logo

39. ZAMANSIZ

Views 194 Comments 13

Her şey berbat bir halde olsa bile, her şey çok kötüye gitse bile elbet gülümsetecek bir şeyler çıkıyordu ve sanırım en sevdiğim şeylerin başında da bu geliyordu. Eskiden çok kötü şeyler yaşasam bu geçmezdi ama şu an, içimdeki bu hisleri geçirecek bir anın içindeydim.

Yedimiz uçaktaydık.

Koza cam kenarında oturuyordu, Yankı Koza'nın yanındaydı ve ben koridor tarafındaydım. Üçümüz yan yana düşmüştük ve bunu gördüğüm anda kendi kendime gülmüştüm. Komikti çünkü Yankı'nın artık Koza'ya tahammülü yok gibiydi ve Koza…

Onun yükseklik korkusu vardı, bu ortadaydı. Yüzü bembeyaz kesilmişti, cam kenarına geçmemek için elinden geleni yapmıştı ama Yankı, hostese bizi rahatsız ettiğini söylediğinde zorla da olsa cam kenarına oturmuştu. Asla yükseklik korkusu olduğunu kabul etmiyordu ama şimdi uçak daha havalanmadan, sadece motoru çalıştığında bile teni bembeyazdı.

Bir ona, bir de Yankı'ya baktığımda dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Oğlum," diyen Bartu'nun sesi beni daha fazla kendimi tutamayacak duruma getirmişti. " Kars'a koşarak giderdim de uçakla gitmezdim. Lan Koza," diye hırladı. "Arabamızla paşalar gibi gider gelirdik. Bu uçak düşerse şimdi ne olacak?" Lunaparkta da fark etmiştim ki Bartu'nun da yükseklik korkusu vardı.

Onlar arka tarafta cam kenarında Işık, ortada Lâl ve koridorda Bartu olacak şekilde oturuyorlardı.

Yan tarafta koridor koltuğunda oturan Mutlu sinirle Koza'ya baktı. "Lan ekonomi almışsın bir de," dedi öfkeyle. "Yanımdaki amca sızıp sızıp duruyor." Bunu söylediği anda yanındaki adamın başı Mutlu'nun omzuna düştü, Mutlu adamın başını kaldırdı ama bir kez daha düştü. "Osman amcalar ölmez sadece şekil değiştirir."

Koza'nın elleri sıkıca kenarları tutarken Yankı, elini yanağına koyarak keyifle dönüp Koza'ya baktı. "Mutlu sana bir şey söylüyor, cevap versene."

Gözlerini kapatıp, "Sonuncu," dedi dişlerinin arasından. "Burası çok soğuk, sen üşümezsin. Cam kenarına sen otursana."

"Yoo," dedi Yankı başını iki yana sallayarak. "Hem ne üşümesinden bahsediyorsun? Cam mı açık? Hepimizin bulunduğu yer aynı ısıda Koza."

Gözlerini açıp Yankı'ya baktı. "Camlar patlar mı?" diye sordu çocuk gibi. Patlamayacağını adı gibi biliyordu...

"Patlar." Yankı düşünmeden cevap verdi. "İlk sen ayrılırsın aramızdan."

"Ciddi misin?"

"Patlama konusunda mı, aramızdan ayrılma konusunda mı?"

"Her ikisi de."

"Patlama konusunda ciddiyim," dedi kaşlarını çatarak. "Aramızdan ayrılma konusunda emin değilim, sen dokuz canlısındır."

Hoparlörden pilot konuşarak bizi bilgilendirmeye başladı. Mutlu, yan tarafımdan Yankı'ya yaklaşarak, "Host fantezim olduğunu biliyor muydun?" diye sordu sarışın hostu göstererek.

"Hayır," dedi Yankı da ona doğru eğilerek. "Senin pilot fantezin yok muydu?"

"Artık biliyorsun host fantezim olduğunu çünkü yeni oluştu." Sonra cilveli bir şekilde adama güldü ama adam ona bakmıyordu bile. İşine odaklıydı. "Kelebek, kedi olalı bir fare tuttun, koridor için teşekkürler."

Bakışlarım Koza'ya yeniden döndüğünde kenarları tutan parmak boğumları bembeyaz kesilmişti ve kasıldıkça kasılıyordu. "Sonuncu," dedi yine. "Şimdi sen uçak düşerse neler yapılacağını biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum," dedi Yankı. "Niye sordun?"

"Şimdi," dedi Koza uyduruk yalanlarıyla. "Benim ezberim iyi değil, bilirsin. Aklımda tutamam. Eğer uçak düşerse beni de unutma. İyi adamsın, ölmeme göz yummazsın, kurtarırsın beni de."

Yankı, parmaklarını şakaklarına bastırdı ve ağız ucuyla gülüp, "Bir kitabı bile kolayca ezberleyebiliyorsun," dedi. "Uçak düşerse neler yapılacağını mı ezberleyemedin?" Sonra ona dönüp baktı. "Bana güvenerek mi bindin bu uçağa sen?"

"Evet." Koza boş bulundu ve hızlı bir şekilde yanıt verdi sonra korkuyla verdiği yanıttan dolayı dişlerini sıkıp Yankı'ya baktı. Tam o sırada uçağın tekerlekleri önce yavaş yavaş hareket etti ardından hızlandı, Koza dudaklarının arasından nefesini vermeye başladı. Sanki doğum yapıyordu. Yankı'yla birbirimize baktık ve yeniden ona döndük. Dişlerini sıktı sonra nefesini vermeye devam etti. "Sonuncu," dedi yine. "Yükselince haber ver, tamam mı?"

"Yükseklik korkusu var, değil mi?" diyerek dönüp Yankı'ya sordum. "Bunu biliyor muydun?"

Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "Küçükken dördüncü kata bile çıkamazdı, korkardı. Aştığını düşünüyordum ama aşamamış."

"Sonuncu," dedi Koza sanki babasına ya da abisine sesleniyormuş gibi. "Şimdi bu camlar patlamaz değil mi?"

"Lan götten kelebek." Bartu'nun arkamızdan gelen sesiyle irkildim. "Kapa çeneni lan."

"Sonuncu." Yankı nefesini verdi. "Cevap ver."

Tam o esnada uçak havalandı ve yüreğim ağzıma geliyormuş gibi oldu, bu hissi sevdiğim için gülümsedim ama yanımda oturan Koza ve arkamdaki Bartu için aynı şey geçerli değildi. "Lan," dedi Bartu yüksek bir sesle. Sonra galiba yanında oturan Lâl onun ağzını kapattı ki boğuk boğuk sesi çıktı, küfür ediyordu.

Koza gözlerini açıp donuk bir şekilde karşısına baktığında yüzü gitgide beyazlaşıyordu. Uçak daha yükseğe çıktı ve çıkarken titredi; titremesiyle beraber Koza'nın eli bir anda Yankı'nın elini buldu. Sıkıca tuttuğunda, ne olursa olsun Koza'yı bu halde görmek beni güldürdü. Yankı ise ellerine baktı ve başını iki yana salladı.

"Midem bulanıyor," dedi Koza. "Kusacağım."

Yankı, başını eğip Koza'ya doğru, "Şu an senin yerinde ben olsaydım, bin tane laf söyler, şerefsizlik yapardın," dedi. "Bokunu çıkarana kadar benimle uğraşırdın." Koza, Yankı'ya dönüp baktı ve başını iki yana salladı. "Koza," dedi Yankı ellerini göstererek. "Bıraksana ulan elimi."

Yan tarafımdan Mutlu'nun sesini duydum. "Benimle küstün, konuşmuyorsun ama onların ikisine dikkat etmen gerektiğini söylemiştim."

"E yuh ama artık," Işık kafasını koltukların arasından çıkardı, "bunlar el ele mi tutuşuyor?"

"Nil." Koza onun sesini duyduğu anda omzunun üzerinden ona baktı ve aşırı yakın bir şekilde durdular. Koza gözlerini kıstı, dudaklarını birbirine bastırdı. "Siktir," dedi. "Suratına kusacak gibiyim hem de şu güzel pozisyondayken."

Ben de başımı eğip Bartu'ya doğru baktığımda gözlerini tavana dikmiş, dudaklarının arasından bir şeyler mırıldandığını gördüm. "Bartu," dedim sonra yanında duran Lâl'e baktım. Umutsuz bir şekilde başını iki yana salladı. "Sayı mı sayıyorsun içinden?"

"Sayı mı?" dedi dişlerini sıkarak. "Küfür sayıyorum. Küfür ede ede kendimi rahatlatıyorum. Becermediğim uçağın kanadı kalmıştı, oraya geçiyorum şimdi." Sonra gözlerini tavandan ayırdı ve bana baktı. "Dön önüne, seninle muhatap olmuyorum ben."

"Küs müyüz?" dedim dudaklarımı bükerek. "Ama sen kimseye küsemezsin ki." Onunla aramdakileri istesem de bitiremezdim, özlerdim biliyordum. "Bak, beni biraz anlamaya çalışırsan…"

Uçak bir anda türbülansa girdiğinde, "Ben bu uçağın pervanesinin kanadının motorunun benzinin koltuğunun camının tuvaletinin deliğinin büyükannesinin büyükbabasının gelmişinin geçmişinin," diyerek yüksek sesle küfür etmeye başladığında Lâl yine hızlı bir şekilde ağzını kapattı ama küfrünün devamı ağzını kapattığı halde duyuldu. "Sike sike sikeyim."

Neyse ki bir süre sonra uçak havada sabit bir şekilde ilerlemeye başladı. Pilot soğuk hava koşullarından dolayı uyarısını yaptığında Bartu başka bir küfür daha yuvarladı. Yiyecek içecek servisine geçildiğinde Mutlu gözleri parlayarak hostu izliyordu.

"Sonuncu," dedi Koza. Hâlâ Yankı'nın elini bırakabilmiş değildi. "Midem çok bulanıyor." Sonra Koza'nın zekâsına hakaret sayılabilecek o soruyu sordu. "Kusarsam uçak düşer mi?"

Dayanamayıp güldüğümde arkamdan Işık'ın da güldüğünü işittim. Yankı tavana doğru baktı sonra Koza'ya döndü, "Gözlerini kapat, uyumaya çalış," dedi. "Bir şey olmayacak, ben buradayım."

"Ya düşerse?" dedi Koza. "Ya ben uyurken düşerse ve uyuyorum diye ölürsem?"

"Koza, sen salak mısın?" diye sordu Yankı. Neredeydim ben? Burası paralel evren miydi? Koza'ya ne olmuştu? "Uçak düşerse hepimiz ölürüz, senin uykunla ne alakası var bunun? Uçağın pilotu musun sen?"

Koza'nın gözleri korkuyla açıldı. "Sonuncu," dedi binince kez. "Ya pilot uyuyakalırsa?"

"Yardımcı pilot var, Koza."

"Ya o da uyursa?" Sonra beni kahkahaya boğan o soruyu sordu. "Uçak kullanmayı biliyor musun?"

"E yuh artık," dedi Yankı gülerek. "Ulan nereden bileyim uçak kullanmayı?"

"Ben öğrenmeye çalışmıştım ama yerdeyken, yani videoları filan izledim." Sonra bir anda mantıklı düşünmeye başladı. "Eğer pilot uyursa ve uçak düşecek gibi olursa ben sana bildiklerimi anlatırım, sen uçağı kullanırsın."

O sırada hostes ve host yan tarafımda durdu. Ne istediğimizi sordu. Ben hiçbir şey istemedim ama Yankı, hostese doğru yaklaşıp, "Şey," dedi. "Yükseklik korkusu var da," sonra ne diyeceğini bilemedi. Esmer hostes direkt bana döndü. "Hayır, o değil," dedi ve yan tarafını gösterdi. Koza gözlerini hostesin üzerine dikmişti ama kulakları duymuyor gibiydi. "Şeyin yükseklik korkusu var," Koza'ya diyecek bir şey bulamadı. Hostesin gözleri direkt ellerine kaydı.

"Ah," dedi hostes, başını sallayıp Yankı'yla Koza'nın ellerine bakarak. "Erkek arkadaşınız iyi mi?"

Mutlu'yla birbirimize bakıp dayanamayıp güldüğümüzde Yankı kaşlarını çattı ve Koza'dan elini kurtarmaya çalıştı ama Koza bırakmadı. "Erkek arkadaşım değil," dedi. "Kendisi kardeşim olur. Küçüklüğünden beri yükseklik korkusu var. Midesinin bulandığını söylüyor. Yapabileceğimiz bir şey var mı?"

Bartu hâlâ ağzının içinde küfürler yuvarlıyordu ve hostesle host da onu duyuyordu.

Hostes üzülerek, "Maalesef, poşet vermekten başka hiçbir şey yapamam," dedi umutsuzca. "Bu durumlar için ilaç kullanılır. Kendisi ilaç kullanıyor mu?"

Koza'dan önce Yankı hızlıca cevap verdi. "Kendisi ilaç kullanamaz, bir rahatsızlığından ötürü yasak." Sonra boşta olan elini öne doğru uzattı. "Ben poşeti alayım o halde, olur da kusarsa üzerime gelmesin." Sonra kadına gülümsedi ve kadın da ona karşılık vererek poşeti uzattı.

"Eğer yine bir şeye ihtiyacınız olursa," dedi hostes gözlerini kırparak, "düğmeye basmanız yeterli."

"Merhaba Host Bey," dedi Mutlu o sırada sarışın adama. "Ben bir kahve, bir de uçak düşerse sizin bana nasıl yardımcı olabileceğiniz konusunda bilgi alabilir miyim?"

Sarışın adam kahveyi doldururken, "Sizin de mi korkunuz var yüksekten?" diye sordu. Büyük ihtimalle Mutlu'nun bu sorusunu onun yükseklik korkusuna bağlamıştı ama Mutlu adama cilve yapıyordu...

"Her zaman yüksekte olan birini bulunduğu konumla korkutamazsınız Host Bey," dedi gülerek. Kahveyi aldı, bir yudum içti. "Siz de hep yüksektesiniz, neden daha önce karşılaşmadık ki?"

Sarışın adam güldüğünde, "Çok renkli bir insansınız," dedi. "Zor karşılaşıyoruz böyle insanlarla. Beni gülümsettiniz."

"Benim yükseğim hep rengârenktir Host Bey," dedi bu kez de Mutlu. "Bir gün sizi de benim yükseğimde görmek isterim."

