne seresim geliyor."

Mutlu yüzünü buruşturdu. "Senin malvarlığın mı var?"

Koza duraksadı, ardından çenesini kaldırdı. "Var tabii. Siz benim zengin olduğumu bilmiyor musunuz?"

Hepimiz güldük, Yankı dışında. Konuşmaya devam ettik ama Yankı ciddiyetle bakmayı sürdürdü, ardından sustuk. "Doğru bu arada," dedi en sonunda. "Koza'nın dört evi var, bir garaj dolusu arabası ve yatırımları. Geçenlerde bir bina satın aldı." Yankı sırıttı. "Parayı nasıl kazandığını sormayın, her seferinde farklı bir yalan uyduruyor."

Mutlu'nun gözleri açılırken, "Tam bir gevşek olduğum için zenginliğe tav oldum şu an," dedi. "Grey'im yanımdaymış da haberim yokmuş; hırsız Grey'e yanlıyormuşum. Siktir et aşkı; paraların üzerinde uyuyayım yeter."

Bartu yine kıskandı. "Nereden buldun lan o kadar parayı? Uçağın da var mı?"

Koza hızlıca bir yalan üretti. "Uçak üretim fabrikam var." Benim dışımda herkes güldü ama ben şaşkınlıkla yüzüne baktım, bakışlarımız kesiştiğinde göz kırptı. "Seni çulsuza vermem, derken ne demek istediğimi anladın mı şimdi?"

"Uçak üretim fabrikası," dedi Işık ağız ucuyla. "Ama hâlâ kusarsa uçağın düşeceğine inanıyor." Bunu söylediğine sonradan pişman olsa da Koza'nın sırıtması genişledi.

"Bir kez daha binelim uçağa, Nil," dedi ışığı görünce koşan bir böcek gibi. "Beni korkutan hiçbir şey olmayacağına eminim, sen elimi tutarsan."

Bartu parmaklarını burun kemerine bastırdığında, "Bu herif nasıl her seferinde bu kadar hazır bir şekilde yavşaklık yapabiliyor?" dedi. "Ayrıca biz çulsuz değiliz; Yankı'nın babası öldüğü an Yankı senden daha zengin çünkü hâlâ kimlikte onun üzerine kayıtlı."

"Rotam yeniden oluşturuluyor," dedi Mutlu gülerek. "Bir zengini bırakmamın tek nedeni, ondan daha zengin birini bulmam."

Bartu'nun bu söylediği hepimizi sanki gerçeklerin içine yönlendirdi ve birkaç saniye sessiz kaldık. Yankı'nın bakışları uzaklara daldığında öyle bir durumda babasının malvarlığını kullanmak istemeyeceğine adım kadar emindim.

Konuyu hızlıca değiştirip Koza'ya, "Sahiden," dedim. "Nasıl bu kadar zenginsin?"

"Petrol ofisim var," dedi bu kez de. "Her şehirde."

"Az önce uçak fabrikan vardı," dedi Mutlu.

“Bir kez daha sorarsanız pavyonum olabilir," diye karşı çıktı.

Güldüğümde kolumu Yankı'nın beline sardım ve başımı göğüs kafesine yasladım. Dudakları saçlarıma kapanıp derin bir nefes aldığında, kolları beni sıkıca sardı. Birkaç kez öptü, ardından başımı kaldırdığımda alnımdan öptü. "Seni," dedi kısık sesle. "Önüme bindirmeyi özledim."

Vücudum yılan gibi kıvrıldığında, "Hımm," dedim sıcak bir sesle. "Bu bir davet mi?"

Yankı'nın ilk önce kaşları havalandı, dudaklarını birbirine bastırdı ve gülmemek için kendini durdurdu. Birkaç saniyenin sonunda kulağıma eğilip, "Bebeğim," dedi. "Bisikletten bahsediyordum. Sen ne anladın?"

Anlık utanç vücuduma uğradığında gözlerim açıldı ve yutkundum ama Yankı gülmeye başladığında beni kendine daha çok çekti, gülerek yanaklarımı öptü, ardından burnumun ucunu ve alnımı. "Ya," dedim gitgide kızardığımı anladığımda. "Çok fena rezil oldum."

"Sana," dedi Yankı gülmeye devam ederek. "Ölüyorum."

Koza boğazını öksürerek temizlediğinde bakışlarımız ona döndü ve kaşlarını çatarak bize baktığını gördüm. "Neyse," dedi dikkatimizi dağıtarak. "Güldük, eğlendik, oynadık, zıpladık, para kazandık; ben reklam şirketimin başına dönüyorum. Kendinize iyi bakın. Helin hadi."

"Helin hadi, ne alaka lan?" dedi Yankı. "Araya nasıl sıkıştırdın onu?"

"Helin," dedi Koza duymazlıktan gelerek. "Gelmeni emrediyorum."

"Ne olarak, pardon?" dedim.

"Abin olarak," dedi hiç çekinmeden. Herkesin ortasında bir kez daha söylenmesine şaşırsam da artık bunu aşmam gerekiyordu ama bir yandan da kulaklarımda liderin olarak cümlesi yankılanıyordu.

"Hayır," dedi Bartu, sonra bana baktı. "Ben abin olarak burada kalmanı istiyorum."

Yankı ağzını açtığında, o kelimenin çıkacağını tahmin edip, "Sakın," dedim gözlerimi açarak. "Eğer o kelimeyi söylersen..." İkisine de dedim. "Lütfen bana, ‘bilmem ne olarak’ cümlesi kurmayın, travmam var bu konuda. Aşamıyorum."

"Bir tür fantezi mi?" diye sordu Mutlu gülerek.

Yankı ciddiyetle, "Aslında mantıklı," dedi ve gözlerim açıldı. Diğerleri de şaşırdığında, Koza'nın sessizce aramızdan ayrıldığını ve küçük adımlarla çıkışa gitmek için hamleler yaptığını gördüm.

Işık göz ucuyla ona bakarken, kaçtığını anladı ve gözleriyle bana işaret etti, ardından diğerlerine. Herkes anladığında, Yankı benden ayrılıp Koza'nın ceketinden tuttu ve kendine doğru çektiğinde Koza'nın gözleri açıldı. "Nereye?" dedi bir intikam almak istiyormuş gibi. "Korku evine gideceğiz daha."

Koza, Yankı'nın elinden ensesini kurtardı ve kaşlarını çatıp, "Biliyor musun, Sonuncu," dedi. "Kendi köşkümden başka eve girme yasağı koydu dün terapistim. Zenginlik hastalığı."

"Sen terapiye mi gidiyorsun?" diye sordum şaşırarak çünkü bunu yapmazdı, keşke yapsaydı.

"Psikiyatristim demesine birkaç saniye kaldı," diyen Mutlu'ya gülmeye başladık.

"Basıyor beni başka evler," dedi Koza yine adım atarak ve o sırada Bartu'nun da sessizce Koza'ya katıldığını gördüm. "Terapistim dedi ki başka evlere girersem bir daha belim doğrulmazmış."

"Belimiz ne zaman doğruldu ki şimdi doğrulsun, amına koyayım?" dedi Mutlu haklılıkla. "Korkudan kalbin sıkıştı, çene yapıyorsun. Açıkça korkuyorum de, gelme."

Koza'nın yutkunduğunu gördüm; itiraf etmesine belki ramak kalmışken, "Korkuyorsa ölene kadar dalga geçerim," dedi Yankı damarına basarak. "Yetmez, öldükten sonra da dalga geçerim her nereye gittiysek. Biz zaten öldükten sonra nereye gideceksek kesin bununla aynı yere düşeriz. Günahlarımız bile aynı."

"Hadsiz," dedi Koza ve bu lafına kahkaha attım. "Bu dünya bitti, bir de başka bir dünyada da mı beraber olacağız?"

"Bu ailede sürekli birilerini birileriyle yakıştırmaktan ben çok yoruldum," dedi Mutlu, mutsuz bir sesle. "Birileri birilerinin kardeşiyken bir anda sevgili gibi oluyorlar ve sevgili gibi olanlar bir anda ayrılıp kardeşim ayağına yatıyor. Arkadaş olanlar abileşiyor, abi olanlar liderleşiyor. Aile değil, akıl hastanesi."

"Mutlu," dedi Bartu gözlerini devirerek. "Yine çok konuştun."

"İnanamıyorum," dedim elim kalbime giderken. "Bu cümleyi bu kadar özlemiş olamam."

"Bence," dedi Bartu, söylediğimi duymazlıktan gelerek. "Eve gidelim ve uyuyalım. Benim de terapistim, uyuman gerek, dedi; uyuyamazsam belim doğrulmazmış."

"Sizin beller ortak herhalde," dedi Mutlu. "Hiç hayırlı bir yola gitmiyor bu işin sonu."

"Of!" dedi Işık ikisine ters ters bakarak. "Korku evine gidiyoruz ve oyçokluğuyla karar verilecek." Otoriter sesiyle ikisi de sustu. "Gidelim, diyenler?" Koza ve Bartu dışında herkes elini, Mutlu ayağını bile kaldırdı. "Gitmeyelim, diyenler?" İkisi yine elini kaldırmadı. "İki etkisiz elemanları saymazsak, gidiyoruz. Hadi!"

"Anlamıyorsunuz," dedi Koza kısık sesle, ardından sanki en vicdanlısı benmişim gibi bana doğru eğildi. "Terapistim dedi ki karanlık evlere girersen belin..."

"Hay senin beline," dedi Bartu dişlerini sıkarak. "Bir fayda sağlamıyor işte amına koyayım, yürü. Korkak gibi davranma."

Herkes Sokak Nöbetçileri Yetiştirme Yurdunun dışına doğru yürürken, Yankı elimi tuttu ve biz de onların arkasından ilerledik. Lâl, Bartu'nun hemen yanındaydı; Mutlu, Koza'nın yanında, Işık ise Lâl'in. Her şey tam tersine dönmüştü; artık Lâl, Bartu'ya yakın yürüyordu.

Bakışlarım Yankı'ya döndüğünde Lâl'i işaret ettim. "İkisinin arasında bir şeyler olmuş gibi, değil mi sence de?" dedim sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş da hissediyormuşum gibi. "Ne düşünüyorsun?"

Bakışları Lâl'e kaydı, ardından dudağını büktü. "Bilmiyorum." Tek dediği buydu, Lâl hakkında konuşmamak için yemin etmiş gibiydi.

"Bence onunla arandaki problemleri halletmen gerekiyor," dedim dayanamayıp. "Eskiden bakışarak bile anlaşırdınız Yankı. Şimdi buz gibisiniz." Düzelttim. "Buz gibisin. Öfkeli misin, kırgın mısın yoksa başka bir şeyler mi var, çözemiyorum."

Kapıdan tam çıkarken, Yankı gözlerini bana çevirdi. "Lâl için sana söylediklerimin aynısını bana söylüyorsun," dedi. "Nereden nereye, değil mi?"

"Bu bir cevap değil."

Yankı derin bir nefes verdi. "Saydıklarının hepsi var, evet ama onların dışında aşamadığım başka bir duygu daha var."

Kaşlarımı kaldırdım ve birkaç saniye düşündükten sonra, "Suçluluk mu?" dedim. Hiçbir cevap vermedi. "Bunu aştığımızı düşünüyordum, sırtına bütün yükleri alamazsın, her şeyin suçlusu da sen değilsin, biliyorsun, değil mi?"

"Eğer ben Lâl’le konuşsaydım kendini öldürmeye çalışmazdı," diyerek açıkça söyledi. "Hiçbirinizi değil ama kendimi düşünmeyi tercih ettim ve sonucu bu oldu. Ben zaten ne zaman kendim için bir şey yapsam sonucunda birisi ya ölüyor ya bedel ödüyor ya da kaybediyorum. Lâl ölmedi ama ya ölseydi? İhtimaller can yakar, Helin ve bunu aşamıyorum."

Haklıydı, Lâl için Yankı'nın yerinin ayrı olduğunu biliyordum. "Evet," dedim çekinmeyip. "Belki onunla konuşsaydın bunu yapmazdı ama ölmeyi istemesinin nedeni de hepimiziz. En çok Bartu. Bir gün o öğrenirse neler olabileceğini düşünebiliyor musun?" Yankı'nın ürperdiğini hissettim. "Bazı sırların üzerine toprak atılmalı, bazı suçluluklar sineye çekilmeli ve bazı fedakârlıklardan vazgeçilmeli. O seni suçlamıyor, o kimseyi suçlamıyor. O hâlâ kendini suçluyor, bundan eminim." Yeniden Lâl'e döndüğümde gözlerini kaçırdı, bisikletine ilerleyen Bartu'ya takip etti. "Ve sana ihtiyacı var çünkü bir baba gibi gördü seni."

Son kurduğum cümlenin de ona yeni bir yük olacağının farkındaydım ama zaten bunu bildiğine emindim. Sessiz kaldı ve birkaç saniye sonunda bana yaklaşıp montumun fermuarını sakince yukarı çekti, saçlarımı montumun içinden kurtardı. Her ne düşündüyse bana söylemedi ama Lâl konusunun canını yaktığını biliyordum.

Kendi siyah şişme montunun cebinden siyah beresini çıkardı ve başıma geçirirken, "Bahar gelmiş olabilir Helin'im," dedi. "Ama hava hâlâ soğuk ve ben sana sarılmıyorken çok üşürsün."

Ayaklarımın altında buz olsaydı şu an hissettiğim sıcaklıktan dolayı eriyebileceğini düşündüm. Parmaklarımın ucuna yükselip kızarmaya başlayan burnunun ucundan öptüğümde gülümsedi. Bütün dünyayı durduran onun turkuaz gözleriydi, bunu biliyordum. Hiç değişmeyen bir histi, aşk göğüs kafesimdeydi.

"Umarım birlikte geçireceğimiz seneler boyunca her bahar mevsiminde bu cümleni gülümseyerek hatırlar, sana sarılırım," dedim kısık sesle.

"Umarım," dedi çenemde parmaklarını gezdirerek, "sadece bahar mevsiminde değil, bütün mevsimlerde bana sarılacağın kadar uzun zamanlarımız olur."

"Bütün kalbimle diliyorum," dedim içten bir sesle.

Eli çenemden ayrıldı; önüme gelen saçımı geriye attığında, "Bütün kalbimle ve nefesimle," diye katıldı bana. Parmaklarının arasında saçlarım gezindi, sonra gözlerindeki o ifadeye acı oturdu, ya eli titredi ya da bana öyle geldi. "Saçların uzuyor."

Haklıydı, Yankı saçlarımı kestikten sonra hiçbir şekilde makas vurmamıştım ve omuzlarımdan aşağıya doğru dökülmeye başlamıştı. Gözlerine bulaşan acıyı silmek ister gibi, "Eskisinden daha sağlıklı uzuyor," dedim. "Ellerin büyülü olmalı." Sessiz kaldı, acısı silinmedi ve saçlarımı okşayan parmakları uzaklaşmadan önce yanağımı avcuna yasladım. "Teşekkür ederim."

"Ne için?" dedi; saçlarımı kestiğin için deseydim acının en koyu tonunu gözlerinde göreceğimi biliyordum. Ama zaten bu yüzden teşekkür etmemiştim.

"Bana her zaman başka bir yol olduğunu öğrettiğin ve kalbimde umut duygusunu canlandırdığın için." Başparmağı yanağımı okşadı. "Umutlar ölmez, Yankı." Bir cevap vermedi, vermesini bekledim ama vermedi. "Ölmez, değil mi? Umutlar ölmez." Eski ben konuştu sanki ama bunu umursamadım. "Ölmez dersen inanırım sana."

Güven. Helin Aktan'ın Yankı Sarca'ya güveni. Ne dese inanırdı, ne söylese uygulardı, bütün kötülüklerin içinde bile bir neden bulurdu ve onun için yaşardı. Hâlâ içimde bir yerlerdeydi; kırgındı, boğulmuştu, köşesine sinmişti ama hâlâ nefes alıyordu.

Yankı da bunu fark etti. Yeniden güveni konuşmasak bile bu cümlelerimden eskiden olan ve Yankı'ya güveni için nefes alan Helin'i gördü. Birileri adımızı seslendi ama ikimiz de dönüp bakmadık ve o ana hapsolduk. Ölmez, demesini bekledim, ben ölmem demesini ya da yalan da olsa beni inandırmasını.

Bir anda beni kendine çekip sarıldığında ellerim aramızda sıkıştı, bir avcum kalbine denk geldi ve çenesi alnıma sürtündü. Gözlerini mi benden kaçırmak istedi yoksa hissetmek miydi amacı, bilmiyordum ama kalbimde bir şeylerin parçalandığını ve sonra onarıldığını hissettim.

"Umut ölse bile," dedi kısık sesle. Sesi mi titriyordu? Hayır, bu aklımın oyunu olmalıydı. "Sana yeniden kalbindeki umutları yaşatmayı da öğretirim, Helin," dedi. "Ben de birçok şeyi, sana öğretirken öğrendim zaten."

Düşünmedim bile. "Yaşamasını istediğim tek bir Umut var," dedim. "Çünkü o umudu kaybedersem bir daha hiçbir umut yaşamaz."

Sonsuz gibi gelecek bir sıkılıkta beni sararken nefesini saçlarıma verdi ve bir süre benden ayrılmadı. Hiçbir şey söylemedi, yalan ya da doğru. Belki de geri dönen Helin'in bir kez daha güvenini kırmak istemedi ama güvenim kırılacaksa bu şekilde kırmasını isterdim.

Gözlerimi kapattığımda boynuna doğru nefesimi verdim ve avcumun altındaki kalp atışlarının hızlandığını hissettim. O atışlar, hayat demekti. Saçlarıma vuran nefesi ise yaşadığının kanıtıydı. Bu ana da kilitlenebilirdim. Bu an içinde de donabilirdim. Bir kitabın karakterleri olsaydık bu andan sonrasının sayfalarını da yırtıp final kabul edebilirdim. Çünkü öğrenmiştim, içimdeki bütün güzel duyguları yok edecek tek duygu, kaybetmekti.

Birisi kolumdan çektiğinde bunun Mutlu olduğunu gördüm. "Helinski, amacınız poz vermekse Lâl sizi çoktan çekti," dedi, elinde fotoğraf makinesiyle ilerideki Lâl'i göstererek. "Artık ayrılacak mısınız yoksa eski günlere dönüp sizi şimdi de yatakta çıplak mı yakalayayım?”