Mutlu'nun yanındaki adam, Mutlu'nun omzuna öyle bir çökmüştü ki bir tarafı aşağıda görünüyordu. Sarışın adam daha içten bir şekilde güldü, rahatsız olmuşa benzemiyordu, zaten rahatsız olsaydı Mutlu devam etmezdi, bunu biliyordum. "Bakarsınız, belki bir gün," dedi. Sonra yanındaki adamı gösterdi. "Rahatsız oluyorsanız uyandırmamı ister misiniz?"

"Başka bir baş omzuma yatacaksa elbette uyandırabilirsiniz Host Bey," diyen Mutlu sırıttı. Ben hayatımda bu kadar güzel yürüme görmemiştim…

Host beni şaşırttı. "Maalesef, çalışırken uyumam yasak." Direkt anlaması ve aynı espriyle karşılık vermesi gözlerimi açmama neden oldu. "Belki başka bir gün?"

"Bu bir randevuysa, rengârenk bulutların üzerinde buluşabiliriz Host Bey," dedi Mutlu.

"Bulutları siz boyayacaksanız neden olmasın?" Host tebessüm etti.

Mutlu, başıyla yanındaki adamı gösterdi. "O halde bırakalım amcamız uyusun Host Bey," dedi. "Başka bir gün, size rezerve olacak bu rahat omuz."

"Mutlu." Bartu dişlerini sıkarak ona seslendi. "Duyuyorum hepsini Mutlu, abartma Mutlu. Kanattan silkelerim seni Mutlu."

Sarışın host Bartu'ya baktı sonra başıyla Mutlu'ya selam verip diğer siparişler için ilerledi. Mutlu o gittikten sonra elimi tuttu ve kendine doğru çekti sonra kalbinin üzerine koydu. "Küstün bana ama bak nasıl hızlı atıyor," dedi gözlerini açarak. "Yine birine platonik oldum, bir hafta çıkmaz şimdi aklımdan."

Gerçekten de kalbi hızlı atıyordu. Bu beni gülümsetti. "Bence sen de onun kalbini attırdın, ışıklarını yaktı sana."

"Onun ışıklarını severler," diyen Mutlu elimi bıraktı ve kahvesinden bir yudum içti ardından başını o hevesle yanındaki yaşlı adamın başına koydu. Sonra saçlarını sevdi. Ardından adamı öptü o heyecanla. Yüzündeki gülümsemeyi izlediğimde benim de içim sıcacık oldu.

"Kusacaksan kus." Yankı'nın sesiyle bakışlarım onlara döndüğünde kendimi gülmemek için zor tuttuğum görüntüyle karşılaştım. Koza'nın bir eli hâlâ Yankı'nın elini tutuyordu, diğer eli ise kenara tutunmuştu. Yankı poşeti önüne açmış, Koza da başını poşete doğru eğmişti.

"Sonuncu," dedi Koza bin birinci kez. "Bak düşerse kurtaracaksan beni. Ölmemi istemezsin." Sonra dehşetle gözlerini açtı. "Ya ilk sen ölürsen?"

"Koza," dedim Yankı'nın arka tarafından dayanamayarak, "kimsenin öleceği yok. Uçak da düşmeyecek. Gözlerini kapatıp sırtını yaslayacak mısın yoksa sana şimdi bütün felaket senaryolarını anlatıp rezil bir durumda seni ağlatayım mı?" Yankı gözlerini açıp bana döndü. Koza da başını eğip bana baktı. Ardından yutkundu ve sırtını koltuğa yaslayıp gözlerini kapattı ama Yankı'nın elini bırakmadı. Yankı bana bakmaya devam ederken, "Ne?" dedim. "Onunla onun anladığı dilden konuşuyorum."

Yankı dönüp ona baktı. Ardından, "İşe yaradı, ha?" diye mırıldandı.

"Benim de başarılı olduğum noktalar var." Sırtımı koltuğa yasladım ve kollarımı önümde bağladım. "Büyük ihtimalle sürprizi gördükten sonra onu şu an ağlatmadığım için pişman olacağım ama olsun."

Yankı başını bana çevirdi ve o da sırtını yasladı ama bakmadım. "Sürprizi biliyorum."

"Bildiğini biliyorum."

"Eğer hazırlıklı değilsen, sana ne olduğunu söyleyebilirim," dedi kısık bir sesle.

"İstemiyorum." Omzumu kaldırıp indirdim. "Aslında korkmuyorum da. Belki siz yanımdasınız diye belki de artık hiçbir şeyin beni korkutmayacak olmasından. Tek düşündüğüm, senin neden bu sürprizi kabul ettiğin." Gözlerimi ona çevirdim ve yüzlerimiz aynı hizaya geldi. Birbirimize çok yakındık. "Neden kabul ettin dahil olmayı? Benim için mi?"

Bana doğru yaklaştı ve kulağıma dürüst bir şekilde, "Tek neden sen değilsin," dedi. Nefesi boynumu okşadığında içimden bir ateşin geçtiğini hissettim. "Koza bana altın tepside bir fırsat sundu."

"Fırsat?" Sonra sorgulamadan yüzüne bakmaya devam ettim.

"Fırsat." Başını salladı ve gözleri dudaklarıma doğru kaydı. Aramızdaki yarım karışlık mesafede dudaklarımı izlerken kendi dudaklarını ıslattı. "Uzun zaman oldu," dedi bakarken. Ne düşündüğünü anladım, anlamak içimdeki ateşi daha fazla harladı ve bana öyle bir baktı ki kollarımı sıkılaştırdım. "Ve belki de bir daha olmayacak." Elini kaldırdı, parmakları çeneme dokundu ardından başparmağı alt dudağımda gezindi. Bir kez daha dudaklarını ıslattı. "Seni son öpüşümün en sonuncusu olacağını bilseydim, asla durmazdım, diyordu sevdiğim bir dizide. O zaman anlamamıştım, şimdi anlıyorum."

Parmakları duraksadı ve benim de gözlerim onun dudaklarına kaydı. Nemli dudaklarına bakarken bir elinin Koza'nın elinde olması ve diğer elinin parmağının dudağımda gezmesi… Bütün bunlara rağmen, hangi konumda olursak olalım onu her şekilde istemekten asla vazgeçemezdim. Öp dersem, öperdi. Öpsem, karşılığını fazlasıyla verirdi, biliyordum. Ama hiçbir şey söyleyemedim.

İçimdeki o ateş harlandı, harlandı; ona bakarken bir fitil ikimizi de yakardı bu yüzden bakışlarımı ondan ayırdım ve karşıma baktım.

Her konuda güçlü durabilecekken, onu istemek konusunda nasıl güçlü durabilirdim, işte bunu bilmiyordum.

Ama o an bozuldu, hem de hiç olmayacak şekilde...

Koza, Yankı'nın üzerine doğru kustuğunda ve Yankı, refleksle ona poşet tuttuğunda kendimi daha fazla tutamayarak büyük bir kahkaha patlattım.

Beraber ilk uçak maceramızdı ama seneler sonra bile anlattığımızda bizi saatlerce güldürebilecek bir anı daha eklenmişti listeye, bir daha yan yana olmasak bile. Bugünü asla unutmazdım.

***

Sokak Nöbetçileri, ben ve Koza. Yedi kişi. İlk defa bu yedi kişi birbiriyle savaşmak için değil, başkalarıyla savaşmak için bu masanın etrafında toplanmıştı ve ilk defa herkes fazlasıyla ciddiydi, fazlasıyla kendinden emindi. Buna Koza da dahildi, Mutlu da.

Uçaktan indikten sonra göreve gideceğimiz yerin hemen yanındaki otele gelmiştik ve hepimiz bir odada toplanmıştık. Nereye gideceğimizi bile bilmiyordum, nasıl bir ortama düşeceğimden emin değildim ama Koza iki saatimiz kaldığını söylemişti.

Planı oluşturacak kişiler, Koza ve Yankı'ydı.

Ve erkekler hazırdı. Dördü de takım elbiselerini giymişlerdi… Mutlu lacivert bir takım elbise giymişti; Bartu Pembe Panter’li çoraplarını çıkarması konusunda diretmişti ama o inatla çıkarmamış hatta daha fazla zorlarsa Pembe Panter’li iç çamaşırının da olduğunu, göreve öyle gideceğini söylemişti.

Bartu, koyu gri bir takım elbise giymişti ve maalesef kıyafetleri Koza hazırlattığı için paçaları kısa kalmıştı… Hepimiz onu görünce gülmüştük.

Yankı ve Koza… Onlar simsiyah takım elbiselerini giymişlerdi ama ben gözlerimi bir türlü Yankı'dan ayıramıyordum ve neden böyle olduğumu kestiremiyordum… Gömleği bile siyahtı, siyah botlar ayaklarındaydı. Kravatı siyahtı, her şey simsiyahtı ve öylesine… seksi görünüyordu ki… Aklımı kaçıracaktım. Gördüğümden beri ondan başka hiçbir noktaya bakmamıştım; Işık’ın da aynı şekilde Koza’dan gözlerini ayıramadığından emindim. Tek bu da değildi. Yankı saçlarını güzel bir şekilde taramıştı, sakallarını düzeltmişti.

Çok iyiydi. Çok çok iyiydi. Simsiyah takım elbise. Çok iyiydi…

Önlerinde bir harita ve fotoğraflar vardı. İkisi ayaktaydı, biz beş kişi oturuyorduk ve onların kararlarını bekliyorduk ama onlar haritaya ve fotoğraflara odaklanmış bir şekilde derin düşüncedeydiler.

İlk konuşan Yankı oldu. "Bir müzakereye katılacağız," dedi. Sesi bile kulağıma daha farklı gelmeye başlamıştı. Kendimi sapık gibi hissediyordum. " Bir iş insanı açık artırmayla," göz ucuyla Koza'ya baktı. "eşyalarını satıyor. Oldukça değerli eşyalar. Her zamanki gibi içeri girerken rol yapacağız ama bu konuda hiçbirinizin sıkıntı yaşayacağını düşünmüyorum." Ellerini masaya yerleştirdi ve bize baktı.

Onun arkasından Koza da Yankı gibi durdu ve sözü devraldı. "Hedefimiz bu iş insanı. Onu ele geçirmek ama kolay olmayacak, bu yüzden hepimize büyük iş düşecek."

"Ve seninkilere," dedi Yankı, Koza'nın yüzüne bakmadan. Uçakta yaşananlardan sonra ikisi de o konu hakkında yorum yapmamıştı ve Yankı, yine Koza'ya karşı ifadesizlik maskesini takmıştı. Koza da Yankı'ya artık ciddiyetle yaklaşıyordu.

"Onlar her şeyi ayarladı," dedi Koza başını sallayarak.

"Seninkiler?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

"Ekip." Koza'nın umursamaz ses tonu kulaklarıma doldu ama direkt Işık'a baktım, onun gözleri Koza'daydı. "Sonuncu'yla ortak kararımız bu görevi yedi kişi yürütemeyeceğiz konusunda. Ekip'in en iyi adamları burada, birazdan odaya gelirler. Onlar silahları, ortamı ve kalan her şeyi bizden önce gelip ayarladı."

Yankı'nın yüzündeki ifade zerre değişmedi, hatta önündeki haritaya ve fotoğraflara daha dikkatli bir şekilde bakmaya devam etti.

"Kaç kişiler?" diye sordu Işık diğer taraftan ciddiyetle.

"On kişi." Koza başını eğip ona baktı. "Ama en iyi adamlarımdır." Sonra iğnesini bana batırdı, "Hepsi Helin gibidir, bana sadıklar. Senelerdir benimle beraberler."

Yankı burnundan nefesini verdi. "Her neyse," dedi baskın bir sesle. "Koza'yla ben ilk koldan yürüteceğiz, yani o adamın korumaları olacağız. Onun kendi adamları var ama biz, müzayedenin ayarladığı korumalar olacağız." Bakışları Bartu'ya döndü. "Burada sana büyük bir görev düşüyor çünkü adamın bize güvenmesini sağlamak için konuşmasını yapmadan önce ona zarar vermeye yelteneceksin, ben ya da Koza seni biraz pataklayacağız."

"Bunu seve seve yaparım." Koza güldü.

"Yok devenin nalı," dedi Bartu kaşlarını çatarak. "Oyunun başında devre dışı mıyım ben amına koyayım?"

"Hayır." Haritadaki giriş ve çıkış kapılarını gösterdi. "Burada adamı sıkıştıracaksın, ona, 'Çocuğumu öldürdün,' de. Bu onun için yeterli bir tehdit cümlesi."

"Çocuk mu öldürüyor?" Bartu elini yumruk yaptı ve Koza'yla Yankı'ya aynı anda baktı.

"İşte şimdi neden oyunun başında dışta kaldığın anlaşılıyor koca adam," diyen Koza başını iki yana salladı. "Çünkü sen öfkelisin. Ve biz senin sadece öfkeni kullanmak istiyoruz." Bakışları hepimize döndü. "Adam, iyi bir adam değil. Duygusal olarak yaklaşacak olan en baştan kendini oyunun dışında bıraksın." Sonra bana odaklandı. "Senin dışında, Helin. Senin sürprizin bu adam. Sana hediyem bu adam."

Sorgulamadım, sadece başımı salladım.

"Adam o kadar saplantılı ki korumalarını, yarımcılarını kendisi önceden seçecek, kimseye güvenmiyor. Bu şekilde Sonuncu'yla beni seçmesini sağlayacağız ve birkaç kişiyi daha. Önemi yok. Bunların Ekip'ten olması için çaba göstereceğim." Ardından Işık'a baktı. "Adam oradaki garsonları bile seçecek. Senin kendini adama sevdirmen lazım, oradaki garson olacaksın çünkü olası bir durumda suyuna ilaç katman gerekebilir."

Dayanamayıp, "Ya adam suyu içmek yerine birinizin üstünde test ederse?" diye sordum.

Koza'yla Yankı birbirine baktı, daha önce bunu düşünmüş olmalılardı ama ikisinin de umurunda değildi. "Öyle bir şey olursa," dedi Koza. "Birimiz saf dışı kalır ve çatışma başlar. Bizim amacımız çatışma değil, bu son ihtimal."

"Yani ikinizinden birinin zarar görme ihtimali de var?" İkisi yine sustu. "Bu saçmalık."