Tebessüm ettiğimde zorluklaydı ve Yankı'ya baktığımda gözlerinin ilerideki bisikletlerde olduğunu gördüm. "Evet," dedi ensesindeki saçları karıştırarak. "Gidelim de şu koca bebekleri bir korkutalım."

Bir adım ilerledi, duraksadı, ne yapacağını bilemedi, sonra yeniden yürümeye devam etti. Arkasından bakarken omuzlarım düşmüştü. Mutsuzluk değildi, başka bir duyguydu. Hayatımızın omuzlarımıza yüklediği ağırlığın duygusuydu.

"Bu kadar üzüleceğini bilseydim sizi ayırmazdım," dedi Mutlu koluma girip beni sürükleyerek. "Ama korku evi için hevesliyim."

"Mutlu," dedim çekinmeden. "Seni çok sevdiğimi biliyor muydun?"

Duraksadı, gözleri açıldı ve bir Yankı'ya bir bana baktı, ardından, "Helinski..." dedi trajik bir şekilde konuşarak. "Eğer tercihinin ben olduğuma karar verdiysen ve Yankı'yı bir Aşk-ı Memnu'nun içine sürüklemek istiyorsan, Behlül gibi olmadığımı söylemek isterim, ayrıca ben Bihter'den değil Bihter'in abisi varsa ondan hoşlanırdım..." Duraksadı ve gözleri açıldı. "Ve bundan da benim Koza'dan hoşlandığımı çıkarırsan..."

Dayanamayıp güldüm ve omzunu itekledim. "Sadece sana hiç sevdiğimi söylemediğimi fark ettim ve içimden geldi. Ruhundaki Türk senaristleri susturmalısın." Sonra dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ama eğer Koza'dan hoşlanıyorsan... Hımm... Bir düşünebilirim..."

"Koza'dan hoşlanamam, bu benim felaketim olur, anlıyor musun?" dedi Bihter tonlamasıyla. "Bu arada, ben de bütün o iğrenç fantezilerine, gri eşofmanına, saçma sapan tavırlarına, seksiliğini gizlemeye çalışmana rağmen seni çok seviyorum." Kolunu omzuma attı. "Ve kadınlardan daha fazla hoşlansaydım seni şu profesör pornosundan fırlamış adama bırakmazdım."

"Ah," dedim bisikletimin yanına vardığımda. "İşte bu kalbimi çaldı."

Koza'nın diğer taraftan sesi geldi. "Anlamıyorsun," dedi Yankı'ya doğru. "Terapistim dedi ki..."

"Koza," dedi eliyle alnına vurarak. "Şu terapistim dediğin, umarım evindeki küfreden papağan değildir."

"Koza!" dedim gülerek. "Evinde papağan mı var?"

"Tavşanı da var," dedi Yankı.

"Ne?" dedim heyecanla. "İsimleri ne?"

"Dünyanın en yaratıcı ismini koymuş tavşana," dedi Yankı.

"Ne var lan?" dedi Koza kırgın bir sesle. "Pamuk gayet güzel bir isim, ayrıca kendisini çok seviyorum."

"Vay canına," dedi Bartu alkışlayarak. "Daha önce hiç duymamıştım, tavşan hiç beyaz değildir kesin."

Koza yüzünü buruşturdu. "Papağanın adı ne?" diye sordum. Koza çocuk gibi omuz silkip beyaz bisikletine bindi. "Söylesene," dedim alayla. "Maviş mi yoksa?" Bu söylediğime güldüğümde ciddiyetle bana baktı ve Yankı da hayal kırıklığıyla başını olumlu anlamda salladı. "Yok artık!" dedim kahkaha atarak. "Hiç mavi değildir kesin."

"Oturup hayvanlara ne isim vereceğimi düşüneceğimi mi sandınız?" diye sordu bize.

"Doğmamış çocuklara isim bulmak konusunda iyisin ama," dedim ve bunun ardından gözleri açıldı. "Gerçi onlar da pek özgün sayılmaz."

"Senin dilin çok uzamış, küçük," dedi. "Bu yüzü kimden buluyorsun?"

"Benden buluyor," dedi Bartu böbürlenerek. "Konuş kızım, helal sana. Mahvet onu."

"Papağan gerçekten konuşuyor," dedi Yankı gözlerini devirerek.

"Sus," dedi Koza. "Biraz daha konuşursan o papağana gözlerini oydururum."

Yankı parmağıyla ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı ve Lâl'in kırmızı bisikletinin yanındaki kendi siyah bisikletine bindi. O an fark ettim ki hepsinin bisikletinin rengi karakterlerini yansıtıyordu.

Bartu koyu yeşil, Lâl bordo, Işık sarı, Koza beyaz, Yankı siyah, Mutlu gökkuşağı tonlarındaki bisiklete sahipti.

Benimki ise beraber boyadığımız o mavi bisikletti. Yankı'ya, “Bir çocuğa ver,” dediğim o bisiklete şimdi biniyordum ve sürmeyi öğrenmiştim.

"Ee," dedim Bartu'ya. "Benimle burada da yarışmaya var mısın?"

"Abartma," dedi Koza ve Yankı aynı anda. Yankı devam ettirdi. "Yeni öğrendin."

"Ve en son beni ezdin." Koza elini sırtına götürdü.

"Ay, ne var?" diye çıkıştığımda ayaklarımı pedallara koydum ve Işık'ın yanındaki yerimi aldım. "Çabuk öğrenir, hızlı geçerim. Asfaltlar beni tanır, yollar bana göre şekil alır."

Cevap vermelerini beklemeden pedallara abandım ve Yankı'nın arkamdan Bartu'ya, “Sen bu kızı bu hale getirdin,” dediğini duydum. Bartu ise gülüyordu.

*

Korku evine vardığımızda elbette ki yenilmiştim, hem de hepsine… Tamam, birçok konuda kendimi iyi sanabilirdim hatta iyi de olabilirdim ama bu konuda sanırım iyi değildim...

İlk başta Bartu geçmişti beni, sonra Mutlu çığlık atarak ve öyle bir hava atmıştı ki en son ayakları havada saçlarını savuruyordu.

Onun arkasından Lâl özür diler bakışlarla ilerlemişti ve ardından Işık, "Gri eşofman olmadan başaramadın galiba?" diye laf sokmuştu.

Arkamda Koza ve Yankı kalmıştı ve sorun şuydu ki ikisi de beni unutmuş, birbirleriyle yarışıyorlardı. Hatta yanımdan geçerlerken rüzgârlarından sarsılıp bağırmıştım ama ikisi de duymamıştı.

İkisinin yarışında Yankı yenmişti ve Koza'ya, "Her şey parayla olmaz," diye takılmıştı. "Fakir işi bisikletlere çalış biraz."

Koza ise beni öne sürüp, "Helin üzülmesin diye," demişti. Sorun şuydu ki, neredeyse ona yetişecektim ama mutsuz diye geride kalan bendim ve o beni yendi diye böbürlenmişti.

Koza'nın abilik ne demek bilmeden bu kadar abi gibi davranması tuhaftı. Hoş, abi ne demek ben de çok bilmezdim ama içimde uyandırdığı duyguların adı buydu.

Kollarımı önümde bağlarken hepsine sırıtarak baktım ve Bartu ile Koza'nın birbirlerine kollarını sürttüklerini, ardından birbirlerinden kaçtıklarını gördüm. Ters ters bakıyorlardı, sonra yine birbirlerine yaklaşıyorlardı.

"Hangisini seçelim?" dedi Işık broşürlere bakarken. "Canlı Mezarlık var, Duvardaki Hayaletler var, Konuşan Tablolar var." Kaşları çatıldı. "Mezarlıkları istemiyorum, bu konuda anlaşalım."

"Amına koyayım," diye inledi Bartu. "Canlı Mezarlık ne lan? İsmine bak. Götüme girdi şu an bu."

"Duvardaki Hayaletler normal yani?" diyerek Koza ters bir bakış attı. "Beni anlamıyorsunuz, terapistim dedi ki..."

"Koza!" diye bağırdık hep beraber.

"Konuşan Tablolar," dedi Yankı sırıtarak. "İşte bu hoşuma gider."

"Şerefsiz bu," dedi Bartu, Yankı'yı arkasından itekleyerek. "Tedavi ol lan."

Lâl broşürü havaya kaldırıp diğer oyunu gösterdi ve hevesle başını salladı. Karmaydı ve hepsini içeriyordu. Yerinden zıplarken lütfen der gibi Yankı'ya baktı ve Yankı kaşlarını kaldırıp derin bir nefes verdi.

"Boyunu bosunu, saçını bacağını, kolunu sevdiğimin Lâl'i," dedi Bartu, romantik gibi değil de bir yakarış gibi. "Nasıl da ölüme göndermeyi istiyor beni, görüyor musunuz?"

"Bence de karma iyi gibi," dedim Yankı'ya dönerek. "Ne dersiniz?"

"Mezarlık..." dedi Işık, ardından sustu ve nefesini verip Koza'ya baktı. "Neyse, tamam. Her şeyi aştık, bunu mu aşamayacağız?"

"Ya, kardeşim," dedi Mutlu kapının önüne geçip. "Bu iki göt kafalı zekâ savaşı verip durmuyor muydu?" dedi Koza ve Yankı'yı işaret ederek. "Zaten on dakika içinde şifreleri çözer, çıkar gideriz. Altınıza yapmayı bırakın."