"Şans her zaman benim tarafımdadır," diyen Yankı rahat bir nefes verdi. "Bu yüzden…"

"Bu şans değil, kumar." Ben de ayağa kalktım ve ikisine üstten üstten baktım, ikisi de bunu beklemiyordu. "Ve ben her şeyden emin olmak istiyorum." Ellerimi masaya koydum, kaşlarımı çattım. "Eğer çatışma olmaması için çaba sarf ediyorsanız adamın suyuna ilaç katmak yerine, ikinizden biriniz Işık'ın getirdiği suyun içinde ilaç varmış gibi rol yapabilir, adamı yanınıza böyle çekebilirsiniz." Alayla güldüm. "Gördüğüm kadarıyla ikinizin de rol yeteneği yüksek. Hem Işık zarar görmemiş olur, hem siz adamın güvenini kazanırsınız hem de çatışma çıkmaz."

İkisi beni dinlerken hipnoz olmuş gibiydi. Koza gülümsedi ama Yankı bakmaya devam etti. Işık, Yankı'ya anlamadığım bir şekilde odaklanmıştı. "Güzel fikir," dedi ellerini birbirine çarparak Koza. "Ama şöyle bir durum var ki adam biraz," uygun kelimeleri bulamadı, "tuhaf. Ne olursa olsun her şey kumar olacak." Sonra o da bana çenesini kaldırarak baktı. "Ayrıca bir savaşa giriyorsun, kim bilir kaç can yanacak. İnsanların zarar görmesini mi umursuyorsun?"

"İnsanların değil, ikinizin zarar görmesini umursuyorum." İkisinin de gözlerinin içine bakarak geri yerime oturdum. "Çünkü savaşta korkusuz olmak havalı gibi görünse de aptallıktır. İkiniz de korkusuz gibi davranıp o suyu içerseniz sonucunda biriniz zarar görürsünüz. Birinizin fedakârlığı ya da birinizin kibri bütün planımızı bozabilir. Büyük planlar yapıp büyük detayları atlıyorsunuz bu yüzden. Bence egolarınızı köşeye çekmeniz gerekiyor."

"Helin," dedi Mutlu hayran hayran bana bakarak. "Yargı kitabın nerede satılıyor? Söyle de alalım dostum."

Koza Mutlu'nun ağzını taklit etti, Mutlu da ona orta parmağını gösterdi. Buna karşılık Koza, Mutlu'yu deli etmek için Işık'ın arka tarafından saçlarını karıştırdı.

"Uslu durun," dedi Yankı ikisine bakarak sonra geri bize döndü. "Profesyonel olun, ciddi olun. Plan Helin'in dediği gibi olsun ama asıl amacımız son ana kadar ikimizden birinin adamın yanında olması. Yanında kalan tek kişi ben ya da Koza olacağız."

"Ben olacağım." Koza başını salladı ve Yankı'ya doğru baktı. "Bartu arka planda adamın kendi korumalarını Ekip'le beraber indirirken…" Tam o sırada odanın kapısı çaldı ve Koza ilerleyip kapıyı açtı. Ekip'in tanıdık yüzleri içeriye girdiğinde Caner'i de, Cem'i de gördüm. Hatta beraber ders aldığım diğer adamları da. Bir de iki kadın vardı. "Evet," dedi Ekip'in üyeleri Koza'nın karşısında durduğunda. "Koca adam, Caner ve Cem'le adamın kendi korumalarını indirirken…"

"Ne?" Bartu ayağa kalktı ve gözlerini açtı. "Ben?" dedi hiddetle. "Bu sikim tipliyle? Beraber?" Gülmeye başladığında sinirleri bozulmuştu ama Caner'in bakışları sadece benim üzerimdeydi, neyse ki Yankı'nın sırtı onlara dönük olduğu için görmüyordu. "Korumalardan önce bunu öldürürüm ben."

"Bartu," dedi Yankı uyarır gibi, "bunu yapmak zorundayız."

"Ne?" Yankı'ya döndü. "Sen kafayı mı yedin? Şu tipe baksana," Caner'i işaret etti, "bunlar değil miydi oğlum Helin'i döven?"

Direkt olarak, "Ben istediğim için dayak yedim," dedim baskın bir sesle hepsinin yüzüne bakarak. Ekip ben dayak yerken oradaydı ama hepsi de o dayağı yiyeceğimi biliyordu. Bir tanesi bile beni korumamıştı, onlar zaten kendilerinden başka kimseyi korumazlardı çünkü Koza bize böyle öğretmişti. “Önce kendi canınız, sonra yine kendi canınız,” derdi. Şimdi fark ediyordum ki, bu acımasızlıktı ama zayıflık değildi. "Eğer istemeseydim, tek bir fiske bile vuramazlardı bana."

"Ama vurdular." Bartu ters ters bana baktı. "Hem vurmasalar bile bunlar senin gibi değil. Hepsi Koza'nın askerleri. Ben bunlarla yürümem."

"Helin ne?" Koza'nın alaylı sesiyle beraber öfkeyle ona baktım. "Benim neyim koca adam?" Öyle bir imayla sordu ki Bartu kasıldı ve gözleri bana döndü.

"Ben Bartu'yla konuşacağım," dedi Yankı başını sallayarak. "Kabul edecek. Diğer plana geçelim." Bartu bir şeyler söylemek istedi ama Caner'in yüzündeki o aptal gülümseme direkt olarak susturdu çünkü en azından onların önünde Yankı'yla tartışmaması gerektiğini anlamıştı.

"Eğer çatışma öyle ya da böyle başlarsa, yani bu adam şüphelenirse ben uzaktan karşı tarafı indireceğim," dedi Yankı, ardından da iki katlı binanın üst tarafını gösterdi. "Burada, içeride bir balkon var, bu balkonda olacağım ve uzaktan sizi koruyacağım çünkü adamın da iki tane keskin nişancısı var. Çok zeki bir adam, çatışma çıkma ihtimali yüzde yetmişlerde. Bunu bilin."

"Direkt keskin nişancıları öldürme fikri daha mantıklı geliyor bana," dedi Koza. Bu planı daha önce konuşmuşlardı. "Eğer uzakta olursan, seni kimse koruyamaz çünkü onların ininde olursun."

Yankı soğuk bir şekilde gülümseyip, "Benim için endişeleniyor musun Koza?" diye sordu.

"Senin için endişelenmiyorum," diyerek hızlı bir cevap verdi. "Endişelendiğim planın bozulması." Sonra umursamıyormuş gibi omzunu silkti. "Dediğin gibi olsun. Kendini kurtarmaya bak, sürprizim bozulmamalı. Ben çatışma çıkmaması için elimden geleni yapacağım. Uykusuz ve yorgunum, insanları öldürecek havada değilim."

Endişeyle Yankı'ya baktığımda, birkaç saniyeliğine Işık'la göz göze geldiklerini gördüm, bu o kadar kısa sürdü ki diğerleri için değildi ama benim için anlamlıydı. Sonra Mutlu'nun da ikisine odaklandığını fark ettim ve onun da hiçbir şeyi gözünden kaçırmadığını anladım.

"En büyük görev Helin'e ve şu kıza düşüyor," dedi Koza, en uzakta köşede duran Lâl'i göstererek.

"Ben neyim?" Mutlu kollarını önünde bağladı. "Adamın oturduğu sandalye falan mı?"

"Sen Helin'in kocası olacaksın."

"Ne?" Mutlu'yla aynı anda Koza'ya tepki verdiğimizde birbirimize dönüp baktık. Koza gülerek, "Sonuncu, Nil'in ikizi dışında kimseyi kabul etmedi," dedi, ardından Ekip'e doğru döndü. "Bana kalsa bunun için her şeyini verebilecek birkaç adamım vardı ama Sonuncu'nun katı kuralı buydu."

"Koza!" Yankı Koza'ya dönüp baktığında gözlerinde en ölümcül bakış vardı.

Fakat Caner, yine Caner oldu, ağzını tutamadı. "Ben şu kıvırcık çocuktan daha iyi koca rolünü oynayabilirim aslında," dedi sırıtarak. Yanındaki iki adam da güldü. Koza keyifle Yankı'ya dönüp baktı. Ne olursa olsun, kaos onun en sevdiği oyundu. Yankı'yla benim üzerimden oynamaktan ise fazlasıyla keyif alıyordu.

Yankı, omzunun üzerinden dönüp Caner'e baktı. Ellerini masaya daha fazla bastırdığında kolları da kasıldı. Caner, büyük ihtimalle Ekip'in arkasında olmasının verdiği kuvvetle üstün üstün Yankı'ya bakıyordu. "Senden koca değil olsa olsa salataya havuç olur, çüküm tipli," dedi Mutlu gözlerini devirerek.

"Niye ki?" Caner omzunu kaldırıp indirdi rahat bir ifadeyle. "Helin bizimle olduğu zamanlar böyle roller yaptığımız olmuştu, iyi idare ediyordum." Bana baktı, "Öyle değil mi güzelim?"

Sokak Nöbetçileri'ni geçmişimizle vuracaktı elbette. Özellikle Caner'in bana karşı bu saplantısı, direkt Yankı'yı hedef alıyordu. Kim bilir, benim hakkımda bu şekilde daha neler anlatmıştı? Şimdi daha rahat empati kurabiliyordum, nasıl bir zorluk olduğunu görebiliyordum.

Yankı daha fazla kasıldı ve yan tarafında duran Işık, Yankı'nın koluna elini dokundurup rahatlatmaya çalıştı. Yankı, gözlerini Caner'den ayırmazken Koza, "Değil mi?" dedi Yankı'nın damarına daha fazla basarak. "Az rollere girmediniz siz de. İki âşık, karı koca, sevgili." Islık çaldı. "Siz evlenmeliymişsiniz gerçekten de."

"Abartma." Konuyu dağıtmak adına Mutlu'yu işaret ettim. "Onunla olurum çünkü kendimi güvende hissederim. Ekip'in üyeleriyle kendimi güvende hissedeceğimi sanmıyorum."

"Ah," dedi Caner dudaklarını büküp elini kalbine götürerek. Bana karşı nefret hissi artık daha fazlaymış gibiydi. "Şimdi böyle mi olduk güzelim?" Mutlu’ya kibirli bir bakış gönderdi. “Onun bir koca gibi göründüğünü düşündüren nedir? Uzaktan onun bir gay…”

Sert bir sesle Yankı onu susturdu. "Bu çocuk," dedi Yankı Caner'e bakarak. "Ciddiye alınacağını falan mı sanıyor? Bu çocuk." Güldü, onu süzdü. "Senin elin silah tutuyor mu bu çocuk? Bu çocuk…" Gülümsedi ama öyle bir gülümsemeydi ki içinde küfür barındırıyor gibiydi. "Bu çocuk." Küçük bir çocukla konuşuyormuş gibi dudaklarını büktü, "Hangi elin silah tutuyor abim? Göster bakayım, hangisi?" Caner'in yüzündeki gülümseme silindi, kaşları çatıldı ve hiçbir cevap vermedi. Yankı onu tiye aldı ama ellerini biz görüyorduk, parmakları içeriye doğru kıvrılmıştı.

"Bu çocukgillerden havuç," deyip gülen Mutlu rahat bir şekilde oturdu.

"Neyse," dedi Koza Ekip'e doğru yürüyerek. Bu hamlesinin geçersiz sayıldığını kabul etti ya da uğraşmak istemedi. "Zaten Caner, koca adamla olacak."

Mutlu kahkaha attığında Yankı önüne döndü ve başını iki yana salladı. Haritaya baktı, bir şeyler söylemek istedi ama sonra ağzını geri kapattı. Biz onun yüzünü görüyorduk ama diğerleri göremiyordu. Yanımda oturan Mutlu, dirseğiyle beni dürttüğünde, "Delirdi, çaktırmıyor," dedi. "Ama üçten geriye sayıyorum, dayanamayacak. Üç," dedi fısıldayarak. "İki, bir…"

"Güzelimmiş," dedi ağzının içinde geveleyerek Yankı, sadece bizim duyabileceğimiz şekilde. "Ektikleri tarlasına sıçtığımın havucu. Bir de sahiplik eki getiriyor." Sonra gözleri bana döndü, turkuaz gözleri öyle bir baktı ki daha kaç farklı şekilde gözüme çekici gelebilirdi bilmiyordum. Hayır, yeri değildi. O gözlerindeki kıskançlık… Hayır, yeri değildi… Neden gülümsüyordum? Yeri değildi…

"Bir şey mi dedin Sonuncu?" Koza sırıtarak Ekip'in önünde dururken sahibi olduğu toprakları gösteriyor gibiydi.

"Helin," dedi Yankı sert bir sesle. Ses tonu mu değişmişti? Ardından kirpiklerinin arasından bakıp bana bir şeyler söyledi fakat ona odaklanmaktan anlayamadım. Yankı'nın kaşları çatıldı. "Anladın mı?" diye sordu. Sesli bir şekilde yutkunup bakışlarımı ondan kaçırdım ve masanın üzerindeki elime baktım. Başımı olumsuz anlamda iki yana sallarken değiştiğimin farkındaydım ama değişimin beni neden bu hale getirdiğini anlamıyordum. İçimde gizlenen bütün isteklerim ortaya mı çıkmıştı?

"İyi misin?" diye sordu Bartu diğer taraftan. "Kızardın." Sonra masanın üzerinden bana doğru eğildi ve Ekip'i gösterdi. "Eğer sıkıntı onlarsa direkt söyle, planı boş verelim."

Yankı dışında hepsinin gözleri bana endişeyle döndü ama Yankı ya bir şeyleri kavradı, bakışlarımdan anladı ya da benimle konuşmayı sonraya sakladı. "Hayır, hayır," dedim Bartu'ya dönüp. "Sanırım biraz başım döndü, o yüzden."

"Tamam…" Yankı gözlerini haritaya çevirirken dudaklarının kenarında ufak bir tebessüm gördüğüme emindim ama başını yeniden kaldırdığında o ifade yoktu. "Sen, müzayedede altın bir küpeyi satın alacaksın. Epey eski ve yadigâr bir küpe. Olabilecek en yüksek parayı teklif et, karşına kim çıkarsa çıksın iki mislini vermelisin."

Boş bulunup, "İyi de, benim o kadar param yok ki," dedim. Koza kahkaha attığında dayanamayıp Işık'la Mutlu da güldü.

Yankı parmaklarını burnunun kemerine bastırarak sırıttı. Koza bize doğru yürüyerek, "Akıllı kızım," dedi alayla. "Amacın o küpeyi satın almak değil, adamın dikkatini çekmek. Sadece bunu yap. Onun zaten dikkatini çekeceksin, seninle konuşmak isteyecek."

"Hediyem bu küpe mi?" Sıkılgan bir nefes verdim. "Eğer öyleyse onu çalabiliriz, neden can yakıyoruz?"