"Unuttuğun bir şey var, Mutlu," dedim gözlerimi devirerek. "İkisi yan yanayken kocaman bir geri zekâlıya dönüşüyorlar."

Yankı alınmış gibi bana baktı ama haklı olduğumu biliyordu. Elbette ki haklıydım.

"Girelim o halde," dedi Işık önden önden yürüyerek, sonra omzunun üzerinden bize baktı. "Altına yapacak olan benden uzak dursun. Terapist kelimesine de kapalıyız."

Güldüğümde Işık'ın arkasından ilerledim ve benim arkamdan da Lâl geldi ama arkama baktığımda Mutlu dışında kimsenin gelmediğini gördüm. Yankı bile durmuş; karanlık, terk edilmiş, etrafı sarmaşıklarla dolu üç katlı binaya bakıyordu.

"Yankı," dedim kaşımı kaldırarak. "Yoksa sen de mi..."

"Sen de mi derken?" dedi Mutlu gülerek ve yanıma geldi. "Küçükken korku filmi izlediğimizde ilk kim kaçardı, tahmin et."

"Saçmalama," dedi Yankı bana doğru yürüyerek, ardından geri döndü ve Koza ile Bartu'yu sürükledi. "Ben sıkıldığım için bırakıyordum."

"Aynen kardeşim," dedi Mutlu. "Bunu bir ara e-posta olarak at, canım sıkılınca okur, inanırım."

Yanıma geldiğinde, "Korkarsan," dedim gülmemek için kendimi tutarak. "Arkama saklan."

"Sonuncu, korkuyor musun lan?" dedi Koza kendine bakmadan. "Yazık amına koyayım, şu haline bak. Kaç yaşında adamsın sen? Utanmaz!"

"Yirmi dokuz yaşındasın, salak herif," dedi Yankı, Koza'ya. "Aynı anda kaç adam öldürüyorsun ama şuraya girerken altına kaçırmadığın kaldı, bana laf söylüyorsun."

"Ben korkmuyorum," dedi Koza. "Terapistimin..."

"Koza!" dedim yine susturarak, ardından üçünü de bırakıp korku evinden içeriye girdim.

Bizi bir masanın önündeki sarışın kadın karşıladı. Gözlerinin içi parlarken ayağa kalktı. "Hoş geldiniz," dedi hepimize bakarak. "Bizi arayan..."

"Bendim," dedi Işık elini kaldırarak. "Işık Sarca. Onlar da arkadaşlarım." Koza'ya göz devirdi. "Biri hariç. Her neyse. Yedi kişiyiz ve karma olana girmek istiyoruz. Yüksek doz korku, temas var; bir de görev dağılımı yaparsınız çok iyi olur." Kadına doğru eğildi. "Özellikle şu arkadaki altın saçlı adamı mahvederseniz çok sevinirim."

Sarışın kadın şaşkınlıkla gözlerini açtı ve o an, yine normal bir insanın Sokak Nöbetçileri'yle tanışmasına tanık oldum.

"Ah!" dedi kadın. "Beş dakika sonra sizi karmaya alabilirim. Ama öncelikle bir şeyler imzalatmam gerek."

"Ne gibi?" dedi Bartu.

"Ölüm fermanı gibi mi?" dedi Koza.

Sarışın kadın gülümsedi. "Sayılır…" dedi. Hepimiz güldük ama Yankı, Bartu ve Koza üçlüsü ciddiyetle bakmaya başladı. "Olası bir sağlık sorununda mesuliyetin bizde olmadığını kabul etmiş olacaksınız. Kalp hastası olan var mı? Ya da ışıklara ve seslere karşı duyarlılığı..."

"Bende gizli kalp var," dedi Koza elini kalbine götürerek. "Sonuncu biliyor. Ani durumlarda bayılıyorum, kusuyorum."

"Öyle bir şey yok," diyerek karşı geldi Yankı.

Işık, "Yalan söylüyor," dedi sadece. "Devam edin lütfen."

Kâğıtları masaya yaydı. "Herkes adıyla imza atarsa sevinirim ve..." Bize baktı. "Lideriniz kim?"

Yankı ve Koza aynı anda, "Benim!" diye atıldı.

Şakaklarımı sıktım. "Ben birinciyim," dedi Koza, çocuk gibi öne atılıp. "İlk kişiyim. Lider benim."

"Uzun zamandır bendim," dedi Yankı kaşlarını çatarak.

Mutlu'ya dönüp baktım. "Beraberken geri zekâlı olduklarının altını çiziyorum," dedim.

"23 Nisan kutlamasında koltuğa kim oturacak kavgası gibi devam edecek mi bu yoksa içeride sizi hayaletlere yem mi edeyim?" Işık ikisine de ters bakış attı.

"Benim," dedi Koza yine inatla.

Yankı inatlaşacaktı ama o an ona doğru yaklaşıp, "Ama Yankı," dedim elimi omzuna koyarak. "Hani sen sadece benim liderimdin."

Bükülen dudağıma, omzundaki elime baktı, ardından yüzüne doğru tırmanan elime. "Koza, istersen ölene kadar lider sen ol," dedi Yankı. "Umarım cezasını ödersin bunun."

"İşte kabullendiğin o an," dedi Koza, sonra önündeki kâğıdı okumadan tek hamlede imzaladı ve omuzlarını dikleştirerek geriye çekildi.

"Harika," dedi sarışın kadın. "Bütün görevler ilk lidere verilecek. Mezar kazmak, hayaletlerle iletişim, tabloların arkasına bakmak..." Koza'nın yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindiğinde hepimiz gür sesle kahkaha attık ve Bartu kahkaha atarken Koza'nın koluna art arda yumruklar indirdi.

Koza'nın dudakları aralandı, kendini koca bir aptal gibi hissetti, ardından yutkunarak masanın önünden eğildi ve en havalı bakışı ile gülüşünü takınıp sarışın kadına doğru, "Hanımefendi," dedi etkileyici bir ses tonuyla. "Siz o kâğıdı yırtın, benimle bu akşam bir yemek yiyin ve asıl korku hikâyelerini benden dinleyin, ne dersiniz? Emin olun, buradan çok daha keyifli bir akşam olacaktır."

Işık yüzünü buruşturduğunda bakışlarını kaçırdı.

Sarışın kadın duraksadı, sonra gülümseyerek, "Sevgilim de gelebilir herhalde," dedi. "Çünkü kendisi tanımadığım biriyle yemeğe çıkmamı istemez."

Yeniden gülmeye başladığımızda, Koza yenilgiyle omuzlarını düşürdü ve başını iki yana sallayarak tekrar Bartu'nun yanına geçti.

"Son bir şey kaldı," dedi sarışın kadın bize bakarak. "Üçe dört gruplara ayrılmanızı istesek yapabilir misiniz içeride?"

"Bundan daha kolay bir şey olmaz," dedi Işık kadına bakarak. "Yankı, Bartu ve Koza'dan daha iyi bir grup olmaz. Biz zaten harikayız böyle." Elini kaldırdı ve çak yaptığımda Lâl de aynısını tekrar etti, ardından Mutlu da.

Sarışın kadın masanın arkasından çekilip soldaki kapıya doğru ilerledi, ardından oradaki kutudan sadece dördümüze el feneri verdi. Ben, Bartu, Işık ve Lâl.

Kilitli kapıyı açtığında, "Ben sizinle konuşacağım," dedi gülümseyerek. "Bu arada, videoları sonradan atmak için grubunuza bir isim lazım. Dilerseniz ben kendim bir grup ismi bulabilir..."

"Sokak Nöbetçileri, bebeğim," dedi Mutlu, Işık'ın arkasından yürürken. "Ünlü değiliz ama illa ki duymuşsundur."

Sarışın kadın kaşlarını kaldırdı, ardından gülümseyip kapının önünden çekildi.

Hepimiz art arda girerken, sona kalan kişi Yankı'ydı, en başta da Işık vardı. Tam girerken, Koza'nın geri döndüğünü ama Yankı'nın onu içeriye iteklediğini gördüm ve kapı kapandı.

Kapkaranlık bir koridor önümüzdeydi ve duvarlarda kısık sarı ışıklardan başka hiçbir şey yoktu, bir de anlamsız kelimeler... Duvarlardaki kanlı el izleri... Uğultulu ses...

Yavaş adımlarla yürürken, "Büyü mü bunlar lan?" dedi Bartu kısık sesle. "Mutlu, ne büyüsünden bahsediyordun sen?"

"Macukacacuka," dedi Mutlu itekleyerek. "Nerede görsem tanırım, onlar buradalar."

"Sonuncu," dedi Koza ve ses tonu uçaktaki halini anımsattı. "Bunlar boyadır, değil mi? Gerçek kan değildir."

"Evet, Koza," dedi Yankı sakince. "Boya onlar. Şimdi bana dayanmayı bırak da yürü."

"Götümü kolla diye dayandım," dedi Koza. "Güven budur."

Gülmemek için kendimi tuttuğumda Işık sola döndü ve ışıklar maviye evrildi. Bir anda uğultulu ses arttığında Bartu bağırdı ve Koza sıçradı. Işık ters bakarak, "Daha içeriye girmedik!" dedi. "Sabır!"

"Lâl!" dedi Bartu, kör olmuş gibi önünü yoklarken. "Yanıma gel, seni korumak istiyorum."

"Aynen," dedi Mutlu. "Hiç korkundan önüne almaya çalışmıyorsun kızı."