"Sadece akışa bıraksan?" Koza gülmeye devam etti. "Fakir gibi davranmamaya da dikkat et." Ardından Işık'ın arka tarafına geçti ve çekinmeden ellerini onun omzuna yerleştirip saçlarını geriye doğru attı. "Senin hiçbir şeye dikkat etmene gerek yok, Nil, bana dikkat et yeter."

Mutlu Koza'nın eline vurdu, itekledi. Koza bir kez daha elini koyduğunda Mutlu uzanıp ısırmak için hamle yaptı. Bu Koza'yı kaçıran hareketti.

Yankı, gözlerini Lâl'e çevirmeden, "Sen müzayededeki herhangi başka birisin," dedi işaret ederek. "Ben ya da Koza sana emir verene kadar yerinden kalkma." Koza, alayla güldü, Yankı gözlerini devirdi. "Tamam, ben emir verdiğimde," haritadan bir oda gösterdi, "olabileceğin en hızlı şekilde şu odaya gideceksin. İçindeki bütün dosyaları alıp yine en hızlı şekilde oradan çık çünkü birkaç dakikan olacak. Oda ve bu koridor insan ısısını kontrol ediyor, sadece bir dakika devre dışı bırakılabiliyor. Mutlu onu devre dışı bırakırken bunu halletmen gerekecek." Haritadan uzun bir yol gösterdi. "Bu yolun sonunda seni Bartu bekleyecek, o zamana kadar fişek gibi olmanı istiyorum."

Lâl, "Silahım olacak mı?" diye sordu.

Koza, Yankı'dan önce davranıp, "Hayır," diyerek karşı çıktı. Lâl, Yankı'ya bakmaya devam etti.

Yankı da, "Hayır," dedi. "Senin silahla bir işin yok. Zaten önündeki yolu Bartu temizleyecek. Bunu size ayrı anlatacağım."

Bartu dayanamayıp, "Ya zarar görürse?" diye sordu. "Ya karşısına birisi çıkarsa?"

Yankı'nın korkmasını bekledim ama rahat bir şekilde, "Bu yedi kişide kulaklık olacak," dedi. "Planda aksama olursa birbirimize haber vereceğiz."

"O dosyalar mı hediyem?" diye sordum bu kez de.

"Senin hediyeni güvenmediğim birinin ellerine bırakır mıyım hiç?" diyen Koza, Lâl konusunda yine hiçbir fırsatı kaçırmadığını bana gösterdi.

"Bu kız konuşamıyor," dedi Caner arka taraftan. "Bir şey olursa kulaklıktan bize nasıl haber verecek?" İçten bir şekilde gerçekten bunu merak ettiği için sorsun isterdim ama yüzündeki o alaylı gülümsemeyi gördüğümde Ekip'in vicdansızlığı canımı yaktı. "Yedi kişi değilsiniz, altı kişisiniz, bir de yarım bir insan var. Bu yüzden zarar gören biz olmayalım, Koza?"

Şimdi fark ediyordum. Caner'in aslında kendine rol model seçtiği kişi Koza'ydı. Bu alaylı konuşmaları, hiçbir şeyi ciddiye almıyormuş gibi tavırları… Onun tarafından eğitilirken, ona dönüşmek için her şeyini veriyordu. Fakat Koza bile bu kadarını yapmamıştı, yapmazdı.

Herkesin bakışları Caner'e döndüğünde içimden saniyeler saydım, bir bomba patlayacaktı Sokak Nöbetçileri tarafından çünkü Lâl onların gözbebeğiydi ama...

Lâl kaşla göz arasında kimsenin anlamadığı o zaman diliminde öyle bir koştu ve yumruğunu Caner'in yüzüne öyle bir geçirdi ki Caner ilk önce sarsıldı ardından ayakları tökezledi. Bu sefer başka bir yumruğu daha burnuna indirdiğinde Caner arkasındaki masanın üzerine düştü. Bütün Sokak Nöbetçileri donuk bir şekilde Lâl'e bakarken hiçbirimiz bunu beklemiyorduk çünkü ne olursa olsun her zaman Lâl sahipleniliyordu ve kendisini savunmak yerine onu savunanlar çıkıyordu. Fakat bu kez her şey değişmişti.

Caner gözlerini açıp Lâl'e baktı ve doğrulup Lâl'in üzerine giderken bütün Sokak Nöbetçileri'yle beraber ben de ayağa kalktım. Bartu'yla Mutlu o tarafa doğru adım attı, Yankı kollarını önünde bağladı. Işık ise yüzündeki o sırıtışla Caner'i izledi. O an anladım, Lâl'in bu değişiminde de onun parmağı vardı.

Koza iki grubun da ortasında dururken, "Caner," dedi, burnundan nefesini veren Caner'e bakarak. "Çıkıp elini yüzüne yıka." Caner, Lâl'e bakmaya devam etti, onun yüzünü göremiyordum ama öyle dik duruyordu ki Lâl'i daha önce hiç böyle görmemiştim. "Caner," dedi Koza daha baskın bir sesle. "Çık dışarı dedim."

Caner, birkaç saniye daha Lâl'in yüzüne baktı fakat Koza onu omzundan tutup kapıya doğru iteklediğinde kendine gelebildi. Koza'yla göz göze geldiler sonra o öfkeden dolan bakışlarıyla beraber kapıdan çıkıp gitti.

Lâl bize döndü, rahat bir şekilde gülümsedi. Direkt Bartu'ya baktı ama Bartu, ağzı beş karış açık Lâl'e bakıyordu. Ellerini kaldırıp Bartu'ya bir şey dedi ardından hepimize oturun işareti yapıp sandalyesine yerleşti. "Ne dedi?" diye sordum önümde duran Işık'a. Onların arasındaki bu dili henüz öğrenememiştim.

Işık, "Öğrettiğin gibi yumruk attım, dedi," diye mırıldanırken gururla Lâl'e baktı sonra Bartu'ya döndü ardından bir kez daha Lâl'e… "Bartu, Lâl'e küçüklüğünden beri dövüşmeyi öğretiyordu, Lâl ise buna karşı geliyordu." Gülümsedi. "Aslında öğrenmiş."

"Güzel yumruktu," dedi Koza, Lâl'e bakıp. Bakışlarındaki üstünlük, Lâl'e bakarken daha fazla artıyordu. "Madem bakıcıya ihtiyacın yok, şovunu görevdeyken de göster, ayak bağı olma."

Lâl ellerini kaldırıp Koza'ya da bir şeyler söyledi, aralarındaki işaret dilini o da biliyordu.

Koza sinirlendi. Bunu gördüm çünkü ne zaman sinirlense gözlerini kırpmıyor, birkaç saniye nefes almıyor ardından alayla gülüyordu. Yine aynısını yapmıştı. "Şimdi ne dedi?" diye sordum.

Mutlu açıkladı bu kez. "Siz dokuz kişisiniz, bir de yaralınız var, dedi." Sandalyeye oturdu yeniden. "Kaostan besleniyorum, çok yükseldim. Yükseldiğim yerde yine aklıma Host Bey geldi. Bulutlarda sevişiriz umarım."

Ciddiyetle dinlerken bir anda güldüm. "Mutlu," derken kahkaha attım ve hepsi bana döndü çünkü en olmadık yerde kahkaha atmıştım. Hatta Mutlu bile şaşkınlıkla bana döndü. Onun şaşkın bakışlarına daha fazla güldüm, öyle bir güldüm ki Işık da gülüşüme güldü ve ona Lâl de katıldı. Aslında o kadar da komik değildi. Ya sinirlerim bozulmuş olmalıydı ya da aklımı kaybediyordum. Ya da… siyah… takım elbise… Gözlerim yine Yankı'ya döndü ve Koza'yla beraber kaşlarını kaldırmış şekilde beni izlediklerini gördüm. Gülüşüm kesildi, onu süzdüm ve bakışlarımı kaçırdım. Dudaklarımı büktüm çünkü aramızda aşılamayacak yollar vardı, o yolları ikimiz oluşturmuştuk. Fakat Mutlu'nun yüzü aklıma gelince yine güldüm. Sonra yine sustum. Ve yine güldüm… sonra yine…

"Helin senin aklın nerede?" diye sordu Koza ciddiyetle.

Kendimi tutamayıp, "Mutlu diyor ki," dedim. "Siyah takım elbiseli Host Bey’e yükseliyormuş." Sonra aklımdan geçenle gerçeği karıştırdığımı anladığımda daha fazla güldüm. "Host Bey’e yürüyor, siyah takım elbiseye ben." Sonra elimle ağzımı kapatıp önümdeki suyu kafama diktim. Kafam allak bullaktı. Artık bu kafa aksiyon kaldırmıyordu, sakinlik istiyordum…

Bartu, suyu bitirmeden elimden aldı ve önce koklayıp bir yudum içti. Ardından Mutlu da aynısını yaptı. "Bildiğimiz dümdüz su bu," dedi Yankı'ya dönerek. "Uçakta ne içirdiniz bu kıza? Etkisini yeni gösteriyor."

Işık kıkırdamaya başladığında tek ciddi duran kişi Koza'ydı. Kollarını önünde sıkıca bağladı sonra gözlerini Yankı'ya çevirdi ve onu süzdü. Anlamış olacak ki kaşları daha fazla çatıldı. "Helin," dedi yüzündeki o ciddiyetle. "Göreve odaklan, aklından ne geçiyor? Ciddi ol."

"Diyene bak," dedi Mutlu. "Saatlerdir her şeyla dalga geçiyordun, ne oldu şimdi?"

"Odaklı, odaklı," dedi Işık kıkırdamaya devam ederek. "Hem de epey odaklı. Değil mi Helin? Ah, Helin. Seni en iyi ben anlarım."

Gözlerim Yankı'ya döndüğünde, kendime neden bunu yapıyordum bilmiyordum ama onun gözlerindeki ifade, her şeyi çoktan anladığını bana gösteriyordu. Öyle bir bakıyordu ki, o an, orada sadece ikimiz olduğuna inandım hatta masanın üzerinden ona doğru yaklaşmamak için beni durduran tek şey, parmaklarımla sıkıca kavradığım sandalyeydi.

"Siyah esprisi, değil mi Helin?" dedi Yankı sadece benim anlayacağım şekilde. "O şaka benim de her aklıma geldiğinde böyle oluyorum ama sana olmasını hiç beklemezdim."

Ben yutkunurken Koza bir öğretmen edasıyla, "Anlatın da biz de gülelim," dedi ve Yankı'ya döndü.

Yankı onu umursamadı bile. Sokak Nöbetçileri'nden konuyu belki de anlayan tek kişi Işık'tı, imayla Koza'ya bakıp hiç beklemediğim bir şey söyledi. "Bizim sarı esprisi gibidir belki," dedi. "Sarıyı her düşündüğümüzde biz de çok gülüyoruz."

"Ha?" Yankı gözlerini Işık'a çevirdiğinde onun da bilmediği bir şeyler olduğunu anladım. Sonra Koza'ya döndü bakışları. "Sarı esprisi mi?" Yine Işık'a baktı. "Bizim espri anlayışımızla sizin espri anlayışınız umarım aynı değildir."

Koza Işık'a bakarken ne yapacağını şaşırmış gibiydi. "Eğer," dedi. "Espri anlayışlarımız aynıysa," bana baktı ve kaşları çatıldı ardından Işık'a dönüp gülümsedi. Yankı'yla göz göze geldiklerinde ise afallamış gibiydiler. "Eğer espri anlayışlarımız aynıysa sıkıntı çok büyük, Sonuncu. O kadar da değil."

"O kadar da değil, Koza," dedi Yankı da aynı şekilde. "Hiç sanmam espri anlayışımızın aynı olduğunu." Sonra ikisi de birbirine bakıp aynı anda bakışlarını kaçırdılar. Bu Işık'la beni güldürdüğünde diğerleri bize boş boş bakıyorlardı.

Bartu dayanamayıp, "Anlamadım ben şimdi," dedi. "Siz tablo filan mı boyuyorsunuz? Resim mi yapıyorsunuz? Ne bu renkler? Ne bu şifreler?"

"Tablo mu?" diyerek Yankı'yla aynı anda lafa atladığımızda, Işık'la Koza'da aynı anda, "Resim mi?" dedi.

Mutlu ellerini dehşetle yüzüne yerleştirip, "Anlamıyorum," diye bağırdı. "Anlamıyorum. Şu an anlamıyorum. Ama ortada beni inanılmaz delirtecek bir muhabbet döndüğüne eminim. Ama anlamıyorum." Ellerini saçlarına geçirdi. "Siyah, sarı. Siyah, sarı. Siyah, sarı." Ellerini başına vurdu. "Aklıma iki şey geliyor. Birincisi İstanbulspor renkleri, ikincisi, dibi gelmiş sarışın kadın."

"Düşünsen de bulamazsın bence," dedi Işık Koza'ya bakmaya devam ederek. "Çünkü senin güleceğin bir espri değil."

Mutlu korkuyla Işık'a baktı. "Bu tarz bir espri benimle Bartu arasında geçmiş midir?" diye sordu, bunu sorduğu anda dördümüz de güldük. Yankı'yla Koza da güldüklerini fark ettiklerinde birbirlerine ters ters baktılar. "Geçsin isterim… Baksana Helinski'yi sarhoş ediyor bu espri. Beni de böyle yapmalı."

"Mutlu'm sıkıntı yapma," dedi Bartu. "Seninle biz tek renkle değil, bütün renklerle espri yaparız be! Yeter ki gülüşlerimiz solmasın." Bu sefer daha fazla güldük, Koza'yla Yankı da kendini engelleyemedi. Aslında Yankı'yla Koza'nın birçok konuda ortak fikirlere sahip olduğunu düşünürsek… Gerçekten böyle bir benzerlik olabilir miydi? Daha neler…

Odanın kapısı çaldığında Koza gülerek, "Gel," dedi ve içeriye daha önce hiç tanımadığım bir adam girdi. Direkt olarak Koza'yla Yankı'ya bakarak içeriye doğru adım attı ve başıyla selam verdi.

"Efendim," dedi itaatkâr bir şekilde. "Müzayede için her şey hazır, istediğiniz gibi. Sizi bekliyoruz."

Koza, onaylayıp başıyla adamın çıkması için işaret verdi. Adam çıktığında ellerini birbirine çarpıp, "O halde hazırız?" dedi, sonra Yankı'ya döndü. "Bir sıkıntı yoksa?" Yumruğunu kaldırdı ve Sokak Nöbetçileri'ne doğru uzattı, yumruklarını çarpmalarını bekledi. İlk tepki elbette ki Işık'tan geldi. Onun arkasından Mutlu da çarptı ve Bartu da. Bana döndüğünde karşılığını verdim. Lâl'i pas geçti, onu görmezlikten geldi ve Yankı'ya uzattı yumruğunu. "İlk değil ama son defa, ortak. Birlikte miyiz?"

Yankı yumruğunu vurmadan önce, "Ben de dahil yedi kişiye zarar gelmeyecek, söz verdin, söz verdim," dedi güven vererek ve onay bekleyerek. Koza, birkaç saniye düşündü ardından başıyla onayladı. Yankı, Koza'nın eline baktı. Aklından ne geçtiyse, aynısını söyledi, bunu hissettim. "İlk değil, ortak," dedi, yumruğunu yumruğuna çarptı. "Biz birlikteyiz." Son defayı katmadı.

Aralarında anlamlı bir bakışma geçti. Bu bakışmanın adı güvendi. Ne olursa olsun, birbirlerine güvendiklerini o an net bir şekilde gördüm ama güven, ikisine de zarardı ve ikisi de bunun farkındaydı.

***

Gözlerimi onun üzerinden alamıyordum. Bu çok saçmaydı. Bu gerçekten çok saçmaydı ve bana ne olduğunu bilmiyordum ama içimdeki bütün sesler ortaya çıktığında ve onlara itaat ettiğimde Yankı'ya karşı koyamıyordum. Bir yandan onun o güzel yüzüne tırnaklarımı geçirmek istiyor, bir yandan da... Bu, hiç olmaması gereken yerde başıma gelmişti. İşin tuhaf kısmı, susturmak istesem de susturamıyordum.

Müzayedeye gelmemizin üzerinden yarım saat geçmişti. Yedi kişinin de kulağında kulaklık vardı ve tek konuşup duran Bartu'ydu. Işık arada sırada Mutlu'ya laf atıyordu ama yanımda oturan Mutlu kendini benim kocam rolüne öyle bir kaptırmıştı ki duruşu, bakışları kendine hayran bırakıyordu.

"Hanım." Bir de şu kelimeyi ortaya çıkarmasaydı… Gözlerimi devirerek Mutlu'ya baktım, kaşları çatıktı. "Şuradan su uzat bakalım." Maço adam rolünü oynuyordu, nedeni belirsizdi. Canı böyle istemişti.

Müzayedede masalar beşer kişilikti ve bizim hemen yanımızda da bir çift oturuyordu. Herkes o kadar şıktı ki Işık ilk başta üzerimdeki elbiseyi verdiğinde söylenip durmuştum ama şimdi diğerlerinin yanında geri kaldığımı anlıyordum.

Kırmızı, göğüs dekoltesi derin bir saten elbise giydirmişti, kolları dirseklerime kadar geliyordu. Yere kadar uzanıyordu fakat öndeki yırtmacı o kadar derindi ki yürüdüğümde rahatsız hissetmeme neden oluyordu. Işık, “Zaten hep oturacaksın,” dese de sonrasında olası bir çatışma durumunda ne yapacağımı sorduğumda, “Yankı'nın takım elbisesini giyersin artık,” deyip gülmüştü. Gülüşü imalıydı. Ayağımdaki siyah topuklu ayakkabılar da yine onun eseriydi.

Neyse ki saçlarıma ve yüzüme dokundurmamıştım. Sıkı bir şekilde yarım atkuyruğu yapmak bile yetmişti. Koza gördüğünde, “Zengin görünmüşsün,” diyerek benimle dalga geçmişti. Mutlu, “E bu çok seksi olmu,” deyip yüzünü buruşturmuştu. Bartu içindeki o geri kafalı adamı durduramadan üzerime takım elbisesinin ceketini vermişti. Elbette ki kabul etmemiştim. Lâl ise üzerine giydiği siyah şık elbisesiyle benim gibi somurtmuştu.

Yankı... O uzun bir süre yırtmacı incelemiş sonra da, “Yırtılır bu,” diye diretmişti. Işık ciddiyetle yırtılmayacağını anlatsa da Yankı beni incelemekten başka hiçbir şey yapmamıştı.

Neyse ki burada kadınlar benden daha abartılıydı. Lâl de benim gibi siyah saten bir elbise giymişti ama o yüzündeki memnuniyetsizliği öyle bir belli ediyordu ki iki masa ötemizde beş karış suratla sahnedeki adamı inceliyordu.

Açık artırma hızlı bir şekilde devam ediyordu. Bartu dışarıdaki adamları hallediyordu, kulaklığımızdan sesi geliyordu ayrıca Ekip'in üyelerine ettiği küfürleri de duyuyorduk. Yankı onu hepsinin lideri yaptığında az da olsa durulmuştu fakat bir anda bağırma sesi kulağımıza dolduğunda olduğum yerde irkildim. "Lan havuç! Sana demedim mi adamları bayıltmadan gelme diye! Hayatında hiç bayıltma yumruğu atmayı öğrenmedin mi sen?" Caner ne dediyse daha çok bağırdı. "Ulan tarlasına koyduğum, adam yüzüme tükürdü her yerim kan oldu!"

"Aşkım, sakin olur musun lütfen? Herkes sana bakıyor…" Mutlu başını eğip konuştuğunda bana söylüyormuş gibi görünüyordu ama aslında konuştuğu kişi Bartu'ydu.

"Kaç yıllık evlisiniz?" Yanımdaki kadın, açık artırmadan sıkılmış olacak ki dönüp benimle sohbete giriyordu, zaten eşinin zoruyla geldiği ortadaydı. Tabağımın önündeki isimliğime baktı. "Şükriye Hanım?"

Işık'ın kahkahasını duydum kulağımda. "Bir Şükriye olmadığın kalmıştı, Helin."

Kaşlarım çatıldı ama yüzüm Işık'a dönüktü. Arka tarafımızda garson olarak duruyordu. Elimi kaldırdım ve onu yanıma çağırdım ardından beni izleyen kadına döndüm. "Beşinci senemizi doldurduk," dedim Mutlu'yu göstererek.

"Aslında…" Kadın çekimser bir nefes verdi. "Eşinizin adını duymuştum. Kendisi ünlü bir doktor diye biliyorum… Başını eğip onun isimliğine baktı. "Doktor Emin Berkay Timur Gözcüoğlu." Bu adı gördüğümde gülmemek için kendimi zor tutmuştum, yine aynısını yaptım. "Estetik doktorusunuz, değil mi?"

Bakışlarım yine Yankı'yla Koza'ya döndü. Koza dudaklarını birbirine bastırmış Mutlu'ya bakıyordu ve o da gülmemek için kendini zor tutuyordu. Yankı ise direkt beni izliyordu. İkisi de sahnenin hemen aşağısında, birisi bir köşede diğeri bir köşede ayaktaydı. Ellerini önlerinde birleştirmişlerdi, gözlerini bile kırpmıyorlardı. Koza, Mutlu'nun adını bilerek böyle uzun tutmuştu, gerçekten de Emin adında bir estetik doktoru vardı fakat böyle uzun ismi yoktu…

Dirseğimle hafifçe Mutlu'yu dürttüm. "Kocacığım," dedim Mutlu'ya doğru. Kıvırcık saçlarını arkada sıkı bir şekilde toplamıştı. Mutlu'yu tanıdım tanıyalı onu ilk defa bu kadar karizmatik görüyordum ama kendisi her an üzerini yırtacakmış gibi duruyordu çünkü boğulmuştu, boynundaki kravat beni çıkar artık diye bağırıyordu.

"Kocacığım," dedi Koza ağzımı taklit ederek. Yeniden gözlerim ona döndü, eliyle ağzını kapatmıştı. "Sonuncu gözlerini kapattı, kendisini hayal ediyor bu kelimenin ardından. Buradan ona sesleniyorum, ancak rüyanda Helin'le evlenirsin, Sonuncu. Ancak rüyanda."

Yankı da eliyle ağzını kapattı. "Helin her ihtimale karşı yanınızdaki kadına dikkat et," dedi emir vererek. "Sizi çok inceliyor."

"Helin'i kıskanıyor," diyen Işık homurdandı. "Çünkü çok güzel ve seksi oldu. İncelemesinin nedeni o."

"Evet hanımefendi, estetik doktoruyum," dedi Mutlu kadına doğru. "Zaten bu uzun isimle doktor olmak zorunda kalmışım gibi, değil mi?" Kadın gözlerini kırpıştırdı, bir kez daha Mutlu'yu dürttüm. "Doktor şakası. Genelde komik olmaz, aldırış etmeyin."

"Ah, Emin Bey," dedi kadın benim üzerimden Mutlu'ya eğilerek. "Kalça kaldırma ameliyatı da yapıyor musunuz?"

"Sıçtık," dedi Işık. "Mutlu sakın kadınla dalga geçme, sakın kalkıp götünü gösterme ve sakın onun hakkında yorum yapma. Profesyonel ol."

Mutlu muzip şekilde gülümseyince kadın da gülümseyerek geri çekildi.

"Nil," dedi Koza. "İkizinle aynı kalçalara sahipmişsin gibi konuşma, o gösterse ne olacak ki…"

"Oha," dedi Mutlu gözlerini Koza'ya çevirerek. "Sen benim ikizimi mi inceliyorsun?" Sonra biraz daha gözlerini açtı. "Bir de benim götümü de mi inceledin?"

"Lan yavşak," diyen Bartu bir yandan da bir şeyleri deviriyordu. "Lan abartma Kelebek. Lan havuç, şu uzaktakine git, turşu, sen de şunu indir, köfte suratlı," Bartu, Ekip'in üyelerine lakaplar takmıştı, dakikalardır bunları dinliyorduk, "oğlum adamın kucağından insene."

"Abartma, Koza." Yankı da bakışlarını Koza'ya çevirdi. "Bokunu çıkarmayın, profesyonel olun. Ciddi olun." Durmadan tekrar ettiği buydu…

"Pardon, bir terbiyesizlik mi yaptım?" Kadın utangaç bir şekilde geriye çekildiğinde Koza gülümseyerek bizi izliyordu.

"Nil," dedi Koza kimseyi umursamayarak. "Sana böyle buradan saatlerce yürürüm, bu yanındaki saplar da bizi engelleyemez. Kulağına fısıldıyormuşum gibi hisset, güzel kız. Olur mu?"

"Kabul ediyorum," dedi Işık. Bakışlarım ona döndüğünde bir kez daha elimi kaldırıp onu çağırdım. Bu sefer Işık geldi. Ondan bir bardak şampanya daha istediğimde üçüncüdeydim.

"Hızlı gitmiyor musun aşkım?" Mutlu'nun sorusuyla beraber kendimi yine gülmemek için zor tuttum. "Gece seni taşımak istemem."

"Ah, bebeğim," dedim Mutlu'ya bakarak. Elimi yüzüne yerleştirdim ve yanağını okşadım. "Sen bana kıyamazsın ki." Kadın bizi izlemeye devam etse de neyse ki geriye çekilmişti ve ona dikkatimizi vermeyeceğimizi anlamıştı.

"Benim minik elmalı pastam," dedi Mutlu çirkin bir lakapla. "Benim ballı ekmeğim. Benim kapı kolum, sokak lambam, kaldırımım," diye devam ettirdi.

"Lan," dedi Yankı'nın sert sesi. "Profesyonel ol, abartma."

"Profesyonel olarak sokak lambam," dedi bu kez Mutlu. "Ciddi kapı kolum. Nasılsın?"

"Nil," dedi bu kez Koza. "Dilim damağım kurudu, bana bir bardak su bir de kuruyan dudaklarımın üzerine bir şeyler verir misin?"

"Yumruğum gibi mi yavşak Koza?" Bartu bu kez de turşular diyerek sinirlenmeye devam etti.

"Yankı," diyen Mutlu eliyle ağzını kapattı. "Bu Kelebek devam ederse çekinmem, soyunup masanın üzerine çıkar, Pembe Panter’li kıçımı herkese gösteririm."

"Yeter." Yankı, elini boynundaki kravata geçirdi ve birazcık gevşettiğinde boynundaki damarlar açığa çıktı. "Herkes ciddi olsun, tadını kaçırmayın. Profesyonel olun." Yine yine ve yine...

"Kimse kendi çizgisinin dışına çıkmıyor," dedim, bunu neden söylediğimi bilmeyerek. Bakışlarım Mutlu'daydı ama aslında Yankı'ya söylüyordum. "Bence sen bunu sürekli kendine hatırlatıyorsun Yankı, bilmem farkında mısın?"

Mutlu'nun dudakları aralandı, Koza çekinmeden kahkaha attı. Yankı'nın tarafından hiçbir ses gelmedi ama mikrofondaki adam dikkatleri üzerine toplamak istediğinde sırtımı dikleştirdim ve bakışlarımı o tarafa çevirdim. Yankı beni izliyordu, biliyordum ama bu sefer de ben ona bakmadım. Hatta bacak bacak üstüne atıp dudaklarımı şampanya bardağında gezdirdim ve bir süre öyle oyalandım. Ardından tek seferde içtim.

"Yavaş Helin. Yavaş." Yankı beni uyardı ama ne için uyardı, bilmiyordum.

Önemli olmayan açık artırmalardan sonra Yankı'yla Koza'nın söylediği değerli eşyaların satışı başlamıştı. Bu yüzden, peşinde oldukları adam bizzat sahneye çıkacaktı ve eşyalarını kendisi tanıtacaktı.

Mikrofondaki orta yaşlı adam, "Sayın konuklarımız," diyerek yine bize hitap etti. "Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Kazancın bir kısmı kimsesiz çocuklar yararına bağışlanacak, geriye kalanla da okullar yaptırılacak."

"Hep böyle derler," dedi yanımda Mutlu ağız ucuyla. "Değil çocuklara harcamak, çocuklara bir şeker bile almazlar."

"Bu davete ev sahipliği yapan, ünlü iş insanı Sadık Orhan Denizci'yi buraya davet ediyorum!" Alkış koptuğunda birkaç kişi ayağa bile kalkmıştı, tek alkışlamayan ben, Lâl ve Mutlu'ydu. Bu insanların gözünden kaçmazdı ama söylendiği kadar kötü bir adamsa, rol gereği bile olsa onu alkışlamazdım.

Birkaç saniye içerisinde siyah perdenin arkasından bir adam çıktı ve dikkatimi ilk çeken cam gibi mavi gözleri oldu. Koyu sarı saçları vardı ve yer yer beyazlamıştı. Sakalları da kumraldı. Ellilerinin başlarında olmalıydı ya da kırklarının sonlarında ama uzun boyu, fit vücudu onun daha küçük görünmesine neden oluyordu. Dimdik yürüyordu, çenesi havadaydı ve gözlerinde büyük bir kibir vardı. Bu insanlar nasıl olurdu da bunu görmezdi?