"Yürüyün ve soldaki kapıya girin," dedi dış ses. Bu sarışın kadının sesiydi.

"Emir kipi kullanmasak," dedi Koza tavana bakarak. "Bakın, ben biraz aksi bir adamımdır, leşim çoktur, silahlarla aram iyidir, aynı anda kaç kişiyi..."

"Girin!" dedi sarışın kadın ciddiye almayarak gür sesle ve Koza sustu.

Işık, Koza'ya dönüp elini göğüs kafesine sürttü ve iyi oldu demek istedi ama Koza'nın algıları sadece kapının üzerindeydi.

Işık kapının kolunu çevirirken uğultulu müzik artmaya devam etti ve birinin arkamdan bana sokulduğunu fark ettim, başımı çevirdiğimde ise sırıtan Mutlu'yla karşılaştım. Korkmuyormuş gibi davranmasına rağmen ona da yavaştan korkunun uğradığını görebiliyordum.

Işık içeriye girdiğinde bizi kocaman ve buz gibi bir alan karşıladı. Duvarlarda siluetler vardı ve anlık ürperdiğimde geriye adım attım fakat Mutlu'ya çarptığımda ikimiz de irkildik.

Duvarın bir tarafında çerçeveler vardı, içindeki yüzler oldukça ürperticiydi; bir sallanan sandalye, köşede sökülmüş bir koltuk ve tavanda urganlar mevcuttu.

Bir anda müzik kesildi, fısıltılar gitgide yükselerek odanın içine dolduğunda şaşkınlıkla gözlerimi açıp etrafıma baktım fakat ışıklar yanıp sönmeye başladı, sanki o duvardaki siluetler aramızda gezindi.

"Ay!" dedi Işık ellerini çarparak. "Çok güzel, değil mi?"

"Işık," dedim kısık sesle ve sanki birisi yanımdan geçti, saçlarım uçuştu. Ürperdiğimde arkama bakmaya bile cesaret edemedim ve Işık'ı izlemeyi sürdürdüm. Lâl de yanıma geldiğinde koltuğun tarafına doğru ilerledik ve arkamızda kalan sallanan sandalyeye sırtımızı döndük.

"Benim adım Emily," diye bir ses yükseldi; çocuk sesi gibiydi ama tuhaftı da. "Bundan bin sene önce bu odanın içinde öldürüldüm ama ruhum burada kilitli kaldı. Kurtarmak için çok kişi geldi ama kimse beni bulamadı. Beni bulamayan herkesi pişman ettim." Kıkırdama sesi, fısıltılar ve rüzgâr. "Benimle oyun oynamak ister misin? Saklanıyorum, hadi bulun beni!"

"Sence bin sene boyunca burada kilitlenip ruh muh dedikten sonra saklambaç oynamak istemen ne kadar doğru ya?" dedi Mutlu ama sesi geriden geliyordu. Başımı çevirdiğimde dördünün de birbirine sırtını vermiş şekilde, dip dibe durduklarını gördüm. Dördünün de gözlerinde korku vardı.

Kıkırdama sesi. "Beni bulun!" Sesi kalınlaştı. "Sevimli Emily'yi bulun!" Daha da kalınlaştı ve haykırışa dönüştü. "Beni bulun yoksa gece gelip sizi..."

"Emily, yalvarırım sus artık," dedi Koza inleyerek. "Sevimli falan değilsin, ne olur sus ya."

Kıkırdama sesi, ardından bir anda Bartu'nun hemen yanındaki sallanan sandalye hızla hareket etmeye başladı ve tepesindeki oyuncak bebek kafası kahkaha atarak döndü.

"Anasını avradını, sülalesini, soyunu sopunu, gelmişini geçmişini, bin yılını, ölümünü, Emily'sini, saklambacını, oyuncağını…" dedi Bartu bağırarak, ardından sandalyeye tekme attı. "İmdat!" Bir kez daha tekme attı. "Çık dışarı!" Koza gözlerini kapatıp Bartu'nun arkasına saklandığında ağzında bir şeyler yuvarlıyor ve Yankı kocaman gözlerle bana bakıyordu.

"O daha çocuk!" dedi Işık. "Ne yapıyorsun Bartu?"

"Bin yaşında çocuk mu olur ulan!" dedi Bartu ağlamaklı bir sesle. "Kafayı mı yedin sen?"

Emily'nin sesi ninni söylemeye başladı ve kıkırdamaların arasından damlama sesi duyduk. "Annem bana hep ninni söylerdi," dedi ağlamaklı bir sesle. "Bebekler uyurken kanlı nehirler aramızdan geçer, akar sular, boyunlarda kanlar..."

Pıt, pıt, pıt.

"Ninniye bak," dedi Koza dişlerini sıkarak. "Sokarım böyle ninniye. Annen Deccal mi?"

Pıt, pıt, pıt.

"Umarım," dedi Yankı boğuk bir sesle. "Koza şu an ayağıma işiyordur da damlayan kan değildir."

Gözlerimiz yavaşça tavana doğru kaydığında bir gölge ilerledi ve tavana kanla Emily yazıldı.

"Amına koyayım!" dedi Koza titreyen bir sesle. "Keşke işeseydim de…" Titremeye başladı. "Amına koyayım!" dedi aynı sesle. "Kusacağım. Bakın, kusarım! Kusarım buraya!"

"Beni bulmak için sadece iki dakikanız var!" dedi Emily. "Eğer beni bulamazsanız birinizi kendime oyun arkadaşı diye alacağım!"

"Bütün yeminleri ederim ki ben oyun falan bilmiyorum," dedi Mutlu tavana bakarak. "Zaten sıkıcı biriyimdir, Emily." Başı sağa döndü. "Umarım şu an götümü elleyen üçünüzden biridir. Osman amcaya bile razıyım şu an."

Sarışın kadının sesi aramıza girdi. "Lideriniz bir adım öne çıksın."

Koza'nın gözleri hâlâ tavandaydı ama Bartu onu sertçe öne itekledi. Koza ellerini önünde birleştirirken gözlerini kapatmamak için direniyordu. "Emily size bir bilmece verecek; bu odada bir yerlerde Emily'nin iskeleti var. Eğer o iskeleti bulursanız bilmecenin numarasıyla iskeletteki kilidi açıp diğer odaya geçeceksiniz."

"Anladım," dedi Koza ciddiyetle. "Emily’yle oturup iki insan gibi ninnisiz, kansız konuşmayı talep ediyorum."

"Şuna bak," dedi Işık bana dönüp. "Medeniyete geldi."

Emily'nin sesi aramıza girdi. "Saklanıyorum bu odada," dedi. "Yaşımdan daha fazla. Çürümedi bedenim, duvardaki yüzlerden daha fazla. Say beni, işte burada."

Sustuk, ardından kahkaha sesi yükseldi ve adım sesleri gelmeye başladı. Koza bir anda Bartu'nun elini tuttuğunda ışıklar açılıp kapanmaya başladı ve duvarda bulunan siluetlerdeki gözler parladı.

İkisi birbirine sımsıkı sarılırken, Mutlu yere çöküp etrafına baktı. Yankı ise...

Yankı, o neredeydi?

"Yankı?" dedim onlara doğru. "Nerede?"

"Son bir buçuk dakika!" dedi Emily. "Adımlarımı duyuyor musunuz? Sizin için geliyorum! Hanginizi almalıyım?" Gülme, ardından yerde sürünen demirin sesi.

"Yankı!" dedim. "Buraya gel, şifre çözeceğiz!" Başımı eğdiğimde duvarın köşesinde oturduğunu ve kendine en güvenli alanı seçtiğini gördüm. Dehşetle gözlerimi açtığımda, "Sonuncu!" diye bağırdı Koza. "Emily'ye ilk seni vermezsem… Götüm, yavşak herif."

"Ne yapıyorsun orada?" dedim gülerek. "Şifre çözeceğiz."

"Benim biraz," dedi Yankı boğuk bir sesle, ardından eli boğazına gitti. "Korkmuyorum, yanlış anlamayın, sadece..." Koza'ya baktı, sonra Bartu'ya. Sonra silkelenip saklandığı yerden çıktı ve boğazını temizledi. Korkmuyormuş gibi görünmeye çalışırken Emily bir kez daha kıkırdadı, ardından Yankı'nın hemen arkasındaki duvardan sesler gelmeye başladı. "Sikeyim!" diye haykırıp o da Bartu'nun arkasına geçti.

Mutlu ise hareket etmeden, çöktüğü yerde öylece durmaya devam etti.

"Sen ne yapıyorsun?" dedi Işık, Mutlu'ya doğru.

"Gelirse öldüm sansın," diye fısıldadı Mutlu.

"Salak," dedi Işık. "Ayı mı bu?"

"Son bir dakika!" dedi Emily. "Beni bulun!"

Onlara arkamı döndüm ve Işık'la aynı anda birbirimize baktık. "Bilmeceyi tekrar eder misin bebeğim?" diye seslendi Işık, Emily'ye. "Unuttum da."

Emily tekrar etti.

"Bin yıllık ruhla iletişimine bak," dedi Koza tek gözü açık. "Bebeğim dedi lan, daha bana demedi."

Işık onu duymazlıktan geldi. "Şifre öldüğü yaş bence," dedim başımı sallayarak.

"Evet ama bin yıldır bu odadaysa..." diye iç geçirdi Işık.