Sakin, kendinden emin adımlarla mikrofona doğru yaklaştıkça onun bakışlarındaki ifadeyi Koza'ya benzetmiştim. Dudaklarındaki hafif gülümseme bile Koza'nın o alaylı gülümsemesine benziyordu. Belki de sarışın olduğundan ötürüydü bilinmez ama direkt Koza'ya bakmıştım. Onlar Yankı'yla birbirlerine bakıyorlardı, sonra iç sesimi duymuş gibi gözlerini bana çevirdiler.

Sadık Orhan, kısa bir teşekkür konuşması yaptı. Sesi de sakindi. Ne iniyordu ne çıkıyordu ama gözümden kaçmayan detay, gerçekten de bütün konukları tek tek incelemesiydi. Birkaç kez göz göze gelmiştik ve bu öylesine bir bakış değildi.

Satılacak eşyalardan bazılarının onun için çok önemli olduğundan söz etti. O an küpelerin onun için önemli olduğunu anlamıştım, Koza da bana başını salladığında mesajı almıştım.

Satılan ilk ürün, altından bir çiçekti. Sadık Orhan, bunun onun için değerinden bahsetmedi ama satılırken gözlerindeki mutsuz ifadeyi görmüştüm. Sonra bir yüzük satıldı ve onun arkasından bir tablo. Tablo satılırken Yankı'yla göz göze gelemeden duramadım, o ise sabit gözlerle beni izlemeye devam ediyordu.

Birkaç eşyanın ardından Koza'nın bahsettiği küpeler sahneye geldiğinde, Yankı bir kez gözlerini kırptı ve bunun benim ürünüm olacağını anladım.

Satışı yapan adam yerine Sadık Orhan, direkt mikrofona uzandı. "Bu küpeler," dedi diğer adamın elindeki camdan fanusun içindeki küpeleri göstererek. "Oldukça değerli inci küpeler. Maddi değeri bir yana, manevi değeri de çok yüksektir. Kime giderse, büyük bir şefkatle taşımasını isterim." Başını eğdi, geriye doğru çekildi.

Satışı yapan adam, "Beş bin üzerinden açıyorum!" dedi ve bir kez tokmağa vurdu.

Bir anda birkaç kadın ellerindeki bayrakları kaldırdığında onların dikkatini çekenin küpeler mi yoksa Sadık Orhan mı olduğunu anlayamadım. Sadece yanımdaki kadın, "İnci küpeler, harikalar," dediğinde küpelerin aslında çok güzel olduğunu fark etmiştim.

"On bin!" dedi adam herkes fiyatlarını belirledikten sonra.

"Helin," dedi Koza öksürerek. "Neyi bekliyorsun? Yirmi bin teklif et."

Mutlu gözlerini açıp bana baktı ve başıyla işaret verdi. Sonucunda ne olacaktı? Gözlerim Yankı'ya kaydı, onun güven veren turkuaz gözleri bir kez kapanıp açıldığında önümdeki bana ait iki haneli bayrağı kaldırıp, "Yirmi bin!" dedim.

Orhan direkt bana döndü hatta dakikalardır ilk defa bakışlarındaki ifade değişti.

"Yirmi iki bin." Arka taraftan bir kadın dahil olduğunda gözlerim ona döndü. Zengindi, bu her halinden belliydi ama asıl amacının Orhan olduğu da ortadaydı.

Koza'nın ya da Yankı'nın söylemesini bile beklemeden, "Otuz bin!" dedim.

Satışı yapan adam, "Otuz bin!" diyerek tekrar etti. "Otuz bin! Yetmiş beş numaradaki hanımefendi otuz bin teklif ediyor. Bu güzel inci küpeler ona gidecek gibi görünüyor."

"Otuz beş bin." Yine aynı kadın lafa atladığında gözlerimi devirdim.

"Elli bin!" Mutlu gözlerini kocaman açarak bana baktı, Yankı'yla Koza bile şaşırmıştı. Orhan sadece beni izliyordu, ne gördü bilmiyordum ama gözlerini benim üzerimden ayırmıyordu.

Mutlu eğilerek, "Onun dikkatini çekti, Yankı," dedi. "Gözlerini Helin'in üzerinden ayırmıyor."

"Daha fazlasını yap," dedi Koza.

"Hayır," dedi Yankı. "Bu kadarı yeterli."

"Elli iki bin," dedi yine aynı zengin kadın. İşi inada mı çevirmişti? Gözlerim ona döndü, öfkeyle bana baktığını gördüm.

Gülümsedim, bir kez daha elimdeki sayıyı havaya kaldırdım. "Altmış bin!" O kadar rahat ama bir o kadar da istekli görünüyordum ki bütün konukların gözleri bana çevrilmişti.

"Ah," dedi Mutlu eğilerek. "İşte şimdi herkesin dikkatini çektik arkadaşlar, sıçtık, bok kokuyor ortalık."

"Siktir, Helin, yeter," dedi Yankı kaşlarını çatarak.

"Profesyonel olalım lütfen," dedim küpelere bakıp ağzımı oynatarak. Sonra Orhan'ın ağzımı okuyacağı şekilde, "Onları çok istiyorum," dedim.

Ben bunu yapar yapmaz Sadık Orhan satış yapan adamın omzuna dokunup kulağına bir şeyler söyledi. Satış yapan adam emin olup olmadığını anlamak için gözlerini ona çevirdi ama Sadık onayladığında satış yapan adam hızlı bir şekilde tokmağa vurdu. "Yetmiş beş numaradaki hanımefendi altmış bine bu güzel küpelerin sahibi oluyor! Ayrıca Sadık Bey bu cömert tekliften ötürü, hanımefendiye hediye de verecek." Satışı yapan adam başını bana salladığında ben de bir kez ona salladım.

"İşte bu kadar," dedi Koza, rahat bir sesle. "Şimdi onun sana ulaşmasını bekleyeceğiz. Çatışma çıkmasına gerek kalmayacak."

"Hediyem ne?" diye sordum direkt Koza'ya bakarak.

Koza sessiz kaldı. Bartu'nun sesi kulaklarımıza doldu. "Dışarıdaki herkesi hallettik, Ekip'ten birkaç kişi de bayılmış, nasıl bayıldılar inanın bilmiyorum." Büyük ihtimalle Bartu'yu sinirlendirmişlerdi.

"Şimdi," dedi Yankı Bartu'ya. "Dosyaların olduğu koridoru temizle, bitince ilk önce Mutlu'ya haber ver. Mutlu sistemi devre dışı bıraktığında Lâl oraya gidecek." Ardından gözleri Işık'a büyük bir imayla döndü. "Henüz senlik bir şey yok, Işık."

"Dosyalar alındıktan sonra bu salona geri dönecek," dedi Koza, Lâl'in adını ağzına almayarak. "Bunun iki sonucu olabilir. Ya Orhan bir şeylerden şüphelenmiş olacak ve çatışma çıkacak, ki bu en düşük ihtimal ya da direkt Helin Orhan'ın yanına çağırılacak." Ardından Koza ciddi ifadesini bıraktı. "Bu aralıkta," dedi ve elini kaldırıp çekinmeden uzaktaki Işık'ı yanına çağırdı.

"Profesyonel ol, ciddi ol," dedi Yankı bir kez daha. "Abartma."

Işık, ikiletmeden Koza'nın yanına giderken Mutlu olduğu yerde hareketlendi ama onun kolunu tutup durdurdum. "Hesabını sonra sorarsın."

"Ama bu Kelebek, bilerek bize her şeyini dinletecek," dedi Mutlu dişlerini sıkarak.

Işık onun yanına gittiğinde Koza, "Ben hayatımda daha önce hiç bu kadar güzel bir garson kız görmemiştim," dedi gözlerini büyülenmiş gibi açarak. "Bunu söylemek için sizi yanıma çağırdım hanımefendi."

Bakışlarımı onlardan ayırdım ve Yankı'ya çevirdim yeniden. Kaşları çatık bir şekilde Koza'yı izlerken yavaşça bana döndü, bir kez daha göz göze geldik. Ben ondan bakışlarımı ayırmadım, o da benden ayırmadı. Baştan aşağı bir kez daha onu incelediğimde parmaklarım şampanya bardağının ağzının etrafında gezindi.

Simsiyah takım elbise. Derli toplu saçları. Yüzünde geçmek üzere olan yara izleri. Kirli sakalları. Kemikli yüzü. Simsiyah takım elbisenin ortaya çıkardığı turkuaz gözleri. Öylesine yakışıklı görünüyordu ki, bu zamana kadar ona bakmıyor muydum diye bir kez daha düşünmek zorunda kaldım.

Gözleri kısıldı, dudağımı ısırdığımı o an fark etmiştim. Elini kaldırdı, çenesini tuttu, parmakları çenesinde gezindi. Benim de elim boynuma doğru gitti ve parmaklarımı Işık'ın boynuma taktığı o ince kolyede gezdirdim. Geri bırakırken onun parmaklarını hissetmek istemem, hem de şu an bu, aptallıktı. Ama bütün bu aksiyonun içinde, karşımda duran bu adamı defalarca öpmüş olsam bile bu sefer daha farklı öpebileceğimi biliyordum, bu sefer daha farklı dokunmak isteyeceğimden emindim.

Elini cebine attı, telefonunu çıkardı ve parmakları tuşlarda gezinirken dudaklarında silik bir tebessüm oluştu. Yanımda oturan Mutlu, Işık ve Koza'ya laf atıyordu hatta yerinde zor duruyordu ama o an, onlar umurumda bile değildi. Kavga edebilirlerdi, Mutlu iç çamaşırını gösterebilirdi, her şey mahvolabilirdi.

Akıl kaybetmekse, şu an aklını kaybetmiş bir Helin'dim. Aslında aklım da başımdaydı. Ben hepsiydim.

Önümdeki telefona mesaj geldi, onun adını gördüm ve elime alıp kilidi açtım.

LİDERİN:

Şu an, her şeyinle aklımı durduruyorsun ve bana böyle bakmaya devam edersen, hiçbir şeyi umursamayacağım.

Gülümsedim, dilimi yavaşça dudağımda gezdirdim ve bakışlarımı ona çevirip kaşlarımı kaldırdım. Beni inceledi, yutkundu, eli ensesine doğru gitti, bakışları göğüs kafesime doğru kaydı. Parmakları tuşlara daha sert bastı.

LİDERİN:

Aklımı durdurman, benim uslu duracağım anlamına gelmez.

Daha geniş bir şekilde gülümsedim. Elimi çeneme yerleştirdim, serça parmağımı dudaklarımın arasına yerleştirdim ve yavaşça emdim. Yankı'nın bakışları tamamen değişti. Benden gözlerini ayıramazken diğer elimle yavaşça mesajı yazdım.

Siyah rengini neden sevdiğini şimdi daha iyi anlıyorum, Yankı.

Mesajı okudu, gözlerini bana çevirdi. Mesajı devam ettirdim.

Siyah rengini kendimde de sevdim, Yankı. Ama sen görmedin.

Dudakları aralandı, bana baktı, o an zaman algısını bile kaybetti, biliyordum. Durmadım, o vurucu darbeyi yaptım.

Profesyonel ol, Yankı. Ciddi ol. Şu an önemli bir görevdeyiz.

Fakat Yankı mesajı bile okumadı. Telefonu cebine atıp, "Helin," dedi direkt kulaklıktan bana. Herkes duydu ama umursamadı. "Benimle gel. Sana göstermem gereken bir yer var. Özel."

Koza'nın gözleri Mutlu'nun ona olan laflarının arasından bile bize döndü. "Nereye?" diye sordu Yankı'ya doğru.

"Açık artırma hâlâ devam ediyor ama bizim işimiz bitti," dedi Yankı gözlerini benden ayırmazken. "Kulaklıklarımız takılı, bir şey olursa haber verirsiniz, beş dakikaya geliyoruz."

"Ama nereye?" diye sordu bir kez daha.

Yankı onu umursamadı bile. Başıyla bana işaret verdiğinde kalbimdeki o atışları dizginleyemeden sandalyeyi itekledim ve çıktığı merdivenlere doğru ilerledim. Koza gözleriyle bizi izlerken, Işık'ın onun dikkatini dağıtmak için bir şeyler söylediğini duyabiliyordum. Belki de onun kuyusunu kazacağımızdan şüpheleniyordu ama öyle bir durum söz konusu bile değildi.

Merdivenlerin son basamağından çıktığımda uzun bir koridorda yürüdük. Beş adım uzağımdaydı ama dik omuzları ve dik başı onun arkasından yürürken ayaklarımın birbirine dolanmasına neden olmuştu heyecandan. Sorgulamadım çünkü onun da sorgulamasını istemedim. Koridordaki birkaç insan bana baktı ama onları umursamadım.

Yankı sol taraftan bir kapıyı açtı, geçti ve açık bıraktığı kapıdan benden girdim. Bu koridor daha ıssızdı, birkaç kişi köşelerde oturuyordu. Yankı başka bir kapıdan daha geçtiğinde arkasından daha hızlı yürüdüm ve geçtiği kapıdan içeriye girdiğimde küçük bir mutfaktaydım. Fakat Yankı yoktu. İleriye doğru yürüdüğümde bir anda kapı kapandı. Kapıyı kapattığı gibi kilidi çevirdi. Önce kendi kulaklığını kulağından çıkardı, düğmesine basıp devre dışı bıraktı.

"İnsanların kokain hazırladığı özel mutfak," dedi gözlerimin içine bakarak. Odanın içi karanlıktı, pencereden sokak lambasının ışığı vuruyordu, bu ışık bile kanımı alevlendiriyordu. "Bu yüzden kameralar yok." Bir kez daha kapıyı kilitledi. "Ve kapı kilitleyken kimse rahatsız etmez."

Siyah tezgâhın üzerinde tabaklar vardı fakat bunlar göstermelik olmalıydı. Bu denli büyük bir yalıda böyle küçük mutfak olmasının nedeni ortadaydı. "Yankı," dedim, ismini söylediğim anda işaret parmağını dudaklarına götürüp beni susturdu ardından kulaklığımı işaret etti. Kapının eşiğinden ayrılırken geriye doğru yürüdüm, kalçam tezgâha çarptı. Önümde durduğunda kısık bir sesle, "Dikkatli olacağız," dedi. "Profesyonel olacağız," diye devam ettirdi delirmiş gibi. "Kulaklık hep birimizde takılı olacak. Her şeyi kontrol edebiliriz ama birbirimizi kontrol etmeyeceğiz."