"Duvarlara odaklanmamız gerek," diyen Lâl dikkatliydi.

"Bu amına koyduğumun yerinde işimiz gücümüz yok gibi bin yıllık ruh hastası Emily'yi mi kurtaracağız, bir de beyin patlatıyorlar," dedi Bartu.

"Yardımcı olsanız," dedim onlara. "Ne düşünüyorsunuz?"

"Emily gelirse bir saniye geçmeden bayılacağımı," dedi Mutlu.

"Geliyorum!" dedi Emily.

"Son otuz saniye," dedi sarışın kadın. "Eğer bulamazsanız birinizi Emily alacak ve oyuna altı kişi devam edeceksiniz. Kimin feda edileceğine lider karar verecek."

Koza gözlerini açtı, ardından bütün o korkusu geçerken, "Ah bebeğim, Emily," dedi. "Tabii ki arkamdaki göt Sonuncu'yu alacaksın ki kendisi benim kâbuslarımı gerçekleştirmesin, iki bebek kucağıma verilmesin."

"Hemen sattın, göt herif," dedi Yankı.

"Durun," dedi Işık gözlerini açarak. "Buldum sanırım!" Bizim tarafımızda duran koltuğa doğru ilerledi ve gözlerini açtı. "Bu bir koltuk değil, tabut."

Koza'nın eli kalbine gitti. "Sanırım gerçekten kusacağım."

"İskelet bunun içinde." Eğildi ve hiç korkmadan üzerindeki yastıkları fırlattığında açık tabutu ve gözleri ışıklı iskeleti gördük. "Ya!" dedi Işık gülerek. "Şunun tatlılığına bakın."

"Geliyorum!" dedi Emily bir kez daha.

"Ne olur!" dedi Bartu. "Halledin artık şunu!"

İskeletin ağzında bir kilit takılıydı. İki haneli yaş.

Düşünürken Lâl başını salladı. "Bilmecede duvarlardan bahsediyordu, siluetleri sayın!"

Ağzım aralandığında Işık hızlıca saydı, aynı anda, "On iki!" dedik ve saniyeler kala kilide on iki sayısını girdi. Bir klik sesinin ardından iskeletin çenesi açıldı ve bir anahtar ortaya çıktı.

Heyecanla ellerimi çarptığımda Emily'nin ağlamaklı sesi geldi, biz kazanmıştık ve o kaybetmişti. Adım sesleri uzaklaştığında Işık'la birbirimize sarıldık, ardından Lâl'le de öyle.

Koltuğun arkasındaki kapı ışıklandırıldığında Işık yerinde zıplayarak kapıya ilerledi ve biz de peşinden gittik.

Emily'nin ağlayan sesi artarken, "Sadece oyun oynamak istiyordum," dedi art arda. Ama yine sesi kalınlaştı. "Oyun... Sizi bulacağım! Yataklarınıza geleceğim... Sizi..."

"Sus artık be!" dedi Mutlu bir anda ayağa kalkarak. "Car car, sabahtan beri. Doğru düzgün yerinde dursaydın da ruhunu buraya saklamasalardı, senden mi korkacağız..." Cümlesi yarıda kesilirken, girdiğimiz kapı bir anda açıldı ve beyaz elbiseli bir kız çocuğu saçları önünde, elinde baltayla belirdi; ışıklar kapanıp açılırken hepimiz aynı anda çığlık attık, Koza kaçarken duvara çarptı ve duvardaki siluet renklendiğinde başka bir çığlıkla beraber bir anda Bartu'nun kucağına atladı.

Kapı yeniden sertçe kapandı ve Mutlu'nun yerde gözleri açık yattığını gördüm. Yankı elleriyle gözlerini kapatmış, nefesler veriyordu.

"Lütfen," dedi sarışın kadının sesi. "Emily'yi sinirlendirmeyin.” Gülme sesi geldi ve çığlığımızın ardından üçümüz kahkaha attık. “Diğer odaya geçebilirsiniz.”

“Eğer içinizde azıcık merhamet, sevgi, ilgi, alaka, aile bağı, aşk, dostluk, kardeşlik varsa,” dedi Koza, Bartu’ya daha sıkı sarılırken. “Şimdi burayı terk ederiz.”

Işık ikisine baktı. “Siz niye bu haldesiniz?” Yeniden gülmeye başladığımızda kendileri de ne halde olduklarının farkında bile değillerdi. Bartu dehşetle gözlerini açıp Koza’ya baktığında yüzleri arasında bir karışlık mesafe var gibiydi.

İkisi de bozuntuya vermeden bakışlarını kaçırıp birbirlerinden ayrıldılar. Üstlerini düzeltirlerken en uç noktalara gittiler.

“Yankı,” dedim bembeyaz olmuş yüzüne bakarak. “Yanıma gel.”

“Gelmesem?” dedi çocuk gibi.

“Gel,” dedim kaşlarımı çatarak.

“Yok, yok,” dedi gülümseyerek. “Bence burası iyi.”

“Yankı,” dedim gözlerimi açarak. Üçüncüyü söylememe gerek kalmadan yanıma geldiğinde elimi tuttu ve gülümsedim, o ise gülümsemeye çalıştı fakat daha çok acı çekiyormuş gibiydi.

“Şurada bile hanımcılığını koruduğuna inanamıyorum,” dedi Bartu şaşkınlıkla.

Yankı duymazlıktan geldi ve diğer odaya geçtik.

Oda masmaviydi ve ortada kocaman bir çukur vardı, o çukurun çevresine ise sarmaşıklar dolanmıştı. Duvarlarda tablolar vardı, tabloların içi ise karanlıktı fakat bazı çizimler olduğu ortadaydı. Her yer masmaviyken o tablolar simsiyahtı.

Adım attığım an, ayağımın altındaki yumuşak zemini hissettim ve gözlerim açılırken ayak izimin çıktığını gördüm, çamura hatta bataklığa basıyorduk.

“Bu odada adım sınırınız var,” dedi kadının sesi. “Otuz adımı aşan kişinin..."

Bir anda bir erkek sesi belirdi ve genizden gelen sesi balta gibi aramıza indi. "Ben Brandon," dedi dehşet verici bir tınıyla. "Doksan sekiz yıl önce çizdiğim resmin içine hapsedildiğimde..."

"Amına koyduğumun evinde bir tane misafirperver biriyle karşılaşacak mıyız acaba ya?" dedi Koza. "Birisi bin yıl önce ölür, birisi ressamken çizimin içine hapsolur. Nasıl hikâyeler ulan bunlar?" Koza sert adımlarla içeriye girdi ama adımları bataklığın içindeyken korkuyla inledi. "Sikeyim ben böyle evi de böyle ressamı da böyle yeri de..."

Işıklar kapandı.

Göz gözü görmüyordu hatta öyle karanlıktı ki Yankı'nın hızlı nefeslerini ensemde duymasam kendimi orada yapayalnız hissedecektim.

"Sikeyim," dedi Koza. "Ortada kaldım, yanımda kim var şu an?"

Çamurun içine batan adım seslerini duyduk. "Kim yürüyor şu an?" diye Bartu sordu. Sessizlik. "Kızlar, siz mi yürüyorsunuz?" Yine sessizlik. "Kim yürüyorsa onun gelmişini geçmişini sikeyim o halde; hadi bakalım, gel kucağıma."

Adımlar durdu, yutkunduğumda Yankı'nın parmaklarının kolumda gezindiğini hissettim, ardından nefes alışı durdu. "Helin," diye fısıldadı. "Bana dokunan şu an..."

Işıklar bir anda açıldı ve hemen yanımızda duran, gözleri ayrı noktalardaki oldukça uzun boylu, elinde palet olan bir adamla göz göze geldik. Yankı'nın bağırışı, Koza'nın koşuşu ve Bartu ile Mutlu'nun küfredişi aynı anda oldu. Herkes farklı noktaya kaçışırken Mutlu ile Bartu ortada çarpıştı.

Yine ışıklar kapandığında, "Lider," dedi sarışın kadının sesi. "Adımlarını boşa kullanıyorsun. Otuz adımı geçersen seni kuyuda bırakacaklar ve ressamın yeni çizimi olacaksın."

"Götüme ressamın fırçası girseydi de buralara gelmeseydim," dedi Koza. "Açın ışıkları, kör mü olduk ulan?"

Adım sesleri yine geldi ve ressamın sesi. "Benim saklı kaldığım tabloyu bulursanız buradan çıkabilirsiniz ama eğer bulamazsınız… Brandon laneti üzerinizde olur ve tablolara hepiniz hapsolursunuz."

"Lâl!" dedi Bartu. "Bu Brandon götü sana dokundu mu?"

Işıklar yeniden açıldı, Brandon'ı Bartu'nun arkasında gördüm ve yeniden kapandığında dehşetle oraya bakmaya devam ettim.

"Lâl!" dedi, sanki cevap verebilecekmiş gibi. "Elimi tutan sen misin?" Gülümsediğini hissettim. "Bunu evet olarak sayıyorum."

"Brandon!" dedi Işık gülerek. "Peki tablolara hapsolmamak için ne yapmalıyız?"

Adım sesleri kesildi ve ışıklar açıldı. Bartu'nun yüzündeki gülümsemeye bakarken başımı iki yana salladım ve bakışları yanına döndüğünde Koza'yı gördüm. Gülümseme soldu, ardından, "Sen miydin lan elimi tutan?" dedi.