Kalçamı tezgâha daha fazla yaslayarak yutkundum ama Yankı bir anda bana doğru yaklaştı, bir kolu belimi kavradı, kendini bana yasladı. Burnu burnuma çarptı, "Sana bir keresinde mutfaktan bahsetmiştim, hatırlıyor musun?" diye sordu. Başımı bir kez aşağı yukarı salladığımda beni kendisine daha fazla yasladı, belimde duran parmakları daha derine saplandı. "Güzel."

Kulaklıktan Mutlu'nun söylenmelerini, Bartu'nun küfürlerini işitebiliyordum ama öylesine odaklanamıyordum ki. Çünkü Yankı'nın turkuaz gözleri karşımdaydı.

"Çok az bir zamanımız var, biliyorum yetmeyecek," dedi sanki çok profesyonelmiş gibi ama ses tonu bile ciddiyetten uzaktı ve beni ateşe davet ediyordu. "Ama bugün bana öyle bir baktın ki…" Kendini bana yasladı, diğer eli tezgâhın kenarına tutundu. "Bugün bana defalarca öyle bir baktın ki." Başını iki yana salladı. "Bugün ben sana öyle bir dokunmak istiyorum ki, bugün ben seni öyle bir hissetmek istiyorum ki." İki bacağının arasındaki sertlik bacağıma dokundu. "Bana sadece bunu göster, bir kez daha göster."

Çok kısa bir andı ama ilk defa kendimi dizginlemedim ve onu boynundaki kravatından tutup kendime çektiğimde dudaklarım dudaklarının üzerine kapandı. İlk defa onu ben öptüm hem de bütün isteğimle ve ateşimle. Duraksadı, turkuaz gözleri bana baktı sonra ikimiz de aynı anda gözlerimizi kapattık ve günlerdir onu öpmediğimin farkında olarak büyük bir açlıkla dudaklarının tadını almak istedim, o da aynısını yaptı.

Üst dudağı, iki dudağımın arasındayken dilini hissedebiliyordum. Ardından dişleriyle dudaklarımı çekiştirdi ve onun da benim kadar olmasa da alkol aldığını fark ettim. Nefesini ağzıma doğru verdi, sırtımdaki parmakları aşağıya doğru indi, kalçalarımın altına kaydı. Diğer eli de bir anda kalçamı kavradığında kendimi ona yasladım, boynundaki kravatı elime doladım, kendime daha fazla çektim. Diğer elimle de hızlı bir şekilde üzerindeki siyah ceketi çıkardım ve yere fırlattım.

Yankı, dişlerinin arasından yüksek bir sesle nefesini verdiğinde dudaklarımı öyle hırçın bir şekilde öptü ki inledim. Çok kısa bir an sürdü, Yankı, geriye çekildi, eliyle ağzımı kapattı ve başını iki yana salladı ardından kulaklığımı kulağımdan çıkardı ve kendi kulağına taktı. Elini ağzımdan çektiğinde yeniden dudaklarımın üzerine kapandı ve beni bir anda kucaklayıp tezgâhın üzerine oturttu. Bir eliyle belimi sıkıca kavramaya devam etti diğer eliyle de bacaklarımı iki yana açtı, sertçe kendine çekti.

Kendisini bana yasladığında dudakları dudaklarımdan ayrılıp çeneme doğru ilerledi. Başımı mutfak dolabına yasladım, gözlerimi kapattım ve sırtım yay gibi gerildi. Yankı, dudaklarını çenemden boynuma doğru indirirken, vücudumu kaplayan ateş, beni cayır cayır yakacak kadar fazlaydı. "Yankı," dedim kısık bir sesle. Dudakları boynumdayken dilini yavaşça sürttü ve parmakları bacağımın arasında gezindi. "Yankı," dedim biraz daha yüksek bir sesle. Soluğu öyle sıktı ki, boynumdan aşağıya inerken dişlerinin arasından çıkan nefesler beni daha fazla yakıyordu.

Onu daha fazla hissetmek istediğim için bacaklarımı beline doladım, topuğum pantolonun kemerine takıldı ama umursamadım. İki bacağının arasındaki sertlik bana yaslandığında yüksek bir sesle inleyip elimle tezgâha tutundum ama bir tabak yere düşüp kırıldı. Bir kez kalçamı hareket ettirdiğimde Yankı daha fazla dayanamayarak kulaklığı kulağından çıkardı, onu da devre dışı bıraktı. Bütün o profesyonellik, ciddiyet söylevleri son buldu.

İnleyip yeniden dudaklarını dudaklarımın üzerine örttü. Bir kez öptü. Geriye çekildi. İkimizde de kulaklık yoktu. "İstiyorsun," dedi parmakları bacağımın içinde yukarıya doğru tırmanırken. Yine öptü ama bu kez daha uzundu, dudakları dudaklarımı emdi. Geriye çekildi. "Bugün bunu istedin."

"Bugün," dedim nefesimi vererek. Parmaklarımın dolandığı kravatla onu kendime biraz daha çektim, neredeyse o düğüm açılmak üzereydi. "Bana dokun istedim. Senden başka kimse bana dokunsun istemedim bu yaşıma kadar. Sadece sen." Diğer elimi saçlarına daldırdım ve çekiştirdiğimde bacağımın içindeki parmakları kırmızı iç çamaşırıma doğru ilerledi.

"Bugün," dedi o da benim gibi. "Sana daha önce hiç bu kadar dokunmak istememiştim." Sesindeki arzuyu daha önce duymadığımdan emindim, bu çok fazlaydı. Çok, çok fazlaydı. Parmakları, iç çamaşırımın üzerinde, kadınlığımın üzerinde durdu. "Senden başka kimseyi istemiyorum. Sadece sen." İşaret parmağı ve orta parmağı kadınlığıma baskı yaptığında kısık bir sesle inledim. "Birazdan olacaklar, öncesinde olmuş olanlar, nerede olduğumuz, kim olduğumuz, hiçbiri umurumda değil. Eğer bu delilikse, hiç akıllanmayacağım ben Helin."

Aklımın kalan son kısmıyla, "Ama görev," dedim fakat Yankı dudaklarını boynuma gömdüğünde başım geriye doğru yattı. Parmakları iç çamaşırımın üzerinde ufak bir daire çizdi. "Yankı," dedim nefesimi vererek sertçe. "Ama profesyonel," bir kez daha baskı yaptı. "Ama ciddiyet." Dudakları göğsüme doğru inerken parmakları biraz daha fazla hızlandı. "Yankı," dedim inleyerek. "Diğerleri!"

Hiçbirini duymadı, aldırış etmedi, dakikalardır söylediği o profesyonellik, ciddiyet, görev söylevlerini umursamadı. "Kokun," dedi dudakları tam iki göğsümün arasında durduğunda. "Yaşıyorum. Yaşadığımı hissettiriyor." Dilini yavaşça iki göğsümün arasında gezdirdi ardından dişiyle V şeklindeki dekolteyi açtığında Işık'ın bana giydirdiği kırmızı dantelli sutyeni loş ışıkta gördü. Dantel konusunu daha önce geçirdiğini anımsadım, o da aynısını düşünmüş olacak ki dudaklarını sol göğsüme bastırdı.

Nefesi ve nemli dudakları sutyenimin üzerinden bile bana her şeyi hissettirirken, daha fazlasını istiyormuş gibi kendimi ona bastırdım. Yankı, belimde duran diğer eliyle beni tek eliyle kaldırıp bir kez daha oturttuğunda bacaklarım ona daha sıkı dolandı, beni biraz daha yatırırken bir tabağı da Yankı yere düşürüp kırdı. Birkaç tabak daha düşüp kırıldı ama ikimiz de umursamadık.

İki bacağımın arasındaki işaret parmağı yavaşça iç çamaşırımı kenara doğru çekti. Bu sefer parmakları arada kumaş olmadan bana temas ettiğinde aynı anda inledik. Yankı, erkekliğini bacağıma doğru sürttü. "Benim için," dedi gözlerini gözlerime dikip. "Benim için." Ardından parmakları öyle bir baskı yaptı ve hareketlendi ki kısık bir sesle çığlık atıp gözlerimi kapattım ve başımı arkamdaki dolaba yasladım.

Parmakları art arda daireler çizerken, aldığı nefesler yüzüme çarpıyordu ama onu göremiyordum. Kravatını öyle sıkı tutuyordum ki parmaklarım neredeyse kırılacaktı ama diğer elim, yavaşça omuzlarından aşağıya doğru inmeye başladığında kasılan kolları beni çıldırtıyordu. Elim, karnına doğru ilerledi, onun diğer eli göğsümü kavradı ve parmaklarını sutyenimin içine daldırdı. Dudaklarımdan çıkan inlemeler art arda devam ederken nefes almakta artık zorlanıyordum ve sesimin çınladığını duyabiliyordum ama tek ses bana ait değildi.

İki bacağımın arasındaki parmakları öyle hızlı hareket ediyordu ki vücudum da onunla beraber titriyordu. Kravatını sıkıca kavrayan parmaklarımdaki kuvvet azalmaya başladığında diğer elimle pantolonunun kemerine sıkıca tutundum. Bana dokunsun istiyordum, ona dokunmak istiyordum. Şimdi onun her zerresine dokunmak istiyordum.

Elim kemerinden aşağıya doğru indi ve avcuma sertliği çarptığında sıcaklığını aldım, yavaşça sıktım. Bunu yaptığım anda, Yankı, dudaklarını dudaklarıma, "Helin," diyerek bastırdı ve elimi erkekliğinden uzaklaştırıp parmaklarını parmaklarımın içine geçirdi. Dolaba yasladığında diğer eli bir an bile duraksamadı.

Paramparça olacak gibiydim, dağılacak gibiydim; ellerim uyuşuyordu, ayaklarım uyuşuyordu, bacaklarım uyuşuyordu. Vücudumda öyle bir ateş vardı ki, nasıl yanmıyorduk, anlayamıyordum.

Bu zamana kadar hiç öpmediği kadar büyük bir şehvetle öptü beni, ben de onu. En gerçek yüzüydü, en gerçek yüzümdü; dudaklarından çıkan her nefes bile buna şahitti. İnleyerek onu öperken, dişlerinin arasından çıkan hırlamalar aslında bunun ikimiz arasındaki ufacık bir çıra olduğunu bana gösteriyordu. Bu aslında hiçbir şeydi. Bu ikimiz için aslında hiçbir şeydi.

Gitgide yükseldiğimi hissettiğimde Yankı da bunu hissetti ve sıkıca kavradığı diğer elimi bırakıp ensemi kavradı. Başımı kaldırıp dudaklarını dudaklarımdan uzaklaştırdı, gözlerimi araladım. Turkuaz gözleri, bana büyük bir tutkuyla bakarken elim, kravatından gömleğinin yakasına doğru kaydı, onun eli, ensemden aşağıya doğru indi, oradan da belime dolandı.

"Yankı," dedim art arda. "Yankı. Yankı!" Defalarca. Gözlerinin içine bakarak adını söyledim ve o her adını söylediğimde dudaklarıma bir kez daha dudaklarını yasladı. Yakasındaki birkaç düğme kopup yere düştü, kravat da onlarla beraber. Yankı onun adını her söylediğimde belimi daha sıkı kavradı. "Seni istiyorum," dedim Yankı'ya ilk defa. "Seni istiyorum." Yankı, elini saçlarıma geçirdi, parmakları saç köklerimi okşarken dudaklarımı ısırdı. Ardından kalçamı hareket ettirmeye başladığımda parmakları elbisemin sırt kısmına asıldı fakat öyle bir güç uyguladı ki yırtılma sesini işittim. “Saten elbise, hassastır, dikkatli ol,” demişti, Işık. “Yırtılır,” demişti Yankı. İkisi de haklı çıkmıştı.

Parmakları o yırtıktan tenimi bulduğunda yükseldiğim yerde düşmek üzereydim, bunun farkındaydım.

"Helin," dedi ardından parmakları bir anda durdu. Ben yükseldiğim yerde o doruktayken, ruhuma da dokundu. "Bana yaşadığımı hissettiren tek kişisin, sadece sensin." Alnını alnıma yasladı. "Beni bırakma," dediğinde vücudum hazdan titriyordu ama turkuaz gözleri hem öylesine yoğun, hem öylesine tutkulu hem de öylesine büyük bir muhtaçlıkla bakıyordu ki ben zaten çoktan parçalanmıştım. "Bu bencillik biliyorum ama yaşamayı çok sevdim Helin." Elim, gömleğinin yakasından yüzüne doğru gittiğinde dudaklarını avcumun içine bastırdı ardından yanağını avcuma yasladı. Öyle baktı bana. "Sevdiğimden, Helin. Çok sevdiğimden. Bencilliğimden. Beni bırakma."

Sonra cevap vermemi bile beklemedi, belki de cevaptan korktu. Kadınlığımdaki parmakları yeniden hareket ettiği tam o anda kulaklarıma silahların sesi doldu. Çatışma çıkmıştı ama şu an bunu da düşünecek durumda değildim. Gözlerim kocaman açıldı, o da gözlerimin içine baktı ve beni, o silah seslerinin arasında hazzın en doruğuna ulaştırırken dudaklarını son kez dudaklarıma bastırdı, diğer eli bana sıkıca sarılırken ikimiz de sadece birbirimize odaklandık.

"Yankı," diyerek dudaklarına doğru yüksek bir sesle son kez inlediğimde yükseldiğim yerde doruktan hızlıca değil, yavaşça aşağıya düştüm ama düşerken vücudum zevkten delirmiş gibi titriyordu.

İlk defa bir adama tamamen kendimi açtım, ilk defa bir adam bana dokundu; ilk defa bir adam için kendi ateşimi verdim, ilk defa bir adam o ateşi benimle paylaştı.

Kendimi geriye doğru bıraktığımda beni düşmekten alıkoyan tek şey, Yankı'nın belime sıkıca dolanan koluydu. Başımı onun omzuna yasladığımda gözlerimi sıkıca yumdum ve ben de ona sarıldım. Vücudum titremeye devam ederken, kulaklarıma daha fazla silah sesleri doldu ama gülümsedim. Tuhaftı, ilk defa kendimi kirli değil, tertemiz hissediyordum. Korkuyordum ama ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyordum.

Çünkü bu gerçekti, bu doğruydu, bu sevgiydi, bu aşktı, bu bendim. Çünkü o Yankı'ydı.