"Hayır, asıl sen tuttun elimi, amına koyayım," dedi Koza.

"Ne diyorsun oğlum?"

Brandon gür bir sesle bağırdı. "Bir kişiyi kuyudan aşağıya indireceksiniz ve kuyuya bıraktığım şifreleri çözmesine izin vereceksiniz," deyip boğuluyor gibi ses çıkardı. "Zamanımız az," dedi sesi yankı yaparken. "Beni bulun."

"Yirmi metrekare yerde herkes kayıp," dedi Mutlu hiddetle. "Korku evi dedik, polis olduk, bu nedir?" Korkuyla Işık'a ilerledi. "Gidelim mi? Gitmezsek ölecekmişim."

"Abartma," dedi Işık, sonra birkaç adımla kuyuya yürüdü, ardından hepimiz birbirimize baktık. Gözlerini kaçıran yine o dörtlüydü.

"Ee," dedi Bartu, Yankı'ya. "Tablo mühendisi, göster numaranı."

"Ben tablo düşürme kısmıyla ilgileniyorum," dedi Yankı; dirseğimle karnına vurduğumda inledi.

"Lider," dedi kadının sesi. "Yanına birini alıp aşağı inebilirsin."

"İnersem Brandon beni tablolarla beraber..." Gözlerimi kocaman açtım. "İneceğime inancınız var mı? Bunu yapacağıma? Gerçekten?" Herkes ona baktı, kimseden çıt çıkmadı. "Daha neler," dedi kaşlarını çatarak. "Bende yükseklik korkusu var."

"Ne alaka şu an?" dedi Yankı. "Yüksek mi orası?"

"Önemi var mı?" dedi Koza, sonra yutkundu, ardından minnetle bana baktı. "Bunu yapmayacağımı biliyorsunuz."

"Buraya geldiğimiz günün sabahını sikeyim," dedi Bartu, ardından karşısında duran Lâl'e baktı. "Elimi sen mi tuttun?"

"Korkak," dedi Işık Koza'ya, ardından üzerindeki ceketi çıkarıp bana verdi ve gözlerini devirip ellerini çukurun kenarlarına koydu. Sarmaşıklarla kaplı merdivene tırmandı, sonra aşağıya inerken, "Yaşından başından, silahlarından utan," dedi küfrederek. "Nasıl böyle birisi olabilirsin, anlamıyorum."

Bartu Koza'ya doğru eğildi. "Tam şu an gaza gelip onu yalnız bırakmaman için aşağıya inmen gerekiyor."

Koza hiç oralı olmadı ama yine Yankı onu gaza getiren kişiydi. "Ben Helin'i asla yalnız bırakmazdım öyle bir çukurda," dedi kendinden emin bir sesle. "Hatta, sen dur, ben inerim, derdim."

"İn o zaman," dedim tek nefeste.

"Ha?"

"İn," dedim bir kez daha. "Benim yerime."

Bartu ile Mutlu gülmeye başladığında, Koza sertçe hareket çekti, ardından çukuru gösterdi. "İn lan aşağıya, sıfatsız," dedi ağzını doldura doldura. "İn de çocukken olduğu gibi üzerine işeyeyim senin."

Yankı gözlerini kaçırdı ve bana eğilip, "Ciddi misin?" dedi kısık sesle. "Bence buna hiç gerek yok."

Duymazlıktan gelip merdivenlere ben de tırmandım ve Işık'ın yanına indim. Lâl de bir an bile düşünmeden çukurdan indiğinde, dördü beraber aşağıya baktı.

Brandon kahkaha atmaya başladı. "Cesurlar her zaman kazanır, korkaklar ise cesetler gibi yok olmaya mahkûmdur!" dedi.

"Betimleme yapma, göt!" dedi Bartu havaya doğru. Aşağıya bağırdı. "Burası benim sinirli halime geri dönmeme neden oluyor!"

Onları duymazlıktan gelip duvarlara baktık. Tuhaf çizimler vardı ama aslında şifre çok açıktı, bütün hepsini birleştirdiğinde bir tablo ortaya çıkıyordu. O tablo, diğer kapıyı açıyor olmalıydı. Kızlara bunu söylediğimde ikisi de bana hak verdi.

"Bir dakika!" dedi kadının sesi, ardından ışıklar gitti.

"Siktir," dedi Mutlu'nun sesi, ardından yine adım sesleri duyuldu. Sabırla biz ışıkların gelmesini beklerken yukarıda birkaç adım sesi daha geldi, ardından bir anda ışıklar açıldı ve ilk çığlık sesi Mutlu'dan geldi, sonra Koza'dan. Bartu uzunca bir küfür yuvarladı; Yankı ise, "Helin!" diye bağırdı, yardım dileniyordu...

Bir şeylerin düşme sesi geldi, inleme ve koşuşturma. Sonra yine ışıklar kapandı ama adımlar kesilmedi.

"Beni öptün!" diye bağırdı Koza.

"Kimse seni öpmedi!" dedi Yankı.

"Çek elini sırtımdan!" diye inledi Bartu.

"Kim çeksin lan?" dedi Mutlu.

Adımlar arttı. "Kulağıma nefesini vereni sikeyim." Koza dehşetle bağırıyordu. Işıklar hızlıca kapanıp açılırken adım seslerinin haddi hesabı yoktu. "Kalbim!" dedi Koza. "Kalp krizi geçiriyorum şu an!" Gülmeye başladığımızda Yankı'nın küfrünü duydum. "Kalp krizi diyorum! Çok kötüyüm! Bayıldım şu an! Bak, bayıldım!"

Işık şekillere döndü ve kendi kendine bir çıkarım yaparken ben sesleri dinleyip, özellikle Koza'nın çığlıklarını, keyiflendim.

"İçinde ev ve ağaç olan bir çizim bence," dedi Işık. "Yankı!" diye seslendi. "Tablolara dikkatli bak. Ev ve ağaç olan çizim var mı?"

"Var!" dedi Yankı. "Ama iki tane!"

Başımızı sallayıp art arda yukarı çıktık ve yine Bartu ile Koza'yı el ele yakaladık. Bu duruma öyle bir alışmışlardı ki artık bize de tuhaf gelmemeye başlamıştı.

Brandon konuşmaya başladı. "Birisi benim evimdi; eşim ve çocuklarımla yaşadığım evimdi. Diğeri ise ruhumun gizli kaldığı ev. Eğer ruhumu bulursanız eşim ve çocuklarımın yanına dönebileceğim ama bulamazsanız... İşte o zaman sizi hapsedeceğim."

"Hepsinin de trajik Yeşilçam formatında hikâyesi var," dedi Mutlu tablolara bakarken. "Utanmasam ağlayacağım."

Gerçekten iki tabloda da ağaç ile ev vardı ve birbirlerine çok benziyorlardı. "Yakından baksam göreceğim," dedi Işık. "Ama adım sayıları..." Kaşlarını çattı. "Eş ve çocuk..."

Bir tabloda salıncak da vardı. "Anladınız, değil mi?" dedim gülerek. İkisi de başını salladı.

"Amına koyduğumun yerinde sadece ben beynimi ekmek arası yapıp yedim herhalde," dedi Koza, sonra Bartu'nun tuttuğu elini kaldırdı ve gülümsedi. Bu yaptığına anlam veremediğimde onun gerçekten delirmeye başladığını düşünmüştüm.

Üçümüz aynı anda salıncaklı olana ilerledik ve altındaki düğmeye Lâl bastı.

Klik sesinin ardından kapı açıldığında, "İşte bu!" dedi Işık. "Harikayız."

"Hayatımız sanki yeterince korkunç değilmiş gibi şu geldiğimiz yere bak," diyen Bartu yürümeye başladı ve Koza da karşı gelmeden elini tutarken ona eşlik etti.

Diğer odaya girdiğimizde her yerde mezarlar ve mezar taşları vardı. Işık'ın ilk defa ürperdiğini hissettim ama arka planda korkularından başka bir şeylerin gizli olduğuna emindim.

Altı mezar yan yana dizilmişti, duvarda yine kanlı el izleri vardı ve sağ tarafta bebek mezarları. En korkunç oda burasıydı ve ben bile eğlenemiyordum. Başımı çevirip baktığımda ise gerçekten Bartu ile Koza'nın bayılacak gibi olduğunu gördüm.

Karşıdaki duvarda, Siz artık ölüsünüz, yazıyordu.

"Beni bu korku evine getiren herkes bedelini ödeyecek," dedi Koza korku dolu bir sesle. "Öyle bir bedel ödeteceğim ki aklınız hayaliniz şaşacak."

Bir adam konuşmaya başladı ve arkadan bebek ağlama sesleri geldi. "Tiffany ailesi 1798 yılında evlerinde can verdiler ve orada çürüdüler. Kimse onların öldüğünü bilmedi çünkü 1830 senesinde çekilmiş fotoğrafları vardı. Bu fotoğraflar..."

"Hikâyesini de resmini de fotoğrafını da mezarını da ailesini de gelmişini de geçmişini de ölüsünü de dirisini de," dedi Bartu. "Sikerim böyle işi, amına koyayım!" Kameralara baktı. "Çıkarın lan beni buradan! Delirdim lan!"