Beni oturttuğu tezgâhtan kucaklayarak indirdiğinde ayaklarım yeri buldu ama vücudum hâlâ öyle bir titriyordu ki ona tutunmak zorunda kaldım. Kasıklarım sızlıyordu, bacaklarım uyuşmuştu. Yankı, bana sarıldığında dudaklarını saçlarıma bastırdı, sertliğini hâlâ hissedebiliyordum. "Takım elbisem," dedi saçlarıma doğru. "Mahvettin. Ben yedi yirmi dört bunu giyecektim halbuki."

Başımı geriye doğru çektiğimde gömleğinin yakasının yırtıldığını gördüm, kravat yerdeydi ve Yankı'nın derli toplu saçları dağılmış, terleyen alnına yapışmıştı. Parmaklarımı saçlarına daldırıp biraz daha dağıttım. Silah sesleri biraz daha arttığında Yankı, bakışlarını kapıya doğru çevirdi ve nefesini verip gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra gözlerini açtığında yere düşen siyah ceketi bana uzattı. "Bunu üzerine giy," dedi. "Çık, geldiğimiz yoldan yürü. Kulaklıkla Bartu'ya ulaş ve bizimkilerin yanından çatışma boyunca ayrılma. Sakın. Sadece onların yanında yürü." Verdiği ceketi üzerime giyerken ona baktım. "Ben kendimi toplayıp," dedi elini tezgâha koyarak. "Geçeceğim yerime." Yankı'nın da nefesinin titrediğini duyabiliyordum.

Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. "Dikkatli ol," dedim hâlâ düzelmeyen sesimle.

Yankı, bakışlarını bana çevirdi, bir anda kolumdan tuttu, beni kendine çekti ve tekrar dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Uzun uzun değil ama doyasıya öptü. Geri çekildiğinde, "Dikkatli ol," dedi benim gibi. "Helin," diye ekledi. "Bizimkilerin yanından asla ayrılma."

Bunu neden defalarca söylediğini anlayamadım ama yeniden başımı salladım ve arkamı dönüp yürüdüm. Bacaklarım hâlâ tutmadığı ve titremeler geçmediği için kendi kendime söylenip ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp köşeye attım. Kapının kilidini çevirip kapıyı açtığımda arkama bakmadım çünkü bakarsam gidemezdim, biliyordum.

Odadan çıktığım anda sırtımı duvara yasladım ve nefesimi kontrol altına aldım. Birkaç nefes sonunda kulaklığı yeniden açtım ve kulağıma yerleştirdim, ardından hepsinin sesini duydum.

"Mutlu, sağ tarafına dikkat et!" Bartu'nun sesiydi.

"Işık, ben buradayım." Mutlu'ydu.

Işık kahkaha atıyordu. "İşte hep o beklediğim an."

En son Koza'yı duydum. "Birisi şunları bulsun bana yoksa yakacağım burayı, nerede ulan bunlar?"

"Koza," dedim adımlarımı hızlandırarak. "Geliyorum. Neredesiniz?"

"Helin!" Işık, Koza'dan önce davrandı. "Sahnenin arkasındayım, benim yanıma gel, silahını vereceğim."

"Sikeyim," dedi Koza öfkeyle. "Sonuncu nerede? Nişancılardan yerimizden çıkamıyoruz."

Koza'ya cevap vermeme gerek bile kalmadı çünkü Yankı'nın sesini duydum. "Ağlama," dedi Koza'ya. "Bensiz hiçbir şey yapamıyor musun?"

"Neredesin ulan?" Sinirle nefesini verdi. "Ulan siz neredesiniz? Ne bok yemeye gittiniz?"

"Sana ne Koza?" Merdivenlerin başına geldiğimde hepsinin ne kadar zor durumda olduğunu gördüm. Herkes bir köşedeydi, ortada Sadık'ın adamları olmalıydı. Aşağıya nasıl ineceğimi düşünürken, merdivenin tırabzanının alt tarafında, sahnenin aşağısından Işık bana ıslık çalıp eliyle çağırdı.

Hızlı bir şekilde bacağımı sarkıttım, yavaşça aşağıya doğru kaydım ve çıplak ayaklarım yeri bulduğunda Işık, kolumu tutup beni çekti. "Helin yanımda," dedi ardından elindeki siyah silahı bana uzattı. Sonra gözlerini açıp bana baktı, kızmasını bekledim ama göz kırptı.

"Lâl nerede?" Bartu, bir amfinin arkasındaydı. "O odadan çıktı mı? Onu bulamıyorum."

"Sonuncu!" Koza'nın sesi öfkeliydi. "Yerine geçtin mi?"

Yankı'nın sesi sakindi. "Birkaç dakikaya geçiyorum."

"Ulan uyuşturucu almış gibi konuşmasana benimle, ne oluyor sana?"

Sahiden de birkaç dakika sonunda Yankı’nın sesi yeniden bize ulaştı. "Koza, yedi yirmi dört bu kafayı yaşayan birisin, ne hakla bunu bana soruyorsun?" Yankı'nın güldüğünü işittim. "Şu an keskin nişancıları görüyorum. Birini indirmek üzereyim."

"İndir şu amına koyduğumun çocuğunu yoksa ben indireceğim birisini," diyen Bartu, öfkeyle etrafına bakıyordu. Göz göze geldiğimizde gözlerini kaçırdı, şu an bile küsmüş gibi davranıyordu.

Ardından bir anda karşı balkondan Bartu'nun önüne biri düştüğünde, "Birinci tamam," dedi Yankı. "Koza, Ekip'in üyelerini ortaya gönder, adamlar çok kolay, temizlenmesi gerekiyor. Bartu’da şu an silah yok. Mutlu, Lâl'e bakmaya gitti."

"Biz varız," dediğim sırada Işık, eliyle ağzımı kapattı ve sus işareti yaptı.

Birkaç dakika sonra Ekip'in üyeleri ortaya çıktığında kocaman salonun içindeki bütün masalar devrilmiş, tabaklar kırılmıştı. Yerlerde vurulmuş adamlar vardı ama Sadık'ın adamları o kadar kalabalıktı ki her yerden çıkıyorlardı.

"Üç dediğimizde ortaya çıkıyoruz," dedi Işık. Bartu bu esnada önünde dönüp duran adamın boynunu kavradığı gibi başını masaya çarptı ve adam bayıldıktan sonra silahını aldı.

"Üç," dedi Bartu ilk ikiyi saymadan ve salonun ortasına öyle bir daldı ki aynı anda Sadık'ın adamlarının iki tanesini devirdi. Onun arkasından Koza'yı da gördüm ve Işık'la biz de oraya çıktık.

"Ben sizi koruyorum," dedi Yankı rahat bir sesle. "Sanırım tek bir keskin nişancıları var ya da diğeri iyi gizleniyor ama tehlike yok. Uzaktan onları indireceğim." Bunu söylediği anda arkamdan birisi keskin nişancı tarafından yere devrildi, başımı çevirdiğimde Ekip'in bir üyesi olduğunu gördüm. Onun arkasından başka birisi daha düştüğünde bu yine Ekip'in bir üyesiydi. Ve birisi daha düştü, bu da Cem'di. Gözleri açık bir şekilde bana bakarken dudaklarım aralandı. Bayılmadan ya da ölmeden önce son söylediği isim benim ismim oldu.

Etrafıma bakarken gözlerimi balkonlara çevirdim ve o sırada, Koza'nın arkasından ona doğru bıçağıyla yaklaşan bir adam gördüm. Bir an bile düşünmeden adamı isabet aldığımda tek bir kurşunla yere devrildi. Koza direkt arkasına baktı sonra benimle göz göze geldi. Dudaklarını oynatarak, "Kardeşim," dediğinde bunu sadece ben gördüm ama o da arkamdaki birini devirip bana göz kırptı.

"Mutlu!" diye bağırdı Bartu kulaklığa doğru. "Neredesiniz? Sesiniz çıkmıyor!"

"Koza," dedi Yankı. "Soldaki amfinin orada bir adam gizleniyor. Seni isabet almaya çalışıyor."

Koza o tarafa hızla yürürken diğer tarafta kalan iki Ekip üyesinin de keskin nişancı tarafından yere devrildiğini gördüm. Başımı iki yana sallayarak balkonlara baktığımda aklımdan geçenlerin olup olmadığını anlamaya çalışıyordum ama tam o esnada, Yankı sanki bana kendini göstermek istiyormuş gibi salonun duvarına asılı büyük tabloyu nişan alıp aşağı indirdi. O tablo yere düşüp parçalandığında Yankı'nın bulunduğu noktaya baktım, başka bir tabloyu daha indirdi. Tablonun yan tarafında ise Işık'ı gördüm. Ekip'in en güçlü üyelerinden birisinin şakağına silahı dayamıştı, göz göze geldiğimizde başını bir kez aşağı salladı ardından gözünü bile kırpmadan onu vurdu.

Büyük bir şaşkınlık ve dehşet!

Yankı, Koza'nın en iyi adamlarını, Ekip'in üyelerini bitiriyordu ve Işık, kendi intikamını alıyordu.

Tam o esnada yan tarafımda duran Caner'le göz göze geldiğimizde kendimi tutamayarak önüne geçtim ve Yankı'nın bulunduğu balkonun oraya bakarak, "Kaç," dedim Caner'e. "Arkana bile bakma, kaç. Kaç Caner!"

"Ne?" dedi ama onu itekleyereke biraz daha önüne geçtim ve başımı iki yana salladım. Ne olursa olsun, Caner'in ölmesini istemezdim. Ne olursa olsun, ona bir şey olmasını istemezdim. Ne olursa olsun, hâlâ bir insandım.

"Caner, kaçmazsan birkaç dakika içinde öleceksin. Kaç ve sakın dönme!" Başımı ona çevirdim, omuzlarından onu itekledim. Bu sırada, birkaç adım uzağımızdaki Ekip'in iki üyesi de yere devrildi. Yankı'nın öfkesini sırtımda hissettim, ne yapmaya çalıştığımı anladı. Onun önündeyken Caner’i vuramazdı ama umursamadım.

Caner, ilk defa beni dinleyip çıkış kapısına doğru hızlı bir şekilde koştu.

Koza yeniden ortaya çıktığında göz göze geldik. Öyle bir oyunun içine düşmüştü ki ve öyle hazırlıksız yakalanmıştı ki bunu asla fark etmeyecekti. Biliyordum, o zarar görmeyecekti ama onun elindeki büyük bir gücü alıyorlardı.

Yankı'nın bahsettiği bir yüzü de buydu: kurnazlığı. Öylesine kurnaz davranmıştı ki, güçsüz olarak gösterdiği kişiliğinin altından bambaşka bir adam çıkmıştı.

Işık'ın, Ekip'in bir üyesini daha Koza görmeden öldürdüğünü gördüm, bir başka üyesi de yine keskin nişancı tarafından öldürüldü, yani Yankı tarafından. On kişiyi de kaybeden Koza, yerdeki ölü adamlarına baktı. Karşı tarafın adamları da bitmek üzereydi ama o Ekip'in üyelerine odaklanmıştı. Gözleri bana döndü, çenesi kasıldı ve burun delikleri açıldı. Ardından Işık, sırtını Koza'ya yaslayıp onu korumak istiyormuş gibi, "Dikkatin dağıldı," dedi Koza'ya. "Dikkatini topla, Koza. Neler oluyor?"

"Sadık'ı getiriyorum." Yankı'nın sesini duyduğumda her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki kime odaklanmam gerektiğini bile bilmiyordum.

Koza tek bir soru sordu. "Çatışma çıkmayacaktı, Işık'a neden o su için emir verdin, Sonuncu?"

Nil değil, Işık demişti.

Sessizlik oldu. Işık sözü devraldı. Omzunu kaldırıp indirerek, "Canım oyun oynamak istedi," dedi gözlerini de açarak. "Bir tek senin canın oyun çekmez, değil mi Koza?"

"Ekip'in bütün üyeleri, o güvendiğim güçlü adamlarım," dedi yüzünde mimik oymazken. "Öldü. Bu kadar kolay olmamalıydı…"

"Demek ki o kadar da güçlü değillermiş." Yankı merdivenlerden inmeye başladığında Sadık'ın bir kolunu tutmuş onu da aşağıya indiriyordu. Göz göze geldiler. Yankı'nın yırtılan gömleği, dağılan saçları ve omzuna astığı silahıyla büyük bir güçle Koza'ya bakıyordu. "Bir daha çerez olmayanları getir, bu kadar kolay harcanmasınlar, Koza."

"Kaç keskin nişancın vardı?" diye sordu Koza, önündeki adamın kolunu ayağıyla itekleyerek. Ekip'in köklü üyelerinden birisiydi. Adı Cemal'di. Yaşı büyüktü ama iyi bir adamdı, tanıyordum. Kalbinden vurulmuştu.

Sadık, "İki keskin nişancım var," dedi merdivenlerin son basamağında. Adamlarının hepsi bitmişti, Bartu öldürmediklerini dizlerinin üzerine çöktürmüştü. Ama Mutlu'yla Lâl hâlâ ortalarda yoktu. Onlar da mı bu planın içindeydiler? "İkisi de ölmüştür. Yoksa hiçbiriniz böyle tek parça olmazdınız."

Yankı, Sadık'ı önümüze getirdiğinde omzuna astığı silahı eline aldı ve sırtını yasladı. Koza, hâlâ nereye odaklanması gerektiğinin farkında değilmiş gibi boş gözlerle Yankı'ya bakıyordu.

"Koza," dedi Yankı. "Helin'e hediyeni söylemeyecek misin?"

Sadık'la göz göze geldik. Ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum ama o da bana bakarken aynı ifadeye sahipti. "Umarım bu çetenin derdi para değildir," dedi sakin bir sesle. "Eğer öyleyse partimi rezil ettiğiniz için çok üzülürüm çünkü paranızı direkt verirdim."

Koza boynunu çıtlattı. Bakışları bana döndü, gözleri kısıldı. Derin bir nefes verdi. "Helin," dedi Sadık Orhan'ı bana göstererek. "Sürprizin bu adam." Bir adım attı, başını salladı. "Satın aldığın inci küpeler, annenin inci küpeleriydi. Bu adam," nefretle gözleri Sadık Orhan'a döndü. "Bir türlü tanışmadığın öz baban. Sana hediyem buydu. Onunla tanış." Bunun arkasından başka silah sesleri daha salonun içini doldurdu ve ben daha Koza'nın cümlelerini atlatamamışken büyük salonun içine kalabalık bir topluluk elinde silahlarla girdi.