"Bu fotoğraflar ortaya çıktığında Tiffany ailesi evlerinde çürümüş haldeydi fakat ruhları şehirde geziyordu. Terapist Dennis Tiffany bu evi aldığında..."

"Kozalak," dedi Mutlu. "Senin terapistin mi lan bu?"

"Sonuncu," diye fısıldadı Koza, Mutlu'yu duymazlıktan gelerek. "Şimdi bunların hiçbiri Türk değil ya," dedi. "Buraya gelmeleri uzun sürer, değil mi?"

Gülmeye başladığımda Işık da dayanamayıp güldü. Yankı başını olumlu anlamda salladı, sonra Koza'ya dönüp bir kez daha baktı. "Ruh uçağa binip mi gelecek oğlum?" dedi ters bir sesle. "Canı istediği yere gider."

"Brandon, Emily ve Tiffany ailesi delirmiş olabilir mi, sadece soruyorum," dedi Mutlu.

"Emily deme bana," dedi Koza. "Bak yine ürperdim."

"Ne yapacağız?" diye seslendi Işık kameraya bakarak.

"Tek yapmanız gereken," dedi dış ses. "Liderinizi bir mezara kapatmanız."

"Oldu," dedi Koza kameraya bakarak. "Şöyle bir dans edeyim istersen, ne dersin? Soyunayım bir de?"

Dış ses beni şaşırttı. "İstersem dans da ettiririm."

Işık alkışladığında Koza'nın çenesi kilitlendi.

"Sonra?" dedim gülerek.

"Sonrası..." dedi sarışın kadın, ardından odayı kahkaha sesleri doldurdu ve beş mezarın içinden de bir anda insanlar dikildi. Robot muydu, manken miydi yoksa gerçek insan mıydı bilmiyordum ama son gördüğüm Koza ile Bartu'nun mezarlardan çıkanlara saldırdığı, Mutlu ile Yankı'nın da çıkış kapısına doğru koştuğuydu.

***

"Size inanamıyorum!" diye yolun ortasında bağıran Işık'tı ve dört kişi kaldırıma oturmuş, önüne bakıyordu. "Resmen mekanizmayı bozdunuz, kovulmamıza neden oldunuz ve bir de bizi borca soktunuz!"

İşin tuhaf tarafı, Bartu ve Koza hâlâ el ele tutuşuyordu.

"Siz neden hâlâ el elesiniz öğrenebilir miyim?" dedim kızgın bir sesle.

İkisi de birbirlerine baktıktan sonra ellerini bıraktılar.

Dördünün arasında ilk sessizliği bozan Mutlu oldu. "Sarca ailesinden daha korkunç bir aile varsa o da Tiffany ailesidir."

Lâl kendini tutamayıp güldüğünde Işık ona ters ters baktı ve Lâl sustu.

"Çocuk gibisiniz," dedi Işık anne gibi azarlayarak. "Eğlenmeye gittik, şu halinize bak." Yankı'ya döndü. "Özellikle sen. En aklı başında olan sen değil misin?"

"Ben korkmadım..." Koza Yankı'ya bakıp küfretti.

"İşinize geldi mi adam öldürüyor, çatışmalara giriyorsunuz ama minicik bir Emily'den korkuyorsunuz." Işık kollarını önünde bağladı, evin önündeydik. "Utanmanız gerekiyor."

"Minicik Emily," dedi Koza ağız ucuyla. "Hoş geldin yeni travma."

"Minik dediğin götümüze kazık sokacaktı," diyen Bartu kaşlarını kaldırdı.

"Keşke," dedi Işık, sonra söylenerek eve girdi. "Ben niye bu kadar kızdığını anlamadım," dedi Yankı, Işık'ın arkasından bakarken. "Altı üstü on beş bin lira ödeyeceğiz."

Başımı iki yana salladığımda hem deliler gibi gülmek istiyordum hem de onlara kızmak. Bir yandan fazlasıyla masum görünüyorlardı, bir yandan da suçlu.

"Bugün seninle uyuyoruz," dedi Mutlu Bartu'ya. "Kucak kucağa."

Bartu'nun karşı çıkmasını bekledim ama onayladı.

Koza, "Sonuncu," diye fısıldadı. Bakışları kesiştiğinde, "Bugün benimle kalır mısın?" diye sordu. "Şahsi."

Yankı onaylayan bir ifadeyle başını salladı, ardından aklına bir şey gelmiş gibi dudakları aralandı ve gözleri bana döndü. "Kalamam," dedi başını iki yana sallayarak. "Çok önemli bir işim var."

"Ne işin var?" diye sordum.

"İş işte," dedi Yankı omzunu kaldırarak.

"Oğlum," dedi Koza dişlerini sıkarak. "Ben yalnız yatamam bugün o evin içinde."

"Bizde kal," dedi Bartu diğer taraftan.

"Işık karşı çıkar," diyen Mutlu dudaklarını büktü. "Ya da karşı çıkmasa bile gece hayalet gibi tepende biter. Emily..."

"Lan, ben ne yapacağım?" dedi Koza hiddetle ayağa kalkıp. "Tüm gün sokakta kalırım, yine de o eve tek başıma gitmem." Bakışları Lâl'e döndü, sonra gözlerini kaçırıp sırtını çevirdi.

O an Yankı'yla bakışlarımız kesişti ve neden Koza'yı reddettiğini anladım.

İstediği benim Koza'yla gitmem ve beraber vakit geçirmemizdi. Bunu neden yapmak istediğini hem anlıyor hem de hak veriyordum, aynı durumda olsaydık ben de bu yola girebilirdim ama Koza beni davet etmemişken böyle bir adım atmak konusunda da gururumla savaşıyordum.

Yankı, onaylayan gözlerle bana başını salladığında oturduğu yerden kalktı ve karşıma geçip Koza'nın duyamayacağı şekilde, "Yap bunu," dedi ve Lâl konuşmamıza şahit oldu. "O cesaret edemez, biliyorum. Sen adım at."

İçimde Koza'ya karşı geçmeyen kırgınlığım ve duvarlarım, diğer tarafımda onu daima anlayan yanımla savaş verirken, Yankı'nın da gözlerimden bunu anlamasını bekledim ve anladığı halde bana yine onaylayan bakışlarını gönderdi.

"O beni reddetti zamanında," diye fısıldadım Yankı'ya. "Bir kez daha yaparsa bunu..."

"Yapmayacak," dedi Yankı kendinden emin bir sesle. "Biliyorum, Helin. Sana ihtiyacı var."

"Sanmıyorum," dedim hızla.

Yankı tek kaşını kaldırdı ve belki de kızacağımı bildiği halde Koza'ya, "Helin seninle gelecek," dedi, özür dileyen bakışlarını bana göndererek. Kaşlarım çatıldığında uzanıp elimin tersini öptü ve af diledi.

Koza, gözlerini açarak bize döndü ve karşı çıkmasını beklerken, çocuk gibi, "Sahiden mi?" dedi. "Bunu yapacak mısın?"

Yankı bir kez daha destek oluyormuş gibi baktığında derin bir nefes verdim. "Evet," dedim gözlerimi onun üzerine dikerek. "Ama canımı sıktığın an kapıyı çeker çıkarım ve seni Emily'nin ruhuyla baş başa bırakırım."

"Asla!" dedi Koza, asker selamı vererek. "Misafirperverliğime bayılacaksın."

Gözlerimi devirdiğimde Lâl’le bakışlarımız kesişti ve onun büyük bir ihtiyaçla Yankı'ya baktığını gördüm, Yankı ise sadece beni izliyordu.

Yeniden ona döndüğümde vedalaşıyor gibi yanağına dudaklarımı kondurdum, ardından kulağına, "Lütfen," dedim ihtiyaçla. "Sen de Lâl’le konuş."

Duraksadığını hissettim ve bir cevap vermesini bile beklemeden diğer yanağına uzandım, öptükten sonra, "Bu arada," dedim keyifle. "Siyah bence sana da çok yakışıyor."

Nefesini verdi ve geri alırken eli bel kıvrımıma dokundu, parmak uçlarını kazağıma rağmen hissettim. O an, onu öpmeyi, o beni öptükten birkaç saniye sonra bile ihtiyaç gibi gördüğümü fark ettim.

Diğerlerini umursamadan burnu burnuma değerken, fısıltıyla, "Vazgeçtim," dedi. "Bence bu gece burada kal, siyahlar konusunda anlaşalım." Dudaklarımda hissettiğim nefesi ve belimden yukarıya doğru tırmanan parmaklarının verdiği his, bir sıcaklığın kasıklarıma toplanmasına neden oldu.

"Gitmem lazım ama," dedim Koza'yı işaret ederek. "Yoksa beni şimdiden özledin mi?"

Yankı yutkundu, elinin tersi yanağımı okşarken, "O halde yarın öğlen ikide," dedi fısıldayarak. "Benimle ilk gittiğimiz hamburgecinin önünde buluş. Sevgilim olarak. Seni bir yere götüreceğim."

“Hımm," diye mırıldandım derinden gelen bir sesle. "Siyahlar da olacak mı?"

"Helin," dedi dişlerini sıkarak. "Beni çıldırtmaya çalışıyorsun ama ne zaman istersen siyahlar senin için vardır."

Gülümsedim, kalp atışlarım hızlandı ama yine de intikamı elden bırakmadım.

"Bebeğim," dedim dudaklarına yaklaşırken onu taklit ederek. "Siyah derken bisikletinden bahsediyorum."